Etiket arşivi: Askeri Vesayet

SİZİ TEK TEK AVLAYACAKLAR

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

“Kendi düşenin ağlamaya hakkı yoktur. Siyasi ümmetçi, hırsız, soyguncu, vatan topraklarını satan bir partiyi, demokratik hayatın bir unsuru olarak kabul edip, ona göre muamele ederseniz, sonucuna katlanırsınız…”

Erdoğan’ın siyaset yasağını dönemin CHP Genel Başkanı ve halen CHP Milletvekili olan Deniz Baykal kaldırdı!
Erdoğan’ın Milletvekili ve Başbakan olması için Siirt Seçimlerinin iptaline yol açan süreci destekleyen CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dır.
Erdoğan’ı “Demokrasi var kardeşim, en çok oyu alan partinin liderinin dışarda kalması uygun olmaz” diyen CHP Genel Başkanları yeniden yarattı!

Peki, AKP denen parti demokrasiye inanan bir parti mi?
AKP yönetimi, demokrat insanlardan mı oluşur?

  • AKP’nin, “Biat Kültürü” ile yaşayan, cemaat ve tarikatlardan beslenen, Siyasal Ümmetçi, soyguncu bir parti olduğunu, her şeyi bilen CHP Genel Başkanları bilmez mi?

Ne karşılığında ve hangi baskıyla Erdoğan’ın siyasi yasağı kaldırıldı?
Başbakan Erdoğan ilk iş olarak, CHP’li Milletvekillerini hapse attırdı.
Haberal, Balbay ve Berberoğlu yıllarca tutuklu kalmadılar mı?
CHP Genel Merkezi, milletvekillerini hapisten çıkarmak için konuşmaktan başka ne yaptı? Hiç!

AKP, Türk Ordusunun Atatürkçü Komutanlarını FETÖ-CIA işbirliğiyle zindana attı. Kozmik Oda sırları terör örgütlerine servis edildi. Milli bütünlüğümüzü, Milli Ordumuzu “Askeri Vesayet” zanneden biatçı-İhvancı AKP’ye, “Bu asker de çok oldu, biz karışmayalım” düşüncesindeki CHP destek olmadı mı?

Atatürkçü Komutanlar zindana atılıp, yerlerine FETÖ’ye kulluk edenler gelince, konuşmaktan başka ne yaptılar?

15 Temmuz çakma darbe girişimine, AKP’nin Yenikapı Mitingine katılıp, konuşma yapan CHP Genel Başkanı, 15 Temmuz’u meşrulaştırmış olmadı mı?
Böylelikle AKP’nin “Tek Adam” taleplerinin önü açılmadı mı?

7 Haziran – 1 Kasım (AS: 2015) arasında CHP Genel Merkezi ile alay eden Davutoğlu’nun “İstikşafi Görüşmelerini” seyretmediniz mi?
Ekmelettin adlı bir Atatürk düşmanını CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı yapıp, Erdoğan’a seçimi hediye etmediniz mi?

  • AKP’nin göz göre göre oy çaldığı, zarfa giren dört oydan birinin sayılmadığı yasa dışı seçimlerde, CB Adaylarınız sonuçlar açıklanmadan kaybolmadı mı?

Sürekli olarak her olaydan sonra iki gün konuşup, sustunuz.
2007 yılından beri sizi uyarmaya çalıştık. Duymadınız bile! Muhalefet olmak size yetiyordu!
Hele Büyükşehir Belediye seçimlerini, “AKP karşıtlarının” oylarıyla kazandığınızda, kibrinizden yanınıza bile yaklaşılamadı.
Tüm bunlar yetmedi!

Ellerinden milyonlarca insanın kanı damlayan, yüzbinlerce kadının tecavüzüne yol açan politikalarıyla bildiğimiz Davutoğlu ve Babacan’ı, Said-i Nursi’nin Prensi Uysal’ı, Sivas Belediye Başkanı Karamollaoğlu’nu, FETÖ’nun Prensesiyle birlikte yanınıza alıp, Türk Milletinin huzuruna çıkmadınız mı?

Bunlar da yetmedi;

  • Türk Subayları zindanda iken, onların sayın eşlerine ağır hakaret eden FETÖ sermayelerini, Atatürk’e küfredenleri otobüsünüzde gezdirip, gözümüze sokmadınız mı?

Şimdi CHP İstanbul İl Başkanını aldılar. Sırada İmamoğlu var! Yarın da onu alırlar! 1 Haziran’ı bekleyin!

Size defalarca söyledik!

  • AKP, Türkiye’nin partisi değildir.
  • AKP, ABD Derin Devleti tarafından rehin alınmış, bir organize suç örgütüdür.
  • Gri listeye alınmış Türkiye’de AKP, teröre finans sağlayan bir partidir.

Bunlarla müzakere edilmez, mücadele edilir. Hem de anladıkları dilden mücadele edilir.

Üzülerek söylüyorum ki, AKP yönetimi hepinizi tek- tek avlayacak.
Bunu da sizinle alay ederek yapacak.
Türk Milletine ve onun sevdalılarına yüzünüzü dönüp, Atatürk İlke ve Devrimlerine sarılacağınıza, hala Ahmet Şık, Başak Demirtaş, HDP gibi bölücülerle, Garo Paylan, Sezgin Tanrıkulu gibi yüzü Seyit Rıza’ya dönük olanlarla beraber olmaya devam ediyorsunuz!

Siyaseti bilmiyorsunuz, Türk Milletini tanımıyorsunuz, Türk Milletine güven vermiyorsunuz.
Hata üstüne hata yapıyorsunuz. Söz dinleyin. Yarın çok geç olacak…

Not; Cumhuriyetimizin direği, Ulusal Birliğimizin sancağı, Atatürk Şehri
Sivas’tan sevgilerle…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 14.05.2022

28 ŞUBAT (1997) DAVASI’NDA HÜKÜM GİYMİŞ BULUNAN, HEPSİ DEDE OLMUŞ, “EMEKLİ PAŞALARIMIZA”, BU GÜNLER DE ELBET GEÇER, MUTLU YILLAR DİLİYORUM…

Prof. Dr. Tolga Yarman

  • 28 ŞUBAT (1997) DAVASI’NDA HÜKÜM GİYMİŞ BULUNAN, HEPSİ DEDE OLMUŞ, “EMEKLİ PAŞALARIMIZA”, BU GÜNLER DE ELBET GEÇER, MUTLU YILLAR DİLİYORUM…

Dosyamın PDF biçimi : 28 ŞUBAT 1997 HEPSİ DEDE OLMUŞ Emekli Paşalar – 6 Ocak 2022

1

Bu satırları, vicdanen yazmaktayım. 28 Şubat 1997 davasında hüküm giymiş bulunan, hepsi dede olmuş “emekli generaller” için çok beğendiğim bir yazıyı, Değerli E. Tümgeneral Ahmet Yavuz yazmış. Yazı başlığı şöyle:

Kumpaslar Devam Ediyor”, 23 Ekim 2021, Cumhuriyet*…

Ahmet Yavuz; Mahkeme’nin; Günün Başbakanı (ki, Rahmetli’nin milli çizgisine çok saygı duyardım), Prof. Necmettin Erbakan’ın, istifası sırasında, istifa eylemini tamamen kendi takdiriyle (esas itibariyle, önceden saptandığı şekliyle başbakanlığı, koalisyon ortağı öteki partinin genel başkanına devretmek üzere), gerçekleştirdiğini, üstüne basa basa ifade etmesinin, hiç dikkate alınmadığı, hususunu öne çekiyor. Bir başka yazıyı, Değerli E.
Tuğgeneral Haldun Solmaztürk, “28 Şubat Davası & Ortak Payda” başlığıyla, Gazete
Pencere’de, 19 Temmuz 2021’de kaleme almış.

† Haldun Paşa, tankların Sincan’da sahnelediği tatbikatın, çok önceden tasarlanmış bir tatbikat olduğunu ve fakat bu konudaki sarih bilgilerin ve belgelerin, keza tanıklıkların, mahkeme tarafından katiyen dikkate alınmadığını vurguluyor.
Az önce, 28 Şubat 1997 davasında hüküm giymiş bulunan, hepsi dede olmuş, “emekli
generaller”, derken, sondaki nitelemeyi “tırnak içinde” yazdım, çünkü, insanın içi çok acıyor,
hiçbiri hüküm dolayısıyla, artık “emekli general” değil, dede generallerin… Hepsinin apoletleri mahkeme kararı gereğince söküldü.

