Etiket arşivi: bilimsel akılcılıkla

ADD Seydişehir Konferansımız : AFETLER ve GELECEĞİMİZ

Dostlar,

14 Mart 2023 akşamı saat 20:30’da, ADD Seydişehir şubemizle bir sanal konferans düzenledik.

Şube Başkanımız Sn. Hüseyin İriilter’in istemiyle gerçekleşti bu toplantı.
Konumuz, “14 Mart Tıp ve Sağlık Haftası” nedeniyle, yaşadığımız deprem ve sel afetlerini dikkate alarak,

  • AFETLER ve GELECEĞİMİZ olarak belirlendi.

ADD Genel Merkezimiz zoom oturumu olanağı sağladı. Emek verenlere teşekkür ederiz.

Biz, 30 yansı hazırlayarak, sorunu 1,5 saate yakın süre kapsamlı olarak irdeledik.
Etkinlik “Bulut”a kaydedildi. ADD Genel Merkezimizin değerli emekçisi Sevgili Mutlu, kısa sürede youtube’a yükledi. Erişke (link) aşağıda…

Yansıları (slaytları) paylaşalım..

Afetler ve Geleceğimiz, Seydişehir ADD 15.3.23

Videoyu izlemek için lütfen tıklayınız..

https://www.youtube.com/watch?v=AvcirDjEB_M&ab_channel=Atat%C3%BCrk%C3%A7%C3%BCD%C3%BC%C5%9F%C3%BCnceDerne%C4%9Fi

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin BİLİMSEL AKILCILIKLA yapılması dileğiyle.

Sevgi ve saygı ile. 17 Mart 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
ADD Bilim Kurulu 2. Başkanı
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

 

 

İzmir İLKSES Gazetesi ile söyleşi : Deprem Bölgesinde Bulaşıcı Hastalık Tehlikesi

Uyuz, bitlenme, mantar enfeksiyonu… Türkiye’ye yayılabilir

Deprem bölgelerinde çıkabilecek bulaşıcı hastalıkların, nüfus hareketliliği dolayısıyla tüm Türkiye’ye yayılabileceğine dikkat çeken Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, Kovit-19’un da bu süreçte artabileceğini vurguladı.


21.02.2023

Uyuz, bitlenme, mantar enfeksiyonu: Türkiye’ye yayılabilir

SULTAN GÜMÜŞ KAYA / RÖPORTAJ (AS: Söyleşi)

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, deprem alanında yaşanan ve yaşanabilecek olan salgın hastalıkları gazetemiz aracılığıyla kamuoyuna aktardı. Gerçekleştirdiğimiz röportajda (söyleşide) Prof. Saltık, çadır – konteyner evlerde insanların çok kalabalık yaşadığını dolayısıyla kişi başına 3,5 metre kare alan bile sağlanamadığını kaydetti. Yakın temas ve hijyen sorunu nedeniyle uyuzbitlenme ve kimi mantar enfeksiyonlarının görülebileceğini aktaran Saltık, Kovid-19 pandemisinin de bu süreçte artabileceğini vurguladı.

Öte yandan, yaşanan nüfus hareketliliği dolayısıyla bölgede çıkabilecek bulaşıcı hastalıkların tüm Türkiye’ye yayılabileceğine de dikkat çeken Prof. Dr. Ahmet Saltık,

  • “Türkiye nüfusunun %90-95’i deprem kuşağında yaşamakta.
    Bu doğa gerçekliğine uygun bir toplumsal düzen kurmak zorundayız.
    ” dedi.

detail-photo-fancybox-0KİŞİ BAŞINA 3,5 METRE KARE ALAN…

10 kentimizde yaşanan deprem yıkımının salgın hastalıkları da birlikte getirdiği belirtiliyor. Durumun bu denli vahim bir tabloya yol açmasının nedenlerini aktarabilir misiniz?    

