Etiket arşivi: Bartu Soral

Yoksulluğa acil çözüm

Yoksulluğa acil çözüm

Bartu Soral
Cumhuriyet
, 13.11.18

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Vatandaşın gelir düzeyi ortada. Çalışanların ortalama maaşı 2 500 lira dolayında. Olanağı olan aile büyükleri, çocuklarına ufak tefek destek veriyor. Geliri yetmeyen kredi kartına yükleniyor, tüketici kredisi çekiyor. Bunlar gelirler bölümü. Bir de giderler var. Son dönem fiyat artışları ile giderler çok yükseldi. Gıda enflasyonu %40. Elektrik ve ısınma da aynı, %40. Kısa vadede, hele “%10 indirim yaptık gibi sloganlarla” enflasyona çözüm bulunamaz. Üretimi değil ithalatı teşvik eden ekonomi politikalarının sonucu bu… Uyarmıştık… Yoksulluk sınırı 6 bin lirayı geçti. Giderler kısmında diğer yük ise vergiler. İşte burada, kısa vadede yapılabilecekler var.

Patron da işçi de aynı vergiyi öder mi? 
Devletin en önemli gelir kaynağı temel olarak ikiye ayrılan vergilerdir; 1) dolaylı vergiler; yani, günlük harcamalara ödenen KDV, ÖTV, alım-satım vb. vergiler. 2) dolaysız yani doğrudan vergiler; yani, gelir ve kurumlar vergisi. Dolaylı vergiler adaletsizdir. Çünkü yiyecek, giyecek, barınma, ısınma gibi tüketim miktarları belli bir sınırı aşmayan, temel ihtiyaçlara, gelirleri ne olursa olsun herkes aynı vergiyi öder. Belirli sınırı aşmayan dedim, çünkü zengin olsanız da kişi olarak günde bin yumurta yiyemezsiniz, gıdaya ayda 50 bin lira harcamazsınız, günde 40 bin km yol yapamazsınız. Yani aylık 1.600 TL asgari ücret alan bir çalışan da, aylık 500 bin TL ortalama geliri olan müteahhit de ekmeğe, süte, benzine, ısınmaya, telefona, elektriğe aynı fiyatı ödüyor, aynı oranda vergi veriyor. Gelirine bakılmıyor. Bu nedenle dolaylı vergiler adaletsizdir.

1980-2017 farkı
1980 yılında toplam vergi gelirlerinin %37’si dolaylı vergilerden oluşuyordu. 2017’de toplam vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin payı %67 oldu. Yıllar içinde ülke ekonomisinde imalat sanayisinin payı düşerken finansal işlemlerden kazançlar arttı. Son 10 yılda ise büyük kazananlar listesine “yandaş inşaat sektörü” de eklendi. Bu kazançların doğru dürüst vergilendirilmediği ise dolaylı vergilerin payının toplam içinde %67’ye ulaşmasından anlaşılıyor. Daha önce de yazdım; Türkiye’de borsada alım satım yaparak kazanç sağlayan yabancılardan bu kazançları için alınan vergi oranı sıfır. Borsada yabancıların payı %65. Yani çoğunluğu yabancıların elinde olan borsadaki kazançlardan vergi alınmıyor. Bankacılık kesimi son beş yıldır kârını her yıl artırıyor. 2017’de toplam kâr 49.1 milyar TL oldu. Bankaların da % 47’si yabancıların elinde.
2017’de kurumlar vergisinden elde edilen gelir 53 milyar TL. Buna karşılık ÖTV’den elde edilen 138 milyar TL, bunun 64 milyarı petrol ve doğalgaz, 34 milyarı tütün ürünleri!.. Rakamlar açık; hükümet vergiyi “büyük kazananlardan” değil, vatandaştan alıyor.

Çözüm
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aylığına %26 zam yapıldı.

1) Asgari ücretten başlayarak bütün çalışan kesim için en az bu oranda zam yapılması zaten artık zorunlu. Kaldı ki temel harcama kalemlerine gelen %40 dolayında zam göz önüne alınınca, bu oran bile geçen yıla göre dar ve orta gelirli kesimin alım gücü yitiğini gidermiyor. Bu, gelir kısmındaki iyileştirme.

