Etiket arşivi: Arap Baharı tezgahı

Mehmet FARAÇ  

Suriye, “savaş”, “zulüm!..”

Mehmet FARAÇMehmet FARAÇ  
farac65@gmail.com, 23 Şubat 2020, YENİÇAĞ
Ortada devasa bir çelişki var…

Bağrından kaos fışkıran, öfkesi-şiddeti giderek büyüyen bir sinsi çelişkidir bu…
Nedense bu ezeli çelişkiyi yaratan küresel unsurlar, en başta da Amerika hep geri planda!..

Trump’ın Twitter üzerinden meydan okuması, “petrol için oradayız” demesi, arada sırada Türkiye’ye gözdağı vermesi, bir yandan işgalcilere göz kırpması, öte yandan Avrupa’yı masaya sürmesi sınırımızın yanı başındaki Suriye’de, İdlib ve Halep çatışmalarıyla birlikte büyüyen ve öne çıkartılan bir çelişkiden öteye gitmiyor…

İç savaşın kışkırtılmasıyla birlikte, Türkiye’yi “insani yardım“, “barış” unsuru ve sorun çözücü gibi piyasaya süren ABD ve müttefiklerinin derinleştirdiği Suriye çelişkisi, ne yazık ki öfkenin yeni versiyonlarını gündeme getirmekten öteye gitmiyor…

İşte, 9 yıldır alışılagelmiş kışkırtıcı manşetler dünkü yandaş gazetelerin 1. sayfalarında, bir kez daha “savaş” içeren sözcüklerle dışa vurmuştu…

Suriye bize ne kazandırdı-ne kaybettirdi?

Türkiye’yi bu çıkmaza sokan Amerika ne kaybetti-neler kazanmaya devam ediyor, Avrupa bu sorunun neresinde-ne yapmaya çalışıyor sorgulaması yapılmadan atılan vahim manşetlerdi bunlar…

AKP iktidarının siyasi hırsları ve Esad düşmanlığının peşinden giden; Türkiye Cumhuriyeti’ne hiçbir şey kazandırmayacağı açık olan hesapsız medya propagandalarıydı bunlar… Erdoğan’ın “savaş diyebilirim” şeklindeki açıklaması sınırdaki ateşin yükseleceğini duyururken, yandaş gazetelere dün yansıyan “zulüm durmadan çekilmeyiz” manşeti vardı ki, aynı zamanda ülkemizi geren tehlikenin büyüyeceğini de haber veriyordu!..

İşgalde süren çelişki!..”

Evet; konu AKP ve yandaş medyasının İdlib’e müdahaleye gerekçe gösterdiği “zulüm” olunca da, akıllara yine sarsıcı sorular geliyor:

2 haftada 15 şehidin açtığı yara Türkiye’yi sarsarken ve Türkiye Cumhuriyeti’ne en büyük zulüm Suriye’deki Mehmetçik kayıplarıyken; öbür yandan bir ülkenin emperyalistlerce kuşatılması, terör örgütlerince kan deryasına dönüştürülmesi komşu bir ulusa “zulüm” olarak nitelendirilmeyecek mi?..

Ve bu zulmü dağıtmak, kendi vatanını-insanlarını korumak için işgalciler ve terör örgütlerine karşı savaşan Suriye yönetiminin ve halkının, emperyalizmin baskısı altında tutulması ileride zulüm diye adlandırılmayacak mı?..

ABD ve Avrupa, Suriye’de asker yitirmezken, ekonomik olarak çok darbe almazken, 9 yıl içinde neredeyse 100 milyar $ kaybı olan Türkiye Cumhuriyeti ekonomisinin sarsılması 81 (AS: 83 m!) milyonluk bir nüfusa zulüm değil mi?..

Resmi olmayan rakamlara göre, sayıları 6 milyona ulaşan Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de yol açtıkları demografik kaygılar, sosyal sıkıntılar, güvenlik sorunları ve istihdam haksızlıkları, son yıllarda enflasyon-zam-yaşam pahalılığı içinde ayakta durmaya çalışan milyonlarca Türk yurttaşına yönelik zulüm içermiyor mu?..

Peki; Suriye’ye huzur getirme bahanesiyle, şimdi de İdlib’te girişilen savaş bir zulmü bitirme iddiasındayken, sınırı geçerek Türkiye içinde katliamlar yapan, bombalama faaliyetlerine girişen, aralarında IŞİD ve El Kaide infazcılarının da olduğu binlerce radikal dinci militan Türk Ulusu’nun huzuruna zulüm olmuyor mu?..

