Etiket arşivi: Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği

Dr. Ebru Basa : GÖÇ YOLLARI

GÖÇ YOLLARI…

ebru basa

Dr. Ebru Basa
Ankara Tabip Odası Genel Sekreteri
HEKİM POSTASI, Aralık 2015
http://www.hekimpostasi.org.tr/2015/12/07/goc-yollari/ 

Suriye nüfusu emperyalist savaştan önce 22.4 milyonmuş. Savaşın başladığı 2011 yılından bugüne kadar Suriye halkının ağır kayıplar verdiğini, yaklaşık 200 bin kişinin savaş nedeniyle yaşamını kaybettiğini ve yüz binlercesinin de yaralandığını biliyoruz. Bu süre zarfında 6 ile 9 milyon arası Suriyeli yaşadığı şehri terk etmek ve yaklaşık 4 milyon Suriyeli de yaşamını sürdürebilmek için ülke dışına çıkmak bir başka deyişle “sığınmacı” olmak durumunda kaldı. Açıkçası yerinden edilen Suriyelilerin sayısının üç milyon gibi yaklaşık olarak ifade edilmesi bile aslında savaşın yarattığı kıyımın ve tahribatın büyüklüğü hakkında fikir verebiliyor.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verilerine göre Suriye’den en fazla göç alan ülkeler -kabul ettikleri sığınmacı nüfusun yoğunluğuna göre-sırasıyla Türkiye, Lübnan, Ürdün, Irak ve Mısır. UNHCR verilerine göre bu beş ülke haricinde kalan Suriyeli sığınmacı sayısı 23 bin 468 ve bu da toplam sığınmacı sayısının yüzde 0.73’üne karşılık geliyor.

Suriye’den Türkiye’ye yönelik ilk toplu nüfus hareketi 29 Nisan 2011’de yani çatışmaların başlamasından 6 hafta sonra gerçekleşmiş. Antakya’nın Yayladağı ilçesindeki Cilvegözü sınır kapısından gerçekleşen bu ilk girişte 252 Suriyeli içeri alınmış ve Antakya’da geçici konaklamaları sağlanmış. Grup ilk çadır kent alanı olarak Yayladağ merkeze yerleştirilmiş ancak göçün devam etmesi üzerine 9 Haziran 2011’de Altınözü ve 12 Haziran 2011’de de Boynuyoğun çadır kentleri kurulmuş. Temmuz 2012’de henüz sığınmacı sayısı 45 bin iken dönemin Dışişleri Bakanı ve bugün yeni kabinenin de Başbakanı olan Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin kırmızı çizgisinin yüz bin kişi olabileceğini; sayının artması durumunda tampon bölge oluşturulabileceğini belirtmiş.

Bugün itibarıyla bu kırmızı çizgi çoktan aşılmış durumda. Bundan bir yıl kadar önce, 20 Aralık 2014’te Türkiye’deki sığınmacı sayısı 1 milyon 650 bine ulaşmıştı. AFAD’ın verdiği sayılara göre Türkiye’de yalnızca barınma merkezlerine (kamplara) yerleştirilen Suriyeli sayısı Eylül 2011’de 11 bin, Mart 2012’de 65 bin, Eylül 2012’de 133 bin, Mart 2013’te 173 bin, Kasım 2013’te 200 bin ve Haziran 2014’te 220 bine yükselmiş. 7 Kasım 2014 itibarı ile kamplarda yaşayan Suriyelilerin sayısı 218 bin 847’e ulaşmış. Barınma merkezlerinin sayısı 22 ve bu merkezler 13 ile dağılmış durumda. Kampların 6’sı konteyner-kent. Kapasiteleri 4850 ile 24 bin 53 kişiyi ağırlamaya elveriyor. Kampların barınma merkezi olarak adlandırılması Suriyelilerin Türkiye’deki statüsüyle yani “geçici koruma altında” kabul edilmeleriyle ilişkili.

