Etiket arşivi: Başbakan Tayyip Erdoğan

Rüşvet dosyasını Tayyip Erdoğan mı örttü?

Rüşvet dosyasını Tayyip Erdoğan mı örttü?

Necati Doğru
Necati Doğru

SÖZCÜ, 11 Ekim 2015

Ankara acı bir gün yaşadı. Ülkemiz, insanlarımız, gençlerimiz yıkıma çekiliyor. Kim patlattı, amacı neydi? Nefreti artırmayı mı amaçlıyordu, seçimleri mi iptal ettirmek istiyordu, iktidar partisine oy kazandırmak ya da kaybettirmeyi mi planlıyordu? Yazacağım. Bu gün, dün bu köşede yer alan konuyu devam ettirmek istiyorum.

Soru sorma hakkımız var. Hakaret olmaması gerekir.
Zaten rüşvetten kaçılır kaderden kaçılmaz. Daimler Benz otobüs üretir. Dünyaya satar. 22 ülkede 10 milyon Euro’dan çok rüşvet yedirmiş bolca otobüs satmıştı. 22 ülkeden biri de Türkiye olmuştu ve Türkiye’de 7 devlet kurumunun önde gelenleri ile bir özel şirketi “rüşvet torbasından” yemlenmişti. Dün bu köşede isim isim ve yenilen rüşvetleri de rakam rakam yazmıştım. O yazıyı da bu yazıyla birlikte okuyun. Eksik-gedik kalmasın. Soru tam yerine otursun.
* * *
Kısaca özetleyeyim :
Daimler’in rüşvet torbasından dağıttıklarını basına ve halka ilk kez o zaman Konya Milletvekili olan hukukçu Atilla Kart duyurmuştu. Meclis’te de “soru önergesi” vererek Başbakan, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı’ndan “Rüşvet dosyasını gizlendiği yerden çıkarmalarını” istemişti. Çünkü Alman Daimler Benz şirketi, onun ABD’deki firması ve Türkiye’deki kolları “rüşvet dağıtarak bu kirli, pis, aşağılık otobüs satışını yaptığını” kabul etmiş, Amerikan adaletine 180 milyon Dolar ceza ödeyerek dosyayı kapattırmıştı. Ancak olay dünya basınında yazılıp duyulduğu için bizim Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), görevi gereği ABD Sermaye Piyasası Kurulu’ndan (SEC) bilgi, belge, kanıt ne varsa topladı ve Adalet Bakanlığı’na “ortada vahim rüşvet yemlemesi var, rekabeti, adaleti, eşit yarışmayı hançerlemişler” diyerek önüne koydu.

* * *

Dün ayrıntıyı yazmıştım. Kısaca hatırlatayım.
Otobüsler satılmış. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’na. Otobüs başına: 3.315 mark.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne. Toplam: 5.836.250 Euro.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne. Toplam: 130.000 mark.
İçişleri Bakanlığı’na. Toplam: 28.177 mark.
Bir memura: 300 dolar. Polis derneğine: 1.500 mark.
Dilovası Belediyesi’ne. Toplam: 64.000 mark.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na. Bir askeri yetkiliye: 5.000 mark.
İETT’ye. Mrs X’e 50.000 mark. Ali Kemal’e 5.000 mark.
Benz Türkiye firmasına: Toplam miktar bilinmiyor. Rüşvetler yedirilmiş.
* * *

İşte yukarıda dökümü görülen rüşvet dosyası tüm bilgi, belgeleriyle birlikte Türkiye’nin Sermaye Piyasası Kurulu tarafından Adalet Bakanlığı’na verildi. Yıl: 2012 Aralık ayıydı.
Adalet Bakanı: Sadullah Ergin. Başbakan: Tayyip Erdoğan’dı.
Şimdi soruyu tekrarlıyorum : Adalet Bakanı Sadullah Ergin bu dosyayı Başbakan
Tayyip Erdoğan’a verdi mi? Verdiyse Başbakan Erdoğan niçin bunu adalete intikal ettirmedi.
Vermediyse niçin vermedi. Rüşvet dosyasını kim örttü?
Yıl 2015 olmuştu.
Başbakan değişmişti.
Milletvekili Atilla Kart, yasama görevi gereği Meclis’te soru önergesi vererek yeni Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan dosyanın akıbetini sordu. 15 günde cevap vermesi gerekirdi. Vermedi. Cevap için ek süre isteyebilirdi. Ek süre de istemedi. Tek kelime cevap vermedi. Niçin? Dosyanın örtülmesini yeni Başbakan da mı istedi? Kim örttü dosyayı?
*****
Gazeteciye mezarında tekzip gönderdi!

Cüneyt Arcayürek, 87 yaşında 23 Haziran 2015 günü yaşama gözlerini yumdu. Işıklar içinde yatsın. Ben O’nunla Güneş Gazetesi’nde birlikte çalışmış, Cumhuriyet Gazetesi’nde birlikte yazarlık yapmıştım. Cüneyt Arcayürek ölmeden önce yazdığı bir yazıdan ötürü mezarında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan tekzip yedi. Bizim ülkemizde gazetecinin hası mezarında da tekzip yiyendir!

=============================

Biz de sorunun yanıtını bekliyoruz..
Erdoğan, Davutoğlu…
Haydi, ses verin…

Sevgi ve saygı ile.
12 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tolga Yarman : Çatı Aday Hakkında..


Dostlar
,

Ülkemizin karşı karşıya bırakıldığı ÇATI ADAY ikilemi sorununda, yüzakı bilim insanlarımızdan Sn. Prof.Dr.Tolga Yarman’ın nefis yazısını paylaşmak istiyoruz.
Dikkatle okunmalı bu yüksek zekalı insanın feryadı ve çoook yerinde uyarıları..

Sevgi ve saygı ile.
23.6.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Sayın Prof. Tolga Yarman diyor ki:

Türkiye’de askerî vesayet bitti”, diye zafer çığlıkları atanlar, kör gözlerini artık açıp, görmelidirler ki, Türkiye’de, bir tek vesayet vardır, o da Pentagon (ABD Genel Kurmayı) vesayetidir ve bu vesayet, el hak aralıksız, devam etmektedir.”

Türk Ordusu’nun vesayetinden dem vuran gafiller.. Buna ne diyorsunuz? Doğru mu, yanlış mı, uydurma mı? Bu sözün doğruluğu üzülerek yaşanmaktadır.  

ZURNANIN ZART DEDİĞİ NOKTADAYIZ.. 
NE Kİ, TÜRKİYE SAHİPSİZ DEĞİLDİR!

portresi

Tolga Yarman, Prof. Dr.
18 Haziran 2014 

Çatı Cumhurbaşkanı Adayı’nın belirlenmesine ilişkin tesbitlerimi ve kaygılarımı belirtmem (bedeli her ne olursa olsun, bu güne kadar olduğu gibi, bugün de,
şerefle öderim),
 temel bir soumluluktur.

“Türkiye’de askerî vesayet bitti”, diye zafer çığlıkları atanlar, kör gözlerini artık açıp, görmelidirler ki, Türkiye’de, bir tek vesayet vardır, o da Pentagon (ABD Genel Kurmayı) vesayetidir ve bu vesayet, el hak aralıksız, devam etmektedir.

Bu satırların yazarı, Amerikan aleyhtarlığı hiç yapmamıştır. Tersine, Batı’nın, başta da, ABD’nin en bıçkın ve en cennet bilim tornalarından çekilerek yetişmiştir; buralarda, hocalarından başlayarak, arkadaşlarına, giderek meslekdaşlarına ve öğrencilerine varıncaya değin, engin bir yelpazede, ebedî dostlukları vardır. Bu ne kadar böyleyse, epeydir bölgede yuvalanmış ve şunca yıldır, şunca milyon insanın kanını içerek, yaşayagiden savaş makinasının parçası olmayı, Amerikalı Dostları’na da haykırdığı şekilde, dibine kadar reddetmektedir. Büyük Atatürk’ün işaret ettiği gibi, savaş eğer savunma için değilse, cinayettir. Bölgemizdeki savaş ise, kim ne derse desin,
düpedüz petol savaşıdır.

Ülkemizin, saymakla kolay bitmez  sorunları vardır…İşte, gelir dağılımındaki adaletsizlik sorunu, işsizlik sorunu, Kürt sorunu, enerji sorunu… Devam edeyim,
yok Irak’ın yalan dolanla işgaliydi, BOP’tu, açılımdı, saçılımdı, Yeni Osmanlıcılık’tı, Arap Baharı’ydı, yamacımızdaki Suriye yangınıydı, giderek, mezhep savaşı çıkartılmak istenmesiydi, hatta bunun maalesef, önemli ölçüde kotarılmış olmasıydı, derken, aklınıza artık, hangi temel sorun geliyorsa..

Bunların hepsinden daha önemli olanı,TEMSİLİYET BUNALIMIDIR.  Seçim sistemimiz katiyen adil değildir. Üçte birlik oy oranları ile üçte ikilik parlamento çoğunlukları
elde olunabilmektedir ve bunu adına kör kör parmağım gözüne, “halk iradesi” denebilmektedir. İstanbul’dan, Ankara’dan başlayarak, hemen bütün kentlerimizde,
yerel yönetim seçimlerinde, bu seçimler, “iki turlu” yapılmadığı için, tam bir kumar anlayışıyla, dörtte birlik, her hal-u karda yarının hayli altındaki oy oranlarıyla,
belediye başkanları seçilebilmektedir… Bu çerçevede, güya iktidara seçilmiş bir azınlık, konumunu kalıcılaştırabilmek üzere, karşısındaki en az, öteki bir yarıyı, “milli irade”, yaygarası ardında, yok saymaya, giderek imha etmeye, girişmekten kaçınmamaktadır. Genel seçimde %10 barajı bir faciadır. Partilerin içlerinde demokrasinin “d” si yoktur. Hasbel kader yonetime gelmiş olanlar, mevcut il ve ilçe yönetimlerini, bir çırpıda görevden almakta; buraları, atamalarla doldurmaktadırlar. Atananlar, kendilerini, ilçelerden başlayarak yapılan kongrelerde, seçecek olanları döşemekte; döşenenler, kendilerini döşeyenleri, seçmekte… Döşedikleri suretiyle, saygıdeğer istisnaları saymazsak, seçilenler, kendilerini atayanları, gidip büyük kongrelerde sözüm ona seçmekte  ve deveran böyle sürüp gitmeltedir.
Böyle bir çerçevede, liderlerin, çoğunlukla, astığı astık, kestiği kestiktir..
Hani “meydanlardan seçilerek bir tek onlar gelmektedir”, denilebilir.

