Etiket arşivi: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi

AKP iktidarı Gulbeddin Hikmetyar’ı terörist listesinden çıkarıldı

Erdoğan dizinin dibinde poz vermişti… Bakanlar Kurulu’ndan ‘Hikmetyar’ kararı

Birleşmiş Milletler’in “terör” listesinde bulunan cihatçı örgütlerden Hizb-i İslam‘ın lideri Gulbeddin Hikmetyar hakkında 2013 yılında alınan karar kaldırıldı.

[Haber görseli]

Bakanlar Kurulu, IŞİD ve El Kaide bağlantısı nedeniyle Birleşmiş Milletler’in “terör” listesinde bulunan Gülbeddin Hikmetyar ile ilgili tartışma yaratacak bir karar aldı. Gülbeddin Hikmetyar hakkında 2013 yılında alınan “malvarlığını dondurma kararı” kaldırıldı.

Resmi Gazetede, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan ile Bakanlar Kurulu’nun imzasıyla yayımlanan kararda şu ifadelere yer verildi:

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‘nin 1267 (1999), 1988 (2011) ve 1989 (2011) sayılı kararlarıyla listelenen kişi, kuruluş veya organizasyonların tasarrufunda bulunan malvarlığının dondurulmasına ilişkin 30/9/2013 tarihli ve 2013/5428 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının eki (1) sayılı listenin “A- DEAŞ ve El-Kaide ile Bağlantılı Gerçek Kişiler” başlıklı bölümünün 138 inci sırasında yer alan GULBUDDIN HEKMATYAR isimli şahsa ilişkin hüküm yürürlükten kaldırılmıştır.”

CHP’Lİ MAHMUT TANAL’DAN TEPKİ

Bakanlar Kurulu’nun kararına Twitter hesabı üzerinden tepki gösteren CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, “Terörle mücadele bu mu?” diye sordu.

ERDOĞAN İLE FOTOĞRAFI OLAY OLMUŞTU

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz yıllarda Gülbeddin Hikmetyar’ın dizinin dibinde verdiği poz Türkiye gündemine oturmuş, eleştiri konusu olmuştu.

ONUR ÖYMEN’in Halk TV’de yaptığı görüşmenin özeti ve videosu


ONUR ÖYMEN’in Halk TV’de yaptığı görüşmenin özeti ve videosu

Portresi_ATA_ile

 

18 Haziran 2015 günü Halk TV’de Semra Topçu’nun programında Sayın Süleyman Demirel’in dış politika konusundaki yaklaşımıyla ilgili kimi gözlemlerimi aktardıktan sonra güncel gelişmelerle ilgili olarak özetle şunları söyledim:

 

Dış politika konusunda, işin esası, Irak’ın ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü destekleyici çözümler aramaktır. Son yıllarda Türkiye’nin bu ülkelere yönelik olarak izlediği politikalar Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumalarına yardımcı olacak nitelikte değildir. Esat yönetimi görevden ayrılsa bile Suriye’nin kimi bölgelerinde kendi devletlerini kurmak isteyenlerin bundan vazgeçeceklerini, kimi terör örgütlerinin de mücadeleden vazgeçip evlerine döneceklerini düşünmek olanaklı değildir.

Yalnız hava operasyonlarıyla terörün sona erdirilemeyeceğini koalisyon ülkeleri de kabul ediyor. O zaman kara operasyonu yapmak gerekiyor. Oysa kara operasyonuna hiçbir devlet katılmak istemiyor. Bu nedenle, Suriye’de terörle mücadeleyi Suriye Hükümeti yürütmek zorunda. Esasen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları da bu görevi Suriye Hükümetine veriyor. Bu durumda siz Suriye Hükümetini devirmek için silahlı mücadelede bulunan gruplara
destek vererek Suriye Hükümetinin terörle mücadelesini de zorlaştırmış olmuyor musunuz? Bugünkü koşullarda Suriye, bir yandan sizin de desteklediğiniz
Özgür Suriye Ordusu ile öbür yandan da terörist örgütlerle savaşmak zorunda. Türkiye’nin de katkıda bulunduğu yanlış politikalardan terör örgütleri
karlı çıkıyor.
Türkiye’nin izleyebileceği faklı politikalar var:

Suriye’yi kınayabilirsiniz, eleştirebilirsiniz, uluslararası kuruluşlara götürebilirsiniz. Ama, bence, o ülkenin şu anda BM’de temsil edilen yönetimine karşı silahlı güçleri desteklemek izlenmesi doğru olan politikalardan biri değildir. 

Ne yazık ki, Türkiye dış politikada Cumhuriyetin ilanından bu yana savunduğu temel ilkelerinden uzaklaştı.

Öncelikle komşularınızın toprak bütünlüğünü savunmalısınız.

İkinci olarak, terörle mücadelede ayrımcılığa müsaade etmeyeceksiniz.

İyi terörist kötü terörist yoktur. Bu mücadeleyi, başta kendi ülkenize saldıranlar olmak üzere bütün terör örgütlerine karşı uluslararası kuruluşlarla birlikte yürüteceksiniz. 

