Etiket arşivi: Atatürk milliyetçiliğine bağlı

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA İLETİSİ


23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve
ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA İLETİSİ

portresi

 

Nurullah AYDIN
22 Nisan 2015 – ANKARA

 

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile Türk Milleti;
hür ve bağımsız yaşama iradesini ortaya koymuştur.

Bu açılış; her türlü iç ve dış ihanet şebekelerine rağmen başarıya ulaşma azim ve kararlılığın merkezi olarak ülkenin önüne yeni ufuklar açan bir dönüm noktasıdır.

Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları, istiklal mücadelesinin
ancak Türk Milleti’nin;
egemenliğine, birlik ve beraberliğine sahip çıkması ile başarılabileceğine inanmıştır.

TBMM Bağımsızlık savaşının karargâhı olmuş;
kararlarıyla, onurlu duruşuyla mücadeleye hayat, insanımıza umut ve güç vermiş,
kurtuluş mücadelesini başarıya ulaştırmış,

Cumhuriyet’i ilan ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun kaynağı olmuş,
Türkiye’nin modern dünyayla bütünleşme sürecinde kapsamlı reformları yaşama geçirmiş, güçlü yarınların temellerini atmıştır.

Demokrasi; bir uzlaşma, anlaşma ve barış rejimidir.

Hukuk devleti; hukukun üstünlüğüne (AS: sermayenin hukuk değil,
emeğe saygılı hukukun üstünlüğü; retorik tuzağa dikkat!)
dayalı yönetim demektir.

Sosyal devlet; toplumun tümünü ayrımsız kucaklama anlayışıdır.

Türkiye; Laik, sosyal bir hukuk devletidir.
(AS: Anayasa md. 2’de 3 değil 6 temel nitelik sayılmakta : 1) İnsan haklarına saygılı,
2) Atatürk milliyetçiliğine bağlı, 3) Demokratik, 4) Laik 5) Sosyal, 6) Hukuk Devleti)

Türkiye; insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı
(AS: hangi hukuk? Yukarıda belirttik), çoğulcu demokrasi anlayışını geliştirmelidir.
 

Milli egemenlik, milli irade; milletin birlik ve beraberliğini parçalamak demek değildir.

Milli egemenlik; özgürlüğün, eşitliğin, adaletin, hukukun üstünlüğünün ve kurumların meşruluğunun dayanağıdır.

Kendine inanmak, çalışmak, kendini en iyi biçimde yetiştirmek;
amacı ve hedefi olanlar için gereklidir.

Türk Milleti’nin geleceğinin güvencesi çocukların; atalarının izinden giderek,
ülkenin huzuru, refahı ve gelişmesi için, günü geldiğinde azim ve kararlılıkla sorumluluklarını yerine getireceğine olan inancım tamdır.

Çocuklarımızn başarılı, sağlıklı, huzurlu ve mutlu olması; milletçe ortak amacımızdır.

Çocuklarımızın başarısı; Türkiye’yi güzel günlere taşıyacaktır.

Dünya barışı ve huzuru için; dünya çocuklarına kardeşlik, sevgi, barış duygularını verilmesi gereklidir. 

Türk Milleti yetişmiş ve yetişmekte olan evlatları;
büyük bir azim, kararlık ve inançla bugünün ve yarınların güvencesidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 95. yıldönümünde;

Cumhuriyetimizn kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü,
İstiklal Savaşımızın tüm kahramanlarını,

Birinci Meclis üyelerini saygı, minnet ve şükranla anar;

Dünya’nın bütün çocuklarına ve çocuklarımıza barış ve mutluluk getirmesini dileğiyle,
23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlar,
sevgi çiçeklerinin yeşermesini dilerim.

===============================

Dostlar,

Sayın Nurullah Aydın arkadaşımızın yazılarına bu sitede çok yer verdik anımsayacaksınız. Yukarıdaki yazısı da son derece olumlu, iletileri varsıl ve sevecen. Kendisine teşekkür ederek paylaştık.
Hep yapageldiğimiz gibi, metinde yer yer arı Türkçe için sınırlı karışmalarımız oldu
ama anlama hiç dokunmadık..
Bir de ayraç içinde eklemelerimiz oldu..
Örn. HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ.. Kocaman bir burjuva retoriği.., retorik tuzak..

Hangi hukukun üstünlüğü??
Burjuva (sermaye!) hukukunu hem dayatıyor hem de kutsallık – dokunumazlık zırhına sarıyor.. Bu davranış ciddi bir etik – moral sorun ama ne yazık ki günümüzün
tarihsel olarak artık “olgun” (!?) olması beklenen birkaç yüzyıl kıdemli Burjuvası bile,
zerrece etik – moral kaygı taşımadan pragmatik (faydacı) geleneğini sürdürüyor..
Çok merak ediyoruz; bu bağlamda bir matürasyon – sorumluluk bilinci ne zaman gelir??

Kendiliğinden olmayacağını bilecek ölçüde tarih bilgimiz ve siyasal bilincimiz var sanırız. O zaman da iş başa düşüyor.. Emeğin hukukunu her yerde ve zeminde – zamanda bilinç ve kararlılıkla savunmak.. Gerçek AYDIN tutumu ve sorumluluğu bu olsa gerek..

