Etiket arşivi: anayasal demokrasi

Anayasal demokrasi için 10 öneri

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset  03.08.2023 06:00, BİRGÜN,

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Tek adam yönetimi olarak Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY), Altılı Masa ile aşılacaktı. Olmadı. Seçimlerin ardından ‘liyakatli atamalar’! gölgesinde ölçüsüz sürekli zamlar, ülkesel yağma, topluma ve özgürlüklere müdahaleler yaygınlaştı.

Seçimlere ilişkin 9 yazı ardından şimdi öneri zamanı. Tehlikeli gidiş, ancak anayasal demokrasi hedefi ile frenlenebilir. Bu yönde iradenin ortaya çıkması için gerekli koşullar var:

1) Neden sürdürülemez? Demokratik rejimin ortak paydalarını kaldıran 2017 kurgusu, yüzyılların deneyimi ile oluşan anayasa ve siyaset bilimi gereklerini yadsıdı. Demokrasiyi, eşit olmayan bir yarışma yoluyla sandığa indirgeme sonucu giderek derinleşen bunalımlar sarmalını aşma umudunun yokluğu, beş yıllık uygulama ve seçimler sonrası tercihler ile teyit edildi.

2) Nasıl ve hangi amaçla? Anayasa değişikliği ile yıkılan rejimin inşası da  Anayasa yoluyla gerçekleşecek. ‘Kurum, kurul ve kurallar’ ekseninde hukuka dönülmediği sürece toplumsal barış ve düzen sağlanamaz. Bunun için somut bir anayasal demokrasi hedefi belirlenmeli.

3) İtici güç ne? 27. Dönem anayasa çalışmaları ve seçim yenilgisi, demokrasi yol haritası için çifte itici güç. CB kaybedilmiş olsa da, seçimlerden CHP sayesinde kazançlı çıkan partiler (Demokrat, Deva, Gelecek, Saadet) tutarlılık sınavında.

4) Tutarlılık neden gerekli? Altılı Masa, kurul halinde yönetim olarak hükümete dönüşü öngörüyordu. Ne var ki, Anayasa ve geçiş dönemi raporlarının savsaklandığı seçim kampanyası, bireysel beklentileri öne çıkardı. Bu nedenle, 27. Dönem deneyiminden de yararlanılarak 28. Yasama döneminde ortak söylem, işlem, eylem, amaca yönelik araçlar olarak tutarlı ve sürekli iradeye dönüştürülmeli. Ama bunun için gerçekçi bir özeleştiri gerekli.

5) Yurtseverlik gereği ne? CB’yi halkın seçmesinin ülkeye maliyeti ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirici etkisi, yasama ve CB seçiminin aynı günde yapılmasının TBMM’yi ikinci plana geçirici vb. olumsuz etkileri tartışılamadı. İkinci turun, CB statüsü ile bağdaşmayan pazarlıklara yol açması, toplumsal barışı da zedeledi. Şu halde,

  • otoriter ve totaliter rejim sarkacından çıkmak için
    bilinçli ve uyanık yurtseverlik gereği açık.

6) Paydaşlar kim? Ortak anayasal ve siyasal çalışmalar, birikim olarak kayda değer olsa da siyasal irade yeterli değil; ‘anayasa hedefi’ toplumca sahiplenilmeli: sivil toplum örgütleri, uzmanlar ve medya, meslek örgütleri ve demokratik kitle kuruluşları. Yelpazeyi genişletme, temsilcilerin Anayasa andına sadakatini kaldırmaz; kaldı ki, kamu yararına yönelik yasama çalışması, Akbelen’de Anayasa suçuna karşı canı pahasına yurttaş direnmesinden daha kolay.

7) Zaman boyutu neden önemli? Gençleri, gelecek kuşakların normu olan Anayasa sürecine katmada, 23 Nisan ve 19 Mayıs, ulusal itici güçlerdir. Kadınlar, gençler, çocuklar, köylüler, emekçiler kısacası bütün yurttaşlar, özgür bir gelecek ve barış halinde yaşamak için, ‘anayasa yoluyla demokratik hukuk devleti’ne odaklanmalı.

8) Birikim farkındalığı ne demek? Parlamenter rejim (1909-2018), kesintiler ayrık tutulursa en az yüz yıllık. En çok on yıllık (5+5) PBDBY ayracı, yüzyıllık birikimi silemez; yeter ki anayasal ve siyasal kazanımların ayırdında olalım.

9) Anayasa ne denli önemli?

  • Anayasa’nın ‘ekmek, su ve hava’ kadar önemli olduğunu
    Akbelen günceli, bir kez daha gözler önüne serdi.
  • Ekokırım suçu işleyen ve ekosistemi yokeden Limak ve türevi holdinglerin sırtları Saray’a dayalı seri Anayasa cinayetleri, sınıf-ötesi bir tür ülkesel yağmaya dönüştü.