2) Buna ek olarak, giderleri düşürmek için; bütün gıda ürünleri, ısınma ve elektrikte vergi oranları sıfırlanacak. Ulaşım ve iletişimde ise vergi oranları indirilecek. Dikkat edin otomobil satışları artsın diye yapılan ÖTV indiriminden söz etmiyorum!.. Peki, bu iki uygulamanın bütçeye getirdiği yük ne olacak? Onun da çözümü hazır;

1) Vergilendirilmeyen finansal kazançlar vergilendirilecek.
2) Düşük oranda vergilendirilen finansal kazançların vergi oranı artacak.
3) Yandaş müteahhit olarak son 10 yıldır bütün devlet ihalelerini alan grubun birikmiş kazançları vergilendirilecek. “Bu milletin a… koyacağız” diyen müteahhitler, taşın altına elini koyacak.
4) Hükümet tasarruf yapacak.
5) Kayıt dışı büyük kazançlar, nereden buldun yasası ile takip edilerek vergilendirilecek.

Haydi bakalım…  Buradan bırakın bütçe yükünü hafifletmeyi, yeni bir tarım ve sanayi planını uygulayacak kaynak doğar. Herkes çalışmaya, üretmeye, kazanmaya ve insanca yaşamaya başlar.
====================================
Dostlar,

REJİM TIKANMIŞTIR!

Değerli ve birikimli ekonomist (kalkınma iktisatçısı) Sn. Bartu Soral, 2 gün önce de Cumhuriyet‘te önemli bir makale yayınladı, üstünde tıklanarak okunmalı bu yazı ile birlikte.

Halkın Yoksulluğu..

AKP iktidarının yoksuldan yana olmak gibi bir derdi olmadığı açık seçik ortada. 2017’de toplam vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin payının %67’ye erişmesi önemli bir kanıt! AKP döneminde Dolar milyarderlerinin sayısının 15’ten 3 katına erişmesi de..
Tek adam rejimi ekonomik çöküntü – yoksulluk – hukuksuzluk… doğurdu. Başkası da beklenemezdi. Tek adam korkunç yetkilere sahip ama rejimin kalbi olması gereken TBMM’de kendisine tek 1 soru bile sorulamıyor.. Hesap vermesi neredeyse olanaksız kılınmış. Oysa evrensel yönetim kuralı yetki ve sorumluluğun birlikte bulunmasıdır.
TEK ADAM’ın ilk 100 günü tam bir fiyasko! Elektirik 5 kez, doğal gaz 4 kez zamlandı. 100 liralık ücret enflasyon canavarı ile 70 liraya indirildi. Resmi işsiz sayısı 6 milyonu aştı..

Şimdi sıra, bu açık çıplak gerçekleri yazıp hesap sorma isteyenleri türlü biçimlerde susturmakta. Yazılamayan öyle çok şey var ki.. Örneğin Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti.. Fransız Dışişleri Bakanı Erdoğan’ı bu konuda “oyun oynamakla” suçlayınca bizimkiler küplere bindi!? Neler olup bitiyor acaba?? 35 milyar – 50 milyar Dolar dolayında bir pazarlık doğru mu? Yönetim saydam ve hesap sorulabilir  – hesap veren durumda olmayınca fısıltılar yayılıyor.

Cumhurbaşkanı hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının salt çoğunluğunun vereceği önergeyle soruşturma açılması istenebiliyor (Anayasa md. 105). Bu 301 vekil demek. Görüşme sonunda soruşturma kararı verilebilmesi 3/5 yani 360 vekilin gizli oyu ile olanaklı. Bu baraj da geçilirse, Yüce Divan’a sevk için 2/3 yani 400 vekilin gizli oyu gerek. Bu baraj da aşılabilirse, Yüce Divanda yargılanırken Cumhurbaşkanlığı görevi eskisi  gibi düşmüyor, bu sıfatla yargılama sürdürülüyor.. Oysa en küçük olayda sahipsiz kamu görevlileri ünlü “soruşturmanın selameti” gerekçesiyle açığa alınıyor ya da yurttaşlar tutuklanıyor.

Bütün bu çelik zırhlar nedendir??
Hesabını veremeyeceğiniz işler yapabilmek için midir?
Öyle ya, tersinden bakarsak, abdestinden kuşkusu olmayan namazını neden sorgulasın ki?

AKP = Erdoğan‘ın ülkemize dayattığı dış kurgulu ucube rejimin demokrasi ile zerrece ilgisi yoktur!
TBMM iğdiş edilmiştir
.
Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün Saraydan alıp Meclise verdiği yetkiler yani HALK EGEMENLİĞİ yeniden ters yüz edilmiş,

  • Ulusun egemenliği gasp edilerek Beştepe Sarayı sakinine devredilmiştir.