23 Nisan kutlu ve mutlu olsun!

Yarın, 23 Nisan 2015 Perşembe günü, saat 11:00’de 1. Meclis önünde, Ulus’ta toplanacak ve Anıtkabir’e yürüyecek VATAN PARTİSİ programına katılacağız..

Sizleri de bekleriz..

Sevgi ve saygı ile.
22 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Hüsnü MAHALLİ : MÜSLÜMAN KARDEŞLER 1 ve 2


MÜSLÜMAN KARDEŞLER 1 ve 2

Dostlar,

Ortadoğu konusunda derin uzmanlığı tartışma dışı olan Sn. Hünü Mahalli
18 ve 19 Eylül 2014 günlerinde YURT‘ta çok önemli 2 ardışık makale kaleme aldı.. (aşağıda..)

RTE’nin İslami örgütlere terörist oslun – olmasın bize çok anlaşılmaz gelen “aşkının” artalanı bu yazıda aydınlığa kavuşuyor :

  • Çünkü Erdoğan yeniden Halife olabileceğini hayal etmişti.

Erdoğan başta olmak üzere her-kes aklına bir güzel koymalı ki;

HALİFELİK; tarihsel işlevini yitirmiş, içi boşalmış, çağdışı bir dinci baskı amaçlı
siyaset kurumudur.

Türkiye’de 3 Mart 1924’te (1340) 430 sayılı yasa ile

HALİFELİK bir Devrim Yasası ile yürürlükten kaldırılmıştır.

Bu yasa, Anayasa’nın 174. maddesinde sıralanan 8 Devrim Yasasından biridir ve Anayasl koruma altındadır. Dolayısıyla Anayasa’nın ilgili maddesi değiştirilemden Hilafet kurumu yeniden getirilemez. Kaldı ki, Türkiye, Anayasası’nın 2. maddesinde sayılan değiştirilemez ve değiştirilmesi bile önerilemez temel Cumhuriyet değerlerinden birisi olarak “Laik” bir ülkedir. (Ayrıca md. 24 vd.)

Dolayısıyla ancak KURUCU BİR İKTİDAR ile yepyeni bir Anayasa yapılır ve bu “hukuksal” (!?) engeller aşılabilirse (!) Türkiye’nin laik-demokratik-hukuk devleti olma
(ayrıca 3 özellik daha var 2. maddede : insan haklarına saygılı,
Atatürk milliyetçiliğine bağlı, sosyal
) yapısı değiştirilebilir.

Ham hayaller peşinde serüvenciliğin yeri yoktur.
HALİFELİK dünya insanlık tarihinde artık çöplüğe atılmış bir kurumdur.
Onu yaşatacak – işlevsel kılacak toplumsal – ekonomik – politik – sosyal – kültürel –
sosyal psikolojik… doku ve iklim artık çağcıl dünyada yoktur ve böylesi bir iklime
geri dönüş de söz konusu değildir.

Ülkenin sınırlı enerjisi bu tür yersiz alanlarda tüketilmemelidir.

Türkiye, AKP kadrolarınca başlatılan Cumhuriyetin temel değerleri üstündeki yapay
ve gereksiz tartışmaları derhal bir yana bırakarak üretmeli, üretmeli, üretmelidir.
21. yy’da tutunabilecek akıl ve bilim – teknoloji toplumu olmaktan başka çare yoktur.

Çocuklarımıza Arapça değil geleceğin dillerini öğretmeliyiz.. Çince, Hintçe, Japonca..

Çocuklarımıza boooooooool kepçe din, ilahiyat, fıkıh, tefsir, siyer (peygamberin yaşamı)… gibi konuları değil; Matematiği, Mantığı, Felsefeyi, Çözümleyici (analitik) düşünmeyi, eleştirel aklı geliştirici eğitimi yaşama geçirmeliyiz..

  • Ne yapıp edip ERDEMLİ – AHLAKLI bir toplum yetiştirmeliyiz.

Bunca İHO – İHL – İlahiyat Fakültesi – Cami – Hoca – Hacı – Mele – Cemaat – Tarikat..
ama dünyanın en ahlaksız toplumu aynı zamanda…

2 seçenek var : Ya izlenen eğitim politikaları özlenen AHLAKLI- ERDEMLİ toplumu üretmede başarısız – yetersiz..

Ya da “dünyanın en ahlaksız toplumu” nun başat nedeni!
Dolayısıyla, zorunlu din derslerinin hiç kıvırtmadan, AİHM kararı uyarınca
artık kaldırılması kaçınılmazdır..

Canalıcı sorun budur..

RTE ya da başkalarının (Davutoğlu vd.) akıldışı (irrasyonel)
Yeni Osmanlı – Hilafet özlemleri, ham hayalleri asla değil..

RTE’nin akıl haritasını – ruhsal dünyasını ele geçiren ve yönlendirenler başta olmak üzere Ulusumuza..

Duyururuz…

Sevgi ve saygı ile.
18.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Not       : Mustafa Kemal Paşa’ya Halife olması önerildiğinde ne yanıt verdiği okunmalıdır. 90 yıl önce Paşa, bu kurumun içi boş bir tahakküm kurumu ve dini siyasete alet eden bir heyula olduğunu belirterek kesin ve set bir dille geri çevirmişti. Aradan geçen 90 yıl Halifelik adına lehte midir, aleyhte midir? Yandaşlar iyi tartmalıdır. Sitemizde konuya ilişkin epey yazı vardır.. Okunması dileğiyle..