10) Fikri tartışma ne yönde olmalı? Demokrasi yolu, yoğun bir fikri çaba öncülüğünde açılabilir ancak. Anayasa ve insan hakları ideolojisi tartışmasıyla tutarlı bir yol haritası, genelleşen baskının yoğunlaşmasını da dengeleyici işlev görebilir.

Sonuç olarak; demokrasi ereği olmadan ‘değişim, dönüşüm ve devrim’ sözleri,
kolektif suç aygıtına dönüşen PBDY yörüngesine girmeye rıza anlamına gelir;
bu ise, Türkiye’yi geri dönüşü olanaksız çıkmaz yola sürükler.

Dostlar,

Sn. Prof. Kaboğlu, 27. Yasama döneminde CHP İstanbul Milletvekili olarak son derece değerli katkılar verdi. Özellikle hukuksal konularda ve AYM’ye yapılan iptal başvurularında. Komisyonlarda da bir hukuk insanı olarak hep Anayasanın, hukukun üstünlüğünü savundu ve “torba yasa ucubesi“ne karşı çıktı.

Başlıca erekleri demokratik hukuk devletinin korunması ve kamu yararına yasama olarak özetlenebilir. 28. Yasama döneminde de aday gösterilmesi CHP açısından çok yerinde olurdu… “Teknisyen” yanı beğenildi ama “siyasetçi” boyutu onay al(a)madı..

Kaboğlu hoca, parlamenter yoğunluğuna karşın her hafta, TBMM’de tanıklık ettiği süreçleri BİRGÜN‘de makaleleri ile kamuoyu ile buluşturdu. Bu makalelerin çoğu, kanımızca Anayasa Hukuku ve Siyaset Bilimi derslerinde kaynak olarak kullanılmalı, çok somut ve öğreticiler.

14/28 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde çok yerinde uyarılarına ek, ardından da 10 hafta boyunca süreci irdeleyen “kritik” makaleler yazdı, yayınladı. Arada POLİTİKYOL’da da yazdı. Eminiz, TELE1 Gn. Yay. Yön. Merdan Yanardağ’a da ciddi hukuksal destek verdi, vermekte.. son kumpas ile hapsedilmesinde. (AYM’ye bireysel başvuru yapıldı dün.)

Seçim sonu 10 ardışık makalenin tümünü, öncekiler gibi biz de web sitemizde ve medya hesaplarımızda paylaştık. Daha çok okunmasına katkı koymak istedik.
Kimi yazışmalarımız da oldu yazıların içeriği hakkında kendisiyle. Önerilerimizi hep ama hep örnek bir olgunlukla değerlendirdi, öğretmeyi sürdürdü.

Geçen hafta “.. Hocam lütfen biraz daha somut…” ricamız oldu. Yanıt ortada. Bu makale ile ülkemizin çağcıl bir hukuk devleti anayasasına sahip olması ve bu kaldıraçla da Anayasa yoluyla hukuk devleti ereğine ulaşma çabasına somut 10 öneriyle ışık tutmakta.

Üstelik böylesi bir sürecin yaygın toplumsal katılımla (AKP’nin tam da tersini yaptığı) başlatılmasının, iktidarın süregelen ve giderek koyulaşan hukuk dışı dinci-faşist baskısını frenleyebileceği öngörüsü de var.

  • En az yüz yıllık demokratikleşme deneyimi – birikimi –  azmimizin son 5-10 yıllık anakronik – çağdışı – temelsiz/köksüz dayatmalarla sönümlendirilemeyeceği son derece açık bir gerçeklik, bir olgu kanımızca.

Öneri 9’da yer alan içerik ne çok değerli :

  • Anayasa’nın ‘ekmek, su ve hava’ kadar önemli olduğunu
    Akbelen günceli, bir kez daha gözler önüne serdi.
  • Ekokırım suçu işleyen ve ekosistemi yok eden Limak ve türevi holdinglerin sırtlarını
    Saray’a dayalı seri Anayasa cinayetleri, sınıf-ötesi bir tür ülkesel yağmaya dönüştü.

“..kolektif suç aygıtına dönüşen PBDY (Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme) yörüngesi saptaması tarihsel değerde ve o ölçüde de yürekli.

Bu saptamayı alkışlıyoruz, önemle kaydediyoruz ve tarihe not düşme olarak görüyoruz.
Yakın geleceğin davalarında sanıklar için hazırlanacak iddianamelerde temel eksen olacaktır.

Kaboğlu dostumuz, son 5 yılın Parlamenter deneyimini mutlaka kitaplaştırmalıdır.
Görev verirse, geniş kapsamlı “düzeltmenlik” (musahhihlik) ödevimizi seve seve yaparız (!!)..

Sevgi ve saygı ile. 03 Ağustos 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

TBMM VE CB Seçimleri, “Beş yılda bir aynı günde yapılır”

İbrahim Kaboğlu

CHP İstanbul Milletvekili ve Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, seçimlerin ertelenmesinin hukuksal olarak neden mümkün olmadığını yazdı ve ekledi:

  • “Anayasaya inananlar, ilahi kitaplara da saygı gösterdikleri halde; ilahi kitaplara inanır görünenler, dinsel vecibeleri ihlalde sakınca görmedikleri gibi, Anayasayı da ciddiye almazlar. Bu nedenle, hukuka inanmayanların, ilahi inançta içten olduklarını öne sürmek zordur.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır
(Any., md.77/1; Değişik:16/4/2017-6771/4 md.)