Bu ne kadar böyleyse de, lider sayısı, dördü beşi geçmeyince, bunların, ayrıca geniş örgüt yapılanmalarına oturuyor olmamaları sebebiyle, dış odaklara yular kaptrmaları
çok olağan olup; o odaklar bu dört, bilemediniz beş özneyi, manüple etmek suretiyle, ülkemiz gibi 80 milyonluk bir nüfusa merdiven dayamış bir ülkeyi, parmaklarında,
fırıl fırıl oynatabilmektedirler.

Bakarsınız, partilerin tabanlarında bıçkının bıçkını emektarlar dururken; parti liderleri, bunların tümünü es geçebilerek, partilerinin tabelalerının altından geçmemiş,
hatta başka partilerin tabelalaları altında dolaşmış, söz konusu partilerde, demek ki, zinhar tabanı olmayan, nice eşhası, parti yönetimlerine, giderek, milletvekili kadrolarına dolduruverebilmektedirler.

Geçende bir partinin en üst düzeyde bir yöneticisine sormaktan kendimi alamadım: Allaşkına, bu partiyi kim yönetiyor?, dedim. “Lobiler, Hocam!”, dedi,
bütün samimiyetiyle, sağ olsun… Lobiler demek, sonuçta “dış güçler” demektir.

Ne oldu şimdi: Partilerimizin tabanları, has evlatları, fena halde ve sür git, aldatılmaktadırlar.  

“Demokrasi” naraları atanlar; aslında, şu hinin hini; partilerin tabanlarından başlayarak, toplumumuzu aldatma sözde özgürlüğünü; tam bir demokrasi katliyle, kurumsallaştırmaya  yeltenenlerdir.

Bunları, partilerin tabanlarıyla birlikte, hastalığı tabii, hisseden halkımız, boyunlarına dolanmış, dış odakların yularlarından çekip, içimizden kovmayı, inanıyorum, bilecektir. Bilhassa, yakın tarihimiz; üstüne esaret gömleği geçirilmek istenen halkımızın, bunu nasıl yırttığının, destanlarıyla doludur.

Bu çerçevede, Onlar’a buradan haykırıyorum: Canımıza yettiniz… Alın tımarınızı,
verin atımızı!.. Çekilin artık çakı gibi birikimlerin, yürekli yiğitlerin, ülkemizi ve bölgemizi, aydınlıklara taşıma yolunda, ayaklarına habire pranga olmaktan…

***

Uzatmadan, günümüze geliyorum.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, yol boyu çok vebali vardır. Paralel devletin de mimarı O’dur,  Ergenekon’un Savcısı da…  Ordu’ya kumpas, 12 Eylül (AS: 2010) Anayasa Referandumu uzantısında, yargının, maatessüf istenildiği gibi, şekillendirilmesiyle başlamıştır. O tarihte, Sandık’ta sağladığı başarı ne denli dikkate değerse de, sonuçta stratejik ketenpereye getirildiği gün gibi ortadadır.

Tayyip Erdoğan, sonuçta, vebali ne kadar hacimli olursa olsun, her faninin haysiyetini  ezdirmesinin bir sınırı olup, bir süredir, boyunduruktan kurtulma çırpınışları sergilemeye başlamıştır. Bu olgu, kendisinden, sergileyegeldiği cürümlerin hesabının sorulmayacağı anlamına gelmez.

Vakıa şu ki, Tayyip Erdoğan’ı; yok BOP Eşbaşkanı idi, yok Esat’tı, Esed oldu, Suriye’ye icbar edildi, yok, Kürecik Üssü idi, koca İran’ı açıktan tehdit etme noktasına sıkıştırıldı, ne oldu, yaptıklarıyla kaldı, ama yine de, yetmedi, ABD çoktan gözden çıkartmıştır.

Tayyip Erdoğan, günahı boynuna, ama namusla konuşmak gerekir, sıradan bir lider hiç değildir, çok inançlıdır, çok dirençlidir. Ve elhak, son yerel seçimin (​30 Mart 2014), bir galibi, bir de mağlubu vardır. Galip, tek başına, Tayyip Erdoğan’dır,
mağlup ise (ülkemizde, yanına almayı başardığı, zaten yanında olagelmiş),
muhalefet partilerimiz ve AKP gövdesinden kopan, esasen yanındaki Pensilvanya saçağı ile birlikte, koca ABD Yönetimi’dir.

Yerel Seçim öncesi, Penisilvanya ve muhalefet partilerimizin koalisyon gerçeği,
o kadar açıktır ki, Penisilvanya saçağına ait olduğu bilinen yayın organları, “zınk” diye bir “U Dönüşü” ile, daha önce, kanlı bıçaklı oldukları, söz konusu muhalefet partilerinin sözcülerini övgülerle birlikte, sayfalarına, ekranlarına, taşımaya, koyuluvermişlerdir.

Tayyip Erdğan, bu süreçte; Devlet’in içinde, besbelli dış destekli olarak yuvalanmış, “delil imalat merkezlerinin”, giderek ilgili emniyet unsurlarının, yargı unsurlarının, bilerek bilmeyerek dahil oldukları örgütlü cürmü; bütünüyle; “paralel devlet” söylemini icat ederek, muhalefetin kucağına bırakmayı başarmış; o muhalefete ise, dikkate getirdiğim, esasen, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin suç duyurusuyla, giderek işte, 18 Haziran 2014 tarihli, Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz Davası ile ilgili olarak verdiği, şamarvari bozma kararıyla, sübut bulmuş olan örgütlü cürmün, heyhat, “deterjanı” rolüne atlayıvermiştir. İnanılr gibi değildir!.. Dış destekli, üstelik başta Silahlı Kuvvetlerimiz’e karşı örgütlü cürüm işleyenler, şimdilik, muhalefetin şemsiyesi altında olarak,
rahatça nefes alabilmektedirler.

Cumhurbaşkanlığı Seçimi, bundan önce, yerel seçimlerde olduğu gibi, tek başına Tayyip Erdoğan ve çatı adayı çıkaran, ABD güdümlü, muhalefet arasında geçecektir. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.

Çatı Adayı çıkartan muhalefet partileri, bu çerçevede, tiyatrolarını dahi doğru düzgün oynayamamışlardır. Çeşitli ziyaretleri “tam kaşelidir” ve koskoca ulusumuzu,
maatessüf aldatmaya yöneliktir…

Koskoca Cumhuriyet Türkiyesi’nin Partileri’nin, üst yönetimlerinin, az önce resmini çizdiğim demokrasi zaafiyetimizle, dış boyunduruk altında olması sonucu,
okyanus aşırı rüzgârlarla önlerine gelen talimatı, maiyetteki, alelade,
daire başkanlıkları imişlercesine, esas duruşta, uygulamaları,
zurnanın zart dediği noktadır.

Hepsinden çok içimi, şu kervanın başında, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve
O’nun omuzdaşlarının, binbir çileyle kurdukları o dimdik, Cumhuriyet Halk Partisi’nin,
bugünkü  yönetiminin olması, acıtıyor.

Lamı cimi yoktur, bu yönetim unsurları, başta (şahsına halisane bağladığımız umutları tutam tutam yele savuran) Sevgili Kemal Kılçdaroğlu olmak üzere,
tarihe hesap vermekten kaçamayacaklardır.

  • Ey CHP, Ey Sevgili örgüt: İşgal altındasın! Bugünden tezi yok, olurdu olmazdı, toplanmalı, tartışmalı, toplayacağın kurultayda, şu sakil mazaraya,
    haddini bildirmelisin!

Çatı, cumhurbaşkanı adayı çok değerli insanımız                          :

Dürüst, derin müktesabatı olan herkes gibi sen de elbette çok saygıdeğersin.
Ancak, sen söz konusu partilerin adayı değilsin. Buralarda yapılan sözde anketlerin hiçbirinde adının tek bir harfi dahi telaffuz edilmedi. Senin de içinde bulunacağın adaylar arasında, söz konusu tabanlarda bir anket yapılsa, buradan, hiçbir biçimde
sen çıkamazsın. Sen, lütfen kusura bakma, aklına gelmese de, gerçek şu ki;
Tayyip Erdoğan’a karşı, bizlerin kucağına bırakılmak istenen adaysın.
 Bugün sen ve Tayyip Erdoğan karşı karşıya kalsanız, Tayyip seni maydanlarda, arkanda hangi, hacimli müktesebat ve hangi güçlü medya unsurları olursa olsun, çıtır çıtır yer. Ama asıl olacak olan, senin açından daha da kötüdür. BDP + HDP,“kapsayıcı” bir aday çıkartsa, ki olacak olan odur, ilk turda oylar yuvarlak, şöyle dağılır:

Sen % 30’den az, BDP+HDP % 30’dan çok, Tayyip Erdoğan % 40’tan az.

Bu durumda 2. tura sen değil, BDP+HDP’nin adayı kalır ve Tayyip ABD’nin
bugünkü Yönetimi’ni, bir kez daha yener. “Helal olsun!” dedirtir,
ayrıca, hemen herkese.. Bu durumda, ikinci turda muhakkak çıkar.

Bir şey daha söyleyeyim, çatı, cumhurbaşkanı adayı çok değerli insanımız:

Cumhuriyet’in inançla bir sorunu hiç olmamıştır. Cumhuriyet’in sorunu, yobazlıkladır. Yobazlık, malum, karşındakine, tartışmayı, sorgulamayı, men ederek,“dediğim dedik” dediğini, dayatma cürmünün adıdır.  Her mecrada yobaz olur… En ummadık yerde, örneğin bilim dünyasında bile olur. “Cumhuriyetçi geçinenler” arasında da olur… O nedenle, “Cumhuriyet” derken, çarşaf yakan, İmam Hatip Mezunları’na farklı ölçütler uygulayan, Kuran Kursları’na kan kusturan, “laikçi yobazlardan” bahsetmiyorum… Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından bahsediyorum… O Cumhuriyet’in, inançla sorunu,
o kadar yoktur ki, Diyanet İşleri Başkanlığı bir Cumhuriyet Kurumu’dur.
 Yalnız hangi Diyanet: Aklı naklin önüne çeken, inancın, egemeni payandalamasına karşı duran, inancı bir defa, şekilden ibaret hiç saymayan, hakkaniyetsizliğe, adaletsizliğe başkaldırı vecibelerinden, ayırmayı inançsızlık addeden Diyanet… O Cumuhuriyet’i bana iki cümlede tarif et, dersen, “Yönetimde akıl, inançta akıl”, derim. Yönetimde akıl,“Hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir!” düsturunda vücut bulur. İnançta akıl ise, Diyanet’in, nakli, aklın önünde tutmasında, vücut bulur…

Bu çerçevede, laiklik (bunun hala daha Türkçeleştirilememiş olması, bir aydın ayıbı olarak), bir inanç barışıdır. Söze yakışan Türkçe karşılık ise, “inançta akliliktir”.

