Etiket arşivi: Amasya Tamimi

Lozan Barış Andlaşması’ndan çıkılabilir mi?

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU
Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği (ANAYASA-DER) Başkanı

EVRENSEL, 24 Temmuz 2023, Lozan Barış Andlaşması’ndan çıkılabilir mi? – Evrensel

  • “Barış Andlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık belgesi özelliği ile çıkılması veya feshedilmesi hukuk tekniği bakımından mümkün olmayan bir ulusal-üstü anayasa metnidir.”
Fotoğraf: historia-europa.ep.eu CC0    

Soru yadırgatıcı gelebilir, ne var ki, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) kurgu ve uygulamasında, “bu kadarı da olamaz!” denenler oldu:

“Lozan Antlaşması tartışmaya açılmalıdır” sözlerinden yaklaşık beş yıl sonra, “Lozan Antlaşması da İstanbul Sözleşmesi gibi Cumhurbaşkanı kararı ile feshedilebilir” dendi.

Lozan Antlaşması’nın gizli hükümleri iddiası ve 100. yılda süresini dolduracağı söylemleri de yayıldı zaman zaman.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2016’da, “Lozan Andlaşması tartışılmalıdır” sözleri, Avrupa Parlamentosunda da yankılandı.

“Lozan Andlaşması’ndan çıkılabilir” görüşü ise, İstanbul Sözleşmesi üzerine yapılan tartışmalar sırasında dillendirildi.

İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılan Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin (R.G.: 8 Mart 2012) feshini öngören  Cumhurbaşkanı (CB) kararı (R.G.: 20 Mart 2023) ardından başlayan tartışmalar sırasında Lozan Andlaşması da gündeme getirildi. Bu çerçevede Lozan Andlaşması için de benzer görüş öne sürülerek “CB kararı ile çıkılabilir” iması yapıldı.

TBMM Başkanı’nca dillendirilen bu görüş ne ölçüde geçerli?

Öne sürülen görüşlere kesin yanıt, 100. yılı vesilesiyle Lozan Barış Andlaşması’nın Anayasa hukuku açısından da değerlendirilmesi sonucu verilebilir. Ama öncelikle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış sorunu üzerine yapılan tartışmalara değinmekte yarar var. Kısaca belirtelim:

  • Yasa ile taraf olunan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış,
    usul ve yetki açısından hukuk tekniği olarak ancak yasa ile mümkün olabilirdi.

Kuşkusuz düzenleme konusu bakımından, insan hakları kazanımları söz konusu olduğundan yasa ile de çıkışın zor olduğu, olsa olsa daha ileri bir anlaşmaya katılım amacıyla bunun olanaklı olabileceği görüşü kayda değer.

24 Temmuz 1923 tarihli Barış Andlaşması, öncelikle dış kurucu erk olarak önem taşır. Kurtuluş ve Kuruluş, 1919-1924 yılları arasında içiçe geçen hareketler, kurumlar ve kurallar dizisidir.

Samsun’a çıkış, Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongreleri, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin toplanması ile sonuçlanan fikri ve eylemsel çalışmaların dönüm evreleridir. 1921 Anayasası, TBMM’nin eseridir.

Lozan, teknik olarak 1. Dünya Savaşı’nı bitiren Andlaşma’dır

Milli mücadeleyi yürütmüş TBMM ve onun hükümetinin muhatap alındığı, dolayısıyla uluslararası alanda da tescil edildiği bir sonuç olması itibariyle,

  • Türkiye Devleti’ni kuran bir Andlaşma’dır.

Barış müzakereleri, Lozan’da 1922 Kasım’ında başladı. Barış müzakerelerinin sonunda, Batılı güçler; yeni Türkiye Devleti’nin egemenliğini, 24 Temmuz 1923’te Lozan Üniversitesi’nin büyük konferans salonunda imzalanan andlaşma ile tanıdılar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi olarak da nitelenen Lozan Barış Andlaşması’nın özellikleri nelerdir?

Andlaşma’nın şartları; temel olarak Türkiye’nin sınırları, Boğazları, Osmanlı İmparatorluğu’ nun borçlarının ödenmesi, kapitülasyonlar meselesi ve azınlıklar sorununa ilişkindi:

– Tarafları bakımından; İtilaf Devletleri olarak Britanya İmparatorluğu, Fransa Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı (Yugoslavya).

– Türkiye’nin sınırların belirlenmesi bakımından;  Ocak 1920’de  ‘Milli Misak’ta öngörülen çerçeveye olabildiğince uygundur.

– İktisadi bakımdan; kapitülasyon sistemi kaldırıldı.