Suriyelilerin kaldığı kamplardan Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı sorumlu. Çadır kentler Kızılay tarafından kurulmuş. Kampların koordinasyonu da Başbakanlık AFAD Başkanlığınca sağlanıyor. Göçmen sayısının önlenemeyen yükselişi bir kriz başlığına dönüştüğünden krizin yönetimi adına Başbakanlığa bağlı Suriyeli Sığınmacılar Genel Koordinatörlüğü oluşturulmuş . 20 Eylül 2012 tarihli Başbakanlık genelgesiyle de sığınmacılarla bağlantılı olarak kamu kurumlarını ilgilendiren her türlü konuda koordinasyon sorumluluğu Gaziantep’te görev yapan bir koordinatör Valiye verilmiş.

Suriyelilerin %87’sinin yaşamını kampların dışında sürdürdüğü biliniyor. Dönemin Başbakan yardımcısı Beşir Atalay’ın açıkladığı kadarıyla kampların dışında yaşayan Suriyeliler Türkiye’deki 72 ile dağılmış durumda. En çok sayıda Suriyeli İstanbul’da yaşıyor; İstanbul’u Gaziantep, Antakya ve Şanlıurfa izliyor. Erzincan, Giresun, Gümüşhane, Kastamonu, Sinop, Tunceli, Bayburt, Ardahan ve Iğdır’da Suriyeli sığınmacı bulunmadığı belirtilmiş.
Türkiye’deki Suriyeliler konusunda bir diğer önemli veri de sığınmacı nüfusun yarıdan fazlasının uluslararası mevzuata göre çocuk sayılanlardan oluşmasıdır. Kadın ve çocukların oranı toplam nüfusun dörtte üçüdür. Suriyeli sığınmacıların 1 milyon 450 bininin biyometrik kaydı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmiş.

Göçmen Hukukunda Mültecilik
Uluslararası hukuk bakımından sığınmacılar ve mülteciler konusundaki hukuksal zemin
1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Konvansiyonu ve bunu tamamlayan 1967 protokolü. 2014 yılı itibarıyla 1951 sözleşmesine 144, 1967 Protokolüne
145 devlet taraf. Bu sözleşmeye göre:

Mülteci; ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen şahıstır.”

Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi sığınılan ülkedeki mevzuat ve statüden bağımsız olarak “bir zorunluluk nedeniyle ülkesinden ayrılmak zorunda kalan herkes” mülteci. Cenevre Konvansiyonunun ardından “yeni mülteci ortamlarının ortaya çıkması nedeniyle” 1967 Protokolü kabul edilmiş. Türkiye Cenevre Sözleşmesini iki önemli çekince belirterek imzalamış. Bu çekincelerden biri “ Bu sözleşmenin hiçbir hükmü, mülteciye Türkiye’de Türk uyruklu kimselerin haklarından fazlasını sağladığı şeklinde yorumlanamaz” biçiminde.

Diğeri ise “coğrafi sınırlamaya” yönelik. Buna göre Türkiye Cenevre Sözleşmesindeki genel tanım yerine sadece Avrupa ülkelerinden, teknik ifadesiyle Avrupa Konseyine üye ülkelerden gelecek sığınmacıları mülteci (refugee) kabul etmekteyken Avrupa ülkeleri dışından gelenleri sığınmacı (asylum seeker) olarak tanımlamaktaydı. 2013 tarihli Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu çerçevesinde 22 Ekim 2014’te çıkarılan Geçici Koruma Yönetmeliği ile “sığınmacı” kavramı kaldırılmış, yerine “şartlı mülteci” , “ikincil koruma”, “geçici koruma” kavramlarıyla tanımlanan yeni statüler getirilmiştir.

Türkiye Bakanlar Kurulu’nun 1 Temmuz 1968 tarihli kararıyla 1967 Protokolüne katılmış ancak 1951 Sözleşmesine düşülen coğrafi çekinceyi aynen korumuştu. Bu nedenle Türkiye’nin asıl olarak muhatap olduğu Suriye, Irak, İran, Afganistan gibi Avrupa kıtası dışındaki ülkelerden gelenlerin Türkiye’de mültecilik statüsü alması bu coğrafi çekince kaldırılmadığı sürece söz konusu değildir.