ABD ve destekçilerinin Arap Baharı tezgahında; nedense yalnızca Türkiye’nin sosyo-ekonomik, politik gidişatının, güvenliğinin sürekli zarara uğratılması Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik bir zulmü kapsamıyor mu?..

“Evet”le yanıtlanabilecek yukarıdaki sorulara onlarcası daha eklenebilir, sarsıcı sorgulamalar yapılabilir ama başka kaygılara da dikkat çekmemiz gerekiyor…

Barışın çaresi masa…

Evet; bir kez daha vurgulayalım ki; konu Suriye olunca da geçmişin, geleceğin aynası olduğu şeklindeki saptama hiç değişmeyecek…

O halde soralım da, uyanır belki birileri :

Şam’ın içinde debelendiği kaosu daha önce yaşayan Irak ve Libya’da yıllardır dinmeyen keşmekeş, Suriye’nin geleceği konusunda da hoş işaretler vermezken, diplomasi neden öncelikli değil?..

İşgalcilerin, paralı askerlerin, terör örgütlerinin ve dinci örgütlerin kışkırttığı bir kargaşaya ortak olmak yerine, Suriye sorunu neden Şam yönetimiyle “masada” çözülmüyor?..

Yazının başında dikkat çektiğimiz “çelişki”nin; yani girdap ve çıkmazın, işgalin üzerinden 9 yıl geçmesine karşın bitmediğini, tam aksine büyüdüğünü gösteren işaretler niçin görülmüyor?..

Üstelik sormazlar mı;

– Şam’da, üniversite öğrencilerinin duvarlara, “doktor Esad, sıra sende” diye yazarak yaktığı isyan ateşinin Arap Baharı tezgahtarlarınca büyük bir iç savaşa dönüşmesi sırasında, ortada İran var mıydı?..

– ABD’nin sürekli kendine ileri karakol yaratma çabaları sırasında, Orta Doğu‘nun birçok ülkesinin yanı sıra, Irak ve Libya’nın adeta emperyalizmin gözetleme kulesine dönüştürülmesi yetmezmiş gibi, Suriye’yi de petrol bekçisi yapmaya çalışan Amerika’ya karşı Rusya piyasada mıydı?..

– Peki, El Kaide Irak’ta dağıtılmışken IŞİD diye bir örgüt var mıydı, paralı askerler sınırlarımızda dolaşıyor muydu, Suriye’den kaynaklanan terör olayları Türkiye’yi bu denli tehdit edebiliyor muydu?..

Tüm bu soruların yanıtları “hayır” olduğuna göre, “zulüm bitmeden çekilmeyiz” yaklaşımıyla Suriye batağında kalmakta inat etmek Türkiye’ye ne kazandıracak acaba?..

Sorunun özetine bir kez daha dikkat çekelim :

BOP işgalciliğinde Irak ve Libya’yı iç savaşa sürükleyen emperyalist tuzak, beklediğini bulamadı ve Suriye’de sert kayaya tosladı…

ABD ve ortakları işte bu yüzden taşeron (!) kullanırken, İran ve Rusya’nın desteği ile direnen Suriye tüm dış müdahalelere karşın, Halep örneğinde olduğu gibi, teröre, bölücü örgütlere, dinci yapılanmalara teslim edilen topraklarını geri almaya başladı…

Peki ya Türkiye?.. Bu memleketi seven herkesin üzerinde düşünmesi gereken asıl saptama bellidir;

  • Suriye’nin işgalinde yalnızca Türkiye kaybediyor…

Bu sadece 100 milyar dolara yol açan ekonomik kayıptan ibaret değil, vatan evlatlarının Arap Baharı yalanında şehit olması gibi kahredici sonuçları da var…

O halde yeter artık!.. Suriye politikası mantıklı ve akılcı bir plana göre yürütülsün ve Türkiye daha çok yitirmesin…

Aksine; hem sınır ötesi hem sınır içinde huzuru vuran sosyo-ekonomik, askeri ve güvenlik “zulüm”ü hiç bitmeyecek!..

