Prof. Kemal Gözler yazdı: YSK’nın kararına karşı AYM’ye veya AİHM’e başvurulabilir mi?
“YSK kararlarına karşı Danıştay da dahil olmak üzere hiçbir mercie başvurulamaz”
Prof. Dr. Kemal Gözler (Anayasa hukukçusu)
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Referandumun yapıldığı 16 Nisan 2017 Pazar günü akşamından beri ülkemizde bir “mühürsüz oy pusulası” tartışması sürüyor. Yüksek Seçim Kurulu, 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı kararıyla mühürsüz oy pusulalarıyla kullanılan oyların geçerli olduğuna karar vermiştir[1].
İki gün önce 19 Nisan Çarşamba günü yayınladığım bir makalede bu kararın hukukî analizini yaptım. Makalede YSK’nın söz konusu kararının nasıl ve neden hukukî temelden mahrum olduğunu gösterdim. YSK, 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı Kararı, 298 sayılı Kanunun 101’nci maddesinin sözüne apaçık bir şekilde aykırıdır. YSK, 19 Nisan 2017 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi, Halkların Demokratik Partisi ve Vatan Partisinin yaptığı itirazların reddine karar vermiştir[2].
YSK’nın bu kararından sonra, şimdi de YSK’nın mühürsüz oy kararına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, Anayasa Mahkemesi ve hatta Danıştay’a başvurulup başvurulmayacağı tartışılıyor. Bu konuda görüşlerimi açıklamak isterim:
1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Başvurulamaz
YSK’nın 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı Kararı hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulamaz. Çünkü: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapılabilmesi için, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi veya ek protokollerinde tanınan bir hak veya hürriyetin ihlâl edilmesi gerekir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi veya ek protokollerinde referandumla ilgili tanınan bir hak veya hürriyet yoktur. Bu konuyla ilgili en yakın madde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 Nolu Protokolün 3’üncü maddesidir. Bu maddede aynen şöyle denmektedir:
“Madde 3.- Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler”.
Açıkça görüldüğü gibi, 1 Nolu Protokolün 3’üncü maddesi, referandum için değil, yasama organının seçilmesi, yani milletvekili seçimleriyle ilgili bir maddedir. Yani Protokol, milletvekili seçimlerinde seçmenin oy hakkını güvence altına almaktadır; seçmenin referandumda kullandığı oy hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin veya ek protokollerinin güvencesi altında değildir. Türkiye’de seçmenler 16 Nisan 2017 tarihinde yasama organının seçimi için değil, bir anayasa değişikliğinin kabûlü veya reddi için oy kullanmışlardır. Bu bir seçim değil, referandumdur. Dolayısıyla referandumla ilgili bir hak ihlâli iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulamaz.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 11 Haziran 2013 tarih ve 12626/13 ve 2522/12 Sayılı McLean and Cole v. The United Kingdom Kararında “1 Nolu Protokolün 3. Maddesinin yasama organının seçimleriyle sınırlı olduğuna ve referandumlara uygulanmayacağına (Article 3 of Protocol No. 1 is limited to elections concerning the choice of the legislature and does not apply to referendums)” hükmetmiştir. Mahkeme bu kararında referanduma ilişkin başvurunun “kabul edilemez (inadmissible)” olduğuna karar vermiştir[3]. Durum bundan ibarettir. Şüphesiz, isteyen herkes, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunabilir. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yapılan bu başvuruların “konu bakımından (ratione materiae)” yetkisizlik nedeniyle “kabul edilemez (inadmissible)” olduklarına karar verecektir.
2. Anayasa Mahkemesine de Başvurulamaz
YSK’nın 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı Kararı hakkında Türk Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Çünkü Anayasamızın 148’inci maddesinin üçüncü fıkrası, bireysel başvuru yolunu, Anayasamızın koruduğu her temel hak veya hürriyet için değil, sadece bunlardan
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi biri” için tanımıştır. Yani Türkiye’de Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulabilmesi için, o hak ve hürriyetin sadece Türk Anayasası tarafından tanınması yetmez; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından da tanınması gerekir. Oysa yukarıda açıkladığımız gibi referandumda oy kullanma hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri tarafından tanınmamıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulamayan bir konuda Türk Anayasa Mahkemesine de bireysel başvuru yoluyla başvurulamaz. Kaldı ki Anayasamızın 79’uncu maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde açıkça “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” denmektedir. Bu hüküm Anayasamızda oldukça YSK kararlarına aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil başka herhangi bir mercie başvuru yapılması mümkün değildir.