Türkiye’nin bu çekincesine rağmen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘ne taraf olmuş bir ülke olarak gelen mültecileri kabul etme zorunluluğu bulunuyor. Kaldı ki halen sadece 4 ülkede ( Türkiye, Madagaskar, Kongo ve Monako) uygulanan “coğrafi çekince” ilkesinin teorik ve pratik bir anlamı da kalmamış durumda. İnsanlar zaten geliyor ve kalıyor.

Türkiye mülteciler hukuku bakımından 1951 ve 1967 düzenlemelerini “coğrafi kısıtlama” politikasından ayrılmadan esas almış ve bu düzenlemeler iç hukuktaki karşılığına ancak 2013 yılında kavuşturulmuş.
2013 yılında çıkartılan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) ile birlikte Türkiye’deki mevzuatta daha önce yer almayan bazı kavramlar kullanıma girmiştir. Yasa “mülteci”, “şartlı mülteci”, “ikincil koruma” ve “geçici koruma” terimlerini getirirken “sığınmacı” kavramından da vazgeçilmiş. Ancak yeni yasa coğrafi kısıtlılık bakımından bir öncekinden hiçbir fark taşımıyor. YUKK yasası kitlesel göç hareketleri konusunda “geçici koruma” ilkesinden hareket ediyor. Geçici Korumanın kapsamı ise bir yönetmelikle tarif edilmiş.

Geçici Koruma Yönetmeliği
6458 Sayılı YUKK’un 91.maddesinde tanımlanan Geçici Koruma’nın içeriği Bakanlar Kurulu tarafından bir yönetmelikle belirlenmiş. Yönetmelik 22 Ekim 2014’te Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiş. Ancak yönetmelikte “geçici koruma” statüsünün süresi belirtilmemiş yanı sıra geçici koruma statüsünün başlangıç ve bitiş tarihlerini ve hangi bölgelerde kimler için geçerli olacağını belirleme yetkisinin Bakanlar Kuruluna bırakıldığı da vurgulanmış.

Bu yönetmelik kapsamında geçici koruma statüsünde işlem görecek ya da görmekte olan yabancılara yabancıya ait kimlik numarasını da içeren bir “Geçici Koruma Kimlik Belgesi” veriliyor. Yönetmelik coğrafi sınırlama ilkesini olduğu gibi muhafaza ederken göçmenler için hak tarif etmekten çok hizmet tanımlamış ve göçmenlerin bireysel başvuru haklarını da askıya almıştır. Dolayısıyla yönetmeliğe göre Suriye Arap Cumhuriyeti yurttaşları için:
“28 Nisan 2011 tarihinden itibaren Suriye Arap Cumhuriyetinde meydana gelen olaylar nedeniyle geçici koruma amacıyla Suriye Arap Cumhuriyetinden kitlesel veya bireysel olarak Türkiye sınırına gelen veya sınırları geçen Suriye vatandaşları ile vatansızlar ve mülteciler, uluslar arası koruma başvurusunda bulunmuş olsalar dahi geçici koruma altına alınacaklar.

Geçici korumanın uygulandığı süre içinde, bireysel uluslararası koruma başvuruları işleme konulmaz.” denilmektedir. Türkiye’deki Suriyelilerin biyometrik fotoğraf ve kayıtlama işlemlerine ancak 2013’te başlanabilmiş. UNHCR’ın kayıtlama için özel olarak düzenlediği tırlarla Suriyeli nüfusun yüzde 87’si kayıt altına alınabilmiş. Kampların dışında yaşayan ve çeşitli nedenlerle kayıt olmaktan kaçınan ya da konudan habersiz olanlar için devletin kullandığı en önemli enstrüman sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanma olanağı. Kamplarda ikamet zaten bir kayıt zorunluluğu gerektiriyor. Kaydı yapılan göçmenlere bir kart veriliyor. Bu kartla -tıbbi bakım hizmeti dahil- kamp içinde ve dışındaki hizmetlere de çoğunlukla ücretsiz olarak erişilebiliyor.

