Etiket arşivi: Anadolu ihtilali

Cumhuriyetin serencamı (2002-2021)

Kemal ANADOL
29 Ekim 2021
Kemal ANADOL – Cumhuriyetin serencamı (2002-2021) (egedesonsoz.com)

3 Kasım 2002 gecesiydi. Genel seçimlerde seçmen merkez sağ partilerini cezalandırmış, kıl farkıyla DYP, az bir farkla MHP ve oldukça düşük oyla ANAP baraj altında kalmışlardı. Seçimlerde bize sürpriz yapan Cem Uzan’ın Genç Parti’si ise %7,25’e kadar yükselmişti. Gerçi o da baraj altında kalmıştı ama kendisiyle birlikte DYP ve MHP’yi de suyun dibine çekmişti. Başbakan Ecevit’in partisi DSP ise yüzde ikiyi bile bulamamıştı. Eğer DYP ve MHP Meclise girebilseler ülkenin tarihi değişecek ve koalisyon hükümeti kurulacaktı. Genç Parti İzmir’de CHP’nin arkasında ikinci partiydi. %17 oy almayı becermişti.

Toplumu şoka sokan bu sonuçların etkisi yurda dalga dalga yayılıyordu. Mili Nizam Partisi’nden Refah’a uzanan milli görüş çizgisini unutuveren toplum, yeni bir heyecanla AKP’ye sarılıyor, Türkiye siyasetinde yeni bir sayfa açılacağına inanıyordu. O günlerde İzmir’de en çok izlenen bölge televizyonu Ege TV akşam haber bülteninden sonra yeni seçilen milletvekillerine ekranlarını açıyordu. AKP ve CHP’den seçilen birkaç vekil programdaydık. AKP milletvekili arkadaş heyecanlanarak sonucu yorumladı: “Bu bir devrimdir!” Adeta bir refleksle müdahale ettim: “Doğru devrimdir ama karşı devrimdir!” Bu yargımda hiç yanılmadım. 1973 CHP-MSP koalisyonu sırasında Zonguldak Milletvekili ve MYK üyesiydim. Hareketi yürütenleri ve lider kadrosunu yakından tanıma olanağı bulmuştum.

İki partiden oluşan Meclis, ilginç tartışmalara sahne oluyordu. AKP sözcüleri “biz milli görüş gömleğini çıkardık” diyorlardı. Tutanaklara geçen yanıtımda “Gömlek değiştirmek kolay ama deri değiştirmek imkânsız” demiştim. “Gömleğinizi çıkarınca derilerinizin üstündeki dövmeler görünüyor!” Aslında AKP hiç değişmedi. Sadece Osmanlıca deyimle “takiyye” yapıyordu. AB’ye girdik diye İ. Melih’in arabasına binip saat 15.00’te Kızılay’da tur ve havai fişek atanlar bunlar değil mi? Şimdi nerede hangi kompartımandalar? Sözü uzatmaya gerek yok. AKP’nin önemli ismi Numan Kurulmuş, partisinin 25 Ocak 2021’de yapılan Üsküdar 7. Olağan kongresinde konuyu aydınlığa kavuşturmuş:

“Türkiye’de iki farklı siyaset yolu var. Bu yollardan biri Genç Türkler, İttihat ve Terakki, CHP ile bugünkü CHP’ye gelmiş siyasi çizgi. (…) Bundan 60 sene evvelki tartışma da hatta 150 sene evvelki tartışmalar da aynı. Diğer yol ise milletin inandığı yoldur. Milletin istikametidir.”

Aydınlığa kavuşturmuş ama noksan bırakmış. Diğer yolun temsilcileri kimler? Amerikan mandacılarının, İngiliz muhiplerinin, din adamı kılığı altında provokasyon yapan İngiliz casuslarının, Arap, Arnavut, Kürt, Rum ve Ermeni ayrılıkçılarının yuvalandığı melânet yuvası Hürriyet ve İtilâf Fırkası değil mi? Ordunun içinde cuntalar oluşturan ve darbe yapan Halâskâr Zabitan grubu değil mi?

Yunan kuvvetlerine karşı vatan savunması yapan ve her gün şehit üstüne şehit veren TBMM Orduları için “Siz Allah’ın emrine, halifenin fermanına uyarak bu canileri bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla mükellefisiniz” diyen ve bu bildiriyi 30 Ağustos 1920 günü Yunan uçaklarıyla Anadolu köy ve kasabalarına attıran İskilipli Atıf’a son günlerde resmi makamlar başta olmak üzere bu kadar itibar gösterilmesi de aynı yolun yolcularının eseri değil mi?

Artık Atatürk düşmanlığı imalı, gizli kapaklı olmaktan çıkıp açık hale geldi. “İki ayyaş”“80 yıllık reklam arası”“150 yıldır başkasının hikâyesini yazdık, artık kendi hikâyemizi yazacağız” tanımlarını alt alta yazmaya kalksa buna sütunlar yetmez.

Bugün Cumhuriyete ve onun kurucularına karşı iki akım vardır piyasada. Birinci Hürriyet ve İtilâf Fırkasının bugünkü temsilcileri, Mustafa Sabrilerin, İskilipli Atıfların ve mütareke basını yazarlarının manevi torunları! İkincisi de numaracı cumhuriyetçiler! Bu ittifakın ideolojik yanını oluşturmak görevi eski solculara verilmişti. Onlara göre Cumhuriyet, asker ve sivil bürokratlar tarafından kurulmuştu.

Doğrudur, antiemperyalist mücadeleyi destekleyecek burjuvazi mi vardı? İstanbul’daki bir avuç burjuva da padişahın eteği dibinde İngiliz uşaklığı yapıyordu. Gerçekleştirilen aydınlanma devrimi demokratik değilmiş! Tarihe dünün değil bugünün gözlüğüyle bakan ve hep yanlış sonuçlar çıkaran bu takıma sormak gerek:

  • Gazi Mustafa Kemal ve TBMM, Cumhuriyet ilânını referanduma mı götürseydi?

Beyler yapılan işin adı devrimdi! 1789 Fransız ve 1917 Bolşevik devrimlerinden etkilenen ve mazlum dünyaya bağımsızlık yolunu açan Anadolu İhtilâliydi…

“Kemalizm resmî ideolojiydi. Atatürk resimleri devlet dairelerinin duvarlarında asılı duruyor” diyorlar. Bu da doğrudur. Ama günümüzde değil! 12 Eylül cuntası ve faşist Evren’in Atatürk’ün saygınlığına zarar veren uygulamaları geçmişte kaldı.

Ulusal bayramlarda Anıtkabir’e gitmemek için o güne mahsus hasta olan devlet ricali, yine ulusal bayramlarda Atatürk anıtlarına çelenk koymayı bile engellemek için konan acayip yasaklar hatta para cezaları. Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığının yurttaşı küstüren ve öfkelendiren konuşmaları…

Çarpıcı bir örnek vereyim: Karşıya ADD Başkanı Ufuk Yıldırım üyeleriyle birlikte Afyon’da 26 Ağustos Zafer törenlerine katılır. Milletvekilleri, valilik görevlileri, güvenlik güçleri oradadır. Bir din adamı şehitler için dua okur. Saydığı sıfatlar içinde Atatürk yoktur! Başkan hocaya “Niye Atatürk’ün adını anmadınız?” diye sorunca aldığı yanıt ilginçtir. “Şehitler için okudum. Onların içinde o da var!” ADD Başkanı “Olmadı” der. “Atatürk şehit değil gazi ve şimdi aramızda değil. Neden böyle yapıyorsunuz?”

Düşünebilir misiniz? Büyük Taarruzun komutanı ve zaferden sonra Mareşal rütbesi alan Atatürk yok sayılıyor! Bu zavallı tertiplerle halkımızın bağrındaki Mustafa Kemal’i unutturacaklarını mı sanıyorlar?

Ama ben bu örneklerden şikayetçi (AS: yakınmacı) değilim. Çünkü AKP sayesinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk devlet korumasından çıktı halkın, yığınların sevgi seli içine yerleşti. Anıtkabir’i her bayram dolduran yüz binlerce yurttaşın elinden bu sevgiyi almaya kimsenin gücü yetmez, yetmeyecek!

Tam bağımsız Türkiye diyenlerin, aydınlanmacıların, çağdaşların, Atatürkçülerin ve Kemalistlerin Cumhuriyet Bayramını yürekten kutluyorum.

 

27 Mayıs üzerine Hüseyin Avni Güler ile bir Söyleşi


27 Mayıs üzerine Hüseyin Avni Güler ile bir Söyleşi *

portresi

 

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

*****

Sayın Hüseyin Avni Güler, kendinizi  kısaca tanıtır mısınız?

portresi, ölümü 1.5.13

Güler     : 1925 yılında Elbistan’da doğdum. İlk ve orta tahsilimi Elbistan’da yaptım. 1942 yılında Askeri Liseye (Kuleli)  girdim. 1948’de Kara Harp okulundan havacı subay olarak mezun oldum. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında, Kurmay Albay olarak emekli oldum. 1958’de Yüzbaşı iken 27 Mayıs örgütüne girdim. İhtilalden sonra Cemal Gürsel’in imzası ile kıtama döndüm.
Emekli olduktan sonra 1983’te Halkçı Parti kurucuları arasındayım. Bu partiden Millet Vekili oldum. Milletvekilliğim 4 yıl sonunda bitti. 1990’da 27 Mayıs Milli Devrim Derneği Genel Başkanlığına seçildim. Ve o zamandan beri aralıksız 21 yıl Genel Başkanlık yaptım; büyük özverilerle  2011 yılına dek bu Derneğin adını yaşatmaya çabaladım…

1989’da kurulan ADD’nin de 50 kişilik kurucu üyeleri arasındayım.

ADD kurulmadan önce yeni bir siyasal parti kur(ul)ması için Prof. Muammer Aksoy’a baskı yapılıyordu. Muammer Aksoy bu önerileri kabul etmedi ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurulmasına karar verdik. ADD’nin maddi ve manevi güçlü olması için
büyük çaba harcadık. 

27 Mayıs hareketi  sizce bir ihtilal, bir halk ayaklanması mı, bir darbe darbe mi nedir? 27 Mayıs’ı nasıl tanımlamalıyız? Öbür askeri müdahalelerden
farkı nedir?