Hak ve özgürlükler bakımından; “gayrimüslim azınlıklara mensup Türk uyruklarına verilen haklar: Dolaşım özgürlüğü, medeni haklardan yararlanma, giderlerini ödeyerek her türlü kurum (vakıf vb.) kurma, yönetme ve denetleme, buralarda dilini kullanma, dinsel özgürlük, (…). Barış Andlaşması, “Müslüman olmayan Türk uyrukları”na haklar yanında, “tüm Türk uyrukları”, “Türkiye’de oturan herkes”, “Türkçeden başka bir dll konuşan Türk uyrukları” şeklinde nitelenen üç grup için  de “dil” eksenli haklar tanımıştır (md.37-45).

Anayasal açıdan; Barış Andlaşması, dış egemenlik ve bağımsızlık belgesidir.

Yeni bir Anayasa girişiminin, Andlaşma’nın başarıyla sonuçlanacağı yönündeki işaretlerin çoğaldığı 8 Temmuz 1923 sonrasında başlamış olduğu görüşü kayda değer.

Lozan’ın önemini batılı uzmanlar da sıkça vurgulamıştır. Prof. P. Dumont  ve Fr. Georgeon’a (1989) göre;

  • Lozan Barışı, bir büyük başarıdır hiç kuşkusuz; öteki devletlerle eşitlik temeli üzerinde hareket edecek, bağımsız, özgür bir millet olarak kendini ortaya koyma olanağını sağlamıştır Kemalist Türkiye’ye… Laikliğe, ilericiliğe, bilimsel anlayışa ve Batı’ya olduğu kadar, ulusal değerler ve geleneklere saygıya da güvenip bel bağlayan genç Cumhuriyet, esinlenmiş kurucusunun itişiyle, gerçekten şaşkınlığa düşen bir dünyaya, ‘uygar uluslar’ topluluğu içinde örnek  bir rol oynamaya yetenekli bir ülke izlenimini vererek, deri değiştirecektir birkaç yılda.” (S. Tanilli çevirisi).

Yeni (2.) Millet Meclisi, 11 Ağustos 1923’te çalışmalarına başladı ve 23 Ağustos’ta Barış Andlaşması’nı yasa ile onayladı. Anayasal bir reform için eylülde bir komisyon kuruldu. Dr. A. Mary-Rousseliere’e (1925) göre; “Tüm değişiklikler kelime kelime, cümle cümle tartışıldı; aynen bizim Batılı parlamentoların en iyilerinde olduğu gibi”.

Barış Antlaşması’nın imzalanmasından yaklaşık üç ay sonra, “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun” (no.364, 29.10.1339) ile 1921 Anayasası’nın 1. maddesine şu cümle eklendi:

  • Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti, Cumhuriyettir”.

Cumhuriyet Anayasaları, Andlaşma hükümlerini saklı tutmuşlardır.

Bu değinilen özellikleri ve anayasal gelişmeler bakımından;

Öncelikle,

Barış Andlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık belgesi özelliği ile çıkılması veya feshedilmesi, hukuk tekniği bakımından
mümkün olmayan bir ulusal-üstü anayasa metnidir.

Andlaşma, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1921 Anayasası ve Türkiye Cumhuriyeti’ni çifte kurucu erk işlevine uluslararası kuruculuk boyutunu katmıştır.

Yerindelik açısından; Barış Andlaşması’nı tartışmaya açmak, Misak-ı Milli sınırlarının –belli istisnalar dışında– tescilini öngören bir belgenin tartışmaya açılması riski nedeniyle, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırıdır.

  • Dahası, bu kurucu çok taraflı uluslararası andlaşmayı tartışmaya açmak,
    Türkiye’nin ulusal güvenliğini tartışmaya açmak anlamına gelir.

Cumhuriyet ve demokrasi bakımından, Cumhuriyet’in 100. yılına ulaşmasında Lozan’ın katkısı, bilimsel çalışmalarla daha somut olarak ortaya konulmalı, Türkiye Cumhuriyeti’nin barış ve demokrasi kuşağı devleti olmasındaki payı gözetilerek çifte yüzüncü yıl kutlaması yapılmalıdır.

Sonuç olarak; Barış Andlaşması’nın uygulanmasını istemek ve Andlaşma’yı sahiplenmek, sınırların değişmezliği ikesi gereği Türkiye’nin bağımsızlığı için önemli olduğu kadar, metinde güvence altına alınan hak ve özgürlüklere saygı, toplumsal barış açısından da önem taşımaktadır.

Lozan Barış Andlaşması’nın 2. yüzyılı kutlu olsun!

CHP’nin Tarihi Görevi

Mehmet Tomanbay (@mtomanbay) | TwitterProf. Dr. Mehmet TOMANBAY
22. DÖNEM ANKARA MİLLETVEKİLİ
Cumhuriyet, 07 Temmuz 2021

Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktıktan sonra Milli Mücadele’yle ilgili ilk açıklamasını 22 Haziran 1919’da Amasya’da yapmıştır. Tarihe “Amasya Tamimi” olarak geçen ve Atatürk tarafından kaleme alınan açıklama, “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir” cümlesiyle başlar. “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” cümlesiyle de çözümün ne olduğunu belirtir.