Kayıt işlemleri halihazırda İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğünce yürütülüyor. Yabancıların fotoğrafları çekilip parmak izleri ve diğer bilgileri alınarak Emniyet Genel Müdürlüğünün veri tabanına işleniyor. Geçici Koruma Kimlik Belgesinde 9’la başlayan 11 haneli bir “yabancı kimlik numarası” yer alıyor. Geçici koruma statüsü için göçmenler yalnızca Türk makamları tarafından kayıt altına alınabiliyor, UNHCR Türkiye, Suriyelilerin kayıt ya da mülteci statüsü belirleme işlemlerini gerçekleştiremiyor. Bu şemsiyenin altına girildiği anda mülteciliğe bireysel olarak başvurma hakkı ortadan kalkıyor. Suriyelilerin kayıt altına alınma konusunda gösterdikleri direnç esasen üçüncü ülkelere gitmenin kayıt altına alınmayla birlikte yasal olarak da engellenmiş olmasından kaynaklanıyor.

Sığınmacıların Türkiye’de çalışabilmeleri 4817 Sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun hükümlerine bağlı. Çalışma Bakanlığı yetkilileri Türkiye’de bulunan 1.6 milyon Suriyelinin içinde 300 bin civarında çalışabilecek kişi bulunduğunu öngörmüş. TÜİK’in 2013’te açıkladığı verilere göre istihdam yaparak “iş piyasasını büyüten” üç il Suriyeli sığınmacıların en yüksek oranda bulunduğu Gaziantep, Adıyaman ve Kilis. Bölgede işsizliğin en düşük oranda saptandığı iller de bunlar.

Suriyeliler eğitim hizmetlerinden nasıl yararlanıyor?
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın 16 Ekim 2014’te yaptığı açıklamaya göre Türkiye’de 150 bin civarında Suriyeli öğrenci eğitim görüyor. Kampların dışında yaşayan ancak pasaportla giriş yapan ve bu çerçevede ikamet izinleri olan okul çağındaki Suriyeliler, eğer Türkçe biliyorlarsa devlet okullarına kayıt yaptırabiliyor. İkamet izni olmayanlara da Türkçe bilmeleri halinde resmi kayıtları olmadan okula misafir statüsünde devam edebilme imkanı tanınmış. Yerel makamlarca ya da STK’lar tarafından desteklenen gönüllü Suriyeli öğretmenlerin çalıştığı resmi olmayan okullar da açılmış. Türkiye’de 2014 yılına kadar Suriyeliler tarafından kurulan 60’dan fazla STK mevcut. Eğitimle ilgili olanların arasında en çok dikkat çeken “rejim muhalifi” bir STK; Suriye Eğitim Komisyonu. Suriye Eğitim Komisyonu Suriye müfredatından Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Başkanı Beşar Esad’ı öven ifadelerin ayıklanması ve bir nevi Suriye tarihinin yeniden yazımı işlevini üstlenmiş durumda.

Suriyeliler sağlık hizmetlerinden nasıl yararlanıyor?
Nisan 2011-Ocak 2013 tarihleri arasında sağlık hizmetlerine yalnızca kamplarda barınan Suriyeliler ücretsiz olarak erişebilmekteyken bu hak bugün kamp dışında kalan bölge illerindeki Suriyelilere de tanınmış durumda.
AFAD verilerine göre 17 Temmuz 2014 itibarıyla barınma merkezlerindeki sağlık merkezlerinde 62 bin 216 ameliyat gerçekleştirilmiş, 18 bin 764 doğum yaptırılmış, 3.7 milyon kez poliklinik hizmeti verilmiş. Türkiye’deki Suriyelilerin yalnızca yüzde 13’ünün yaşadığı kamplarda günde ortalama 16.6 bebeğin doğduğu anlaşılıyor. Kamp dışında kalanlar toplam nüfusa oranlandığında ise günde ortalama 80 bebeğin dünyaya geldiği anlaşılıyor. Bu hesaba göre altmış bini aşkın Suriyeli bebek Türkiye’de doğmuş.