  • Bir Darbe Varsa, bunun Göbeğinde Cumhurbaşkanı’nın ta Kendisi var!..

Bir halt karıştırdı iseler, bin beter olsunlar!.. Ama şahsen hiç o kanaatte değilim… Bunu ifade
etmeyi, vicdan borcu telakki ediyorum… Nasıl etmem: Bir darbe varsa, göbeğinde, meşru
kere meşru Cumhurbaşkanı’nın ta kendisi var!.. 28 Şubat’ta (1997) Milli Güvenlik Kurulu’na
(MGK) başkanlık ettiği için var… Bu Kurul’un, saatler çeken toplantısı uzantısında aldığı
zehir zemberek kararlara‡ en başta O imza koyduğu için var… Ondan önce 26 Şubat’ta
(1997), İçişleri Bakanlığı’na yerel yönetimlerin bünyesinde köktendinci örgütlenmenin
araştırılması istemiyle yazdığı yazı§ dolayısıyla var… Aynı gün ve en başta, Başbakan
Erbakan’a “rejim konusunda endişelerini” anlattığı bir mektup gönderdiği için var… Darbe
yaptığı savlanan ve hükümleştirilen Paşalar’ın, bu hareketlerine sessiz kalmak bir tarafa,
Onlar’la, işte en başta MGK’da tam bir ittifak halinde olarak mesai birliği içinde olarak var…
Nihayet Başbakan Prof. Necmettin Erbakan, yerini koalisyon ortağı öteki partinin (DYP)
genel başkanına bırakmak üzere istifa ettiğinde, müstafi başbakan ve onun koalisyon ortağı
başbakan adayını, açıkta bırakarak, yeni başbakan olarak, komşu partinin (ANAP) genel
başkanını başbakan olarak atarken var…

* https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/kumpaslar-devam-ediyor-ahmet-yavuz-1878925
† https://www.gazetepencere.com/28-subat-davasi-ortak-payda/
‡ MGK bildirisinde özetle, “Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların, laik ve anti-laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendiklerinin müşahede edildiği” belirtilerek
“Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmeyeceği, dile geliyor.
§ https://www.haberler.com/28-subat-ta-ne-oldu-28-subat-kararlari-nelerdi-13958717-haberi/

2

Bu davanın baş tanığı, demek ki, 1997’deki Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’dir. Dava
2013’de açılmıştır. Demirel 2015’te vefat etmiştir. Bu dava, başlangıçta, şeksiz şüphesiz bir
kumpas davasıdır ve gördüğüm, Rahmetli Demirel’in tanıklığına katiyen başvurulmamıştır.
Buna karşılık, davada üst düzey siyasi tanıklar dinlenmiştir. Bunların biri hariç (1997’de,
Cumhurbaşkanı tarafından başbakan olarak atanmayan koalisyon ortağı); hepsi, başta,
Erbakan’dan sonraki başbakan (Mesut Yılmaz), askerlerin çok lehine konuşmaktadırlar.**
Bu çerçevede, tanıklık yaparken, “Böyle bir davada tanık olmaktan hicap duydum, düzmece
belgelerle devlete hizmet eden komutanların rahatsız edilmesi devlet adına ayıptır”, diyen
Rahmetli Başbakan Mesut Yılmaz’ın (dilerim öyle değildir, ancak, işte), ifadesinin
kayıtlardan düşürüldüğünü okuyunca, içimin büsbütün acıdığını, saklamayacağım…
Nihayette apoletleri sökülen, dede emekli generalleri; Harp Akademileri’nde; öğretim üyesi
olarak, arabanın benzin parasına ancak yeten ek ders ücreti zemininde, ama benzersiz bir
şerefle, otuz yıl boyunca dersler vermiş olmama rağmen; orada, arızî karşılaşmalarımız
dışında hemen hiç tanımam… Çoğuyla karşılaştığımı dahi hatırlamıyorum. Ne önemi var:

  • Doğru” bildiklerimi söylemeye devam etmeliyim.

Kimdir Bu Dede, Emekli Generaller?
Kimdir bu dede emekli generaller? İşte kaldıkları cezaevleriyle beraber isimleri…
T.C. Adalet Bakanlığı 1 Sayılı F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü’nde
(Buca, Kırıklar, İzmir) Kalanlar:
Çetin Doğan
Çevik Bir
T.C. Adalet Bakanlığı Silivri Kapalı İnfaz Kurumunda (Silivri, İstanbul) Kalanlar:
Ahmet Çörekçi; 9. Kısım, Koğuş B2
İlhan Kılıç: 9. Kısım, Koğuş B2
Çetin Saner: 9. Kısım, Koğuş B1-01
Aydan Erol: 9. Kısım, Koğuş B1-01
Kenan Deniz: 9. Kısım, Koğuş B-01-03
İdris Koralp: 9. Kısım, Koğuş B-01-03
T.C. Adalet Bakanlığı 1 Sayılı F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (Sincan/
Ankara) Kalanlar:
Fevzi Türkeri; Koğuş B2-6-66
Yıldırım Türker: Koğuş B2-6-66
Vural Avar: Koğuş B2-6-65
Hakkı Kılınç: Koğuş B2-6-67
Erol Özkasnak: Koğuş B2-6-67
** https://tr.wikipedia.org/wiki/28_%C5%9Eubat_davas%C4%B1

3

Suç Tasnii

2000’lerin başlarında “kumpas davaları”, Silivri’de görülmemiş bir hızda, ama sonradan
ortaya çıkarttığımız şekliyle salak saçma bir çizgide devam ediyor…
Balyoz”dan, Havelsan’ın Efsane Genel Müdürü Sevgili Kardeşim Faruk Yarman da
tutuklu… Faruğa, Balyoz’un tek sivili olduğu için, “Faruk Paşa” ☺) diyordum… Askerler
dimdik durdular, Sevgili Faruk da… Onun için biz iyiydik… Neticede, Silahlı Kuvvetlerimiz,
giderek milli savunma sanayiimiz, saldırı altındaydı… Bunu, taa başından itibaren görmüş ve
o çerçevede kendimizi toplamayı, şükür başarmıştık… Bu sebeple Silivri’ye ziyaretlerimiz,
bir yas, bir üzüntü, bir elem, bir telaş içinde olmaz, tam tersine mizahî bir sevinç içinde
olurdu… Ancak arada, çocuklar, çocuklarımız, tam anlamıyla helak oldular… Faruk 16 yıla
mahkum olduydu… Tutuklu, çakı gibi subayların yediği en az cezaydı bu!.. Müebbed hapse
mahkum olanlar vardı… “Kumpas” encamında, ifşa oldu… Tutuklular ve hükümlüler beraat
ettiler…

Bu gelişmeden canı yanan çok olacaktı… Kazı, yanmasın diye çevirmek gerekiyordu! Çünkü
ortada, dev bir suç vardı… Ve bu suç örgütlü cürüm halinde işlenmişti… Bu sebeple, son
başbakan günün birinde, masum ordu mensuplarına suç tasniini (suç uydurma fiilini) devam
ettirmek zorunda kalmış, o arada suçun şahsi olma zaruretime ilişkin düsturu bir yana itip:
– “Ergenekon” bal gibi vardı!, deyivermişti…
O evrede, kumpasın yanında durarak, masum kere masum çakı gibi askerlerimizin kanına
girerken “suç tasnii” (yani suç uydurma suçu, ki, bu suçun ceza yasasındaki karşılığı,
uydurulmaya yeltenilen suça karşılık getirilmiş ceza olmaktadır), suçunu işleyen, ister siyasi,
ister gazeteci zevat, “yanmaktan” kurtulmak üzere, evet işte “Ergenekon bal gibi vardı” diye,
ağız birliği ederek, akıllarınca toplu savunma yapmaya geçtiler… Oysa suç, işaret ettiğim
şekliyle, “şahsidir”… Soyut, “öznesiz” suç olmaz… “İsim vermeden”; suçtan böylesi sıyrılma
çabalaması; hem iddianın özneden yoksun olması, hem de ismi konmamış olmakla beraber,
alabildiğine geniş bir kitleye, giderek silahlı kuvvetlerimize, yeni bir “suç tasnii” kapsamına
gelmesi açısından, suç teşkil eder…
N’olmuş yani, Hocam, onlardan çok var etrafta!..
Kumpas’taki teknik zafiyeti yakalayıp ifşa etmemiz, Allah’a bin şükür, çok sürmemişti.
††
††
Bu mücadelenin “teknik kahramanlarını” hatırlamak onurlu bir görevdir:
Prof. Dr. Can Özturan (Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)
Prof. Dr. Cem Ersoy (Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)
Prof. Dr. Cem Say (Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)
Prof. Dr. Coşkun Sönmez (Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)
Prof. Dr. Emre Harmancı (İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)
Prof. Dr. Fatih Alagöz (Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)
Prof. Dr. Fatoş Yarman Vural (Orta Doğu Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)
Prof. Dr. Göktürk Üçoluk (Orta Doğu Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)
Prof. Dr. Lale Akarun (Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)
Prof. Dr. M. Bülent Örencik (İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)
Prof. M. Yahya Karslıgil (Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)
Prof. Dr. Sema F. Oktuğ (İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)
Prof. Dr. Bülent Sankur (Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü)
Doç. Dr. Borahan Tümer (Marmara Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü)