Ülke her bakımdan yanıp kavrulmakta ancak sorumlularından demokrasi içinde hesap sorularak iktidardan uzaklaştırılması olanaklı olamamaktadır.

  • Anayasa’nın değiştirilmesi bile önerilemeyecek ilk 3 maddesi, hülle ile başkalaştırılmıştır.
  • Bu girişim bir “darbe” dir ve Türk Ceza Yasası’nın 309. maddesinde tanımlı Anayasayı çiğneme suçudur.
  • Rejim tıkanmıştır.

24 Haziran 2018 seçimlerinin ve 9 Temmuz 2018 hanedan rejiminin tahta çıkmasının üzerinden 5 ay geçmeden Türkiye çok yönlü ve derin bir açmaza sürüklenmiştir.
Çözüm önerecek herkesin bu çok acı verili gerçeği asla akıldan çıkarmaması gerekiyor..

Ekonomist Sayın Bartu Soral’ın da..
Salt (izole) ekonomik önlemler, çok yönü rejim bunalımından çıkmak için
ne denli rasyonel olabilir ki?

Sevgi ve saygı ile. 13 Kasım 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Halkın yoksulluğu

Halkın yoksulluğu

Bartu Soral
Cumhuriyet
, 11.11.18
Yıllık enflasyon %25’e ulaştı. Ama onu geçin, o rakam halkın enflasyonu değil. Vatandaşımızın çoğunluğu; orta gelirli, dar gelirli, esnaf, memur, emekli, işçi, işsiz. Bizim harcamalarımız temel ihtiyaçlarımıza gidiyor. Yani barınma, yiyecek, ulaşım, ısınma. Ev kirası; en kötüsü, merkeze uzak olanı 1.000 liradan başlıyor. Ulaşımda geçirilen 3 saatin hesabını yapamıyoruz. O ömrümüzden giden, bize; “böyle gelmiş ama en azından çocuklarımız için böyle gitmese” dedirten…

Ev halkı en az 3 kişi, bazen 4-5. Büyükler idare ediyor ama herkesin çocuğu en kıymetlisi. İyi olsun, en azından istediğini yiyebilsin istiyor. Yumurtada yıllık enflasyon %62, tavuk 36, süt 33, patates 60, soğan 83, domates almayın, %142. Yani gıda enflasyonu yıllık yaklaşık % 45. Bu ilan edilen. Çarşı pazar fiyatları geçen yıla göre neredeyse iki katı! 
Kış geldi, hava soğudu ve erken kararıyor. Doğalgazda yıllık enflasyon %31, elektrikte %45. Yıllık %25 olan enflasyon, ev kiralarında bir o kadarlık artış demek. 
Evden çıktın, işe gideceksin. Ulaşımda enflasyon %37. Daha akaryakıt fiyatlarına yansıtılmayan ÖTV var. O herhalde Mart 2019 seçimlerinden sonra! Yalnızca Ekim ayı giyim ve ayakkabı fiyatlarında artış %13. Hani çocuklar okula başladı, baba olarak bir pantolon alacaktık…

Kim ne kazanıyor? 
Dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırına Türk-İş, 6 bin lira diyor. Bunun 2 bin lirası aylık gıda harcamasına gidiyor. Evli olmayan, tek kişinin en düşük yaşam gideri ise 2 400 lira. Bu rakamlar açıklanan enflasyon verileri öncesinde ilan edildi. Çalışma Bakanlığının 2017 belirlemesine göre, Türkiye’de çalışanların %40.3’ü, bir başka deyişle 5.8 milyon kişi, asgari ücretle çalışıyor. Yani yılbaşındaki 199 lira zamla aylık net 1.603 TL’ye. Bugünkü asgari ücret, 4 kişilik bir ailenin aylık harcamasına salt 1 hafta yetiyor!

  • 1 kg kırmızı et için iki günlük asgari ücret ödeniyor!.. 

Çalışanların %42.7’si ise asgari ücretin iki katına dek aylık alıyor. Yani çalışanların %83’ü (12 milyon kişi), 1.404 TL ile 2 808 TL arası bir maaş ile geçiniyor. Nüfusun %37’si konutunda “sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçevesi” ile yaşamını sürdürüyor. 
Bunu ben değil TÜİK söylüyor. Buna karşılık sarayda yaşamını sürdüren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aylığı 1 Ocak 2019’da %26 zamla 59 bin liradan 74 500 liraya yükseldi!..