İki gün önce YSK kararını eleştirirken kullandığım aynı satırları şimdi YSK kararına karşı başka mercilere başvuru yapmayı düşünenleri eleştirmek için kullanalım: Kanunun hükmü açıksa, yorum yapılmaz. In claris non fit interpretatio[4]. Mecellenin dediği gibi “tasrih mukabelesinde delalete itibar yoktur” (m.13) ve “mevrid-i nassda içtihada mesağ yoktur” (m.14).
Hukuk mantığı iki tarafı keskin bıçak gibidir. Hep bir tarafa yontmaz. YSK’nın yorum yaparak 298 sayılı Kanunun 101’inci maddesinin “arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulaları geçerli değildir” şeklindeki hükme aykırı yorum yapması ne kadar yanlış ise, Anayasamızın 79’uncu maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesindeki “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” şeklindeki hükmüne aykırı olarak YSK kararlarına karşı Anayasa Mahkemesi veya bir başka mercie başvurulabileceğinin söylenmesi de o kadar yanlıştır.
3. Danıştaya da Başvurulamaz
Bugün (21 Nisan 2017) iki saat önce gazetelerden CHP’nin YSK’nın kararı veya kararları aleyhine Danıştaya başvurduğunu okudum. Yukarıda açıkladığım aynı sebeple (AY, m.79/2.
son cümle), YSK kararlarına karşı Danıştay da dahil olmak üzere hiçbir mercie başvurulamaz. Anayasanın hükmü çok açık.
4. YSK Kararlarının Kesinliği Üzerine Bir Ek Açıklama[5]
Ben söyleyeceklerimi bu makalenin 21 Nisan 2017 günü yayınlanmış yukarıdaki kısmında söyledim. Ancak bu tartışma bitmedi; dün de çeşitli mecralarda çeşitli argümanlar kullanılarak YSK kararlarına karşı çeşitli mercilere başvuru yapılabileceği yolunda görüşler ileri sürülmeye devam edildi. O nedenle YSK kararlarının kesinliği üzerine biraz daha ayrıntılı bir açıklama yapma ihtiyacı hissettim. Yukarıda açıkladığımız gibi, Anayasamızın 79’uncu maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde açıkça
“Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz”
denmektedir.
Dikkat edileceği üzere, Anayasa koyucu, bu cümlede “kararlar” kelimesini hiçbir ayrıma tâbi tutmaksızın kullanmıştır. Yani bu cümlede “kararlar” kelimesi, bir “genel kavram”, Latince terimlerle söylersek “generalia verba” veya fıkıh usûlü terimleriyle söylersek bir “âmm lafız” olarak kullanılmıştır[6]. “Generalia verba”, yani “âmm lafız”, konusu olan şeyin bütün parçalarına ve bütün çeşitlerine uygulanabilir[7]. Yani bir genel ibare, genel olarak yorumlanır (generale dictum generaliter est interpretandum)[8]; diğer bir ifadeyle, genel kelimeler, genel anlamda anlaşılmalıdır (generalia verba sunt generaliter intelligenta)[9]. Bu nedenle kanunun ayrım yapmadığı yerde, bizim de ayrım yapmamamız gerekir (ubi lex non distinguit, nec nos distinguere debemus)[10]. Çünkü kanun koyucu isteseydi, bu ibareyi genel anlamda kullanmaz, onu parçalara ayırarak, onun bazı parçalarını istisna tutarak kullanırdı. Zira “ubi lex voluit dixit, ubi noluit tacuit[11] (kanun istediği zaman söyler; istemediği zaman ise susar)”.