– 3 MART 1924 DEVRİM YASALARININ ÖNEMİ

– 90 Yıl Sonra 3 Mart Devrim Yasaları : Onlar da Türkiye de Tam Bir Şeriatçı Kuşatmada !

Müslüman Kardeşler hakkında :

– Müslüman Kardeşler ve Şeriata Gömülen Mısır…

========================================

Portresi

 

Hüsnü MAHALLİ
hmahalli@hotmail.com
YURT, 18.9.14

 

MÜSLÜMAN KARDEŞLER-1

Müslüman Kardeşler hareketi 1928’de Hasan El-Benne tarafından Mısır’da kuruldu
Bu hareketin kuruluşu ile ilgili olarak çok şey söylendi.
Örneğin İngilizlerin dolaylı desteği.
Örneğin Suudi Arabistan sponsorluğu.

1950’li yıllarda Arap milliyetçiliği ile sola karşı komplolara başlayan örgüt yasaklandı, liderleri idam edildi ve kaçanlar hep Suudi Arabistan ya da İngiltere’ye sığındı.

Müslüman Kardeşler’in Arapçası El-İhvan El-Müslimin.

İhvan kelimesini ilk kez Suudiler kullandı. 1747’den başlayarak Osmanlı’ya ve Osmanlı ile işbirliği yapan aşiretlere karşı ayaklanan Suud Ailesi ve Vahabi mezhebinin kurucusu Muhammed Abdülvahab, bu ayaklanmada örgütledikleri serserilere İhvan adını verdiler. Çok bağnaz dini öğretiler ile beyinleri yıkanan bu İhvanlar yani Kardeşler inanılmaz katliamlar yapıyordu.
.
Suud Ailesi İngiliz işbirliği ile Hicaz ülkesinde Suudi Arabistan Kırallığını kurunca,
Kral Abdülaziz 1929’da İhvanları ortadan kaldırdı.
Nasıl olsa kardeş ülke Mısır’da yeni İhvanlar ortaya çıkmıştı.
O tarihten sonra Arap ve İslam dünyasında ortaya çıkan tüm İslami hareketler
ideolojik olarak Suudi ve Mısır İhvanlar’ından etkilenmişlerdir.

ABD ve Batı ise 2. Dünya Savaşı sonrasında komünizme karşı savaşta hemen hemen tüm İslami hareketleri kullanmıştır. Çünkü din kökenli bu hareketlere göre
‘Komünistler dinsiz ve Allahsızdır’.
CIA onlara öyle öğretmişti.

Bir Amerikan araştırma kuruluşunun hesaplarına göre Suudi Arabistan,
çağdışı Vahabi mezhebini yaymak, dünyadaki Müslümanları daha da bağnazlaştırmak ve onları Amerikan hizmetine sunmak için 1931-91 arasında 87 milyar $ harcamış.
En büyük payı hep Kardeşler almıştı.
Suudi Arabistan ve büyük patron onları çok seviyordu.
Ülkelerinden kovulanların tümü ya Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine ya da ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve öbür Avrupa ülkelerinde konuk ediliyorlardı.

AKP’nin Kasım 2002’de iktidara gelişi ile birçok şey değişmeye başladı.
İhvanları sevme konusunda AKP yönetiminde Türkiye, ezeli düşman Suudiler ile yarışmaya başlamıştı.
Vahabi mezhepli olmasına karşın Suud Ailesi’nden hoşlanmayan Katar Emiri Hamed ise bunu fırsat bilerek Ankara’nın çizgisine yaklaştı.
Adam inanılmaz zengin.
AKP ise iktidara gelir gelmez Rahmetli Erbakan Hoca’nın yolunda yürüyerek dünyadaki tüm İslamcı parti, grup, örgüt ve hareketlere el uzattı. Çekingen başlayan bu ilişki zamanla çok gelişti ve İstanbul bu kesimler için etkin bir merkez oldu.

AKP Hükümeti İhvan olan herkes ile ilişki kurmuş, farklı içerik ve düzeylerde
birlikte hareket etmeye başlamıştı.

‘Arap Baharı’ öncesinde bile ülkelerinden kaçan ya da Batı ülkelerinde barınan İhvanların büyük bölümü İstanbul’u yeni mesken edinmişti.
AKP Hükümeti hepsi ile çok sıkı ve kapsamlı mali ve ekonomik ilişki kurmuştu.
Yasin El- Kadı yalnızca bir örnek .

Kardeşlerin yönetiminde Yeşil Sermaye kurumları içte ve dışta hızlı bir şekilde zenginleşiyordu.
Esad ise Türk ve Arap medyasına verdiği demeçlerde

“Erdoğan bana gelip ‘reform yap’ dediğinde aslında bir tek şey istiyorudu :
Müslüman Kardeşleri serbest bırak ve hükümeti onlarla paylaş..” diyordu.
Yani Erdoğan bu söylem ve tutumu ile dünyadaki tüm Kardeşlere

‘ Bundan böyle koruyucunuz Suudiler değil benim’ demek istiyordu.
Hamas’a da bunun için sahip çıkıyordu.
Çünkü Hamas İhvan idi.
Yani AKP’liler gibi.
.
Çoğunluk onlar ile anlaşamıyordu .
Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Libya, Tunus ve diğerleri…
Onları İhvan olmayan İhvan tanımı ile ‘Kafir Alevi Esad ve onun müttefiki Şii Iran ve Hizbullah’ sahipleniyordu.

