Etiket arşivi: biyogüvenlik testleri

15 ŞUBAT MÜMKÜN MÜ?

15 ŞUBAT MÜMKÜN MÜ?

Prof. Dr. Saltık:
Bu koşullarda okulların açılması facia olur

Okulların 15 Şubat’ta açılması tartışmalarına ilişkin bianet’e konuşan Prof. Dr. Ahmet Saltık, “Türkiye, ‘11 Mayıs skandalı‘nı yaşadı, ‘salgını hallettik’ hülyasıyla alelacele kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı. Benzer vahim hatayı 15 Şubat’ta okulları açarak yapmamalıyız, yapamayız” dedi.

Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 8 Aralık 2020’de 33 bin 198’e yükselen günlük Covid-19 vaka sayısı, tedbirlerin etkisini göstermesiyle 1 Ocak’ta 12 bin 203’e düştü.

10 Ocak’ta 9 bin 138, 20 Ocak’ta 6 bin 435 olarak kayıtlara geçen vaka sayısı, 25 Ocak’ta da 5 bin 642’ye indi.

Vakalarda yaşanan bu düşüşün hemen ardından Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, 15 Şubat’ta okulların yüz yüze eğitime geçeceğini duyurdu.

Fakat bu açıklamanın üstünden çok geçmeden vakalar yeniden 7 binlere yükseldi.  26 Ocak’ta 7 bin 103, 27 Ocak’ta 7 bin 489, 28 Ocak’ta 7 bin 279 olan vakalar ve dün ise 6 bin 652 olarak açıklandı.

Peki, vakalar yeniden artıştayken, öğretmenler ve diğer eğitim çalışanları henüz aşılanmamışken okullar açılabilir mi, ne gibi riskler barındırıyor, bu koşullarda okullar açılırsa karşılaşacağımız tablo ne olur?

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi (E) Prof. Dr. Ahmet Saltıkbianet’in sorularını yanıtladı.

Okulların açılmasıyla birlikte öğretmen, öğrenci, veliler ve öbür eğitim çalışanlarıyla birlikte 30 milyonluk bir nüfusun yerinden oynatılacağını belirten Saltık, “11 Mayıs sakandalı”nı yaşadı Türkiye, ‘salgını hallettik’ hülyasıyla alelacele kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı! Salgının ikinci ayında kabak çiçeği gibi açılmıştı. Benzer vahim hatayı 15 Şubat’ta okulları açarak yapmamalıyız, yapamayız” dedi.

Saltık, öğretmenler aşılansa bile riskin ortadan kalkmadığını belirtti ve ikinci dönem de eğitime uzaktan devam edilmesi gerektiğini söyledi.

“30 milyonluk bir nüfus hareketlenecek”

Vaka sayısı yeniden günlük 7 binlere yükseldi, mutasyonlu virüs de gündemde; bu durumda okullar yüz yüze eğitime başlayabilir mi?

Bu küresel bir sorun, dolayısıyla Covid-19 salgınını salt Türkiye’de alınacak önlemlerle yenmenin olanağının olmadığının altını en başta çizmek isterim. Sıkı bir küresel dayanışmayı ve uluslararası toplumun birbirine el vermesini gerektiriyor. Başından beri bu dayanışmaya dikkat çekmiştik. Birleşmiş Milletler’in kuruluşunun 75. yılında yani 24 Ekim 2020’de BM’nin çağrısıyla DSÖ işbirliğiyle 2-4 haftalık eşzamanlı bir küresel kapanmanın yaşama geçirilmesini önermiştik. Bu önerimiz hala geçerlidir ve düne göre daha çok gündemdedir.

15 Şubat’ta okulların açılmasına gelecek olursak: Bu koşullarda okulların açılması bir facia olur! Bir milyon yüz bine yakın öğretmen henüz hiç aşılanmadı. Lise, ortaokul, ilk öğretim ve okul öncesi eğitim dahil 18 milyon öğrenci bulunuyor, öğretmenlerle ve öbür çalışanlarla birlikte bu sayı 20 milyona ulaşıyor. Okullarda çalışan temizlik, kantin, güvenlik, servis ve öteki görevlilerle çocuklarına yer yer eşlik eden anne babalar da dikkate alındığında neredeyse 30 milyonluk dev bir nüfusun yerinden oynatılması anlamına geliyor.

30 milyonluk kitle Türkiye nüfusunun üçte biri. Salgın yönetimi insanlar arası temasın en aza indirilmesine dayanır, altın kural budur. Oysa biz bu yaklaşımla okulları yüz yüze eğitime açarsak, bunun tersini yapmış oluyoruz. Yani 15 Şubat’ta üniversite öncesi okulları açacak olursak 30 milyonluk dev bir kitleyi hareketlendirmiş oluruz.

TIKLAYIN-“Öğretmenler şimdi aşılansa en az 45 gün sonra bağışıklık oluşuyor”

Çocukların bulaştırıcılığı daha fazla”

Çocukların virüsü bulaştırma oranı da oldukça tartışıldı, virüsü bulaştırma oranları nedir?

Bir Bilim Kurulu üyesinin çocukların bulaşın yayılmasında rolü olmadığı yönünde bir açıklamasını okudum. Tersi yönde çok sayıda bilimsel yayın var. Bu görüş uç bir görüş, tersine, çocukların hastalığın yayılmasında en temel taşıyıcı risk kümesi olduğunu ortaya koyuyor yayınlar.

0-18 yaş arası çocukların Türkiye’de dünyada aşılanması en azından şimdilik söz konusu değil, geliştirilen aşılar 18 yaş üstü erişkinler için. Yalnızca İngiltere’de 16-18 yaş arası çocuklar aşılanıyor. Türkiye’de bu çocuklar aşısız, dolayısıyla bulaşı (enfeksiyonu) rahatlıkla alabilecek, ayakta geçirebilecek, en tehlikelisi yayabilecek tehlikeli bir durumda olacaklar. Okuldan eve, evden okula taşıyıcı olacaklar.

Ayrıca bir başka sakınca okulların mekan olarak hazırlanmamış olması. 18 milyon öğrencinin tümünün aynı anda okullara taşınması düşünülmüyor başlangıçta. Sınırlı sayıda, aşamalı bir açılma düşünülüyor ama bunun için de koşullar yok. Çocuklar için 1,5 metreden daha fazla sağ-sol-ön-arka uzaklık gerek, bunun 2 metre gibi olması gerekiyor. Bu da 16 metrekareye bir çocuğun düşmesi gerektiği anlamına geliyor.

Çocuklar koşuyor, hareketliler, bağırarak konuşuyorlar, virüsü taşıyorlarsa ortalama bir erişkine göre çok daha fazla bulaştırıcı olabiliyorlar.

TIKLAYIN-2020: Eğitim hiç bu kadar “uzak” olmadı

“Yeniden 11 Mayıs’ı yaşarız”

Okullar açıldığı takdirde tablo ne olur?

Son rakamlar 5-7 bin / gün yeni olgu aralığında kilitlendi, son günlerde artışla yeniden 7 binlere ulaştı. Salgın eğrisinin Türkiye’de ve dünyada nasıl davranacağını öngörmek çok güç. Türkiye’de 11 Mart 2020’de ilk olgu duyurulmuştu, DSÖ ‘bu bir pandemidir’ dediği gün açıklanmıştı, yani daha önce saklanmıştı. Karşımızda saydam olmayan ve güven vermeyen bir yönetim var. Dolayısıyla verilerin güvenilirliği hala tartışmalı.

Günlük 7 bin dolaylarında belirtilen olgu sayıları ve ölü sayıları hala kuşkulu, belki de ölümler 3 katı!? Geçtiğimiz yıl nisan ortalarında salgın tepe yaptığında yaklaşık 5 bin dolayında günlük olgumuz vardı, bir günde en çok 125 kişi ölmüştü. Şu an o tepe değerlerinin çok üstündeyiz ama o dönemde aldığımız önlemlerden çok daha gevşek önlemlerle salgınla başetmeye çalışıyoruz.

Üstelik “11 Mayıs skandalı”nı yaşadı Türkiye, “salgını hallettik” hülyasıyla alelacele kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı! Salgının ikinci ayında kabak çiçeği gibi açılmıştı Türkiye. Benzer vahim hatayı 15 Şubat’ta okulları açarak yapmamalıyız, yapamayız!