O hâlde hüküm koyarken kanun koyucu, ayrım yapmaksızın genel ibareler kullanmış ise, kanunun kullandığı ibareden en genel anlamı çıkarmak gerekir[12]. Yani kanunun ayrıma gitmediği yerde, yorumcu da ayrım yapamaz (ubi lex non distinguit neque interpretis est distinguere)[13]. Bu nedenle sınırsız bir hükmü sınırlamamak, hükmün genelliğine aykırı ayrımlamalar yapmamak gerekir[14].
Yukarıdaki ilkeler uyarınca genel hükümde kullanılan genel bir tabirin kapsamına belirli bir şeyin girip girmediği konusunda tereddüt hasıl olursa, söz konusu şeyin genel tabirin kapsamına girdiği sonucuna ulaşılır. Dolayısıyla, YSK’nın kararları arasında “seçimleri yönetme görevi çerçevesinde verdiği kararlar” – “denetim görevi çerçevesinde verdiği kararlar” veya “YSK’nın idarî kararları-yargısal kararları” şeklinde ayrımlar yapılmasının, Anayasamızın 79’uncu maddesinin ikinci fıkrasındaki “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” şeklindeki hüküm bakımından doğuracağı bir sonuç yoktur; çünkü bu cümlede kullanılan “kararlar” kelimesi, ayrım yapılmadan, yani bir “amm lafız”, bir “generalia verba” olarak kullanılmıştır; dolayısıyla YSK’nın bütün kararlarını kapsar. YSK’nın idarî kararları da, yargısal kararları da, m.79/2-son cümlede kullanılan “kararlar” kelimesinin kapsamındadır.
Bu nedenle, YSK’nın hangi tür kararı olursa olsun, o karara karşı, herhangi bir mercie başvurulamaz.
Aynı sebeple, “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” hükmü Anayasada bulundukça, YSK’nın bir idarî organ mı, yoksa bir yargı organı mı olduğu veya YSK’nın aynı zamanda hem bir idarî organ, hem de bir yargı organı mı olduğu tartışmasının[15] YSK’nın kararlarının kesinliği üzerinde doğuracağı bir etki de yoktur.
Bu vesileyle belirtmek isterim ki, ben, YSK’nın mevcut kuruluş şeklini savunan birisi değilim. Geçmişte YSK’ya hem idarî, hem de yargısal görevler verilmiş olmasını şiddetle eleştirdim[16]. Doğrusu, bu iki görevi birbirinden ayırmak ve bu iki görevi iki ayrı organa vermektir. Ülkemizde YSK, hem idareci, hem de hâkim konumundadır. Bu yanlıştır. Ancak bunun yanlış olması, YSK’nın kararlarının Anayasa Mahkemesi veya Danıştay tarafından denetlenebileceği anlamına gelmez. Anayasa, m.79/2, son cümle Anayasamızda bulundukça, yapacak bir şey yoktur.
* * *
İki gün önce YSK, 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı kararını eleştirirken kullandığım aynı satırları şimdi YSK kararına karşı başka mercilere başvuru yapmayı düşünenleri eleştirmek için kullanayım: Kanunun hükmü açıksa yorum yapılmaz. In claris non fit interpretatio[17]. Mecellenin dediği gibi “tasrih mukabelesinde delalete itibar yoktur” (m.13) ve “mevrid-i nassda içtihada mesağ yoktur” (m.14).
* * *
YSK’nın referandum kararını Danıştaya, Anayasa Mahkemesine veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine denetlettirebilmek için zorlama yorumlar yapılıyor. Hukukta yorum meşrudur. Ancak bu yorumun dürüstçe ve yorum ilkelerine uygun olarak, çarpıtılmadan yapılması gerekir. Hukukçu kanun koyucu veya anayasa koyucu değildir. Hukukçu, yorum görüntüsü altında kanun koyuculuk görevine soyunamaz. Kanunun sözünden uzaklaşan yorumun savunulabilecek bir yanı yoktur[18]. Francis Bacon, 1605 yılında yayınladığı The Advancement of Learning isimli ünlü eserinde şöyle der: “Non est interpretatio, sed divinatio, quae recedit a litera. Cum receditur a litera, judex transit in legislatorum” (Sözden uzaklaşan yorum, yorum değil; kehanettir. Hâkim sözden uzaklaşırsa, kanun koyucu hâline gelir)”[19].