“Beş yılda bir aynı günde” kaydının üç istisnası var. Beş yılın dolmasından önce iki ayrık durum, yine 2017 değişikliği ile; beş yıllık süre sonrasına ise, 1982’de öngörüldü:

-TBMM, “üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir” (md.116/1).

-“Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi” hali de öngörüldü (md.116/2).

  • -“Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir” (md.78/1).

Bu hükümlerin muhatabı olan vekiller, “…Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim” (md.81) sözleriyle görevlerine başladı. Cumhurbaşkanı ise, “…Anayasaya … bağlı kalacağıma… Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim” (md.103) sözleriyle  başladı göreve.

ERTELEME KOŞULLARI

İlk iki olasılık, özellikle  ulusal travma yaşatan Kahramanmaraş merkezli deprem nedeniyle gündemden düşmüş olmalı.  Gündeme getirilen, “Beş yılda bir aynı gün” kaydına 3. ayrık durum olarak “geri bırakma” seçeneği için üç koşulun gerçekleşmesi gerekir:

-TBMM’nin, milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilan” etmesi (md.92/1),

-“Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görül”memesi,

-TBMM’nin takdir yetkisini, “seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar ver”me yönünde kullanması.

AND ÜZERİNE

TBMM üyeleri ve CB için aynı  görev  tanım ve yükümlülüğü olan and, görevin gereklerini yerine getirmek bakımından bir haysiyet yemini olarak üçlü bağlayıcılık gücünü kapsar:

Norm: En başta ‘yasama ve yürütme’ için bağlayıcı temel hukuk kuralları olarak Anayasa hükümlerinin bu özelliği, and içerek doğrulanır.

Ahlak: Saygı yükümlülüğü anayasal düzlemde and yoluyla temsilcisi olduğu ulusa karşı açıklanarak, ahlaki bir ödev üstlenilir.

Etik: Kendine saygı ilkesi içselleştirilir.

Bu nedenle, ‘öne mi alınacak yoksa geriye mi bırakılacak?’ şeklinde seçim tarihi üzerindeki tartışmalar, anayasal demokrasi savunucularını, ‘öncesi, esnası ve sonrası’ aşamalarını kapsayacak biçimde siyasal münavebe gerekleri üzerinde düşünmek ve çalışmaktan alıkoymamalı.

SİYASAL MÜNAVEBE

Tartışmalar, öne alma veya geriye bırakma, genellikle seçim tarihi üzerine odaklanmış bulunuyor: Seçim ne zaman yapılacak; 18 Haziran öncesi mi, yoksa sonrası mı?

Ne var ki, siyasal münavebe (siyasal iktidarın eldeğiştirmesi) yolu (öncesi), seçim günü kadar önemli. Hatta, tıpkı deprem gibi afetler için yapılan öncesi/esnası/sonrası ayrımı, siyasal münavebe süreci için de yapılabilir; yapılmalı da. Neden? Çünkü, seçim günü ortaya çıkacak tercihte, öncesi süreç, etkili hatta belirleyici olabilir.

Örneğin, seçim ve sansür yasaları, seçime giden yolda serbest yarışma ortamını zedeleme amacına yönelikti. Öyle ki, -tıpkı deprem sırasında olduğu gibi- seçim öncesinde, “Cumhur İttifakı kaybedecek, Saray iktidarının sonu olacak”  vb. beyanların bile engellenmesi amacını gizlemiyor.

Seçim günü ise; Saray’ın, mülki idare amirlerini, kolluk güçlerini ve (askeriye dahil) jandarmayı, caydırıcı güç olarak kullanma riski yüksek. Bir tür ‘devlet seferberliği’ yoluyla, deprem kurtarma çalışmalarında yapıldığı üzere, seçmenler ve sandık ilişkilerinde engelleyici uygulamalara, sosyal medya mesajları üzerine tutuklamalar dalgası eklenebilir.

Sonrasına, iktidarın el değiştirmesine ilişkin olarak, “onlara mı devredeceğiz?” vb. algı operasyonlarına başvurulabilir.

Bu nedenle, ‘öne mi alınacak yoksa geriye mi bırakılacak?’ şeklinde seçim tarihi üzerindeki tartışmalar, anayasal demokrasi savunucularını, ‘öncesi, esnası ve sonrası’ aşamalarını kapsayacak biçimde siyasal münavebe gerekleri üzerinde düşünmek ve çalışmaktan alıkoymamalı.

SAVAŞ” DEĞİL, “İNSANCIL HUKUK

Siyasal münavebe sürecini, seçim öncesi/esnası ve sonrası aşamaları ile bütüncül bakış açısı ile ele alma gereği, Türkiye toplumu ve ülkesi için yaşamsal iken, ‘savaş’ kavramına yönelik bir tartışma, hem bir çelişki hem de tehlikelidir.