Bulaşıcı – salgın hastalıklar, afetlerin ardından ciddi sorun kaynağıdır. Bu hastalıkların kökenlerine göre irdelenmesi uygun olur. Depremin ardından hava yolu, yakın temas, su ve yiyecekler, yaralanmalar, çevre koşulları bulaşıcı hastalık salgınları için başlıca kaynaklardır. Maraş ve yöresi ile birlikte 10 kentimizi çok olumsuz etkileyen şiddetli deprem, 13 milyona varan büyük bir nüfusu tehdit etmektedir. 110 bin km2 alana yayılan depremin ardından, bu büyük nüfus kitlesinin temel gereksinimlerini hızla karşılamak kolay değildir.

  • İlk iş yıkıntı altında kalan insanların – hayvanların yaşamlarını kurtarmaktır.
  • Ardından, yaşamda kalanların yaşam güvenliğini sağlamak gelir.

Bu amaçla, ağır kış koşulları da gözetilerek barınma ve beslenme öncelik almalıdır. Bölgede yeterli barınma koşulları gereken hızda sağlanamamıştır. Çadırlar yetersiz, konteyner evler çok çok azdır. Yararlanılabilecek kapalı mekan, deprem çok şiddetli olduğundan yok gibidir. Dolayısıyla sağlanan çadır- konteyner evlerde insanlar çok kalabalık yaşamaktadırlar. Kişi başına 3,5 m2 alan sağlanamıyor.

Aynı zamanda Sağlık Hukuku uzmanısınız. Bu doğrultuda deprem sahasında
başlıca hangi salgın hastalıkların boy göstereceğini düşünüyorsunuz?      


Kapalı alanda kalabalık yaşam
, özellikle hava yolu ile bulaşan hastalıklar için risk etmenidir. Üst ve alt solunum yolu bulaşları (enfeksiyonları) kolaylıkla yayılabilir. Tonsillit, farenjit, sinüzit, soğuk algınlığı (nezle), grip, zatürre, verem, kızamık, Kovid-19.. başta olmak üzere! Zatürre, bebek-çocuk ve yaşlılarda ağır giderek ölümlere yol açabilmektedir. 

  • Ağır kış koşulları, yetersiz-dengesiz beslenme,
    üst ve salt solunum yolları bulaşlarını artırıcı ve ağırlaştırıcıdır. 

Ayrıca enkaz tozlarının solunması gerek yöre halkında gerek arama-kurtarma emekçilerinde, hafriyat işçilerinde kimi sorunlara yol açabilecektir (asbestozis vb.). Yıkımlarda, hafriyat kaldırmada… Histoplasma capsulatum mantar enfeksiyonu alınabilir. Yakın temas ve hijyen sorunu nedeniyle uyuz, bitlenme, kimi mantar enfeksiyonları görülür.

detail-photo-fancybox-1KOVİT-19 BU SÜREÇTE ARTABİLİR!      

Halen Kovid-19 pandemisi ile savaşırken, göçük altındaki kentlerde yaşanan ya da yaşanacak olan salgın hastalıklar, durumu daha da kritik bir duruma dönüştürür mü?

1’den çok bulaşıcı hastalık ne yazık ki eşzamanlı olarak yaşanabilir. Kovit-19 da bu süreçte artabilir. Hem kapalı ortamlarda kalabalık yaşam, hem stres ve beslenme, barınma, uyuma, giyinme.. yetersizlikleri tetikleyici olabilir.

  • Kovit-19, grip ve öbür çocukluk-erişkin aşılarının anımsatma dozlarının yapılması çok uygun olur.
  • Halkın sürekli sağlık eğitimi çok değerli.
  • Bulaşıcı hastalıklar için erken tanı kritik.

Bu amaçla erken tanı-uyarı sistemlerinin kurulması gerekli.

Deprem dolayısıyla Türkiye’yi halk sağlığı bakımından nasıl sorunlar bekliyor?

Bölgede çıkabilecek bulaşıcı hastalık salgınları Türkiye’ye yayılabilir!