Hukuk teorisinde metnin anlamını bozan yoruma “maledicta est expositio quae corrumpit textum (metni ifsad eden yoruma lanet olsun)” denerek beddua edilmiştir[20]. Yine benzer şekilde Sir Edward Coke “viperina est expositio quae corrodit viscera textus (metnin içini kemiren yorum, zehirli yılandır)” diyerek metinden uzaklaşan yorumu lanetlemiştir[21].
* * *
Hukuk mantığı iki tarafı keskin bıçak gibidir. Mantık nalıncı keseri değildir; hep bir tarafa yontmaz. YSK’nın 298 sayılı Kanun, m.101’deki “arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulaları geçerli değildir” hükmünün açık sözüne aykırı yorum yapması ne kadar yanlış ise, CHP’nin veya bir başka kurumun veya kişinin, Anayasa, m.79/2’deki “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” hükmünün açık sözüne aykırı yorum yapması da o kadar yanlıştır.
* * *
Üzerime vazife olmayarak ilave etmek isterim ki, CHP’nin tutumunun sadece hukuken değil, aynı zamanda siyaseten de yanlış olduğunu düşünüyorum. Sonucun olumsuz olacağını bile bile başvuru yapmak, topu karşı takımın kalesine değil, bile bile avuta atmak gibi bir şeydir. Yarın CHP’ye, “YSK’ya başvurdun, reddedildi; Danıştaya başvurdun, reddedildi; Anayasa Mahkemesine başvurdun, reddedildi; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurdun, reddedildi; daha ne istiyorsun” dendiğinde CHP’nin söyleyecek bir sözü kalmaz.
Dahası bundan iki ay kadar önce CHP, referandumda oyladığımız Anayasa Değişikliği Kanunu hakkında Anayasa Mahkemesinde iptal davası açma hakkına sahip iken Anayasa Mahkemesine başvurmamıştır. Hâliyle bu kendi bileceği bir şeydir. Belki böyle bir başvurunun başarı ihtimalini düşük görmüştür. Ancak şunu gözlemlemek sanıyorum hakkımızdır: İki ay önce, Anayasanın kendisine verdiği Anayasa Mahkemesine başvurma hakkından feragat eden CHP’nin, şimdi bu tartışmalı başvurular konusunda neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlamak zordur.
Sonuç
Görüldüğü gibi YSK’nın referandumla ilgili kararlarına karşı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine veya Anayasa Mahkemesi veya Danıştaya veya başka bir mahkemeye veya mercie başvurulamaz. YSK’nın kararı kesin ve bağlayıcıdır. Hukuk sistemimizde YSK’nın kararları, kanuna ne kadar apaçık bir şekilde aykırı olursa olsun geçerlidir ve bağlayıcıdır. YSK’nın kararının yanlış olması başka şey, bu kararın geçerliliği ve bağlayıcılığı başka şeydir.
Kararın hukuken doğruluğunu tartışabiliriz; ama kararın bağlayıcılığını tartışmamamız gerekir. Aksi takdirde hukuk güvenliği sarsılır. Anayasamız seçimlerin yönetimi ve denetimi konusunda son sözü söyleme yetkisini YSK’ya vermiştir. YSK’nın kararları, biz beğensek de beğenmesek de, kanuna uygun da olsa, aykırı da olsa, Anayasamıza göre geçerli ve bağlayıcıdır. Bu sonuç, hukukçu olmayanlar tarafından şaşırtıcı ve kabul edilemez bir şey olarak görülebilir. Ama hukuken durum budur. Seçimlerin yönetilmesi ve denetlenmesi konusunda Türk hukuk sisteminde nihaî karar verme yetkisine sahip tek makam vardır; o da YSK’dır. YSK’nın kararları kesin ve bağlayıcıdır. Hukukun genel teorisi bakımından bunda şaşırtıcı olan bir şey de yoktur. Bu konuda tereddütleri olanların benim Hukukun Genel Teorisine Giriş[22] isimli kitabımın “geçerlilik”, “bağlayıcılık” ve “otantik yorum” başlıklı konularına bakabilirler.
