Etiket arşivi: BOP Projesi

H. Ufuk Söylemez – 28 Şubat 2021

Milli Merkez Ankara Temsilcimiz Devlet Eski Bakanı Sayın Ufuk Söylemez’in Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olduğu sürede yaşanan 28 Şubat muhtırası hakkındaki önemli açıklamasını bilgilerinize sunarım.

Saygılarımla,
Haluk Dural
Milli Merkez Genel Sekreteri 
==============

28 Şubat 2021

H. Ufuk Söylemez

28 Şubatın hem muhatabı, hem de tanığıyım !

Bugün 28 Şubat. Yıllardan beri her 28 Şubat’ta, medyada yüzlerce yazı yayınlanıyor ve yine çok sayıda yorum analiz yapılıyor. Ancak bana göre, bu yazı ve yorumların çok az bir kısmı objektif, bilgiye dayalı ve sağlıklı analizleri ortaya koyabiliyor.

Büyük bölümü ise maalesef inanç ve ideolojilerin bakış açıları esas alınarak yapıldığı için, önemli eksiklikler, hatalı, yanlı ve yanlış tespit, varsayım ve tahliller içeriyor.
28 Şubat sürecinin hem muhatabı, hem de mağdurlarından birisi ve canlı tanığı olarak bu konudaki düşünce, tespit ve analizlerimi çeşitli defalarda, gazete yazıları ve TV söyleşilerinde dile getirmeme rağmen, her yıl oluşan bu gündeme ilgisiz-duyarsız ya da sessiz kalmanın, hem bir siyaset ve devlet adamı olmanın hem de okurlara doğru ve sağlıklı bilgi ve analizler yapmanın etik sorumluluğu gereği mümkün ve doğru olmadığını düşünüyorum.

Çünkü TBMM’de kurulan 28 Şubat’ı araştırmakla görevli araştırma komisyonuna davet edilmeme ve orada da düşüncelerimi ayrıntılı bir şekilde anlatmama rağmen, söylediklerimin sonuç raporunda adeta “sansüre” uğradığını da gördüm. Bu durumda susmak yerine, daha önce yazıp-konuştuklarımı bıkmadan-usanmadan bir kez daha dile getirmek kaçınılmaz bir görev benim için.

Hele iç cephede emperyalizm ve maşalarına karşı verilen mücadele esnasında birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde, yaşı 75-85 arasında olan emekli general ve askerlerin “ağırlaştırılmış müebbede” mahkûm edilmeye çalışılması karşısında daha önce defalarca yazıp-konuştuğum ama ne hikmetse sansüre uğratılan düşünce ve tespitlerimi yine-yeniden gündeme getirmeyi o dönemin Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı sıfatıyla, vicdani ve ahlaki bir ödev sayıyorum. O nedenle her yıl 28 Şubat’ta bıkmadan ve usanmadan yaşadıklarımı, gördüklerimi ve doğru bildiklerimi yazıyor ve konuşuyorum.

– 28 Şubat ne “devedir” ne de “kuş”

28 Şubat kolayca kategorize edilebilecek bir süreç değildir. Tıpkı bir madalyon gibi iki farklı yüzü vardır. Lafı uzatmadan söyleyeyim. Bana göre 12 Eylül de, 12 Mart da ve 28 Şubat da, sonuçları itibariyle ABD ve NATO’nun tam desteğini ve doğrudan ya da örtülü teşvikini alan süreçlerdir. Türkiye’de yaşanan bu süreçlerin milli ve bağımsız niteliği yoktur.

28 Şubat sürecinin laik karakteri, onun emperyalizm ve neo-liberalizm karşıtı bir süreç olduğu anlamına gelmez, gelmemelidir. Öte yandan, 28 Şubat silahlı, zor ve şiddete dayalı klasik bir darbe ya da darbe teşebbüsü de değildir kuşkusuz ki.
ABD o dönemde henüz BOP projesini açıklamamış ve hayata geçirmemişti.
Dinci radikalizm ve fundemantalizme karşı, Türkiye’de laik rejimi destekliyordu. (Hâlbuki bugün laik rejime karşı, dinci-radikal-mezhepçi ve sonuçları itibariyle fiyasko olan bir BOP siyasetini dayatıyor.)