TIKLAYIN-Okulların açılması için 9 şart

“Açılma ölçülerini sağlamıyoruz”

Peki hangi durumda okullar açılabilir?

Önceki gün, Bilim Kurulu’nun öğretmenlerin aşılaması bitmeden okulların açılmaması gerektiğini belirttiğini, 15 Mart’ı işaret ettiğini öğrendim. Bu kararı sevinçle karşıladım.

Okulların açılabilmesi için Epidemiyolojide bildiğimiz birtakım ölçütler var. Bunların en başında R0 değeri geliyor, yani bulaştırıcılık katsayısı. Bu değerin toplumda salgının denetim altına alınıp alınmadığını anlamak için büyük önemi var. Salgın eğrisinin aşağı doğru indiğini anlayabilmek için bu katsayının 1’in altında olması gerekiyor. Şu sıralar 1’in üzerinde, çünkü günlük yeni olgu sayıları artıyor. Ama Sağlık Bakanlığı bu değeri açıklamıyor, gerçekte Bilim Kurumunun konuşması gerekirken siyaset kurumu konuşuyor! R0 değerinin 1’in altına indiğini ve en az 4 hafta aşağı doğru gittiğini, kalıcı olduğunu görmek gerekiyor.

Öte yandan, okul servislerine %50 oranında öğrenci koyup seyrelterek taşıyabilecek misiniz, bunu nasıl finanse edeceksiniz? Okullarda havalandırma ve hijyen koşulları yeterince sağlanmış değil. Bir de hastalığın insidens hızı var dikkate alınması gereken. Yani her gün kaç yeni olgu tanısı koyuyorsunuz? Yüz bin kişide 1’in altına düşmesi gerekiyor bu hızın. Yüz binde bir, milyonda 10 demektir, 90 milyon nüfusta en çok 900 /gün yeni tanı demektir.

Yani Türkiye’de her gün, çok sıkı izleme ile 900’ün altında yeni olgu yakalama gerekliği var. Sağlık Bakanlığı bunu sağladık diyebilir; ama dün 7 bin dolayında PCR pozitif insan (olgu, vaka, hasta) vardı; buna karşılık 700 dolayında “belirti veren hasta” ilan edildi. Böylelikle o ölçütü sağladık diyebilir ama bu yanlış. Çünkü yüz binde 1’in altında olması gereken PCR testi pozitif olanların oranıdır. Sağlık Bakanlığı’nın uydurmasıyla ‘PCR pozitif ama yalnızca belirti verenleri hasta kabul ediyorum’ saçmalığı dünyanın hiçbir yerinde yok. Dolayısıyla okulların açılması bakımından bu ölçütü de sağlayamıyoruz.

Bir başka ölçüt de ölümler! Ölümlerin genel olarak günde 10’ların altına inmesi beklenir ki, okulların açılabilmesi düşünülebilsin. Son “resmi” veriler 130’un üstünde!

Ve virüste yaygın mutasyonlar… İngiltere’de, Güney Afrika’da ve Brezilya’ da 3 farklı mutant tip söz konusu ve bunlar Türkiye’de de görüldü. Dünyada 70 ülkeye yayılmış durumda! ABD’nin CDC Başkanı, on gün kadar önce yaptığı açıklamada, ‘Mart ayında ABD’de dolaşan baskın virüs tipinin İngiltere’deki mutant tip olacağından endişe ediyoruz’ dedi. Bu durum nasıl olumsuz sonuçlar getirir; aşıların etkinliğini azaltabilir, kullanılan ilaçların etkinliği azaltabilir, mutasyon geçiren virüsün bulaştırıcılığı %70 dolayında artabilir, mutant virüsün öldürücülüğü %30 daha çok olabilir! Bunların hepsini bir arada düşündüğümüzde okulların açılmasının koşullarının olmadığını net bir biçimde görüyoruz.

TIKLAYIN-“Çocuklar internet için çatıya çıkıyor”

“Öğretmenlerin aşısı 15 Mart’ta ancak biter”

Aşılamada öğretmenler 2. küme 7. sırada yer alıyor. Bu durumda öğretmenler ne zaman aşılanacak ve ne zaman bağışıklık kazanmış olacaklar?

Türkiye’de kullanılan Çin kökenli Coronavac aşısında 2 doz arasında 2 hafta ara verilerek denemeler yapıldı. Aşının sağlayacağı bağışıklık oranları bu plana göre verildi. Ancak Türkiye aşı sağlamadaki güçlükler nedeniyle 2 haftalık arayı 4 haftaya çıkardı. Bu Epidemiyolojik değil politik – yönetsel bir seçim. Gelen her aşı partisinin en az 2 hafta süren biyogüvenlik testlerinden geçirilmesi gerekiyor. Her parti aşı geldikten 2 hafta sonra kullanılabileceğini hiç unutmamak gerekiyor. Bu nedenle, yineleyelim; 4 haftalık ara kararı yönetsel bir karardır, Epidemiyolojik temelli bilimsel bir karar değildir ve aşı ile elde edebilecek bağışıklığın azalmasına yol açabilir.

Dolayısıyla 4 hafta ara ile uygularsanız, bu ara ayrıca uzamazsa, 2. aşıdan da 15 gün sonra beklenen bağışıklık elde edilebiliyor. Yani aşının sağlayabileceği kadar bir bağışıklık düzeyi. Bu oran Türkiye’de %91 ilan edildi ama bu oranın hiçbir bilimsel geçerliliği yok, gerçeği bilmiyoruz. Brezilya, Şili, Türkiye ve Endonezya’da yürütülen Evre-3 çalışmalarının ara raporlarından çıkan sonuçlara göre; iyimser olarak %70 dersek koruyuculuğuna; bir milyon öğretmenin tümünün uygun zaman aralıklarıyla aşılanması durumunda, bu gün aşılanmaya başlansa bir buçuk ay sonra, yani 15 Mart’ta bir milyon öğretmeni iki tur aşılamış olacak ve ancak 700 binini, yaklaşık 2/3’ünü bağışıklamış olacaksınız!

Çin kökenli aşının bağışıklık oranı en iyi olasılıkla %70, ancak aşının gerçek anlamda koruyuculuk oranını Türkiye’de bilmiyoruz. Bu nedenle, aşılanan insanlarda bağışıklığın ne ölçüde geliştiği de bilimsel çalışmalarla ortaya konmalı. Gerçek gerçek Biyolojik koruyuculuk oranının yaygın aşılama sonrası belirlenmesi gerekiyor, bundan sonra salgın yönetiminde aşılama politikaları başlıca bu bilgiye dayanacak.

TIKLAYIN-“Okullar açılırsa vaka sayılarında ciddi artış olabilir”

“Son veriler nisandaki tepe değerlerini aşıyor”

Peki, öğretmenler ve eğitim alanındaki tüm çalışanlar aşılanınca ‘okullar açılabilir’ diyebilecek miyiz?

Aşı olmak bulaş zincirini tümüyle kırmıyor!
Yani aşılansanız da belli oranlarda korunur, hastalığa yakalanır ama belirtisiz – hafif – ayakta geçirirsiniz, dolayısıyla bulaştırmayı sürdürebilirsiniz. Aşılamadaki temel amaç bulaşıcılığı azaltmak olmalıydı ama eldeki aşılar, hastalığa yakalananların hastalığı geçirme derecesini belirliyor. Türkiye için aşıyla korunma gücünü %70 düşündüğümüzde, aşı yapılan her 100 insandan 30’u yine hastalığa açık, korunamayacak, yakalanabilecek. Aşılı olup hastalananlar ise hafif geçirebilecek, yani aşı hastalığın ağır geçirilmesini ve ölümleri yüksek oranda engelleyecek.

Dolayısıyla “öğretmenleri aşıladım” demek yetmeyecek. İkinci bir “11 Mayıs faciası” yaşamayalım. 11 Mayıs’ta AVM’leri açarken Türkiye’nin günde 30 bin hastayı, binleri aşan günlük ölümleri deneyimleyeceğini kimse öngöremedi ama bu oldu, yine olabilir! Biz uyarmıştık, “.. böyle giderse Türkiye’yi bir kasırga bekliyor..” diye çok kez yazıp söyledik. O fırtınalar ne yazık ki gerçek oldu ve hala da dinmedi. Son veriler, nisan ortası tepe değerlerini aşıyor.