Hüsnü MAHALLİ : ALGI OPERASYONU


ALGI OPERASYONU

Portresi

 


Hüsnü MAHALLİ
YURT Gazetesi,
25.9.14
hmahalli@hotmail.com

 

Günümüzün en moda kavramı ‘ Algı operasyonu’.
Bir zamanlar ‘Toplum mühendisliği’ deyimi daha popüler idi.
Her iki söylemde amaç, insanları yalanlar ile bir şeylere inandırmak.
Güçlü bir medya ile.
Bu nedenle AKP iktidara geldiği ilk günden başlayarak bu alana özel ilgi gösterdi.
Bu ‘ilgi’ sonucu bugün AKP iktidarı medyanın %80-90’ını kontrol ediyor.
Dönek ve yalakalar sağ olsun.
Doğuştan yandaş olanlara söylenecek hiçbir sözümüz olamaz.
Hepsi el ele vermiş, insanlara sürekli yalan söylüyorlar.
Her konuda ve utanmadan.
Örneğin ‘Arap Baharı’ tezgahında.
Hükümet ilk andan başlayarak yanlış yaptı, yapıyor ama bu medya bu yanlışları
mutlak doğrular olarak halka yutturmaya çalıştı, çalışıyor.
Hükümet duvara tosladı ve Türkiye’nin başı belada ama bildik medyanın
umurunda değil.
Yalana devam.
Konular çok.
Örneğin Suriyeli göçmenler. Hiç kimse kaç kişi olduklarını bilmiyor.
Ama medya üzerinden yaratılmaya çalışılan algıya bakılırsa ‘bunlar Esad’ın zulmünden kaçtı ve kötüler’..
Peki son bir haftada Kobani’den kaçan 150 bin insan kimin zulmünden kaçtı?
Ya da IŞİD işgali altındaki Rakka, Deyrezor, Tel Abyad, Cerablus, Bab ve daha birçok şehir, kasaba ve köyden kaçan 300-400 bin Suriyeli kimden kaçtı?
Peki Irak’ta son bir ayda evini bırakıp kaçan 1.5 milyon Arap, Hıristiyan, Türkmen, Kürt ve Ezidi de mi Esad zulmünden kaçtı?
Dönelim Suriye’ye.
Suriye’den Türkiye’ye gelen ilk mülteciler Haziran 2011 başında Antakya’da kurulan ve Cisr Elşuğur’u işgal ederek katliam yapan ÖSO militanlarının aileleri idi.
ÖSO, Nusra ve benzeri yüzlerce silahlı grubun işgaline uğrayan şehir, kasaba ve köylerin insanları için üç seçenek vardı :

1- Bu işgalci gruplara teslim olmak ve onlar ile işbirliği yapmak.
2- Bu grupların vahşetinden korkup kaçmak.
3- Buralarda yerleşip devlete karşı silahlı mücadeleyi yaymaya çalışan militanlar ile
ordu arasındaki kanlı çatışmaların arasında kalarak ölmek ya da kaçmak.

Suriye dışına kaçan 4 milyon insanın öyküsü böyle.
Hepsi Esad zulmünden kaçmış olsaydı Suriye içinde evlerini terk edip daha güvenli bölgelere göç edenler de dışarıya kaçardı.

Bir ayrıntı daha : Türkiye, Ürdün, Irak ve Lübnan’a kaçanlara baktığınızda bunların
ezici çoğunluğu bu ülkelere sınır bölgelerinden kaçmışlar. Bu bölgeler ise Esad’ın değil ÖSO, Nusra, IŞİD ve benzeri grupların işgali altında. Son üç yılda bu gruplar, saydığım ülkelerin yanı sıra onlarca ülkeden sınırsız askeri, mali, lojistik ve siyasi destek aldı.

Özetle Suriye’den göçün 1. dereceden sorumlusu Esad  değil terör örgütlerine
destek veren bölgesel ve emperyalist ülkelerdir.
Magazinden bir örnek: Amerikalı güzel oyuncu Angelina Jolie Suriyeli mülteci kamplarını ziyaret edip duruyordu.
Peki Angelina, IŞİD’ten kaçan Suriye ve Iraklıları neden ziyaret etmiyor?