Bizim laikliğimiz, besbelli, Batı Laikliği zaten değildir. İmamlarımız, müezzinlerimiz, devletten maaş alırlar. Ezanlarımız, çanların çalma özgürlüğü yanı sıra, dinimizin temelidir. Şehitlik, bir devlet payesidir. Şehidin ailesi devletten maaş alır. Ve ne yazık ki, bu dediklerim, evet kabul ediyorum, başta bir aydın ayıbı olarak, yeterince çözümlenmez (analiz edilmez), konuşulmaz, telaffuz edilmez… Kurumsal boyutta çalışılmak hiç istenmez… Hatırlatmak isterim ki, bölgede, yıllardır dikkat çektiğim doğrultuda bir “mezhep savaşı” çıkarılmak istenmekedir ve bu amaç bugün itibariyle maatessüf, önemli ölçüde başarılmıştır… Korkum, ne biliyor musun?

Seni cumurbaşkanlığına getirmek isteyen, büyük strateglerler (yanılmayı çok isterim, ama işte), bu süreçte emelleri için, piyonlaştırmak isteyenlerdir! Bu koşullarda görevi kabul edebilir misin? Yönetimdeki aklımızı, işte yazının girişinde anlattım, çalan, temsiliyet bunalımının hat safhada olduğu; inançtaki aklımızı ise, nakle karşı yok etmek isteyen, inancımızı bu bağlamda özünden boşaltıp, salt egemene biat aracına ve
ona her koşulda rızacılığa dönüştürmeye kurgulanmış, şu sürecin, önüne koşulmak
ister misin?.. Düşün lütfen!

BDP+HDP Yönetimleri! Üstünüze düşen sorumluluğu anlıyor musunuz!
Bugüne kadar, o oldu, bu oldu, Ankara’nın yıllar içinde az vebali olmadı, doğru,
ancak sen de az yalpalamadın.

  • Unutma ki, emperyalizmin kucağında milli kurtuluş savaşı olmaz!.. 

Bu olguyu artık ve muhakkak idrak etmiş olmalısın!..

Yeri gelmişken belirteyim: Büyük bir devletin dostu olmak demek, O’nun maşası olmak demek değildir. Maiyet memuru olmaz, ancak ve elbette şahsiyetli ve güvenilir bir müttefik olabilirsiniz. Ne maşa, ne de bölgedeki canavar savaş makinesinin parçası olur, ancak etrafınıza her daim, üstelik kişilikli ve gerçekçi tavsiyelerde bulunarak, vazgeçilmez bir dost kalabilirsiniz.

Tayyip Kardeşim: Bugüne kadar hiç karşılaşmamış olsak da, tarafıma duyduğun saygıyı, “selamından”, biliyor olup, bana kulak vereceğine inanıyorum;
bu çerçevede, sana bir hoca nasihati eyleyeceğim…

Biliyorum, durumun çok yönlü, çok kritik. Aday olursan, evet seçilebilirsin. Şu ki,
seni en çok düşündüren, yukarıya gitsen mi, kendini daha çok düzlüğe taşıyabilirsin, Başbakan kalsan mı? Aklından geçen şu olmalı: Yukarı gitsen, önümüzde ne olacağı pek belli değil, indirilip, evet, Yüce Divan’a sevkedilebilirsin. Başkanlık Sistemi tesis olunmadı. Her ne kadar yetkilerinle Hukumet’e, Başkan gibi davranmaya kalkışabilecek olsan da, Başbakan, biliyorsun, Basbakan’dır ve seni her an icradan uzak tutabilir. Yukarıdan, yani, sonunda (keşke yanılsam), indirileceksindir. Onun için, Başbakan kalıp, mücadelene devam etmen, hakkında, şimdilik en hayırlısı!.. Bu durumda, gel,
düzgün, helal süt emmiş, her zerresine kadar bu toprakların çocuğu, aynı zamanda Dünya aydını, bir aday belirleminin öncülüğünü yap! Çok var, öyle has insan,
bu topraklarda…

O zaten ilk turda, “cup” diye Köşk’e çıkar… Allah yardımcın olsun!..

Ey, her partiden milletvekilleri, durumumuz budur.
Bu asil milletin, öyle ya da böyle, ama işte vekilleri olarak, şimdi ellerinizi
vicdanlarınıza koyup, karşı karşıya olduğumuz muhasarayı kıracak, adımlar atma yükümlülüğündesiniz.

Yolunuz açık olsun!..
Yalnız unutmayın, sizinle ya da sizsiz,

Türkiye sahipsiz hiç değildir!..

TESUD BASIN BİLDİRİSİ : BALYOZ ve ERGENEKON’da YARGILAMA YENİLENMELİ!


Dostlar
,

Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) adına Genel Başkan Em. Korg.
Sayın Erdoğan Karkuş, 07.12.13 günü Ankara Sakarya Caddesi’nde saat 13:30 dolayında aşağıdaki basın açıklamasını okudu. SESSİZ ÇIĞLIK eyleminin 63 haftasında biz katılımcılar da dinledik.

Son derece sağlıklı bir düşünsel mantık kurgusuna dayanıyor açıklama..

Evet.. Balyoz – Ergenekon düzmece davalarında sözde yargılanan ve ağır cezalara çarptırılan TSK’nın önceki Genelkurmay Başkanı Sn. Org. İlker Başbuğ da içinde olmak üzere komutanlar; yıllardır yargıdan saklanan, mahkemeye istendiği halde verilmeyen, dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer gibi doğrudan tanık ve uygulamacılarının Mahkemede dinlenmesi istemlerinin inat ve ısrarla geri çevrildiği bir sözde yargılama süreci sonunda, MGK Kararının Hükümetin yazılı buyruğu ile gereğini yerine getirdiklerini net olarak kanıtlamışlardır.

Emir yasalara uygun, yazılı ve somut olarak ortadadır.

  • Balyoz – Ergenekon düzmece davaları bir kez daha çökertilmiştir.

Artık ülkeyi daha fazla germeden, geri adım atmak için tertipçiler açısından da dayanılabilecek bir gerekçe, yepyeni bir durum söz konusudur.

İlgili yargılama süreçlerini de, hükümeti de.. durumu serinkanlılıkla değerlendirerek YARGILAMANIN YENİLENMESİ kararı verilerek hızla duruşmalara geçilmeli,
“sanık” – “hükümlü” yapılanlar salıverilerek tutuksuz yargılanmalı ve kanıtsız kalan
bu davalarda hızla aklanma kararı verilmelidir.

İlgili Ceza Muhakemeleri Yasası maddesi aşağıdadır..:

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası madde 311 :

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: YARGILAMANIN YENİLENMESİ
HÜKÜMLÜ LEHİNE YARGILAMANIN YENİLENMESİ NEDENLERİ


(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde
hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:

a)Duruşmada kullanılan ve hükmü etkileyen bir belgenin sahteliği anlaşılırsa.

b) Yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek biçimde hükümlü aleyhine kasıt veya ihmal ile gerçek dışı tanıklıkta bulunduğu veya oy verdiği anlaşılırsa.

c) Hükme katılmış olan hâkimlerden biri, hükümlünün neden olduğu kusur dışında, aleyhine ceza kovuşturmasını veya bir ceza ile mahkûmiyetini gerektirecek biçimde görevlerini yapmada kusur etmiş ise.

d) Ceza hükmü hukuk mahkemesinin bir hükmüne dayandırılmış olup da bu hüküm kesinleşmiş diğer bir hüküm ile ortadan kaldırılmış ise.

e) Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa.

f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir.

(2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 4.2.2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 4.2.2003 tarihinden sonra Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır.

******************************

a, b ve e fıkraları somut olaya hemen hemen doğrudan uymaktadır.

Türkiye hızla “normalleşme” sürecine sokulmalıdır.
Bu tutum, tüm taraflar için en yararlı “optimal” çözüm olarak görünmektedir.
f fıkrası ise, dava konu AİHM’ne gittiğinde kaçınılmaz gibi gözükmektedir..
Bu yolla tahliyeler birkaç yıl daha ötelenmiş olacaktır, o denli!

Lütfen ve hemen..
Artık yeter..  Bunca kin ve intikam ülke için de taraflar için de “hayırlı” değildir..

  • BALYOZ ve ERGENEKON’da YARGILAMA YENİLENMELİ!

Sevgi ve saygı ile.
9.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==========================================

TESUD_logosu

Türkiye Emekli Subaylar Derneği’nin (TESUD),
26 Ağustos 2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu Kararı ile Türk Silahlı Kuvvetleri personeline ilişkin değerlendirmelerine yönelik 07 Aralık 2013 tarihli basın duyurusu aşağıda bilginize sunulmuştur.

TESUD BASIN BİLDİRİSİ

Sayın Basın Mensupları,

Basın ve Yayın Kuruluşlarından öğrenildiğine göre, 26 Ağustos 2004 tarihli
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında Fetullah GÜLEN Cemaati hakkında bir karar alınmış, bu kararda cemaat okullarının incelenmesi ve izleme alınması istenmiştir. Bu kararın altında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER,
Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN, Genelkurmay Başkanı Hilmi ÖZKÖK,
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah GÜL, Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER, Bakanlar Cemil ÇİÇEK, Vecdi GÖNÜL, Abdülkadir AKSU ile Kuvvet Komutanları Aytaç YALMAN, Özden ÖRNEK,
İbrahim FIRTINA ve Jandarma Genel Komutanı Şener ERUYGUR’un
imzaları bulunmaktadır.

Karar özetle şöyledir                       :

  • Fetullah Gülen Grubunun yurt dışı ve yurt içi faaliyetleri İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları ile MİT tarafından yakından takip edilmelidir. Gülen Grubuna ait özel okulların faaliyetleri incelenmeli ve takibe alınmalıdır. Grubun öğrenci evleri kapsamında yandaş edinme gayretleri dikkatle takip edilmelidir. Dini alet ederek yandaş toplama sistemi olan öğrenci evlerine engel olunmalıdır. Bu konuda ağır yaptırımlar uygulanmalıdır. Bunlara yapılan bağışlar Maliye Bakanlığı tarafından izlenmelidir.”

Bu kararın ortaya çıkması üzerine iktidar sözcüleri ve kimi ilgililer Ama biz bu MGK kararını yok saydık, hiçbir işlem yapmadık, yok hükmündedir. demişlerdir. Ancak, imzalanmış bir belgenin, yok hükmünde olduğunu söyleme hakkı imzalayan tarafa ait değildir. Çünkü, evrensel hukukta imza; imzalayanların irade, şeref ve
namusu kabul edilir.