Güler     :
27 Mayıs bir devrimdir. Getirdiği Anayasa bunun kanıtıdır. Amaç Atatürkçülüğü yeniden gündeme getirmek, Devlet düzeninde Atatürkçülüğü yerleştirmekti.
Yarım kalmış Kemalist devrimin devamıdır, diyebiliriz. 

27 Mayıs Tüm Halk kesimleri tarafından kısa sürede benimsendi mi?

Güler     :
Evet, Halkın çok büyük bir kesimi coşku ile karşıladı. Sıkıyönetime karşın halk sevgisini göstermek için sokaklara döküldü. Nedeni, 27 Mayısı Millet sahiplenmişti;
yani millet ve asker işbirliğiyle gerçekleştirilmişti. 

Bugünkü genç kuşakların 27 Mayıs konusunda mutlaka bilmeleri gereken önemli noktalar nelerdir? Halkın bilmesi gereken en önemli husus nedir?

Güler     :
27 Mayıs’tan sonra Dünya İhtilaller tarihini inceledim. Tüm ihtilaller diktatörlük getirmiş, Yalnızca 27 Mayıs özgürlük getirdi. 27 Mayıs özgürlükçü ve demokratikti.
“27 Mayıs neler getirdi?” derseniz, 

Evet, öyle demiş olalım..

Güler     :
Cumhuriyet tarihinin en adil seçimleri 27 Mayıs Devrimi‘nin getirdiği seçim yasaları ile gerçekleşti. O zamanlar yaklaşık 40 bin oyla 1 milletvekili seçiliyordu. Artık oylar havuzda toplandığı için milli irade kaybı olmuyordu.. Milli bakiye sistemi..
Baraj yoktu. Bağımsız adaylar bile seçilebiliyordu.

  • 1961 Anayasası dünya anayasa tarihinde abidedir. 

Bazıları 27 mayıs için “ihtilal” diyor. Devrimi ihtilalden nasıl ayırt ederiz?

Güler     :
Batı dillerinde “Devrim” ve “İhtilal” aynı sözcükle ifade edilir (Revolution). Bizde ayrılır ve bu anlam içeriği bakımından gerçekçi ve son derece akılcıdır. İhtilal, büyük halk kitleleri ayaklanmasıdır. Devrim ise ihtilalle yıkılan eski düzenin yerine yeni ve ilerici  yapılanmadır.

  • Mustafa Kemal Paşa, hem Anadolu İhtilali‘nin ve hem de ardından Türk Devrimi‘nin önderiydi.. 

Şöyle desek uygun mu ?
İhtilalleri aç mideler yapar, Devrimleri ise aydın kafalar  gerçekleştirir ?

Güler     :
Doğrudur.

İsmet Paşa ve CHP 27 Mayıs’ı nasıl yorumladı?

Güler     :
İsmet Paşa bizimle konuştuğunda “İhtilal ile gelip, seçimle giden ilk darbeci sizsiniz.” Demişti.. 27 Mayıs’tan sonraki süreçte 27 Mayıs kazanımları (belki de Yassıada Mahkemelerinin toplumda yarattığı mağduriyet psikolojisi nedeniyle)  etkisi kısa sürede sönükleşmeye başladı. oysa Dünyanın en ilerici, özgürlükçü ve halkçı Anayasasıydı halkoyuna sunulan; ancak ne yazık ki, yalnızca %60’la kabul gördü…

Yani Karşı devrimciler erkenden faaliyete başladılar.
Burada nasıl bir yanlışlık yapıldı?

Güler     :
Mahkeme idam kararı aldı. Bu kararı onamak Milli Birlik Komitesi‘ne verildi.
Oysa Kurucu Meclise verilseydi bu idamlar gerçekleşmeyecek ve Devrim
yara almayacaktı. Halkın yoğun sempatisi devam edecekti. Süleyman Demirel bile
27 Mayısla ilgili görüşlerini nasıl belirtirken şöyle diyordu:

“27 Mayıs büyük bir olaydır. Güç ellerinde iken Meclis açılmıştır. Bu unutulmaz, dünyada bir örneği yoktur. Biz, o İhtilal sürecinde ve ihtilalin arzusu ile kurulduk.
En azından bu nedenle o İhtilale karşı olamayız. Maziye bakamayız, bakarsak
halk bizi tasfiye eder. Biz bugünkü Anayasa sayesinde varız. Ona karşı da olamayız. Bu sözlerimi şerh ettiğimi hiç görmeyeceksiniz. 27 Mayıs’a karşı değiliz, gerici değiliz ve olmayacağız. Eğer AP böyle yaparsa ben şahsen onların içinde ve başında olmayacağım.”

27 Mayıs somut olarak hangi önemli kurumların oluşumunu sağladı?

Güler     :
En başta

  • Anayasa (Grev hakkı, sosyal, sağlık sigorta sistemi), sonra
  • Anayasa Mahkemesi
  • Cumhuriyet Senatosu
  • Milli Güvenlik Kurulu
  • Yüksek Hakimler Kurulu
  • Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)
  • Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT)
  • Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK)
  • Türkiye Atom Enerjisi Kurumu
  • İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi
  • Milli Prodüktivite Merkezi (MPM).. ve şimdi adını unuttuğum başka kurumlar hepsi 27 Mayıs devriminin eserleridir.

27 Mayıs’tan sonra 1963’te yasa önerisi veren,
27 Mayıs’ın bayram olmasını öneren kimlerdi?

Güler     :
O zamanki Koalisyonda yer alan tüm milletvekillerinin imzası ile 27 Mayıs Anayasa ve Özgürlük Bayramı olarak kabul edildi.

27 Mayıs’ı gençlere nasıl anlatalım?

Güler     :
Bu Devrimin amacı Ülkedeki kötü gidişi durdurarak demokratik -özgürlükçü bir düzen kurmaktı. İnsan hak ve özgürlüklerini, Ulusal dayanışmayı, sosyal adaleti, bireyin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi hedeflemişti. Türk Ulusu’nun birliğini,
ülke bütünlüğünü ve cumhuriyeti korumakla görevli olan Türk Silâhlı Kuvvetleri,
«kardeş kavgasına son vermek» söylemiyle 27 Mayıs 1960 günü,
meşruluğunu yitirmiş bir yönetime kansız bir hareketle, el koydu.
Bu şekilde anlatmalıyız…

27 Mayıs Devrimi’nin siyasal sonuçları da oldu kuşkusuz..
Örneğin “27 Mayıs Harekatı olmasaydı, CHP iktidara gelecekti;
dolayısıyla 27 Mayıs’ın en büyük zararı CHP’ye olmuştur..” deniyor..
Sizce bu sav doğru mu?

Güler     :
Bu sav bence haksız, çünkü seçim olmayacaktı ki CHP kazansın, iktidara gelsin… Menderes “CHP kapatılmalıdır” diyordu. CHP’nin seçime girmesine bile olanak olmayacaktı.

27 Mayıs’la birlikte büyük bir özgürlük ortamı oluştu. Bu arada sol fikirler de önemli ölçüde gelişti ve geniş yelpazeli gençlik hareketleri başladı.
Acaba bu yeni Anayasa Türkiye de çatışmalı sağ ve sol ayrımına,
Ülkeyi bölücü fikirlerin de gelişmesine de mı olanak mı verdi? Ne dersiniz?

Güler     :
Asla bu şekilde yorumlayamayız ! Yeni Anayasanın getirdiği özgürlükler fikir özgürlüğüdür.. Ülkenin yıkımına, parçalanmasına giden eylemlere özgürlük olarak algılanamaz. İstanbul Üniversitesi’nden Ord. Prof. Sıddık Sami Onar, Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Prof. Hüseyin Naili Kubalı, Prof. Ragıp Sarıca, Prof. Naci Şensoy, Prof. Tarık Zafer Tunaya, Prof. İsmet Giritli..  Ankara Üniversitesi’nden de Prof. İlhan Arsel, Prof. Bahri Savcı ve Prof. Muammer Aksoy Anayasa hazırlık komisyonunda idiler. Bu komisyon, hazırladığı “Ön Tasarı”yı 18 Ekim 1960’ta
Milli Birlik Komitesi Başkanlığına sundu.

Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizme direnerek, savaşarak kurulmuştu ve tutsaklık altındaki milletlere bir örnekti. Bu nedenle Batı kapitalizminin çıkarlarına ters düşen ilerici bir toplum düzenine geçişi sağlayacak 1961 Anayasası’nın en kısa zamanda
işlev dışı yapılması gerekiyordu. Bu nedenle emperyalizmin ajanları, tetikçileri tarafından iç karışıklıklar başlatıldı, sağ-sol çatışmaları harekete geçirildi.
Sonrasını zaten biliyorsunuz. 

Sayın Güler, lütfedip zaman ayırdınız; bizleri aydınlatan bu değerli söyleşiniz için teşekkür ediyoruz.

_____________

*) ADD Genel Merkezinde yapılan bu söyleşide, ADD Bilim Kurulu Başkanı
Prof. Dr. D. Ali Ercan’ın sorularını Emekli  Hv.Kur.Kd. Alb. Hüseyin Avni Güler yanıtladı.

*****************************

Sn. Ercan’a bu değerli söyleşi için teşekkür ediyoruz..

ADD kurucularından ve 27 Mayıs Devrim Hareketi’nin etkin subaylarından Sn. Hüseyin Avni Güler’e de hem teşekkür ediyor hem de rahmet diliyoruz..

Sevgi ve saygıyla
27.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

19 Mayıs ve İnkârlar Dizisi…


19 Mayıs ve İnkârlar Dizisi…

Ertugrul_Kazanci_portresi

 

Ertuğrul Latif KAZANCI
Eğitimci – Hukukçu
Cumhuriyet, 20 Mayıs 2014

  • Cumhuriyet ve Devrime yönelik kasıtlı eleştiriler, bir özgürlük sahteciliğidir. ‘Mütareke’ döneminin ‘Hürriyet ve İtilâf’ zihniyeti, sanki yaşamsal yazgımız olmuştur. Ayırımcı, feodal, neoliberal ve teokratik eğilimlere göre; ‘19 Mayıs 1919’da temeli atılan Cumhuriyet ve devrim binası, yıkılmaya yüz tutmuştur’. Ama yanılmaktadırlar. Çünkü bunca ‘şakîliğe’ karşın Atatürkçü düşünce, değerbilmez inkârcıların üstesinden gelecektir.