Bu nedenlerle Epidemiyolojik bilimsel kuralları uygulayarak gitmemiz gerekiyor.

  • Türkiye’de hala 2-4 hafta arası kapanma zorunluğu açıkça karşımızda duruyor.

İktidar, pansuman önlemlerle, kolonlardaki çatlakları sıvayarak salgını savuşturmaya çalışıyor. Bu insanlığa karşı bir suç, asla kabul edilemez ve sürdürülemez!

TIKLAYIN-Okulları açmak için yeterince kontrollü ve güvende miyiz?

“Bu dönem de uzaktan eğitim devam etmeli”

Son olarak bugün eğitimde yaşanan bu sorunların önümüzdeki yıllarda başka bir halk sağlığı sorununa dönüşmemesi için ne yapmak gerekiyor?

Salgınlar çok özel, olağanüstü durumlardır. 1918’de çıkan İspanyol gribi salgını 4 yıl sürmüştü, 50 milyonu aşkın insanın ölümüne yol açmıştı. Şu an ölümler İspanyol gribi ile karşılaştıramayacak ölçüde. İlk yıl sonunda 2 milyonun biraz üstünde, olgular da yüz milyonu geçti. Sağduyulu olmalıyız, dünyadan da örneklere baktığımda bu yarıyılın böyle kapanması, fiziksel karşılaşmanın düşünülmemesi gerekiyor.

– Uzaktan eğitimin altyapısı iyileştirilmeli,
– fırsat eşitsizlikleri hızla giderilmeli,
– yoksul ailelerin çocuklarına bilgisayar ve internet erişimleri sağlanmalı,
– öğretmenlerin sanal ortam eğitim – öğretim becerileri geliştirilmeli,
– yazılımların yetenekleri daha da artırılmalı…

Bu yarıyıl böyle “uzaktan” gitmesi gerektiğini düşünüyor pek çok uzman, ben de öyle.

Yazın salgın hızını yitirirse, o zaman telafi kursları düşünülebilir.
Toplumların yaşamında böyle olağanüstü durumlar olabilir, ağır bedeller ödetir bunlara katlanmak gerekir kimi kez.

Benzer afetleri yaşamamak için de tüm dünyada yaşam biçimini, çevre ile ilişkileri köktenci biçimde iyileştirmek zorunlu. (RT)

Çin-Sinovac aşısıyla ilgili sorunlar

Çin-Sinovac aşısıyla ilgili sorunlar

FotoğrafımİLKER BELEK (drilkerbelek.blogspot.com) Ocak 03, 2021

Şimdiye kadar Sinovac aşısıyla ilgili iki yazı yazdım. Bu yazılarda Sinovac firmasına ve Çin’e karşı milliyetçi, tepeden bakan görüşlere karşı somut durumu göstermeyi hedefledim.

İlkinde (Çin-Sinovac aşısıyla ilgili gerçekler, 13 Aralık 2020) firma ve ürettiği aşıyla ilgili gerçeklere yer verdim. Aşının faz-1/2 çalışmasındaki araştırma deseninin çok güçlü olduğunu, bunun aşı adayına güven duymamızı gerektirdiğini vurgulayarak, karar için faz-3’ün beklenmesini önerdim.

İkincisinde ise (Çin-Sinovac aşısını yaptıracak mıyız? 25 Aralık 2020) henüz Sinovac firması faz-3 ara dönem sonuçlarını açıklamamışken ve Türkiye’deki gönüllü grubunda henüz asgari vaka sayısına bile ulaşılmamışken Sağlık Bakanlığı’nın koruyuculuk oranını %91 olarak vermesinin yanlış olduğunu, bu tutumun ne olursa olsun aşının yaygın uygulamasına başlamak konusundaki ısrarın göstergesi olarak okunabileceğini ve ayrıca Sinovac firmasını zor duruma sokarak aşıyla ilgili tereddütleri artıracağını belirttim.

Sonrasında geçen zaman içinde şu gelişmeler yaşandı: 28 Aralık sabahı, yaklaşık 3 haftalık gecikmeyle, 3 milyon doz aşı ülkemize geldi. Bakanlık 15 gün sürecek biyogüvenlik testleri sonrasında aşılamaya derhal başlayacağını açıkladı. Dolayısıyla benim ikinci yazımdaki öngörüm önemli derecede doğrulanmış oldu. Bakanlık bundan birkaç gün sonra da aşının 14 gün değil 28 gün arayla yapılacağı bilgisini paylaştı.

Bu aşamada, yeni gelişmeleri de kapsayacak şekilde Sinovac aşısıyla ilgili sorunları toparlamakta yarar bulunuyor:

Aşının faz-3 ara dönem sonuçları ortada yok

Bir aşının yan etki ve koruyuculuğuna, dolayısıyla yaygın kullanılıp kullanılmayacağına karar vermek için kritik nokta faz-3 çalışmasının sonuçlanmasıdır.

Şu anda mevcut aşıların-aşı adaylarının hiçbirisinin faz-3’ü tamamlanmadı. Faz-3 süreci 1-2 yıllık zaman alacak. Çünkü, aşının koruyuculuğuna ve ne kadar süreyle (AS: arayla) tekrarlanması gerekeceğine karar verebilmek için gönüllülerin en az bir yıl izlenmesi gerekecek.

Şimdi şiddetli bir salgın döneminde olduğumuz için faz-3’lerin tamamlanması beklenmeden, ara dönem sonuçları açıklanıyor. Yetkili kurumlar aşı firmalarının sunduğu bu sonuçlara göre acil kullanım onayı veriyorlar.

Ancak ara dönem sonuçlarının açıklanmasının da bir kuralı var.

Türkiye asgari vaka sayısına ulaşamadan ara dönem sonucu açıkladı

Ara dönem sonucunun açıklanabilmesi için aşı ve plasebo gruplarını içeren gönüllüler grubunda asgari sayıda vaka gözlenmesi gerekir.

Örneğin Sinovac aşısının Brezilya’daki ayağında bu sayı 60, Türkiye ayağında ise (araştırma protokolünde yazmamakla birlikte, araştırmanın yürütücülerinin söylediklerinden anlaşıldığı kadarıyla) 40 olarak belirlendi. Pfizer-BioNTech ara dönem sonucunu 170 vakaya ulaştığında açıkladılar.

Türkiye koruyuculuk oranını %91 olarak verdiği tarihte, 14 gün arayla iki kez aşı yapılmış ve aldığı ikinci dozdan sonra en az iki hafta süre geçmiş gönüllü sayısı yalnızca 1.322 ve bu grupta hastalananların sayısı da yalnızca 29 idi. Yani Türkiye asgari vaka sayısına (40) bile ulaşmadan koruyuculuk oranı açıkladı.

Dolayısıyla Türkiye’de açıklanan veriler Türkiye’ye özel bir ara dönem sonucu olarak bile kabul edilemez, %91’lik koruyuculuk oranına hiç güvenilemez.

Tek bir ülke kendi başına ara dönem sonucu açıklayamaz

Faz-3’ün kesin ya da ara dönem sonucu denildiğinde anlaşılması gereken şey, faz-3 çalışmasını yürüten ülkelerin (Türkiye, Brezilya, Şili, Endonezya) verilerini içeren ortak sonuçtur.

Faz-3, büyüklüğü istatistiksel hesaplamalarla belirlenmiş asgari bir gönüllü grubu üzerinde ve yine aynı şekilde belirlenmiş asgari hasta sayısına ulaşabilmek için aynı anda birden fazla ülkede yürütülür. Gönüllü sayısı Sinovac tarafından yaklaşık 30.000 kişi olarak belirlenmiş ve bu sayı dört ülkeye pay edilmiştir: 13.000 Brezilya, 13.000 Türkiye, 1.600 Endonezya, 2.300 Şili.