KİRLİ İLİŞKİLER SAÇILDI

Mustafa Kemal ve arkadaşları Milli Mücadele’nin yol haritasını, Erzurum ve Sivas kongreleriyle çizmişlerdir. Sivas Kongresi, Cumhuriyetin kurulmasında en önemli dönemeçlerdendir. CHP’nin 2. Kurultayı’nda Atatürk, Sivas Kongresi’ni “partimizi doğuran kurultay” olarak tanımlar. Bu sözüyle

  • CHP’ye, “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olan cumhuriyetimizi, ebediyete kadar koruma, kollama görevini vermiştir.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri egemen olan demokratik parlamenter sistem, 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliği referandumuyla terk edildi. Yerine “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen tek adam rejimi egemen kılındı. TBMM işlevsizleştirildi. Otoriterlik ve kutuplaşma arttı. Kuvvetler ayrılığı yok edildi. Denge, denetleme mekanizmaları ortadan kaldırıldı. Egemenlik kişiselleştirildi. Artık Türkiye’yi denetlenemeyen, partili bir cumhurbaşkanı yönetmektedir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin uygulanmasıyla ekonomide,
dış politikada, toplumsal sorunlarda sıkıntılar giderek büyümüştür

  • Salgın hastalığın da iyi yönetilememesi sonucu, işsizlik olağanüstü artmış, gelir dağılımı daha da bozulmuştur.

TL’deki değer kaybı durdurulamamıştır. Vatandaş yükselen enflasyon karşısında, her zamankinden daha çok ezilmiştir. Libya’da, Suriye’de, Doğu Akdeniz’de geri adımlar atılmıştır. AB ve ABD’yle ilişkilerde iyileşme olmamıştır.

  • Organize suç örgütlerinin kirli ilişkilerinin devleti nasıl tahrip ettiği de son dönemde kamuoyuna yansımıştır.

MİLLET İTTİFAKI’NIN SORUMLULUĞU

Bu ortamda siyasal mücadele yaşamsal önemdedir. Muhalefet partilerinin, ülkemizi hızla sonu belirsiz noktaya yaklaştıran gidişe dur deme sorumlulukları büyüktür. Yapılması gereken, Amasya Tamimi’nde Atatürk tarafından belirtilmiştir. Kötü gidişe dur deme görevi milletindir. Milleti örgütleme sorumluluğu da kurucu parti CHP’nin ve genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nundur.

Bu anlamda Kılıçdaroğlu, CHP’nin sorumluluğuna uygun bir politikayla “Millet İttifakı” adıyla muhalefet partileri arasında önemli bir dayanışmayı başarmıştır. Bu politika ilk meyvesini yerel seçimlerde vermiş, Millet İttifakı birçok belediye başkanlığı kazanmıştır. Bu başarı, CHP ve Kılıçdaroğlu’na yönelik beklentiyi daha da artırmıştır. Her geçen gün artan ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunları aşabilmek için Millet İttifakı’nı daha da genişletmek, güçlendirmek zorunludur. Milletin büyüyen sorunlarını, Millet İttifakı’nda bir araya gelen güçlerin azmi çözebilir. Türkiye’nin toplumsal yapısı ve toplumdaki hassas dengeler nedeniyle, ittifakın genişletilip güçlendirilmesi kolay değildir. Ancak ülkemizin birliği, dirliği için bu zor görev başarılmalıdır.

Atatürk, ülkemizin içinde bulunduğu tehlikeli durum karşısında, Anadolu’da binlerce yıldır tasada, kıvançta bir arada yaşamış, aynı gelenek, görenek, inanca sahip kesimleri, etnik ve mezhepsel farklılıklarına bakmadan, ayrım yapmadan bir araya getirmişti. Ümmetten millete geçmeyi başarmıştı. Cumhuriyeti kurmuştu. Şimdi de millet, her kesimden siyasi liderin aynı sorumlulukla davranmasını beklemektedir. Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın diğer liderleri, ittifakı desteklemek isteyen, Atatürk ilke ve devrimlerine sadık, güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönmeyi arzulayan irili ufaklı her partiyi ve parti liderini, ittifak çatısı altında buluşturma sorumluluğuyla karşı karşıyadırlar. Cumhuriyetimizin esenliği ve kurtuluşu, Millet İttifakı’nı kuran Kılıçdaroğlu ve diğer genel başkanların bu zor ama tarihi görevi başarmalarına bağlıdır.