Bir not daha : Türkiye’deki Suriyeliler ile ilgili bir başka algı, bunların dilenci, kavgacı ve sorunlu olduklarıdır.
Net bir rakam yok ama Suriyeli sayısı 1,5 milyon deniyor.
Dilenci sayısı olsa olsa 3-5 bindir.
Kimse bunu söylemez ama Suriyelilerin Türk ekonomisine katkısı milyarlarca doları geçer. Gelenlerin ezici çoğunluğu paralı geldi ve bu ülkede iş kurup çalışıyor,
fabrika kurup ihracat yapıyor, ev kiralıyor, ev satın alıyor, şirket kuruyor ve gencecik kızlarını Türkler ile evlendiriyor. Bazıları da ucuz iş gücü olarak çalışıyor. Ama çok az bir bölümü bedavadan yani  devletten aldığı yardımlar ile geçiniyor. Bunların ezici çoğunluğu ise Esad’a karşı ÖSO, Nusra, IŞİD ve benzeri grupların saflarında savaşanların aileleridir. AKP yönetiminin bu kadar kıyağı da olacak.

Kaldı ki bu yardımlar ÖSO, SUK, Nusra, IŞİD ve öbür gruplara üç yıldır dağıtılan milyarlarca Dolar yanında devede kulaktır.

Hüsnü MAHALLİ : MÜSLÜMAN KARDEŞLER 1 ve 2


MÜSLÜMAN KARDEŞLER 1 ve 2

Dostlar,

Ortadoğu konusunda derin uzmanlığı tartışma dışı olan Sn. Hünü Mahalli
18 ve 19 Eylül 2014 günlerinde YURT‘ta çok önemli 2 ardışık makale kaleme aldı.. (aşağıda..)

RTE’nin İslami örgütlere terörist oslun – olmasın bize çok anlaşılmaz gelen “aşkının” artalanı bu yazıda aydınlığa kavuşuyor :

  • Çünkü Erdoğan yeniden Halife olabileceğini hayal etmişti.

Erdoğan başta olmak üzere her-kes aklına bir güzel koymalı ki;

HALİFELİK; tarihsel işlevini yitirmiş, içi boşalmış, çağdışı bir dinci baskı amaçlı
siyaset kurumudur.

Türkiye’de 3 Mart 1924’te (1340) 430 sayılı yasa ile

HALİFELİK bir Devrim Yasası ile yürürlükten kaldırılmıştır.

Bu yasa, Anayasa’nın 174. maddesinde sıralanan 8 Devrim Yasasından biridir ve Anayasl koruma altındadır. Dolayısıyla Anayasa’nın ilgili maddesi değiştirilemden Hilafet kurumu yeniden getirilemez. Kaldı ki, Türkiye, Anayasası’nın 2. maddesinde sayılan değiştirilemez ve değiştirilmesi bile önerilemez temel Cumhuriyet değerlerinden birisi olarak “Laik” bir ülkedir. (Ayrıca md. 24 vd.)

Dolayısıyla ancak KURUCU BİR İKTİDAR ile yepyeni bir Anayasa yapılır ve bu “hukuksal” (!?) engeller aşılabilirse (!) Türkiye’nin laik-demokratik-hukuk devleti olma
(ayrıca 3 özellik daha var 2. maddede : insan haklarına saygılı,
Atatürk milliyetçiliğine bağlı, sosyal
) yapısı değiştirilebilir.

Ham hayaller peşinde serüvenciliğin yeri yoktur.
HALİFELİK dünya insanlık tarihinde artık çöplüğe atılmış bir kurumdur.
Onu yaşatacak – işlevsel kılacak toplumsal – ekonomik – politik – sosyal – kültürel –
sosyal psikolojik… doku ve iklim artık çağcıl dünyada yoktur ve böylesi bir iklime
geri dönüş de söz konusu değildir.

Ülkenin sınırlı enerjisi bu tür yersiz alanlarda tüketilmemelidir.

Türkiye, AKP kadrolarınca başlatılan Cumhuriyetin temel değerleri üstündeki yapay
ve gereksiz tartışmaları derhal bir yana bırakarak üretmeli, üretmeli, üretmelidir.
21. yy’da tutunabilecek akıl ve bilim – teknoloji toplumu olmaktan başka çare yoktur.

Çocuklarımıza Arapça değil geleceğin dillerini öğretmeliyiz.. Çince, Hintçe, Japonca..

Çocuklarımıza boooooooool kepçe din, ilahiyat, fıkıh, tefsir, siyer (peygamberin yaşamı)… gibi konuları değil; Matematiği, Mantığı, Felsefeyi, Çözümleyici (analitik) düşünmeyi, eleştirel aklı geliştirici eğitimi yaşama geçirmeliyiz..