Kısaca, faz-3 bir araştırma bütününü ifade eder. Tek bir ülkenin kendi ara dönem sonuçlarıyla (dediğim gibi Türkiye’nin açıkladığı şey ara dönem sonucu da değildir) karar vermesi, “ben koruyuculuğu %91 buldum, yaygın aşılamaya başlıyorum” demesi mümkün değildir. 1.322 kişi ve 29 vaka ile hiçbir şeye karar verilemez, karar için en azından Brezilya sonuçlarını içeren ara dönem raporunu beklemek gerekir.

Öte yandan ara dönem sonuçlarında yan etkiler de değerlendirilir. Bunun için ABD FDA kurumunun belirlediği kriter, usulüne uygun şekilde (yani Sinovac aşısı için iki hafta arayla, iki kez) aşılanmış bireylerin en az iki ay izlenmesi gerektiğidir. Çünkü kimi yan etkiler birkaç dakika içinde, kimileri ise iki aya kadar ortaya çıkar.

Türkiye’nin ara dönemine temel oluşturan 1.322 kişi için iki aylık izlem kriteri de yerine getirilmemiştir.

Brezilya faz-3 ara dönem raporu açıklanmadan 60 yaş ve üzerine aşı yapılamaz

Türkiye’de yürütülen faz-3 araştırması 18-59 yaş arasındaki gönüllüleri kapsıyor.

60 yaş ve üzerindekileri kapsayan araştırmalar Brezilya ve Şili’de yürütülüyor. Şili’deki çalışmanın toplam denek sayısı çok az (2.300) ve bu çalışma çok geç başladı (27 Kasım), ara dönem sonuçlarının elde edilmesi için belirlenmiş tarih ise Şubat 2021.

Öte yandan bu iki çalışmadaki gönüllülerin kaçının 59 yaşın üzerinde olduğu da şimdilik net değil.

Hal böyleyken Türkiye’nin aşıyı yaşlılara uygulaması, önemli yan etkilere yol açabilecek akıl dışı bir tercih olur.

28 gün arayla uygulama kararı yanlış

Aşının firmanın önerdiği ve faz-3 çalışmalarında da uygulandığı şekilde 14 gün değil de 28 gün arayla yapılması yönünde verilen karar ise tam bir felakettir.

Evet, Sinovac firması faz-2 aşamasında araştırma grubunu 4’e bölerek, aşıyı iki farklı dozda (3 ve 6 mikrogram) 14 ve 28 gün arayla denemiş, 28 gün arayla uygulamanın biraz daha fazla derecede (%92’ye karşılık %98) immün yanıt (serokonversiyon) oluşturduğu sonucuna ulaşmış, ancak buna rağmen ikinci dozu 28. güne ertelemenin ilk dozdan sonra oluşan immün yanıtın azalmasına yol açabileceği ve böylece salgın ortamında 14. ve 28. günler arasındaki 14 günlük gecikmenin salgının şiddetlenmesine hizmet edebileceği ihtimallerini dikkate alarak, faz-3 çalışmasında aşının 14 gün arayla denenmesine karar vermiştir.

Faz-3’ün yürütüldüğü 4 ülkede de aşı 14 gün arayla iki kez uygulanarak yan etki ve koruyuculuğu test edilmektedir.

Hal böyleyken, yalnızca 600 kişi üzerinde yapılmış faz-2’den hareketle iki aşı uygulaması arasındaki süreyi 28 güne çıkarmak bilim dışı bir tutumdur ve bu uygulamayla aşının koruyuculuğunun ne kadar olacağını bilmek imkansızdır.

Eğer faz-2 sonucuna göre aşıların uygulanması olanaklı olsaydı faz-3 diye bir şeye hiç gerek kalmaz, hiç kimse bunca emek ve para harcamazdı.

Eğer Sağlık Bakanlığı ikinci dozu 28. günde uygulamayı planlıyorsa, bu uygulamanın etkililiğini kanıtlayan bir faz-3 klinik araştırması yapmalıdır.

İkinci dozu 14 değil de 28 gün sonra yapma kararının gerekçesi ne olabilir?

Eldeki veriler, AKP’nin Sinovac aşısını ne olursa olsun uygulayacağını düşündürüyor.

Faz-3’ün tamamlanmış olup olmamasının, faz-3’den gelecek sonuçların kendisi açısından bir öneminin olmadığı anlaşılıyor. Arada (18 Aralık) yayımlamış olduğu ve aşıların salgın durumlarında, koruyuculuk, güvenlik ve kalite sonuçları beklenmeksizin uygulanabilmesini hükme bağlayan Yönetmelik de zaten buna işaret ediyordu.

Tüm bilimsel kriterleri göz ardı eden bu aceleci tutumun nedeni, salgının şiddeti, salgın karşısında içine düşülen acizliktir.

Salgını yönetemeyen, gereken önlemleri hiç almayan ya da gereken şekilde ve zamanında uygulamayan, tam karantinayı hayata geçirmeyen AKP uzun süredir tüm umutlarını aşıya bağlamış durumda.

Son olarak alınan aşıyı 28 gün arayla uygulama kararı da bununla ilgili: Aralık ayı başında 20 milyon doz geleceği belirtilen aşı ancak ay sonunda ve yalnızca 3 milyon doz temin edilebildi. Anlaşılan en riskli grupların aşılanması bile birkaç aydan önce mümkün olamayacak, aşı teminindeki gecikme devam edecek.

İşte bunun için aşıyı 14 gün yerine 28 gün arayla yapmayı planlıyor. Aşı aralarının açılmasıyla kazanacağı zamanda aşı eksiğini kapatmaya çalışacak.

İngiltere ve ABD’nin aşı aralarını açma kararıyla kıyaslama yapılamaz

İngiltere ve ABD de kullandıkları mRNA aşılarının arasını, aşı yetersizliği nedeniyle açmayı (Pfizer-BioNTech aşısı için 3 hafta yerine 12 hafta arayla iki kez uygulama) tartışıyorlar.

Ancak bununla Türkiye’nin kararını karşılaştırmak ya bilgisizlikten ya da hedef saptırma niyetinden kaynaklanıyor. Çünkü sözü edilen ülkelerin kullandıkları aşıların faz-3 ara dönem sonuçları mevcut ve bu aşılar bu sonuçlarla pek çok ülkeden onay da aldılar. Yani faz-3 çalışmasıyla o aşıların iki doz uygulamadan sonra ne düzeyde antikor oluşturdukları ve oluşan antikorun yaklaşık kaç hafta varlığını sürdürdüğü gösterilmiş durumda. Pfizer-BioNTech aşısına FDA acil kullanım izni verdiğinde, iki doz aşı yapılmış gönüllüler ortalama 3 ay izlenmiş durumdaydılar.

Sinovac aşısı için söz konusu edilemeyecek olan şey işte tam olarak bu: Ortada faz-3 ara sonucu yok. 14 gün arayla uygulanan aşının yarattığı immün yanıt ve antikor düzeyi ve bu düzeyin ne kadar zaman boyunca devam ettiği hiç bilinmiyor.

Öte yandan, Pfizer firması İngiltere ve ABD’nin iki doz arasındaki süreyi uzatma düşüncelerinden duyduğu rahatsızlığı ifade etti ve böyle bir uygulamanın aşının koruyuculuk düzeyini ne şekilde etkileyeceği konusunda ellerinde yeterli veri olmadığını bildirdi.

Bilim titizdir, geçerli araştırma yöntemleriyle sınamadan kafanıza göre karar veremez, bilimsel araştırmalarla elde edilmiş sonuçları istediğiniz gibi eğip bükemezsiniz.

Böyle yaparsanız, yalnızca, covid tedavisi için şalgam suyu önerenlerden farkınızın olmadığını kanıtlamış olursunuz.

Sinovac firması sessiz

Sinovac firması daha önce Endonezya ve Brezilya faz-3 çalışmalarına ilişkin herhangi bir koruyuculuk oranı açıklanmasını engellemiş ve tüm ülkelerin verilerini içerecek merkezi raporun beklenmesi gerektiğini vurgulamıştı.

Firma bu kez Türkiye’nin erken açıklamaları karşısında tam bir sessizliğe büründü.

Oysa bu tutum hem kendisine hem üreteceği aşıya zarar veriyor hem de aşılar konusunda zaten mevcut olan tereddüdü besliyor.

