Etiket arşivi: Celal Bayar – Adnan Menderes

Tarikatların güdümünde iktidar…

Erdal Atabek
Erdal Atabek

erdalatak@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Burhaniye Zeytinli Rock Festivali kaymakamlık eliyle yasaklandı.

Belediyelerin şenlikleri “kadın şarkıcılar” bahanesiyle yasaklanıyor.

Son yıllarda ortaya çıkan bu “sistemli yasaklamalar” ne anlama geliyor?

Yıllardır yapılan bu şenlikler, festivaller neden bu dönemde sakıncalı oldular?

  • Nedeni, artık iktidarın tarikatların güdümüne girmesidir.

Tarikatlar, cemaatler bu konularda yıllardır karşı çıkıyorlardı.

Ama AKP iktidarı ve Erdoğan, tarikatlar ve cemaatlerle içli dışlı olmasına karşın güdümüne girmeye direniyordu.

Özellikle Erdoğan iktidarını paylaşmaz.

İktidarın gücü Erdoğan’ın varoluş nedenidir.

Onun için “iktidar gücü” devredilebilir bir emanet değil, bırakılması felaket olan bir ganimettir.

Ancak son yıllarda, özellikle ekonominin çıkmaza girmesiyle arkasındaki desteğin zayıflaması AKP yönetiminin ve Erdoğan’ın tarikatlara, cemaatlere yaslanmasına neden oldu.

Toplumun desteği azaldıkça iktidar tarikat ve cemaatlere daha çok yaslandı, sonra da güdümüne girdi.

Bu yeni durum, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasıyla işaretini verdi.

TARİKAT-CEMAATLERİN GÜCÜ

Tarikat ve cemaatlerin gücü, iktidarda olanın gücüyle ters orantılıdır.

Osmanlılar dönemi de böyledir. Osmanlı sultanının güçlü olduğu zamanlarda dinsel cephe geride durur. Sultanın gücü zayıfladıkça öne çıkar ve harekete geçerler.

III. Selim, II. Mahmut, Abdülmecit dönemlerinde bu çatışma yaşanmıştır.

Cumhuriyet döneminde çalışmaları yasaklanan tarikatlar ve cemaatler, yeraltına girerek fırsat kollamışlardır. Bu fırsat 1950 yılında Demokrat Parti iktidarıyla ellerine geçmiştir.

Celal Bayar-Adnan Menderes’in Demokrat Partisi döneminde de Süleyman Demirel’in Adalet Partisi döneminde de tarikatlarla, cemaatlerle sıcak ilişkiler kurulmuş ancak iktidara ortak olmalarına izin verilmemiştir.

AKP iktidarında, 2002 yılından beri, siyasal iktidar, tarikat ve cemaatlerle iç içe çalıştıkları izlenimini vermiştir.

Her tarikat, her cemaat iktidarın içinde olmaya, iktidar gücünden pay almaya çalışmıştır.

Bunların içinde en sistemli çalışan Fethullah Gülen cemaati olmuş, iktidar ortağı olarak her alana yayılmıştır. Ordu, yargı, yürütme, eğitim alanları onların denetimine geçmiş, yıllarca iktidardan yararlanmışlardır.

Ancak, FETÖ “iktidar olma” zamanının geldiği kanısıyla harekete geçtiği zaman özellikle Erdoğan tarafından yenilgiye uğratılmışlardır.

FETÖ’den boşalan yerlere öteki tarikatların ve cemaatlerin yerleşmesi uzun sürmemiştir.

Ancak Erdoğan, son yıllara kadar kendi gücüne güvenmiş, onların iktidarı gütme niyetlerine izin vermemiştir.

AKP İKTİDARI ZAYIFLAYINCA

İşte, AKP’nin arkasındaki güvenilir destek azalınca kaybedilen güç tarikatlarla cemaatlerde aranır olmuştur.

Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması,

medreselerin açılması ve bakanlık denetimi dışına çıkılması,

küçük çocuklara din eğitimi verilmesi,

her kademe okullarında din derslerinin zorunlu olması

müzikli eğlencelerin yasaklanması,

üniversitelerin iktidarın denetimine sokulması.

her alanda fetvaların geçerli kılınması…

Bu değişim artık iktidarın tarikat ve cemaatlerin güdümüne girmesinin işaretleridir.

Şimdi sıra “şeriat uygulamaları” ve “hilafetin geri getirilmesi” taleplerine gelmiştir.

Bunlar olabilir mi?

Laik Cumhuriyet yerine şeriata dayalı İslam devleti kurulabilir mi?