ABD bile Esad’a gidip ‘Bu terörist Hamas İhvanlarından vazgeç sana istediğini verelim’ demişti.
Esad İhvan değildi ama ‘ Kardeş kardeşten vazgeçmez’ diyerek Amerikalılar’ı kovmuştu.
Sonrasında ‘Arap Baharı’ oyunu başladı.
Neler mi oldu onu da yarına bırakalım.

  • Çünkü Erdoğan yeniden Halife olabileceğini hayal etmişti.

=======================================================

MÜSLÜMAN KARDEŞLER-2

Portresi

Hüsnü MAHALLİ
hmahalli@hotmail.com
YURT, 19.9.14

 

Arap Baharı tezgahı ile İhvanlar Tunus, Fas, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidara geldi
ya da güçlendi. AKP yönetiminde Türkiye, tüm bu süreçte İhvanlara her alanda sınırsız destek verdi. İstanbul İhvanların yeni uğrak yeri ya da başkenti olmuştu. AKP her gün bu ülkelerden yüzlerce İhvanı konuk ediyor, yardım ediyor ve eğitiyordu. TRT’de onlar için Arapça özel bir kanal bile kuruldu. Her hafta İstanbul’da İhvanların katılımı ile bölgesel ve uluslararası konferanslar, sempozyumlar, seminerler düzenleniyordu.

Erdoğan ‘Yakında Sultan olurum’ rüyasını görmeye başlamıştı

Davutoğlu ‘stratejik derinlikten’ giderek tüm bölgenin Kardeş olacağını söyleyip duruyordu.
Katar Emiri’nin televizyonu Elcezire, Erdoğan ve Davutoğlu’na durmadan gaz veriyordu.
Ama olmadı.
Belki de kendi Mason Biraderlerin nazarı değmişti.
Erdoğan ve Suriye’nin Dostları Grubu’ndaki 100 ülkenin sınırsız desteğini alan
Suriyeli Kardeşler Esad’ı deviremedi. Suriyeli Kardeşlere başta Arap ülkeleri olmak üzere 70-80 ülkeden başka hakiki Kardeşler geldi ama yine olmadı.
Esad hep direndi ve ayakta kaldı.
Esad direnince Mısır’daki Kardeşler iktidarı  devrildi.
Hasan Elbenne’nin ülkesi Mısır gidince, Erdoğan’ın rüyası kâbusa dönüştü.
Üstelik Kardeşlerin işi Tunus, Libya, Fas, Yemen, Irak  ve Filistin’de çok kötü gidiyordu.
Suriye’de durum daha da kötüleşiyordu.
Tüm desteğe rağmen Kardeşler işe yaramamış ve ortaya yeni türden Kardeşler çıkmıştı.
Nusra, İslami Cephe, Mücahitler Ordusu ve daha niceleri .
Ama en orjinal Kardeşler IŞİD‘in saflarında iman ediyordu.

  • Çünkü kestikleri kafalar ile zevkle top oynuyorlardı!

Orijinal Vahabi Kardeşliği‘nden çok şey öğrenmişlerdi.
Yoksa Nusra, ÖSO ve öbür kardeş örgütler içindeki Kardeşlerinin kafalarını
keserler miydi?
Kardeş Erdoğan çok üzülmüş ve çaresizdi.
.
IŞİD’çi İhvanlar 49 Türk vatandaşını rehin almıştı

Ama olsun Erdoğan-Davutoğlu yönetiminde Türkiye Kardeşler’den vazgeçecek gibi görünmüyor.
İhvan hareketinin çökmesine rağmen.
İhvan kelimesinin patentine sahip Suudiler ve Mısırlılar artık Kardeşlere terörist diyor.
Nusra ve IŞİD’ten farkları yok.
AKP yönetiminde Türkiye ise ülkelerinde terörist muamelesi gördüğü için kaçan
tüm Kardeşlere kapılarını açmış durumda.
Mısır, Libya, Suriye, Tunus, Irak ve daha birçok ülkenin Kardeşleri İstanbul’da barındırılıyor.
İstanbul’da her hafta Kardeşler ile ilgili bir etkinlik yaşanıyor.
Arap medyasında bunlar ile ilgili olarak bolca haber yayınlanıyor.
En son bu ay başında Dünya Müslüman Alimler Birliği Kongresi vardı.
Kardeşlerin ruhani lideri, ideologu ve her seçimde Erdoğan için dua ve Gülen için beddua eden Yusuf Kardavi yeniden birliğin başkanı seçildi.
Adam Suriye’de Alevi ve Şiilerin öldürülmesi fetvasını vermişti.
Kardeşler de O’nu dinlemişti. ÖSO, Nusra, IŞİD ve öbürleri .
Hepsinin Türkiye’de Kardeşleri var.
Hepsinin Washington’da Çeyrek Müslüman Obama gibi Big Brother‘ları var.
‘Ben bilmem eşim bilir’ misali.
Hangi Kardeşler nereden kovulacak ya da hangileri nereye gidecek,
hepsine Büyük Birader karar verir.
Bazen söz bazen de telapati.
O da olmazsa beyzbol sopası.
Kardeş Kardeşi isterse sever isterse döver.
Şekil ve şemal hiç önemli değil :
Ilımlı, mülayim, yumuşak,  mazbut, light, sakin, hırçın, sert, kavgacı, radikal
ya da kapkara…
Hepsi frençayzing usulü ile çalışır.
Önemli olan ‘helal mal’ satmaktır.
Yani hakiki İhvan olmaktır.
Hepsine İstanbul’da yer var.
TOKİ boşuna bu kadar inşaat yapmıyor.
Umarım depreme dayanıklıdır.
Bir de tsunami ile uğraşmayalım.

“İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ“ nin 65. Yılında Görünüm..


Dostlar
,

Geçtiğimiz yıl, Dünya İnsan Hakları Günü‘nün ya da
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ‘nin 64. yılı nedeniyle kapsamlı bir yazı yazmıştık.. Bu yazıyı anımsayalım istiyoruz..

Gözden geçirerek yeniden paylaşmak istiyoruz..

Aşağıda..

Acıyla vurgulayalım ki, günümüzde kişi hak ve özgürlükleri İngiltere’de Krala karşı 1679’da yürürlüğe konan HABEAS CORPUS rejiminin bile gerisindedir!

Orada, “Habeas Corpus” ta, özce denilmektedir ki;

  •  Korkma, Kralın adamları seni haksız tutarsa, suçsuzsan bağımsız yargıçlar seni ilk fırsatta salıverecektir..

Oysa günümüzde Ergenekon – Balyoz – Casusuluk vb. düzmece davalarda,
sahte ve hatta düzmece oldukları kezlerce kanıtlanan sözde kanıtlarla (delilerle)
masum insanlar yıllardır zindanlarda tutsaktır ve birçoğu da yaşam boyu hapis cezasına çarptırılmıştır. Zindanlarda ölümler / öldürmeler başlamıştır!..

Ayrıca TSK; kurumsal olarak büyük ölçüde güç yitiğine uğratılmıştır!
Bu durum kabul edilemez, çünkü ulusal savunmayı zayıflatarak ülke – ulus çıkarlarına giderimi olanaksız zararlara yol verebilecektir.

Medya tutsak alınmıştır.. Halk gerçekleri öğrenememektedir.
4. güç devre dışıdır, ülkemizde apaçık AKP dinci faşizmi yürürlüktedir!
“Güçler ayrılığı” felç edilmiştir.. Her şey tek adamın 2 dudağı arasındadır.

Bu görünümüyle Türkiye’nin AKP rejimi Platon’on, Aristo’nun, Montesquieu’nun öngörülerinin bile gerisine savrulmuştur ancak 2 yüzlü Batı ve maşası
sözde insan hakları kuruluşları, yakıcı sorunun özünü görmezden gelerek,
insan haklarını “ayrılıkçı” biçimde kullanmayı utanmazca sürdürmektedirler.

Ülkemizde inanç ve etnisite temelli kışkırtıcı ayrımcılıkla kanlı bir iç savaşı ve bölünmeyi hedeflemektedirler.. Yabanıl (vahşi) kapitalist sözde serbest piyasa ile ekonomik Sevr’i uygulamak ve ülkeyi borçlandırarak yoksullaştırmak, özelleştirme ile talan etmek yetmemiştir. Siyasal – coğrafi bağlamda da Sevr; Lozan yırtılarak yürürlüğe konmalıdır; Başbakan RTE, bu süreçte, BOP eşbaşkanı olarak sonuçlarını
bilerek – bilmeyerek Batı’dan bir “görev” almıştır.

Bir ülke halkının kaynaşarak uluslaşması ve yurt tutup uğrunda ölerek vatanlaştırdığı topraklarında dünya uluslar ailesinin eşit haklara sahip onurlu bir üyesi olarak
yaşama hakkını görmezden gelerek o halkı türlü iğrenç oyunlarla iç savaşa sürüklemek insan haklarının neresinde yazılıdır?

İnsan hakları şampiyonu Batı emperyalizminin bu onmaz hastalığı nasıl ve ne zaman düzel(til)ecektir??

İçeriye dönersek; önleyici gözaltı diye hiçbir çağcıl hukuk düzeninde yeri olmayan bir biçimde, Başbakan R.T. Erdoğan’ın gittiği yerlerde TGB (Türkiye Gençlik Birliği) üyesi gençler peşin olarak, potansiyel suçlu ilan edilmekte ve gözaltına alınmaktadırlar..

Başbakan R.T. Erdoğan o kentten ayrılana dek, bu TGB’li gençler,
geceyi polis karakollarının nezarethanelerinde geçirmektedir.

Bu uygulama hangi pozitif hukuk normuna dayalıdır??

Cumhuriyet Savcıları kolluğun (kentlerde polisin / kırsalda jandarmanın) bu istemine hangi yasa maddesine dayanarak izin vermektedir?

Bu hususun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca açıklığa kavuşturulmasını diliyoruz.
Ayrıca HSYK’yı da göreve çağırıyoruz..