Nedir bu sessizliğin nedeni? Bilmemiz mümkün değil. Acaba Türkiye’nin, ne olursa olsun on milyonlarca doz aşı satın alma sözü vermiş olması mı?

 

ANAYURT Gazetesi ile Söyleşimiz : ‘Türkiye’de aşı kıtlığı var’

ANAYURT Gazetesi ile Söyleşimiz

‘Türkiye’de aşı kıtlığı var’

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, Türkiye’nin, nüfusuna yeterli miktarda aşıyı
halen sağlayamadığını ifade ederek,

  • Aşı seçmek gibi bir lüksümüz yok, bir aşı kıtlığı var.
    İktidarın ne yapıp edip yeterli etkili – güvenli aşı bulması gerek
    ” dedi.

Uğur DUYAN
ANKARA (Anayurt) (21 Aralık 2020, http://www.anayurtgazetesi.com/haber/Prof-Dr-Ahmet-Saltik-uyardi-Turkiye-de-asi-kitligi-var/719194)

Prof. Dr. Ahmet Saltık, ilk aşamada 18 yaş üstü tüm vatandaşlar (70 milyon) aşılansa da aşıların etki oranın en çok %90’larda olduğunu, bu nedenle de 70 milyon nüfusun firesiz aşılanmasının gerektiğini, üstelik 18 yaş altının da virüsten etkilendiğini, taşıyıcı ve hasta olduklarını aktardı.  Aşıların uzun süre kalıcı antikor üretmede hastalığı geçirmek ölçüsünde başarılı olmadığını anımsatan Saltık, Türkiye’nin ilk aşamada 150 milyon doz aşıya gereksinimi olduğunu ve çok daha fazlasının da mutlaka stoklanmasının zorunlu olduğuna dikkat çekti. Gelişmiş ülkelerin bu olasılığı önceden görüp, nüfuslarının çok üstünde aşı sağladıklarına değinen Saltık, Sağlık Bakanı’nın Çin’den 20 milyon doz aşının Türkiye’ye getirileceği yönündeki sözlerine işaret ederek, bu rakamın Türkiye’de hızla süren salgını söndürmeye kesinlikle yetmeyeceğini ifade etti.

44 yıllık Hekim ve 40 yıllık Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık ile yeni koronavirüsün neden olduğu Kovit-19 hastalığını, aşılarını, bu aşıların özelliklerini, Türkiye için gereken aşı miktarını ve aşı politikasını konuştuk.

Dünyanın çeşitli ülkelerinden aşı haberleri geliyor. Aşı çalışmalarında gelinen bu noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Salgının bir yılı bitmeden elimizde aşılar var. Bu çok sevindirici bir gelişme. Bu denli kısa bir sürede elde edilen başarıyı bilim dünyası adında saygıyla, sevinçle, övünçle karşılamamız gerekir. Kovit-19 için aşı geliştirmede bu başarı insanlık adında, uygarlığımız adına çok sevindiricidir.

KANSER SAĞALTIMI (TEDAVİSİ) İÇİN UMUT OLAN AŞILAR:
mRNA AŞILARI

mRNA aşıları Türkiye’de en çok konuşulan aşılar. Özellikle de Pfizer-BioNTech aşısına karşı bir ilgi var. Bu aşıların geleneksel aşılardan farkı nedir?

Bu aşılarda, virüsün genetik materyali olan RNA’dan özellikli bir parça alınarak, aşı içinde insan hücresine verilmesi tekniğine dayalı bir yöntem kullanılır. Bu mRNA parçası insan hücresinde istenen virüs proteinini üretecek ve o proteini bağışıklık sistemi tanıyacaktır. Böylece virüse karşı bağışıklık gelişecektir. Bağışık insan, aynı virüsle yeniden karşılaştığında 2 tür yanıt verecektir: Birinci sıvısal (hümoral) bağışıklık dediğimiz kanda oluşan antikorlar, ikincisi hücresel bağışıklık dediğimiz, T lenfositlerinin bellek kazanması ve aynı hastalık etkeni ile bir kez daha karşılaştığında bağışıklık sistemimizi harekete geçirmesidir.

Aslında mRNA aşıları neredeyse 10 yıldır kanser aşısı geliştirmede kullanılan bir teknik, ancak henüz somut bir sonuca ulaşılamadı. Bu salgında akla geldi benzer yöntemi kullanmak, başarılı olduğu da görülüyor. %90’ın üstünde etkili olması çok sevindirici. Pfizer ve BioNTech ikilisinin çalışmaları Almanya ve ABD’de olumlu sonuçlar verdi. İngiltere kullanımına başlandı. ABD ve Kanada’da acil kullanımına onay verdi. Ancak bu aşının bir olumsuz yönü, eksi 70 C derce gibi bir soğuk zincir gerektirmesi. Yüksek teknoloji isteyen soğuk depolama merkezlerinde saklanıyor. Dünyada bu altyapıya sahip ülke sayısı az, ülkemizde hemen hemen yok denecek düzeyde; ileri araştırma laboratuvarları dışında bu donanıma sahip değiliz. Olan depolarımız da serum vb. tıbbi ürünlerle dolu. Yani elimizde bu aşıyı koruyabileceğimiz bir yer yok. Yüksek maliyet isteyen bir taşıma ve depolama olduğu için de oldukça pahalı. Bu türden bir derin dondurucu sözgelimi bir eczane için on bin Dolar dolayında. Paranız olsa bile bunu dünyada üreten firmalardan hemen ve yeterince sağlamak epey güç görünüyor.

Bu mRNA aşılarının bir başka sakıncası (dezavantajı) ise daha önce denenmediği için istenmeyen ve yan etkilerinin bilinmemesidir. Bu kuramsal bir risk yaklaşımı, gündelik yaşamda başımıza gelebilecek her risk gibi. Dolayısıyla kabul edilebilir bir risk. Bu noktada bir endişe de virüsün mRNA’sı gider insan DNA’sına karışır mı? Ancak bu çok güç görünüyor. Bilimsel yazında buna ilişkin örnekler yok.

ÇİN AŞISINI ÜRETMEK ÇOK PAHALI

Oxford-AstraZeneca ortaklığıyla geliştirilen Kovit-19 aşısında hangi yöntem denendi?

İngiltere ve İsveç’in birlikte geliştirdikleri bir aşı ve bu aşıda vektör yöntemi kullanıldı. Yine Rusya da Sputnik V aşısını da vektör yöntemi ile geliştirdi. Bu aşılar daha ucuz ve etki bakımından bir parça geri kalıyor, Moderna’nın ve BioNTech-Pfizer’in mRNA aşılarına göre. Bu aşıların yani Oxford Astra-Zeneca aşısının ilk dozda %70’lerde ikinci dozda %90’a yakın etkili olduğu görüldü. Rusya, Oxford Astra-Zeneca’ya aşılarının vektörlerini birleştirmeye, ortak çalışmaya çağrı yaptı geçen hafta.

Peki, Türkiye’nin sağlayacağı Çin aşısı olarak da bilinen Sinovac’ın CORAVAX aşısı hangi yöntemle geliştirildi? 

Çin hükümeti destekli Sinopharm Biyoteknoloji firması ile birlikte geliştirildi. Çin hükümetinden ciddi destekler alan Sinovac firması tarafından üretilen aşı, geleneksel aşı yönetimi ile yani bakteri ya da virüsün ölü duruma getirilip ancak bağışıklık kazandıracak ölçüde etkin olmasının sağlanması yöntemi ile geliştirildi. Bu amaçla çok sayıda tavuk embriyosu kullanmak ve aşı virüsünü çok miktarda üretmek gerekiyor ve maliyet artıyor. Bu yöntemle üretilen aşıdan sonra bağışıklık sisteminin antikor üretmesi ve / veya hücresel bağışıklık sağlanıyor. Bu aşı yöntemindeki en büyük sakınca (dezavantaj) ise çok sayıda ölü virüse gerek duyulması. Tavuk yumurtası içindeki embriyolarda üretilen çok ama çok sayıda virüsün ölü hale getirilerek aşıda kullanılması gerektiği için, bu aşının üretimi pahalı. Uzun yıllardır denen klasik bir yöntem etkileri, yan etkileri iyi biliniyor. Güvenli bir aşı yöntemi. Güvenli oluşu önceki yıllarda denenmişliğinden kaynaklanıyor. Bir de hastalık etkeni ölü, aşı ile bulaş (enfeksiyon) riski yok.