Dış politikada bugünkü yaklaşımların sürdürülmesinin
Türkiye’yi 2. bir Pakistan haline getirme riski vardır.

IŞİD’in mücadelesini Türk topraklarına yaymak işine gelebilir.
En ciddi tehlike budur. Başka terör örgütleriyle, IŞİD arasında Türk topraklarında da çatışma olabilir. Tüm bunları ancak etkili bir kriz yönetimi izleyerek önleyebiliriz. 

Bölgede Türkiye-İran sınırından başlayarak Akdeniz’e dek uzanacak büyük bir Kürt devleti kurulmak isteniyor. Bu devlet ikinci bir İsrail gibi büyük devletlerin stratejik menfaatlerine hizmet edecek bir nitelik kazanabilir.
Bu fikri, Amerikan basını ve devlet adamları da destekliyor. 


ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, kısa bir süre önce Washington’da kendisiyle görüşen Barzani’ye

“Bağımsız bir Kürt devletinin kurulduğunu sizin ve benim hayat süremiz içinde göreceğiz.” dedi.

Bu sözler ABD’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmaktan vazgeçtiği anlamına geliyor. Bir süre önce İsrail Başbakanı Netenyahu da kurulacak bir Kürt Devletini İsrail’in tanıyacağını açıklamıştı. Amerikan basınında Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletine Türkiye’nin, Suriye’nin ve İran’ın Kürtlerin yaşadıkları bölgelerinin de dahil edilmesini savunan yazılar yayınlandı. Aşkale’nin (AS: Akçakale olacak..) güneyinde son olarak yaşanan çatışmalar PKK çizgisindeki PYD örgütünün denetimi altında bulunan toprakların sınırımızın güneyinde 600 kilometreyi aşan bir uzunluğa ulaştığını gösteriyor. Esas hedefin Kürt devletinin sınırlarının
birkaç yüz kilometre daha Batıya taşınarak Akdeniz’e uzatmak olduğu anlaşılıyor.

*****

İç siyasete dönersek, en önemli hedefimiz devletimizi gerçek bir demokratik yapıya ulaştırmak olmalıdır.

Geçen dönemdeki gelişmelere bakarsak bunun ancak AKP’siz bir koalisyon, azınlık hükümeti ya da erken seçim yoluyla olabileceğini anlarız.
Halkın seçimlerde verdiği mesaj doğru okunmalıdır. Halk,

“Tek bir partinin Türkiye’de ilelebet iktidar olmasını istemiyorum..”

diyor ve size AKP’nin dışarıda kaldığı bir koalisyon kurabilme şansı tanıyor.

Türkiye’de siyaset halkın söylediklerini esas almalı; iş adamlarının, medya patronlarının ya da yabancı ülkelerin beklentilerini değil. Halkın tercihlerine saygı göstermek gerek. Büyük devletlerin baskılarıyla İtalya ve Japonya gibi ülkelerde yıllarca aynı partiler işbaşında kaldı. Şimdi biz Türkiye’de bunu mu istiyoruz?
Oysa azınlık hükümetiyle yönetilen veya seçimlerde istikrarlı bir hükümet kurma olanağı çıkmadığı için yeni seçimlere giden birçok ülke var. Mesela Danimarka ve İsveç’te senelerce ülkeyi azınlık hükümetleri yönetmiş. 
MHP, HDP’yi koalisyon dışı bırakmak istediğini, hatta HDP’nin dışarıdan desteğini de istemediği söylüyor. Burada HDP kilit noktadadır.

HDP terörle bağlantılarını tamamen kesmeden Türkiye’de sağlıklı bir demokrasi yürüyemez.

Halk HDP’nin Meclis’e girmesini sağlayarak, aslında bu partiye bir şans tanıdı. Kısacası, burada önemli rol HDP’ye düşüyor. Eğer HDP.

– Ben terör örgütünün sözcüsü olmayacağım ve bu örgüt ile bütün bağlarımı keseceğim..

derse, belki MHP’nin HDP’ye karşı olan tepkisi azalabilir ve AKP’siz bir hükümet kurulabilir.

AKP’yle hükümet kurmaya heveslenenlere hatırlatmak gerekir ki;
bizim anayasamıza göre hükümet kurmak kolaydır, hükümeti düşürmek zordur.
Bu aşamada hata yapmamak gerekir. Son pişmanlık fayda etmez.


Halk TV’deki konuşmamın videosunun linki aşağıdadır.


https://www.youtube.com/watch?v=-GW5HmYb0gI&feature=youtu.be

Saygılar, sevgiler.
Onur Öymen====================================

Dostlar,

Çooook deneyimli ve birikimli yurtsever dış politika uzmanı (E. Büyükelçi ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı) Sayın Öymen, ülkemize son derece değerli katkılar veriyor yorumları ve makaleleri ile, konferansları ile..
Bu konuda son yazdıklarına bütünüyle katılıyoruz.
Esasen biz de benzer içerikte bir makalemize web sitemizde daha önce yer vermiştik :

BİRLEŞİK BÜYÜK KÜRDİSTAN’a =
2. İSRAİL’e ve POSTMODERN ya da
YENİ SEVR’e = BÖLÜNMEYE BEŞ KALA…

http://ahmetsaltik.net/2015/06/20/birlesik-buyuk-kurdistana-2-israile-ve-postmodern-ya-da-yeni-sevre-bolunmeye-bes-kala/

Bir kez daha Türkiye’yi Büyük ATATÜRK‘ün altın öğüdüne uymaya çağırıyoruz..

YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ..

Geç kalmadan..
Bunun ilk koşulu da AKP’siz bir hükümet…

Sevgi ve saygı ile.
23 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Onur ÖYMEN : Kanada Ulusal Radyosuna yaptığım değerlendirme


Kanada Ulusal Radyosuna yaptığım değerlendirme

Portresi_ATA_ile

 

 

Onur ÖYMEN

 

 

Son günlerde başta CNN International ve New York Times olmak üzere Batı ülkelerinin medyalarında Türkiye’nin Ayn al Arab (Kobani)’ye tek başına bir askeri harekat yapması yolunda yoğun baskılar yapıldığı görülmektedir. Bu medya baskısının ilgili hükümetler tarafından yönlendirildiği anlaşılmaktadır.

Dün akşam benimle mülakat yapan Kanada Ulusal Radyosu ısrarla aynı doğrultuda yönlendirici sorular sormaya çalıştı. Kendilerine özetle şunları söyledim:

-Başta ABD olmak üzere Koalisyona katılan ülkelerden hiçbiri Suriye’ye asker göndermeye niyetli değilken ve parlamentolarından bu yolda yetki dahi alma girişiminde bulunmamışken Türkiye’nin tek başına böyle bir harekatta bulunmasını beklemek gerçekçi değildir.

-Türk Anayasası, Türk askerlerinin ancak uluslararası hukukun meşru saydığı hallerde yurt dışına gönderilebileceğini belirtmektedir. Oysa, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‘nin son olarak kabul ettiği terörle mücadeleyle ilgili kararda Türkiye’nin veya herhangi bir ülkenin Suriye’ye kara operasyonu yapmasını öneren veya meşru sayan bir hüküm bulunmamaktadır. (Gerçekten BM Güvenlik Konseyinin 24 Eylül 2014 tarihli ve 2178 sayılı kararında yalnızca terör örgütlerinin mali kaynaklarının kesilmesi, teröristlerin sınırlardan geçmesinin engellenmesi, terör örgütlerine katılımın önlenmesi, bütün bu konularda uluslararası işbirliği yapılmasını öneren hükümler
yer almaktadır.)

-Şimdi yapılması gereken şey Koalisyona katılan ülkelerin yalnız IŞİD’e değil, bölgedeki bütün terör örgütlerine karşı etkili bir mücadele yürütmenin ilkeleri, yolları ve yöntemleri üzerinde anlaşmalarıdır.

-Terör örgütlerini tehlikeli olanlar ve olmayanlar diye ayırmak mümkün değildir.
Masum insanları katleden ve büyük insani felaketlere yol açan IŞİD ve öbür bütün terör örgütlerinin etkisiz kılınması bölgede barış ve istikrarın sağlanmasında sorumluluk üstlenmeye hazır olan bütün ülkelerin ortak hedefi olmalıdır.

-IŞİD terör örgütü Musul, Telafer, Tuzhurmatu, Amerli gibi Türkmenlerin de yoğun olarak yaşadıkları bölgelere saldırıp oralarda yüzlerce insanı katlederken, uluslararası toplum maalesef bu saldırıları engellemek için hava operasyonu yapma yoluna bile gitmemiş, hiçbir ülke o bölgelere kara askeri göndermeyi düşünmemiş ve hiç kimse Türkiye’den, şimdi Kobani konusunda yapıldığı gibi, tek başına bir operasyon yapmasını
talep etmemiştir.

-Kaldı ki, 2008 yılında Türkiye kendi topraklarına Kuzey Irak’tan saldıran bir terör örgütünü etkisiz kılmak için sınır ötesi bir harekat başlattığında, kimi büyük devletler
bu harekatın derhal durdurulması ve Türkiye’nin askerlerini geri çekmesi için istemde
bulunmuşlardır. O devletler Türkiye’nin PKK terör örgütü ile mücadele etmeyip bu örgütü tatmin edecek siyasal bir çözüm bulmak amacıyla müzakerelere girişmesi için Türkiye’ye ısrarlı telkinler yapmışlardır.

-Teröre ödün vererek çözüm aramanın ne denli ağır bir bedel ödettiği son günlerde Türkiye’de yaşanan terör saldırılarıyla bir kere daha ortaya çıkmıştır. Son iki günde bu saldırıların sonucunda 30’dan ço vatandaşımız ve güvenlik görevlisi ölmüştür.

-Şimdi aynı devletlerin Türkiye’nin Kobani’ye tek başına müdahalede bulunması beklentisi içine girmeleri açık bir çelişkidir ve çifte standarttır.