28 Şubat sürecinde, Türkiye’deki tekelci sermaye ve kartel medyası da, cemaat görünümlü FETÖ terör örgütü de, Somali operasyonunda ABD’den takdir almış “Bir” general de, aynı çizgide nasıl olup da buluşabilmişlerdi.

Ya da; 28 Şubat sürecinde kartel medyasının Amiral gemisi olarak nitelendirilen Hürriyet gazetesinin 18 Nisan 1997 tarihli nüshasında Fettullah Gülen, Refah Yol Hükümetine “Beceremediniz artık bırakın” diye sürmanşetten nasıl olup da çağrı yapabilmişti.

– 28 Şubat özde “ekonomi politiktir”

28 Şubat 1997 tarihinde yaşananların görünürdeki sebebi RP’nin Anayasanın laiklik ilkesi karşıtı bir odak olarak faaliyette bulunmasıdır.
Türk milletinin laik-demokratik Atatürk Cumhuriyeti konusundaki haklı duyarlılığı bu süreçte öne çıkarılmış ve tahrik edilmiştir.

  • Gerçek gerekçe ise ekonomik olarak RP / DYP koalisyonunun milletin çıkarlarını merkeze alan, milli karakterli ekonomi politikalarına karşı, IMF-ABD ve içerideki çıkar gruplarının rahatsızlığıdır.

Ayrıca, Kıbrıs’ta, Milli Kahramanımız Rauf Denktaş’ın arkasında duruluyor, Ermeni meselesinde milli duruş sergileniyordu. PKK’yla, K. Irak’ın içlerine, Kandil’e kadar sınır ötesi operasyonlarla etkili, amansız kararlı bir mücadele sürdürülüyordu.
Bu durum, uluslararası para tacirlerinin, onların içerideki uzantılarının ve Türkiye’yi sıcak para-IMF programı ile kontrol etmek isteyen dış güçlerin hiç de hoşuna gitmiyordu.

19 Ocak 1997 tarihindeki Milliyet gazetesinin manşeti aynen şöyle atılmıştı;

“IMF’den kriz uyarısı”

Hâlbuki Türkiye’de ekonomi büyüyor, çiftçiye, esnafa destek veriliyor, KOBİ’ler destekleniyor, gerçekçi kur uygulanıyor, ödemeler dengesinde problem bulunmuyordu.

Bu manşetin dayanağı olan IMF Başkanının beyanlarını “Washington’dan” gönderen kişi, Yasemin Çongar’dı! Hani şu Taraf gazetesinde Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında askerlerimize ve milli aydınlarımıza yargısız infaz biçiminde yayın yapan ve yaptıran meşhur Yasemin Çongar…

Bu manşetlerle koalisyonu yıkamayan ve ekonomik bir kriz ya da çalkantı çıkaramayan çevreler, bu kez RP’nin aşırı ve benim de hiç katılmadığım ve karşı çıktığım birtakım ideolojik-dinci söylemlerini öne çıkararak, laiklik-demokrasi-Cumhuriyet hassasiyetindeki halkı ve kuruluşları (bu arada TSK’yı da) bu yönde manüple ettiler.

Sonuç malum RP / DYP koalisyonu istifa etmek zorunda kaldı.

RP’den türeyen, Hocanın eski talebeleri, hem mağduriyet edebiyatı yaptılar, hem de “biz milli görüş gömleğini” çıkardık diye tornistan ettiler.
Hocalarını terk edip, dış güçlerin dümen suyunda iktidara geldiler.

– 1997’de tehlikede olan, bugün güvencede mi? –

Şimdi, 28 Şubat 1997 tarihinde laik Cumhuriyet tehlikedeydi de, 28 Şubat 2021’de kurtuldu denilebilir mi?