4

Öyle olunca, içeridekiler çıktılar. Cakalarından geçilmeyen ve onca uyarıya rağmen,
“kumpasın muhtevasına”, iki çerez etmez teknik bilgileriyle biat etme gafletindeki, cürüm
ortağı hakimlerden ve savcılardan başlayıp, kumpasa alet olanlar, içeriye girdiler… Allah
kurtarsın!..
Şu ki, biliyor musunuz, hala daha, TBMM’de, o sahte deliller nerede üretildi, kimler sahte
delil üretme ajanı olarak nere(ler)de çalıştı, bu konuda tek bir araştırma önergesi verilmiş
değildir… Valla “Yuh” olsun, konuştuklarında mangalda kül bırakmayanlara…
Silivri günlerimizde, fotokopi, çektirmek üzere, Kavacık’ta bir Kırtasiye Dükkanı’ndayım…
Kısacık yukarıda özetlediğim, serencamı, sorulara muhatap olunca, dilim döndüğünce
etrafımdakilere anlatıyorum… O sırada birisi, “N’olmuş yani, Hocam, onlardan çok var
etrafta”, deyiverdi… Yani “etraftaki”, tek niteleme bu, çok sayıdaki apoletliden beş yüz
tanesini, aileler acı içinde, insanlar hapiste, çocuklar pesperişan, bunlar hiç önemli değil, kelle
sayar gibi ve “Hepsi hepsi, şu kadarını içeri almışız”, mesele bundan ibaret olup, “Ne olmuş
yani?”, demeye getirdi…
Algı

Çok haksız gerçi, olsun, “algıdır” bu, ancak muhakkak üstünde durulmalıdır…
Kısacası şu ki, Silahlı Kuvvetler’in, ayrıcalıklarla donatılmış olarak tefrik edilen tepesinin,
halktan kopuk, halk nezdinde, ona yukarıdan bakan pozunun, kentlerin gövdelerinde, halkla
beraber değil, merkez orduevlerinde şatafat ve sarflarla kutlanan o güzelim millî
bayramlarımızda, peçete kağıtlarıyla örtülmüş apoletlilerin kadehleriyle, ertesi gün boyalı
basında boy boy yer alan, dekolte hanımefendi kıyafetlerinin resimleri (burada söylemiyorum,
Akademi’deki derslerimde söylerdim), halkla, Silahlı Kuvvetlerimiz’in arasına maateessüf
bıçak gibi girmişti, epeydir… Bunu bir tarafa koyuyor, yazıyı dağıtmamak üzere, kaldığım
yerden, devam ediyorum… Haa, unutmadan şunu önemle belirtmeliyim ki, 1990’lardaki
komuta kademesi, çoktandır, 1970’lerin, Okyanus aşırı odaktan kerteriz tutan komuta
kademesi olmaktan uzaklaşmaya başlamıştı… Kumpas davalarında başlarına her ne geldi ise,
bundan dolayı geldi…

Esas itibariyle, dışarıda çok sayıda olan emekli dede paşalarımızdan içeride olup apoletleri
sökülmüş olanların birikimlerini tanımamız, “Onlardan çok var” türünden iz’ansız bir hesaba
sıkışmayacaksak, zorunlu oluyor… Çocukluğum, ağır ceza duruşmalarında, büyülenmişlik
içinde geçtiği için bilirim, birinin eşkali iyi demek, ondan, maazallah, “kötülük sadir olmaz”
demek elbette değildir… Olsun, inanıyorum, emekli, dede generalleri müebbede mahkum
eden ağır ceza heyeti de, muhakkak onların eşkaline, bakmıştır.
Biz de bakalım… Herkese açık verilerden toparlayabildiğim verileri EK’te sunuyorum…
(Bilgilerini, elimin altındaki kaynaklardan hemen bulamadığım “emekli, dede generaller”
beni affetsinler, lütfen…)

5

Askerî Vesayet

Bir “askerî vesayet” lafıdır gidiyor… Türkiye’de askerî vesayet yok muydu hiç? Olmaz mı,
allaşkına? Vardı… Gırla… Ama temelde Pentagon (ABD Genel Kurmay Başkanlığı) vesayeti
vardı. Kumpas davaları sırasında (2010 civarı), “askerî vesayet” var mıydı? Hayır, kesinlikle
yoktu! Ya pekiyi ne vardı? Pentagon vesayeti… Bu vardı!.. O kadar böyle ki, Ergenekon ve
Balyoz davaları sırasında, bas bas bağırıyorduk: “Hitler’in imamları vardı, şimdi Pentagon’un
imamları var!”, diye… Günün savcısı kardeşler, haber salmışlardı,“Tolga Hoca’nın
söyleminden rahatsız oluyoruz”, diye… Yakın arkadaşlarım içeriye alınacağım diye
korkuyorlardı… Cevap vermiştim, savcı kardeşlere: “Bilim adamının söyleminden rahatsız
olunmaz, ne diyorsam, kalbî olarak ve vukufiyetle söylüyorum, kulak kabartsınlar”,
demiştim… Ev, iki yıl boyunca gece gündüz tarassut altındaydı… Valizim, hazırdı…
“Balyoz”u yargılayan mahkeme heyetinin başkanı; Yargıtay, verilen hükümlerin birçoğunu
bozunca, “Karar önümüze gelsin, ondan sonra bakarız”, türünden, kibrinden geçilmeyecek
laflar ettiydi… Televizyonlarda, meydanlarda, yine bas bas bağırıyorduk: Sen ne zaman
bilgisayar / bilişim mühendisi oldun da, delillerin düzmece olduğu yönündeki uyarıları re’sen
göz ardı ediyorsun?.. Kabahat sende değil, başta sana öyle bir yetkiyi veren yasama
müeyyidesinde, Allah gecinden versin, tabii de, temyiz karar metinleri senin önüne gelinceye
kadar, gözlerini dünyaya kapamayacağın ne malum?, diye…
N’oldu sonra, ifade ettiğimiz kaygılar, karanlıklardan süzüle süzüle gün yüzüne vurdular…
Hangi vesayet vardı o gün: “Askerî vesayet” mi? Hayır! Ya ne? Pentagon vesayeti…
Pentagon’un İmamları’nın vesayeti!.. Yaa!‡‡
Biz değil miydik, BOP (Büyük Orta Doğu Projesi) Eşbaşkanı?
Biz değil miydik, ABD askerlerinin İrak’tan burunları kanamadan evlerine dönmeleri için
dualar eden?