Depremin enkazları altında kalan canları kurtarmak için, başta komşularımız, dünyanın dört bir yanından yardım elinin uzatıldığı bir sırada, uluslararası insancıl hukukun öneminden söz etmek yerine, savaş olasılığı bir yana, sözcüğünü bile kullanmak, hem ölülerimize hem de uluslararası ölçekte acılarımızın paylaşılmasına yönelik girişimlere saygısızlıktır.

Şu halde zaman, ‘savaş değil, insancıl hukuk’ diyerek, ulusal ölçekte yurttaşlık bilinci temelinde özerk toplumu, dünyada ise, uluslararası dayanışmayı pekiştirme zamanı.

Yitirdiğimiz yurttaşların tam sayısını ve hangi koşullarda can verdiklerini bilmediğimiz ve hiçbir zaman bilemeyeceğiz bu ulusal acının karşısında bildiğimiz, Anayasaya saygı eksikliği veya saygısızlığın, deprem felaketinin sonuçlarını ağırlaştırmış olmasıdır. Bu nedenle, seçim ertelenemez” sözü, anayasal demokrasi inancı ile birlikte, güvenli bir konut ve çevrede yaşama hakkı” vaadidir.

ANAYASAYA SAYGI NEDEN ÖNEMLİ?

Bu sorunun yanıtını, deprem felaketi ve seçim süreci, bütün açıklığı ile ortaya koydu.

Devletin, “sağlıklı ve düzenli kentleşme” ve “şehirlerin özelliklerini ve çevre koşullarını gözeten planlama” konusundaki yükümlülükleri ötesinde, “güvenli bir çevrede yaşama hakkı”na denk düşen üçlü yükümlülüğü de kayda değer: Önlemek, korumak ve geliştirmek (md.56).

Yitirdiğimiz yurttaşların tam sayısını ve hangi koşullarda can verdiklerini bilmediğimiz ve hiçbir zaman bilemeyeceğimiz bu ulusal acının karşısında bildiğimiz, Anayasa’ya saygı eksikliği veya saygısızlığın, deprem felaketinin sonuçlarını ağırlaştırmış olmasıdır.

Bu nedenle, “seçim ertelenemez” sözü, anayasal demokrasi inancı ile birlikte, “güvenli bir konut ve çevrede yaşama hakkı” vaadidir.

Bu bakımdan, sandığa atılacak oy, şu ikilem arasındaki tercihi de  ortaya koyacak:

-toplumsal ve ülkesel değerlerin belirleyici ölçütü: PARA

ve

– tarihsel, kültürel ve doğal değerleriyle “güvenli bir çevrede yaşama hakkı”: ekosistem bütünü ve kentsel kamu düzeni ortamında İNSAN.

İşte bu nedenle,  madde 56 kadar madde 78’in de içinde yer aldığı en üst düzeyde normlar bütünü, devleti de tanımlayan Anayasa ciddiye alınmalı.

Son olarak; depremin 2. haftasına damgasını vuran seçimleri erteleme tartışması (daha doğrusu ‘gevezeliği’) üzerine, anayasa ve ilahi kitap farkına da değinme gereği doğdu.

ANAYASA DÜNYEVİDİR

Dünyevi özelliğiyle anayasa, ilahi metinlerin de güvencesidir.

İlahi metinlerden farklı olarak, yaptırımı da dünyevi ve maddidir.

Bir başka ve ana fark şudur:

  • Anayasa gereklerini herkesin yerine getirme yükümlülüğüne karşılık,
    ilahi kitap vecibelerini yalnızca inananlar yerine getirmek zorunda.

Ne var ki, Anayasa’ya inananlar, ilahi kitaplara da saygı gösterdikleri halde; ilahi kitaplara inanır görünenler, dinsel vecibeleri ihlalde sakınca görmedikleri gibi, Anayasa’yı da ciddiye almazlar.

Bu nedenle, hukuka inanmayanların, ilahi inançta içten olduklarını öne sürmek zordur.

Demokrasi de, ancak anayasaya saygı ile işletilebileceğine göre, “seçim ertelenemez” demek, verili anayasal düzende demokrasiye inancın bir gereğidir.

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI ARSLAN’ın KONUŞMASI ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

anayasa_mahkemesiANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI ARSLAN’ın KONUŞMASI ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Mahkememiz Başkanı Sayın Zühtü ARSLAN’ın Mahkememiz Üyeleri Sayın Recai AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in Ant İçme Törenlerini Açış Konuşması

Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Konuklar,
Anayasa Mahkemesine yeni seçilen üyelerimizin yemin törenine hoş geldiniz diyor, sizleri en içten duygularımla, saygıyla selamlıyorum. Birazdan yemin ederek görevlerine başlayacak olan üyelerimizi tebrik ediyor, kendilerine başarılar diliyorum. Uzun yıllardır kamu yönetimi alanında çalışmaları olan, kaymakamlık ve valilik görevlerinden sonra Sayıştay Başkanlığı yapan Doç. Dr. Recai Akyel’in bu engin birikimini anayasa yargısı alanına taşıyacağına ve Mahkememize önemli katkılar yapacağına inanıyorum.