102 Yıl Sonra Amasya Genelgesi

102 Yıl Sonra Amasya Genelgesi

Mustafa Kemal Paşa Samsun’da bir aya yakın kaldı. 12 Haziran’da Havza yoluyla Amasya’ya geçti. Orada eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ve 3. Kolordu Kumandanı Refet Bey ile buluşup toplantılar yaptı. Görüşmeler sonunda, Mustafa Kemal Paşa’nın önceden hazırladığı ilkeleri kapsayan bir metin üzerinde anlaşma sağlandı.
12. Kolordu Kumandanı Mersinli Cemal ve 15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşaların da görüşleri alındıktan sonra kimi düzeltmelere uğrayan metin, 21/22 Haziran gecesindeki
son toplantıda kesin biçimini aldı. Bu “Amasya Kararları” ertesi gün, yani 22 Haziran 1919’da asker ve sivil ilgililere telgrafla bildirildi. Amasya Tamimi olarak tanınan altı maddelik metnin 1. maddesi şöyledir:

Vatanın tamamiyeti, milletin istiklâli tehlikededir. Hükûmeti merkeziyetimiz
İtilâf Devletlerinin tesir ve murakabesi altında mahsur bulunduğundan deruhde ettiği mes’uliyetin icabatını ifa edememektedir. Bu hal milletimizi madum (yok) tanıttırıyor. Milletin istiklâlini gene milletin azmü kararı kurtaracaktır. Milletin halü vaz’ını
derpiş etmek (göz önüne almak) ve sadayı hukukunu cihana işittirmek için her türlü tesir
ve murakabeden azade bir heyeti milliyenin vücudu elzemdir.

Anadolu’nun bil-vücuh en emin mahalli olan Sivas’ta millî bir kongrenin serian in’ikadı takarrür etmiştir. Bunun için tekmil vilâyatı osmaniyenin her livasından ve fırka ihtilâfatı nazarı dikkate alınmaksızın muktedir ve milletin itimadına mazhar üç kadar zatın
sürati mümkine ile yetişmek üzere hemen yola çıkarılması icap etmektedir.”
(Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, C. III, Vesikalar, İstanbul 1934, s. 47)

Amasya Kararları‘na genelde bakılınca, bunların Türk Millî Mücadelesi’nin ana programını oluşturduğu, Mustafa Kemal Paşa’nın siyasal dehası ve yüksek askeri yeteneği sayesinde
adım adım gerçekleştirildiği gözlenir.

Mustafa Kemal Paşa Amasya’dan sonra, Rauf Bey ile birlikte, Sivas ve Erzincan üzerinden Erzurum’a gitti. İngilizlerin baskısı sonucunda 8 Temmuz 1919 gecesi askerlikten ayrılmak zorunda kalan Kemal Paşa, 23 Temmuz 1919’da Erzurum’da toplanan Doğu vilâyetleri temsilcilerinin kongresine sivil olarak “Sine-i millette bir ferd-i mücahit” olarak katıldı ve kongreye başkan oldu. Onun ustaca yönetimi sayesinde, Erzurum Kongresi’nin
7 Ağustos 1919’da yayınlanan bildirisi, Amasya Kararlarına uygun olarak hazırlandı.

On maddelik Bildirgede Millî Mücadele’nin hedeflerini daha ayrıntılı olarak belirliyor ve
bu hedeflere varmak için yapılacak işleri belirliyordu. 2. maddede “Osmanlı vatanının tamamiyeti ve istiklali millimizin temini ve makamı saltanat ve hilafetin masuniyeti için
Kuvây-ı Milliye’yi âmil ve iradei milliyeyi hâkim kılmak esastır” hükmü açıklanıyordu.
4. maddede, merkezi hükümetin yabancı bir devletin baskısı altında kalması halinde
“Hukuku milliyeyi kâfil tedabir ve mukarrerat ittihaz olunmuştur” ibaresi bulunuyordu.
6. maddede “30 Teşrinievvel sene 1334 (AS: 30 Ekim 1918, Mondros Silah Bırakışması) tarihindeki hududumuz dahilinde kalan… ezici çoğunluğu İslamlar teşkil eden… ve yekdiğerinden gayrikabili infikâk (ayrılamaz) özkardeş olan din ve ırkdaşlarımızla meskûn memâlikimiz” cümlesi, vatan sınırlarını Mondros Mütarekesi imzalandığı gün ordularımızın hakimiyeti altında bulunan toprakları çeviren hatla çiziyordu. 8. maddede “Milletin içinde bulunduğu hâli zücret ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessülüne hacet kalmadan hükümeti merkeziyetimizin Meclisi Milli’yi hemen ve bilâ ifâtei zaman (zaman kaybetmeden) toplaması” isteniyordu. (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, 1960, s. 106-107)

Kaynak : http://www.tarihtarih.com/?pnum=8&pt=Cumhuriyet+D%C3%B6nemi
*****
Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere,
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın bu kritik dönemecinde emeği geçen tüm vatanseverlere şükranla..