Sahte oy kullanıldığına ilişkin bilgi ve delilleri olanların şikayetlerini ilçe ve il seçim kurullarına ve keza YSK’ya süresi içinde yapmaları gerekir. Keza sahte oy kullanma hukukumuzda suçtur. Bu suçun işlendiği konusunda bilgisi olanların cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusunda bulunmaları gerekir. Yapılacak şey bundan ibarettir. Bunun dışında spekülasyonda bulunmanın kimseye sağlayacağı bir yarar yoktur.
21 Nisan 2017, Saat 20, K.G.
4. madde eklenmiştir, 23 Nisan 2017, Saat 07. K.G
(http://t24.com.tr/haber/prof-kemal-gozler-yazdi-ysknin-kararina-karsi-aymye-veya-aihme-basvurulabilir-mi,400436, 24.4.17)
[1]. http://www.ysk.gov.tr/ysk/content/conn/YSKUCM/path/Contribution%20Folders/Kararlar/2017-560.pdf
[2]. http://www.ysk.gov.tr/ysk/faces/HaberDetay?training_id=YSKPWCN1_4444023136&_afrLoop=14939116160678&_afrWindowMode=0&_afrWindowId=v20tp6jia_37#%40%3F_afrWindowId%3Dv20tp6jia_37%26_afrLoop%3D14939116160678%26training_id%3DYSKPWCN1_4444023136%26_afrWindowMode%3D0%26_adf.ctrl-state%3Dv20tp6jia_58.
[3]. Bkz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Dördüncü Bölüm, 11 Haziran 2013 tarih ve 12626/13 ve 2522/12 Sayılı McLean and Cole v. The United Kingdom Kararı, paragraf 32 (http://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-122352). Aynı yönde diğer kararlar için bkz: X. v. the United Kingdom, no. 7096/75, Bader v. Germany, no. 26633/95, Castelli and Others v. Italy,nos. 35790/97 and 38438/97, Hilbe v. Liechtenstein (dec.), no. 31981/96, ECHR 1999‑VI;Borghi v. Italy (dec.), no. 54767/00, ECHR 2002‑V.
[4]. Bu konuda bkz. Kemal Gözler, Hukuka Giriş, Bursa, Ekin, 13. baskı, 2016, s.290-291.
=========================================
Dostlar,
Yetkin Anayasa hukukçusu Sn. Prof. Dr. Kemal Gözler’in kapsamlı bilimsel irdelemesi yukarıda. Sayın Gözler görüşlerini birtakım kaynaklara dayandırıyor. Bu da bir hukuksal yorumdur sonuçta. Gerçekte Hukuk “bir yorum” olarak kabul edilir ve tanımlanır.
Gözler hocanın katı bir pozitivist olduğunu biliyoruz.
Biz biraz daha farklı düşünüyoruz. Hukukun da bir araç olduğunu, adil – demokratik bir düzen için insan aklıyla yaratılıp kurgulandığını düşünüyoruz. Sonuçta Hukuk da insan aklının – emeğinin bir ürünüdür ve kutsallaştırılıp yaşamı – düzeni örümcek ağı gibi tutsak almasına izin verilebilir mi?? Hukuka aşkın bir konum ve statü yükleyip (atfedip) aşılamaz kılınması ne denli bilimsel, faydacı ve pragmatik olabilir? Hukuk kuralları, bir düzen oluşturmak ve toplumsal ilişkilerden kaynaklanan sorunları çözme amaçlıdır; açık adaletsizlik doğurma gücü ve işlevi olduğu varsayılamaz. Ya da açıkça çelişkiye ve aykırılığa düşse bile gene de ona şapka çıkarılmasının doğru – yerinde olacağı savunulamaz.