19 Mayıs 1919 tarihi bu ülke ve halkın onur günüdür. Emperyalist boyundurukta ezilen dünyanın da insanlık hukukunun kazanımına yönelik ilk adımıdır.
Ulusal eksenli antiemperyalist bir isyan, artık Anadolu’nun devrimci geleceğidir.
Bu isyan bir yönüyle de halkın egemenlik iradesine yüzyıllarca el koymuş ‘saltanathilafet’ rejimini alaşağı etme hareketidir.

Devrimci ideoloji, toplumun ilerici kıstaslardaki dirlik ve esenliğini öngörür.
Ülke toprakları üzerinde tasa ve kıvançta beraberlikle tarihsel derinlikten gelen ideal ve kültür birliği, ulusal bilinci oluşturur.19 Mayıs 1919 işte böylesine bir bilincin temelidir. Ama giderek yoğunlaşan olumsuz hız ve çabalarla 19 Mayıs olgusunun getirdikleri, kimilerince reddedilmektedir.

İnkârcılık:

Bir anekdotu tekrar etmemizde yarar vardır: İzmir’in kurtuluşundan sonra Atatürk  ve Halide Edip arasında bir konuşma geçer.

“Zafer kazanıldı. Artık bir kenara çekilir, dinlenirsiniz..”

diyen Adıvar’a verilen yanıt şudur:

HayırBundan sonra birbirimizle didişeceğiz !..”.

Halide Edip, yalnızca meraklı bir yazar mı yoksa bir niyet yoklayıcısı mıdır?
Aslında tek amaç Atatürk’ün gelecekteki işlevini öğrenmektir. Askeri başarılardan sonra kurulacak devletin niteliği ne olacaktır? Bir halk devleti mi inşa edilecek veya
Saltanatın sürdürülmesi mi söz konusu edilecektir?

Halide Edip yani Sultanahmet mitinginin o parlak yıldızı, yaşamsal çelişkilerle doludur. Söylevinden sonra Amerikan mandacısı ama ulusal mücadelede cephede onbaşıdır. Ardından da Türkiye’yi terk ederek Britanya sömürgelerinde öğretim üyesi olacaktır. Devrimle uyuşamayan “Türk’ün Ateşle İmtihanı” yazarı, İngilizlerle uyuşabilmiştir. 1950’de de DP milletvekilidir.

Lozan’dan dönen İnönü’yü karşılamamak için Başbakanlıktan bile istifa eden Rauf Orbay’la fikir arkadaşları; Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele
ve Adnan 
Adıvar Terakkiperver Cumhuriyet’ Partisinde kümeleşmişlerdir.
Bu adlar ulusal mücadelenin askeri aşamasında önemli uğraşlar verirlerken,
ilerisinde niçin başka yerlerdedir? Çünkü Cumhuriyet ve Devrim düşüncesine
yabancı ama Hanedanlık ve Hilafete yakındırlar.

Atatürk, ‘Nutuk’ ta şöyle der:

  • “Bu parti, kendine ad olan ‘terakki’ ve ‘Cumhuriyet’ sözcüklerinin tam tersi anlamlarla gelişmiştir. Program hain kafaların işidir. Memlekette suikastçıların, gericilerin sığındığı ümitlerin dayanağı oldu”.

Sonrası             :

19 Mayıs 1919 çıkışının içerik, anlam ve yönünü sindiremeyenleri, düpedüz inkârcı (AS: yadsımacı) bir kadro izler. Bu süreç,14 Mayıs 1950 günü kıyasıya başlatılır ve günümüze doğru yoğunlaştırılır. Tam bir “yalan rüzgârı” kıvamıyla siyasal, tarihsel ve gerçek dışı ahlaksızlıklara dönüşür.

Atatürk’ün Başbakanlığını yapmış Bayarın 1950’ler sonrası tavrı, Atatürk-İnönü dönemlerini hedefleyen:

27 yıl bu ülkede çivi bile çakılmadı..” noktasıdır. Bayar, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını ecnebi (AS: Yabancı) elinden alan, demiryolları döşeyen, kağıt, çay, ağır sanayi, deri, tuz, tekstil başta olmak üzere KİT’leri kuran başarıyı yok saymaktadır. İktisat Bakanı olarak yer aldığı işleri de inkâr etmektedir (AS: yadsımaktadır).

İnönü’ye “Milli Şef ve Değişmez Genel Başkan” sanının verildiği 26 Aralık 1938 tarihli CHP Kurultayı’nı toplantıya çağıran Başbakan Bayar’dır. Önergeyi okuyan
divan üyesi de Menderes’tir. Gün gelecek, DP’nin üst politikalarını çizen bu adlar, Devrim aşamaları için:

“ Yalnızca halka mal olmuşları saklı tutacağız..” veya “İsterseniz Hilafeti bile geri getirilebilirsiniz” ya da: “Kapitalizm, iktisaden geri kalmış bir ülkeyi kalkındıracak en iyi sistemdir” sözleriyle, geçmişi inkâr edeceklerdir.

16 Kasım1938 tarihli ‘Cumhuriyet’ gazetesindeki yazısında Necip Fazıl, Atatürk’ün vefat töreninden konu açarak: “Osmanlı İmparatorluğunun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir uğurlanışa hedef olabilmiş hükümdar yoktur ” dedikten sonra övgüler yağdırmaktadır. Ama aynı Kısakürek, zamanla: “Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp” diyebilecek ve1960 öncesi Başbakanlık örtülü ödeneğinde adı geçenlerden olacaktır (*).

Önce İnönü’nün ; “ Ak saçlarında parıltılar seyrettikten” sonra siyaseten yer değiştiren ve tam100 şiir içeren hiciv kitabı çıkaran şair Orhan Seyfi, örtülü ödeneğin içindedir. “Akbaba” mizah dergisinin DP karşıtı çizgisini birdenbire bırakan sahibi Yusuf Ziya’nın ödenek istek dilekçeleri unutulabilir mi? İlkin sol siyasette yer alıp sonra yön şaşıran yazar Peyami Safa’dan tutunuz da ressam Çallı, hatip Hamdullah Suphi, tarihçiCemal Kutay, şair Yahya Kemal’lere kadar sıraya girenler, saymakla bitirilemez. Tamamı, 27 yıllık sürecin eleştirisiyle saf tutmuşlardır.

19 Mayısları inkârların başını, Kurtuluş savaşı zaferlerini küçülterek neredeyse yok saymak çeker. Uşak’ta esir düştükten sonra Atina’ya salıverilen General Trikopisyıllarca TC Büyükelçiliğinde Atatürk’e saygılarını kaleme almıştır. Ama “İnönü,SakaryaDumlupınar” zaferleriyle, Mudanya ve Lozan’da atılan imzaları görmek istemeyen Sevr’in iç destekçileri, Yunanlı komutanın düzeyine ulaşamamışlardır. “Jenosit” deyimini onaylamayan AİHM kararına karşın: “Ermenileri katlettik” diyenler, “Yunanlılara zulmettik ” saptırmasını öne sürenler, gerçekleri tersyüz edenlerdir.

Sonuç   :

Anadolu İhtilâli; sömürgecilik, bağımlılık ve bağnazlığa karşı başkaldırıdır. Cumhuriyet ve devrim için, halkçı-devletçi sosyal gelecek adına, ulusalcı ve laik amaçlar uğruna görkemli bir kalkışma, 19 Mayıs 1919’da başlatılmıştır. Devrimci demokratik irade, inkârcılığa ders veren; siyasal, sosyo- ekonomik ve kültürel anlayışıyla 19 Mayıslara mutlaka sahip çıkacaktır.

———————————–

(*)YAD Tutanakları/1961

SEÇİM ÖNCESİ KISA BİR TÜRKİYE ANALİZİ


SEÇİM ÖNCESİ KISA BİR TÜRKİYE ANALİZİ

Galip KARAKUŞ
Din; başka insanların yaşam alanına girmeden, başkalarına dayatılmadan, gösteri haline dönüştürülmeden ve başka inanç seçenekleri olan insanlara saygı göstererek yaşandığı zaman, bir anlam ve saygınlık kazanabilir.

Oysa ülkemizde, Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek olduğu gibi, mahalle baskısıyla, zorlamalar ve başka inanç sahiplerini aşağılama ve hor görmeyle, yok sayma ile,
asimilasyon (kendine benzetme) ile evrensel hukuk sistemine egemen kılınarak ve siyasetin temel malzemesi haline getirilerek uygulamaya konulmaktadır ki; bu durum da,
toplumda nefret duygularının gelişmesine ve bağlı olarak, yakın geçmişte örneklerini yaşadığımız kanlı katliamlara yol açmaktadır.

Hıristiyan dünyası, yüz yıllar süren din savaşları sonunda, Rönesans‘ı gerçekleştirmiş,
din kurumunu Vatikan’ın tepesine adeta hapsetmek suretiyle aydınlanmaya adım atmıştır. İslam  dünyası ise, Rönesans şöyle dursun, tek kutsal kitaba inanıyor olmalarına karşın, her ülke, ” İslam’ı en doğru biçimiyle ben yaşıyorum, bu nedenle tüm İslam alemi de benim  gibi yaşayacaktır.” anlayışını egemen kılma amacı ile, kan gölü içinde yüzmeye devam etmektedir.

AKP kadrosu da, iktidarı ele geçirdiğinden bugüne dek önceden var olan ve yukarıda sözünü ettiğimiz, günümüze dek sinsice yürütülen tüm ölçütleri, siyaset anlayışının temel kuralı durumuna getirerek uygulamaktadır. Türk siyasetinde önemli rol oynamış CHP’sinden MHP’sine tüm partilerin, bugünkü zihniyetin (AKP’nin) uygulamalarının altyapısını oluşturmada
büyük payları vardır ve bu partilerden hiçbiri, Türkiye’nin 12 yılda içine düşürüldüğü
kaos ortamındaki payını ve rolünü masaya yatırıp ders çıkarma gereği duymadan,
kendilerine inanan halkı kandırmaya devam etmiş, yalan ve iki yüzlü politikalarını sürdürmüşlerdir.