-Kuşkusuz IŞİD, öbür terör örgütleri gibi Türkiye için de ciddi bir tehdit oluşturmaktadır ve bu örgüt tarafından Türkiye’ye yönelebilecek herhangi bir saldırıya karşı Türk Silahlı Kuvvetleri ülkesinin topraklarını korumak için derhal müdahale edecektir. Ancak böyle bir saldırı olmadıkça Türkiye’nin uluslararası hukuku bir yana bırakarak ve tek başına böyle bir askeri harekata kalkışması beklenmemelidir.

-Türkiye Kobani ve dolayından 200 binden çok sığınmacıyı kabul ederek esasen büyük bir özveride bulunmuştur. Ayrıca terörle mücadelede de istihbarat paylaşımı, terörün mali kaynaklarının kurutulması ve sınırların denetimi konularında ilgili bütün ülkeler gibi üzerine düşen görevi yapmak durumundadır.

-Asıl önemli olan bölge halkının şu veya bu terör örgütüne destek vermesini önleyici siyasal seçenek ve çözümler üretmektir. Bu seçeneklerin başında bölgeye gerçek bir demokrasinin yerleşmesi için çalışmak yer almaktadır. Ne yazık ki demokrasi
bütün dünyaya yayılırken bir tek Ortadoğu ülkesine bile yerleşememiştir.
Türkiye’nin yapabileceği en büyük katkı, kendi eksiklerini giderip demokrasinin
bölgeye yayılmasında bir sıçrama tahtası rolü oynamaktır. 

Sevgiler, 10.10.14

=======================================

Dostlar,

Sn. Onur Öymen çok üretken..

Birkaç gün önce de (9.10.14) bir Alman radyosu ile görüşmesini özetleyerek e-ileti ile paylaşmıştı.. (http://ahmetsaltik.net/2014/10/09/onur-oymen-deutschlandfunka-verdigim-mulakat/)

Yıllardır emekli bir büyükelçi (Dışişleri müsteşarı) olmasına karşın ülkemizin
dış ortamda tanıtımı, haklarının korunması, doğru anlaşılması için çabası sürüyor..

Sıklıkla, önemli dış politika konularını, karmaşık doğalarına karşn yalınlaştırarak açıklıyor ve bizlerin de kavramasını sağlıyor güncel e-iletileriyle..

http://www.onuroymen.com

adresli web sitesinde yazı ve etkinliklerini paylaşıyor..

Dışişleri yetkililerinin Sn. Öymen’in çok değerli katkılarından yararlanmasını diliyoruz.

Başbakan Davutoğlu ve 12. CB – Yarıbaşkan RTE dün (10.10.14) Anamuhalefet Partisi CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘na “Senin aklına ihtiyacımız yok..” türünden çok kaba ve akıldışı bir çıkış yapmışlardı..

Sn. Öymen için böylr düşünmüyorlardır dileriz..

 

Sevgi ve saygı ile.
11.10.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İran’la Yapılan Nükleer Antlaşmanın Düşündürdükleri

Dostlar,

Usta, birikimli ve deneyimli diplomat, uluslararası ilişkiler doktoru (PhD) ve
Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı Sn. Onur Öymen‘in çok değerli ve 4/4’lük denebilecek bir irdelemesini paylaşalım..

Gerçekten, Cenevre’de geçtiğimiz günlerde sonlanan görüşmelerde BM Güvenlik Konseyi‘nin 5 sürekli üyesi + Almanya’nın (de facto katılıyor, “ben de varım” diyor!)
İran ile vardığı antlaşma önemli bir dönemeçtir.

Hele Ortadoğu sorunlarının, öteden beri tüm dünya için ciddi potansiyel risk kaynağı olduğu gerçeği dikkate alındığında…

Öte yandan İran, neredeyse 30+ yıldır çok yönlü bir ekonomik – askeri – ticari – diplomatik – psikolojik ve mali bir ambargo altındadır. Hatırı sayılır parasal varlığı
Batı bankalarınca dondurulmuştur ve dış ticaretinde değerli madenleri (Altın ve gümüş) kullanamsı da Dolar – Avro’nun küresel dolanım egemenliğini zorbalıkla sürdürmesi adına engellenmiştir. Böylesine kapsamlı bir baskıya – kuşatmaya
çook uzun sayılması gereken bir süre, neredeyse 3 onyıl direnebilmek hiç kolay değildir. İran halkının yaşam düzeyini ve standartlarını önemli düzeyde sınırlayan söz konusu emperyal zor büyük ölçüde gevşe(til)miştir. Söz konusu antlaşma bölge ve dünya barışı için olumludur, –Siyonizm dışında- taraflar için başarıdır

Bu bağlamda Türkiye de, öncelikle komşularıyla ilişkilerini, hele kadim İran ile
1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması‘ndan  bu yana sınırlarımızın değişmediği saygın
Pers uygarlığının sürdürücüsü İran ile ilişkilerini Batı güdümlü kör taşeron dürtülerle değil, uzun erimli olarak ulusal çıkarları doğrultusunda yönlendirmelidir.

AKP dışişleri kadrolarının İran’a dönük “vekaleten” horozlanmaları Türkiye’ye
geri aldırılmıştır bir anlamda.. Dışişleri bakanı Davutoğlu’nun Tahran’da İranlı dengi (mevkidaşı diyorlar sıkılmadan!) ile maskeli (diplo – macia!) yüzle gülümseyen
el sıkışması nasıl açıklanacaktır??