Daha sonra başka işlem yaptıkları da ortaya çıkmıştır. Nitekim Başbakanlık Müsteşarı Ömer DİNÇER 28 Ekim 2004 tarihli yazısı ile bu eylem planının
devlet kurumlarınca uygulamaya konulmasını Başbakan adına emretmiştir.

Oysa, Cemaatin yayın organı 2009’da askerlerin hazırladığı İrticayla Mücadele
Eylem Planı
nı yayımlamış ve bunun bir Cemaati Bitirme Belgesi olduğunu
ileri sürmüştü. Bu belgeyi hazırladığı ve imzaladığı ileri sürülen Albay
Dursun ÇİÇEK
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.

  • Adalet’te, Hukuk’ta hiçbir vatandaşa çifte standart uygulanamaz.

Böyle bir durumla mücadele, yalnızca hukukçuların, yargının değil, bütün vatandaşların vicdani, insani sorumluluğudur.

Konu ile ilgili olarak değerlendirmemiz şu şekildedir:

-Ortaya çıkan bu belge ile Ergenekon ve Balyoz davaları çökmüştür.
Bu davalarda benzer belgelerle askerler ceza almışlardır.

– Yargılama aşamasında bu belgeler avukatlar tarafından talep edilmiş,
ancak Başbakanlık ve/veya Mahkeme tarafından gizlenmiştir.
Talep edilmesine karşın ilgili makamlarca yok denilerek gönderilmemiştir.

  • Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanan emekli ve muvazzaf askerler, MGK kararları doğrultusunda hareket ettiklerini vurgulamışlardır.

Hatta zamanın Başbakanlık Müsteşarı Ömer DİNÇER’in tanık olarak dinlenmesini istemişlerdir. Bu bildirim ve istemlerin hiçbirine itibar edilmemiştir.

-Sonradan Ergenekon davası ile birleştirilen İnternet Andıcı davasında sanıklar andıcın yasal bir faaliyet olduğunu ve MGK kararlarına da uygun olarak hazırlandığını savunmuşlardır.

Bu savunmaların hiçbiri de dikkate alınmamıştır.

-Balyoz davasında 2004’te Eskişehir’de hazırlanan bir istihbarat raporuna ilişkin olarak ise Mevcut MGK kararları, yönetmelik ve yönergeler gereği yapılan kimi faaliyetler olduğu açıklaması yapılmış, ancak kimse bu açıklamanın üzerinde durmamıştır.

– Şu anda da 28 Şubat davasında çok sayıda subay, general, amiral

İrtica ile neden mücadele ettiniz, MGK’nın aldığı ve Başbakanlığın emrettiği kararları neden uyguladınız ?” diye hesap vermektedir.

Sonuç olarak     :

Ergenekon, Balyoz,28 Şubat, Askeri Casusluk ve benzeri öbür davalar, siyasal davalar olup bu davaların amacı; Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’ni sindirmek, halkın gözünde itibarsızlaştırmak ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin uygulanmasını, yani ülkenin bölünmesine yardımcı olmaktır.

Bunu başarmanın tek yolu da Atatürkçü, laik, ulusalcı, tam bağımsızlıkçı,
yurtsever TSK’ni etkisiz hale getirmektir.

Ancak; açığa çıkan bu yeni belge, bütün yargılamaların tekrar yapılmasının gerekçesidir. Bu yapılmadığı takdirde, bizim de hep söylediğimiz gibi, bu davaların siyasal olduğu, BOP’nin bir parçası olduğu, dış güçlerin Türk Hukukunu – Türk Ordusunu tutsak aldığı, bütün açıklığıyla ortaya çıkacaktır.

O nedenle, Türk Adaletini, Türk Hukukunu, Türk Ordusunu kurtarmanın yolu, yeni belge ve daha önce değerlendirilmeye alınmayan belge ve kanıtlarla, yargılamaların yeniden yapılarak, yeni belgenin değil, davaların yok sayılması, yok hükmünde olmasıdır.

Bir devlette devletin açıkça suç oluşturmayan emirlerini uygulamak değil,
uygulamamak suçtur.

Devletin resmi belgelerinde tehdit olarak kabul edilmiş irtica ile mücadele etmek değil, etmemek suç olmalıdır.

Halkımızın bir süre aldatılabileceğine, ancak hep aldatılamayacağına,
gerçeği fark edeceği günlerin uzakta olmadığına olan inancımızı
bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

Kamuoyunun dikkatine saygıyla sunarız. 07.12..13, Ankara

TÜRKİYE EMEKLİ SUBAYLAR DERNEĞİ
http://www.tesud.org.tr/News/Announce.aspx

Erdoğan Teziç : ‘Hukuk dışı çözüm’

‘Hukuk dışı çözüm’

PORTRESİ

 

Prof. Dr. Erdoğan TEZİÇ

Erdoğan Teziç, kamuda türbanı serbest bırakma planının yargı kararlarıyla çeliştiğine dikkat çekti

 

‘Hukuk dışı çözüm’

* Hükümetin önerdiği seçim sistemi değişikliklerinin kamu yararı için değil, siyasi amaçlı olduğunu belirten anayasa profesörü Erdoğan Teziç, türban sorununun çözümü için geliştirilen formülün de hukuk dışı olduğunu söyledi.

‘Usul esası belirler’ diyen Teziç, ‘’Bu paket hazırlanırken muhalefet ile görüşülmesinde isabet vardı’’ diye konuştu.

Eski YÖK Başkanı, anayasa profesörü Erdoğan Teziç, demokratikleşme paketinde
yer alan seçim sistemi önerilerinin hiçbirinin kamu yararı amacı taşımadığını söyledi.

Teziç, kamuda türban düzenlemesinin de hukuk dışı olduğunu vurguladı.

Prof. Dr. Teziç, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı yeni demokratikleşme paketine ilişkin şu saptamalarda bulundu:

Usul esası belirler : Hukukta usul esası belirler. Bu paketin açıklanması aşamasında usulün de eğer paket demokratik içerik taşıyacaksa demokratik biçimde olması lazım. Başka bir deyişle bu paket hazırlanırken muhalefet ile görüşülmesinde ya da liderler düzeyinde bir görüşme yapılmasında isabet vardı.

Baraj tartışması : Bugüne kadar hiçbir siyasi parti iktidardayken, parlamento çoğunluğu elindeyken kendi aleyhine olabilecek bir seçim sistemini önermemiştir, önermez.
O bakımdan bu konuyla ilgili öneriler kamu yararına dönük değil, tamamen siyasi amaçlı.

İki millet olgusuna kapı açılır: Eğitim dediğimiz şey, çok erken yaşta vatandaşlık ve
yurttaşlık bilincinin verilmesini de içerir. Eğer anadilinde eğitim diyorsanız, o zaman siz bütün dersleri başka dilde vereceksiniz ki, burada gündemde olan Kürt dilinin eğitim dili olarak verilmesi; O zaman soru şu :

siz anadili olarak Kürtçe okutulurken, hangi vatandaşlık ve yurtseverlik bilincini vereceksiniz? Siz iki farklı dille eğitim sürecini başlatırsanız, iki farklı millet olgusuna da kapıyı açmaya başlarsınız.

Parası olmayan Kürt ne yapacak? Özel okulda anadilinde eğitim konusu beni çok şaşırttı. Bu düzenleme, özellikle parası olan, varlıklı Kürt kökenliler için geçerli olacak. Peki, ‘fakirler ne olursa olsun’ mu denilecek?

Türban çözümü                    : 

  • Türban konusu hukuk bir kenara bırakılarak fiilen çözülmek isteniyor.

Çünkü bu konuyla ilgili Anayasa Mahkemesi kararları var, onlar duruyor.
Bugünkü ortamda öyle anlaşılıyor ki, bunu fiilen çözme yoluna gidiliyor.

Erdoğan sultan ben valisi miyim?

Dostlar,

YURT Gazetesi ve HALK TeVe‘nin Şam’da
Suriye’nin seçilmiş Devlet Başkanı Sayın Beşar Esat ile kapsamlı bir söyleşi yapmasını bir sorumlu gazetecilik başarısı olarak görmek gerekir. Bu kurumları ve görevlilerini kutluyoruz. Sayın Esat ile söyleşi çok kapsamlı, doyurucu ve öğretici..

Sevgi ve saygı ile.
04.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Erdoğan sultan ben valisi miyim?

YURT Gazetesi,04 Ekim 2013

Başbakan Erdoğan’ın bir dönem ‘Kardeşim, dostum’ diye hitap ettiği
Beşar Esad, YURT Gazetesi’ne çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Erdoğan sultan ben valisi miyim?

Ömer Ödemiş – Suriye de yaşanan çatışmaların bir boyutu da medya üzerinden yürütülüyor. Egemen güçlerin denetimindeki medya, Suriye’ye ilişkin pek çok yalanı dünya kamuoyuna sunarak, halkın bakışını kendi yalanları doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor. Son kimyasal saldırı yalanı da büyük bir kampanyayla sunuldu.
Yan yana dizilmiş ölü çocuk bedenlerinin vahşet görüntüsü Suriye devletinin katliamı olarak, savaş çığlıkları eşliğinde yayınlandı. Suriye’de çatışmaların başladığı günden bu yana benzer pek çok yalanın ortaya çıkması ve yaşanılan gerçeklerin
kamuoyu tarafından bilinmesi için her türlü çabayı gösterdik. Onlarca haber yaparak Suriye gerçekliğinin olanca çıplaklığıyla bilinmesi için özen gösterdik.

Suriye Devlet Başkanı Esad ile röportaja, Suriye’de yaşananların gerçek yüzünü
ilk ağızdan, sorunun asli muhatabından öğrenmek için gittik. Kafamızdaki tüm soruları saygı çerçevesinde sorduk. Beşar Esad tüm sorularımıza zaman sınırlaması getirmeden içtenlikle yanıt verdi. Kamuoyunun merak ettiğini düşündüğümüz
tüm konularda sorularımızı Beşar Esad’a yönelttik. Türkiye hükümetine ve Başbakan Tayyip Erdoğan‘a bakışını, yaşadıkları süreci ve Türkiye hükümetinin Suriye politikası üzerine düşündüklerini, kimyasal silah kullanıp kullanmadıklarını, Kürtlerin durumunu, kardeşi Mahir Esad’ın öldürüldüğü söylentilerini açıkça sorduk. El Kaide gibi radikal İslamcı terör gruplarını nasıl temizlemeyi düşündüğünü, gelecekte nasıl bir Suriye göreceğimizi, geçmişten ders çıkarıp çıkarmadığını, BAAS partisinin süreçte hatasının olup olmadığını, hatta diktatör olup olmadığını sorduk.