Aynı şekilde, anayasa hukuku alanındaki çalışmalarıyla tanınan, özellikle de Türk Anayasa Mahkemesinin temel haklar yaklaşımı üzerine eserler kaleme alan Prof. Dr. Yusuf Şevki Hakyemez’in, Mahkememizin hak eksenli içtihatlarının geliştirilmesine ciddi katkılar yapacağına olan inancımı ifade etmek istiyorum. Yeni üyelerimizi tekrar tebrik ediyor, üyeliklerinin şahısları, aileleri, Mahkememiz ve ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Ayrıca Asya Anayasa Mahkemeleri ve Muadili Kurumlar Birliği çerçevesinde Mahkememizin dördüncü kez düzenlediği “Yaz Okulu” programı için 13 ülkeden gelen ve aramızda bulunan misafirlerimize de hoş geldiniz diyorum.

Malumları olduğu üzere, ülkelerin ve milletlerin tarihinde kader anları, kırılma noktaları vardır. 15 Temmuz 2016 bu ülke için böyle bir gündür. 15 Temmuz’da, sadece Türk siyasi tarihinin değil, modern demokrasi tarihinin en önemli olaylarından birine tanıklık ettik. O gece zıt duyguları yaşadık. Türk Silahlı Kuvvetleri içinde örgütlenmiş bir cunta bize önce zilleti yaşattı. Onca çabayı, demokratik birikimi yok etmeye çalışarak, tarihimizin karanlık sayfaları olarak andığımız dönemlere dönme ihtimalinin utancını yaşattılar. Ancak aynı gece aziz milletimiz kahramanca bir direniş göstererek bu zilleti kaldırdı ve bize izzeti yaşattı. Karanlık başlayan o gece, demokratik bir direnişe şahit oldu ve gelecek nesillere gururla aktaracağımız bir demokrasi destanı yazıldı. O gece merhum Aliya İzzetbegoviç’in “Tarih, daima aynı hikayeyi tekrarlar: Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler.” sözü bir kez daha doğrulandı.

Bu vesileyle bu izzeti ve onuru bize yaşatan başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere tüm devlet adamlarına, iktidar ve muhalefet partilerinin liderlerine, vatanperver Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet mensuplarına, demokratik ve kararlı bir tavır sergileyen medyaya ve her şeyin ötesinde ellerinde bayraklarından başka bir şey olmadan canları pahasına tankların karşısına dikilen cesur ve yürekli milletimize Mahkememiz ve şahsım adına şükranlarımı sunmayı bir borç biliyorum.

Bilindiği üzere, Anayasa Mahkemesinin varlık nedeni Anayasa’yı ve onun güvenceye aldığı temel hak ve özgürlükleri korumaktır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi üyeleri, görevlerine başlarken “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve temel hak ve özgürlükleri” koruyacaklarına namusları ve şerefleri üzerine yemin ederler. Elbette Mahkeme, Anayasa’yı ve hakları koruma görevini yine Anayasa’nın kendisine tanıdığı yetkiler çerçevesinde yerine getirir.

15 Temmuz darbe teşebbüsünün amacı, esas itibariyle demokratik anayasal düzeni ve onun koruduğu temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaktı. Bu teşebbüs sonuç almış olsaydı daha önce olduğu gibi Anayasa Mahkemesinin Anayasa’yı ve temel hakları koruma görevi anlamsız hale gelecekti. Tam da bu nedenle, o meşum gecede karanlığın en koyu noktasında anayasa yargısı tarihinde ilk kez Anayasa Mahkemesi bir açıklama yaptı. Açıklama şöyleydi:

  • “Anayasal düzene karşı her türlü demokrasi dışı girişimi reddediyor ve demokratik hukuk devletinin yanında olduğumuzun aziz milletimizce bilinmesini istiyoruz.”Bu açıklamayı Anayasa ve temel hakları koruma görevimizin bir gereği olarak gördük. Bu vesileyle Anayasa Mahkemesi üyelerinin, yaptıkları yemine sadık kalarak her türlü antidemokratik ve anayasa dışı saldırı karşısında Anayasa ile temel hak ve özgürlükleri koruma görevini hakkıyla yerine getireceklerine olan inancımı bir kez daha ifade etmek isterim.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Bu darbe teşebbüsünün arkasındaki anlayışı, zihniyeti ve yapısal sorunları iyi okumak zorundayız. Tüm darbelerde ve darbe girişimlerinde olduğu gibi, 15 Temmuz’un arkasında da “vesayetçi” anlayış yatmaktadır. Bu anlayış, hakikatin sihirli küresini elinde tuttuğunu düşünen bir zümrenin toplumu, devleti şekillendirme ve yola getirme, tabir yerindeyse “adam etme” hezeyanını ifade etmektedir. Farklı zamanlarda farklı ideolojik payandalara yaslanan sivil-askeri bürokratik vesayetçilik, kurumsal düzeyde demokratik siyasi aklın yetersiz olduğu varsayımına dayanır. Bireysel düzeyde ise kişinin kendi hâline bırakılmaması, yönlendirilmesi gerektiği, aksi hâlde doğru karar veremeyeceği düşüncesinden beslenir. Her iki durumda da kurumsal ve bireysel akla ipotek koyma söz konusudur. Tam da bu nedenle ünlü filozof Kant, vesayetçiliği “tasavvur edilebilen en büyük despotizm” olarak nitelendirir.