  • Ne yapıp edip ERDEMLİ – AHLAKLI bir toplum yetiştirmeliyiz.

Bunca İHO – İHL – İlahiyat Fakültesi – Cami – Hoca – Hacı – Mele – Cemaat – Tarikat..
ama dünyanın en ahlaksız toplumu aynı zamanda…

2 seçenek var : Ya izlenen eğitim politikaları özlenen AHLAKLI- ERDEMLİ toplumu üretmede başarısız – yetersiz..

Ya da “dünyanın en ahlaksız toplumu” nun başat nedeni!
Dolayısıyla, zorunlu din derslerinin hiç kıvırtmadan, AİHM kararı uyarınca
artık kaldırılması kaçınılmazdır..

Canalıcı sorun budur..

RTE ya da başkalarının (Davutoğlu vd.) akıldışı (irrasyonel)
Yeni Osmanlı – Hilafet özlemleri, ham hayalleri asla değil..

RTE’nin akıl haritasını – ruhsal dünyasını ele geçiren ve yönlendirenler başta olmak üzere Ulusumuza..

Duyururuz…

Sevgi ve saygı ile.
18.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Not       : Mustafa Kemal Paşa’ya Halife olması önerildiğinde ne yanıt verdiği okunmalıdır. 90 yıl önce Paşa, bu kurumun içi boş bir tahakküm kurumu ve dini siyasete alet eden bir heyula olduğunu belirterek kesin ve set bir dille geri çevirmişti. Aradan geçen 90 yıl Halifelik adına lehte midir, aleyhte midir? Yandaşlar iyi tartmalıdır. Sitemizde konuya ilişkin epey yazı vardır.. Okunması dileğiyle..

– 3 MART 1924 DEVRİM YASALARININ ÖNEMİ

– 90 Yıl Sonra 3 Mart Devrim Yasaları : Onlar da Türkiye de Tam Bir Şeriatçı Kuşatmada !

Müslüman Kardeşler hakkında :

– Müslüman Kardeşler ve Şeriata Gömülen Mısır…

========================================

Portresi

 

Hüsnü MAHALLİ
hmahalli@hotmail.com
YURT, 18.9.14

 

MÜSLÜMAN KARDEŞLER-1

Müslüman Kardeşler hareketi 1928’de Hasan El-Benne tarafından Mısır’da kuruldu
Bu hareketin kuruluşu ile ilgili olarak çok şey söylendi.
Örneğin İngilizlerin dolaylı desteği.
Örneğin Suudi Arabistan sponsorluğu.

1950’li yıllarda Arap milliyetçiliği ile sola karşı komplolara başlayan örgüt yasaklandı, liderleri idam edildi ve kaçanlar hep Suudi Arabistan ya da İngiltere’ye sığındı.

Müslüman Kardeşler’in Arapçası El-İhvan El-Müslimin.

İhvan kelimesini ilk kez Suudiler kullandı. 1747’den başlayarak Osmanlı’ya ve Osmanlı ile işbirliği yapan aşiretlere karşı ayaklanan Suud Ailesi ve Vahabi mezhebinin kurucusu Muhammed Abdülvahab, bu ayaklanmada örgütledikleri serserilere İhvan adını verdiler. Çok bağnaz dini öğretiler ile beyinleri yıkanan bu İhvanlar yani Kardeşler inanılmaz katliamlar yapıyordu.
.
Suud Ailesi İngiliz işbirliği ile Hicaz ülkesinde Suudi Arabistan Kırallığını kurunca,
Kral Abdülaziz 1929’da İhvanları ortadan kaldırdı.
Nasıl olsa kardeş ülke Mısır’da yeni İhvanlar ortaya çıkmıştı.
O tarihten sonra Arap ve İslam dünyasında ortaya çıkan tüm İslami hareketler
ideolojik olarak Suudi ve Mısır İhvanlar’ından etkilenmişlerdir.

ABD ve Batı ise 2. Dünya Savaşı sonrasında komünizme karşı savaşta hemen hemen tüm İslami hareketleri kullanmıştır. Çünkü din kökenli bu hareketlere göre
‘Komünistler dinsiz ve Allahsızdır’.
CIA onlara öyle öğretmişti.