Suriye’de cezaevinde gazeteci, akademisyen, siyasetçi olmadığını, hiçbir idam cezasını onaylamadığını, Müslüman Kardeşler‘e bile idam cezası uygulamadıklarını ayrıntılı anlattı. Benim önemsediğim bir soru ise, Devlet Başkanı Beşar Esad kimliğinden sıyrılarak kendisini tanımlamasını istediğim soru oldu. Net yanıt almak istediğim bu soruya beklediğim netlikte olmasa da, genel çerçevede beklediğim bir yanıt geldi. Röportaj öncesi çay sohbetinde Türkiye’deki son durumları ve Türkiye halkının Suriye konusundaki duyarlığı üzerine konuştuk. Özellikle güneyde yaşayan halkın Suriye’nin sorunlarından çok fazla etkilendiğini, kaygılandığını ifade ettik.

Türkiye halkı ile Türkiye hükümetini her fırsatta özenle ayrı tuttuğunu ifade etti.
AKP hükümetinin yaptıklarından Türk halkını sorumlu tutmuyordu. Tam tersine
Türkiye halkının Suriye de savaşa karşı çıktığını bildiği çok açıkça kezlerce belirtti.

Başkanlık Sarayının stüdyo olarak hazırlanmış bir bölümünde gerçekleştirdiğimiz röportaja çok kalabalık gelmediğini gözlemledim. Birkaç kişi vardı yalnızca yanında
ve dev bir koruma ordusu görmedim.

Hakkında her gün vurulduğu iddiaları yayılan Esad’ın Şam’da bu kadar rahat olması, gerçekte yaşananların abartıldığı boyutta olmadığını gösteriyordu. Sakin olduğu gözlenen sarayın girişinde de, tanklar, zırhlı araçlar hiç abartılı güvenlik önlemine rastlamadım. Herkesin kullandığı bir ana caddenin hemen yanından giriş yaptığımız sarayın içinde de çok az sayıda güvenlik görevlisi dikkatimi çekti.  Halk TV ile birlikte gerçekleştirdiğimiz ve bir saat 20 dakika kadar süren görüşmemizin “Suriye’de
neler oluyor?” sorusuna  yanıt oluşturacağını düşünüyorum.

Soru : Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin tutumunu nasıl değerlendirebiliriz?
Suriye’ye ilişkin duruşları, davranışları ve politikalarını
nasıl değerlendirebilirsiniz?

Beşar Esad            :

Bu süreç içinde iki Türkiye’den söz edebiliriz. İlki ve daha önemli olanı, Türk halkıdır. Öyle ki bu halk; Erdoğan ve hükümetinin tüm yalanlarının üstesinden gelerek, Suriye’de olup biten gerçekliği anlamayı başardı. Batılı ve Türk medyasının Erdoğan’ın yalanlarını pazarlama ve yutturma çabalarına karşın gerçekleri öğrenmeyi başaran Türk halkının tutum ve davranışı tümüyle açıktır. Bu halkın; Suriye’ye yönelik savaşa ve Erdoğan hükümetinin Suriyelilerin kanına bulaşmasına karşı tutumu da hep onurlu olmuştur. Türkiye’nin bir yanı budur. İkinci ve daha az önem taşıyan yanı ise;

  • Erdoğan ve Suriyelilerin kanlarına gırtlaklarına kadar bulaşan hükümet üyelerinden ibarettir.
  • Erdoğan’ın temsil ettiği bu hükümet;
    on binlerce Suriyelinin kanından sorumludur.
  • Suriye’de altyapının yıkılmasından sorumludur.
  • Yalnızca Suriye’de değil, tüm bölgede istikrarın baltalanmasından sorumludur.
  • Erdoğan ve arkadaşları Mısır, Libya, Tunus ve bölgenin birçok ülkesine müdahale ettiler. Aynı zamanda devlet ve halk olarak Türkiye’yi halkın çıkarlarına karşı bir çok başlıkta politikalara ve savaşlara bulaştırdılar. Dolayısıyla bizler günümüzde Türkiye’yi tamamen birbirleriyle çelişen iki şekilde görmekteyiz.
  • Halk bir yönde, Erdoğan ve hükümeti de başka bir yöndedir.
    Bunun bir başka kanıtı ise Erdoğan’ın Suriye’deki teröristlere destek vermesi değil ayni zamanda
    Mısır ve öncesinde Irak’ın iç işlerine çok tehlikeli bir şekilde müdahale etmesidir.

Soru    : Sayın Cumhurbaşkanı; El Kaide ve Nusra Cephesi gibi terör grupları Türkiye sınırına yayıldı. Sayıları binleri bulan çok sayıdaki çeteler önümüzdeki süreç içinde Suriye’ye olduğu kadar Türkiye sınırlarına da bir tehlike oluşturacak mıdır sizce?

Beşar Esad      :
Bu radikal ideolojiler temelde ülkeleri ya da sınırları tanımazlar. Halkları da kabullenmezler. Yalnızca bu ideolojiye sahip olanları kabul ederler. Eğer bu ideolojiye sahip olan Asya’nın en doğusunda olsa bile onlara göre ‘kardeş’ sayılır. Ama bu bölgede bu ideolojiye sahip olmayan herhangi biri onlara göre öldürülmelidir.
Onlar açısından Suriye ile Türkiye arasında fark yoktur. Bu ideolojiye sahip olanlara göre onlar bu bölgede yayılmalı ve radikal İslami devletlerini kurmak için bulundukları bölgeyi genişletmelidirler. Onlar ancak bu biçimde Allah’ın rızasını alacaklarını düşünürler. Ancak bir rastlantı olarak iki gün önce uluslararası medya ; Suriye’nin kuzeyinde bulunan kimi radikal terör gruplarının, kendi deyimleriyle
Türkiye’yi ‘kafirlerden’ kurtarmak için cihat başlattıklarına ilişkin haberler çıkmaya başladı. Dolayısıyla bu ideolojiye toplumu yakan bir alev olarak bakarsak
bu alevin genişleyerek ateşe dönüşeceği kesindir.

Yani Suriye’nin alevler içinde olduğu bir zamanda Türkiye’nin esenlik içinde ve rahat olarak kalması mümkün değildir. Bu imkansızdır. Nitekim sizler de Suriye’deki krizin yansımalarını hissetmeye başladınız. Benzer şey Irak, Lübnan, Ürdün ve tüm komşular için geçerlidir. Bu konuyu çok düşünmeye gerek yoktur.

Gerçek şu ki; bu teröristlerin bir bölümü Suriye toprakları, bir bölümü de Türkiye sınırlarında vardır. Suriye’nin kuzeyindeki çatışmalarında da onlara ateş desteği sağlanmaktadır. Türkiye sınırlarının farklı bölgelerinden girmek için manevralarda bulunup gerek ordu gerekse halka saldırıyorlar.

  • Yakın gelecekte bu teröristlerin Türkiye’ye etkileri olacak ve
    Türkiye bunun bedelini ağır ödeyecektir.
  • Terörü bir kart gibi cebinize koymanız mümkün değildir.
    Çünkü terör akrep gibidir, cebinize koyduğunda ilk fırsatta sizi ısıracaktır.

Soru     :
Bir zamanlar AKP ve çevresiyle oldukça iyi ilişkileriniz vardı. Hatta Erdoğan, size ‘kardeşim Esad’ olarak hitap ediyordu. Şu an ise gerek Erdoğan
gerek Davutoğlu sürekli olarak: ‘Her görüşmede ve her fırsatta Esad ile temaslarımızda; demokratik reformlar yapması gerektiğinden söz ediyorduk. Bir çok kez ona söyledik ama o yapmadı.’ diyorlar. Tam olarak sizden
neler istediler? Buluşmalarınızda neler oluyordu?

Beşar Esad          :

Krizden önce Erdoğan hiçbir zaman reform ya da demokrasi konularından söz etmedi. Hiçbir zaman da bu konularla ilgilenmedi. O’nun tek bir hedefi vardı. Bu hedef de O’na göre Suriye ve Türkiye halkları arasındaki ilişkilerden çok daha önemliydi.

  • Erdoğan’ın tek amacı Müslüman Kardeşler’in Suriye’ye dönmelerini sağlamak idi.

Erdoğan’ın Suriye ile ilişkilerinde temel ve ana amacı tam olarak buydu, yani Suriye ile Müslüman Kardeşler’i barıştırmak, bazen de Müslüman Kardeşler’in bir bölümünü Suriye’ye geri getirmek. Bunun dışında hiçbir şeyi gözü görmüyordu. Olaylar başladığında ise aynı konuyu kullanmaya çalıştı. Fakat bu kez gerekçe reformlar idi. Örnek olarak krizin başında cezaevlerinden serbest bırakılanlardan söz ettiğinde;
O’nun asıl ilgilendiği Müslüman Kardeşler‘den kaç kişinin serbest bırakıldığıydı. Öbürlerinin ise onun için hiçbir önem ve değeri yoktu.

  • Erdoğan’ın aklı budur işte. Kapalı, dar, bağnaz ve dürüstlüğü tanımayan bir mantık. Dolayısıyla kendisi ve Davutoğlu’nun tüm söyledikleri tümüyle yalandır.

Bu birincisi.

İkincisi ise; hep, Suriye’ye geldiklerini ve bizlerin reformlar konusunda kendilerine vaatlerde bulunduğumuzu söyleyip durdular. Hangi sıfatla bunlar yapıldı. Sanki Erdoğan sultan, ben de O’nun valisi miyim? Türkiye bağımsız bir devlettir, biz de bağımsız bir devletiz. Erdoğan, kriz başında bizlerin ne yapabileceğimizi sordu. Biz de vizyonumuzu ve geleceğe yönelik siyasal planlarımızı anlattık. Fakat hiçbir zaman demokrasiden
söz etmedi ve bizler de hiçbir vaatte bulunmadık.

  • Suriye’de yaşananlarla ilgili söyledikleri her şey yalan. 

Gerçeği budur işte. Aramızda olup biten her şey bundan ibaret.

**************

ÖMER ÖDEMİŞ’İN SURİYE İZLENİMLERİ

Savaşla Barışan Halk

Suriye Devlet Başkanı Esad ile söyleşi (röportaj) için yola çıktığımda,
Şam’ı son görüşümden bu yana nelerin değiştiğini merak etmeye başlamıştım.
Hiç susmayan silah sesleri, patlamalar ve top atışları kalmıştı belleğimde…

Gece başlayan ve sabahın ilk ışıklarına dek süren top ve bomba seslerinin tedirginliği ile uyanmıştım hep. Şam’a genel bir saldırı başlatan radikal İslamcı gruplar,
şehir merkezine sızmak için sıkı yüklenmişlerdi. Ancak kent merkezine
birkaç intihar saldırısı dışında sızamamışlardı.