Tersine, ülkemizin değişik yerlerinden bölgeye de kimi bulaşıcı hastalıklar taşınabilir.

Çünkü ciddi boyutta bir nüfus hareketliliği söz konusudur.

Bölgede sağlık hizmetlerinin basamaklandırılarak (Birinci – İkinci – Üçüncü Basamak) etkinlikle sürdürülmesi gerekecektir.

Özellikle 0-6 yaş çocukların düzenli aşılanması önemlidir.

Çöken sağlık altyapısı ayağa kaldırılmalıdır. İnsan gücü bakımından bölge desteklenmeli ve döngüsel (rotasyonla) görev verilmelidir.

  • Sağlık hizmetleri kamusal sorumluluk ve temel insan hakkıdır.
  • Neo-liberal vahşi küreselleşme dayatması ile son 20 yıldır “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında özellikle hızlandırılan sağlıkta özelleştirmenin durdurulması gerekmektedir.

Ardışık afetler akıldan çıkarılmadan,
kamusal sağlık sektörü tüm boyutlarıyla ülkemizde güçlendirilmek durumundadır.

Koruyucu sağlık hizmetlerini önceleyen, Dünya Sağlık Örgütü’nün “Tek Tıp – Tek Sağlık” anlayışı ekseninde bir ulusal – kamusal sağlık sistemine gereksinim ivedidir.

DERS ALARAK SORUNLARI AŞACAĞIZ

Bu noktada yetkili kurum ve kuruluşlara nasıl bir görev düşüyor?
İvedi olarak yapılması gerekenler nelerdir?

Afetlere müdahale başlıca AFAD’a verilmiş durumda. Eski sivil savunma örgütleri bu kuruma devredildi. KIZILAY da epey geriye çekildi. 7269 sayılı yasa gerekli düzenlemeleri içeriyor. Ancak AFAD çok yetersiz kaldı. Bölgeye 2 – 3. günü izleyerek ancak sınırlı katkı sağlanmıştır. Onlarca ülkeden gelen dış yardım, ülkemizin her yerinden koşan kişi ve kurumlar afette risk azaltımı için ciddi ve özverili çalışmalar sergilemiştir…

Bir OHAL Bölge Valiliği, bölgesel düzeyde eşgüdüm için yerinde olacaktır.
TBMM’de özel oturumlarda sorun değerlendirilmeli, bir Araştırma Komisyonu kurulmalı, demokratik biçimde halkın katılımıyla yol alınmalıdır.
Afette ve sonuçlarında sorumluluğu olan tüm kişi ve kurumların bağımsız-tarafsız yargı organınca adil ve hızla yargılanarak hak ettikleri yaptırımlara çarptırılmaları büyük önem taşımaktadır.

  • Bölgeden göç önlenmelidir!

Depremzede nüfusun yaşam koşulları hızla iyileştirilmelidir.

Barınma, giyim, beslenme, çevre sağlığı koşulları, tuvalet, su, atıklar, geçim, eğitim, sağlık, psiko-sosyal destek çok önemlidir.

Son olarak neler eklemek istersiniz?

Türkiye nüfusunun %90-95’i deprem kuşağında yaşamakta. Bu doğa gerçekliğine uygun bir toplumsal düzen kurmak zorundayız. İlk olarak ulusal nüfus planlaması ile nüfus artış hızını azaltmak, aile planlaması yapmak zorundayız. HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

  • İmar affını unutmak, yapı denetim mevzuatını güncelleyerek ödünsüz uygulamak gerek.

En önemlisiülke genelinde yeniden kadastral planlama yaparak kentsel yerleşim yerlerini güvenli zeminlere taşımak,
yerleşime uygun olmayan alanları tarıma, meralara,
otlak ve yaylaklara ayırmak gerek…

Bu afetler asla kader değildir!

Japonya başta olmak üzere depremle son derece başarılı savaşım veren ülke örnekleri vardır.

İstanbul’dan başlayarak hızla,
kentsel dönüşüm
ulusal seferberlikle birkaç yılda tamamlanmalıdır.