Neticede, benim görevlerim ve mesleğim açısından; ekonomide sermayeyi tabana yayan, gerçekçi kur uygulayan, IMF’den bir dolar borç almadan ekonomiyi %7,5 büyüterek, esnaf ve KOBİ’lere dost olan Ekonomi Bakanı Ufuk Söylemez’in, Bakanlık görevini ve koltuğunu, milleten oy ve yetki almayan, IMF ve ABD’nin has adamı, kumarhane kapitalizminin ve gayrı milli ekonomi politikalarının dayatıcısı Rahmetli Bülent Ecevit’in bilahare “hayattaki en büyük pişmanlığım” dediği Kemal Derviş devraldı.

Kartel medyasının, tekelci sermayenin, ABD’nin ve F. Gülen’in tam desteğini alan 28 Şubat, bugün TSK “günah keçisi” ilan edilerek anlaşılamaz ve anlatılamaz. İşte bu nedenlerle 28 Şubat bana göre, ne “deve”, ne “kuştan” başka bir şey değildir.

Bir yandan 28 Şubat’ın kartel medyası patronlarıyla bugün kol kola gireceksiniz, öte yandan, 80 yaşını aşmış emekli komutanları ağırlaştırılmış müebbetle yargılayacaksınız.

Buna ne adalet denir, ne de vicdan…

İHANET DEĞİLSE NE?

 

İHANET DEĞİLSE NE?

Rifat Serdaroğlu

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi görevlileri, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın
izni ve emriyle 2008 yılında başlayarak Oslo’da, PKK Narko-Terör örgütünün
Avrupa Baronları ile İngiltere temsilcisinin denetiminde (!) tam BEŞ toplantı yaptılar!
Her toplantıdan sonra dönemin Başbakan’ı Erdoğan’a doğal olarak hem bilgi verildi, hem de toplantıların tutanakları kendisine teslim edildi!
Dönemin Başbakan’ı Erdoğan’ın da, Cumhurbaşkanı Gül’ün Başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kuruluna, devlet olmanın gereği olarak bilgi verdiğini kabul ediyoruz…

Oslo’daki görüşme zincirinin beşincisinde, dönemin Başbakan Müsteşar Yardımcısı, şimdinin MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın önünde şu görüşme gerçekleşiyor;

Sabri Ok. (PKK);
Bizim güçler (PKK) her tarafta var onu söyleyelim. Türkiye’nin her tarafında var. Karadeniz’de de var, Toroslarda da var.
A.G. (T.C. MİT Müsteşar Yardımcısı);
Biliyoruz, metropolleri de doldurdunuz. Bu arada patlayıcılarla (!) doldurdunuz!
Sabri Ok. (PKK);
Yok canım. (Gülerek)
A.G. (T.C. MİT Müsteşar Yardımcısı);
Hepsini biliyoruz!
Sabri Ok. (PKK);
Onlar bir tarafa! Biz şimdi bu süreci ilerletelim, önemli olan o…

*****

Bu konuşmalar, noktası virgülüne dek doğru ve gerçektir. Yalan olsa dönemin Başbakanı niçin bu elemanları korumak için 24 saatte yasa çıkarmak zorunda kalsın ki?
Devlet olmanın gereği olarak tüm bu konuşmaların Milli Güvenlik Kurulunda ve Bakanlar Kurulunda tartışılması şarttır. Eğer MGK ve Bakanlar Kurulu, herhangi bir köy kahvesi değilse, Türkiye demokratik parlamenter rejimle yönetilen bir ülke ise, böyle olması şarttır. Olmuyor ve bu iki Kurula bilgi verilmiyor ise, ülke faşist kafalı
tek adam tarafından yönetiliyor demektir ki, bu facianın sorumluları da bu iki Kurulun üyeleridir.