Bu çarpık yapılanmada seçmen payını da göz ardı etmemek gerekir; eleştiriyi hakaret olarak algılayarak, futbol fanatiği anlayışı ile parti yandaşlığı geleneğinden vazgeçmemiş,
partilerinin yanlış politikaları konusunda, sorgulayıcı ve eleştirel yaklaşım yerine körü körüne bağlılığı yeğlemişlerdir. Bunun temel nedeni de, eğitim eksikliğinden, daha doğrusu çarpık eğitim sisteminden kaynaklanmaktadır. Kimi partiler son zamanlarda “Parti Okulu” adı altında mekanlar oluşturmuşlarsa da, adından da anlaşılacağı gibi ve gördük ki, buralarda
evrensel siyaset bilimi kurallarından çok, o partinin bildiğimiz klasik-değişmeyen hedefleri öğretilmektedir.
Bu ülkede, dünyada eşine az rastlanan ve tarafı olan emperyalist devletlerin yanında,
tüm dünyada hayranlık uyandıran özellikte, şanlı bir kurtuluş savaşı 
gerçekleştirilmiştir.Anadolu ihtilali, laik bir devlet kurabilmiş, fakat laik bir toplum yaratamamıştır.”(1)  gerçekliği ile birlikte, yakın tarihimiz iyi incelendiğinde görülecektir ki;
Anadolu İhtilali’nin ardından yaşanan 15 yıl gibi kısa bir zaman diliminde, Laik bir toplum yaratılamamış olması ve İhtilal’in takıldığı en önemli engel, hemen ardından, karşı devrim sürecinin başlatılmış olmasıdır. Bu savaşın kahramanı ve yüz yılın en büyük devrimcisi Mustafa Kemal Atatürk‘ün, Hakk’a yürümesinin hemen ardından başlayan karşı devrim sürecini,  başta, kendisi tarafından kurulan parti görmezden gelmiş, dahası bu sürece olabildiğince katkıda bulunmuştur.

“Dünyanın bir yerinde, ilk kez insanlar, Tanrının elinden egemenliği ve iktidarı alıp, kendileri kullanmak cesaretini gösterdiler” (2) diyen Fransız devrimci  Regis Debray‘in, bu doğru ve yerinde saptamasının yanında, henüz misyonunu tamamlamamış olan
Anadolu aydınlanma hareketine karşı, erken ve yanlış bir kararla, çok partili siyasal yaşam tercihi sonunda, ihanetler de hız kazanarak devam etmiş, ardından “Köy Enstitüleri” gibi
bir aydınlanma kurumu yok edilmiştir.
12 yıldan bu yana hız kazanarak yoğunlaşan kaos ortamında, son şansları ile karşı karşıya olan siyasal partilerin, bu gerçekleri  bir kez daha gözden geçirip, gereken dersi çıkarmadan ve
küçük hesaplardan arınarak, olabildiğince güç birliğini sağlayıp, halkı ümmet toplumu özelliğinden çıkarma hedeflerine yönelmeden, “din faşizmi”nden de kurtulmanın yolu
yok gibi görünmektedir.
(1)  İlhan Arsel. Anadolu İhtilali – Bilgi Yayınevi, 1973- syf. 706.
(2)   Regis Debray. Fransız devrimci.

‘Piyasalar’ Bahane Arıyor


‘Piyasalar’ Bahane Arıyor

portresi

Prof. Dr. Erinç YELDAN

 

 

Amerikan Merkez Bankası (Federal Reserve-FED) Başkanı Ben Bernanke, tahvil alımlarını durdurmanın yakın olduğu haberini “piyasalarla” paylaştı. Küresel ekonomide artık bol ve ucuz likidite döneminin sona ermekte olduğu gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya döküldü. Türkiye’de de dolar kuru 2 TL’nin üzerine çıktı, borsada ciddi kayıplar yaşandı; şirketlerimizin “piyasa” değeri 63 milyar TL’lik kayıpla, 670 milyar TL’den 497 milyar TL’ye geriledi.

“Küresel çalkantı” kimi, ne derece etkiliyor?

Bu yazımızda “piyasaların anladığı dilden” konuşacağız ve krizin yansımalarını ayrıştırmak amacıyla Türkiye’ye, uluslararası sermayeyi çekebilme açısından rakip, beş ülkede “piyasa” verilerini paylaşacağız. Aşağıdaki özet tabloda bu yılın başından bu yana borsa, faiz, kur ve enflasyon oranlarındaki değişmeler özetlenmekte. “Piyasaların” yakından takip etmekte olduğu ve bir ekonominin yatırım yapılabilirliği” konusunda belirleyici olan söz konusu dört verinin tümünde Türkiye’nin en olumsuz etkilenen ülkeler arasında olduğu gözleniyor.

Ocak-Ağustos 2013 döneminde borsalarda yaşanan değer kayıplarında Türkiye ikinci; enflasyon artışında birinci; dolar kurundaki kayıplarda Brezilya ile birlikte ikinci sırada yer almakta. Faiz oranlarında ocak ayına görece ağustos ayı başında yaşanan % 18’lik gerileme ise dün itibarıyla gösterge faizdeki ivmelenmeyle birlikte yerini % 82’lik bir faiz artışına bırakmış durumda. Düzey olarak karşılaştırıldığında, Türkiye %8.3 ile Arjantin’den sonra en yüksek enflasyona; G. Afrika’dan sonra da
en yüksek işsizlik oranına sahip ülke. İşsizlik oranındaki artış bakımından da Brezilya’dan sonra ikinci sırada geliyor.

  • Dolayısıyla Türkiye, küresel krizi gerek 2009’daki vurgun sırasında,
    gerekse artçı sarsıntılarında gelişmekte olan piyasa ekonomilerine görece
    en şiddetli etkilenen ekonomiler arasında yer alıyor. Neden?

Hükümetin resmi söylemlerinde bu sorunun yanıtı çeşitli sözcük oyunlarıyla geçiştirilmekte: “Gezi olayları”, “faiz lobisi”, “değerli yalnızlık” vb… Biz ise yazılarımızda uzun süredir yakın tarihçemizden edindiğimiz bir acı dersi sürekli yinelemek gereği duymaktayız:

  • “Bir ekonomik krize en yakın olan ekonomi, ulusal kaynaklarının üstünde harcama peşinde koşan; ve uluslararası sermayeye sunduğu faiz ve diğer olanaklar ile birlikte onun en gözde konumunda olan ekonomidir.” 

Bu yorumun bir söz oyunundan ibaret olmadığını artık çok yakından biliyoruz.

***
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının “toptan milletçe bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” Anadolu ihtilalinin ateşini zaferle taçlandırdıkları 30 Ağustos 1922’nin üzerinden doksan bir yıl geçti. Emperyalizme karşı kazanılan ilk halk savaşı olarak anılan Anadolu ihtilalinin şehitlerine şükran ve minnet borçluyuz.

Tüm okurlarımın 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı barış dolu günler umuduyla kutluyorum. (28 Ağustos 2013 – Cumhuriyet)

Ulusal Egemenlik Aydınlığı…

Av. Ertuğrul KAZANCI 
Eğitimci – Hukukçu
ADD Önceki Genel Başkanı

Ertugrul_Kazanci_portresi

Ulusal Egemenlik Aydınlığı…

*Cumhuriyet ve devrimin ‘kayıtsız-koşulsuz’ benimsediği duyarlılık, ulusal egemenlik erkine yönelik ilerici bir önemsemedir. Kişi, zümre veya hanedanlık yönetimleri; akıl, bilim ve çağcıllıktan yana ideallere set çekerlerken, bilinçli bir halk da elindeki egemenlik erkine ancak toplumcu ölçütlerle sahip çıkabilir.

Egemenlik, siyasal anlamda bir ülkenin yaşamsal bütünlüğü üzerine ilke, esas ve kurallar getirme erkidir.

Bu erk, kendi hukukunu da yaratır. Demokratik nitelikli etkin güç kaynağı, doğrudan doğruya halktır. Böyle bir kudret, yönetsel iradeyi oluşturarak, yasalarla şekillenen hukuksal düzenlemeyi de temsil eder.

Öyleyse ulusal egemenlik erki, halk adına devletteki varlığını;
yasama, yürütme ve yargı yoluyla kamusal alanlarda gösterir.

Egemenlik hukukuna, baskı ve şiddet yoluyla el atanlar; monarşilerden tutunuz da
dikta rejimlerine doğru tarihsel sahneden hiç eksilmezler. Aidiyeti halk olan egemenlik iradesi adına tekeller bile kurmaya kalkışırlar. Ama Atatürk’ün deyişiyle:

  • “Ulusal egemenlik öyle bir aydınlıktır ki; karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yıkılır. Tutsaklıklar üzerine kurulmuş kurumlar da yıkılmaya mahkûmdurlar.”
Anadolu ihtilali

Saldırganlık hedefi olan bir halk, “tam bağımsızlık” ilkesinde yükselen görkemli kalkışmayla Cumhuriyeti, kan ve ateş pahasına kurmuştur. İç ve dış siyasetini
ulusal egemenlik üzerinde yoğunlaştıran bir kuvvet, “antiemperyalist” direncin de öncüsü olmuştur.

Tarih, Anadolu ihtilali çapında; devrimci nitelikli ve insanlık hukukuna saygın mücadeleleri bulmakta zorlanır. Çünkü mücadele; sömürgecilere karşı olduğu kadar “saltanat-hilafet” yöntemiyle ulusal egemenlik erkine el koyanlara karşı da yapılmıştır. Emperyalizmi ters yüz ettikten sonra, hanedanlık eksenli “biat” rejimini söndürerek bir de “meşruiyetçi” yola gitmek ayrıcalıklı başarıdır.

Kurtuluş Savaşı’nın, içinden kimi kez yaman muhalefetlerin de belirdiği ama her şeye karşın halk iradesinin yansıdığı “Meclis” kurumuyla gerçekleştirilmesi dikkat çekicidir. Ulusun var oluşunu saptayacak anlarda; siyasal karşıtlık ve engellemeler üretenlere bile dayanılmışsa, demokrasiye saygı işte orada kanıtlanmıştır.