15 Temmuz’un arkasındaki vesayetçiliği daha da koyu ve tehlikeli kılan, vasilerin sivil ve siyasal toplumun tüm katmanlarını ele geçirmeye çalışan ve bu amaçla faaliyet gösteren bir yapılanma içinde olmalarıdır. Bu da karşı karşıya kalınan tehlikeyi öncekilerle karşılaştırılmayacak kadar ağırlaştırmaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi 4 Ağustos 2016 tarihinde oybirliğiyle verdiği kararda bu hususa dikkat çekmiş ve aynen şöyle demiştir:

  • “FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarının neredeyse tamamında örgütlenmesi ve somut darbe teşebbüsünün bu yapılanmadan kaynaklanmış olması, potansiyel (olası) tehdidi var olan (mevcut) tehlikeye dönüştürmüş, demokratik anayasal düzeni sürdürmek bakımından olağanüstü tedbirler alınmasını zorunlu kılmıştır.”

Esasen vesayetçiliğin bu topraklardaki varlığı yeni değildir. 1913 Babıali Baskını’ndan bu yana milli iradeyi ortadan kaldırmaya yönelen vesayetçiliğin klasik, modern ve postmodern türlerine tanık olduk. Bu tanıklığın ulaştığı sonuç şudur: Darbelerin ve darbe girişimlerinin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Hiç kimse veya hiçbir kurum şu ya da bu metinden, seküler ya da dini kökenli herhangi bir ideolojiden darbelere gerekçe çıkaramaz. Türkiye’de demokratik anayasal rejimin asıl koruyucusu milletin kendisidir. Darbeler siyasi irademize ve aklımıza giydirilen deli gömleğidir. Darbecilik, milli iradeyi gasp etmeye çalışan, vesayetçi elitizmin pençesinde demokrasiyi içten içe kemiren iflah olmaz bir hastalık, tam bir siyasi sapkınlıktır. Bu hastalığa duçar olanlara bir kez daha hatırlatmak gerekir ki, demokrasilerde iktidara gelmenin yegâne yolu sandıktır. Anayasa’yı değiştirmenin ya da yeni anayasa yapmanın yolu da milletin teveccühünü ve tercihini kazanmaktan, dolayısıyla parlamentodan geçmektedir. Bunun dışındaki her yol, hiçbir meşruiyeti olmayan çıkmaz yoldur.

15 Temmuz aynı zamanda bu hastalıklı, seçkinci ve antidemokratik zihniyetle hesaplaşmanın da miladıdır. Bu millet, canı ve kanı pahasına darbelere geçit vermeyeceğini, egemenliğin kendisine ait olduğunu göstermiştir. İnanıyorum ki 15 Temmuz, Türkiye’nin darbeler ve darbe teşebbüsleri makus talihinin kırıldığı, anayasal demokrasinin gerektirdiği zihniyet devriminin başladığı gün olacaktır. Demokrasiyi, anayasayı, hukuku ortadan kaldırmaya çalışanlar karşısında tüm bu değerleri, dolayısıyla bireylerin başta yaşam hakları olmak üzere anayasal hak ve hürriyetlerini korumak, devletin temel görevi, dahası varlık nedenidir. Bu bir tercih meselesi değil, anayasal zorunluluktur. Ancak bunun nasıl ve hangi yöntemlerle gerçekleştirileceği siyasi iradenin anayasal çerçevede yapacağı tercihlere bağlıdır. Evet, anayasalar toplum sözleşmesidir, ancak Abraham Lincoln’a atfedilen ifadeyle “intihar sözleşmesi” değildir. Bu nedenle hiçbir anayasa, demokratik anayasal düzeni ortadan kaldırmaya kasteden eylemler karşısında kayıtsız kalamaz. Modern demokratik anayasaların neredeyse tamamında bu tür durumlarda temel hak ve özgürlüklerin daha fazla sınırlanmasına izin veren olağanüstü yönetim usulleri öngörülmüştür. Bunun nedeni olağanüstü rejimlerin temelinde “zaruret” olgusunun bulunmasıdır. Devlet ve milletin varlığına yönelik ağır tehditler hiç kuşkusuz bir zaruret hali oluşturur.