Şam’da Emeviyye Camii’nde, biz değil miydik, Cuma namazı kılma hayalleri kurarken,
bilmem kaç milyon Suriyeli’yi kucağımızda buluveren?
Biz değil miydik, “Ora”nın “Yeni Osmanlıcılık” masallarına, cup diye sarılıp, Sultan
Abdülmecit Han’nın doğum gününü kutlama törenlerini, şevkle tezgâhlayan?
Biz değil miyiz, daha dün, bilmem kaç yüz bin kaçak Afgan’a, sınır kapılarımızı açan?
Bizim askerî vesayet mi, tezgahladı, bütün şu olup biteni, allaşkına?
‡‡
Bir noktayı muhakkak belirtmeliyim: Doktoramı, ABD’nin bir numarası olarak tasnif edilen, Massachusetts Institute of Technology’nin (MIT), Atom Mühendisliği Bölümü’nde, TÜBİTAK bursu ile ve üstün başarıyla tamamladım… Dolayısıyla, ABD’de, hocalarımdan başlayarak, giderek arkadaşlarıma, giderek meslektaşlarıma varıncaya değin, “ebedî dostluklarım” vardır… MIT, benim için, bir bilim cennetidir… Amerikan Başkanları’ndan başlayarak, her Amerikalı gencin, dünyanın hemen her yerindeki gençlerin, okumak üzere hayalini kurduklarını bir üniversitede doktora yapmış olmak, baş bir kıvancımdır… Bu ne kadar böyleyse, bir süredir bölgemizde, hemen her yıl, bir milyon insanın kanını içerek yaşamaya, dolaylı dolaysız, palamar atmış, Amerikan savaş makinasının parçası olmayı, reddettiğimiz, bir o kadar vakıadır…

6

Doları, Nas’a yaslanıp, faize basarak, bizim askerî vesayet mi, 18 tl’ye çekti ve sonra bir
gecede milyar dolarları piyasaya boca edip, doları 10 tl dolayına düşürmesiyle beraber, tekrar
dolar alıp, dünya dolar milyarderleri Rockefellerler’e parmak ısırtırcasına, milyarlarca
dolarına, gün ağarırken, pratikçe bir o kadar daha milyar dolar katıp, yoksul halkımızı
şappadanak, merhamet duygusunun kırıntısını yaşamadan, yoksullaştıran… İnsanlarımızı tek
çizgili pijamaya sığacak hale geldiler, ya hu, yoksulluktan… Bizim askerî vesayet mi yaptı bunu?
Tanklar insanlarımızın güzelim inanç duyguları üstünden geçtiler diye (Allah, eğer olmuşsa
onun da müstahakkını versin, tamam), ama “ekonomik soygunun tank paletleri”
insanlarımızın “ekmek lokmalarını” liğme liğme etmişse, nerede bunun yargısı, kardeşim?
Muhalefet TBMM’de, konu araştırılsın diye, önerge veriyor… Araştırılmasın diyen, bizim
askerî vesayet midir, allaşkına?
Yoksa, bizim askerî vesayet, “Cambaza bak!” lafzının kendi mi oldu?
– Aaa, şuna bak, şuna, bizim askerî vesayet yine hortlamış!, diyenlerin, malı götürmesinin
gözlere çekiği perde mi, oluyor?.. Bu günler de elbet geçer, mutlu yıllar, hepinize!..
Valla, yüksek hakimlerimiz beni bağışlasınlar, bir, 28 Şubat 1997’den, müebbede mahkum
olmuş dede, emekli generallere bakıyorum… Bir, gece gündüz yaşadıklarımıza… Şu
sorageldiğim soruları sormadan edemiyorum… Fiilin üstünden çeyrek asır geçse de, hepsi
dede “emekli generaller”, hakikaten bir halt karıştırdı iseler, Allah daha da çok cezalarını
versin…
Ama, kimse alınganlık göstermesin, mevcut müktesebatımla, ben hükümden hiç tatmin
olmadım… Mahkeme heyeti, hiç farkına varmamış olabilir. Farkına varmamış olması doğaldır. Neticede dosya içeriğiyle sınırlı kalmak zorundadır. Ancak önüne arkasına bakınca, “Ergenekon bal gibi de vardı!”, demek ihtiyacında olanlar, dede emekli generallerin apoletlerinin sökülmesinden hani sınırsız derecede, rahatlama duymuş olmayacaklar mıdır?..
Onun için, apoletleri sökülmüş, dede, “emekli generallerimize” ve onlar için üzülenlere
seslenme sorumluluğundayım:

  • – Bu günler de elbet geçer, mutlu yıllar, hepinize!..

Hukukta “iade-i muhakeme” diye bir kurum vardır… Kestirmeden söyleyeyim: Koşullar tesis
olursa, muhakemenin yenilenmesi sağlanabilir… Benim işte, anlatageldim, teknik hissim o ki,
28 Şubat davası henüz nihayete ermiş bulunmamaktadır… Silahlı Kuvvetlerimiz’e, yıllar yılı,
ayrıca işte, öznesiz, şahıs işaret etmeksizin, götürü bir suç tasnii yaftalamasında bulunmayı
günlük mesai haline getirmiş olanlar, takkeyi önlerine koyup düşünmelidirler… Onlar için,
gördüğüm en iyisi, aldatılmış olmalıdırlar…

7

EK

Emekli, Dede Generaller” ile İlgili Herkese Açık Kaynaklardan Edinilebilecek Bilgiler

Çetin Doğan
(81 Yaşında) Işıklar Askeri Lisesinden mezuniyetini müteakip, 1960 yılında Kara Harp Okulu’nu tamamladı. 1961 yılında Topçu Okulu’nu bitirdi. 1987 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi etti. Ardından; Genelkurmay Komuta Kontrol Daire Başkanlığı, 1. Zırhlı Tugay Komutanlığı, Genelkurmay Plan Harekât Daire Başkanlığı, 4. Kolordu Komutan Yardımcılığı, 1. Mekanize Tümen Komutanlığı, Genelkurmay Harekât Başkanlığı ve Jandarma Asayiş Komutanlığı
görevlerini icra etti. 1999 yılında orgeneral rütbesine terfi etti ve Ege Ordusu Komutanlığı’na
atandı. 2003 yılında 1. Ordu Komutanı iken emekli oldu.

Çevik Bir (82 Yaşında)
1954 yılında Kuleli Askerî Lisesini bitirdi. 1958 yılında Kara Harp Okulu’ndan istihkâm subayı olarak mezun oldu. Çeşitli istihkâm birliklerinde Takım ve Bölük Komutanlığı görevlerinde bulundu. 1970 yılında Kara Harp Akademisinden mezun oldu. 1971’de ise Silahlı Kuvvetler Akademisini tamamladı. 1973 yılında da NATO Savunma Koleji’ni bitirdi. Tümen ve Genelkurmay Karargahı’nda Harekât ile ilgili görevlerde bulundu. 1973-1976 yılları arasında Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı’nda (SHAPE) Proje Subayı olarak görev yaptı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Harekât Başkanlığında NATO Plan Subayı olarak çalıştı. Daha sonra Genelkurmay Başkanı Özel Kalem Müdürlüğü, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Başyaverliği, Devlet Başkanı Başyaverliği ve Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanlığı görevlerini yerine getirdi.[3] Bu süreçte uzun süre Kenan Evren ile yakın çalıştı. 1983’te tuğgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesiyle 1983-1985 döneminde NATO Avrupa Müttefik Komutanlık Karargahı’nda (SHAPE) Lojistik ve İnfrastrüktür Daire Başkanlığı ve 1985-1987 arasında da 4. Zırhlı Tugay Komutanlığı görevlerinde bulundu. 1987 yılında tümgeneral rütbesine, 1991’de korgeneral rütbesine terfi etti. Korgeneral rütbesinde 1991-1993 arasında Genelkurmay Harekât Başkanlığı, 1993-1994 yılları arasında da Somali Birleşmiş Milletler Barış Gücü Komutanlığı (UNOSOM II) ve Kara Kuvvetleri Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı görevlerinde bulundu. 16 Ağustos 1994 tarihinde Genelkurmay Harekât Başkanlığı’na atandı. 30 Ağustos 1995 tarihinde orgeneral rütbesine terfi etti. Orgeneral rütbesinde 1995-1998  arasında Genelkurmay II. Başkanlığı görevinde bulundu. 30 Ağustos 1998’de 1. Ordu Komutanı olarak atandı. 30 Ağustos 1999 tarihinde emekli oldu.