Bu aşı eksi 21 C derece soğuk zincirle korunabiliyor. Üretim kapasitesiyle ilgili sorunlar var. Dünya nüfusu 8 milyara yakın. 18 yaş altı nüfusu düştüğümüzde yuvarlak hesap 6 milyar insana aşı yapılması gerek ve iki doz gerektiğine göre 2021 yılı içinde 12 milyar doz aşı üretilmeli. Bu lojistik, altyapı ve üretim kapasitesi yok Çin’de ve dünyada.

“DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ (DSÖ) BU NOKTADA ÇOK ENDİŞELİ”

Gelişmiş ülkeler şimdiden nüfuslarının çok üstünde aşı alımı yapmak için gerekli anlaşmaları sağladı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

DSÖ bu noktada çok endişeli. Özellikle yoksul ülkelerde yaygın aşılamanın 2022-24’e dek uzayabileceği öngörülüyor. Dünya nüfusunun önemlice bir kesimi az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde yaşadığı için, salgının önümüzdeki birkaç yıl içinde tümüyle söndürülmesi olası gözükmüyor.

HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜ KAPATILDI; AŞISIZ KALDIK!

Peki, Türkiye’de durumu nasıl?

Aşıda özyeterliğimizi yitirmiş bulunuyoruz. AKP iktidarı tarafından 2 Kasım 2011’de 663 sayılı Yasa Gücünde Kararname (md.58/3) ile bir Cumhuriyet kurumu olan (1928’de Atatürk döneminde kurulmuştu) Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü (RESAMENS) kapatıldı. AKP iktidara gelmeden (3 Kasım 2020) önce 1997-8’den başlayarak Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde aşı üretimi tavsamaya ve duraksamaya başlamıştı. 2002-11 arasında ise, çok başarılı bir Kurum olan Hıfzıssıhha (Sağlığı Koruma) Enstitüsü teknik gelişmelerin uzağında bırakıldı ve sonunda kapatıldı. “Küreselleşme gereği uzmanlaşan kuruluşlardan daha ucuza satın alırız..” dendi ama gelişmeler, dönemin sorumlu Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ’ı doğrulamadı. Türkiye, aşıda tümüyle
dışa bağımlı ve şimdilerde, KOVİT-19 salgınının en azgın dönemlerinde, geçelim gecikmeyi, yeterli aşıyı bile sağlayamamakta; sorumlu apaçık AKP’dir.

RESAMENS, Cumhuriyet’in çok önemli bir kurumuydu. Anadolu’daki büyük salgınları bu Enstitüsü sayesinde yendik. ABD ve Çin dahil Dünyaya aşı sattık, bağışladık. Hıfzıssıhha Çin’e, Rusya’ya ve ABD’ye aşı gönderdi; günümüzde aşı umduğumuz ülkelere! 2011’de “..Küreselleşme ve uzmanlaşma var..” denerek, bu eşsiz Kurumu kapattılar. Şimdi aşı alamıyoruz – bulamıyoruz, Ülkemiz iflasın eşiğinde. Para bulsak bile alamıyoruz. Gelişmiş ülkeler bu aşılardan çok miktarda alım yaptı, yapıyor. Çin’den 50 milyon doz aşı gelecek dendi, halen beklemedeyiz. AKP iktidarı, RESAMENS’i kapatırken, birtakım aşı alım güvenceleri ile 2022’ye dek ülkemizin aşı üretimine ipotek koymuştur.

  • Ayrıca, Çin’den gelecek aşının bedeli için ise, 2 ülke arasında döviz takas (swap) anlaşması nedeniyle TL kullanılacaktır. Bu da iktidarın seçiminde belirleyici bir etmendir.

“YOK AŞI, YOK, NESİNİ SEÇECEKSİNİZ??!”

Türkiye’de Çin aşısına dönük kuşkular var. Bu kuşkulardan dolayı aşı olmak istemeyenler de var. Bu noktada aşı seçme şansımız var mı?

Çin aşısının Evre (Faz) 3 çalışması Türkiye’de de yapıldı Endonezya ve Brezilya ile birlikte. Türkiye’de de 12.400 gönüllü aşılanıyor. Endonezya’nın Evre3 raporuna göre, bu aşının etkinliği %97. Türkiye’ye de kısa zamanda açıklanır, %90’larda bir etkinlik bekliyorum. Geldiğimiz noktada ise bu aşı ya da şu aşı deme şansımız yok. Çünkü çok ciddi bir aşı kıtlığı var. İstem (talep) çok, ürün az. Kapanın elinde kaldı aşı. İktidar Türkiye’yi, hem Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatarak %100 dışa bağımlı kıldı hem de zamanında gerekli bağlantıları yapmayarak – gecikerek yeterli aşı alımını sağlayamadı.

Yani, yok aşı yok, nesini seçeceksiniz?!

Bir milyon doz BioNTech&Pfizer’den gelecek denenmekte. Bu aşıyı saklamak için gerekli soğuk zincir altyapısı elimizde yok. Başta belirttiğim gibi bugünden yarına bu ileri derin dondurucuları hemen sağlayamazsınız, bunları üreten fabrikaların da kapasitesi dolu. İngiltere’de bile ancak elli hastanede bu ileri (ultra) derin dondurucu var. Bu bakımdan, aşı seçmek gibi bir lüksümüz yok, bir aşı kıtlığı hatta yoksunluğu var kötü yönetim yüzünden!

İktidarın ne yapıp edip yeterince ve güvenli – etkili aşı bulması gerek. Ne yazık ki bu dilek – zorunluluk havada kalıyor. Çünkü iktidar ne yaparsa yapsın yeterli aşı yok piyasada! Çin’den elli milyon doz beklenirken, Erdoğan geçen hafta Azerbaycan dönüşü uçakta on milyon doz geliyor, dedi. Oysa Sağlık Bakanı yirmi milyon doz demişti. Hangisi doğru bilmiyorum, ister 10 ister 20 milyon doz olsun, ikisi de çok yetersiz Türkiye için.

EN AZ 160 MİLYON DOZ AŞI GEREKİYOR

Neden yetersiz? 20 milyon doz aşı az değil mi? 10 milyon kişi aşılanabilir en azından…

Türkiye’nin nüfusu göçmenler – kaçaklar dahil 90 milyon. Bu nüfusun 20 milyonu 18 yaş altı deseniz, 3-6 ay içinde hastalığı geçiren ve antikor üreten 2 milyon kişiyi, aşı içindeki etken maddelere ya da aşıya alerjik olanları, değişik tıbbi nedenlerle aşı olamayacakları da bu hesaba katarsak ilk aşamada Türkiye’de 65 milyon kişiyi aşılamalısınız. 2-3 hafta içinde 1. ve 2. dozu tamamlamalısınız. Bu da 130 milyon doz aşı kullanmanız demektir. Aşının etkisi % 90’larda olduğu için, aşılanan 65 milyonda yaklaşık 6,5 milyon kişi bağışıklık kazanamayabilir. Bunlar için de elinizde yeniden aşılama için 13 milyon doz aşı olmalı; yani 143 milyon doz + %10 fire pay ile yaklaşık 160 milyon doz aşının elinizin altında olması gerekir. 18 yaş altında aşı yapılmadığı için bulaş riski sürüyor demektir. Üstelik hastalığı geçirerek oluşan bağışıklık, 3-6 ay içinde sönümlenebiliyor.

  • Hedef kitlenin firesiz, en yüksek oranda ve hızla, adil – etik – bilimsel – ücretsiz aşılanması gerek!

Aşı bağışıklaması ne denli ve ne etkinlikte sürer, bilinmemektedir. Hastalığın geçirilmesiyle kazanılan doğal bağışıklığın 3-6 ayda sönümlenmesinden kalkarak, yıl içinde 2. kez aşılama gereği doğabilecektir. İşte bu nedenle gelişmiş – varsıl ülkeler, fazladan aşı alımı için çok önceden anlaşma yaptılar. Olası aşı bağışıklığı sürelerini göz önünde bulundurdular. Biz ise aşı kıtlığı – yoksunluğu çekmek durumundayız. Üstelik uygulanan yüzeysel önlemler salgının önüne geçemiyor ve salgın azgınlaşmış biçimde sürüyor!