Şimdi, yüreğinde bir parça olsun vatan sevgisi ve insan sevgisi bulunanlara soruyorum :

Devletin görevlileri, ülkenin Büyükşehirlerinin PKK Narko-Terör örgütü tarafından PATLAYICI DEPOSU haline getirildiğini biliyor ve siyasi irade
bu kişileri
yasal koruma altına alıyorsa, o günden bu yana öldürülen-yakılan-sakat bırakılan insanlarımızın ve maddi yitiklerimizin sorumlusu kimdir?

Bu hükümet değil midir?

Bu ağır suç vatana ihanet değilse, nedir?

Erdoğan Ailesinin Sabah Gazetesinin 11 Temmuz’da verdiği habere göre;
MGK Genel Sekreterliği tarafından MGK ve Bakanlar Kuruluna sunulan raporda,
PKK Narko-Terör örgütünün “Yurtdışına çekiliyoruz” dediği dönemde silahlanmaya devam ettiği yazıldı. Şehir savaşına hazırlanan örgüt kentlerdeki evleri mühimmat deposuna çevirip 80 BİN UZUN NAMLULU silahı buralarda sakladı, denildi!

80 Bin uzun namlulu silah! Ne için ve kime karşı kullanmak üzere depolanır?
-Sözüm ona BARIŞ isteyen hangi örgüt elindeki yüz binlerce silaha ek olarak
YEDEK olarak 80 bin ağır silahı depolar?
-Bu kadar büyük çapta ağır silah nasıl, hangi yolla ve kimlerin görevlerini yapmayıp
göz yumması ile ülkeye sokulup, depolanabilir?
-Devlet koruması olmasa, bu iş yapılabilir mi? 80 Bin tavuğu, kamyonlara doldurup Hakkâri’den İstanbul’a götürmeye kalkın, başınıza neler gelir, şaşırırsınız!

Bu ağır suç, vatana ihanet değilse nedir?

Bu ihanetten, Milli Güvenlik Kurulu’nun Asker-Sivil-Bürokrat tüm üyeleri,
Bakanlar Kurulu Üyeleri ve tüm güvenlik birimlerinin başındaki bürokratlar
Türk Milletine karşı sorumludurlar.
Milli hassasiyetleri olan, kafasını ve gönlünü BOP Projesine-IŞİD-PKK gibi aşağılık örgütlere değil de; Türk Milletine-Türk Devletine ve Türk Tarihine veren bir iktidar,
bu kişilerin tamamını vatana ihanetten yargılamalıdır…

İhanet içindeki bu kafalara, oylarıyla veya susarak-korkarak destek verenleri de,
eğer kaldıysa kendi vicdanlarına havale ediyorum.

Eyy Türk Milleti!
Tüm bunlar gerçeği görmene yetmedi mi?
İlla 80 bin uzun namlulu silahın, çocuklarının canını almasını mı bekliyorsun?
Senin elindeki tek silahın OY dur. Lütfen artık silaha-kana-ölüme ve bunların sırtından iktidarlarını sürdürmeye çalışan hainlere oy verme!
Allah aşkına verme be kardeşim? Kime verelim diyorsan,
kezlerce söyledik ama yarın son bir kez daha söyleyelim…

Sağlık ve başarı dileklerimle
10 Ağustos 2015

=================================

Dostlar,

Üstüne söylenecek söz bırakış mı üstat Rifat Serdaroğlu??

Birileri apaçık ve yıllarca ülkeye – vatana – ulusa ihanet edecek ve bunun adı konamayacak?? “Hainsin!” denemeyecek… Tam bir zul değil mi??

AKP – RTE’nin iktidarı yitirdikleri 7 Haziran 2015 seçimini “beğenmeyip” (!?)
türlü kanlı oyunlarla ülkeyi zorla bir seçim YİNELEMESİNE (erken seçim değil bu!!) sürüklemeleri kabul edilebilecek bir durum değildir. Seçimden sonra 32 gün, Bay RTE, TBMM Başkanlık Divanı’nın oluşmasını beklemiştir zorunlu olmamakla birlikte.
32 gündür de Bay Davutoğlu koalisyon kurma masalıyla top gezdirmektedir. 13 gün kalmıştır geriye, 45 günlük Anayasal sürenin dolmasına (md. 116).. Sonra top bir kez daha Bay RTE’nin ayağına geçecektir. Seçimden sonra 64 gün ve ortada hükümet yok!? Böylesi bir tablo bir Patagonya’da – Filipinlerde olabilir bir de olsa olsa Tayyipgilerin ülkemizi terfi ettirdikleri “ileri demokrasimizde” !