AFAD’ın 18 Ocak 2013 tarihli genelgesiyle kampların dışında yaşayan Suriyelilerin sağlık merkezlerine gidebilmeleri sağlanmış ve önleyici ya da temel sağlık hizmetini kapsayan tedavi masraflarının AFAD tarafından karşılanması da esasa bağlanmış. İlaçların karşılanmasında ise genel tutum Suriyeli sığınmacıların ilaç masraflarının yüzde 20’sinin karşılanması doğrultusundadır.

Çocuklar ne durumda??
BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin ilk maddesinde “çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, 18 yaşına kadar her insan çocuk sayılır” deniyor. Çocukların yetişkinlerden farklı olarak hem Türkiye’nin taraf olduğu başta BM Çocuk Hakları Sözleşmesi olmak üzere uluslararası anlaşmalardan doğan ve hem de ulusal çocuk koruma mevzuatından gelen hakları var. Türkiye’ye sığınmacı olarak gelen Suriyeliler içinde BM sözleşmesine göre çocuk yaştakilerin oranı yüzde 53.3. UNİCEF ve UNHCR verilerine göre Suriye’de savaşın üçüncü yılında ülkeden kaçmak zorunda kalan çocuk sayısı ise 1 milyon.

Vatansızlık
BM Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşme (28 Eylül 1954) ve Vatansızlığın Azaltılması Konusunda Sözleşme (30 Ağustos 1961)’lerin her ikisi de TC devleti tarafından onaylanmamış. Ancak Türkiye’de tabiiyetine bakılmaksızın tüm çocuklara koruma sağlanması 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunuyla mümkün olabiliyor 16 Aralık 2013’te imzalanan Geri Kabul Anlaşmasına göre Türkiye, bir AB ülkesine legal koşullarda giren, ikamet eden ve çalışan ancak bu koşulları artık sağlamadığı fark edilen yurttaşlarını geri kabul etme yükümlülüğü altına girmek durumunda kalmıştı. Aynı durum, Türkiye’den transit geçerken uygun kabul koşullarını taşıyan ama AB ülkelerindeki legal konumlarını artık sağlayamayan üçüncü ülke yurttaşları veya vatansız kişiler için de geçerlilik taşıyor.

Ben Senin Tampon Olabilme İhtimalini Sevdim ya da Alman Emperyalizmi
Bizi Neden Öptü?

30 Kasım 2015’te imzalanan Brüksel Anlaşmasıyla birlikte bu içeriğin güncel karşılığı halihazırda kimisi yerli ve milli kimisi Suriyeli patronların emri altında kayıt ve insanlık dışı koşullarda güvencesiz çalışan binlerce göçmene binlerce yenisinin daha eklenmesi olacak.
Bu Anlaşmayla birlikte Türkiye’nin de taraf olduğu BM Temel İnsan Hakları Sözleşmeleri ve Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme bakımından ağır hak ihlallerinin yaşanacağı açık. AKP iktidarının attığı imza ile Türkiye AB ülkeleri üzerinden gelecek göç dalgalarını soğurmak durumunda kalacak. Doğu ve Güneydoğu Anadolu için öngörülen tampon bölge olma ihtimali artık ülkenin bütünü için kuvvetle olası. Avrupalı emperyalistlerin her zaman önemser göründüğü anti-demokratik uygulamalar göçmen sorununun 3 milyar Avro muhayyer bedelle Türkiye’ye transfer edilmesi karşılığında unutulmuş görünüyor. Bu yıl Avrupa ülkelerine varabilmiş olan 900 bin göçmen bir yıl içinde Geri Kabul Anlaşmasının tümüyle
uygulanması ile Türkiye’ye dönecek. Brüksel’deki anlaşmanın fiili sonucu Türkiye’nin dış sınırlarının Avrupa Birliği sınırları haline gelmiş olması. Vize serbestisi sayesinde Kavala’da frappe içmenin karşılığı 2 milyon yeni mültecinin işgücü piyasasına eklemlenmesi olacak. Prusya saraylarından boy vermiş Alman emperyalizmi seçimden hemen önce tahttan bozma o sakalette boşuna kırıtmamış.