  • Bu savcılar yasaları çiğneyerek suç işlemektedir.

Türk Hukuk Kurumu ve Türkiye Barolar Birliği sorunu üzerine gitmelidir.

Türkiye, yüz kızartıcı bu hukuk dışı uygulamadan kurtarılmalıdır.
İnsan haklarının en başında “kişi dokunulmazlığı” gelmektedir.
Hiç kimse keyfi biçimde özgürlüğünden alıkonulamaz.

Anayasa madde 19 : Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

Fakat 19882 Anayasası’nın kişi hak ve özgürlüklerini oldukça sınırlayıcı dokusu kapsamında temel hak ve özgürlükler ülkemizde pervasızca çiğnenmektedir.
Bu hukuk tanımaz ürkünç durum, AKP iktidarında katlanılmaz düzeye tırmandırılmıştır.

Habeas Corpus’tan bu yana aradan 344 yıl geçmiştir ve ülkemizde
AKP, hukuku bir toplumsal terör aracı olarak kullanmaktadır.

Geçtiğimiz hafta emekli olan bir Yargıtay Daire Başkanı yüksek yargıcın bu yöndeki sözleri kulaklarda yer etmiştir.. Bu sayın yargıca göre hukuk Türkiye’de adaletin aracı değil, terörün silahına dönüştürülmüştür.

65 yıl sonra Dünya İnsan Hakları Günü‘nde Türkiye’nin dökülen görünümü
(hal-i pür melali) özetle böyledir..

Sevgi ve saygı ile.
10.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

“İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ“ nin 64. Yılında Görünüm..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
profsaltik@gmail.com,   www.facebook.com/profsaltik,  www.ahmetsaltik.net  

     2. Büyük Paylaşım Savaşı’nın ardından ciddi yıkım yaşayan insanlık, bir daha bu çapta savaş olmasın özlemiyle Birleşmiş Milletler (BM) örgütünü kurar (1945) ve 3 yıl sonra 10 Aralık 1948’de uluslararası bir Bildirgeyi benimser: İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ (İHEB)..

Türkiyemiz de, BM’nin kurucu üyelerinden biri olarak, söz konusu İHEB’ne imza koyar. Bu Bildirge, insan hakları tarihinde son derece önemli bir dönemeçtir. MÖ 1760’a uzanan Hammurabi Yasalarından, 1215’e tarihlenen Magna Carta’ya, 1679’da yayınlanan Habeas Corpus’a, 1776 ABD ve 1789 Fransız Devrimi Yurttaş Hakları Bildirileri’ne, Osmanlı’da 1839 “güdükTanzimat Fermanı’na, giderek 1. ve 2. Meşrutiyet’e (1876 ve 1908) dek, oradan da 1923’te Atatürk’ün Cumhuriyetimizi kurmasına, 1944’te Filadelfiya Bildirgesi’ne, 1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS, Türkiye’nin onayı 1954) dek uzanan en azından 4 bin yıllık çook uzun bir tarihsel süreç. Paris’te Louvre Müzesi’nde sergilendiği üzere, İnsan Haklarının temel metni olan Anayasalara erişmek hiç ama hiç kolay olmamıştır. Egemenler insan haklarını tanımamak üzere çok direnmişlerdir. Sonuçta temel özgürlükler metni anayasalar adeta “insan derisi ile kaplı” dırlar! Ne mutlu ki; İHEB, ilk maddesinde “Tüm insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğar.” diye gürler.
Bunun anlamı, binlerce yıllık “köleliğin son bulması” dır.

Büyük ATATÜRK, -çağında henüz telaffuz edilmemekle birlikte- gerçek bir insan hakları eylemcisi olarak, Sevr ile yok edilmek istenen Türk Ulusunun yaşam hakkını sağlayarak tarihte benzersiz bir destan yazmıştır.

İronik olarak da, “şanlı” (!) Batı uygarlığının çok ağır bir insanlık suçu (soykırım, jenosit) işlemesine engel olmuştur! Daha sonra Anadolu halkına Cumhuriyet’i armağan ederek çağdışı saltanat ve halifeliğe son vermiş ve egemenliğin kaynağını “sözde” gökyüzünden yeryüzüne indirerek, ulusu egemen kılarak Türkiye’de insan haklarına dayalı çağcıl bir devlet kurmuştur. Aşağıdaki sözleri, 1944’te benimsenen
Filadelfiya Bildirgesi’nde öz olarak yer almıştır:

     “ Eğer sürekli barış isteniyorsa, insan yığınlarının durumlarını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın tümünün gönenci, açlık ve baskının önüne geçmelidir. Dünya yurttaşları çekememezlik, aç gözlük
ve kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir.”

Anılan Bildirge’nin öz içeriği ise; “Dünyanın hangi köşesinde yoksulluk ve sefalet varsa; bu, Dünyanın gönenç içindeki köşeleri için büyük tehdittir.“ yönündedir. Doğumunun 100. yılına (1981) armağan için UNESCO’da 156 ülkenin oybirliğiyle onanan karar ise, ATATÜRK hakkında şu değerlendirmeye yer vermektedir;
altı çizili sıfata lütfen dikkat :

  • Uluslararası anlayış ve barış için çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü
    bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder,
    İNSAN HAKLARINA SAYGILI,
    dünya barışının öncüsü, insanlar arasında
    hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı;
    Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.”