Ahmet Çörekçi (89 Yaşında)
1955 yılında Hava Harp Okulu’ndan mezun oldu. 1955-1957 arasında Kanada’da pilotaj ve av pilotluğu eğitimini tamamladı ve Merzifon 4. Ana Jet Üs Komutanlığı’na, 1960’ta 1. Ana Jet Üs Komutanlığı’na av pilotu olarak atandı. 1966’da girdiği Hava Harp Akademisi’nden 1968’de mezun oldu ve Hava Kuvvetleri Harekât Başkanlığı’na Hava Hareket Subayı olarak atandı. 1969 yılında 6. Ana Jet Üs Hareket Subaylığı, 1970 yılında aynı üste 162. Filo Komutanlığı yaptı. 1972-1974 yılları arasında Napoli’deki NATO Airsouth karargâhında Plan Şube Müdürlüğü görevinde bulundu. 1974 yılında 6. Ana Jet Üs Harekât Komutanlığı’na, 1976 yılında Hava Kuvvetleri Eğitim Daire Başkanlığı Uçuş Eğitim Şube

8

Müdürlüğü görevlerine atandı. 1978 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi etti ve 4. Ana Jet Üs
Komutanlığı’na atandı. 1981 yılında Hava Kuvvetleri İkmal Daire Başkanlığı görevine atandı.
1982 yılında Tümgeneral rütbesine terfi etti. Bu rütbede Hava Harp Okulu Komutanlığı
görevini yürüttü. 1986 yılında Korgeneral rütbesine terfi etti. Bu rütbede 6. NATO ATAF
Komutanlığı, 1988 yılında 2. Taktik Hava Kuvveti Komutanlığı ve 1990 yılında Hava Eğitim
Komutanlığı görevlerine atandı. 1992 yılında Orgeneral rütbesine terfi etti ve Millî Güvenlik
Kurulu Genel Sekreterliği’ne atandı. 1993 yılında Genelkurmay II. Başkanlığı’na, 18 Ağustos
1995 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı. 30 Ağustos 1997 tarihinde emekli
oldu. TSK Üstün Hizmet Madalyası’na ve Pakistan Askerî İmtiyaz Nişanı’na sahiptir.
Emeklilikten sonra resim sanatıyla ilgilenmeye başladı, karma ve kişisel sergilerde bulundu.
28 Şubat sürecinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapmaktaydı.

İlhan Kılıç (85 Yaşında)

1955 yılında Işıklar Askerî Lisesi’nden mezun olup aynı yıl Hava Harp Okulu’na girdi. 1957
yılında Hava Harp Okulu ikinci sınıf öğrenimi için Kanada’ya gönderildi. 30 Ağustos 1957’de Asteğmen rütbesi ile mezun oldu. Ardından pilotaj eğitimini de Kanada’da tamamlayarak 1958 yılında yurda döndü ve Kasım 1958’de Bandırma 6. Ana Jet Üs Komutanlığı’na av pilotu olarak atandı. 1966 yılında girdiği Hava Harp Akademisi’nden 1968 yılında mezun oldu ve 2. Ana Jet Üs Komutanlığı’na Harekât Subayı olarak atandı. 1971 yılında aynı üs 121. Filo Komutanlığı görevine atandı. 1972 yılında Napoli Airsouth karargahında Malzeme Kısım Amirliği görevinde bulundu. 1974 yılında 2. Taktik Hava Kuvveti Komutanlığı Lojistik Başkanlığı ve Harekât Başkanlığı, 1977 yılında 8’inci Ana Jet Üs Harekât Komutanlığı, 1978 yılında Hava Eğitim Komutanlığı Eğitim Daire Başkanlığı görevlerine atandı. 1980 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi ederek Hava Kuvvetleri Eğitim Daire Başkanlığı görevine getirildi. 1983-1985 yılları arasında da 2. Ana Jet Üs Komutanlığı
yaptı. 1985 yılında Tümgeneral rütbesine terfi ederek Hava Teknik Okullar Komutanlığı’na,
1986 yılında Hava Harp Akademisi Komutanlığı’na ve 1987 yılında Genelkurmay Anadolu
Daire Başkanlığı’na atandı. 1989 yılında Korgeneral rütbesine terfi ederek Hava Kuvvetleri
Tetkik Kurulu Başkanlığı, 1990 yılında Genelkurmay Genel Plan ve Prensipler Daire
Başkanlığı ve 1992 yılında Hava Eğitim Komutanlığı görevlerine atandı. 1995’te Orgeneral rütbesine terfi ederek Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ne atandı. 28 Ağustos 1997 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı. 30 Ağustos 1999’da emekliye ayrıldı. Bulgaristan II. Madarski Connick Nişanı, ABD Askeri Liyakat Madalyası, TSK Üstün Hizmet Madalyası ve Pakistan Nişan-ı İmtiyaz Madalyası sahibidir.

Çetin Saner (82 Yaşında)

Kaynarcalı Edip Paşa’nın torunlarındandır. Kuleli Askerî Lisesini bitirdi. Kara Harp Okulu’ndan 1961 yılında tank subayı olarak mezun oldu. Harp Akademisi’ni 1973 yılında bitirdi. 1987 yılında tuğgeneral, 1991 yılında tümgeneral ve 1995 yılında ise korgeneral rütbesine terfi etti. Lüleburgaz’daki 65. Mekanize Piyade Tugayı komutanlığı ve NATO Doğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri kurmay başkanlığı görevlerini yürüttü. Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı ve 5. Kolordu Komutanlığı görevinin ardından 1999 yılında emekli oldu. 28 Şubat 1997 sürecinde valiler, brifing için Genelkurmay Başkanlığına çağrılmıştı. Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’in “Brifinge katılacak valileri açığa alırız”, demesi üzerine Akşener hakkında “Söyleyin o hanıma. İleri geri konuşmasın, geldiğimizde İçişleri Bakanlığı önüne koyduğumuz bir yağlı kazığa kendisini oturturuz”, dedi. Bu sözü üzerine 16 yıl sonra Evet ayıp etmişim. Yakışmamıştır. Özür
diledim”, dedi.

9

Aydan Erol (82 Yaşında)

1954 yılında Deniz Lisesi’ne girmiş, 1959 yılında Deniz Harp Okulu’ndan Asteğmen olarak
mezun olduktan sonra Donanma’ya katılmıştır. Çeşitli harp gemilerinde Branş subaylığı,
Bölüm Amirliği, II. Komutanlık ve Komutanlık görevlerini deruhte etmiştir. 1970 yılında Deniz Harp Akademisi ve Silahlı Kuvvetler Akademisi’nden mezun olmuştur. Daha sonra sırasıyla Muhrip II. Komutanlığı ve Muhrip Komutanlığı görevlerinde bulunmuştur. 1977-1979 yılları arasında Washington Deniz Ataşeliği, 1979-1982 yılları arasında Dz.K.K.Hrk.Bşk.Hrk.Eğt.D.Bşk. Harekat Şube Müdürlüğü, Dz.K.K. Harekat Eğitim Daire Başkanlığı ve II. Muhrip Filotilla Komodorluğu görevlerini ifa etmiştir. 30 Ağustos 1984’te Tuğamiralliğe terfi etti. 1984-1987 yıllarında Dz.K.K.Hrk.Bşk. Plan ve Teşkilat Daire Başkanlığı, 1987-1988 yıllarında Çıkarma Filosu Komutanlığı görevlerinde bulunmuş olup, 30 Ağustos 1988’de Tümamiralliğe terfi etmiştir.
Tümamiral olarak, 1988-1990 yıllarında Sahil Güvenlik Komutanlığı, 1990-1991 yıllarında
Hücumbot Filosu Komutanlığı ve 1991-1992 yıllarında Harp Filosu Komutanlığı’nı deruhte
etmiş, 30 Ağustos 1992’de Koramiralliğe yükselmiştir. Koramiralliğe terfiinden sonra, 1992-
1993 yıllarında M.G.K. Genel Sekreter Yardımcılığı, 1993-1994 yıllarında Deniz Eğitim
Komutanlığı, 1994-1995 yılları arasında Güney Deniz Saha Komutanlığı, 1995-1997 yılları
arasında Dz.K.K.lığı Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulunmuş olan (E) Koramiral Aydan
EROL, 1997-1998 tarihleri arasında Kuzey Deniz Saha Komutanlığı görevini deruhte
etmiştir.

İdris Koralp (74 Yaşında)

İlköğretim ve Ortaokul eğitimini doğup büyüdüğü şehir Bursa’da tamamlamış ardından Kuleli
Askeri Lisesi’nde eğitimini sürdürmüştür. 1968 senesinde Kara Harp Okulundan Topçu
Subayı, 1983’te ise Harp Akademileri’nden Kurmay Yüzbaşı olarak mezun olmuştur.
Bir sene Alman Silahlı Kuvvetler Dil Okulu ve Goethe Enstitüsünde Almanca eğitim alan
İdris Koralp, iki senede Bern Askeri Ateşeliği görevinde bulunmuştur. 1997’de Tuğgenerallik
rütbesini almıştır. 2002 yılında emekli olmuştur.