Büyük Atatürk‘ün dış politikası birkaç temel ilkeye dayanmaktadır.
Bunların ilki tam bağımsızlıktır. İkincisini doğrudan Yüce Atatürk dillendirmiştir :

* Yurtta barış – dünyada barış ! (Peace at home – peace in the world!)

3. ilkeyi ise, Atatürk‘ün 1925 – 37 arasında 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanlığını yürüten, meslektaşımız (Kadın – Doğum Uzmanı) Dr. Tevfik Rüştü Aras tarafından çok netlikle sergilenmiştir :

  • “Bizim dış politikamız basit ve doğrudur. Herkesle dostluk kurmak isteriz,
    ancak hiç kimse ile ittifak ve bloklaşma yapmayız.. “

Türkiye bu ilkeleri ilk kez NATO‘ya girerek (4 Nisan 1952) çiğnemiş, Sovyet Blokuna karşı Batı emperyalizmi ile bütünleşmiştir. Öncesinde ise NATO‘ya kabul edilebilmek için Kore’de savaş ve şehit verilen 700’ü aşkın Mehmetçiğin kanı kaydedilmelidir.

  • NATO üyeliği ile 61 yıldır ödenen ağır bedellerin başında gladyo ve kontrgerillanın ülkemizde işlediği çok sayıda aydın cinayeti ve kışkırtmalar (Maraş – Çorum – Sivas – Gazi – Başbağlar – Roboski katliamları..) sayılmalıdır. Ulusal savunmanın inşa edilemeyişi, yurt topraklarında çok sayıda askeri üs kurulması… da ağır faturalardır.

AKP dış politikası son 11 yıldır son derece ağır yanlışlar yapmıştır.
Son yıllarda artan faturanın sorumlusunun bir uluslararası ilişkiler profesörü olarak bakan Ahmet Davutoğlu oluşu ise Türkiye adına bir başka hazin ironidir.

Sevgi ve saygı ile.
29.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=============================================

İran’la Yapılan Nükleer Antlaşmanın Düşündürdükleri

Portresi_gulumseyen

 

Onur ÖYMEN

 

 

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 sürekli üyesinin (ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin) sürekli üye olmayan Almanya’yla birlikte Cenevre’de İran’la yürüttüğü müzakereler olumlu sonuç verdi ve İran’ın nükleer etkinliklerini kısıtlayacak ve ABD’nin ve öbür Batılı ülkelerin İran’a karşı yürüttüğü yaptırımları hafifletecek bir antlaşmaya varıldı. Bu müzakerelerden önce Amerika’nın İran’la ikili düzeyde gizli görüşmeler yaptığı ve antlaşmanın esas olarak bu iki ülke arasında hazırlandığı anlaşılıyor.

Antlaşmaya göre İran uranyum zenginleştirme çalışmalarını sürdürecek ama bunu % 5 oranıyla sınırlayacak, şimdiye dek ürettiği % 20’lik zenginleştirilmiş uranyum stoklarını etkisizleştirecektir (Nükleer silah üretmek için uranyumun % 90 oranında zenginleştirilmesi gerekmektedir.) İran ayrıca, plütonyum üretme kapasite sahip olacağı düşünülen Arak nükleer santralinin çalışmalarını daha ileri düzeye götürmeyecek ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun (IAEA) etkili denetimini kabul edecektir.

Buna karşılık Batı ülkeleri İran’ın 4,2 milyar dolarlık dondurulmuş mali varlıklarını
serbest bırakacak, altın ve gümüş gibi değerli madenlerle petrokimya ürünleri ticaretine koyduğu engelleri de kaldıracaktır. İran’ın bu antlaşmadan elde edeceği toplam kazancın 7 milyar dolara ulaşacağı kestirilmektedir. Kimileri bu tutarın 20 milyar doları bulacağını düşünmektedir.

Bu antlaşma 6 ay süreyle geçerli olacak, sonra daha kapsamlı bir antlaşmaya varılmaya çalışılacaktır.

Bu antlaşmadan çıkan kimi sonuçlar şunlardır:
-ABD ve İsrail başından beri İran’ın bütün uranyum zenginleştirme çalışmalarının durdurulmasını istiyorlardı. Bunu başaramamışlardır. ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin aksi yöndeki bildirimlerine karşın, İran’ın uranyum zenginleştirme çalışmalarını sürdürmesi fiilen kabul edilmiştir.

– İran’ın elindeki zenginleştirilmiş uranyum stoklarını Türkiye üzerinden nükleer yakıtla değiştirmesi yolunda Türkiye ve Brezilya tarafından 2010 yılında yapılan öneri gündemden tümüyle düşmüştür.

  • İran 30 yıldan beri maruz kaldığı ağır ekonomik baskılardan bir ölçüde de olsa kurtulmuş ve ekonomisini rahatlatma fırsatını elde etmiştir.