Son dönemeç yoktur!

Tarihte “son dönemeç” yoktur.

Tarihte “yengiler” ve “yenilgiler” vardır.

Laiklik, uygarlık tarihinde yıllar süren din ve mezheplerin kanlı çatışmalarının sonunda uygarlığın vardığı bir eşiktir.

“Laiklik eşiği”, barışçı ortak yaşamın, özgür akılla yönetilen dünya yaşamının simgesidir.

Bu eşiğin altı olan “dogmatik yaşam”, din ve mezheplerin kanlı savaşlarının, bitmeyen kinlerin, dogmaların intikamcı baskılarının simgesidir.

Laik Türkiye ve laik dünya, kendisini yok edecek güçleri tanır, bilir ve onlara geçit vermez.

AKP yönetimi ve Erdoğan da elbette gerçekleri görerek ve bilerek “iktidar emanetini” seçimle devredecektir.

  • Atatürk Cumhuriyeti bu demokrasi sınavını da başarıyla verecek güvenle uygarlık yolunda yürüyecektir…

Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’dir!

Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’dir!

Ahmet Tan

Hepimizin malumu ki “Saygı duruşu, sap gibi durmaktır!” diyen zihniyetin iktidarından bu yana Atatürk’e “rahat uyu” demenin manası yok.

Çünkü, o zihniyetin asıl hedefi dindar-kindar nesiller yetiştirmekti, Atatürk’ü ve kurduğu Cumhuriyeti uykusunda boğmaktı.

Milletin ve devletin on sekizinci yılından yemeye başladıkları halde bunu hâlâ başaramadılar.

Öyle ki okullara din dersi-ahlak dersi hocası bile bulamıyorlar.

Kindar nesil” ise kendi yıllanmış çevreleriyle sınırlı kaldı.

Mustafa Kemal yerine keşke Yunan galip gelseydi!” diyenlerle çaresiz bir dayanışma içine girmek zorunda kaldılar.

Atatürk düşmanlığı konusunda FETÖ’den de Batı’dan da örtülü destek gördüler. Örneğin 2009 yılı AB İlerleme Raporu, “Atatürk’ü Koruyan Yasa”nın kaldırılmasını öngörüyordu. Bu yasa “ifade özgürlüğüne sınırlama” getiriyormuş!

O günlerde AKP iktidarı “yetmez ama evetçiler” ve “örtük FETÖ’cüler” ile kol kola idi. Atatürk’e husumet ittifakı ne kadar geniş olursa, laik Cumhuriyeti dönüştürmek o kadar kolay olacaktı. Ölümünden sonra Atatürk’ün büst ve heykellerine saldırılar başlamıştı.

Merhum Başyazarımız Nadir Nadi, 10 Kasım 1949 günkü Cumhuriyet’te “Sırtlanlar aslana saldırmak için ölümü beklerler diye yazmıştı.

Atatürk’e saldırıların artması üzerine DP iktidarı, “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun Tasarısı”nı hazırladı.

Dönemin Meclisi, Atatürk’ü günahı kadar sevmeyenlerle dolu olduğu için Celal Bayar– Adnan Menderes yönetimi yasayı kabul ettirmekte çok zorlandı. CHP içinde bile “Kişiye özel yasa olmaz!” diyenler çıktı. Bunun anayasaya aykırı olduğunu savunanlar vardı. (Bağımsız İzmir Milletvekili Halide Edib Adıvar da bunlardan biri idi. Nitekim çekimser oy kullandı.)

Bunun üzerine DP iktidarı, dönemin Nazi Almanyası’ndan kaçıp Türkiye’ye sığınan ünlü Alman hukukçusu Profesör Ernst Hirsch’ten görüş istedi. Prof. Hirsch’in mütalaası bugünlere bile ışık tutacak açıklıktaydı:

    • “Atatürk adında bir şahıs, hukuki anlamda artık mevcut değildir. Dolayısıyla ona yasa yoluyla bir imtiyaz sağlanması konu olamaz. Söz konusu tasarıda ceza hukuku normlarıyla korunması öngörülen varlık ve şahıs Atatürk değildir. Burada korunmak istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna karşı Türk milletinde genel olarak yaygın bulunan hayranlık ve saygı duygusudur.Yine de DP içinde itirazlar durmadı.

Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Celal Bayar, milletvekillerine sert çıkmakla kalmadı, rest çekti:

  • Bu benim de zaruri gördüğüm kanun engellenirse veya maksadından saptırılırsa, banisini (kurucusunu) koruyamayan Cumhuriyetin başkanlık görevine devam etmem mümkün değildir. Bu takdirde TBMM’nin de partimizin azası da kalamam. Cumhurbaşkanlığından, milletvekilliğinden ve partimizden istifa edeceğim. Davamı, tek başıma, milletimin huzuruna getirerek mücadeleyi orada başlatacağım.”