Fevzi Türkeri (81 Yaşında)

1962 yılında Kara Harp Okulu’ndan, 1963 yılında Piyade Okulu’ndan, 1975 yılında Kara Harp
Akademisi’nden mezun oldu. 1990 yılında tuğgeneral rütbesine terfi etti. Bu rütbe ile Dağ
Komando Okulu ve Eğitim Merkezi komutanlığı görevinde bulunan Türkeri, 1994 yılında
tümgeneral rütbesine terfi etti. Bu rütbe ile Özel Kuvvetler Komutanlığı ve Genelkurmay
İstihbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Dairesi Başkanlığı görevlerini yürüttü. 1998 yılında
korgeneral rütbesine terfi etti, bu rütbe ile genelkurmay istihbarat başkanlığı ve jandarma
asayiş komutanlığı görevlerinde bulundu ve 2002 yılında orgeneral rütbesine terfi etti ve 2.
ordu komutanlığı görevine atandı. 30 Ağustos 2004 tarihi itibarıyla jandarma genel
komutanlığı görevine atandı. 30 Ağustos 2006 tarihinde emekli oldu.

Erol Özkasnak (75 Yaşında)
1991 yılında tuğgeneral, 1995 yılında tümgeneral rütbesine terfi etti. 2000 Yüksek Askerî
Şûra kararlarıyla kadrosuzluk sebebiyle emekliye sevk edildi.

TSK’de ölümcül dönüşüm

TSK’de ölümcül dönüşüm

V. MURAT TULGA (E) KURMAY ALBAY ile ilgili görsel sonucu

V. MURAT TULGA
(E) KURMAY ALBAY
Cumhuriyet, 28.8.2019

    • YAŞ’ın özeti Anıtkabir’de çekilen fotoğrafta saklıydı aslında. Cumhurbaşkanı en önde, Siviller onun arkasında ve askerler arkaya atılmış, görünmüyorlar bile.

“Bu darbenin önünü alabildim, bundan sonraki için böyle bir garanti veremem…” Bu cümleler, 24 Şubat 1981 günü, yani İspanyol demokrasisinin yaşadığı en ciddi darbe tehdidinden bir gün sonra İspanya Kralı Juan Carlos’un siyasi liderlere söylediği sözlerdi.(1)

İspanya’nın son 250 yıllık siyasal tarihinin başarılı başarısız 150 darbe girişimi ve planıyla dolu olduğu düşünülürse İspanya’da ordu ve sivil ilişkilerinin önemi ve bu ilişkinin İspanya siyasal tarihini nasıl etkilediği konusunda hemfikir oluruz.

İspanya’da ordunun rolü yüzyıllar boyunca bir evrim göstermedi. Baskıcı bir yapıya sahip İspanyol ordusu, daima “iç düşman” arayan bir güç olarak gelişmiş, statükocu, siyasal yaşama yön veren ve kendisini ülke politikasının hamisi olarak gören bir kurumdu.

Bu durum Diktatör Franco’nun 1975’te ölümüne dek sürdü. Franco hayatta olduğu sürece, herkes demokratikleşme için tek yolun ordunun onayını almaktan geçtiğini düşünüyordu. Ancak ordu, yapısı ve tabiatı gereği demokratik rejime geçiş konusunda toplumda en isteksiz kesimdi. Ortaya çıkarılan çeşitli darbe planları ve 1981’deki darbe girişimi bir yana, siyasi politikacılarla askeri çevreler arasında sık sık sürtüşmeler bu isteksizliği açıkça sergiliyordu.

1982 seçimlerini Sosyalist Adolfo Suarez kazandı, icraat listesinin hemen başına; ETA terörünü frenlemek ve ordunun gücünü denetim altına almak konularını koydu. Bu kapsamda, sivil iktidarın askeri güçler üzerinde üstünlüğünü kurmaya çalıştı. Kolları sıvadı ve ordu ile ilişkileri düzenleyen bir dizi reform girişimine soyundu.

İspanya’da ordu reformu 
Reform sürecinde iki temel ilke üzerinden yol alındı. İspanyol ordusu üzerinde sivillerin otoritesi sağlandı, ordunun darbe girişimine set çekecek yeni bir organizasyona gidildi. Bu kapsamda, İspanya’nın daha önceki asker kökenli Savunma Bakanı geleneğine son verildi. Sosyalist hükümet döneminde bir sivil atandı.

1984’te çıkarılan bir yasa ile kuvvetler arasında bölüştürülmüş yetkiler savunma bakanının elinde toplandı. Ordu harcamaları, silah alım satımları, ordu mensuplarının tayinleri, kariyerleri üzerindeki tek karar makamı Bakan oldu. Terfiler ve tayinler denetim altına alındı.

“META Planı” adı verilen bir plan çerçevesinde ordunun modernleştirilmesi hedef alındı ve bu konuda büyük bir modernleştirme gerçekleştirildi. İspanya Silahlı Kuvvetlerinin 9 askeri bölgeye dayalı konuş durumu 5 bölgeli bir konuş durumuna indirildi. (Dokuz’lu konuş yapısı darbe durumunda ülkenin önemli 12 kentinin işgalini kolaylaştırıyordu.)

Jandarma Komutanlığı ilk kez genel müdür düzeyinde bir sivile bağlandı. Bir yandan ordu içindeki general ve yüksek düzeyli ordu mensuplarının sayısı azaltılırken bir yandan ordunun modernizasyonu sağlandı. Bunu yaparken altını çizerek İspanya’daki sürecin yöntemini belirtelim: 

Doğal bir geçiş süreci, “geçmişten şiddetli kopuşa” tercih edildi.
• İspanya’da bütün bunlar askerleri aşağılayarak yapılmadı. 
• Köklü dönüşüm, ikna gücüyle, ordunun rolünün demokrasiyi bastırmak değil, ülkeyi dış düşmanlardan korumak olduğunu izahta başarı ile sağlandı. 

Kısaca reform yapılırken demokrasi kuralları işletildi, askerlerle diyalog öne çıkartıldı, sonuçta silahlı kuvvetler de bunun makul bir süreç olduğunu ve milli savunma için olumlu olduğunu anladı.

AKP’nin Türkiye’de TSK Reformu

İspanya’yı şimdi bir yana bırakalım ve ülkemize gelelim. İspanya ve Türkiye siyasal tarihi birçok konuda benzerlikler gösteriyor. Terör belası ve askeri vesayet ile uğraşmak gibi. Ülkemizin temel sorunları gibi. Farklılıklar da çok tabii ki. Başta İspanya’da simgesel bir kral olması ve özerk yapılar gibi. Ülkemizde en son 15 Temmuz 2016 hain girişimini de karşılaştırmada ülkemiz açısından bir yana muhakkak yazmalıyız.

Ülkemizde son bir Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) yaşandı (Ağustos 2019) ve bu YAŞ yorumlanmaya çalışılıyor. YAŞ’ın özeti Anıtkabir’de çekilen fotoğrafta saklıydı aslında. Cumhurbaşkanı en önde, siviller O’nun arkasında ve askerler arkaya atılmış, görünmüyorlar bile. Genelkurmay Başkanı görünmek için yandan kafasını çıkarmış. Çok yadsımamak gerekiyor. TSK’ye İspanya’da olanlar oluyor aslında adım adım. AKP’de aynı temel yol haritası üzerinden gidiyor, sivillerin askeri güç karşısında otoritesinin somutlaştırılması ve TSK’nin yapısının değiştirilmesi. Fakat uygulanan yöntemin anafikri farklı. Sonuç da göreceğiz.

TSK’yi dönüştürme kontrol formu

Durum böyle olunca ülkemizde olanları İspanya’da gerçekleştirilen ordu reformunu temel alarak bir kontrol formuna göre analiz edelim. Bu kontrol formuna göre TSK’yi denetim altına alma konusunda AKP iktidarı epey yol almış görüyor. Birlikte irdeleyelim :

Sivil otoritenin askeri güçler üzerindeki üstünlüğü sağlandı mı? EVET. 