Vatandaş ne yapıyor? 
Geçinebilmek için bankalardan borçlanıyor. Kredi kartına borçlanıyor, onu kapatmak için tüketici kredisi çekiyor. Bugün toplam 32 milyon kişinin kredi kartı borcu var. Üç milyondan çok kişi kredi kartı veya bireysel kredi yüzünden yasal takipte. Vatandaşın toplam borcu 575 milyar TL, ulusal gelirin %16’sından çok. 2002’de bu borç 6.5 milyar TL’ydi ve ulusal gelirin % 1.8’i kadardı. Demek ki o “üç katı büyüdüğü iddia edilen” ulusal gelir içinde bile vatandaşın borcunun payı neredeyse sekiz kat arttı! 
Toplam borcun 223 milyar lirası ihtiyaç kredisi, 98 milyar lirası ise kredi kartı borcu. Yani toplam borcun %56’sı geçinebilmek için kullanılmış. Bu kredilere sarılan vatandaş dar ve orta gelirli. Yani kendisini bütün ağırlığı ile hissettiren enflasyon, durgunluk ve gelir kaybından en hızlı etkilenen kesim. Geçen yıl kredi faizi %16’lardaydı, bugünlerde % 36’ya çıktı. Artık borçlanmak bile çok zor. 
Nüfusun çoğunluğu, çiftçi, esnaf, memur, işçi çok zorda. Oraya buraya enflasyonla topyekûn mücadele, %10 indirim sloganları yazmakla sorun çözülmüyor. Ama bu ağır yükü kısa sürede hafifletmenin yolu var. Salı günü onu yazacağım.
=======================================

Not : Sayın Soral’ın “Salı günü yazacağım” dediği makalesi sitemizde yayınlanmıştır.

YOKSULLUĞA ACİL ÇÖZÜM başlıklı bu makale ve altında yer verdiğimiz bizim kapsamlı katkımızı okumak için lütfen üstünde tıklayın..

Dr. Ahmet Saltık
13.11.18

Yeni dünya düzeni

Yeni dünya düzeni

Bartu Soral
Cumhuriyet, 30.09.18

25 Eylül Salı günü (AS: 2018) Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda ABD Başkanı Trump; “Küreselleşme ideolojisini reddettiklerini, ulusalcılık doktrinini kabul ettiklerini” açıklayınca biraz düşündüm; acaba küreselleşmeyi tekrar parlatmak için mi dünyada nefret objesi haline gelen Trump’a bu açıklamaları yaptırıyorlar diye!..

1980’lerin başından beri söylem şu; ulus devlet bitti. Küreselleşme ile piyasalar mutlu olacak, halklar zenginleşecek, özgür ve demokratik toplumlar oluşacak. Geri kalmış ülkeler gelişmiş Batı ülkelerinin düzeyini yakalayacak… Bizde bu söylem çok tutuldu. Hemen küreselleşmenin gerekleri yerine getirildi. Devletin ekonomideki rolü özelleştirmelerle bitirildi. Zarar eden KİT’ler özelleşecek dendi, nedense kâr edenler önce özelleştirildi! Neden zarar ediyorlar diye sormak, geliştirmeye çalışmak gericilikti!

  • Özel şirketler ve piyasa tapınılası oluşumlardı. 

Küreselleşmenin ekonomi formülü basitti;

– yurtiçi üreticiyi korumak için konulan gümrük vergileri kaldırılacak.
– ticaret serbest olacak, tüketici daha ucuz ve daha kaliteli mala erişecek.

Üretiminiz kalitesiz ve pahalı mı? Çözüm kolay; ithalat. Peki o ithalat için parayı nereden bulacaksın? Merak etmeyin, küreselleşme yine yanınızda! Size bu parayı dış borç olarak verecek, üstüne de azıcık faiz ödeyeceksiniz.

  • Devlet üretimde olmayacak.
  • Her şey özelleşecek.
  • Kuralları bile piyasa koyacak.

    Peki Türkiye ne üretecek? Siz tekstil ve turizmle idare edin! Verilen role razı olduk.