Bunun üzerine, DP’li vekiller tıpış tıpış gidip yasaya evet oyu verdiler. 25 Temmuz 1951 günü kabul edilen yasanın gerekçesi şöyledir ve o gerekçe halen geçerlidir:

  • “Atatürk, Cumhuriyetin ve inkılaplar rejiminin sembolü olması hasebiyle hatırasına, eserlerine ve onu ifade eden varlıklara vaki tecavüzler, bilvasıta Cumhuriyete ve inkılaplar rejimine tevcih edilmiş bir mahiyet arz etmektedir.

Bugün saat 09.05’te tüm ülkede ve Anıtkabir’de “sap gibi duracak” on binler, yüz binler, milyonlar arasında Recep Tayyip Erdoğan da olacaktır.. Çünkü Reyiz, Atatürk’ün yaptıkları sayesinde ülkede on sekiz yıldır hüküm sürdüğünü bilecek kadar feraset sahibidir. Dileyelim makamında oturduğu o mübarek insandan Fatiha’yı esirgemesin.

Haluk Başçıl : Karşı Devrimin Anayasası

Karşı Devrimin Anayasası

http://www.anafikir.gen.tr/karsi-devrimin-anayasasi-haluk-bascil/ 

Celal Bayar – Adnan Menderes ikilisinin yönetiminde Demokrat Parti’nin başlattığı karşı devrim Adalet Partisi, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri ve ANAP eliyle sürdürüldü. Sağ iktidarların taşıdığı karşı devrim bayrağını zirveye taşıyan da AKP oldu. Genç Cumhuriyetin kurucu partisi ve devrimlerin yaratıcısı CHP’nin yeni kuşak yönetici kadroları bu karşı devrim sürecine karşı çıkmadılar, rıza gösterdiler. Bu tavır günümüzde de devam etmektedir.

AKP aracılığıyla dile getirilen “Yeni Türkiye”, karşı devrimin Türkiye’sidir. Yeni Türkiye’nin amaçlanan anayasal bir statüye kavuşturulması faaliyetleriyle, birçok ülkede gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri ortak özellikler göstermektedir. Geçen ay ülkemizde “terör olayları”, “PKK’ya karşı yürütülen savaş” gerekçe gösterilerek milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması zemininde başlatılan anayasa tartışmaları kısa sürede başkanlık sistemi (tarafsız – partili) ve hatta laikliği gündeme alan farklı bir tartışmaya doğru evirildi. Muhalif kamuoyu bütün bu tartışmaları ya Erdoğan’ın kişisel hırslarına ya da Erdoğan’ın siyasal İslam gündemini ilerletmekten başka bir şey yapmadığına yoruyor.

Ülkemizde anayasa değişimlerini sadece otoriter bir kişiye ve/veya siyasal İslam’ın cumhuriyet rejimi ile hesaplaşmasına indirgeyen ve neo-liberal emperyal yönelimleri göz ardı eden çevreler son derece yanıltıcı bir tutum içindeler. R. T. Erdoğan ve AKP’nin yarı sömürge durumunu daha da ağırlaştırdıkları Türkiye’de dış dinamiklerden bağımsız olarak anayasa revizyonları ile rejimi değiştirmeye kalkışmaları olanaksızdır. Dolayısıyla emperyalist güçlerin ve egemen sınıfların Erdoğan ve AKP eliyle “Yeni Türkiye”yi gerçekleştirmede gündeme getirdiği anayasa değişiklikleri aslında birçok ülkede rejimleri değiştirmede kullanılan “anayasal darbe” lerin bir parçasıdır. Bunu birçok ülkede görülen anayasa değişiklikleri üzerinden ortaya koymak konuyu daha anlaşılır kılacaktır.