Gerisini de yaşayıp göreceğiz.

===========================================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası’nın Genel Yazmanı değerli meslektaşımız
Dr. Ebru Basa‘nın nefis bir yazısını paylaşmak istiyoruz. Dr. Basa’nın bu yakıcı sorunu içselleştirdiği ve epey bilgi birikimi sağladığı rahatlıkla görülüyor.. Biraz uzunca ama yeterli ayrıntıya yer verince de böyle oluyor.. Sabırla okunmalı..

Biz uzatmayalım ama eklemek isteriz ki, “Güncel Hukuk” adlı aylık derginin Ekim 2015 sayısı büyük ölçüde mülteciler sorununa ayrılmış..

Bir önemli makale de RT Erdoğan’ın habire dava açtığı TCY’nın CB’na hakretle ilgili 299. maddesi işleniyor ki mutlaka okunmalı.. Gerçekte bu maddenin hukuksal olarak ilga edildiği, yürürlüğünün olmadığı 2 uzman hukuk akademisyenince çok doyurucu biçimde işleniyor..

Dr. Basa yazısını çok çarpıcı ve usta bir söylemle bağlıyor:

“Vize serbestisi sayesinde Kavala’da frappe içmenin karşılığı 2 milyon yeni mültecinin işgücü piyasasına eklemlenmesi olacak. Prusya saraylarından boy vermiş Alman emperyalizmi seçimden hemen önce tahttan bozma o sakalette boşuna kırıtmamış.
Gerisini de yaşayıp göreceğiz.”

Sevgi ve saygı ile.
14 Aralık 2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Bu yazının 5 sayfalık pdf biçimi için tıklayınız..
GOC_YOLLARI_Ebru_Basa

Sermayenin yeni köleleri: Sığınmacı çocuk işçiler!

Sermayenin yeni köleleri:
Sığınmacı çocuk işçiler!

Türkiye’de yasak olmasına karşın çalıştırılarak sermayeye ucuz işgücü oluşturan çocuk işçilere Suriye’den kaçarak Türkiye’ye sığınan binlerce yeni çocuk işçi eklendi. BMMYK’nin (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) 2014-2015 yılı istatistiklerine göre, Suriye’den 3 milyon 956 bin 198 kişi kaçtı ve bunlardan 2 milyona yakını Türkiye’ye sığındı. İstatistikler bu rakamın yarısının çocuk olduğunu ortaya koyuyor. % 14,2’si 12-17 yaş arasında olan bu çocukların büyük bölümü çalışarak ailelerine destek olmaya çalışıyor. Çoğu yasadışı yollardan Türkiye’ye giren bu çocukların kayıt dışı olmaları nedeniyle rahatlıkla sömürü aracı olduğu bildiriliyor.
 

İnsan haklarına aykırı!

Bu durum işsiz sayısının 5 milyonun üzerinde olduğu Türkiye’de daha kötü koşullarda ve daha düşük ücrete çalışmaya hazır bir işsiz kitlesi oluşturuyor. Suriye’den Türkiye’ye gelen çocukların büyük bölümü tekstil işçiliği, hizmet sektörü, mevsimlik tarım işçiliği, çobanlık, inşaat işçiliği gibi çeşitli işlerde çalışıyor. Bunun yanı sıra zorla evlendirilenler, evlilik için satılanlar, fuhşa zorlananlar ve dilencilik yapanların sayısının oldukça fazla olduğu belirtiliyor. Çocukların çoğu günde 11 saatten fazla ve haftada 6 gün sigortasız ve
iş güvencesiz çalıştırılıyor. Türkiye’de kaçak olarak bulunan çocukların ‘’Polise ihbar’’ korkusu sömürüyü daha da ağırlaştırıyor.
 