Vatanın tamamiyeti, milletin istiklâli tehlikededir.
Milletin istiklâlini gene milletin azmü kararı kurtaracaktır.

Sevgi ve saygı ile. 22 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

Atatürk, Kemalizm ve Cumhuriyet

Atatürk, Kemalizm ve Cumhuriyet

CHP Konya Milletvekili Dr. M. Hüsnü BOZKURT'un 9 Eylül MesajıDr. M. Hüsnü BOZKURT
25-26. Dönem Konya Milletvekili
Cumhuriyet, 12 Ekim 2020

  1. yüzyıl başında fiili işgal, iç kargaşa ve savaşla siyasetsizleştirilip, devletsizleştirilerek yok edilmek istenen Anadolu insanı, bugün de zihinsel işgal, Oklu Terör ve Emperyal saldırılarla yine ülke ve ulus olarak bölünme tehdidi ile karşı karşıya.

Batı Emperyalizmi yüzyıllardır sömürdüğü İslam dünyası’nda (petrol coğrafyasında) kötü (!) örnek Laik bir Cumhuriyet, düzenine çomak sokacak Antiemperyalist bir devlet ve bağımsızlığından ödün vermeyen bir ulus istemiyor.

Tuzak aynı tuzak; dün SEVRdi adı, bugün BOP!

1918 de Mondros Mütarekesi ile siyasetsizleştirilen, işgal edilip orduları dağıtılarak fiilen devletsizleştirilen Türkiye Halkı (ki Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bu halka Türk Milleti diyor), boynuna dolanan esaret ve zillet zincirlerini Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde 3 yıl 3 ay 22 gün süren Milli Mücadele ile kırarak bağımsızlığını kazanmış, Lozan’da dünyaya kabul ettirmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın Kasım 1918’de İstanbul’a dönüşünden, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışına kadarki 6 ay ve Samsun, Havza, Amasya, Erzurum, Sivas, Ankara güzergâhındaki 1 yılı bulan akıl almaz zorluklarla dolu çalışmaları çok önemlidir.

Ulusal Bağımsızlık Savaşımızın bu hazırlık dönemi iyi bilinmeli, çok iyi anlaşılmalıdır. Bu dönem incelendiğinde; Atatürk’ün Devrimciliği, örgütçülüğü, akıl ve bilim yolundan şaşmayan kararlılığı ve dehası görülmektedir.

Mustafa Kemal, İstanbul’daki 6 ayı; yüzlerce görüşme yaparak, ülke ve dünya koşullarını, işgal kuvvetleri ile Saray ve hükümetinin niyet, olanak ve yeteneklerini anlamaya çalışarak, neleri, ne zaman, nasıl, kimlerle yapabileceğini araştırarak değerlendirmiştir.

Samsun’a 9. Ordu Müfettişi olarak çıkmış, bu görevin olanaklarını çok kısa süre kullanabilmiş, Temmuz 1919’dan itibaren – kendi deyişi ile – bir ferd-i millet olarak çalışmıştır.

Milletin azim ve kararını harekete geçirme amaçlı kongreler (örgütlenme) süreci olan bu hazırlık dönemi sonunda 23 Nisan 1920’de TBMM açılmış, ardından düzenli ordu kurulmuştur

Atatürk Samsun’da göreve başlar başlamaz bütün Komutanlık, Mutasarrıflık ve Valiliklere birliklerin terhis ve silahlarının işgalcilere teslim edilmemesini  emretmiş, böylelikle kurmayı planladığı düzenli ordunun çekirdeğinin korunmasını sağlamıştır.

Havza Genelgesi ile işgale direnileceğini duyurmuş, Amasya Tamimi ile “milletin istiklalini yine milletin azim ve kararının (Ulusal Egemenlik) kurtaracağını “yurda ve dünyaya ilan etmiştir.

Erzurum Kongresi’nde Doğu İlleri Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerini bir araya getirerek Sivas’ ta toplanacak büyük kongreye katılma kararı aldırmış, Sivas’ta bütün Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerini tek çatı altında toplayarak Heyet-i Temsiliye’sini oluşturmuş, böylelikle – daha başlarken -Milli Mücadele’nin meşruiyet kaynağının Millet İradesi olduğunu tarihe kaydetmiştir.

“ÜSTİNSAN”

Mustafa Kemal bir bilge’dir, Nietzsche’nin deyişiyle bir “Üstinsan”’dır.

Selanik’in orta halli ailesinin yetim çocuğunu bir kaya kütlesi gibi almış; Rüştiye, İdadi, Harbiye, Manastır, Şam, Trablus, Çanakkale, Bitlis, Muş, Halep, Diyarbakır, Adana, İstanbul taşımış, okudukları, gördükleri ve yaşadıklarından öğrendikleriyle yıllar boyunca milim milim yontmuş, 19 Mayıs 1919’da Samsun rıhtımına görünürde ‘Sarı Paşa’yı, ama aslında kendi inşa ettiği – adı henüz konmamış – Atatürk’ü çıkarmıştır.