Macaristan’da anayasa değişikliği

Avrupa’nın göbeğindeki bir ülke Macaristan. Yıkılan Doğu Blokunun üyesi olan bu ülke artık AB’ne üye ve aynı zamanda Hristiyan bir topluma sahip. 1998 seçimlerinde iktidara gelen Fidesz Partisi seçim yasasında yaptığı değişikliklerle, 2010 seçiminde oyların % 53’ü ile Meclisteki sandalyelerin % 68’ine sahip oldu. Böylece tek başına anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa ulaştı. Fidesz iktidarında anayasa tam 10 kez değiştirildi. En son yapılan ve 1 Ocak 2012’de yürürlüğe giren anayasa değişikliği ile:

  • Başsavcılık ve Sayıştay iktidara devredildi, yargı bağımsızlığı kaldırıldı.
  • Anayasa Mahkemesinin yargıç sayısı artırıldı ve yeni koltuklara Fidesz’e yakın isimler getirildi. Mahkemenin bütçeyi, vergileri, kemer sıkma planlarını içeren yasaları denetleme görevi elinden alındı.
  • Yargıda yeni kurulan Ulusal Yargı Ofisi yoluyla tek bir kişiye tüm hâkimleri atama ve görevlendirme yetkisi verildi. Hangi yargıcın hangi davaya bakacağına da aynı hâkim karar verecek şekilde yetkili kılındı.
  • Seçim yasası değişikliği ile seçimleri Fidesz’den başka bir partinin kazanması neredeyse  imkânsız hale getirildi.
  • Yalnızca Fidesz Partisi üyelerinden oluşan ve başkanı da başbakan tarafından atanan bir basın denetim kurumu kuruldu. Bu kuruma tüm medyanın “politik olarak dengeli” yayın yapıp yapmadığını inceleme ve yayın kuruluşunu iflasa zorlayacak kadar ağır para cezalarına çarptırma yetkisi verildi.
  • Din anayasaya sokuldu. Anayasa’daki “Ulusal Ant” başlıklı metine “Tanrı Macarları kutsasın” sözü kondu ve“Hıristiyanlığın ulusumuzu korumadaki rolünü tanıyor ve aynı zamanda ülkemizin farklı dinî geleneklerine değer veriyoruz” denilerek, dinin siyasi alandaki önemi vurgulandı.

Afrika Ülkeleri ve anayasa değişiklikleri

Afrika’nın birçok ülkesi anayasalarını değiştirdi. Henüz anayasalarını değiştirmeyen ülkelerde de bu doğrultuda hazırlıklar bütün hızıyla sürüyor.

Anayasa değişikliğine giden ülkeler yıllara göre şöyle sıralanıyor: Nambiya 2000, Gine 2001, Burkina Faso 2000, Tunus 2002, Gine 2002, Togo 2002, Gabon 2003, Moritanya 2005, Çad 2005, Uganda 2005, Eritre 2007, Angola 2007, Kamerun 2008, Cezayir 2008, Sudan 2008, Niger 2009, Cibuti 2010, Kongo 2015, Ruanda 2015, Senegal 2016.

Afrika ülkelerinde birbiri ardına yapılan anayasa değişikliklerine anayasal darbe adı veriliyor. Bu ülkelerde yapılan Anayasa değişikliklerinin birbirini tamamlayan ikili özelliğe sahip olduğunu görüyoruz. Birincisi devlet başkanının devlet yönetimini tek başına yürütecek şekilde anayasayı değiştirmesi ve politik kuralları yeniden belirleyerek iktidarını sürekli kılmasıdır. Bu doğrultuda devlet başkanının statüsü güçlendirilmekte, görev süresi üzerindeki sınırlamalar kaldırılmakta, muhalefetin faaliyetlerine sınırlamalar getirilmekte ve seçim sistemi yeniden düzenlenmektedir.

İkincisi, iktidarın merkezileştirilip tek elde toplanması aynı zamanda küresel sermayenin neo-liberal politikalarının da önünü açmaktadır. Bu amaçla neoliberal politikaların önünde engel oluşturan yapı ve kurumlar ortadan kaldırılmakta, ülkenin tüm kaynakları kolayca emperyalist sermayeye peş keş çekilmekte ve bir önceki dönemden kalan demokratik ve sosyal haklar kısıtlanmaktadır. Kısacası anayasa değişiklikleri emperyalizmin neo-liberal ekonomik-politik ihtiyaçlarına uygun yapısal değişimleri ve devlet başkanının dönemsel ihtiyaçlarını, politik arzularını karşılamaktadır. Hiç kuşkusuz bu değişikliklerde ana yönelim emperyalizmin çıkarları yönündedir. Bu köklü değişiklikleri rahatlıkla  karşı devrim olarak tanımlayabiliriz.

Bu değişiklere belli konularla sınırlı olmak üzere ABD ve Fransa göstermelik eleştiriler getirmeyi de ihmal etmemektedirler. Bu eleştiriler başkanın tek başına tüm iktidarı ele almasına, diktatörlük rejimi oluşturulmasına değil, bu rejimin kişiselleştirilmesine yöneliktir. Anayasada belirtilen dönemden daha uzun süre aynı kişinin başkanlık için yeniden aday olmasına yönelik değişikliklere karşı çıkmaktadırlar.