Şam’a ilk indiğim gün hemen hiç patlama ve silah sesi duymadım. Şaşırdım.
Hemen her yandasıkı askeri denetimler olduğunu ve askerlerin işlerini gerçek anlamda ciddiye aldıklarına tanık olduk. Daha önceki kayıtsız tutumlarından iz yoktu.
Yaşananlar herkesi eğitmiş gibiydi. Bize ayrılan devlet araçları bile arama noktalarında durdurulup ayrıntılı aranıyordu.

Savaş kanıksanmıştı sanki, sokaklarda insanlar günlük yaşamlarını olanca doğallığıyla sürdürüyorlar. Alış veriş yapıp otellerin yüzme havuzlarına giriyorlar. Okullar açılmış öğrenciler nereden geleceği belli olmayan bombalı saldırı olasılığına aldırış etmeden okullarına gidip geliyorlar. Bir ara yaşanan benzin sıkıntısı da tümüyle çözülmüş gibi. Suriye halkı savaş ortamında bir yaşam biçimi geliştirmiş gibi görünüyor.

Emevi camisini, Hamidiye çarşısını ve Merci meydanı gibi önemli merkezleri dolaştım. Hamidiye çarşısı on binlerce insanın insanın omuz omuza zor adım atabildiği bir yerdi. Artık kalabalık değil. Ancak yine de Şam’ın en hareketli ve en yoğun bölgelerinden biri olmayı sürdürüyor. İpek yolunun son durağındaki en eski tarihsel çarşının geçmiş günlerini özlemle aradığını hissediyor insan. Bir kırılık var gibi, bir gönül koyma…
Ya da belirsizlik, kaygı. Konuştuğum birkaç esnaf ticaretin bittiğini söylüyor.
Eski işlerinin binde birini bile yapamadıklarını, çarşıya gelenlerinde ciddi şeyler almadan yalnızca dolaştıklarını söylüyorlar. Tarihi dondurmacı dışında hemen
her dükkan boş gibiydi.

Yaşam ciddi oranda pahalanmış Şam’da. Temel ihtiyaç maddeleri dışında her şeyin fiyatı % 400-500 artmış görünüyor. Ekmek, şeker, un, benzin gibi devletin denetim altında tuttuğu temel gıdaların fiyatlarında ise hiçbir artış yok ve bol miktarda bulunuyor. Suriye ciddi bir kıtlık yaşamıyor gibi.

İlk gün saraya gidip, basın bürosu ile görüştük. Beşar Esad ile yapacağımız söyleşide istediğimiz her soruyu rahatlıkla sorabileceğimiz birkaç kez belirtildi. Biz Türkiye halkının merak ettiği pek çok konuda soracağımız sorular olduğunu ve bu konuda kendimizi sınırlandırmayacağımızı belirttik. Sevindiler. Saygı çerçevesinde, sorduğumuz
her sorunun yanıtlanacak olması da bizi sevindirdi.

AKP’nin 2023 vizyonu


AKP’nin 2023 vizyonu

Başbakan Malatya’da bilim ve teknolojiden tek kelime söz etmeden şeyhler ve şıhlara vurgu yaparak 2023 vizyonu çizdi.

Bakanları da istanbul’da BEDİUZZAMAN’A övgüler yağdırdı

Yurt, 23 Eylül 2013

VİZYON DİN EĞİTİMİ

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan Malatya’da şeyhlere rahmet dileyerek başladığı konuşmasında 4+4+4 eğitim modelinin başörtüsünün önündeki engelleri kaldırdığını söyledi.

BİLİME YER YOK!

ERDOĞAN konuşması boyunca pozitif bilimle ilgili tek ketime etmezken,
velilere çağrıda bulunarak “Çocuklarınız Kuran ve siyer dersini mutlaka seçsin” dedi

‘KUTLU YOL’ VURGUSU

KUTLU yolculuğumuz devam ediyor” diyen Erdoğan’ın konuşması ve bakanlarının İstanbul’daki sözleri, AKP’nin 2023 hedefinin cumhuriyet kazanımlarından uzak bir Türkiye olduğunu ortaya koydu

CUMHURİYETİN DUVARINI YIKTILAR

Erdoğan’ın Malatya’da konuştuğu saatlerde yardımcısı Bekir Bozdağ da
İstanbul’da Nurculuğun önderi gerici Said-i Nursi’ye övgüler
 yağdırdı:

“İnandığı gibi yaşadığı için zindandan zindana gönderilmiştir. Nur yayılmasın diye adeta etrafı karanlıklarla örülmüştür. O’nun sahip olduğu ilim ve davası bu karanlık duvarları yıkmayı başarmıştır.”

Gazete Vatan Emek

Twitter@GazeteVatanEmek

Facebook: https://www.facebook.com/Gazetevatanemek

AYDINLIK BİR GELECEK; çocuklarımıza bırakacağımız en değerli miras…

http://www.gazetevatanemek.com/, 23.9.13

Erdoğan’dan kritik özerklik açıklaması


Erdoğan’dan kritik özerklik açıklaması..

PKK’nın Suriye kolu PYD özerklik çalışmalarını hızlandırırken,
Başbakan Tayyip Erdoğan‘dan da kritik bir açıklama geldi.

Erdoğan'dan kritik özerklik açıklaması

Kürt sorununu değerlendiren Başbakan Erdoğan, Suriye’de ayrı bir devlete yeşil ışık yakan sözler etti.

Erdoğan,

  • “İkinci bir devleti isteyenler nerde devlet bulurlarsa oraya gitsinler.” dedi.
  • “Onlar kendilerine nerde devlet buluyorlarsa buyursunlar gitsinler.” 

Erdoğan’ın bu sözleri Suriye’nin Kuzeyi’ndeki devlet kurma hesaplarına
gizli bir onay olarak yorumlandı.

Başbakan Erdoğan, “Türk vatandaşlığı” kavramını kullanmaktan kaçındı,
“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” ifadesini kulandı.

Erdoğan, Türkmenistan ziyareti dönüşünde yaptığı açıklamada da, “Türkiye dışında kurulacak bir yapı beni ilgilendirmiyor” demişti. (www.ulusalkanal.com.tr, 16.9.13)

Sevgi ve saygı ile.
16.9.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TBB Başkanı : ‘İktidar; eleştireni düşman ilan ediyor’

Dostlar,

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu,
ülkemizin yetiştirdiği çok değerli Ceza Hukuku uzmanlarından biridir.
Gönül arzu eder ki, Türkiye temel sorunlarını çözmüş ve demokrasisi yolunda bir ülke olsaydı, Feyzioğlu hoca da Ceza Hukuku bilim dalına değerli katkılar vermeyi öncelikli çalışma alanı tutsaydı. Ancak koşullar, durumdan görev çıkartmayı ve Cumhuriyet’in kalelerini öncelikli olarak savunmayı zorunlu kılıyor.

Bizim sitemizin (www.ahmetsaltik.net) varlık nedeni de budur..

Her gün birkaç saatimizi, ülkemizin AYDINLANMA SAVAŞIMI için web yazılarımız için tüketiyoruz. Mesleğimiz ve Bilim aşkımızı da at başı götürmek istiyoruz; bu yüzden de sitemiz 2 yapışık parça gibi.. Benzetmek uygunsa beynin 2 yarım küresi gibi..
Bu yüzden Tıpta Uzmanlık alanımız olan HALK SAĞLIĞI – TOPLUM HEKİMLİĞİ – KORUYUCU HEKİMLİK – SAĞLIK HİZMETLERİNİN YÖNETİMİ – İŞ VE MESLEK HASTALIKLARI.. alanlarında da yazıyor ve ders notlarımızı çok sevgili öğrecilerimize, ilgililerine sürekli güncelleyerek sunuyoruz..

Yıllar var ki, ayağımızı uzatarak gazete, kitap, dergi vb. okuduğumuz, TV programı izlediğimiz.. yok gibi.. Bilgisayarımız hep önümüzde ve gerekli notları alarak, güncellemeleri yaparak.. çalışıyoruz.. Bu durum tatilde de böyle.. Mutlak bir tatil
söz konusu değil zaten..

Dolayısıyla Ankara Üniversitesi’nin (ki Cumhuriyet’in kurduğu ilk üniversitedir!)
2 akademisyeni olarak Sn. Feyzioğlu’nu çok iyi anladığımızı, derin bir özdeşim (empati) içinde olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz.

  • TBB Başkanı Prof. Feyzioğlu’nu gönülden destekliyoruz ve çok değerli çabaları için teşekkür ediyoruz. O, hepimizin hukukunu savunuyor..

Biz de geçmişte meslek örgütümüz Türk Tabipleri Birliği‘nde değişik yönetim görevlerinde yıllarca emek verdik. ADD’de neredeyse 20 yıldır çabalıyoruz..

Buradan varmak istediğimiz şu ki :

Özellikle AKP iktidarı ile Cumhuriyet’i başkalaştırma saldırıları son 11 yıldır tepe yaptığından, ülkemizde bilim ve sanat – kültür de özlenen düzeyde gelişip ilerleyemiyor. Aydınlarımız, sanatçılarımız, bilim- sanat – kültür insanarımız enerjilerinin önemli bir bölümünü siyasal iktidarın saldırılarına karşı Cumhuriyet’in temel değerlerini savunmaya ayırmak zorunda kalıyorlar.. Dahası, tertip – düzmece suçlamalara dayalı davalarla ölçüsüz biçimde hapisle cezalandırılıyorlar!

Bir başbakanımız var ki, büyük emeklerin taş yontularını “ucube” ilan ederek
ve hatta yıktırarak (Sanatçı Mehmet Aksoy’un Kars’ta yıktırılan Kars’ta yıktırılan ‘İnsanlık Anıtı’) “ucube” davranışlardan kendisini kurtaramıyor. (Bkz. dipnot 1)

26 Nisan 2011: İnsanlık Anıtı’nda yer alan iki iki heykelden birinin baş bölümü saat 10.12’de ’Allahuekber’ denilerek kesildi! Taliban’ın Afganistan’ında olduğu gibi!

14 Haziran 2011: “İnsanlık Anıtı” yıkılarak tümüyle ortadan kaldırıldı. Sanatçı Aksoy, yapıtına “Ucube” denmesini dava etti. Başbakan bu sözünün “eleştiri” sayılmasını savundu… Biz de benzer gerekçelerle Başbakan’ın o davranışını “ucube” olarak niteleyerek eleştiri hakkımızı kullanmak istiyoruz.