Bu adımlar ulusal bir politika zeminine oturtulmalı, günlük siyaset dışına çıkarılmalıdır.

Kırdan kente göç durdurulmalı, tersi teşvik edilmelidir.
Nüfus ülke coğrafyasına elden geldiğince dengeli dağıtılmalıdır (stratejik önemdedir).

Sığınmacılar hızla ülkelerine geri gönderilmeli,
Hatay’ın demografik yapısı 
özellikle korunmalıdır.

  • Seçimlerin ertelenmesi için bu afet gerekçe yapılamaz,
  • Anayasada salt savaş erteleme nedenidir. (Md.78)

Afetle savaşım gündelik politikaya asla alet edilmemeli, ulusal birlik korunmalıdır.

Ulusal dayanışma, bilimsel akılcılıkla ve ders alarak bu sorunları da aşacağız.

Umutsuzluk yok!
***

================================================================
Söyleşinin pdf biçimi : İZMİR İLKSES GAZETESİNE DEMEÇ

Sevgi, saygı, ACI ve UMUT ile. 21 Şubat 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

O’nu, Yüce Atatürk’ü Aramızdan Bedensel Ayrılışının 83. Yılında Niçin Anıyoruz?

 

Aramızdan bedensel olarak ayrılışının 83. yılında, Yüce Atatürk‘ü bir kez daha, ölçüsüz bir özlemle anıyoruz. Başta AB-ABD, siyasal iktidar AKP, kimi iç ve dış güçlerin O’nu ve O’nun fikirlerini yok etme, modası geçmiş gösterme çalışmalarına karşın, hele içinde bulunduğumuz kritik koşullarda, O’nu yalnızca duygusallıkla anarak değil; düşüncelerine, yapıtlarına, eylemine sahip çıkarak, beynimiz ve gönlümüzle derinlemesine kavrayarak, ülkemize ve insanlığa doğru ve aydınlık yolu gösterme çabasında düne göre daha yoğunlukla olmamız gereği, bu yazının ana temasıdır.

  • Son 80-90 yıl, ATATÜRK’ün tüm öngörülerini doğrulamıştır.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, yurtsever bir asker, bir aydın, yengin (muzaffer) bir komutan. Demokrasi ve barış aşığı, bir Aydınlanmacı.. Ölümlü bedeni aramızdan ayrılalı 83 uzun / kısa yıl oldu. Ama anısı hâlâ dipdiri, canlı. Yeryüzünde kaç insana nasip oldu böylesi bir gönül tahtı? Çünkü O, ancak ulusuna hizmet edenin ulusunun efendisi olabileceği gerçeğini biliyordu. Tarihsel görevini son anına dek bilimsel akılcılıkla ve sebatla, tüm engelleri zorlayarak, Ulusu ile el ele yerine getirdi. Şu sözleri O’nu ne güzel anlatıyor :

  • Ben, gerektiği zaman en büyük armağanım olmak üzere, Türk Ulusuma canımı vereceğim.

Verdi de! Sakarya Savaşı’nı kırık kaburgalarıyla, -kimi zaman, dayanılmaz acısını bastırmak için yan yatarak- yönetti. Yaşamsal tehlikeyi hiçe saydı. Hatta, “İyi ki kaburgalarımız kırıldı da uyumadık, savaşı idare ettik..” diyebildi! Cephelerde 2 kez sıtmaya yakalandı ve doğru dürüst sağaltımı yapılamadığından, ayakta, uykusuz geçirdi. Yineleyen sıtma atakları yüzünden kullandığı yüksek doz Kinin karaciğerini bozdu ve Banti sendromu adı verilen, karaciğer yetmezliği nedeniyle çok erken, 57 yaşında yaşamını yitirdi.