Adeta Michelangelo’ nun Floransa Akademi Galerisi’ nde hayranlıkla seyredilen Rönesans başyapıtı Davut heykeli gibi, kendi heykelini dikmiştir o rıhtıma, heykelleri yurt ve dünya meydanlarına dikilmeden yıllar önce…

Atatürk “Benim iki büyük eserim vardır…” demiştir, doğrudur ama en büyük eseri tartışmasız kendi yaptığı kendisidir!

Savaş alanlarından hasta yatağına ömrü boyunca 4 bine yakın kitap okuyan bu üstinsan; Truva savaşının Agamemnon ve Hektor’unu, Atilla’nın Roma’yı nasıl dize getirdiğini, Hannibal’in Kartaca muharebelerini de bilir, Reform’u, 30 ve 100 yıl savaşlarını, Amerikan bağımsızlık mücadelesini, Büyük Fransız İhtilalini, Napolyon’un Waterloo yenilgisinin nedenlerini, Fatih’in İstanbul surlarını yıkacak top çizimlerini ve İstanbul’u fethettikten sonra Papa II. Pius’a yazdığı mektubu da…

Platon’ un Devlet’ini, T. More’un Ütopya’ sını da okumuştur, J.J. Russo’yu, Voltaire’i, Montesquieu’yu, Tevfik Fikret’ in Sis’ini, Ferda’sını, Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre’ sini, Reşat Nuri’nin Çalıkuşu’nu da…

HER ŞEYİN FARKINDA

İngiltere ile Fransa ve İtalya arasındaki çıkar çatışmalarını da incelemiş, kullanmıştır, Bolşevik Rusya (SSCB)’nın İngiliz emperyalizminin Kafkas Seddi planlarını engellemek için Milli Mücadele’yi desteklemek zorunda olduğunun da farkındadır…

Attığı her adım tüm olasılıklar ve ayrıntılar düşünülerek yapılmış usta işi birer satranç hamlesidir. En büyük şanssızlığımız, en büyük şansımız Atatürk’ün 20 – 25 yıl daha yaşayamamış olmasıdır belki, kim bilir?

Erzurum Kongresi 5 ilden gelen 56 delege ile toplanmıştır.

Sivas Kongresi 4 Eylül 1919’da sadece 31 delegenin katılımı ile (İstanbul heyetinin gelmesiyle 41) açılmıştır.

23 Nisan 1920’de Meclis, ulaşım zorluklarını aşıp Ankara’ya gelebilen 115 milletvekili ile çalışmaya başlamıştır.

Ve onları bir araya getirmeyi, bir arada tutmayı beceren Sarı Paşa…

Hepsi budur!

Milletten başka SEVGİLİ, vatandan başka AŞK bilmeyen bir avuç insan…

TARİHSEL GERÇEKLİK

Bugün milyonlar “MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ“ diyorsa nedeni budur.

Ve hiç unutulmamalıdır; Atatürk olmasaydı ne Kurtuluş Savaşı olurdu, ne bağımsız Türkiye Cumhuriyeti…

Tarihin gerçeği budur. Tarih; hamaset, hurafe, kafasında fesle dolaşan meczupların hezeyanları ya da profesör unvanlı çakma tarihçilerin zırvaları değildir.

Tarih Bilimdir! Bilim; nankörlük etmez, yanıltmaz, aldanmaz ve aldatmaz. Nitekim Ali Fuat (Cebesoy) Paşa yıllar sonra bir röportajında “ Biz olmasaydık da Atatürk yine birilerini bulup yapardı, ama O olmasaydı hiçbirimiz yapamazdık” diyerek bu gerçeği teslim etmiştir.

Tarih; ibret almayanı, çarpıtmaya kalkanı, yalan tarih yaratmaya çalışanı eninde (AS: önünde) sonunda ve mutlaka çarpar, rezil eder.

Milli Mücadele; güçlü ve varsıl olunduğu için değil, tarih doğru değerlendirildiği, bilgi ile hareket edildiği ve haklı olunduğu için kazanılmıştır.

İstanbul’da Padişah ve hükümeti varken, Anadolu’nun dört bir yanı düşman çizmesi altındayken Atatürk ve bu bir avuç insan dünyaya da İstanbul’a da işbirlikçi hainlere de meydan okumuş, esareti kabul etmeyeceklerini haykırmış, tamamını denize dökmüştür.

Ahmed Arif’in dediği gibi yahut “kitap ile / iş ile / tırnak ile diş ile / umut ile sevda ile düş ile“ dayanmışlar, rüsva etmemişlerdir Anadolu’ yu.