İnsan hakları, tarihsel zamanda 3. Kuşağa erişmiştir :

– Temel hak ve özgürlükler ilk kuşaktır.

– 2. Kuşak Haklar sosyal ve ekonomik hak ve özgürlükleri içerir.

– Günümüzde ise sağlıklı-güvenli bir çevrede yaşama, tarihsel kalıtın korunmasını isteme … vb. haklar 3. Kuşak İnsan Hakları kümesindedir.

Günümüzde İHEB ne yazık ki, tüm dünyada yaşama geçirilememiştir.
Dahası, giderek özü boşaltılmakta ve kendisini “Küreselleşme” diye zihinlere
-retorik- tuzak kurarak sunan yeni emperyalizm, insan haklarının en büyük engeli
hatta düşmanı durumuna gelmiştir.

ABD eski Dışişleri Bakanı, Küresel Elit devletinin örtük Başbakanı Dr. Henry Kissinger açıkça,

  • Küreselleşme; Amerikan hegemonyasının öteki adıdır.” diyebilmiştir!

Dünya ağır bir sömürü, işsizlik, yoksullaştırma, sağlıksızlaşma, sosyal güvencesizlik, eğitimsizlik, adaletsizlik, soğuk ve sıcak çatışma, “post-modern 3. kuşak savaş” ortamına sürüklenmiştir. Oysa Atatürkçülük = Kemalizm; “Yurtta barış dünyada barış!”ı öğütlemektedir. İkiyüzlü Batı, insan haklarını bölücülük yaparak sömürmektedir!

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün; şu önermelerine ne demeli, ne denebilir ki??
Ders, hedef alınmalı elbette..

– “Resmi makam ve üniformaya sığınarak mücadele devri bitmiştir.
Artık açıkça ortaya çıkmak ve milletin hakları adına gür sesle bağırmak gerekir.
– Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü bir siyasal düşünceye sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak
hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına egemen olunamaz.
– Bu ülkenin halkı üzerinde kimsenin egemenlik kurma hakkı yoktur; ama bu ülkeyi başkalarına el açmadan geçindirmek ve yaşatmak da size düşen bir ödevdir.”

Gönül isterdi ki, 10 Aralık 1948’den günümüze dek geçen 64 yılda İHEB “eskisin” ve
3. Binyıl türevini yapalım.. Bunun için ise “aklın ve bilimin egemen kılınması” gerek. Tıpkı Atatürk’ün bize bıraktığı tinsel (manevi) kalıt gibi :

Yaşamda en gerçek yol gösterici akıl ve bilimdir.”

Kemalizm’in = Atatürkçülüğün gerçek özü olan bu ilke, yalnız Türkiye’yi değil,
tüm insanlığı kurtaracak, insan haklarının gerçek anlamda yaşanmasını sağlayacak evrensel bir ilkedir.

Dolayısıyla başta ülkemizde, “her-ke-si” –özellikle iktidarı– , kapitalizmi akla-bilime, adalete davet ederiz.

Tarih, insanların er-geç haklarını aldığının tanığıdır; insana yakışan, bu akışa karşı koymak değil, savunmaktır.

“İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ“ nin 64. Yılında İstemlerimiz       : 

  1. İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ (İHEB), tüm kavram, kural ve kurumlarıyla yaşama geçirilmelidir. “Her-ke-sin, ülkesinin kamu hizmetlerinden
    eşit olarak yararlanma hakkı vardır.” (md.21).
    KüreselleşTİRmeciler, insanlığın binlerce yılda oluşturduğu uluslararası
    hukuk metinlerini; başta İHEB, BM ve Dünya Sağlık Örgütü Anayasaları,
    ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü)  özleşmeleri, Avrupa Sosyal Konvansiyonu..
    vb. kazanımları pervasızca çiğniyorlar. Kendi eylemsel (de facto) hukuklarını (sözde!?) dayatıyorlar..
    Bunun ilk ve vazgeçilmez koşulu Yeni Emperyalizmin = KüreselleşTİRmenin yeryüzünden yok edilmesidir.
  2. Büyük ATATÜRK bu tarihsel olguyu görmüş ve “bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve yutmak isteyen kapitalizme karşı ulusça savaşımı
    meslek edinmemiz
    ” gerektiğini vurgulamıştır. Bu amaçla, M. Kemal Paşa’nın mazlum anti-emperyalist Türkiye’si, dünyaya öncülük ederek KüreselleşTİRmecilere (ABD-AB’nin yeni emperyalistlerine)
    yem olmamalı 
    ve benzer durumdaki ülkelere çağrıda bulunarak;
    DİRENİŞİN KÜRESELLEŞTİRİLMESİni örgütlemelidir.
  3. Post-modern ekonomik çökertme savaşı 1. öncelikli tehdit olarak tanımlanmalı ve tüm ulusal refleksler bu bağlamda canlandırılmalıdır. ÖZELLEŞTİRME, emperyalizmin yıkıcı, ideolojik bir talan aracı olup,
    kesinkes son verilmeli, kritik satışlar geri alınmalıdır. İç ve dış borçta konsolidasyona gidilerek vadeler uzatılmalı,  1 kezlik Servet-varlık vergisi konulmalıdır. Gelir dağılımı iyileştirilmeli, işsizlik çözülmelidir.
  4. Anayasamızın 2. maddesinde yer alan ve Cumhuriyetimizin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek 6 temel niteliği,
    – toplumun huzuru /
    – ulusal dayanışma ve
    – adalet
    içinde ödünsüz uygulanmalıdır :

1. İnsan haklarına saygılı,
2. Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
3.
Demokratik,
4. Laik
5. S o s y a l bir
6. Hukuk Devleti..