Demokratik işleyişin çatılarını çatmak ve gözetmek, kapsamlı bir beceri olarak “Kemalist” aydınlanma sürecinin onurudur. Halk yönetimini kuran anlayış, ağırlıklı “nirengi” olan ulusal egemenlik felsefesinden esinlenmiştir. Devletin kamu yararına
işlev taşımasını öngörerek devrimciliğin, kitlesel ivmenin enerjisi olduğunu da sergilemiştir. “Halkçı-devletçi” bakışın önderliğinde ulaşılan bu amaçlar, toplumsal çabanın kendisine özgü cevheridir.

1925, 1930 ve 1945’li yılların çok partili tablosuna yol açan çaba, Cumhuriyetin kurucu iradesinde saklı değil midir? Ama feodalite ve emperyalizmin içli-dışlı işlerine bulaşanlar, demokratik gelişmeyi yozlaştırarak, devrime karşı saf tutmuşlardır.
1950’ler sonrasının çoğunluk “sultaları” eliyle de hak ve hukuku kıyasıya zedelemişlerdir.

Anayasal süreç

  • 1921 Anayasası, ulusal egemenlik düşüncesini;
    yüzyılların zincirlerinden çekip çıkaran devrimci bir hukuk portresidir.
1924 yılı anayasası, Cumhuriyetin başlangıç döneminin ürünüdür. Temel hak ve özgürlüklerden tutunuz da yargı bağımsızlığına dek geliştirilmiş aşamalar taşır.

Ayrıca 1937 tarihli değişiklik;
egemenliğin anayasal ilkelerini;

“Cumhuriyetçi,
Halkçı,
Ulusalcı,
Laik,
Devletçi ve
Devrimci” nitelikli “Altı ok” demetiyle olgunluğa erdirir.

1961 yılı anayasası da; egemenlik erkinin “ulusa ait” olduğunu belirterek, halkın temel hak ve özgürlüklerini, “sosyal devlet” kavramıyla birlikte pekiştirerek öne çıkarır. Anayasanın 1982 tarihlisi; “yarı başkanlık” sistemine özenen ve ulusal egemenliği, yürütme öğesi hesabına boyun eğdirmeye çalışan çabayı içerir.

Günümüzde kimi çevrelerce estirilen devrim karşıtı rüzgâr; kurtuluş ve kuruluş yıllarının ulusal egemenlik bilincinden uzaklaştırıldığı sanılan toplumu biçimlendirmek içindir.

Kimliksiz, duyarsız ve coşkusuz bırakılmış insan yığınlarının yaratılmasıyla,
her sunulanın kabul edileceği tasarlanmaktadır. Anayasal değişikliklerle de Cumhuriyet kazanımlarının ortada bırakılacağı hayal edilmektedir.

Sonuç                           :

Emperyalist tahakkümün yanı sıra monarşinin yüzyıllarca sürdürdüğü yetkisel “gasp” da savrularak atılmıştır. Cumhuriyet değerlerini özümseyen bir halkın, demokratik devrimci dayanak olan egemenlik erkini, “ulusal namus” emaneti olarak; içte ve dışta koruyacağı kuşkusuzdur.

Köy Enstitüleri : Anadolu Rönesansı’nın Yıldönümleri


Dostlar,

17 Nisan 1940.. Köy Enstitüleri’nin açılışı.. 73 yıl geçti..

27 Ocak 1954.. Köy Enstitüleri’nin kapatılışı.. 59 yıl geçti..

Tüm engellemelere karşın “Yeni Kuşak Köy Enstitülüler” yetişti! 

Örgütlendiler ve Derneklerini kurdular.
Başında, değerli meslektaşım Dr. Alper AKÇAM var..
http://www.ykked.org.tr/ web sitesi etkin ve çok öğretici..

AYDINLANMA IŞIĞI SÖNMEYECEK… ilkesiyle çalışmaktalar..

Bu gün İzmir’de bir etkinlikleri var.. Aydınlanma Onur Ödülü’nü,
bilge insan DOĞAN HIZLAN’a sunacaklar..

Bir de panel var elbette, güne not düşecekler..
İzmirli dostlar kendilerini çok şanslı saymalı bu oturum nedeniyle..

Bu görkemli kurumların benzerlerini, günün koşullarına göre yeniden yaratmak
ve işlev kazandırmak gerek.

Çünkü halkın eğitimi sorunu aşılamadı. Devrimi koruyup – kollayacak kuşaklar yeterince üretilemedi.

Büyük Atatürk,

  • “Cumhuriyet fikren, ilmen ve bedenen güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister..” uyarısında bulunmuştu.

Atatürk Devrimi = Anadolu Rönesansı denklemi çok net ve kesindir.

Köy Enstitüleri bu denklemin anahtarı idi; mutlaka kaldığı yerden devam etmeliyiz.

Prof. Dr. John DEWEY, Büyük Atatürk‘ün ABD’den davet ettiği ve görüşlerinden yararlamdığı bir eğitmbilimci idi. Bakın ne diyor Köy Enstitüleri için :

  • “Hayalimdeki eğitim kurumları ‘
    Köy Enstitüleri olarak’ Türkiye’de kurulmuştur.”

imeceye_cagri

Bir kez daha BOZ URBALILARA selam olsun!

Sevgi ve saygı ile.
17.4.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

EKONOMİ POLİTİK
Cumhuriyet 27.4.11

Prof. Erinç Yeldan

portresi

Anadolu Rönesansı’nın Yıldönümleri

Geçen hafta Anadolu devriminin en önemli köşe taşlarından birisinin,
23 Nisan Egemenlik Bayramı’nın yıldönümünü kutladık.
Bu ay içinde genç Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından bir diğeri ise
17 Nisan 1940 tarihinde kurulmuş olan Köy Enstitüleri idi.

  • Köy Enstitüleri projesi, okuma yazma oranı %5’i bile bulmayan
    Anadolu gerçeğinin kendi tarihini yaratma mücadelesidir.”
     desek yanlış olmaz.

Tümüyle Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini 28 Aralık 1938 tarihinde
Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Âli Yücel ile dönemin İköğretim Genel Müdürü
İsmail Hakkı Tonguç bizzat yönetmişti.

Köy Enstitüleri, geleneksel “derse ve kitaba dayalı eğitim” yerine, yaşamın pratiği içinde, “iş için, iş içinde eğitim” ilkesi eğitim anlayışıyla kurulmuştu.
Dahası, her Köy Enstitüsünde öğrenciler kendi okullarını ve üretim atölyelerini kendileri inşa ediyor; kendi öğretmenlerini yetiştiriyordu. Öğretmenleri ise gerek öğrencilere, gerekse köylülere pratik tarımsal üretim tekniklerini, okuma yazmayı ve temel bilgileri öğretiyordu.

1940-46 arasında Köy Enstitülerinde on beş bin dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve kapatıldığı 1954 yılına dek 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam
17.251 köy öğretmeni yetiştirilmişti.

Ancak, Köy Enstitüleri, yalnızca okuma yazma, temel bilgiler ve pratik üretim eğitimi ile değil, aynı zamanda sanat, edebiyat ve müzik eğitimi alanlarında da öncü kurumlar olarak tanınmaktaydı. Öğrenciler, geleneksel saz, keman ve mandolin gibi müzik aletlerini öğrenmekte ve oluşturdukları bandolarda 17 Nisan ve 29 Ekim şenlikleri başta olmak üzere konserler vermekteydi. Hasan Âli Yücel, Milli Eğitim Bakanlığı döneminde çok sayıda dünya edebiyat klasiğini Türkçeye tercüme ettirmişti.

Köy Enstitüleri, öğrencileri her yıl 25 tane (ayda 2 tane!) klasik romanı okumakla yükümlüydü.

Köy Enstitüleri, kanımızca Anadolu gençlerinin birer yurttaş olarak gelişimine
4 alanda öncülük etmiştir:

İlki, Köy Enstitülerinde eğitim gören gençler konuşmayı ve kendilerini ifade etmeyi öğrenmişlerdir. Bu konuda çok sık anlatılan bir öyküye göre, İsmail H. Tonguç bir enstitü ziyaretinde öğrencilere sorduğu sorulara yanıt alamaz. Genç öğrenciler utançlarından Tonguç’un yüzüne bile bakamazlar. Bunun üzerine Tonguç
şu yorumda bulunur:

“Anadolu köylüsü 600 yıldır susturuldu. Bundan böyle bu öğrencilerimize yalnızca matematik ve fen ilimlerini değil, aynı zamanda konuşmayı da öğretmeliyiz”.

Köy Enstitüsü öğrencilerinin ikinci kazanımı haklarını arama kararlılıklarıdır.

Alev Coşkun’un bize aktardıklarına göre, öğrenciler, öğretmenleri ve yöneticileri ile birlikte her cumartesi günü toplanmakta; karşılıklı olarak yakınmalarını bildirmekte ve açık eleştiri ve özeleştiri ortamında demokratik hak arama bilinci geliştirmekteydiler.(*)

1940’ların baskıcı ortamında verilen bu demokrasi sınavı, gerici, karşıdevrimci çevreler tarafından “komünistlik öğretiliyor” propagandası yayılarak engellenmek istenmiş ve bu mücadele, Enstitülerin kapatıldığı 1954 yılına dek sürmüştür.

Köy Enstitülerinin üçüncü kazanımı laik ve çağdaş eğitim anlayışını Anadolu insanına tanıtmasıdır. Bilimsel kuşkuculuk, öğretileni sorgulamak, sanat, edebiyat ve müziğe yakın ilgi Köy Enstitülerinin ana eğitim felsefesini oluşturmaktaydı.
Ama daha da önemlisi, (dördüncü olarak) Köy Enstitülerinde kız ve erkek öğrenciler bir arada karma eğitim yapıyor ve birlikte okuyor, birlikte çalışıyor ve
birlikte üretiyordu.

Kadın erkek eşitliği ve yurttaşlık bilincinin temellerinin atıldığı Köy Enstitüleri,
kısa zamanda büyük toprak sahiplerinin, ağaların ve Cumhuriyet Türkiye’sinin karşıdevrimcilerinin ortak düşmanı haline geldi.

“Komünizm tehdidi”, “Din elden gidiyor”, “Halkımız din eğitimi alabilecek imam ararken gençlerimiz komünistlik öğreniyor.” türünden gerici propagandalar, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Marshall yardımı aracılığıyla Amerikan emperyalizminin güdümüne girdiği yıllarda Köy Enstitüleri büyük bir karşı saldırıyla karşılaştı.