O’nu her geçen yıl daha da özleyerek ve anlayarak anıyoruz. Çünkü O, UNESCO‘nun 1979’da O’nun 1981’ deki 100. doğum yılına armağan olmak üzere 156 ülkenin oybirliği ile aldığı kararda şöyle anlatılıyordu :

  • “ ULUSLARARASI ANLAYIŞ ve BARIŞ İÇİN ÇABA HARCAMIŞ ÜSTÜN BİR KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ BİR DEVRİMCİ, SÖMÜRGECİLİK ve EMPERYALİZME KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, İNSANLAR ARASINDA HİÇBİR RENK, DİN, IRK AYRIMI GÖZETMEYEN EŞSİZ DEVLET ADAMI; TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURUCUSU.”

O, biz Anadolu halkını yok edilmekten kurtardığı için kendisine sonsuz vefa borçluyuz, onun için anıyoruz :

  • Sevr Antlaşması, salt yenilen bir ulusa dayatılan yenilgi anlaşması değildi. Yüzyıllardan beri Türk Ulusu’nu tarih sahnesinden yok etmek için hazırlanan bir suikast planı idi.. (SÖYLEV)

Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşarak, dahası, bu savaşımı “meslek edinerek” tam bağımsız Türkiye Cumhuriyet’ini kurma gibi inanılmaz bir tarihsel tansığın yaratıcısı olduğundan anıyoruz. Bize, bu 2 kadim düşmanla sürekli savaşı bir meslek olarak öğütlediği için anıyoruz.

Saltanat ve Hilafet gibi, ulusumuz üzerinde mutlak baskı kuran, yüzyılların acımasız ve artık köhnemiş kurumlarını tasfiye ederek Cumhuriyet denen erdem (fazilet) rejimini, halk yönetimini bizlere en büyük yapıtı olarak armağan ettiği için ölçüsüz şükran duyuyor, onurlanıyor, O’nu özlüyor, arıyor ve anıyoruz.

Ulusuna öğretmen olduğu, bizi çağdaş uygarlık düzeyinin de ötesine taşımak için gerçekleştirdiği amansız Aydınlanma Devrimlerinden dolayı derinden sayıyor ve anıyoruz. O’nun ağzından, ülke ve ulusun nasıl yok olmanın eşiğinden döndürüldüğünü ve Devrim’in temel amacını paylaşalım :

  • “Uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş. Ondan sonra içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için amansız devrimler. İşte Türk genel devriminin kısa bir anlatımı.”

Bize, kendi yazdığı belgesel tarih SÖYLEV‘de Cumhuriyetimizi, sonsuza dek tam bağımsız ve özgür yaşatma gereğini öğrettiği, çağdaş uygarlık düzeyinin de ötesini devingen (dinamik) hedef gösterdiği,

  • Uygar olmayan insanlar, uygar olanların ayakları altında ezilmeye mahkumdurlar..”

gerçeğini öğrettiği; us ve bilimi biricik tinsel (manevi) kalıt (miras) olarak bıraktığı için derin bir minnetle anıyoruz.

Bize sürekli devrimciliği, bilim ve tekniğin en gerçek yol gösterici olduğunu öğrettiği için anıyoruz.

Anadolu Aydınlanmasının (Rönesansının) önünü açtığı, YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ öğüdü verdiği, “Türk öğün, çalış, güven” diyerek Osmanlı’nın aşağıladığı özgüvenimizi geri kazandırdığı için, “NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!” öğüdü ile kulluktan çıkıp uluslaşmayı öğrettiği için pek haklı bir özlem duyuyoruz.”

Neydi Atatürk’ü öbür önderlerden ayıran?

O’nun şu sözleri bize, kendisinin çok özen gösterdiği özelliklerini ve halkını arkasına alan bütün önderlerde bulunması gereken nitelikleri açıklar :

  • “Ulusun başkanı olan kişinin, halka doğruyu söylemesi ve aldatmaması, halkı genel durumdan haberdar etmesi son derece önemlidir.” (Günümüzde korona verileri ile Ulusu ve Dünyayı aldatıyoruz!)