  1. Avrupa Birliği, Gümrük Birliği, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi emperyalist kurumlarla yapılan tüm teslimiyetçi 2’li ya da çok yanlı anlaşmalar halka açıklanmalı ve köktenci biçimde gözden geçirilmelidir.
    Dış politika ve dış ticarette yeni seçenekler yaratılmalı, Türkiye yüzünü Batı dışındaki ülkelere de çevirmelidir. AVRASYA, BRICS ülkeleri gibi yeni stratejik seçenekler üzerinde gecikmeden ve büyük ciddiyetle durulmalıdır.
  2. Yaşayageldiğimiz yıkım süreci göstermiştir ki, devletimiz, milletimiz, vatanımız ve çağdaşlaşma kazanımlarımız, ancak Atatürk Devrimi temelinde yaşatılabilir. Atatürk Devrimi, Türkiye için herhangi bir seçenek değil, tek seçenektir.
    Atatürk önderliğindeki kurucu irade, Türk Devrimi’nin deneyimlerine göre Cumhuriyet’imizin temel niteliklerini 1937’de Anayasa’nın en başına koymuştur. İnsan haklarının ülkemizde ve dünyada yaşama geçirilmesinde 6 Ok’u; denenmiş, başarmış evrensel bir model olarak görüyor ve kararlılıkla savunuyoruz.
  • “Türkiye Devleti;Cumhuriyetçi,
    – Milliyetçi,
    – Halkçı,
    – Devletçi,
    – Laik ve
    – Devrimcidir.”

     

  1. Batı’dan devşirme emperyalist ezberleri bırakarak, ulusal devrim sürecimizde ürettiğimiz ve dünyaya model bu temel stratejik formülü, yeniden Anayasamıza koymak koşuldur. Atatürk Devrimi temelinde Cumhuriyeti yeniden örgütlemek amacıyla aşağıdaki ilkelere dayalı yeni Anayasa, “kurucu iktidar eliyle” yapılabilir:

– Bağımsız ve güçlü devlet,
– Etkin hükümet,
– Hızlı adalet,
– Örgütlü halk,
– Özgür ve eşit yurttaş,
– Planlı, halkçı, karma ekonomi,
– Bölgelerarası denge,
– Çalışan ve üreten Türkiye.

  1. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” tanımı temelinde Ulus Devlet pekiştirilmeli hiçbir etnik, mezhepsel, dinsel, sosyal, kültürel vb. nedenle ayrışmaya izin verilmemelidir. Sorun, bu alt aidiyetlerin sorunu olmayıp; insan haklarının en üst demokratik standartlara çıkarılması ile çözülecektir.
  2. Gönül isterdi ki, 10 Aralık 1948’den günümüze dek geçen 64 yılda İHEB “eskisin” ve 3. Binyıl türevini yazalım.. Bunun için ise “Dünyada us ve bilimin egemen kılınması” gerek. Tıpkı Atatürk’ün bize bıraktığı tinsel (manevi) kalıt gibi :“Yaşamda en gerçek yol gösterici, us (akıl) ve bilimdir.” Kemalizm’in = Atatürkçülüğün gerçek özü olan bu “bilimsel akılcılık” ilkesi, yalnız Türkiye’yi değil, tüm insanlığı kurtaracak, insan haklarının gerçek anlamda yaşanmasını sağlayacak evrensel bir ilkedir. Başta ülkemizde, “her-ke-si” -özellikle iktidarı- akla ve bilime, ülkenin temeli olan toplumsal adalete, Silivri ve Hasdal’dan başlayarak, BOP’u derhal bırakmaya çağırırız.Gelir dağılımını iyileştirmeye, işsizliği azaltmaya, Batı’nın insan haklarını sömüren ikiyüzlülüğüne ödün vermemeye çağırırız.

    Çevreye saygıya, hayvan halkLarına, doğaya hürmete;

    Büyük Atatürk’ün YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ’ına çağırırız.

Tarih, insanların er-geç haklarını aldığının aynasıdır; insana yakışan, doğala karşı koymak değil, omuz vermektir. Türkiye’nin insan hakları sicili kapkaradır ve sorumlular; kritik muhasebe için geç kalmaktadır. (10.12.2012)

İHEB, Anayasamızın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca yasa gücündedir;
ek olarak

* İç yasalarla çelişmesi durumunda üstün hukuk normudur,

* Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez…

Mahkemeler karar gerekçelerinde bu Bildirge’ye giderek daha çok dayanmaktadırlar.

30 maddelik Bildirge’nin tümünü (İngilizce ve Türkçe) okumak için erişkeyi (linki) tıklayabilirsiniz..

Universal_Declaration_of_Human_Rights_UDHR

INSAN_HAKLARI_EVRENSEL_BILDIRGESI

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10.12.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net