Aldığı eğitim, bu kısır döngüden kendisini kurtarmaya yetmiyor..
Cumhuriyet’in 90 yıllık uygarlık birikimi adına ne varsa düşman ilan edilmiş durumda..
Hatta aldıkları eğitim (!?) bu yönde militanca çalışmayı misyon olarak yüklemiş!

  • Türkiye bir “politik sıkıyönetim” altına giderek irtica yeşiline bulanıyor..

Büyük Atatürk’ün kadim SÖYLEV’inin (NUTUK) sonundaki GENÇLİĞE SESLENİŞ koşulları fazlasıyla gündemde.. Doğallıkla savunma tepkisi de..

Türkiye, AKP kuşatmasını da yaracak tarihsel birikime hiç ama hiç kuşku yok,
fazlasıyla sahiptir. Başbakan R.T. Erdoğan, gelişmelerden ders almamaktadır.
Gezi’den sonra ODTÜ’de de benzer kibir – baskı – tepeden inmecilik – hiçe sayma despotizmi sürmektedir. Siyasal lteratüre tipik olarak denk düşen bir durumdur..

Bütün diktatörlerin hazin sonu, hiç kuşku yok, tarihbilimsel determinizm ile
Sn. Erdoğan’ı da, O’nu durdur(a)mayan AKP’sini de portföyüne vaka-i adiye olarak katacaktır.

R.T. Erdoğan için “hala” geç değildir..

  • Erdoğan, sağlık gerekçeleri ile görevden yumuşakça çekilebilir ve yurtdışına yerleşebilir.. Hakkında hayırlı olacak davranış budur, dostça bir kez daha yazmış olalım.. (Gönül ister ki, hukuk dışına çıkan eylemlerinin hesabını da versin..)

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 7.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Dipnot 1 :

26 Nisan 2011: İnsanlık Anıtı’nda yer alan iki iki heykelden birinin baş bölümü saat 10.12’de ’Allahuekber’ denilerek kesildi! Taliban’ın Afganistan’ında olduğu gibi!

14 Haziran 2011: “İnsanlık Anıtı” yıkılarak tümüyle ortadan kaldırıldı. Sanatçı Aksoy, yapıtına “Ucube” denmesini dava etti. Başbakan bu sözünün “eleştiri” sayılmasını savundu… Biz de benzer gerekçelerle Başbakan’ın o davranışını “ucube” olarak niteleyerek eleştiri hakkımızı kullanmak istiyoruz…

====================================

TBB Başkanı : ‘İktidar; eleştireni düşman ilan ediyor’

Erdoğan’ın, adli yıl açılışındaki konuşması nedeniyle yaptığı suçlamalara yanıt veren Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu,
  • “Türkiye’de demokrasinin temel sorunu, siyasi iktidarı eleştiren
    her kişi ve kurumun maalesef düşman ilan edilmesidir.” dedi.

TBB_Baskani_Metin_FeyziogluBaşbakan Tayyip Erdoğan, kendisini eleştiren Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konuşmasını hedef alarak “bir daha böyle bir durum olursa” açılışa
asla gitmeyeceğini açıkladı. Prof. Dr. Feyzioğlu ise Yargıtay başkanının konuşması diye bir yasa hükmünün de olmadığına işaret ederek “Yargının kurucu unsuru olmamızdan kaynaklanıyor. TBB başkanı açılışta konuşmasın demek, avukatlar yargının kurucu unsuru olmasın demektir.” yorumunu yaptı. Feyzioğlu, iktidarı eleştiren herkesin düşman ilan edildiğini söyledi.

G20 zirvesine katılan Başbakan Tayyip Erdoğan, TBB Başkanı Feyzioğlu’nun siyasete, yürütmeye ve yargıya yönelik eleştirilerini “Baro başkanının yargı yılının açılışında konuşması yanlış. Yargıtay Kanunu’nda böyle bir hakkı yok. Baro başkanı konuşmasında siyaseti, yürütmeyi ve yargıyı suçladı, ama bizim buna cevap verme hakkımız yok. Bir daha böyle bir durum söz konusu olursa, açılışa asla gitmem.
Ayrıca, yargı yılı açılışı gereksiz bir durum. Hükümet yılı açılışı var mı?
Yargı açılışını kendi içinde yapsın.” yaklaşımıyla değerlendirdi.

Başbakan’ın sözlerini sorduğumuz TBB Başkanı Metin Feyzioğlu,

“Bizim işimiz polemiğe girmek değildir, hizmet etmektir… Konuşmam doğruya doğru, yanlışa yanlış diyen, kişileri hedef almayan, işlemleri değerlendiren bir konuşmadır.” dedi.

Siyasal iktidarın eleştirileri hakaret ve saldırı olarak almasını eleştiren Feyzioğlu,

“Türkiye’de demokrasinin temel sorunu, siyasi iktidarı eleştiren her kişi ve kurumun maalesef düşman ilan edilmesidir. Ayrıca ben söylediklerime karşı cevap verenlerin Avukatlık Kanunu ve baro seçimleri konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığını düşünüyorum. Bu konuda bilgi eksikliğini gidermeye her zaman hazırım.”
diye konuştu.

Feyzioğlu, adli yıl açılış konuşmasında bile en az üç kez iktidara el uzattığını belirterek şu değerlendirmeyi yaptı:

“Gelin Türkiye’yi demokrasi ve insan haklarında zirvelere taşıyalım, bunu birlikte yapabiliriz.. dedim. Elim hâlâ dostça uzanmış beklemekte. Milletin milyonlarca bireyi ne dediğimi, nasıl dediğimi gördü, anladı ve destekledi. Ben siyasal iktidarın da buradan arındığı takdirde söylediklerimin objektif olarak doğru olduğunu anlayacağından eminim.”

Başbakan’ın Yargıtay Kanunu’nda, TBB başkanının konuşma hakkı diye bir hükmün olmadığına ilişkin sözleri anımsattığımız Feyzioğlu,

“Geleneksel bir uygulamadır. Yargıtay başkanının konuşması diye bir kanun hükmü
var mı? O da yok. Yargının kurucu unsuru olmamızdan kaynaklanıyor.
TBB başkanı açılışta konuşmasın demek, avukatlar yargının kurucu unsuru olmasın demektir. Yargının bağımsız olması gereken bir ülkede yürütmenin yargı organına talimat veremeyeceği kanaatindeyim.” dedi.

Cumhurbaşkanlığı adaylığı

Öte yandan Feyzioğlu, bazı gazeteciler tarafından Cumhurbaşkanlığı için aday gösterilmesinden dolayı onur duyduğunu ifade ederek,

“Ancak ben şu an, yalnızca bulunduğum göreve en iyi şekilde hizmet etmek istiyorum. Bunun dışında başka bir makam amacım yok. Makamların insanlar tarafından yükseltildiğine inanıyorum. Destekleri için herkese tekrar teşekkür ediyorum.”
diye konuştu. (Cumhuriyet, 7.9. 2013)

Direniş ve Başarıyı Iskalamamak


Dostlar,

Türkiye ayakta..
Can yitikleri var, bilinen 4 can..
Göz yitikleri var, 10’u aşkın insanın..
Ağır yaralı var, 50 dolayında..
7-8 bin dolayında fiziksel – bedensel yaralı ve
Milyonlarca da onuru – gururu zedelenmiş manevi yaralı yurttaş..
Okyanusun ötesinde de Brezilya yönetiminin uygarca, insanca, demokrat davranışı..
Birileri hiç ders almıyor ve Türkiye ağır bedel ödüyor.
Kuşku yok diktatör gidecek ve yasal  hesabı da sorulacak..
Bunca akıldışılığın başkaca açıklaması olabilir mi?

Bu cenderenin kırılmasını, giderek totaliterleşen siyasal iktidarın bırakıp gitmesini istiyor.
Kısır döngü sürüyor. Ülke polisini, polis şefi gibi en tepe yöneticiler yönetiyor ve
ülke şiddet sarmalından yakasını kurtaramıyor..

Sayın Merdan Yanardağ‘ın önemli yazısını birkez daha dikkatle okumak gerek,

“Direniş’te başarıyı ıskalamamak” için..

Sevgi ve saygı ile.
22.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Direniş ve Başarıyı Iskalamamak 

portresi

 

Merdan YANARDAĞ
YURT Gazetesi

 

Bilindiği gibi, AKP iktidarına karşı giderek siyasal talepleri öne çıkan bir
halk isyanına dönüşen Gezi Parkı direnişine “devam” kararı alındı.
Bu direniş, Hükümetin ve Başbakan Tayyip Erdoğan‘ın bütün dengelerini ve kimyasını bozmuş görünüyor. Direnişin kapsamı, bileşimi, Uluslararası desteği onu daha da büyütüyor ve Hükümeti temellerinden sarsıyor.

Birbiriyle örtüşen çok özel ulusal ve uluslararası koşulların iktidara getirdiği
AKP ve Erdoğan, kendilerine sunulan olanağı rejim değişikliği gerçekleştirmek için bir fırsata dönüştürmeye kalkıştı. Ancak öyle anlaşılıyor ki, kendisine biçilen rolü abartarak özerklik alanını bütün sinsi siyasal İslamcı sağ hareketler gibi
fazlasıyla abarttı. Çünkü, bugüne kadar AKP iktidarına kayıtsız şartsız destek veren ABD ve AB sanki bir kıvılcım çakmış gibi bu desteklerini geri çekmeye başladı.

Gerçekte Türkiye’de % 10-15 aralığında bir oy potansiyeline sahip olan siyasal İslamcı hareket, merkez sağın çökmesi ve bu alandan gelen siyaset sınıfının yolsuzluklara batarak tasfiye olması sonucu birden bire kendisini iktidarda buldu. Başlangıçta uzlaşmacı bir tutum izleyerek tepkileri yumuşatmayı başaran AKP, Batı’nın ve ABD’nin bölgeye yönelik stratejik çıkarlarının savunulmasında rol üstlendi. Ancak, bu rolü
kendi özel hesapları için kullanmaya kalktı.İşte Gezi Parkı direnişi bütün kartların yeniden karılmasına ve dizilmesine yol açtığı için gerek Türkiye’de gerekse dünyada Türkiye ile ilgili bütün güçler kendi pozisyonlarını yeniden düzenlemeye başladı. ‘Taksim Dayanışması’ isimli platform tarafından
Gezi Parkı direnişine devam kararı açıklanırken şöyle deniyor:
  • “Taksim Gezi Parkı direnişçileri ve Taksim Dayanışması olarak bu süreç boyunca öğrendiğimiz en önemli şey mücadelenin zaman ve mekânla sınırlandırılamayacağı ve bundan sonra da hayatın, kentin ve ülkenin
    her metre karesinde ve her anında devam edeceğidir. Bu süre içinde üzerimizde yürütülen şiddet politikalarına rağmen farklı eğilimlerin zenginliği ile bir araya gelebildiğimizi, tartışabildiğimizi, ortaklıklar yaratabildiğimizi ve
    birlikte mücadele edebildiğimizi gördük.”
Evet, en önemli kazanım budur. Onurları kırılmak istenen, aşağılanan, ezilen, sömürülen görmezden gelinen kitleler, gerici-faşizan bir polis rejimi kuran AKP İktidarının yenilebileceğini gördü ve korku duvarını aştı.
***
Hâlâ devam eden, kırılamayan yakın tarihimizin en görkemli halk direnişine Türkiye genelinde 10 milyon yurttaşın katıldığı belirtiliyor. Halkın çok büyük bölümü 11 yıldır kendilerine hakaret edilmesine, aşağılanmalarına, adaletsizliğe, yaşam tarzlarına müdahale edilmesine, değerlerine saldırılmasına, yağma düzenine, sömürüye isyan ettiler. Gezi Parkı direnişi işte bu isyanın fitilini ateşledi. Çünkü insanlar, son 11 yıldır nerede bir ağaç kesiliyorsa orada bir yağma olduğunu biliyor. Çevre bilinciyle buluşan politik düzeyi yüksek bir halk direnişi ile karşı karşıyayız.