    Küreselleşme ne verdi? 
    Düşük gelirli ülkelerin kişi başına milli geliri 1990’da 458 dolardı, 2015’te yalnızca 581 dolara yükseldi. Yüksek borçlu yoksul ülkelerde kişi başına milli gelir 1990’da 609 dolardı, 2015’te 814 dolara çıktı. Buna karşılık yüksek gelirli ülkelerde 1990’da 29 bin $ olan kişi başına gelir, 2015’te 41 bin dolara, Kuzey Amerika’da 36 bin $ olan gelir 51 bin dolara yükseldi.

  • Küreselleşmenin zengin ülkelere yaradığı açıktı.

    Ama yalnızca ülke olarak da bakmayın, bir avuç elite yaradı dersek daha doğru olur.

  • Bugün dünya nüfusunun %1’lik kesimi dünya gelirinin %52’sine sahip.

    Bundan salt 7 yıl önce 2010 yılında % 44’tü. Yani zengin ailelerin zenginliği artmadı, uçtu. Bizde nedir durum? Ona geleceğim…

    Peki bu küreselleşme sürecini iyi kullanabilen oldu mu? Evet; Çin. Çünkü şöyle bir strateji uyguladı: “Ucuz iş gücü ile önce üretimi artıracağım. Bunun için planlama yapacağım. Tarım reformunu yaşama geçireceğim. Ülkeye gelen uluslararası yatırımları tüketim ve finansal kazançlara değil, üretime yönlendireceğim. Kapital sahibi yine kazanacak, ama fabrikalara yatırım yaparak. Önce üretim artacak, verimlilik ve kalite ardından gelecek” dedi.

    1990’da satın alma gücü ile 1 trilyon 123 milyar $ olan milli geliri, 2015’te 19 trilyon 739 milyar dolara ulaştı ve dünyanın en büyük ekonomisi oldu. Planlı kalkınmayı Güney Kore ve Tayvan da uyguladı. Başardılar. Ayrıntları ileride anlatacağım.

    ABD neden değişiyor? 

    Şimdi Trump diyor ki; bu Küreselleşme işinde biz dünyayı iyi sömürdük ama bu Çin fazla oluyor! Üretimleri her yıl arttı. Amerika’nın Çin’e karşı dış ticaret açığı yıllık 375 milyar dolara ulaştı. Yalnızca bilgisayar ve akıllı telefon parçaları ithalatı için Çin’e 144 milyar $ ödüyoruz. Bu böyle sürmez. İç pazarımı koruyacağım. Çin’den gelen ithalata uyguladığım vergileri yükseltiyorum. Amerikalı firmalar üretimi ülke içine kaydıracak, istihdam ve gelir artacak.

    Bununla birlikte bir süredir Çin’e, denetimli götürdüğü Yuan’ı değerlendir baskısı vardı. Çin, Yuan’ın değerini kendi çıkarına uygun biçimde denetliyor. Biz 2002’de Kemal Derviş aracılığı ile emperyalistlerin istediği 15 günde 15 yasa ile birlikte Türk Lirası’nı, uluslararası piyasaların eline bıraktık. (AS: konvertibiliteye geçiş)

    Bu arada yeni haritası için Irak ve Libya’yı parçalayan emperyalizm sırayı Suriye’ye getirdi. Ve gördü ki artık Çin dışında başka aktörler de var. Çin’le işbirliğine giden Rusya, İran, Hindistan. Bölgede Beşar Esad yıkılmadı. Beş günde Emevi Camii’ne namaz kılmaya gidecek olan Davutoğlu, O’nun yerine evine gitti. Amerika ise 6 bin TIR’la silahlandırdığı PKK’nin, “Biji serok Obama!” sloganlarıyla Suriye’nin %30’unu gasp etmesini sağlayarak bölgede kendi hedefleri için önemli bir kazanç sağladı.
    ABD ile yeni aktörler arasındaki savaş bizim bölgemiz üzerinden kızışıyor. Karşılıklı hamleler geliyor. Bir yandan ticaret devam ediyor. Biz yönümüzü ararken büyük ekonomik bunalımın içine sürükleniyoruz.

Salı günü devam.

FED; AKP’yi şimdilik kurtardı


FED; AKP’yi şimdilik kurtardı

 
YURT Gazetesi, 22.3.2015
“Tünelin Sonu Kriz Yeniden Kalkınma”
kitabında Türk ekonomisinin son 10 yılını inceleyen UNDP Türkiye eski Direktörü Bartu Soral,

“AKP iktidarında ekonomi için pembe tablolar çizildi ancak
ülke ciddi bir ekonomik krize doğru gidiyor.”
dedi.


Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP)
Türkiye eski Müdürü ve kalkınma ekonomisti Bartu Soral’ın yeni kitabı ‘Tünelin Sonu Kriz Yeniden Kalkınma’:

Genel seçimler yaklaşırken, AKP iktidarı döneminde sürdürülen ekonomik programları
mercek altına alıyor. Amerika Merkez Bankası (FED), IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların analizlerinden ve raporlarından yararlanılarak hazırlanan kitapta, gelişmekte olan ülkelerde risklerin yükseldiğini, yeni küresel krizin bu kez gelişmekte olan ülke kaynaklı olacağı belirtiliyor. Kitabında özellikle AKP döneminde Türkiye’de büyüme konusunda
Lale Devri’nin yaşandığını
ama işin özünde ekonominin içten içe çöktüğünün çerçevesini sunan Bartu Solar ile Merkez Bankası’nın attığı son adımları ve Türkiye’yi bekleyen olası kriz senaryolarını konuştuk.

AKP 12 yılı aşan iktidarı döneminde Türkiye’ye ekonomik anlamda çağ atlattığına vurgu yapıyor. Ancak BM İnsani Kalkınma Endeksin’de 69. sırada yer alıyoruz. Gayrisafi millî hasıla (GSMH) balonu ile İnsansal Gelişmişlik İndeksi (HDI) arasında önemli bir fark var. Suudi Arabistan gibi körfez ülkelerinde GSMH çok yüksekken IGI (İnsansal Gelişmişlik İndeksi) çok geride yer alıyor. Siz Türkiye’yi bu durumda nerede konumlandırıyorsunuz?

Birincisi kalkınma hiçbir zaman büyümeye endeksli olarak anlatılamaz. İktidarın söylediği gibi Türkiye’nin 3 katı büyüdüğünün hiçbir bilimsel gerçekliği yok. Benim kalkınmadan anladığım şudur: Kalkınmış bir ülke, insanların kendi projelerini yaşama geçirebileceği bir ülkedir.
Şişli’de doğan varlıklı bir ailenin 10 yaşındaki evladıyla ülkenin Orta Anadolusunda geri kalmış bir ilçesinde ya da köyünde doğan 10 yaşında bir çocuğun eşit koşullarda yaşama başlaması ve kendine kurduğu düşü (hayali) gerçekleştirebilecek olanaklara sahip olması gerekir. Bu durum da asla büyüme ile açıklanamaz.

AKP iktidarı büyüme rakamlarında halkı yanıltıyor.

‘10 yılda 3 kat büyüdük’ sözü, içinde enflasyonu da barındıran aldatmacalı bir hesaptır.
Nominal olarak yaptığınız hesapla bunu ilan ettiğinizde, uluslararası camiada ciddiye alınmıyorsunuz. Uluslararası ekonomik kuruşlar büyümeyi böyle ölçmüyor. Ayrıca,
Türkiye’de 2003- 2013 yılları arasında büyüme oranı 3 kat değil, toplamda yalnızca 0.60’tır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakanlığı döneminde ekonomik krizin güçlü kurumlar
ve bankacılık sistemi ile Türkiye’yi teğet geçtiğini söylemişti. Çizilen bu tabloyu
gerçekçi buluyor musunuz?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘kriz bizi teğet geçti’ diyor ama bilmediği bir şey var.
O da şudur ki; kriz gelişmekte olan ülkelerin tamamını teğet geçti. Fakat gelişmekte olan ülkelerin büyüme ortalamasına baktığınızda Türkiye’ye göre daha yüksek olduğunu görebilirsiniz. Türkiye gelişmekte olan ülkelerin büyüme ortalamasının daha altında bir performans sergiledi. Erdoğan’ın krizin Türkiye’yi teğet geçtiğini söylediği 2009- 2013 arasında gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyümesi %5,33 iken Türkiye’nin %3,91’dir.

Türkiye yabancı sermaye akımı ile mi ayakta kalabilmeyi başardı?

AKP iktidarı 2003 ile 2007 yılları arasındaki finansal konjonktürden yararlandı.
Bu dönemde sınır ötesi sermaye akımlarının dünyada bugüne dek görülmemiş biçimde artmasıyla Türkiye’de büyüme konusunda Lale Devri yaşandı.