Müslüman ülkelerde anayasa değişiklikleri:

Son 15 yılda Müslüman ülkelerde de anayasa değişikliklerine gidildi. Laik anayasaya sahip olan ülkeler, yaptıkları değişiklikle anayasalarına İslam dinini koydular. Anayasalarında İslam’a yer veren ülkeler ise yaptıkları değişikliklerle İslami referansları daha da güçlendirdiler.

  • Irak’ta 2005 yılında, Amerikalı uzmanların görüşleri doğrultusunda ve Tunus’ta da 2011 yılındaki halk ayaklanması sonrasında 2014’te yapılan anayasada İslam’a yer verildi.
  • Devlet başkanı Morsi (Müslüman Kardeşler) 2012’de Mısır anayasasını yeniden düzenledi. Eski anayasadaki devletin dini İslam olarak belirleyen düzenleme aynen korundu. Buna karşın yasalar çıkarılırken Kuran’ın referans olarak alınmasını ile ilgili hüküm, Kuran’a uygun olarak çıkarılması şeklinde yeniden düzenlendi. Ayrıca Müslüman Kardeşlerin mezhep anlayışı da anayasayla egemen kılındı. Morsi’yi askeri darbe ile alaşağı eden yeni devlet başkanı Sisi ise 2014’te anayasa değişikliğine gitti.  Müslüman Kardeşlerin mezhepsel anlayışına uygun hükümler kaldırıldı.
  • Mağrip ülkelerinde, Moritanya, Afganistan, İran, Bahreyn, Pakistan ve Yemen’de hem devletin hem de halkın dininin İslam olduğu ibaresi anayasalarına yerleştirildi.
  • 2013’te Arap ülkeleri dışında Endonezya ve Gambia, 2005 yılında da Özbekistan anayasası değiştirildi ve bu yeni anayasada Kuran referans gösterilerek düzenlendi.
  • 2016 yılında Arap ülkelerinden yalnızca Suriye ve Lübnan, öbür Müslüman ülkelerden de Türkiye, Azerbaycan, Burkina Faso, Mali, Senegal ve Çad’ın anayasasında İslam ifadesi yer almamaktadır.

Sonuç

Yukarıda ortaya koymaya çalışıldığı gibi, anayasa değişikleri ya da yeni anayasa yapma işi yalnızca ülkemizde gündeme getirilmemektedir. Bu sorun birçok sömürge ve yarı-sömürge ülkede gündemi işgal etmektedir. Söz konusu ülkelerde yapılan anayasa değişikliklerinin ortak noktaları; iktidarın diktatörlüğe varacak ölçüde merkezileştirilmesi, yasama ve yargının yürütmenin etkisine açık hale gelmesi, anti-laik ve aydınlanma karşıtı yönelimlerin öne çıkması, demokratik hakların budanması, neo-liberal sömürü politikalarını sınırlayan ulusal kurum ve kuruluşların anayasal dayanaklarının kaldırılmasıdır. Bu değişikliklerle geri bıraktırılmış ülkelerin uluslaşma süreçlerinin önü kesilmekte ve neo-orta çağ karanlığına sürüklenmeleri sağlanmaktadır.

Kısaca dünya nüfusunun % 99’unun maddi gelirinden daha çoğuna sahip bir avuç gerici ulusüstü finans ve sanayi oligarşisi, sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki kendisine bağlı işbirlikçi sermaye ile birlikte toplumun en gerici sınıf ve tabakalarını yanına alarak bağımlı parlamenter demokratik sistemi (“burjuva demokrasini”) ortadan kaldıran karşı devrimleri örgütlemektedir. Reformlar adı altında neo-liberal ekonomi ve politikaların önünde engel olarak görülen bağımlı ulus devlete ait kurum ve kuruluşlar, yönetim organları, ideolojik-kültürel aygıtlar, basın vb. yeniden biçimlendiriliyor. Ulus devlet hükümetleri bir yandan “anayasal ve yasal darbelerle” karşı devrim politikalarını yaşama geçiriyor, öbür yanda yaptıklarına meşruluk sağlıyor! Türkiye’de AKP döneminde yaşanan anayasa değişikleri ve yeni anayasa yapma istemleri işte bu küresel karşı devrimin bir parçasını oluşturmaktadır.

======================================

Meslektaşımız Dr. Haluk Başçıl‘a bu uyarıcı yazısı için teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
16 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com