• Milli Güvenlik Kurulu ve YAŞ yapısı değiştirildi. Öyle ki yapılma tarihleri ve süreleri bile değiştirildi. Ülke gündeminden önemsiz bir yer tutacak biçimde kısa, renksiz bir hale getirildi. 
• Bu yüksek kurullarda karar alma mekanizmaları siviller lehine oluşturuldu. Oy çoğunluğu sivillere geçti. 
• Askeri yapı Milli Savunma ve İçişleri bakanlarına bağlandı. Bakanlar önde artık, askerlerin ne sesi çıkıyor, ne de esamisi okunuyor. 

TSK’nin teşkilat ve personel yapısı değiştirildi mi? EVET.

• Askeri liseler, hastaneler ve mahkemeler kapatıldı. Askeri fabrikalar özelleştirildi. 
• Harp Okulları ve akademiler Savunma Üniversitesi altında toplandı. Öğrenci seçme, seçilme, eğitim ve öğretim yapısında köklü değişikliklere gidildi. 
• Askeri okul ders müfredatları ve bu okullara öğrenci seçimi tümüyle denetim altına alındı. 
• Askerlik Yasası değiştirildi. Zorunlu hizmetten bedelli ve profesyonel bir sisteme evrilen yeni sistem getirildi.
• Askerlerin atama, terfi sistemleri bütünüyle yeniden düzenlendi. Rütbelerde bekleme, emeklilik süreleri değiştirildi. 
• Ayrıca Genelkurmay ve kuvvet komutanlıkları arasındaki sıkı emir ve komuta bağı kopartıldı. Cumhurbaşkanı ve bakanların, gerekli gördüklerinde kuvvet komutanları ile bağlılarından doğrudan bilgi alabileceği ve bunlara doğrudan emir verebileceği, verilen emrin herhangi bir makamdan onay alınmaksızın derhal yerine getirileceği de karara bağlandı.

Dönüşümde Son Nokta ve Sonuç

Bunlar, belirgin değişiklikler. İspanya’da olanlardan noksan kaldı mı?

Kalmıştı. General ve amiral sayılarının düşürülmesi de son Yüksek Askeri Şûra’da yapıldı. Bu konuyu da artık yapılanlar kümesine katmak gerekiyor. AKP tarafından ne kadar orgeneral, oramiral var, o ölçüde sorun var ilkesinden hareketle orgeneral ve oramiral sayıları en az sayıda tutuldu. Yani bir tür, orgeneral rütbesinde tasfiyeye gidildi. Ordu komutanlıklarına korgeneral atandı. Bu YAŞ’ın en önemli sonucu buydu. Orgeneral ve oramiral sayılarının azaltılması. Bu kararı TSK’nin yeniden organize edilmesiyle birlikte okumak gerekiyor.

Küçültülmüş TSK

KKK’de 4 ordulu bir yapı var. 1’inci, 2’nci, 3’üncü Ordu ve Ege Ordusu. Yeniden organizasyon deyince Ordu sayılarının azaltılması ve Doğu ve Batı bölge komutanlıkları gibi yeni bir örgütlenmeye gidilmesi akla geliyor. Küçültülmüş bir TSK. Bu daha önceleri fikir temelinde gündeme gelmişti. Ordu olmayınca orgeneral de olmayacak. Yalnızca Kuvvet Komutanları Orgeneral olacak ve bölge komutanları daha ast rütbedeki komutanlardan (en üst korgeneral düzeyi) oluşacak. Bu yolla denetlenebilir küçük bir yapı, az orgeneralli ve daha ast rütbeli generallerden oluşan yeni TSK. YAŞ böyle okunmalı. Bu bir kestirim ama yakın zamanda karşımıza pat diye düşerse şaşırmayın diye belirtiyorum.

Yazıyı İspanya yönteminin sonuçlarını ülkemize uyarlayarak bitirelim. Son çözülemede :

1. TSK’nin reformunda doğal bir geçiş süreci yaşanmadı, geçmişten şiddetli kopuş tercih edildi. TSK’nin her konuda fabrika ayarlarıyla oynandı
2. TSK’deki dönüşüm, askerlerden adeta hınç alarak yapıldı. Siyasal iktidarın FETÖ ile birlikteliği kumpas davalar sürecini getirdi ve sonrasında yaşanan süreç

  • TSK’yi adeta yerin dibine soktu.
  • TSK’de tahribat büyük oldu. 

3. köklü dönüşüm 15 Temmuz hain darbe girişiminin sonucunda yaşandı. Demokratik uzlaşı kuralları işletilmedi, OHAL koşullarının olduğu bir ortamda KHK ile düzenlemeler yapıldı. Dönüşüm kanlı oldu.

Görüldüğü üzere İspanya’da ve ülkemizde kullanılan yöntem çok farklı. Türkiye’de silindir gibi ezen, uzlaşıdan uzak, geri dönüşü zor ve ayarları tümden bozan bir yöntem var.

Durum böyle olunca geriye birkaç soru kalıyor :

  • Peki, askerler ne ölçüde ikna edilebildi?
  • FETÖ, TSK’den ne kadar temizlendi?
  • Tüm bunlar reform sürecini nasıl etkiler?

(1) “Bir Kanlı Gül”, İspanya” Nilgün CERRAHOĞLU, Tekin Yayınevi, 1987

 

GÖREVSİZLİK KARARI


RİFAT SERDAROĞLU

portresi3

 


GÖREVSİZLİK KARARI

 

 

AKP İktidarının 9 uncu yılının sonunda,
28 Aralık 2011 gecesi düzenlenen operasyonda 34 vatandaşımız yaşamını yitirmişti.

Bu feci olayı 18 aydır soruşturmakta olan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, “Görevsizlik” kararı vererek dosyayı Genelkurmay Askeri Savcılığına gönderdi.

Görevsizlik Kararı ne demektir?
“Bir Yargı Kurumunun, önüne getirilen davanın niteliği bakımından,
kendi görev alanına girmediğine ilişkin verdiği karar.”
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı niçin böyle bir karar aldı?

-Türk Yargı tarihinde ilk kez PKK’lı teröristlerin ayağına kadar gidilip,
“Seyyar Mahkeme” kurulmasına, “Hayır, ne pişman olması, ben pişman değilim.
Önder Apo emretti, ben geldim
” diyen katillerin adam başına 4 dakikada
serbest bırakılmalarına itiraz etmeyen Başsavcılık, böyle korkunç bir olayda
niçin görevsizlik kararı verip, davayı Askeri Mahkemenin sırtına atar?

Düzmece dijital delillerle Türk Ordusunun Genel Kurmay Başkanı’nın
zindana atılması
nı “görev alanı” içinde görüp, Türk Silahlı Kuvvetleri Komuta Heyetinin neredeyse yarısını yıllardır “tutuklu” olarak yargılayan Türk Sivil Yargısı,
niçin bu korkunç olayı Askeri Mahkemenin üstüne atar?

– Yapılan Anayasa ve Yasa değişiklikleriyle sözde “Askeri Vesayet” kırılmış
ve askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmalarının yolu açılmamış mıydı?

Değerli Okurlar;

Yapılan, AKP Hükümetini ve Başbakan Erdoğan’ı bu olayın dışında tutmak,
sorumluluğu tümüyle Türk Ordusu’nun üzerine atmaktır.

AKP İktidarı, Yargıyı siyasallaştırmıştır.

Türk Yargı sistemi, AKP Hükümetinin ağır baskısı altında nefes almakta zorlanmaktadır.

  • Özel Yetkili bir Savcının İstanbul’da 43 Avukatı gözaltına almasını,
    polis ve özel güvenlik görevlileri tarafından bu Avukatların yerlerde süründürülmeleri-tartaklanmaları başka hangi “Hukuk Devletinde”(!) görülebilir?

Hangi Hukuk Devletinde, hangi “Bağımsız Yargı’da” Silivri de yaşanan rezaletler yaşanır?

Nasıl olur da 65-70 yaşına gelmiş, toplumda saygınlığı olan ve kaçma olasılığı olmayan insanlar-seçilmiş Milletvekilleri 5 yıldır “Tutuklu” yargılanırlar?

  • Tüm bu hukuksuzlukların sorumlusu Başbakan Erdoğan’dır.