Ayrıca kimi insanlara el altından “aşı” yapılmakta! İktidar bu skandalı yadsıyamadı. Sağlık Bakanı’nın ‘Çin’de eczanelerde satılıyor, oradan alıp gelmişlerdir’ diyerek yadsınamaz biçimde kabul ettiği yasalara, hukuka ayrı olarak gerçekleşen bir suç var. Açıkça aşı kaçakçılığı yapılıyor. Türkiye’nin gümrük güvenliğini hiçe sayan, halk sağlığını tehdit eden bu girişim ve bir biyolojik sıvıyı insanlara “aşı” diye yapmak kabul edilebilir ve bağışlanabilir bir şey değil. Apaçık suç, savcılar işlem yapmalı.

Salgının ortasında aşı yoksunluğu ile yüz yüze kaldık!

Unutulmasın; AŞILAR, salgın yönetiminde büyülü araçlar değildir.

  • Salgın denetiminin altın anahtarı Epidemiyolojik ilkelere tam bağlı kalarak bilimsel salgın yönetimidir, onu AKP gibi politize etmek değil!

Yaygın aşılama başlasa bile, 2021 sonlarına dek maske – uzaklık – temizlik vazgeçilmezdir.

Sonuç olarak; aşı gelse bile 2-3 hafta biyogüvenlik testlerinin yapılması yasal ve bilimsel yükümlülük olduğundan, sağlanan miktara göre 2021 Ocak ortalarında ancak yaygın aşılamaya geçilebilir. Bu 2-3 hafta sürede çok sayıda (resmen her gün 200’ün üstünde) insanımız ölecektir! Yine resmen günde 30 bini aşkın insanımız hastalanacaktır. Sağlık kuruluşları boğulmak üzeredir. Bu nedenlerle,

  • 2-3 haftalık bir TAM KAPANMA son derece gerekli, hatta zorunlu ve ivedidir.

Sevgi ve saygı ile. 21 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

UZAT KOLUNU TÜRKİYE!

UZAT KOLUNU TÜRKİYE!


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Çin’in Hubei/Wuhan’ından ilk olguların Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) bildirilmesinden bu yana neredeyse 1 yıl geçti. Salgın, adı üstünde hızla yayıldı, DSÖ 31 Ocak’ta Alarm – Olağanüstü Durum, ardından 11 Mart’ta “Bu bir küresel salgındır – pandemidir!” duyurusu yaptı. Türkiye de -rastlantısal olsa gerek- aynı gün ülkesinde 1 Kovit-19 olgusu – hastası – vakası olduğunu açıkladı.

Hastalık etmeni, mutasyon (Evrim!) ürünü yeni bir virüstü Korona ailesinden, adı kondu : Yeni korona virüs ya da SARS-Cov2. İlerleyen zamanda, tanımına uygun olarak, bir SALGIN gibi hızla tüm küresel topluma yayıldı. Son verilerle 65,5 milyonu aşkın olgu = hasta = vaka tanılandı ve 1,5 milyon kurban verdik. Genel – klasik kuraldır, 1/10’u yakalanır hastalıkların buzdağı benzetmesi ile; buradan kalkarak 650 milyon dolayında insanın bulaşı aldığı öngörülebilir. Tanı konabilenlerde ölüm oranı %3, yabana atılır gibi değil. Tanı konamayanlarda ve Kovit-19’a yüklenebilecek ikincil ölümlerin boyutlarını kestirmek güç ancak 1-2 puan daha eklenebilir. Dolayısıyla, salt tıbbi boyutlarıyla bile olsa, çok ağır faturalı, ürkütücü bir sorunsal ile yüz yüzeyiz. Gezegenimiz, gerçekte çok yönlü bir bedel ödemekte; Ekonomik, Kültürel, Sosyal, Moral, Etik..
***
Sürdürülebilir, katlanılabilir ve ötesi, örneğin HIV/AIDS gibi “birlikte yaşanabilir” bir dert değil.
***
Çözüm elbette bilimsel akılcılık öncülüğünde küresel işbirliği, eşgüdüm ve dayanışmada. DSÖ ve BM bu bağlamda oluşturulmuş çok deneyimli (70+ yıl) uluslararası uzmanlık kurumları. Nitekim dün başlayan KOVİT-19 özel gündemli BM Genel Kurulu bu gün de sürecek. DSÖ Genel Başkanı ile Devlet / Hükümet Başkanları – Yetkilileri sanal ortamda sunumlar yapacaklar,  yaptılar Erdoğan dahil. Böylesi bir toplantının yapılması için çok çaba harcadık ve yaygın çağrılar gönderdik ilgililere.

Bu arada, Tıp dünyası hemen çok yoğun (hummalı) çalışmalara başladı; hastalığın doğasını tüm ayrıntıları ile öğrenmek gerekiyordu. 21. yy’ın şafağında gerek Virolojide gerek Gen ve Moleküler Biyolojide gerekse salgın yönetiminde paha biçilmez stratejiler sağlayan Epidemiyolojide epey bilgi birikimi ve deneyim sahibiyiz küresel toplum olarak.

  • Genel kural, salgınları AŞI ile söndürüyoruz.

Bunu başaramazsak salgınlar birkaç yıl sürebiliyor ve çok can alıyor ya da çekip gitmeden yaşamda yerleşik kalıyor, AIDS gibi. Birlikte yaşamak zorunda kalıyoruz. Yüzlerce bulaşıcı hastalık biliyoruz ama elimizde yalnızca 40 dolayında koruyucu aşı var. Her yıl en az 2,3 milyon ölümü engelleyebiliyoruz aşılarla. Daha yaygın uygulayabilsek, 1,5 milyon ölüm daha önlenebilir.

Umut KORONA AŞISINDA..

Çok sevinçliyiz ki; birkaç aşı adayı, son derece zorlu süreçleri tamamlayarak ipi göğüslemek üzeredir. ABD, Almanya, Çin, İngiltere, Rusya (abecesel sıra ile) “tatlı” rekabeti önde götürüyor. Geçmişte en kısa süre 5 yıl olmuştu aşı geliştirmek için, bu kez 1 yıl dolmadan; İnsanlık – uygarlık adına övünç vericidir. Üstelik bilimsel – teknolojik süreçlere eşlik eden Etik – Legal normlar da var. Helsinki Bildirgesi temel metin, DSÖ tüm aşamaları titizlikle izlemekte ve ulusal kurumlaşmış yetkeler (otoriteler) devrede. Çünkü söz konusu olan insan sağlığı ve aşılar ilaçlar gibi salt hasta olanlara değil, tersine hastalanmamaları için sağlıklı insanlara, milyarlarca nüfusa uygulanıyor.

Bu bağlamda, Aşılar için tanımlanan vazgeçilmez 2 temel özellik
GÜVENLİK – ETKİNLİKTİR.

Bir insanın adı – soyadı gibidir bu 2 koşul; aşı “yeterince” etkili – koruyucu olmanın yanı sıra,
güvenli de olacaktır. Salgın koşullarında DSÖ, aşı geliştirilmesi için Hızlandırıcı Süreç Koşulları koymuş, ABD – FDA ise, %50 koruyucu bile olsa bir aşıya uygulama ruhsatı – lisansı vereceğini açıklamıştır. AB’de EMA, İngiltere’de MHRA, Türkiye’de İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu bu teknik lisansları vermeye yetkilidir. Ardından, siyasal otorite yetki – sorumluluk düzleminde aşı uygulamasına izin verecektir.
***
Bir aşı adayının uygulanabilecek aşı düzeyine gelmesi uzun ve karmaşık tıbbi – teknik – hukuksal – etik – yönetsel basamakları gerektirmektedir.
[1] İpi göğüslemek üzere olan ve yukarıda anılan aşı adayları sona yaklaşmıştır. Uluslararası rekabet adeta kara delikler gibi güçlüdür ve hükümetler şirketlerini milyar Dolara varan ölçüde AR-GE için teşvik etmektedir (ABD, Moderna’ya 900 m $!). Zorlu yarışta yepyeni bir aşı üretim teknolojisine de erişilmiştir; m-RNA tekniği!