Nitekim köy ağaları bir yandan kırsal kesimde kendi egemenliklerinin sonu olabilecek Köy Enstitüsü eğitim sistemine karşı çıkarken bir yandan da

ABD; Türkiye’ye sağladığı mali destek karşılığında

– “beş yıllık kalkınma planları” ve 

– Köy Enstitüleri”leri gibi “Sovyet sistemine benzer uygulamaların” 

kaldırılmasını talep etmekteydi.

Karşıdevrimci muhalefetin saldırılarının yükselmesiyle birlikte 1947’de Köy Enstitülerinin müfredatları değiştirildi ve sonunda da 1954 yılında Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer tarafından kapatıldı. İsmet İnönü“CHP oy yitiriyor kaygısıyla” bu gelişmelere sessiz kaldı.

Köy Enstitülerinin tarihçesi, özellikle genç okurlarımız için geçmişte kalmış,
nostaljik bir proje olarak görünebilir. Oysa bu proje çok sayıda akademik araştırmaya konu olmuş, tüm dünya eğitim yazınında büyük ilgi uyandırmış bir ulusal yurttaşlık projesinin atıldığı çok önemli bir adımdır.

  • Köy Enstitüleri; Anadolu İhtilali’nin ve yarım bıraktırılmış
    Anadolu Rönesansı’nın 
    son derece önemli bir mihenk taşıdır.

 

Nice 17 Nisan’lara…

_________________________

(*) Alev Coşkun, “Hasan Âli Yücel, Aydınlanma Devrimcisi”,
Cumhuriyet Kitapları, Nisan 2007.

SÖYLEV’den Seçkiler (Prof. Dr. Özer Ozankaya) / Quotations from Ataturk’s Great Speech “NUTUK”

SOYLEV_seckisi_O_Ozankaya_ Aralik1997

ATATÜRK’ü Anlamak

ATATÜRK’ü Anlamak..
O’nu doğru anladık mı, doğru uyguladık mı?

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. profsaltik@gmail.com
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı

“Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü anladık ve doğru uyguladık mı?” içerikli sorunun oluşturduğu yazımızın başlığını irdeleyebilmek için, sanırız O’nun kimi sözlerini ele alarak ilerlemek uygun olur.
Ata’ya Göre 1838 İngiliz Ticaret Anlaşması (Balta Limanı Anlaşması) ve Osmanlı’ya yükü :

“ Tanzimat’ın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabetine karşı kendisini savunamayan ekonomimizi, bir de kapitülasyon zincirine bağladı. Yabancılar kazanç vergisi vermiyorlardı. Gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı. İstedikleri zaman istedikleri eşyayı, istedikleri koşullarda memleketimize sokuyorlardı. Bu sayede mutlak egemen olmuşlardı. Rekabet gerçekten çok gayri meşru, hakikaten çok kahredici idi. Rakiplerimiz, bu yolla, gelişmeye uygun sanayimizi de mahvettiler. Ziraatimizi de rehin aldılar.” (1 Mart 1922, TBMM)

3 Kasım 1839’da Osmanlı Padişahı, Batı emperyalistlerinin “Tanzimat” (Regulations) adı altında dayatmalarına boyun eğiyordu. Koca Osmanlı’nın düzeni kalmamış, darmadağın olmuştu ki;
Batı, O’nu “tanzim etme” (düzenleme) hakkını her nasılsa kendinde görebiliyordu! Dahası, Saltanatın aymazlık ve çaresizliği, bu boyun eğişi getiriyordu. Haşmetlinin Fermanı İstanbul Gülhane Parkı’nda davul zurna ile tebaaya duyuruluyordu. Koca imparatorluk ağır biçimde aşağılanıyor, bir başka devletin kendisini “düzenlemesine” (tanzim etmesine, tanzimat) boyun eğebiliyordu.

Peki bununla kaldı mı, Osmanlı İmparatorluğu kurtulabildi mi?
Ne gezer? Elini verenin kolunu kaptırması örneği, çöküşü süren Devlete yalnızca 17 yıl sonra daha ağır bir aşağılayıcı dayatma geldi: Islahat..

“Tanzimat” ile düzelemeyen “Hasta adam” Osmanlı Devleti, Batı’lı emperyallerce bu kez “ıslah” edilecekti. Ziya Paşa’nın “Nush (nasihat) ile uslanmayanın hakkı tekdir (azar), tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” sözünü çağrıştırırcasına, Osmanlı’ya, benzetmek yerinde ise önce Tanzimat ile nasihatta bulunulmuştur. Olmayınca sıra azarlamaya gelmiştir : Islahat Fermanı..

Ne var ki, Osmanlı’ya azar da yetmemiş, 1881’de borçlarını ödeyemeyerek iflas edince maliyesine el konmuştur. Ancak bu darbenin adı Düyun-u Umumiyedir. “Genel Borçlar İdaresi” diye retorik tuzakla öğrendiğimiz. Derken sıra dayağa gelmiş ve 10 Ağustos 1920’de Sevr Anlaşması ile hasta Osmanlı devleti yıkılmıştır. 1299’da Söğüt kasabasında başlayan 621 yıllık görkemli serüven, çok acı biçimde sonlandırılmıştı.

Bu acı tabloyu Mustafa Kemal Paşa 84 yıl sonra yüksek tarih bilinciyle, TBBM’nin gizli oturumda milletin vekillerine aktarmıştır. Günümüze gelirsek, AB ile 1959’dan bu yana süregelen karasevdamız bağlamında 1996’da yürürlüğe giren sözde Gümrük Birliği’ne bakalım. Yüzlerce milyar dolar dış ticaret açığı başta olmak üzere uğratıldığımız çok yönlü yıkımın bilançosu nasıl açıklanabilir? Büyük Atatürk’ün Balta Limanı Anlaşması’nın çok ağır, telafisi olmayan ve devletin yıkımıyla sonlanan sonuçlarını irdeleyen konuşmasında “ Tanzimat” sözcüğünün yerine “Gümrük Birliği” koysak, tam da bugüne denk düşmez mi?

İşte “tarih yinelemedir (tekerrürdür)” özdeyişinin tipik bir örneği.. Oysa tarihten gerekli dersler akıllıca çıkarılabilse -ki Balta Limanı Anlaşması’nı 84 yıl sonra değerlendiren Atatürk bunu yapıyor..-
tarih yineler mi? Günümüzde çöken tarım, dışa bağımlı hastalıklı sanayimiz, ulusal gelire yaklaşan borçlar.. bırakalım doğru uygulamayı, Mustafa Kemal Paşa’yı anladığımızı mı gösteriyor mu?
O, şu sözlerin de sahibi :

“ Bütün Dünya bilsin ki, benim için bir taraflılık vardır : Cumhuriyet taraftarlığı, düşünsel ve toplumsal devrim taraftarlığı… Bu noktada, yeni Türkiye topluluğunda 1 bireyi, dışarıda düşünmek istemiyorum.”

Bu hedefi doğru anladık ve uyguladık mı? Laik-demokratik-halkçı devleti güçlendirerek sürdürebildik mi? Cumhuriyeti, O’nun özlemiyle “Özellikle kimsesizlerin kimsesi” kılabildik mi, milyonlarca halk kitlelerini yoksulluğa, işsizliğe, eğitimsizliğe, sadaka kültürüne mahkum etmedik mi? Gelir dağılımı yeryüzünün en kötü ülkelerinden biri olmadık mı? 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta, “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak” naralarıyla 37 insanı yakan Cumhuriyet düşmanları nerede yetişti ve yakalanıp yargılandılar mı? Oysa 23 Aralık 1930’da Menemen’de Kubilay’ı şehit edenler, Atatürk döneminde derhal yakalanmış ve hızla yargılanarak ölüm cezasına çaptırılmışlardı.

Cumhuriyet’in 7. yılında “Efendim, Türkiye ne zaman Batılılaşacak, ne zaman Amerikanlaşacak?” diye soran ABD’li gazeteciye şu yanıtı vermişti :

“Türkiye, bir maymun değildir ve hiçbir milleti de taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak ne de Batılılaşacaktır; o yalnızca
ÖZ-LE-ŞE-CEK-TİR!” [ Türk Kültürü, Kasım 1965, sayı 37, sf. 64 ]

AB yandaşları ve 1959’dan bu yana tüm hükümetler ve Devlet, AB’ye üyeliği (üyelik hayalini!) sürekli bir devlet politikası kılarken “Atatürk de yaşasaydı Türkiye’yi AB’ye sokmaya çalışırdı..” demediler mi?
Oysa aynı AB’nin Avrupa Parlamentosu’nun 21 Mayıs 2008 kararlarına bakalım !

Türk Askeri Ada’dan çekilsin, Türk Ordusu’nun yönetim üzerindeki etkisi kaldırılsın, (!?)

“Kürt Açılımı” konusunda gecikilmesin, Ordu’nun içindeki “Ergenekon” kökünden kazınsın (??!) (tümce aynen böyle).

AKP’li Dışişleri Bakanı Ali Babacan’dan tarihsel itiraf : Washington ziyareti sırasında ABD Dışişleri Bakanı C. Rice ile görüşen Babacan’ın, Fransa’nın tutumuna karşı destek isterken;

“Türkiye’nin AB’ye alınmayacağını biliyoruz. Ama ortaya çıkan olumsuz havanın dağılması ve Türkiye’de kamuoyunun tepki göstermemesi için Fransa’ya baskı yapmanızı istiyoruz.” dediği öğrenildi. (Cumhuriyet, 11.06.08)

Halbuki, 1989 AT Sosyal Şartı İşçilerin Temel Hakları (12. md.)
Serbest dolaşım,
Çalışma ve adil ücret isteme hakkı,
Çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi,
Sendika özgürlüğü ve toplu pazarlık hakkı,
Sosyal koruma,
Mesleksel eğitim..

haklarını düzenlerken, Batı’nın bu tarihsel ikiyüzlülüğünü
fark etmeyen siyasal kadrolar işbaşına gelebilir miydi?