Başbakan Erdoğan

– Halüsinasyon görmekte,
– sinirlerine hâkim olamamakta
– ve Türk Milletine doğruları söylememektedir. 

* Türk Ordusu’nun şerefli Komutanlarını “Bunlar Camileri bombalayacaklardı” diye suçlayan Erdoğan ile “Bunlar Camide içki içip, bir şeyler yapmışlar” diyen Erdoğan aynı kişi değil midir?

*Polis şiddetinden kaçan, ölüm korkusundaki Türk Vatandaşlarını
“Camiye ayakkabılarıyla girdiler” diye canlı TV yayınında suçlayan Erdoğan ile

ABD Askerlerinin Adana-İncirlik’teki Camide Kuran-ı Kerimi parçalayıp
  minberi yıkmaları ve Felluce’de Halife Raşid Camisini ahıra çevirmeleri

karşısında tek söz söylemeyen Erdoğan, aynı kişi değil midir?

* Taksim’de ve Türkiye’nin meydanlarında ellerinde yalnızca Türk Bayrağı bulunan insanlarımıza tahammül edemeyip, kendi milletini “Çapulcular”, “Ayyaşlar” diye aşağılayan Erdoğan ile

* Diyarbakır Sur Belediyesi’nin, Şeftali Sokağı’nın adını “Mar Petyun Sokağı”
(Ermeni Kilisesi), Direkçi Sokağın ismini “Mıgırdıç Margosyan”(Ermeni Yazar) olarak değiştiren kararını, ilçe Kaymakamına onaylattıran irade sahibi
aynı Erdoğan değil midir?

  • Başbakan Erdoğan artık “taşınamaz” hale gelmiştir.

Yönetimiyle Türkiye’ye-Türk Milletine ve tüm çevremize ciddi zararlar verir
hale gelmiştir. Namus konusunda çok hassas olduğunu söyleyen ve
kendisine İstanbul İmamı diyen Erdoğan,
kendisine yapılan ağır suçlamaları da görmezden gelmektedir.

Aşağıdaki soru, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından
Grup toplantısında “Salı” günü soruldu :

Erdoğan bu soruyu ya duymadı(!) ya da verecek yanıtı olmadığı için susmayı tercih etti. Soru şu;

  • Sayın Başbakan sana soruyorum. Faiz Lobisinde kimler var?
    Bunlardan fayda gördün mü?
    Bunlardan KOMİSYON alarak yabancı bankalara istifledin mi?.”

Türk Milletinin hızla ve ivedilikle seçimle görev verdiği Erdoğan için,
yine seçimle ve demokrasi içinde “GÖREVSİZLİK” kararı vermesi ve
bu dönemi bir daha açılmamak üzere kapatmalıdır.

Bunun yolu vardır ve en kısa zamanda gerçekleştirilecektir.

Sağlık ve başarı dileklerimle.
13 Haziran 2013

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
facebook.com/rifatserdaroglu
0 532 211 00 11

Rifat SERDAROĞLU : Ne çektin be Türkiyeli ?


Rifat SERDAROĞLU

portresi3

 

 

 

 

 

Ne çektin be Türkiyeli ?

Ne çektin be Türkiyeli şu Bakanlarından?
Çoğunu önce Belediyede işe aldın, adamlar para yüzü gördü.
Sonra Milletvekili yaptın, adamlar itibar gördüler.
En sonunda Bakan yaptın, adamlar Devlet gördüler.
Görmesine gördüler ama bir türlü istediğin kıvama gelemediler be Türkiyeli!

İşte bu demokrasi denen illet, böyle bir dert be Türkiyeli.
Adamı yoktan var edersin, mevki-makam-şöhret verirsin, adam gelir olmayacak yerde bir laf eder, düzelt düzeltebilirsen. Atsan atamazsın, satsan alan olmaz.
Hâlbuki Başkanlık veya Sultanlık gibi bir rejim olsa, adam bir gecede kaybolur,
bir daha kimse bulamaz, can korkusundan arayanı soranı da olmaz.

*BB (Bilinmeyen Bakan) (Bizce Bilinen!)
Hürriyet Gazetesinden Mehmet Y. Yılmaz kezlerce yazdı. Türkiyelinin görmemesi mümkün değil. Ama ne yalanlama ne de bir açıklama gelmiyor. Duvardan ses var, Müslüman Türkiyeliden yok!Kılıçdaroğlu’na akıl vermeye kalkan Swoboda’nın karısının üst düzey yöneticisi olduğu şirket ,1 milyar 400 milyon Dolar “RÜŞVET” dağıtmış ve şirketin Mali İşler Müdürü,
bir Türk Bakan ile bir akşam yemeği yemişti. İşin ilginç yanı, bu yemek tam da Türkiye’deki büyük bir ihale öncesi yenmişti. Şirketin eski finans direktörü,
Münih Savcılığına verdiği ifadesinde;

“Türkiye’de bir ihale almak için rüşvet verilmesi üst yönetimde kararlaştırılmıştı..
” dedi.

Sizce, Türkiyeli Eşbaşkan’ın haberi olmadan, bir Bakan böylesine büyük tutardaki
bir ihale öncesi yabancı şirket yöneticisi ile ne görüşebilir?Ne çektin be Türkiyeli, bu Bakanlardan? Ama ne yapacan, mecbur.
Adamlar çok şey biliyor! Üstelik cemaatte kaset de var!

*BB (Bakan Bozdağ)
Kabinenin en güzel sesli Bakanı, sanki hiç düşmanımız yokmuş gibi Hizbullah Terör Örgütünü de Türkiye’ye iyice düşman etti. “Hizbullah adını Hizbuşeytan” yapsın” dedi. Yaylanarak yürüyen Bakan Bozdağ, Hizbullah Lideri Nasrallah’ın, “Suriye bizim bel kemiğimizdir. Suriye’de Esad Kardeşimizin yanında savaşacağız” diye açıklama yapınca, eski İmam olan Bozdağ sinirlerine hâkim olamadı ve yukarıdaki sözleri söyledi.Hizbullah’tan yanıt gecikmedi; “Yakında Türkiye’de büyük eylemler yapacağız.”

Zaten başımızda El-Kaide var, El- Nusra Cephesi var, Özgür Suriyeciler var,
Çeçen Teröristler var, DHKP-C var, PKK var. Vizeler kalktıktan sonra, sınır tanımayan teröristler var. Adamlar birleşip Türkiye’yi “Bomba Manyağı” yapacaklar.
Bir de Hizbullah çıkardın be Bekir!
Ne çektin be Türkiyeli, bu Bakanlardan? Ama ne yapacan, mecbur. Adam İmam!

*BB (Bakan Bülent)
Kabinenin ağlayan kaşarı Bakan, Yuntdağ’a çıktı.
Yuntdağ yöresinin yarısı Manisa ilinde, öbür yarısı ise İzmir ili hudutları içindedir. Ege’nin rakımı yüksek yerlerindendir.
Çok sıcakkanlı, dürüst ve çalışkan insanlarımızın yaşadığı bir yerdir.
Bakan Bülent, oksijen bolluğundan olsa gerek, aniden efelenerek
şimdiye kadar kimsenin göremediği önemli bir konuya parmak bastı;Nasıl olur da Onuncu Yıl Marşı, Mehter Marşı‘nın önüne geçebilirdi!
Yoksa ülkede hala “Askeri Vesayet” mi devam ediyordu?
Ecdadından Derviş Memed’in yüzüne nasıl bakacaktı?
Osmanlı zamanında, Onuncu Yıl Marşı mı vardı?
Bu ne terbiyesizlikti? Bu konu derhal Bakanlar Kuruluna gelmeli ve gereken tedbir alınmalı idi. İleri demokraside, iki ileri bir geri gitmek varken,
Onuncu Yıl Marşı’nın ne işi vardı?

Ne çektin be Türkiyeli, bu Bakanlardan? Ama ne yapacan, mecbur.
Adama abi dedin bir kere! Üstelik cemaatin elindekileri de alamadı!

Daha sırada;– birbirlerine haklarını helal etmeyen,
İran Devrim Muhafızı gibi dolaşan,
– içki yasağına rağmen zil-zurna sarhoş olan,
– sekreterine imam nikâhı kıyıp ayrı ev açan… 
                     delikanlı(!) Bakanların var.
Anlaşıldı sen bunlardan daha çok çekecen be Türkiyeli.
(29.5.13)