Ne var ki; Aşılar, el atınca erişilecek olunca, aşı karşıtları suskunluklarını bozarak harekete geçmişlerdir.
***

Türkiye’nin seçimi

Ülkemiz, Çin’de geliştirilen SINOVAC adlı aşıyı şimdilik yeğlemiştir. Sağlık Bakanlığı 50 milyon doz bağlantısı yapmıştır ve 11 Aralık’ta uygulamayı başlatacaktır. Ancak Evre 3 raporları hiçbir aşı için henüz yayınlanmamıştır. SINOVAC yetkilileri bu hafta içinde Evre 3 raporlarının bilim dünyasına sunulacağını açıkladı. Dikkat edilmesi gereken noktaları madde madde sıralayalım :

  1. Olumlu Evre 3 raporları yayınlanmadan hiçbir aşı uygulanmamalıdır.
    Sözleşmelerde bu koşul temel madde olarak mutlaka konmalıdır, öyle de yapılmaktadır.
  2. Aşı dışalımını Ticaret Bakanlığı doğrudan yapmalı, aracı şirket kullanılmamalıdır.
  3. Dışalımı koşullu olarak (olumlu Evre 3 raporu!) yapılan aşılardan çekilecek uygun örneklem, ülkenin Ulusal Referans Laboratuvarlarında biyogüvenlik testlerine alınmalıdır. Kapatılmasa idi, bu yüküm Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi’nin idi. Dolayısıyla teknik yeterlik raporu bu özerk bilim kurumundan alınacaktı. Şimdi ise, bürokrasi içinde yer alan oradaki BSL-3 düzeyindeki Viroloji Laboratuvarından teknik biyogüvenlik raporları alınacaktır. Bu rapora dayalı olarak, Sağlık Bakanlığı’nın yine özerk olmayan bağlı bürokratik kurumu Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TITCK) aşı için uygulama lisansı verecek ve Sağlık Bakanı – Erdoğan – CB Kabinesi uygulamayı başlatacaktır. Bu adımlarda Türkiye’de özerk – bilimsel – kurumsal yapılanma eksiği ciddi sorundur ve hızla giderilmelidir Parlamenter rejim ile.
  4. SINOVAC yetkilileri hafta içinde Evre 3 raporunu yayınlayacaklarını bildirdiler. Bu aşı Türkiye’de de 12.500 dolayında gönüllüde uygulanmış ve önemli sorun gözlenmemiştir. Brezilya, Endonezya, Çin’de de Evre 3 uygulamaları yapılmıştır. Hatta Çin’de 1 milyona yakın sağlık çalışanı aşı olmuştur ve erken sonuçlar olumludur.
  5. Türkiye’de de zaman kazanmak için süreç hızlandırılmıştır, çünkü salgın tüm hızıyla can almaktadır. Atılan her adımın saydam, katılımcı, kamuoyuna açık – denetlenebilir olması zorunludur. Başka türlü halkın güvenini kazanmak çok güçtür; üstelik iktidar şimdiye dek salgın yönetiminde çok ciddi ve süregelen hatalar yapmıştır.
  6. Aşılama hizmetleri toplum katılımı ile düzenlenmeli, önceliklendirme uluslararası bilimsel – etik kurallara uygun yürütülmelidir. Önceki gün Bilim Kurulunca saptanan ilkeler yerindedir.
  7. SINOVAC %90’a yakın koruyucudur. Fiyatı 30 Dolar / doz olarak belirtilmiştir, ancak Sağlık Bakanlığı dışalım bedelini açıklamalı ve ülkemizde herkese ücretsiz ulaştırmalıdır.
  8. 18 yaş altındaki çocuklara aşı uygulanmayacaktır! Kalan 70 milyon nüfusa 2-3 hafta ara ile iki doz gereklidir. İdeal koşullarda 70 milyon X %90 = 63 milyon kişi aşı ile bağışıklanmış olacaktır. 27 milyon insanımız aşı bağışıklığı dışında kalacaktır. Salgın halen çok şiddetlidir ve Ro değerinin 5 dolayında olduğu kestirilebilir. Dolayısıyla %63 toplum bağışıklığı oranı bile salgını bütünüyle ve hızla sönümlendirmeye yetmeyebilir. Bu bakımdan,

    1 kişi bile aşılanmamış kalmamalıdır hedef kitlede!

    %60’ı aşkın toplum bağışıklığına yaygın aşılama ile erişebilirsek, salgının hızını epey düşürebilir, hastalanmaları ve ölümleri azaltabiliriz.
  1. Yirmi milyon dolayında 0-18 yaş çocuğumuz bulaşı (hastalığı, enfeksiyonu) alabilecek, taşıyıcı ve bulaştırıcı olabileceklerdir. Bu durum önemli bir kırılgan halkadır, okulların bir süre daha kapalı tutulması dahil, gerekli önlemler sürdürülecektir.
  2. Akıldan çıkarılmaması gereken; aşılanma ile sorunun bitmeyeceği Eldeki aşılar hastalığın bulaşmasını – yayılmasını önlemeden çok, hastalananların ağır geçirmesini, komplikasyonları ve ölümleri azaltma yönündedir. SINOVAC bir ölü aşıdır ve hastalığın aşı ile bulaştırılması riski yoktur. Ne denli güçlü bağışık yanıt oluşturacağı ve kalıcılığı, öbür aşılarda olduğu gibi, gerçekte, zamanla öğrenilecektir. Açıklanan koruma oranları deneyseldir ve sınırlı nüfus kümelerine ilişkin ön verilerdir. Maske-Uzaklık-Temizlik devam!
  3. mRNA teknolojisi ile üretilen aşılarda viral RNA’nın insan DNA’sına eklemlenebileceğine ilişkin (integrasyon) bilimsel veri yoktur. Ancak eksi 70-80° derece sıcaklık gerektirmesi ciddi bir lojistik engeldir (handikaptır). Türkiye’nin bu bağlamda bir altyapısı yoktur. Eldeki soğuk hava depoları -21° derece içindir ve SINOVAC bu koşullara uyumludur.
  4. Yetmiş milyon insanımıza 2 dozdan 140 milyon doz aşı, 30 Dolar/doz hesabıyla 4,2 milyar Dolar gibi muazzam bir tutara erişmektedir. Tartışmasız biçimde Halkın sağlığı SEÇİLEREK bu kaynak yaratılmalı ve herkes aşıya ücretsiz erişebilmelidir. Zamanla aşı fiyatları düşer.
  5. AŞI KARŞITLARINA bir çift sözümüz var :

    Aşılar en güvenilir tıbbi – biyolojik ürünlerdir ve uzun on yıllardır bu gerçek kanıtlanarak gelinmektedir. Bilimsel olmayan savlarla insanları aşıdan soğutmak ağır bir sorumluluk hatta suçtur! Salgının denetlenemeyip sürmesi, masum insanların ölmesi – engelli kalması asla savunulamaz. Anayasa’nın 56. maddesi, herkese sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı tanımaktadır. Aşıyı bilimsel temellere dayanmadan reddetmek, öbür insanların bu hakkını çiğnemek demektir. Ayrıca Anayasanın 12. maddesi de temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılamayacağını düzenlemektedir. Uluslararası Oviedo Sözleşmesi, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi pek çok uluslararası sözleşmede de aşı hakkı tanınmaktadır. Kaldı ki, Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nın 72. maddesi, SALGIN koşullarında aşıların zorunlu uygulanmasına yetki sağlamaktadır.

Unutulmasın; korona salgınını AŞI İLE YENEBİLİRİZ..

O halde;

  • UZAT KOLUNU TÜRKİYE !

[1] 15 Ağustos 2020’de Cumhuriyet Gazetesi 2. sayfasında yer alan makalemize bakılması.. “Rusya’da Koronavirüs Aşısının ‘Onaylanması’ Üzerine” https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/rusyada-koronavirus-asisinin-onaylanmasi-uzerine-prof-dr-ahmet-saltik-1758280