Kanada’da Prof. Dr. Michel Chossudovsky diyor ki
(“ Yoksulluğun Küreselleşmesi ” adlı kitabından..) :

“Ulusal Program, bir aldatmacadır! Türkiye gibi gelişmekte olan
pek çok ülke, Batı tarafından yeniden koloni (yeni sömürge) durumuna getirilmeye çalışılıyor!” gibi uyarılara göz yumulabilir miydi? ABD’nin, Türkiye’yi bölme planlarına karşılık yine de tek yanlı olarak bu ülke ile hastalıklı bir stratejik müttefik ilişkisi sürdürülebilir miydi? (E. Alb. Ralph Peters, Haziran 2006, www.armedforcesjournal.com/2006/06/1833899)

ABD’li General Wesley Clark’ın, “5 yıl içinde 7 ülkeyi ele geçireceğiz! Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan, İran…” (www.yukselendeniz.com, 30.06.07) tehdidi karşısında Atatürkçü
dış politika ne tutum alırdı?

“Bizim dış politikamız basit ve doğrudur. Herkesle dostluk kurmak isteriz. Ama hiç kimse ile ittifak ve bloklaşma yapmayız.” ilkesi (Ata’nın 1925-37 arasında 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras) doğru anlaşılsa ve uygulansa idi, Türkiye’nin emperyalizmin saldırgan gücü NATO içinde yeri olabilir miydi?
Ülkemiz ve Ulusumuz çoook zor günlerde.. Çanlar kimin için çalıyor? A y ı r d ı n d a mıyız?

Liberalizm’in peygamberi Adam Smith bile; “Sağlık hizmeti, Piyasaya bırakılamayacak denli önemli, kritik bir alandır. ” demekte iken
(The wealth of nations (1776);

Türk Devrim’in yaratıcısı Yüce ATATÜRK; “.. Devrimin ve Devrimciliğin kendisine yaşamsal görevler yüklediği Türk Ulusu’nun sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde özenle durduğumuz milli davamızdır..”

“ Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde durulacak ulusal sorunumuzdur. Çünkü Cumhuriyet; düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımdan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.” derken, sağlık hizmetlerinde yaşanan köktenci ve yaygın özelleştirmeyi nasıl açıklayabiliriz?

Atatürk sağlık hizmetlerini EN BİRİNCİ devlet ödevi sayarken,
Sağlık Bakanı R. Akdağ’ın insanımızı müşteri gören anlayışını nereye koyacağız? (Milliyet, 26.7.2003)

“Okuyup-yazma bilmeyen tek bir yurttaş bırakılmamalıdır. Kalkınma savaşının gerektirdiği teknik işgücü yetiştirilmelidir. Yurt sorunlarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, kuşaktan kuşağa yaşatacak birey ve kurumlar yaratılmalıdır. Gençliği yetiştiriniz, Onlara ilim ve irfanın müsbet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız.” (Atatürk, 1937 TBMM açış konuşmasından..)

Yukarıdaki hedefin gerekleri yerine getirilebildi mi? Okulda örgün eğitim süremiz ortalama 5,3 yıl dolayında. TOKİ 8 yılda yarım milyona yakın konut, 332 cami yaparken öğrenci yurtları yetersizliği neden sürüyor? Neden yalnızca 63 yurt-pansiyon yapılabildi? (www.toki.gov.tr, 19.2.11) Gençler tarikatların örümcek ağlarına düşürülsünler diye mi?

Çin Devrimi’nin efsane önderi MAO’nun öykünmesi göğsümüzü kabartmadan öte bir işe yarıyor mu?

“Ben Çin’in Atatürk’üyüm!”

Bu ülke lise tarih kitaplarında yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük 4 devrimcisi arasında Ata’mızı neden çocuklarına öğretiyor; biz neden okullarda ders kitaplarından çıkarmaya bakıyoruz??

1935’te Şangay Meydanı’nda binlerce Çinliye, Uzun Yürüyüş öncesinde bir konuşma yapan Mao Ze Tung’un ilk sözleri şöyle:

“Ben, Çin’in Atatürk’üyüm…”

1948’den günümüze dek, 1,5 milyar nüfuslu Çin Halk Cumhuriyeti’nin okullarında 8 ve 9. sınıflarda okutulan Yakınçağ Tarihi ders kitaplarının kapağında ve içinde yer alan “Atatürk ve Cumhuriyet Devrimleri”, bize neyi çağrıştırıyor? Cumhuriyet, Yaşam eki,
Dursun Özden, 15.07.2008)

Atatürk’ü örnek alan Devrimleriyle Çin bir dünya devi olmuşken
biz Türkiye olarak neredeyiz ??

Atatürk’ü Çin halkı mı doğru anlayıp uyguladı,
O’nun milleti olarak biz Türkler mi?

Bir başka çok başarılı devrimci önder, Küba’nın kurtarıcı ve kurucusu Fidel Castro’dan:

“Asıl devrimci Atatürk!”

Mart 1997’de Habitat Toplantısı için İstanbul’a gelen Küba lideri Fidel Castro, konuşmasında şöyle dedi:

“Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını ben asla başaramazdım.
Asıl devrimci Atatürk. Bu denli büyük bir devrim yaptım, ama
Kemal Atatürk’ün yaptıklarını başaramazdım.”
(Cumhuriyet, Yaşam eki, Dursun Özden, 15.07.2008)

Küba’lı devrimci Fidel Castro’ya isteği üzerine, Havana Büyükelçimiz Bllal Şimşir, Atatürk’ümüzün İngilizce NUTUK’unu sağlar. F. Castro’ nun Atatürk sevgisi ve tutkusunun kaynağı; O’nun büyük eseri olan “Nutuk” kitabını özümseyerek okumasında ve Devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk anti-emperyalist savaşımını utkuya eriştiren 1919 Ruhu’ndan esinlenmesinde yatıyor.
(Cumhuriyet, Yaşam eki, Dursun Özden, 15.07.2008)

Fidel Castro: “Devrimci Kemal Atatürk varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar? Atatürk, 1919’da Anadolu’dan düşmanları kovmak için Bandırma Gemisi’yle Samsun’a çıktı ve
anti-emperyalist bir savaş verdi ve zafere erişti. Biz, Atatürk’ün
bu devrimci savaşından etkilendik, esinlendik ve tam 40 yıl sonra, 1959’da Granma Gemisi’yle Havana’ya çıktık. Ülkemizden emperyalistleri ve işbirlikçisi Faşist Batista rejimini yıkmak için. Biz de zafere eriştik.“ (Cumhuriyet, Yaşam eki, Dursun Özden, 15.07.2008)

Fidel Castro: “Bizim ve tüm mazlum halkların esin kaynağıdır Devrimci Kemal Atatürk… Sağdan sola doğru yazılan Arap harfli ALFABE’yi bırakıp, soldan sağa doğru yazılan Latin harfli ABECE’ye geçilen Harf Devrimi başta olmak üzere, bir dizi Çağdaş ve Aydınlanmacı Cumhuriyet Devrimlerini bu kadar kısa sürede
biz asla başaramazdık. Atatürk sosyalist olsa da aynı şeyleri yapardı. Kendinize başka esin kaynağı aramayın. Büyük bir deha ve komutan olan Kemal Atatürk’ün kıymetini bilin ve kendinize başka önder,
yol ve yordam aramayın.” (Özden, 15.07.2008)

CHE’NİN ÇANTASINDAN “NUTUK” ÇIKTI !

Sevgilisine Nazım’dan en güzel aşk şiirleri okuyan ve mektuplar yazan Dr. Ernesto Che Guevara, tam bir Nazım tutkunuydu. Küba Devrimi’nin öncülerinden ve Fidel Castro’nun yoldaşı Arjantinli devrimci doktor Che Guevara, Bolivya’da özgürlük savaşında yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “GRAND DISCURSO – Revolucionario Kemal Atatürk” (Atatürk’ün Büyük Nutuk’u), Türk Şairi Nazım Hikmet’in “Kuvayı Milliye Destanı“ kitabı çıktı. (Özden, 2008)

Atatürk’ün Uluslararası tekelci sermaye hakkında uyarıları :

“Bir yandan Batı’nın işçi sınıfı, öte yandan Asya ve Afrika’nın köleleştirilmiş halkları milletlerarası sermayenin kendilerini yıkmak ve efendilerine büyük çıkarlar sağlamak için köle durumuna getirilmek istediğini anladığı ve sömürge politikasının işlediği suç Dünya işçilerince kavrandığı gün burjuvazinin gücü sona erecektir.”

Türkiye’nin IMF ile 1958’den bu yana süren sözde “Niyet Mektupları” süreci ile ağır biçimde borçlandırılarak sürüklendiği konumu göz önüne alalım. O’nun döneminde hemen hemen hiç borç alınmadan, Batılıların deyimi ile EKONOMİ MUCİZESİ yaratarak olanaksızlıklar ve 1929 dünya ekonomik bunalımı ortamında 1923-38 arasında istikrarlı biçimde ortalama %6,5 büyüme sağladığını anımsayalım.. Üstelik 15 yılda toplam %2,2 enflasyon ile. (www.selimsomcag.org/, 10.09.05)

Günümüzde ise Batı’nın emperyalist sermayesinin 2 temel kurumu (maşası) olarak IMF ve DB’nın oyuncağı kılınan bir ülke durumuna sürüklenişimiz çok hüzün verici; dahası çok da tehlikeli.. Ayrıca, belalı Ortadoğu coğrafyasında BOP (sonra GOKAP) kapsamında emperyalist ABD’nin Eşbaşkanlığıyla nasıl maşa durumuna indirgendiğimizi de ibretle izlemekteyiz. Niyetler açık açık adeta tebliğ edilirken :

“ Yeni Dünya Düzenini, Tek Dünya Devleti’ni propaganda yaparak, para harcayarak, kan dökerek kuracağız!” (Arthur Schlesinger,
CFR Dergisi Foreign Affairs, 1995)

4 Temmuz 2003’te ABD işgalindeki Irak’ın kuzeyinde askerlerimizin başına çuval geçirildiği de ortada!

“Başarımız, kuşkusuz birlikte olacaktır. Eğer ulus; ortak amaca
hep birlikte çaba göstererek yürürse, mutlaka başaracaktır.” (1923) sözleri de O’nun katılımcı demokrasiye inancını pekiştiriyor.