KURTULUŞ’U TAMAMLAYAN KURULUŞ

Mustafa Kemal; 9 Eylül 1922 akşamı Belkahve’den dumanlar içindeki İzmir’e bakıp İsmet Paşa’ya “Bir rüya görmüş gibiyim İsmet” derken, o kutlu rüyayı milletiyle birlikte görmeyi hak etmiş olmanın gururu içindedir elbette!

Ama hiçbir şeyin bitmediğinin, aslında yeni başladığının, işgalin (6 Ekim 1923’e kadar 13 ay daha) devam ettiğinin farkında, nasıl sonlandıracağının hesabındadır.

Daha önemlisi, asıl büyük savaşın (cehaletle savaşın), Kurtuluş’u tamamlayacak kuruluş mücadelesinin kendilerini beklediğini bilmektedir.

“Ateşi ve ihaneti” görmüşlerdir.

Boyunlarında Dürrizade fetvalı, Damat Ferit imzalı, Vahdettin onaylı idam fermanları ile kelle koltukta yaşamışlar, çalışmışlar, savaşmışlardır.

Bağımsızlıkları, ırz, namus ve onurları için canlarını feda etmeye and içtikleri halkın, yer yer aldatılarak çıkardığı 23 isyanla boğuşmuşlardır.

EN HAKLI, EN NAMUSLU MÜCADELE

Doğuda Ermeni ve Ruslar, Kuzeyde Pontuslar, Güneyde Fransız ve İtalyanlar, Batıda Yunanlar ve her yerde İngilizlerle savaştıkları yetmezmiş gibi, bir de Kuvayı İnzibatiye gibi Saray’ın İngiliz altınları ile topladığı işbirlikçi alçaklarla çarpışmak zorunda kalmışlardır.

Kurtuluş’u Kuruluş’a, Kuruluş’u Aydınlanma devrimleriyle Ulus Devlet’e ve demokrasiyi hedeflemiş hukuk devletine ulaştırmayı başarmışlar, 600 yıllık bir din – tarım imparatorluğu enkazından Çağdaş – Laik bir Cumhuriyet vücuda getirmişlerdir.

1924 3 Mart’ından başlayarak Aydınlanma devrimleriyle; ümmeti millet, kulu yurttaş, mülkü vatan eylemişler, ulusu sürü, kendini çoban sayan gafilleri defetmişler, her yaştan 15 milyon genç yaratmışlar, anayurdu demir ağlarla (o demir ağlar sadece demiryolları değil, yapılanların tümüdür) örmüşler, salgın hastalıkları yok etmişler, eğitimde çağ atlamışlar, karma ekonomi ve denk bütçe ile tek dolar borç almadan, Osmanlı’nın Düyun-u Umumiye borçlarını da ödeyerek, milletin her kuruşunu yerine harcayıp, israf ve yolsuzluğa asla izin vermeyerek 15 yılda % 115 büyüyen bir ülke, uçak üreten bir sanayi devleti yaratmışlardır.

Türkiye Cumhuriyeti; tarihin en haklı, en namuslu, en ahlaklı Kuruluş Felsefesi’ne sahip devletidir. Bu özelliğiyle bütün mazlum milletlere umut olmuştur.

‘KEMALİZM PRENSİPLERİ

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 19 Mayıs 1919’dan itibaren ilmek ilmek örülmüş Tam Bağımsızlıkçı Antiemperyalist kuruluş felsefesinin adı Kemalizm’dir.

Kemalizm (Atatürkçülük) geçmişin övüncü, Kurtuluşun ve Kuruluşun ideolojisi olduğu kadar, bugün de ulusal çıkarları korumanın, bilimsel eğitime, adalete, kadın erkek eşitliğine, topyekûn kalkınmaya ve refah devletine ulaşmanın Yol Haritası olarak görülmelidir.

100 yıl sonra yine emperyal saldırı ile tehdit ediliyorsak, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet dört bir yanda kol geziyorsa bütün bunları hatırlamak ve “Atatürk gibi düşünmek”tir gereken.

Atatürk gibi düşüneceğiz. Milletimize güveneceğiz. Kendimize, ideolojimize, başaracağımıza inanacağız. Neoliberal rüzgârlarla savrulmayacağız.

  • Laiklik olmadan demokrasi olmayacağını bileceğiz.

Tek adam sultasında siyaseti çürütülmüş ülkemizde, Atatürk’ün kongreler sürecinde yaptığı gibi yeni bir Tarz-ı Siyaset kuracağız.

“Umutsuz durum yoktur, Umutsuz insan vardır, ben umudumu hiçbir zaman kaybetmedim” diyen o ses hep kulaklarımızda olacak.

İl il, ilçe ilçe; parti, inanç, etnik köken ayırt etmeksizin bütün halkımızla kucaklaşacağız, dinleyeceğiz, öğreneceğiz, anlayacağız, anlatacağız, hep birlikte yeniden Ulus olacağız, İç Cephe Birliğini mutlaka sağlayacağız.