O, Saltanatın imzaladığı Sevr Antlaşması’nı TBMM’de yok sayarak bağıtlayanları HAİN ilan etmiş ve ülkemizi bölüşen emperyalistlere karşı savaşarak Cumhuriyeti kurmuş ve amansız devrimleri ile genç Cumhuriyeti kurumsallaştırarak ayakta kalma, sonsuza dek yaşatma (payidar kılma) yollarını göstermiştir. Yineleyelim :

  • “ Uçurumun kenarında yıkık bir ülke.. Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için amansız devrimler… İşte Türk genel devriminin kısa bir anlatımı…”  

O’nun “Batılılaşmak” tan kastı, Batı’nın kopyası olmak değildir. Bilim ve aydınlığın yoludur, Çağdaşlaşmadır. Yüce Atatürk’ün, 29 Ekim 1930’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin 7. yıldönümü kutlamasında, AP muhabiri Amerikan gazeteci Dorothy Ring’in sorduğu;

“Türkiye ne zaman Batılılaşacak, Amerikanlaşacak?” sorusuna yanıtı ibret vericidir :

  • “ Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne Batılılaşacaktır. O, yalnızca ÖZ – LE – ŞE – CEK – TİR! ”
    (Ankara, Türkocağı, Cumhuriyet Balosu, Associated Press Muhabiri ABD’li D. Ring’e yanıtı..)

Avrupa Birliğini ülkenin kurtuluşu olarak görenlere ve bunu Atatürk’e maledenlere şu sözleri yanıt olacaktır :

“.. Artık durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi .. anlayışlar belirdi. Halbuki;

HANGİ BAĞIMSIZLIK VARDIR Kİ YABANCILARIN ÖĞÜTLERİYLE; YABANCILARIN PLANLARIYLA YÜKSELSİN? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.” (Gizli oturumda milletvekillerine, 6 Mart 1922).

Ulusun kendini kendini yönetmesi gereğini bize öğretti. Egemenliğin kaynağı gökten yeryüzüne indirildi :

“Egemenlik, bağsız koşulsuz ulusundur, yüksek bilginize..”
“ Türkiye halkı bağsız koşulsuz egemenliğine sahip olmuştur.”

  • Egemenlik hiçbir renkte, hiçbir biçimde, hiçbir anlam ve yolla pay-la-şım ka-bul et-mez ! ”
  • “ Eşitliğin, hürriyetin ve adaletin dayanağı Milli Hâkimiyettir.
    Hakimiyet-i Milliye ise milletin namusudur, haysiyetidir ve şerefidir. “
  • “Ulusal Egemenlik öyle bir nurdur ki; onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Ulusların tutsaklığı üzerine kurulmuş kurumlar her tarafta yıkılmaya mahkûmdur.”
    “Yeni Türk Devleti’nin yapısal özü Ulusal Egemenliktir.”
    (1 Nisan 1923)

Temel amaç çağdaşlaşma, uygarlaşma olarak kondu. Kemalizm veya Atatürkçü Düşünce Sistemi, özünde bir Çağdaşlaşma Tasarımıdır, bir Uygarlık Projesi ‘dir. Ata’nın deyimleriyle “Us ve bilim” O’nun tek manevi mirasıdır ve ‘ sürekli devrimcilik ‘ ile kendini sonsuza dek yenilemesi de kesin güvencesidir.

  • “Uygar olmayan insanlar, uygar olanların ayakları altında ezilmeye mahkûmdurlar..”

Dinin kötüye kullanılmasına ve siyasete alet edilmesine şiddetle karşı çıktı :

  • “ Bizi yanlış yola sevk eden soysuzlar, bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülüklerden gelmiştir. ” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 2, syf 127, 1923)

Atatürkçü düşünce sisteminin dış politikası :

  • “Bizim dış politikamız basit ve doğrudur. Herkesle dostluk kurmak isteriz.. Fakat hiç kimse ile ittifak ve bloklaşma yapmayız” (Dr. T. Rüştü ARAS, Atatürk’ün 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanı.[1])

Yurtta barış, dünyada barış!” ilkesi ile “Bir ulusun yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş cinayettir. Türkiye Cumhuriyeti dünya barışının korunması için elinden geleni yapacaktır.” diyerek, bir asker olmakla birlikte barışı yüceltmiştir. Ülkemizin dünya barışına katkı vermesi gibi saygın ve evrensel bir politika hedefini önümüze koymuştur.