Ücretleri de düşürüyor

Türkiye’ye güney sınırından girerek gelen bu ucuz işgücünün Türkiye’deki işçiler
üzerinde baskı yaratarak iş gücü pazarındaki ücretlerin azalmasına da neden oluyor. 
Piyasada Suriyelilerden oluşan iş gücünün farkındaki işverenler sosyal haklar,
sigorta, tazminat, gibi yükümlüklerini yerine getirmemeye başladı

Çağlar Ballıktaş/BirGün, (http://www.guvenlicalisma.org/index.php?option=com_ content&view=article&id= 15622:sermayenin-yeni-koleleri-siginmaci-cocuk-isciler&catid=154:gocmen-isciler&Itemid=244)

================================

Dostlar,

Ne demeli??

Ülkemizde zaten İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatı delik deşik, uygulanması çok zor bir durumdaydı. Sermaye hep boşlukları arıyor ve buluyor, Çalışma Bakanlığı da görmezden geliyordu. En son acı örneği 13 Mayıs 2014 Soma işçi kırımı idi; 301 “kurban” aldı! Yargılama hala sürüüüp / sürünüp gidiyor…

13 yıllık AKP döneminde 16 bin dolayında emekçiyi işçi cinayetlerine “kurban ” verdik.

Şimdi yeni “meşruiyetler” (!?) doğdu..

“Suriyeli garibanlara durumları elverdikçe iş vermeyelim de ne yapalım, hırsız mı olsunlar??” sorusu işe yaramaktadır. Sakıncaları yukarıda özetlenmiştir. Verili (de facto) durumu kurallı hale getirecek geçici mevzuat düzenlemelerinin ivedilikle yapılması zorunludur.

Suriye trajedisinin 1. derecede sorumlusu Batı emperyalizmi (ABD-AB-Siyonizm), yarattığı kanlı tablonun çok ağır maddi – manevi yükünü de Türkiye’nin üstüne yıkmıştır. Türkiye’de iktidarı maşa olarak kullanmış, “Şam’da Emevi camisinde namaz kılma hayalleri ile akılları devşirilenler, 2 milyonu aşkın Suriyelinin Türkiye’ye yığılması ile yüz yüze kalmışlardır. Ancak “Onlara ensar olduk..” diye yüz kızartıcı yalanlar ve ikiyüzlülük sergilemişlerdir.

Yapılması gereken, geç de olsa, ABD ne derse onu yapan Bay RTE‘nin sonunda saadede geldiği gibi “Geçiş döneminde de olsa Esed’le gidilebilir..”  buyurduğu üzere, Suriye’den çekilmek ve hızla barışın kurulmasıdır. Suriye Suriyelilere bırakılmalıdır çünkü onlarındır.
4 milyona yakın Suriyeli hızlı bir planla ülkelerine döndürülmeli ve insanlık utancı durumuna gelen “mülteci dramı” sonlandırılmalıdır.
BM’nn en acil görevi budur.

Suriye’yi bölmek için çıkarılan iç savaşta ölen masum 300 bin Suriyelinin ve büyük acılar çeken – çekmekte olan milyonlarca Suriyelinin günahı “uygar” (!?) Batı emperyalizminin kanlı hesabına yazılmıştır. Bu alçakça senaryoda taşeronluk yapan Türkiye, Katar, S. Arabistan .. gibi ülkelerin söz konusu politikaları utanç verici, yüz kızartıcıdır.

Yüce Tanrı, bu gibilerin “kestiği kurbanlara” (!) -haşa- aldanarak onları asla bağışlayacak her halde değildir.

Sevgi ve saygı ile.
25.09.2015, Manavgat
 

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com