Bir Amerikan araştırma kuruluşunun hesaplarına göre Suudi Arabistan,
çağdışı Vahabi mezhebini yaymak, dünyadaki Müslümanları daha da bağnazlaştırmak ve onları Amerikan hizmetine sunmak için 1931-91 arasında 87 milyar $ harcamış.
En büyük payı hep Kardeşler almıştı.
Suudi Arabistan ve büyük patron onları çok seviyordu.
Ülkelerinden kovulanların tümü ya Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine ya da ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve öbür Avrupa ülkelerinde konuk ediliyorlardı.

AKP’nin Kasım 2002’de iktidara gelişi ile birçok şey değişmeye başladı.
İhvanları sevme konusunda AKP yönetiminde Türkiye, ezeli düşman Suudiler ile yarışmaya başlamıştı.
Vahabi mezhepli olmasına karşın Suud Ailesi’nden hoşlanmayan Katar Emiri Hamed ise bunu fırsat bilerek Ankara’nın çizgisine yaklaştı.
Adam inanılmaz zengin.
AKP ise iktidara gelir gelmez Rahmetli Erbakan Hoca’nın yolunda yürüyerek dünyadaki tüm İslamcı parti, grup, örgüt ve hareketlere el uzattı. Çekingen başlayan bu ilişki zamanla çok gelişti ve İstanbul bu kesimler için etkin bir merkez oldu.

AKP Hükümeti İhvan olan herkes ile ilişki kurmuş, farklı içerik ve düzeylerde
birlikte hareket etmeye başlamıştı.

‘Arap Baharı’ öncesinde bile ülkelerinden kaçan ya da Batı ülkelerinde barınan İhvanların büyük bölümü İstanbul’u yeni mesken edinmişti.
AKP Hükümeti hepsi ile çok sıkı ve kapsamlı mali ve ekonomik ilişki kurmuştu.
Yasin El- Kadı yalnızca bir örnek .

Kardeşlerin yönetiminde Yeşil Sermaye kurumları içte ve dışta hızlı bir şekilde zenginleşiyordu.
Esad ise Türk ve Arap medyasına verdiği demeçlerde

“Erdoğan bana gelip ‘reform yap’ dediğinde aslında bir tek şey istiyorudu :
Müslüman Kardeşleri serbest bırak ve hükümeti onlarla paylaş..” diyordu.
Yani Erdoğan bu söylem ve tutumu ile dünyadaki tüm Kardeşlere

‘ Bundan böyle koruyucunuz Suudiler değil benim’ demek istiyordu.
Hamas’a da bunun için sahip çıkıyordu.
Çünkü Hamas İhvan idi.
Yani AKP’liler gibi.
.
Çoğunluk onlar ile anlaşamıyordu .
Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Libya, Tunus ve diğerleri…
Onları İhvan olmayan İhvan tanımı ile ‘Kafir Alevi Esad ve onun müttefiki Şii Iran ve Hizbullah’ sahipleniyordu.

ABD bile Esad’a gidip ‘Bu terörist Hamas İhvanlarından vazgeç sana istediğini verelim’ demişti.
Esad İhvan değildi ama ‘ Kardeş kardeşten vazgeçmez’ diyerek Amerikalılar’ı kovmuştu.
Sonrasında ‘Arap Baharı’ oyunu başladı.
Neler mi oldu onu da yarına bırakalım.

  • Çünkü Erdoğan yeniden Halife olabileceğini hayal etmişti.

=======================================================

MÜSLÜMAN KARDEŞLER-2

Portresi

Hüsnü MAHALLİ
hmahalli@hotmail.com
YURT, 19.9.14

 

Arap Baharı tezgahı ile İhvanlar Tunus, Fas, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidara geldi
ya da güçlendi. AKP yönetiminde Türkiye, tüm bu süreçte İhvanlara her alanda sınırsız destek verdi. İstanbul İhvanların yeni uğrak yeri ya da başkenti olmuştu. AKP her gün bu ülkelerden yüzlerce İhvanı konuk ediyor, yardım ediyor ve eğitiyordu. TRT’de onlar için Arapça özel bir kanal bile kuruldu. Her hafta İstanbul’da İhvanların katılımı ile bölgesel ve uluslararası konferanslar, sempozyumlar, seminerler düzenleniyordu.