“ Hiçbir ulusun karşısında olmayan ve Türkiye’nin güvenliğini öncelikle amaçlayan barışçı bir tutum, Türkiye’nin sürekli ilkesi olacaktır. Türkiye, ulusal bir siyaset izleyecektir. Ulusal siyaset şudur : Sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı korumak ve ulus ve yurdun gerçek mutluluğu ve esenliği için çalışmaktır..” değerlendirmesiyle özgüvenimizi pekiştirmiş ve hiçbir ulusun karşısında olmamak üzere ulusalcı-bağımsız, denge politikaları izlememiz gerektiğinin altını çizmiştir.

Atatürk neler yapmadı               ?

O, dini siyasete alet ederek din bezirgânlığı yapmadı. Günde 8 vakit (!) namaz kılmadı.
O, Devlet kadrolarını ve olanaklarını yakınlarına peş keş çekmedi. (nepotizm – yandaş kayırmacılık)
O, Devlet ve Ulus düşmanları ile işbirliği içinde olmadı..
O, aile yakınlarına, dostlarına ve arkadaşlarına geriye dönüşü olmayan krediler açmadı.
O, eroin satıcılarını, usulsüzlük ve yolsuzluktan yargılananları Meclis’e sokmadı.
O. zenginlerin yatlarında ve yalılarında tatil yapmadı..
O, Ülkesini 450+ milyar $ borçlandırmadı, öldüğünde ülkemiz yoksul ama borçsuz, onurlu, 15 yıllık toplam enflasyon salt %2.2 (iki!) idi! Ekonomi 15 yılda 2’ye katlanmıştı. Bir yandan Osmanlı borçları ödeniyordu.
O, Tam Bağımsızlık, özgürlük ve ulusal egemenlikten hiç ödün vermedi.
O, Yurtiçi ve yurt dışı bankalarda gizli hesaplar açmadı. Kalıtını, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu.. gibi ulusal kurumlara bıraktı. (son yıllarda İŞ Bankası kârından bu 2 Kuruma aktarılacak pay engelleniyor..)
O, dar kadroculuk anlayışıyla, ‘Bu bizdendir diyerek Devlet kadrolarını yeteneksizlerle doldurmadı.
O, bedevi çadırında Arap bedevisinden azar işitmedi.
O, “Benim vatandaşım işini bilir.” diyerek rüşvet ve yolsuzluğu meşrulaştırmadı.
O, eski bir Cumhurbaşkanı gibi, “Ben hesabımı mahkeme-i kübrada veririm..” diyerek halka hesap vermekten kaçınmadı. Tersine, 10. Yıl Söylevi’nde Ulusuna açık açık, yüzünün akıyla hesap verdi :

“Büyük Türk Ulusu! On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde başarı vaadeden çok sözlerimi işittin. Mutluyum ki, bu sözlerimin, hiçbirinde, Ulusumun, hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.