Aslında özünde her geçen gün ekonomi içten içe çöküyordu.

2000’li yıllara dek eksikleriyle birlikte süren üretim, yerini ithalata bıraktı ve ithalat arttıkça da dış borçlanma yükseldi. AKP iktidarına dek 129 milyar $ olan dış borç stoku, 12 yılda 402 milyar $’a çıktı. AKP iktidarında Türk ekonomisi deyince akılda kalan 3 temel öğe;

1. Borçlanma,
2. Dış ticaret açığı ve
3. Cari açık olacak.

Elbette bu üç öğenin ortaya çıkardığı yıkım ve çürüme, çöküş yaşanınca bütün çıplaklığıyla görülecek.

FED de muhalif değil ya!

Türkiye’deki bankaların bütün varlıklarının %62’sini krediler oluşturuyor. Şu anda 1 trilyon 350 milyar TL olan kredi miktarının %68’ini KOBİ’ler ve şirketler kullanıyor. Bu kredileri kullanan şirketler kurdan etkilenenlerdir. Türkiye’de brüt kârı borç faizinin iki katı ve altında olan firma sayısı bütün firmaların %40’ını oluşturmakta. Yani şöyle düşünün; 100 firmanın 40 tanesinin
2 liralık brüt kârı var ve borcuna ödediği faizi 1 lira. Türkiye’deki firmaların %40’ının brüt kârı ancak borç faizini karşılıyor. FED söylüyor bunları. FED’i de muhalif diye suçlayamazsınız herhalde…

ABD Merkez Bankası (FED) faiz artırımına giderse Merkez Bankası’nın tutumu
nasıl olur? Aynı şekilde faiz artırımına gider mi?

Dolar kurunun geldiği nokta bakımından önümüzdeki dönemde ABD’nin faiz artırım süreciyle birlikte Türkiye’nin önünde 2 farklı senaryo var.

“Bunlardan ilki; FED, Hazirandan sonra faiz artırımına başlıyorum derse,
Merkez Bankası da Dolardaki yükselişe faiz artırımına giderek müdahale etmeye çalışır.
Bu da zaten durgunlaşmakta olan ekonomiyi iyice durgunluğa sokar.

2. senaryo ise siyasal baskılar yüzünden faiz artırılmadığı zaman gerçekleşir.
Dolar kuru yükselişini sürdürür. Bu durum, finansman açığı olan şirketlerde kambiyo zararlarına neden olur.

Türkiye’de 182.5 milyar dolarlık döviz açığı var.

Son dönemde %13’lük artış bile kabaca 23 milyar dolarlık zarar oluşturdu.
Bankacılık kredilerinin %62’si bu şirketlere verilen paralar. Zarar eden şirketler iflas edince
bu bankacılık sektörünü de krize sokacak boyuta ulaşır. Bu durumda

2001 krizinden çok daha kötü ve tüm Türkiye’ye yayılan bir hal alır.

Türkiye küresel dünyadaki finansal bolluğu çok kötü kullandı ve
kriz ile yüzleşmek zorunda kalacak.

FED, AKP için şans oldu

FED önceki gün faiz oranlarını artırmaya hazırlandığının sinyalini verdi. Ve toplantı sonrası açıklanan tutanaklarda faiz oranlarının artırılması konusunda ‘sabırlı’ olunacağı taahhüdü
yer almadı. FED yalnızca faiz beklentisini 2015’te %1.25’ten 0.60’a indirdi. Dolar 2.53’e falan düşer diye beklendi ancak 2.60’larda kaldı. FED’in bu kararı, AKP’yi Haziran seçimine
daha az yıpratarak götürecek bir pozisyon açtı ve kapıya gelen krizi yalnızca biraz öteledi. Ancak, Eylül ayında yoğun bir şekilde hissetmeye başlayacağımız bir krizden kaçışımız olmayacak.

Piyasa Merkez Bankası’nı takmıyor!

Merkez Bankası Cumhurbaşkanı’nın müdahalesinden sonra bağımsızlığını
koruyabilir mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Merkez Bankası’na yüklendiği son 2 aydan beri,
Merkez Bankası 0.75 oranında faiz indirdiği halde piyasadaki kredi faizleri %2 puan yükseldi. Bu gelişme piyasanın artık Merkez Bankası’nı takmadığının göstergesidir. Çünkü piyasanın ve Merkez Bankası’nın risk algılaması farklıdır. Erdoğan, Merkez Bankası’na “faiz indir
baskısı yaptığında, piyasanın artık Merkez’i dinlenemediğini de göz önünde bulundurmalı.