Anayasa yalnızca 79/2 maddesinden ibaret değildir. Bütün hükümleriyle bir sistematik bütünlük taşımaktadır. Temel amacıyla, 2. maddede tanımlanan nitelikleriyle Cumhuriyet’in hukuksal dayanağını oluşturmaktır. Herhangi bir maddesini yalıtarak kendi içinde yorumlamak anayasal sistematik bütüne zarar veriyor, o kurguyu özünden zedeliyorsa, o hükmün bu güçte – ayrıcalıkta olamayacağı, o yönde yorumlanamayacağı kabul edilmelidir. Tersi durumda tek bir aykırı anayasa normuna öbürlerinden üstünlük tanınmış olabilir. O denli ki bu sözde patolojik üstünlük, anayasal bütünlüğün özünü ağır biçimde zedelemektedir; açık yasa çiğnemeye dokunamamaktadır!?
Bu bağlamda herhangi bir kurumun ya da kişinin şu ya da bu eylem yahut işleminin açıkça yasaya aykırı olabileceği, apaçık yasaya aykırı olsa bile ancak buna karşı hiçbir şey yapılamayacağı savunulabilir mi? Bu durum hukuk sisteminin burçlarında ciddi bir gedik açar ve asıl hukuk güvensizliği, hukukun öngörülemezliği bu durum olsa gerektir.
Böylesi zor hukuksal durumlar için Ronald Dworkin’in “Herkül yargıç” modeli geliştirilmiştir. Yargıç Herkül, her somut verili durumda mutlak bir öncelikle adaleti gerçekleştirmenin, en adil kararı vermenin peşindedir. Sorunu irdeler, olayların hukuksal nitelemesini yapar ve en adil kararı bulur; sonra da asıl işlevi zaten adalete aracılık etmek olan hukukun temel ilkeleri / standartları, varsa mevzuat normları içinden uygun dayanağı arar, mutlaka bulur ve çıkarır..
CHP’nin başvurusu üzerine Danıştay 10. Dairesi üyelerinden karşı oy yazan sayın üyenin gerekçesi kayda değerdir :
- “Seçim güvenliğinin, dürüstlüğünün ve seçim sonuçlarının sürüncemede bırakılmayarak kısa süre içinde açıklanmasının sağlanması amacıyla Kurul kararlarına karşı başka merciye başvurulamayacağı yönündeki hükmün, tam kanunsuzluk halinin bulunduğu ileri sürülen başvurularda da geçerli olduğunu, hiçbir istisnanın bulunmadığını kabul etmek, hak arama özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü ilkesinin açıkça ihlali sonucunu doğuracağından, Kurul kararının idari davaya konu olabileceğinin kabulü gerekir.
- Belirtilen nedenle YSK’nın önceki kararlarında da isabetle ifade ettiği ve yerleşik hale geldiği üzere, tüm kanunsuzluk hallerinin tespiti halinde, itiraza veya şikayete konu karara karşı, süresinde başvurulup başvurulmadığı, kararın kesin olup olmadığına bakılmaksızın başvuruya konu kararın incelendiği, kendine özgü idari bir kurul olan YSK’nın idari davaya konu olabilecek nitelikteki 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı kararının hukuk devleti olmanın ve hukukun üstünlüğünün bir gereği olarak ‘tam kanunsuzluk’ iddiası ile sınırlı olarak esasının incelenerek bir karar verilmesi gerektiği görüşüyle aksi yönde verilen çoğunluk kararına katılmıyorum.”Anayasa hukukçusu Prof. İ. Kaboğlu “AYM’ye YSK kararını götürmenin önünde bir engel yok…” görüşündedir (http://ahmetsaltik.net/2017/04/20/prof-kaboglu-ysk-karari-icin-aymye-de-aihme-de-gidilebilir/)
Sn. Prof. Gözler, Anayasal bir kurum olan ve 11 yüksek yargıçtan oluşan YSK’nın apaçık
yasayı çiğnemesine bir biçimde suskun kalarak hazmetmeyi önermekte ve çaresizliğe teslim olmaktadır. Bu yorum kabul edilemez; Hukuk, son çözümlemede bir çaresizlik değil, çare kurumudur. Tersini savunmak Hukuk kurumunu yadsımak, giderek hiçselleştirmeye itmektir.
“YSK’NIN HUKUKSUZ KARARINI ANAYASA MAHKEMESİ’NE TAŞIDIK”
başlıklı makaleye de bakılmasını dileriz.
Sevgi ve saygı ile. 26 Nisan 2017, Ankara
Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net