Erdoğan ‘Yakında Sultan olurum’ rüyasını görmeye başlamıştı

Davutoğlu ‘stratejik derinlikten’ giderek tüm bölgenin Kardeş olacağını söyleyip duruyordu.
Katar Emiri’nin televizyonu Elcezire, Erdoğan ve Davutoğlu’na durmadan gaz veriyordu.
Ama olmadı.
Belki de kendi Mason Biraderlerin nazarı değmişti.
Erdoğan ve Suriye’nin Dostları Grubu’ndaki 100 ülkenin sınırsız desteğini alan
Suriyeli Kardeşler Esad’ı deviremedi. Suriyeli Kardeşlere başta Arap ülkeleri olmak üzere 70-80 ülkeden başka hakiki Kardeşler geldi ama yine olmadı.
Esad hep direndi ve ayakta kaldı.
Esad direnince Mısır’daki Kardeşler iktidarı  devrildi.
Hasan Elbenne’nin ülkesi Mısır gidince, Erdoğan’ın rüyası kâbusa dönüştü.
Üstelik Kardeşlerin işi Tunus, Libya, Fas, Yemen, Irak  ve Filistin’de çok kötü gidiyordu.
Suriye’de durum daha da kötüleşiyordu.
Tüm desteğe rağmen Kardeşler işe yaramamış ve ortaya yeni türden Kardeşler çıkmıştı.
Nusra, İslami Cephe, Mücahitler Ordusu ve daha niceleri .
Ama en orjinal Kardeşler IŞİD‘in saflarında iman ediyordu.

  • Çünkü kestikleri kafalar ile zevkle top oynuyorlardı!

Orijinal Vahabi Kardeşliği‘nden çok şey öğrenmişlerdi.
Yoksa Nusra, ÖSO ve öbür kardeş örgütler içindeki Kardeşlerinin kafalarını
keserler miydi?
Kardeş Erdoğan çok üzülmüş ve çaresizdi.
.
IŞİD’çi İhvanlar 49 Türk vatandaşını rehin almıştı

Ama olsun Erdoğan-Davutoğlu yönetiminde Türkiye Kardeşler’den vazgeçecek gibi görünmüyor.
İhvan hareketinin çökmesine rağmen.
İhvan kelimesinin patentine sahip Suudiler ve Mısırlılar artık Kardeşlere terörist diyor.
Nusra ve IŞİD’ten farkları yok.
AKP yönetiminde Türkiye ise ülkelerinde terörist muamelesi gördüğü için kaçan
tüm Kardeşlere kapılarını açmış durumda.
Mısır, Libya, Suriye, Tunus, Irak ve daha birçok ülkenin Kardeşleri İstanbul’da barındırılıyor.
İstanbul’da her hafta Kardeşler ile ilgili bir etkinlik yaşanıyor.
Arap medyasında bunlar ile ilgili olarak bolca haber yayınlanıyor.
En son bu ay başında Dünya Müslüman Alimler Birliği Kongresi vardı.
Kardeşlerin ruhani lideri, ideologu ve her seçimde Erdoğan için dua ve Gülen için beddua eden Yusuf Kardavi yeniden birliğin başkanı seçildi.
Adam Suriye’de Alevi ve Şiilerin öldürülmesi fetvasını vermişti.
Kardeşler de O’nu dinlemişti. ÖSO, Nusra, IŞİD ve öbürleri .
Hepsinin Türkiye’de Kardeşleri var.
Hepsinin Washington’da Çeyrek Müslüman Obama gibi Big Brother‘ları var.
‘Ben bilmem eşim bilir’ misali.
Hangi Kardeşler nereden kovulacak ya da hangileri nereye gidecek,
hepsine Büyük Birader karar verir.
Bazen söz bazen de telapati.
O da olmazsa beyzbol sopası.
Kardeş Kardeşi isterse sever isterse döver.
Şekil ve şemal hiç önemli değil :
Ilımlı, mülayim, yumuşak,  mazbut, light, sakin, hırçın, sert, kavgacı, radikal
ya da kapkara…
Hepsi frençayzing usulü ile çalışır.
Önemli olan ‘helal mal’ satmaktır.
Yani hakiki İhvan olmaktır.
Hepsine İstanbul’da yer var.
TOKİ boşuna bu kadar inşaat yapmıyor.
Umarım depreme dayanıklıdır.
Bir de tsunami ile uğraşmayalım.