Şirketler iflas ertelemeye başladı!

Yaklaşan ekonomik kriz toplumun en üst gelir katmanının ilk %5’inin altından başlayarak
orta gelirli, beyaz yakalı ve dar gelirli herkesi olumsuz etkileyecek.

En başta da şirketler etkilenecek gibi gözüküyor. Çünkü Baro yetkililerinden aldığım bilgiye göre iflas erteleme başvuruları yağmur gibi gelmeye başlamış.

Bunun yanında ekonomik riskler tavanda.

Üretim zayıf, teknolojimiz yok.

Hane halkı borcu bizim durumumuzda bir ülke için yüksek. Kısa vadeli dış sermaye hareketleri, denetlenmediği takdirde ulusal paramız üstünde olumsuz etkiler yaratacaktır.
İthalatı körükleyen ve işsizliği artıran bu durum karşısında kurun gerçek düzeylerde kalması için aktif bir döviz ve para politikası izlemeyi tercih etmeliyiz.

*****

Bartu Soral kimdir?
1970’de Ankara’da doğan Bartu Soral orta ve lise öğrenimini Ankara Anadolu Lisesinde tamamladı. Kanada Saint Mary’s Üniversitesi İşletme Fakültesinden lisans, Kanada Dalhousie Üniversitesi Ekonomi Bölümünden kalkınma ekonomisi alanında yüksek lisans derecesi aldı.. 2003’te Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na (UNDP) katılan Soral, 2005’te UNDP Program Müdürlüğü görevine yükseldi. 2009’a dek sürdürdüğü Birleşmiş Milletler (BM) kariyeri süresince küresel ekonomik gelişmeler, gelişmekte olan ülkelerin finans sistemleri ve kalkınmaları üzerine çalışmalar yaptı. 2009’da BM’deki görevinden ayrılan Soral,
halen hem akademik çalışmalarını sürdürmekte hem de serbest danışmalık yapmaktadır.

======================================

Dostlar,

Sayın Bartu Soral’ın açıklamaları çok çarpıcı..
AKP’nin ekonomideki balonunu kezlerce patlatacak sağlam veriler içermekte.
Örn. ekonominin 12 yılda 3 kat büyüdüğü masalı..
Basit “nominal” hesapla kendini ve halkı aldatmanın bir sonu olmalı..
“Reel” hesap ise % 300 değil, bunun 1/5’i olan .60 (%60) düzeyinde!
Yani Türkiye ekonomisi AKP döneminde, 2002 sonunda 1 iken 2014 sonunda 3 olmadı!
1 iken 1,60 oldu! 12 yıla bölerseniz yıllık ortalama büyüme hızının %5’in altında kaldığını
bir çırpıda görürsünüz.. (%60 büyüme 12 yıllık birikimli – kümülatif olduğundan..)

Dolayısıyla 2023’te ilk 10 ekonomi içine girme de (!) hamların hamı bir hayal,
daha doğrusu kendinden kendine ve de “fukara” halkımıza utanmazca,
rezilce bir başka yalandır.

“..ekonominin içten içe çöktüğünü..” Sayın Soral birkaç kez yineliyor.

Dileriz AKP kurmayları da bu acı verileri okuyup değerlendiriyor olsunlar..
Devekuşu mantığıyla 80 milyonluk bir ülkenin devasa sorunları yönetilemez, çözülemez.

Ekonomi bir şeytan üçgenine sokulmuş :

1. Borçlanma
2. Dış ticaret açığı
3. Cari açık 

Türkiye’nin en seçkin kurumlarından Boğaziçi Üniversitesinde Ekonomi ve Uluslararası İlişkiler olmak üzere 2 anadalda (double major) lisans diploması alan Profesör Başbakan
Ahmet Davutoğlu
, gönülden dileriz ki, hayal aleminde kendini ve ulusu kandıran Bay RTE’nin vesayetinden bir parça olsun kendini sıyırır ve acı gerçeklere karşı hızla önlemler alır..

Seçim öncesinde olsa bile!
Aslolan ülke ve halk değil mi? Siyaset bunun için yapılmıyor mu??

Sevgi ve saygı ile.
22.03.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com