– Almanya, BM Sürekli üyelerinin yanı sıra bu müzakerelere aktif biçimde katılarak uluslararası alanda etkili bir oyuncu olduğunu kanıtlamıştır.

– ABD ile İran arasındaki temaslarda aracılık yapmaya çalışan Türkiye devre dışı kalmıştır. Ancak kimi yaptırımların kaldırılmasından Türkiye de yararlanabilecektir.

– İsrail ve onu destekleyen ABD Kongresindeki Yahudi lobisi etkili olamamıştır.
İsrail Başbakanı Netenyahu bu antlaşmaya açıkça karşı çıkmıştır. Ancak İsrail lobisinin ABD Hükümetine her istediğini yaptırabileceği izleniminin doğru olmadığı anlaşılmıştır.

– Başka konularda sık sık anlaşmazlığa düşen BM Sürekli üyelerinin Suriye’nin
kimyasal silahlardan arındırılması konusunda olduğu gibi, bu konuda da işbirliği yapabildikleri görülmüştür.

Bu antlaşmayı ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılamak gerekir, çünkü:

– Bu bir geçici antlaşmadır, kesin sonuç henüz alınmamıştır.

–  IAEA’nin denetimlerinin ne sonuç vereceği belli değildir. Önceki denetim raporları İran’ın niyetleri konusunda oldukça kuşkulu anlatımlar içermekteydi.

İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü tehditkâr politikalardan vazgeçeceğinin işaretleri yoktur.

-İsrail için esas tehdit ögesi olan ve menzilleri İsrail’e ulaşan İran’ın Şahap III füzeleri bu antlaşmanın kapsamı dışında bırakılmıştır. İran’ın çok daha uzun menzilli Şahap IV füzeleri yapma projesini durduracağına ilişkin bir işaret de yoktur. Bu füzelerin taşıyacağı konvansiyonel başlıklar İsrail için tehdit oluşturmaya devam edecektir.

-İran’ın uluslararası alanda yeniden muhatap alınması ve saygınlık (itibar) kazanması Suudi Arabistan’ı ve kimi Körfez ülkelerini rahatsız edecektir. İran’la Suudi Arabistan arasındaki rekabetin yıkıcı boyutlara ulaşması olasılığı vardır.

-İran’ın ABD ve öbür Batı ülkeleri tarafından itibarlı bir muhatap olarak kabul edilmesi Türkiye’nin bölgedeki liderlik iddialarını zayıflatacaktır.

Türkiye’nin Kürecik’teki Füze Kalkanı radarını topraklarında muhafaza ettikçe
İran’la ilişkilerini tam anlamıyla normalleştirmesi zordur.

-İran’ın Suriye’yi ve Suriye üzerinde Lübnan’daki Hizbullah’ı silahlandırma çabalarını durduracağının da işareti gözükmemektedir.

-İran’da şimdi yaratılan coşkulu destek havasına karşın nükleer projelerinin sınırlandırılmasından rahatsızlık duyanların olacağını da hesaba katmak gereklidir.

Obama’nın antlaşmadan sonra söylediği “Sert konuşmak ve tehditler savurmak siyasi açıdan yapılabilecek kolay bir şey olabilir ama bu bizim güvenliğimiz için doğru bir şey değil.” sözleri Türkiye’nin kimi Orta Doğu ülkelerine karşı kullandığı söylemlere karşı bir ileti olarak da algılanabilir.

Özetle : 
İran bütün baskılara karşın şimdiye dek izlediği direnci, diplomasi alanındaki başarısıyla da olumlu bir sonuca ulaştırmış, bir yandan hayalcilikten uzak, gerçekçi;
bir yandan da baskılara boyun eğerek tek yanlı ödün verme yoluna gitmeyen cesaretli ama ölçülü yaklaşımının sonucunu almıştır. Bu geçici antlaşmanın sürekli bir barış ve işbirliği ortamına dönüşmesi için bütün ilgili yanların dikkatli ve yapıcı bir politika izlemesi gerekir.

Türkiye de Cenevre görüşmelerinden gerekli dersleri çıkartmasını bilmelidir.

Suriye’deki muhtemel gelişmelerin düşündürdükleri

Suriye’deki muhtemel gelişmelerin düşündürdükleri

Onur_Oymen_portresi_ofiste



Onur Öymen

 

 

Suriye’de kimyasal silahlar kullanılarak yüzlerce kişinin öldürüldüğü yolundaki bilgiler üzerine ABD, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Batılı ülkeler büyük tepki gösterdi. Daha Birleşmiş Milletlerin Şam’daki uzman heyetinin raporu beklenmeden bu saldırının sorumlusunun Suriye Hükümeti olduğunu açıklayan hükümetler oldu. Türkiye Hükümeti de bu görüşü savunanlar arasında.