  • Ancak demokratik olağanüstü yönetim usulü anlayışı, anayasaların bütünüyle askıya alınmasını, temel hak ve hürriyetlerin tamamen kullanılamaz hale getirilmesini reddeder.
  • Bu nedenle, olağanüstü hâl hukuksuzluk hâli değildir. Nitekim olağanüstü hâl hukuku Anayasa’da detaylı bir şekilde düzenlenmiş, olağanüstü durumlarda temel hak ve hürriyetlere yönelik müdahalenin şartları ve sınırları açıkça belirlenmiştir.
  • Elbette amaç, demokratik anayasal düzene, dolayısıyla temel hak ve özgürlüklere yönelik tehdidin mümkün olan en kısa sürede bertaraf edilerek olağan duruma dönülmesidir.

Esasen demokratik anayasaların amacı bireyin hak ve özgürlüklerini güvence altına alan anayasal düzeni korumaktır. Bunun da yolu toplumsal düzeni ve güvenliği sağlamaktan geçmektedir. Çünkü güvenliğin olmadığı yerde özgürlüklerden bahsetmek zordur. Güvenlik, bu anlamda hem bireysel bir hak, hem de diğer hak ve özgürlüklerin korunmasının ön şartıdır. Özgürlük ise, yine Aliya İzzetbegoviç’in ifadesiyle, “hayatımıza anlam veren şeydir”. Bu nedenle özgürlük ve güvenlik birbirine karşıt değil, biri diğerini tamamlayan değerlerdir. Güvenlik ve özgürlük onurlu bir bireysel ve toplumsal yaşam için aynı ölçüde vazgeçilmezdir. Tıpkı teneffüs ettiğimiz hava gibi, varlığında değerini bilmeyiz, ama yokluğunda nefes alamayız.

  • Güvenlik ve özgürlük gibi iki hayati değer arasındaki ilişkiyi düzenlerken başvuracağımız
    temel değer hiç kuşkusuz adalettir.
  • Adalet, hukuk düzeninin çimentosu, mülkün yani devletin temelidir. Bu nedenle temel hak
    ve özgürlüklerin daha kırılgan hale geldiği olağanüstü dönemlerde adaletin tesisi çok daha önemlidir.

Sayın Cumhurbaşkanım,

15 Temmuz siyasi tarihimizin belki de en büyük krizlerinden biridir. Devlet ve millet olarak bize düşen, birlik içinde bu krizi aşarak demokratik hukuk devletini adalet, güvenlik ve özgürlük temelinde sağlam ve güçlü bir şekilde yeniden yapılandırarak geleceğe taşımaktır. 15 Temmuz sonrası oluşan birlik, ülkenin tüm farklı unsurlarını çatısı altında toplayarak “biz” düşüncesini yeniden inşa etmiştir. Hiç kuşkusuz bu birlik, her konuda herkesin aynı şekilde düşünmesi ve farklı olanın aynılaştırılması değildir. Tersine esas olan bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi inanmayan ve bizim gibi yaşamayanları da kuşatacak bir birlik ve beraberliktir.

Bu anlayışla 15 Temmuz’da bir kez daha hortlayan darbeci zihniyete milletçe verilecek en güzel cevap, demokratik ve özgürlükçü yeni bir anayasa yapmaktır. Darbelerin ve darbe teşebbüslerinin arkasındaki vesayetçi anlayışı tamamen tasfiye eden, milletin siyasi özne olduğunu ilan eden ve insan haklarına dayanan demokratik hukuk devletini tüm kurum ve kurallarıyla tesis eden yeni bir anayasa, hepimizin özellikle de demokratik siyasetin 15 Temmuz şehitlerine ve gazilerine olan vicdan borcudur. Esasen 15 Temmuz sonrası oluşan toplumsal ve siyasal birlik ruhu, yeni anayasa için gerekli iklimi de sağlamıştır. Demokratik ve özgürlükçü bir yeni anayasa, bir yandan Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkılması, diğer yandan da demokratik kazanımların taçlandırılması bakımından son derece önemlidir.

Ancak belirtmek gerekir ki, anayasa her şey değildir. Dahası insanların yüreğindeki özgürlük ateşi söndüğünde Anayasa’nın da hiçbir anlamı kalmaz. II. Dünya Savaşı sırasında Amerikalı yargıç Learned Hand, Central Park’ta yaptığı ve “Özgürlüğün Ruhu” ismiyle meşhur olan konuşmasında şöyle der:

“Anayasalara, yasalara ve mahkemelere çok fazla umut bağladığımızı düşünüyorum. Bunlar yanlış umutlar, inanın bana yanlış umutlar. Özgürlük insanların yüreğindedir; orada öldüğü zaman hiçbir anayasanın, yasanın ve mahkemenin yapacağı bir şey olamaz.”

15 Temmuz darbe teşebbüsü bu topraklarda insanımızın yüreğinde özgürlüğün ölmediğini, onu yüreklerde yaşatmak için yaşamlarından vazgeçmeye hazır milyonlarca kişinin olduğunu ortaya koymuştur. Bu da göstermektedir ki, özgürlük ve demokrasi birileri tarafından yukarıdan lütfedilmiş veya bağışlanmış değil, toplumsal zeminde kazanılmış, uğruna bedeller ödenmiş ve tamamıyla hak edilmiş değerlerdir. Şimdi bu değerleri koruyarak tüm gerekleriyle hayata geçirmek ve gelecek kuşaklara aktarmak en büyük görevimizdir.