Küreselleşme = Yeni Emperyalizm için söylenenler…

“ Küreselleşme, görüşlerimizi ve uygulamalarımızı başkalarına
kabul ettirmek için kullandığımız süslü bir sözden başka bir şey değildir! ” (Prof. Dr. Nial Fergusson, The Guardian, 31 October 2001) derken; Yurtsever Atatürk aşığı ozanımız Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, (öl. 15.02.08) sanatının gücüyle şamar gibi
yanıt veriyor :

Küreselleşme madensel bir yürektir
Yer yuvarlağını dolarla tartabilmek, değerlendirebilmektir,
Bankalara kilitleyebilmektir.
Oysa yeryüzüleşmektir birbirimizi sevmemiz
Birbirimizi düşünmemiz
Birbirimizin yardımına koşmamız,
Birbirimizi yaşamamız.. (Empati!)

KüreseleşTİRme = Yeni emperyalizm uğursuz denklemi aklı başında tüm dünya aydınlarınca kurulurken ülkemizin savruluşunu ve KüreseleşTİRmeci = Yeni emperyalizst düzen göbeğinde bağlanışına ne demeli ?

Uyarı yine O’ndan; anladık mı ki, doğru uygulama olanağımız olsun ?

“ Birtakım sözcükler vardır ki, sık sık dile getirildikleri halde,
hatta aydınlar arasında bile onu tümü ile anlayan oldukça azdır.”

Seçimler hakkındaki kritik uyarısını ne denli kavradık ??

“Efendiler, sırası gelmişken, aziz Milletime şunu tavsiye ederim ki; başının üzerine çıkaracağı adamların k a n ı n d a k i ö z c e v h e r i çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an bile geri kalmasın.”

Avrasya Birliği

Avrupalılarca kurulmaya çalışılan Avrupa Birleşik Devletleri (AET, AT, AB.. süreci), dünyaya kan kusturan ABD, epey bir zamandır yapılan Afrika Birliği kurma toplantıları, yeni bir güç ve denge ögesi olması için kurulması koşul olan ve geç kalınmaması gereken bir Birlik, Avrasya Birliği’dir. BM, Batı’ya oyuncak yapılmıştır! NAFTA vb. çok tipik örneklerdir. Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in kurduğu ekonomik birlik BRIC (Güney Afrika da katıldı BRICS oldu) çok tipik olarak, küreselleşen Batılı emperyalist sömürge düzenine bir başkaldırıdır. Türkiye, bu Birlikle en azından ekonomik ilişkiler kurmalıdır.

Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşımı meslek edinmek.”

Büyük Atatürk’ün en temel söylemlerindendir. Türkiye 60 yılı aşkın bir zamandır Batı emperyalizmi iç içedir ve bölünüp parçalanma eşiğine sürüklenmiştir. Artık stratejik hataya son vererek, bu kampla
ilişkileri normalleştirmek, Atatürk’ü doğru anlamak ve uygulamak için ilk ve temel adımlardandır.

Batı emperyalizmi tarafından yer üstü ve yeraltı varlıklarına
göz konulan ülkelerin; Afrika gibi, ilerde kendileri ile aynı yazgıyı paylaşabilecekleri içtenlikli ve açık olarak aktarılarak, bölge ülkeleri ile yeni güç birlikleri ve anlaşmalar yapmaları zorunludur.

Bölünme yok, birleşme var!

D i k k a t !

1. Emperyalizm, ABD ve AB maskesi altında ne yazık ki
Batı’lı 2 kaynaktan gelmektedir!
2. Çağımızda Küreselleşen emperyalizmin ana hedeflerinin
en başında gelen, hiç kuşkusuz, zenginlikleriyle Avrasya
.
“İnsanın aslı ne ise nesli de o olur..” derler.. Günümüzde en tipik örnek, ABD ve AB’nin sömürgecilik ve soygunculuk alışkanlığının; koşullar oluştuğunda, o çok övündükleri Batı uygarlığı (!?) ve insanlık değerlerini hiçe sayarak tüm dünyayı sömürmek için acımasız politikalar geliştirerek yabanıl geçmişlerine dönüşleridir..

Yüce ATATÜRK’ün görkemli evrensel söylemi ise :

“YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ!” tır..

Şu acı tarihsel itirafa bakalım :

..alçakça, ekonomik bir tımarhane yarattık..

“Beş yıl önce Başkan Ronald Reagan bize, 3. Dünyayı kapitalizm çarkının serbestçe döneceği yeni bir alan yapma konusunda sıkı bir talimat vermişti. Biz o zaman ne büyük bir sevinçle, ne büyük bir görev duygusuyla işe atılmıştık. 1983 yılından sonra yaptığımız her şey; ’Ya güney küreyi özelleştireceğiz, ya da öleceğiz’ kararlılığına dayanıyordu. Bu amaca ulaşmak için, 1983-1988 arasında Latin Amerika ve Afrika’da alçakça, ekonomik bir tımarhane yarattık.” {Davidson L Budhoo, Open Letter of Resignation from the staff of the IMF, syf. 102}

“Türk Bankacılık Sistemi Vizyon 2023” kongresi, İstanbul

Eski Pamukbank Genel Müdürü Bülent Şenver, Türk bankacılık sektörünün uluslararası bankacılık sermayesinin denetimi altına girmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirerek;

“Yakın dönemde artık Türk bankacılık sistemini uluslararası bankacılık sermayesi kontrol edecek. Bu artık kaçınılmaz bir gerçek ve geriye dönüşü mümkün değil..” (Cumhuriyet, 26.06.08)

Oysa Merkez Bankası, İş Bankası, Etibank, Sümerbank..
Atatürk döneminde TAM BAĞIMSIZLIK için açıldı.

MAI’nin (Multilateral Agreement for Investment, Çok Taraflı Yatırım Anlaşması) kimi temel maddeleri (Kabul tarihi, 13 Ağustos 1999; Ecevit-Yılmaz-Bahçeli 3’lü koalisyonu, 57. hükümet) :

– Emeğin mal oluşunun düşürülmesi için her türlü sosyal güvenlik
ve yardımın yanı sıra örgütlenmesinin önüne geçilmesi;

– Üretimde kullanılacak ham madde ve ara malda birincil önceliğin üretimin yapıldığı ülke olması ya da belli bir oranın bu ülkeden karşılanması ilkesinin yerine, fiyatının düşük olduğu yerden
dışalımına (ithaline) bıraktırmasını.. gibi temel konuları içerir.

DİKKAT : Anlaşmayı imzalayan devletler, 5 yıl süre ile anlaşmadan çıkamayacak ve çıktıktan sonra da 15 yıl süre ile tüm anlaşma kurallarını uygulamak zorunda bırakılacaklardır!?!
(Katolik nikahından beter!)

İnsan aklı ile dalga geçen, bir akıl tutulması örneği olan, insanımızı ve ortak aklımızı adeta mankurtlaştıran böylesine katledici bir anlaşmaya Atatürk döneminde imza atılabilir miydi??

Kamu öncülüğünde sanayi politikaları!

Türk ekonomisinin doğru yoldan sapmış gidişinin doğru yola girişi için neler yapması gerektiğini Harvard’lı ekonomi hocası Prof. Rodrik şöyle özetlemektedir :

1. Büyüme için işgücünün yüksek verimli sanayi sektörüne
kaydırılması gerek.
2. Kamu öncülüğünde sanayi politikaları. Bu kamu ve özel sektörün
sürekli diyalog içinde olması ile olanaklı.
3. Sanayi politikasının temel amacı yapısal dönüşümü
hızlandırmaktır. Bu bir diyalog sürecidir, kârlılığı gözetir
ama disiplin de uygular, öncelikler belirler ve saydamdır.
4. Şu anki konumda Türkiye’nin kur politikasını değiştirme lüksü yok.
Bu yüzden sanayi politikalarını belirlerken maalesef kur politikalarını kullanamayacaksınız (Prof.Dr.Dani RODRIK , Harvard Üniversitesi, www.simalyildizi.net/index.php?topic=1146.0, 30.12.07)

Çin ve Güney Amerika ülkeleri Atatürk’ün ekonomi politikasını izliyorlar. Görkemli başarıları ortada.

İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir. Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
İktisadi temelde PLANLAMACILIK ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.
Bu, tekellerin ileri sürdükleri üzere ‘dünyadan kopma‘ ve ‘içe kapanma‘ değildir. Bu, emperyalizme karşı çıkma, sömürgeleşme sürecinden kopma ve dünyanın ¾’ünden daha büyük bir bölümünde yaşayan Güneyin İnsanlarına açılma demektir. (Prof. KALDONE G. NWEIHED, Venezuela’nın Ankara Büyükelçisi, Çev. B. T. Gürel, Memleket Yayınları, 2006)

VATAN TEHLİKEDE Mİ?

Evet!
Nasıl kurtulacağız??
Atatürk’ü doğru anlayıp uygulayarak, yeniden Atatürk’e dönerek!
Şu sözler de O’nun :

“ Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı
korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batılı emperyalistlerin
güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç
yapmak istemelerine de engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa
hizmet ettiğimiz kanısındayız.”

“ Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir.”

“ BENİM EN BÜYÜK ESERİM CUMHURİYET’tir.”

“ Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların
yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan
kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan
olarak bırakıyorum.”

En zor anlarda bile ulusuna ve kendine güvenini, umudunu yitirmedi:

“ Vatan kesinlikle esenliğe kavuşacak, ulus kesinlikle mutlu olacaktır.
Çünkü kendi esenliğini, kendi mutluluğunu ülkenin ve ulusun
esenliği için feda edebilecek vatan evlatları çoktur.”

Emperyalizme karşı mücadelede mazlum milletlere çıkış yolunu gösteren Büyük Devrimci GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ü sonsuzluğa uğurlayışımızdan 73-74 yıl sonra;

Kemalist Devrimi tamamlama azim ve kararlılığı ile

saygı ve şükranla anıyoruz..

Başta SÖYLEV (NUTUK) olmak üzere Söylev ve Demeçlerini ve de eylemini bir kez daha özenle okuyup özümseyerek, özümseterek, ülkemizin içine sürüklendiği bataklığın ana nedeninin Kemalizm’i yadsıma olduğunu da bunca yıllık acı deneyimden sonra artık
daha çok gecikmeden kavramalı, kavratmalıyız..

Tek çare, yeniden ATATÜRK’tür!