Tüm bu hukuk tanımazlıkların kanlı bilançosunun yasal hesabı ilgililerinden
mutlaka sorulacaktır.. Kaçış yoktur.. Bu ölümcül korku ile hata üstüne hata yapıyorsunuz ve bu kısır döngü de ödünüzün patladığı sonu yaklaştırıyor..

Bu sefil oyun geri tepmeli ve halkımız, zoraki yinelenecek seçimde bu oyunbozanlara artık Anadolu şamarını indirmelidir.. Türkiye’nin başka kurtuluş yolu kalmamıştır.

Sevgi ve saygı ile.
10 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Ordu PKK ile birlikte IŞİD’a karşı mı savaşacak?


Ordu PKK ile birlikte IŞİD’a karşı mı savaşacak?

portresi

 

Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmailcom, 15.9.14

 

Öncelikle Amerika neden BOP Projesini yeniden güncellemek zorunda kaldı, buna açıklık getirelim.

Amerikan zenginleri zor durumda, Avrupa zenginleri zor durumda…

Dünya pazarlarında yitirdiklerini geri kazanmak istiyorlar.
Bunun için de ABD ve AB zenginlerinin güvenlik örgütü olan NATO’dan
çok şey bekliyorlar.

Bekliyorlar ki, NATO onlara yeni olanaklar açan savaşlar çıkarsın.

Amerikalılar buna, War is business diyorlar. Savaş kazanç getiren bir iştir.

Ukrayna, Ortadoğu, Afganistan, Somali bundandır.

Hatta Avrupa’da, sosyal kalkışmalar artmış, bölünme şarkıları almış başını gitmektedir. ABD’de, yeniden zenci meselesi hortlamıştır.

Amerika, müttefiklerini bir araya getirerek, yeni girişeceği savaşı meşrulaştırma peşindedir.

Asıl sorun, yarım bıraktığı Suriye işini tamamlamaktır.

  • IŞİD, bölgedeki milli devletleri parçalamak veya istikrarsızlaştırmak için,
    ABD tarafından kurulmuştur.

Esad, “Teröre destek verenler, terörle mücadele etmezler..” diyor.

Hem IŞİD terörü ile savaşıyoruz diyorlar, hem de Suriye, meşru devletine karşı terör yürüten, sözde ılımlı İslam’ı (ÖSO) destekliyorlar. Şimdi ılımlı olanlar da, silahı aldı mı radikalleşiyor.

Böyle baktığınız zaman sahte bir ortam ile karşı kaşıyayız.

Türkiye sınırlarından yapılan petrol kaçakçılığını da öne çıkararak,
Türkiye’yi Sünni Koalisyonuna zorluyorlar.

Ortadoğu’da, terörle savaş için koalisyon kuruyorlar,
İran ve Suriye’yi Paris Konferansına davet etmiyorlar.

İnsanın aklına, 4 Haziran 1920’de, Osmanlıyı bölüşmek üzere kurulan
Paris Barış Antlaşması geliyor.

Şimdi de, Suriye ve Irak’ı mı paylaşacaklar?

WSJ Gazetesinin yorumlarına bakarsanız, Ankara artık ABD’nin müttefiki değildir. Anlayacağınız,şantajla, Türkiye’den daha fazla destek istiyorlar.

Yani Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına dâhil etmek istiyorlar.

Peki, biz ABD ile bu Sünni Koalisyonuna girersek, kiminle çarpışacağız?
Kimler bizim yanımızda olacak?