ABD’nin ve İngiltere’nin Suriye Hükümetini “cezalandırmak” için sınırlı bir füze harekatı yapacağı ve kısa bir süre içinde Suriye’deki kimi önemli hedefleri tahrip edeceği bildiriliyor. ABD Başkanı Obama ve İngiltere Başbakan Camerun böyle bir hareketin cezasız kalmaması gerektiğini söylediler. Obama kendisine askeri makamlar tarafından çeşitli seçeneklerin sunulduğunu ama henüz karar vermediğini söyledi. İngiliz Hükümeti bugün Avam Kamarası‘nda askeri müdahale için hükümete yetki veren bir karar aldırmaya çalışıyordu. Muhalefetin, BM uzmanlarının raporunun beklenmesi gerektiği yolundaki itirazı üzerine bu toplantıyı erteledi.

Bu ülkeler acaba daha önce kimyasal silah kullanan ülkelere karşı nasıl davranmışlardı? Daily Mail gazetesinin 29 Ağustos 2013 tarihli on line nüshasında, Irak’ın 1988 yılında, İran’’a karşı yaptığı savaşta kimyasal silah kullandığını,
bu saldırılar sonucunda 20,000 İran askerinin öldürüldüğünü, o sıralarda İran’a karşı Irak hükümetini destekleyen ABD’nin bu silahların kullanıldığından haberi olduğunu yazıyor.

16 Mart 1988’de Irak’ın Halepçe kentine yaptığı kimyasal saldırı sonucunda 3,200 – 5,000 kişi öldürülmüştü. Irak Yüksek Mahkemesi 1  Mart 2010’da aldığı kararla bu saldırıyı bir “soykırım” olarak nitelendirdi. Peki o tarihte büyük devletler buna ne tepki göstermişlerdi?

Oldukça sessiz kalmışlardı. ABD makamları Halepçe’deki Kürt sivillerin bilinçli olarak hedef alınmadığını, hatta bu saldırıdan İran’ın sorumlu olabileceğini söylemişlerdi.

İngiliz Dışişleri Bakanlığının bir brifing belgesinde, tek taraflı yaptırımlar gibi “cezalandırma eylemlerinin” Irak’ın kimyasal silahlara ilişkin tutumunun değiştirilmesini sağlayamayacağı ve İngiltere’nin çıkarlarına zarar vereceği
ifade ediliyordu.

Eğer BM uzmanları Suriye’de kimyasal silahların kullanıldığını kanıtlayabilirse ve
bu silahların kimin tarafından kullanıldığını saptayabilirse bunu yapanlar,
bu silahları kullanma emri verenler yargılanıp cezalandırılmalıdır.

Bence bu aşamada yapılacak en doğru iş, Suriye’nin ve hala bu silahların yasaklanmasını ve imhasını öngören Uluslararası Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesi‘ni imzalamayan veya onaylamayan devletlerin sözleşmeye katılmalarını ve ellerineki bütün kimyasal silah stoklarını imha etmelerini sağlayacak etkili girişimleri yapmaktır. Büyük devletler bunu yapabilir mi?
Bana zor görünüyor, çünkü bu Sözleşmeyi imzaladığı halde 20 yıldan beri onaylamayan devletlerden biri  de İsrail.

  • Suriye ve İsrail biyolojik silahları yasaklayan sözleşmeyi de onaylamadılar.
  • ABD ve Rusya da 2012 yılının Nisan ayına dek ellerindeki bütün kimyasal silah stoklarını imha etmeleri gerekirken, bu yükümlülüklerini
    tümüyle yerine getiremediler.  
Bütün sakıncalarına karşın böyle bir sınırlı müdahale kararı alınabilir mi? 

Uluslararası hukuka göre böyle bir karara meşruiyet kazandırmak ancak
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‘nden (BMGK) alınacak bir kararla
olanaklı olabilir.

Rusya’nın ve Çin’in itirazları nedeniyle böyle bir karar çıkması olasılığı yok gibi.
BM kararı olmasa da müdahale yapılabileceğini söyleyenler var.

Böyle bir durumun olası sonuçları bence şunlar olabilir:

  1. Kimyasal saldırıda hiçbir sorumluluğu olmayan çok sayıda masum insan yaşamını kaybedebilir. NATO’nun Kosova operasyonunda 500, Libya’da 1000’den çok sivilin  öldürüldüğü unutulmamalı. Irak ve Afganistan’da öldürülenler yüzbinlerle ölçülüyor.
  2. Suriye’nin askeri olanak ve yetenekleri önemli ölçüde zarara uğrar, bu da silahlı karşıt grupların ve orada çarpışan terör örgütlerinin işine yarar.
  3. Bu müdahaleye karşı Suriye’nin tepkisiz kalması zordur.
    Suriye’nin tepkisi çatışmaların kapsamını ve boyutunu genişletebilir.
  4. İran liderlerinin son zamanlardaki beyanları içi boş tehditler değilse,
    İsrail’e yönelik kimi eylemler olabilir. Bu eylemlerin Hizbullah’ın Israil’deki hedeflere saldırısı şeklinde olması olasıdır.
  5. Bölgede ve dünyada terör eylemleri artar.
  6. Böyle bir müdahaleyi başından beri hararetle destekleyen Türkiye de
    kimi terör örgütlerinin hedefi haline gelebilir.
  7. Çatışmalar bütün bölgeye yayılabilir, hatta bir İran-İsrail çatışmasına dönüşebilir.
  8. Türkiye’ye ve öbür bölge ülkelerine sığınmak isteyenlerin sayısında büyük artış olur. Bunun ciddi ekonomik ve sosyal sorunlar yaratması kaçınılmazdır.
  9. Türkiye’nin ekonomik çıkarları ve turizmi olumsuz yönde etkilenir.
  10. Türkiye’nin Rusya ve İran’la ilişkileri de zarara uğrar.
  • Bütün bu olumsuz olasılıklar dikkate alınarak,
    Türkiye’nin müdahaleyi teşvik edici söylemlerden kaçınması uygun olur.
Muhalefetin de kimi koşulların yerine getirilmesi durumunda bile askeri müdahaleye yeşil ışık yaktığı izlenimi verecek söylemlerden kaçınması bence isabetli olacaktır.
Unutulmamalıdır ki; bölgeye barış, huzur ve demokrasi getirecek olan
ne kimyasal silahlardır ne de Tomahawk füzeleridir.
Saygılar, sevgiler.
Onur Öymen