Son olarak, belirtmek gerekir ki, dünya demokrasi tarihine geçecek bir olay olan 15 Temmuz konusunda “hür dünya”, maalesef iyi bir sınav verememiştir. Her fırsatta demokratik değerlerin sahibi ve savunucuları olarak ortaya çıkanlar, Türkiye’de ölümcül silahlarla demokrasinin taammüden katledilme girişimi ve onun karşısında sergilenen demokratik direniş karşısında “kuzuların sessizliği”ni oynamışlardır. Buna karşılık darbe girişiminin ertesi günü dayanışma mesajları yayınlayanlar da olmuştur. Örneğin 35 ülkenin üye olduğu Afrika Anayasa Yargısı Konferansı, 16 Temmuz günü yayınladığı ve bize gönderdiği mesajla darbe girişimini reddettiğini ve Türk Anayasa Mahkemesi ile dayanışma içinde olduğunu ifade etmiştir. Aynı şekilde Asya Anayasa Mahkemeleri ve Muadili Kurumlar Birliği’nin darbeyi reddeden dayanışma açıklaması da bizim için değerlidir. Bu vesileyle anayasa yargısı alanında faaliyet gösteren bu iki uluslararası kuruluşun yöneticilerine, ilgili anayasa mahkemeleri ve yüksek mahkemelerin başkanlarına şükranlarımı sunuyorum.

Konuşmamın sonunda, tüm şehitlerimize ve Anayasa Mahkemesinin vefat eden emekli başkan ve üyelerine Allah’tan rahmet, gazilerimize ve hayatta olan emekli üyelerimize de sağlık ve afiyet diliyorum.

Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli konuklar,
Yemin törenimizi teşriflerinizden dolayı şükranlarımı sunuyor, güzel ve huzurlu günler diliyorum. (http://www.anayasa.gov.tr/icsayfalar/basin/konusmalar/3.html, 05.10 16)

Zühtü ARSLAN
Anayasa Mahkemesi Başkanı

==========================================

Dostlar,

Anayasa Mahkemesi Başkanı Sn. Zühtü Arslan‘ın 2 yeni üyenin yemin törenindeki konuşması yukarıda. Özellikle özenli, yumuşak bir söylem çabası çok dikkati çekiyor. Tayyip Beyin önceki yıl Danıştay’ın 146. Yıldönümü törenleri sırasında (14 Mayıs 2014) Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu‘nun konuşmasına demokratik hoşgörü göstermeyişi, patlaması ve ağır biçimde sataşarak salonu 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile terk etmesi belleklerde iz bırakmış anlaşılan ve “öfke de bir hitabet sanatıdır..” buyuran Erdoğan’ın amacına hizmet etmiştir.Yine de AYM Başkanı Arslan’ın konuşması dengeli ve umut veren içerikler taşımakta :

  • Ancak demokratik olağanüstü yönetim usulü anlayışı, anayasaların bütünüyle askıya alınmasını, temel hak ve hürriyetlerin tamamen kullanılamaz hale getirilmesini reddeder.
  • Bu nedenle, olağanüstü hâl hukuksuzluk hâli değildir. Nitekim olağanüstü hâl hukuku Anayasa’da detaylı bir şekilde düzenlenmiş, olağanüstü durumlarda temel hak ve hürriyetlere yönelik müdahalenin şartları ve sınırları açıkça belirlenmiştir.
  • Elbette amaç, demokratik anayasal düzene, dolayısıyla temel hak ve özgürlüklere yönelik tehdidin mümkün olan en kısa sürede bertaraf edilerek olağan duruma dönülmesidir.
  • Güvenlik ve özgürlük gibi iki hayati değer arasındaki ilişkiyi düzenlerken başvuracağımız
    temel değer hiç kuşkusuzadalettir.
  • Adalet, hukuk düzeninin çimentosu, mülkün yani devletin temelidir. Bu nedenle temel hak
    ve özgürlüklerin daha kırılgan hale geldiği olağanüstü dönemlerde adaletin tesisi çok daha önemlidir.
  • .. esas olan bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi inanmayan ve bizim gibi yaşamayanları da kuşatacak bir birlik ve beraberliktir.

Bitirirken

  • birlik içinde bu krizi aşarak demokratik hukuk devletini adalet, güvenlik ve özgürlük temelinde sağlam ve güçlü bir şekilde yeniden yapılandırarak geleceğe taşımak.. 

    uyarısı da eksik değil ve bizce önemli. Sayın Başkan sağolsun Mustafa Kemal Paşa’yı da anmadan geçmiyor :

  • Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk… 

    Ancak “Yeni Anayasa” (!?) korosuna katılmadan edemiyor.. Sayın AYM Başkanına, Dünya Ticaret Örgütü Başkanı yanıt veriyor..

dtonun_kuresel_anayasa_dayatmasi

Sevgi ve saygı ile.
05 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com