O, Dönemin güçlü devlet başkanları karşısında el pençe divan durup icazet almadı.
O’na hiçbir devlet başkanı “aptal olma” diye açıkça ve çok ağır biçimde aşağılayıcı mektup yaz(a)madı!
O, Yasayla kapatılan tarikat ve tekke şeyhleriyle Devlet konutunda yemek yemedi. Dizlerinin dibinde çökerek poz vermedi.
O, Kamu ihalelerine aracılık yapmadı. Ülkesini pazarlamadı, Türkiye’yi bir A.Ş. gibi yönetmeyi düşünmedi! O, Yurt dışında mülk edinmedi. Ölçüsüz ve hukuksuz malvarlığı yüzünden ABD tarafından şantaj görmedi.
Borsa oynayarak, annesinin çıkınından çıkan paralarla (!?) zenginleşmedi.
O, Ülke ekonomisini iflas eşiğine sürükleyip yabancıların denetiminde finans şebekelerine teslim etmedi.
O, Türkleri tarih sahnesinden ve Anadolu’dan silmeyi öngören Sevr’i yırtarak bağıtlayanları HAİN saydı.
O, sömürge valisi edasıyla Türkiye’de istedikleri yerde denetleme yapmak isteyen büyükelçi ve yabancı kurullara izin vermedi.
O, Ülkesini ve Ulusunu, sonu yıkımlarla bitecek tehlikeli dış politika serüvenlerine sürüklemedi.
O, Devletin saygınlığını, Türk Ulusu’nun onurunu zedelemedi ve zedeletmedi; yüceltti.
O, güçlü devletlerin diplomatik veya fiili tehditlerine karşı kişiliksiz bir politika izlemedi; Montrö’yü kopardı, Hatay’ı diplomasi ile anavatana kattı. (Son zamanlarda Ege’de çok sayıda adamız işgal edildi!)
O, himaye ve mandacılığı reddetti, asla teslimiyetçi olmadı; İSTİKLALİ-İ TAMME (Tam Bağımsızlık) aşığı idi.
O, sanatı ve sanatçıyı hor görmedi. Bir sanat yapıtına, İçine tüküreyim böyle sanatın demedi, dedirtmedi, tersine sanatı ve sanatçıyı yüceltti, bu alanda da Devrimlerle kurumlaşma sağladı.

Yüce Atatürk’ün şaşmaz hedefi, TAM BAĞIMSIZLIK (=İSTİKLAL-İ TAMME!) idi.

  • “Bu ise mali bağımsızlıkla gerçekleşebilir. Mali bağımsızlığın korunması için ilk koşul; bütçenin ekonomik bünye ile denk ve uygun olmasıdır. Herhalde Türk yurttaşı kesin olarak bilmelidir ki; bir ulusun insanlık ve uygarlık dünyasında yükselmesi ve başarılı olması yalnız ve ancak kendi gücüne dayanarak özgürlük ve bağımsızlığını dokunulmaz bulundurmasıyla olasıdır. Bunun başka çözüm yolu yoktur” diye TAM BAĞIMSIZLIĞIN vazgeçilmezliğini vurguladı, denk bütçe yaptı, borç almadı.

Reçete gerçekte yalın       : Devrimin hedefini kavramış olanlar, daima onu koruyabilecek güçtedir.”

diyerek yüreklendirdiği, tüm mazlum uluslara öncü olduğu, “İNSAN” ve “GERÇEK” olduğu için O’nu özlüyor ve anlayarak – anlatarak anıyoruz, anacağız.. İnsanlığın yolu Aydınlanma yönündedir. Tarihsel süreç bu olgunun net ve kesin kanıtıdır. Devrim ve ilkeleri günümüzde de Türkiye’mizin ve tüm mazlum ulusların özgürlüğü ve bağımsızlığı için geçerli ve güvencedir! Tarihin tekerleği, asla geri döndürülemeyecektir.

  • Yüce ATATÜRK’ümüz;Seni anlıyoruz ve tüm insanlığa da anlatacağız!

Biz, yani Atatürk’ün ardılları, devrimciler, aydınlanmacılar us ve bilim ile, örgütlü Ulusumuzla kazanacağız.

Sevgi ve saygı ile. 10 Kasım 2021 / 83. Yıl, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Kamu Yönetimi Siyaset Bilimci (Mülkiye)
ADD Bilim Kurulu 2. Bşk., Genel Başkan Yrd. / Vekili (2004-6)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

[1] T. Rüştü Aras Tıp Doktorudur ve dönemin Birleşmiş Milletler örgütü olan Cemiyet-i Akvam Başkanlığı da yapmıştır.