  • Bu isyanın ‘Geniş Ortadoğu’da “Arap baharı” diye olayla bir benzerliği bulunmuyor.

Çünkü Arap baharı ile bölgede bütün yozlaşmışlıklarına karşın cumhuriyetler yıkıldı. Yerine dinci rejimler kuruldu. Türkiye’de ise halk, gençlik, emekçiler siyasal İslamcı bir iktidara, dinci bir rejime karşı özgürlük ve adalet için ayaklandı.

  • İnsanlar seküler ve demokratik hakları için meydanlara çıktı.
  • İktidar kibri ve güç sarhoşluğu içinde AKP İktidarı ve Erdoğan
    ağır bir bozguna uğradı.
Hesap hatası yaptılar. Laikliğin toplum tarafından sanılanın ötesinde içselleştirildiğini göremediler ve Cumhuriyeti bir avuç seçkinin rejimi sandılar. İdeolojik ön yargılarının kurbanı oldular.

Cumhuriyetin geniş bir kitle tabanının olduğunu anlayamadılar.

Şaşırdılar, ezberleri bozuldu. Cumhuriyetin yerine daha İslami bir rejim kurarak devletle milleti barıştırmaya kalkıştıklarında, kendilerini milletle kavga halinde buldular.

***

  • Gezi Parkı direnişiyle beklenmedik bir siyasal, kültürel ve ahlaki bir yenilgiye uğrayan Tayyip Erdoğan, bir başbakan gibi değil, dar bir
    siyasal İslamcı grubun lideri gibi, AKP de büyük bir ülkenin sorumluluğunu üstlenmiş hükümet gibi değil, cihatçı bir örgüt gibi davranıyor.
Bu nedenle Erdoğan ve AKP demokratik parlamenter rejimlerin yüklediği sorumlulukların gereğini yapmak (örneğin muhalefetin, baskı gruplarının ve yurttaşların eleştirilerini dikkate almak) yerine bin yıllık gerici, karşıtlaştırıcı ve provokatif bir dile ve
yalana başvuruyor. Yenilgiyi hazmedemediği anlaşılıyor. Saldırganlaşıyor.
Bu nedenle AKP’nin dün Ankara’da düzenlediği “Milli İradeye Saygı” mitingi tam bir fiyaskoya dönüşüyor. Bir milyon kişiyi toplamak üzere düzenlenen mitinge katılım
yüz binin altında kalıyor. Öyle ki, sadece kendi partilerine verilen oyları “milli irade” olarak gören bu çarpık ve faşizan demokrasi anlayışı ağır bir yenilgiye daha uğruyor.Toplumun diğer kesimlerini (burada yarıdan fazlasını) milli iradenin bir başka ifadesi olarak görmeyenlerin altından iktidar zemini kaymaya başlıyor.
Ancak, unutmamak gerekiyor ki, AKP sıradan bir merkez sağ iktidar değil.
AKP 11 yıllık iktidarında ABD’nin de desteğiyle rejimi değiştirdi. O nedenle AKP hükümeti düşse ya da bu parti seçimleri kaybetse bile, kurduğu dinci-faşizan rejim nedeniyle iktidarda kalmaya devam edecek. Bu nedenle köklü bir dönüşüm ve rejimi değiştirecek radikal bir siyasal programa sahip olmadan AKP iktidarına son vermek zor.
Daha önce de altını çizdiğim gibi, bütün olan bitenlerin gösterdiği tek şey var;

  • AKP Hükümeti ve Erdoğan’ın siyasi ömrü doldu.

Eğer direniş aynı yaygınlıkta ve kitlesellikte sürdürülür, örgütlü bir karakter ve
disiplin kazanır, daha da önemlisi haklılık zeminini korur, akılcı hareket eder ve
siyasal hedeflerini net biçimde ortaya koyarsa fazla beklememiz de gerekmeyebilir.
Bu durumda AKP’nin gidişi bir takvim meselesi haline gelir.

Direnişe “devam” kararı alanların bütün olasılıkları değerlendirip, durumu doğru
analiz ettiklerini umuyorum.

Gezi Direnişi “kimi hatalar” nedeniyle yenilgiye uğrasa bile,
AKP artık eskisi gibi iktidar olamayacaktır.
Kazanmayı bilmek gerekiyor.
Bu toplumun, bu kuşağın bir başarı hikayesine ihtiyacı var.
Iskalamamak gerekiyor.
(Merdan Yanardağ Yurt, 16.06.13)

ADD İSPARTA ŞUBESİ’nden BASIN AÇIKLAMASI


ADD İSPARTA ŞUBESİ’nden BASIN AÇIKLAMASI

Türklüğü; adsız ve kimliksiz bir topluluğa dönüştürmek ihanettir.
Tarih bu ihaneti mutlaka yazacaktır.

Türkiye, Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana hiç olmadığı kadar dış tehditlere açık
ve böylesi teslimiyetçi ve savunmasız duruma düşmemiştir

Başbakan Tayyip Erdoğan, Türklüğü, Türk kimliğini ret ve inkâr eden söylemini yineledi.

Her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız.
Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle çıkmasın, kimse bizim karşımıza Türklükle de çıkmasın…”
  diyerek Türk’ü, Türklüğü bir millet adı, bir millet kavramı olmaktan çıkarttı.

Türk adından, Türk kimliğinden ve Türklüğü anımsatan her olgu ve olaydan, şeytan görmüşçesine rahatsız olan bu zihniyetin, TÜRKİYE VATANDAŞLIĞI”  uydurması,  küresel yağmacı çetenin, yüz yıllık planlarının gerçekleşmesi, kimliği ile birlikte
Türk Ulusu’nun Anadolu’dan atılması hayallerine ulaşma sevdasıdır.

Emperyalizmin Ortadoğu’daki temel projesi, 19. yüzyıldan beri neredeyse
hiç değişmemiştir. Bu proje Sevr’i, Türkiye’nin bölünerek Türkiye-İran-Irak-Suriye eksenli Kürt devletinin kurulmasını, İsrail’in varlığını sürdürmesini ve Ermenistan’ın
yine Türkiye aleyhine genişlemesini hedeflemektedir. Böylece, Türkiye, İran ve Suriye’nin sömürgeleştirilmesi sağlanacak, ardından da ABD tüm Ortadoğu ve
Orta Asya’ya rahatça egemen olacaktır

Bu nedenle, tekil (üniter) yapı bozulup, parlamenter sistemin yerine Başkanlık sistemi dayatması yapılarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir Amerikan projesi olan
Ilımlı İslam” modelinde Anadolu Federe İslam Devleti ne dönüştürüp, oradan da Yugoslavya örneğinde olduğu gibi küçük etnik devletçiklere ayrılması planlanmaktadır.

Türk Milliyetçiliği dışında; Arap, Kürt, Ermeni,  Amerikan.. milliyetçiliğini yücelten
bu teslimiyetçi zihniyet, Türk milliyetçiliğini ayaklar altına (!) almaya kalkışmaktadır.

  • Türk Ulusu’nun varlığı, adı, kimliği
    kendi anayasasından çıkartılmak istenmektedir.

Böylece birleştirici adından ve kimliğinden yoksun kalan halk içindeki etnik ayrımcılık körüklenerek, yeni çatışmalara zemin hazırlanacaktır.

Cumhuriyet’ten intikam almaya yeminli AKP-BDP ittifakı,
olası bir Anayasa referandumunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ögesi olan
“TÜRK  KİMLİĞİ” ni, Türklük kavramını oylamaya sunarak, yüzyıllık emperyal proje olan, Türkiye’yi bölme, Kürdistan’ın kuruluşunu tamamlama hesabını yapmaktadır.

Öncelikle anımsatalım ki; Türklük, Türk kimliği, Türk Ulusu’na birileri tarafından sunulan bir ad değil; Batılı yağmacılara karşı, savaş meydanlarında kan ve ateşle kazanılmış, Bağımsızlık savaşı sonunda kurulan Cumhuriyetin adıdır.

Yani “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı” na “Türk Milleti” denilmiştir.
Türk adını, Türk kimliğini tarihten silme dalalet ve ihanetinin çığırtkanları bir an için bile
bu gerçeği unutmamalıdırlar.

Tarihin hiçbir döneminde başka ulusların ayakları altına düşmemiş bu millet,
birkaç “inkârcı çığırtkana” teslim olmayacaktır.

Türklüğü, Türk kimliğini inkâr ederek, Türk Ulusu’na ihanet eden, Dürrizade Abdullahların, Nemrut Mustafaların,  Artin Kemallerin, Damat Feritlerin, Şeyh Saidlerin, İskilipli Atıfların hazin ve acı sonlarını nasıl görmüşsek; bugün “Türk Kimliğini ayaklar altına aldığını”  (!?) söyleyerek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ihanet edenlerin hazin sonlarını da mutlaka göreceğiz.

Nasıl ki 1920’li yıllardaki ihanet erbabı Zafer’den sonra işbirliği içinde oldukları kimi Yunan ordusunun, kimi İngiliz, Fransız ordularının peşine takılıp, ihanet ettikleri vatanı terk etmek zorunda kalmışlarsa; bugünün inkârcıları da uşaklığını yaptıkları küresel yağmacılara sığınmak zorunda kalacaklardır. (20 Şubat 2013)

Yönetim Kurulu Adına
O. Mümtaz ÇAPÇI
ADD İSPARTA ŞUBE BAŞKANI