İşte burası çok önemli…

  • Türk Ordusu PKK, PYD (PKK’nın Suriye kolu) Barzani ile birlikte,
    IŞİD’a karşı savaşacaklar!

Daha açalım. Türk Ordusu ve PKK kol kola, arkadaş arkadaşa IŞİD ile savaşacak.
Belki bu durumu siyasal iktidar, Açılıma paralel bir iş diye düşünür ama…

Bu olacak iş değildir.

Bunun olmayacağını Türk Ordusu öteden beri ifade etmektedir.

Dolayısıyla Türk Ordusu’nun Suriye’ye / Irak’a girmemesi için birçok neden var.

  1. PKK ile aynı cephede çarpışan bir Ordu olmaz.
  2. Suriye’ye girilmesi halinde, Rusya ve İran’ın hangi vaziyeti alacağı şimdiden bellidir. İlk yapacakları iş; gazı ve petrolü kesecekler, bırakınız savaşmayı,
    günlük yaşam bile durur.
  3. İktidarda olan AKP’nin manevi evladı IŞİD ile savaşması olası değildir. Dolayısıyla, Sünni Koalisyonunda yer alması olanaksızdır.

Peki, Amerika’nın eli kolu Türkiye / Suriye sınırında bağlı mı kalacak?
Türkiye sınırlarından lojistik sağlayan IŞİD’ın giriş çıkışını kim denetleyecek? Tabii ABD gerçekten İŞİD ile savaşacaksa…

Amerika’nın Türkiye’ye güvenmediği ortada…

İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır.

Amerika güvendiği ülkelerden asker ve istihbarat görevlileri getirmek istiyor. Kanada, Avusturya, Polonya gibi…

Pazarlıkların püf noktasının burası olduğunu kestirebiliriz.

Anlaşılan odur ki, bu pazarlık epeyden beri yapılmaktadır.

Yeni iktidar için, plan ve projeler yapması da bundandır.

Yeni iktidar; Dersimli Kemal’in ve dinci açılım kadrosunun,
bir koalisyonla kritik yere taşınmasıdır.

Tabi plan tutarsa…

Bu planın tutması için, AKP’nin bölünmesi iki partiye dönüşmesi gerekir.

Bunun için de “ÜÇÜNCÜ DÖNEM” milletvekili olamayacak olanlar ve
Gül etmenini birleştirerek, bunu başaracaklar gibi görünüyor.

Yani Gül ile beraber, Dersimli Kemal’i yukarı taşımak.

Zaten bu sebepten, Kılıçdaroğlu, iki de bir, biz müttefiklerimiz ile beraberiz.
NATO ne yaparsa iyi yapar diye konuşuyor. CHP’nin son kongresinde,
dinci ve açılımcıların yönetime taşınmasına bile, bu gözle bakmak mümkün.

Bunların üzerine, sıcak para gelişindeki krizi de eklerseniz;
Proje tamamlanmış olur.

===============================

Dostlar,

Teşekkürler Bülent Essinoğlu’na..

CHP’de olagelenleri “dikkatle” izlemek, turnusol kağıdı gibi yol gösterici
bu aralar…

Sevgi ve saygı ile.
15.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Erdal ATABEK : Meydanların İktidarı…


Dr. Erdal ATABEK

erdal atabek

Meydanların İktidarı…

Meydanlar her zaman iktidarlara karşıttır.
Yandaşlar meydanlara doluşup bağırışmaz. Onlar destekledikleri iktidarın nimetlerini bölüşmekle uğraşırlar. Ama iktidarın karşıtları, kendileri gibi olan, kendilerinden olanların toplaştığı meydanlarda seslerini duyurmaya çalışırlar.

Fransa’da Concord Meydanı.
Çin’de Tiananmen Meydanı.
Mısır’da Tahrir Meydanı.

Adnan Menderes Beyazıt Meydanı ile çok uğraşmıştı. Bozmaya çalıştı, olmadı.
Oradan başlayan kitle gösterileri de kendisinin sonu oldu.