Birbirimizle değil, hepimizi boğmak isteyen emperyalizm ve işbirlikçileriyle mücadele edeceğiz. Atatürk’ün her iki eserini de yeniden kurucu felsefe ile buluşturacağız. YAPABİLİRİZ! YAPACAĞIZ!

MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT
25-26. DÖNEM KONYA MİLLETVEKİLİ

Diplomat İnönü Lozan’da!

Diplomat İnönü Lozan’da!

Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
Cumhuriyet, 24 Temmuz 2020

Bugün 24 Temmuz:

Kanlı bir zaferin, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusunun, emperyalist camiaya boyun eğdirilerek onaylatılmasının yıldönümü!

Gerek Ön Asya’da tarihin akışını değiştiren mucizevi İstiklâl Savaşı’nı yapan, gerekse Tarım Dönemi’nde patinaj yaparak Endüstri Devrimi’ni ıskalayan Feodal bir Din İmparatorluğu’nu görülmemiş bir hızla, Ulusal ve Laik bir Cumhuriyete dönüştüren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün:

Amasya Tamimi ile ilan ettiği Cumhuriyet Rejiminin meşruiyetini bütün dünyaya kabul ettirdiği Lozan Antlaşması’nın yıldönümü!
***
Lozan hakkında çok kitap vardır:

Anıt kitap, 2. baskısı Yapı Kredi Yayınları tarafından yapılan Lozan Barış Konferansı/Tutanaklar-Belgeler (8 cilt, İstanbul 1993) adlı, değerli ve sevgili hocam Prof. Seha L. Meray tarafından Türkçeye kazandırılmış olan eserdir.

Bir başka önemli çalışma da, konferanstaki Türk heyetinde yer alan Ali Naci Karacan’ın, son baskısı İş Bankası Kültür Yayınları tarafından 2014 yılında yapılmış olan kitabıdır.

Lozan konusundaki son önemli kitap Alev Coşkun tarafından yazılan 1922-1923, Diplomat İnönü, LOZAN adlı çalışmadır. (Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2019)

Lozan hakkındaki bu eser, kendisinden önceki bütün öteki kitaplarından çok daha farklı bir perspektifle yazılmıştır:

Lozan’la ilgili bütün kitapları, belgeleri inceleyen ve yorumlayan Alev Coşkun, bu kitabı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir yanıt olarak da kaleme aldığını belirtiyor…

Erdoğan’ın bir konuşmasında, “Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturdular”, “Biz daha Cumhuriyetin kuruluşunun biraz öncesinde yaklaşık 3 milyon kilometrekarelik topraklara sahiptik. Lozan’da işte o 3 milyon kilometrekareden bir yerler yine tırtıklandı, maalesef 780 bin kilometrekareye kaldık” dediğini, sonra da “Lozan’da güncellemeye ihtiyaç var” diye yorum yaptığını anımsatıyor…

Lozan’a yönelik olarak AKP çevrelerinin ve yandaş yazarların yaptıkları, “Lozan’da en büyük ihanet halifeliğin kaldırılmasıdır”, “Lozan’da Türk milletine 100 yıllık bir süre verildi”, “100. yıl olan 2023’te Lozan Antlaşması’nın gizli maddeleri ortaya çıkacaktır” gibi tarihsel gerçeklere aykırı olan saçma sapan eleştirileri vurguladıktan sonra, “Tartışmayı açan ve bu korkunç iddiaları ortaya atan sıradan bir kişi değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’ydı” diye vurguluyordu.

Bu iddialara karşı, CHP’nin de, aydınların da, üniversite öğretim üyelerinin de yeterli yanıt veremediğini, Antlaşmayı imzalayan vatansever milletvekillerine sahip çıkamadıklarını belirterek:

Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı düzeyinde öne sürülen bu ‘saçma sapan’ iddialar yanıtlanmalıydı” diyor.
***
Alev Coşkun’un kitabı, sadece Lozan’ı doğuran koşulların irdelenmesi ve antlaşmanın tarihsel bir perspektif içinde değerlendirilmesi bakımından değil, güncel tartışmalara tuttuğu ışık, tarihi saptırmak isteyen abuk sabuk iddialara verdiği yanıtlar açısından da bütün öteki Lozan kitaplarından çok farklı ve önemli bir çalışmadır.

SÖYLEV’den Seçkiler (Prof. Dr. Özer Ozankaya) / Quotations from Ataturk’s Great Speech “NUTUK”

SOYLEV_seckisi_O_Ozankaya_ Aralik1997

19 Mayıs Bayramını Kim Nasıl Kutluyor ?

19_mayis_bayramini_kim_nasil_kutluyor_ 19.5.12