Sayın Kılıçdaroğlu’nun Irak Ziyaretiyle İlgili Beklentiler

Sayın Kılıçdaroğlu’nun Irak Ziyaretiyle İlgili Beklentiler

onur_oymen

Onur Öymen

Dışişleri Bakanlığı CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu‘nun Bağdat ziyaretine karşı görüş bildirmişti.

Dışişlerinin itirazına karşın Sayın Kılıçdaroğlu Bağdat’a gitti ve temaslarına başladı. Umarız ki bu ziyaret Türk kamuoyunun kafasındaki
bazı soruların yanıtlanmasına yardımcı olur.

Yıllarca CHP sözcüleri Meclis’te, Türk halkının beklentileri doğrultusunda şu soruları sormuştu:

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‘nin 28 Eylül 2001 tarihli ve 1373 sayılı kararına göre, Irak dahil bütün ülkeler, topraklarını teröristlerin başka ülkelere yönelik saldırıları için kullandırmamakla yükümlüdür.

– Ayrıca Irak Anayasasının 7/2 maddesine göre Irak, topraklarını teröristlere üs veya geçiş yolu olaerak kullandırmamayı taahhüt etmiştir.

-Irak Hükümeti yıllardan beri topraklarının PKK terör örgütü tarafından Türkiye’ye yönelik saldırılarının üssü olarak kullanılmasına engel olmayarak bu yükümlülüklerini yerine getirmemektedir.

-Irak hükümeti ülkesindeki bütün terör örgütleriyle mücadele ederken, niçin yalnızca PKK’yla mücadele etmemektedir? Buna gücü yetmiyorsa
niçin Türkiye’nin bunu yapmasına karşı çıkmaktadır?

Kandil dağı ve dolayındaki PKK’lıların hukuksal statüsü nedir? Bunlar Irak vatandaşı mıdır? Türk vatandaşı mıdır? Başka ülkelerin vatandaşı mıdır? Mülteci midir? (BM’nin 1373 sayılı kararı teröristlere mülteci sıfatı verilmesini yasaklamaktadır.) Bu teröristler arasında Türk vatandaşı olup da Irak makamları tarafından yakalanıp Türkiye’ye iade edilen var mıdır?

-PKK’nın 1994 yılında Türkiye’den kaçırdığı ve halen sayıları 12,000’i bulan Türk vatandaşları Irak’ın Kuzeyinde, Erbil’e 100 kilometre mesafedeki Mahmur kampında kalmaktadır. Irak, PKK’nın insan deposu olarak kullandığı bu kampın boşaltılmasını niçin sağlayamamaktadır?

-Türkiye-Irak sınırının Irak tarafının korunmasının yükümlülüğü
Irak Hükümetine aittir. Niçin Irak devleti bu sınırda hiçbir asker bulundurmamaktadır. Ülkenin Kuzey bölgesi Irak’ın egemenlik alanında değil midir? O bölgede Irak Hükümetinin hiçbir sorumluluğu bulunmamakta mıdır? Hükümet o bölgedeki egemenlik hak ve sorumluluklarını Kuzey Irak Geçici Yönetimine mi devretmiştir?

-Türk firmalarının Irak’ın Kuzeyindeki faaliyetleri, özellikle petrol çıkartma ve taşıma girişimleri Irak Hükümetinin onayıyla mı yapılmaktadır?

Kerkük ve dolayında yaşayan Irak Türklerinin güvenliğinin sağlanması ve anayasal haklarının güvence altına alınması için Irak Hükümeti ne yapmaktadır? Bu soydaşlarımızın Kürt Yönetiminin yetki alanında bırakılmasına Irak Hükümeti razı olacak mıdır?

AKP iktidarı bu soruların yanıtlarını şimdiye dek öğrenememiş ve halkı ikna edecek açıklamalarda bulunamamıştır.

CHP Heyeti Irak’ta yapacağı üst düzeydeki görüşmeler sırasında Irak hükümetine bu konulardaki sorumluluklarını hatırlatarak yukarıdaki konularda yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamaya yardımcı olursa, kuşkusuz bu ziyaret amacına hizmet etmiş olacaktır.

Onur Öymen