Taksim Meydanı, Türkiye’nin kültür ve politika tarihidir.
Ortasındaki Cumhuriyet Anıtı, Ata’ya başvurma noktasıdır. Şimdi onarım bahanesiyle kapatılan Atatürk Kültür Merkezi, herkesin bir etkinlikle katıldığı yerdir. Çevresi yüksek yapılarla dolmuş da olsa Gezi Parkı, meydandan başlayan İstiklal Caddesi, aşağıya doğru inen ünlü mağazaları, lokantaları, birahaneleri ile özel bir anlamı vardır.
Çiçek Pasajı her zaman ilgi çeken bir buluşma mekânıdır. Daha sonra “Cumartesi Anneleri” de bu caddede toplanacak, kayıplarını herkese hatırlatacaklardır.

Taksim Meydanı’ndan bu iktidar hiç hoşlanmadı. Taksim’e cami yaparak duruşunu değiştirmek istediler. Hâlâ da bu proje gündemdedir. Gezi Parkı’nı kaldırıp
Taksim kışlası bahanesiyle alışveriş merkezi yapmanın peşindeler.

Camilerle AVM’lerin birlikte duruşu da ilginçtir ve İslamın kapitalizmle nasıl uyuştuğuna
işaret etmektedir. İbadet ile ticaret hangi din felsefesi ile açıklanıyor, bilmiyorum. İslamın sadeliği ile günümüzün lüks içindeki dindarları aslında bağdaşmıyorlar,
ama hiç de yadırganır görünmüyor.

Siyasal iktidarlar zayıfladıkları ölçüde ‘meydan muhalefeti’nden korkmaya başlarlar.
Bu korku da onları meydanları kapatmaya götürür. Silivri’de duruşmayı izlemeye gelen, tutuklularla dayanışma göstermek isteyen kitlelere yapılan zulme varan şiddet gösterilerinin nedeni de bu korkudur.

1 Mayıs 2013’te Taksim Meydanı’nda yaşananların nedeni de budur.
İktidar, meydan muhalefetinden korkmaktadır.

Zayıflayan siyasal iktidar, toplumu kapalı salonlara, gireni çıkanı belli mekânlara sokmaya çalışır. Meydanlara çıkıp da muhalif olduğunu haykıran kalabalıkların toplumu etkilemesinden korkar.

Bu korku da iktidarı şiddet göstermeye yöneltir. Öfke-şiddet-saldırı zinciri elbette kendi
karşıt tepkisine yol açar.

Peki, iktidar zayıflamış mıdır? Yaptırılan anketler oy oranında düşme olduğunu göstermiyor.

Buna karşın iktidarın zayıfladığını nerden çıkarıyoruz?
Evet, iktidar zayıflamıştır ve zayıflama sürmektedir. Çünkü artık herkes, AKP’ye
oy veren yandaşları da, Türkiye’nin bu iktidarla bölünmeye götürüldüğünü, bunu da Amerika’nın “BOP Projesi” gereğince yapıldığını görüyor. Ordu’nun başında görev yapmış generaller “terörist” suçlaması ile hapislerde tutulurken
Abdullah Öcalan’ın “İmralı” kod adıyla gizlenerek
“müzakere edilen devlet adamı” kabul edildiğini görüyor.

Bunları AKP’liler de görüyor. “Akan kanlar dursun”, “Anneler ağlamasın” gibi herkesin
kabul edeceği sloganların arkasında nelerin yapılmakta olduğunu herkes görüyor.
Tek sesi çıkmayan “izlemeye devam eden pasif CHP’ye karşın” toplum olan bitenin farkında.

Meydanların iktidarı sandıklara akıp sonucu değiştirmeden elbette iktidar değişmez,
ama bu işler de böyle gitmez. Sandıkların sonucu da hiç beklenmedik zamanda değişecektir.

Türkiye, ne yapılsa Cumhuriyetin kuruluş felsefesinden ayrılmayacaktır.

  • Mustafa Kemal Atatürk yenilmeyecektir…

(Cumhuriyet, 06.05.2013)