Etiket arşivi: Amasya Genelgesi

CADDE TV Programımız – 9 Ağustos 2023

Dostlar,

Dün, 9 Ağustos 2023 günü CADDE TV‘de Sn. Rahmi Aygün‘ün konuğu olduk. Saat 17:00 – 19:00 arasında 2 saate yakın bir süre ülkemizin yakıcı gündemini ve çıkış yöntemlerini konuştuk. Duyuru görseli aşağıda, program öncesinde dağıttık sanal ortamlarda (“sosyal medya mecralarında” demeye gerek var mı?) Konumuz,

  • 100 YILIN KUŞATMASI : Nasıl Yaracağız? idi.

Tıkanan sağlık sistemini, bu tablonun Haziran 2003’te AKP iktidarınca başlatılan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM (Health Transformation) adıyla maskeli neo-liberal tezgahın istendik ürünü olduğunu açıklayarak başladık.

Laiklik‘ten DİB Ali Erbaş‘ın bir şeriat militanı gibi kışkırtıcı ve apaçık anayasayı çiğneme (ihlal) suçu oluşturan çıkışlarına; derin ekonomik çöküntüden kurgulu yoksullaşTIRmaya, Akbelen ormanlarının kırımına, Hatay/Dikmece köyünde girişilen us dışı hızlı kamulaştırmaya, 14/28 Mayıs 2023 seçimlerinin meşruluk sorununa, AKP=RTE iktidarının giderek kalıcılaşan ve yinelenen, olağanlaştırılan ve alışmamız istenen gözü kara, pervasız Anayasa çiğnemlerine (ihlallerine), çevrilemez duruma getirilen muazzam borç yüküne ve moratoryum (uluslararası iflas!) riskine, azgın enflasyona acımasız vergilere… değindik. SERVET VERGİSİ alınmasını önerdik

Ülkenin dış politikada çıkarlarının ve güvenliğinin korunamadığı, Erdoğan’ın ABD önceki başkanı D. Trump tarafından aşağılandığı / örtük tehdit edildiği mektubu, göçmenlerle demografik yapının dinamitlenmesi de tartıştığımız başlıklardandı.

AKP=RTE iktidarını uyardık : Bu gidiş gidiş değil..  Ülkeyi inanç ve etnik temelde böldünüz.. On milyonu aşkın yabancıyı ülkeye bilerek doldurdunuz ve Uluslaşmanın önünü kesmek istediniz, ümmetleşme hedeflediniz. Paramızı pul ettiniz 3 Kasım 2002’de iktidar olduğunuzda 1 $ =1,65 TL idi, bu gün 27 TL. Toplam kamu borcu 130 milyar $ iken 477 milyar $’a çıkardınız, Cumhuriyetin varlıklarını peş keş çekerek sattınız.. Yandaş İslami kesime sistemli biçimde sermaye aktarımı yapmaktasınız.

Demokrasiyi askıya aldınız.. Yasama – Yürütme – Yargı  erklerini hesap sorulamayan tek 1 kişiye bıraktınız. Yargı adalet değil korku ve zulüm dağıtıyor. RTÜK iktidar sopası. Aydınlar, gazeteciler hapiste ve hapis gözdağı ile baskı altında.. AYM ve AİHM kararlarını bile uygulamıyorsunuz!

Bu gidiş ülkemizde denetlenemeyecek patlamalara yol açabilir.. Aklınızı başınız alın. Ülkeyi bir Anadolu Federe İslam Devletine sürüklüyorsunuz. Bu ham hayal, vazgeçin..

Kurtuluş çaresi                              :

Halk öylesine sindirilip kutuplaştırıldı ki, elde, tek birleştirici gene Gazi Mustafa Kemal Paşa‘nın eylemi kaldı.. 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi..

1- Vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir.
2- İstanbul hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir.
Bu durum ise milletimizi yok olmuş gibi göstermektedir.
3- Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

Çoook açık ki “İstanbul hükümetiyerine AKP = RTE hükümeti konmalı..

Kurucu Parti CHP derhal toparlanmalı ve Ulusu bu yönde örgütlemeli!

İzlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayın (toplam 2 saate yakın).

https://twitter.com/caddetvtr/status/1689282502551121922?s=08

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin hızla yapılması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile. 10 Ağustos 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

FLASH HABER TV Konuşmamız : Türkiye’de Çok Yönlü Bunalım: Ne Yapmalı?

Dostlar,

FLASH Haber TV ‘de Sn. Betül Begümhan Aydoğan’ın konuğu olduk.. (07.08.20023).

Konumuz, Türkiye’nin AKP eliyle içine sürüklendiği çok yönlü bunalım idi.
Türkiye, olağandışı / olağanüstü bir döneme sürüklendi, moratoryum eşiğinde.
İktidar, dağı – taşı – limanı – ormanı – hazine arazilerini, borsayı…ne var ne yok haraç mezat satıyor! İtiraz istemiyor, halk uyanmasın istiyor, sesini çıkaranı hapse tıkıyor, ekran karartıyor. Olağanüstü – olağandışı durumlar, bu nitelikte, olağanüstü – olağandışı çözümleri zorluyor.

Saat 16:00’da başlayan konuşmamızın başında ses niteliğinin (kalitesinin) çok yetersiz olması nedeniyle, skype görüşmemiz telefon bağlantısına (salt ses) dönüştürüldü.
Sn. Aydoğan’ın bu haber kuşağı 2,5 saat süreli. Saat 14:00’te başlıyor. Biz programa 1 saat 25 inci dakikada katıldık ve yaklaşık 25 dakika sürerek 1:50’de bitti. Videonun altındaki kırmızı zaman çizgisi üzerinde ileri – geri kaydırma ile izlenecek bölüm seçilebiliyor. İzlemek için lütfen tıklayınız :

https://www.youtube.com/live/37EBSZ0YUcY?feature=share 

Özetle vurguladığımız şunlardır :

AKP=RTE ve son yıllarda MHP vd.nin ortaklığı Cumhur İttifakı eliyle Türkiye, Cumhuriyetin 100 üncü yılında derin ve çok yönlü bir bunalıma (krize) sokulmuştur.

Özellikle son 2 yıldır sürdürülen, “Nass” maskesi ile gerekçelendirilen yoksullaşTIRma bilinçli ve kurguludur. Örn. 7500 TL gibi cep harçlığı düzeyinde aylıklı emeklilere, ENAG (Enflasyon Araştırma Gurubu) verileriyle %100’ün üstünde!) korkunç enflasyona karşın Temmuz 2023’te zam verilmemesi.. Bu insanların sözde yastık altını ekonomiye kazandırma amacına AKP=RTE iktidarının inandığını savlamak çok güçtür. Çünkü ulusal ekonomiye gerçek (reel) kaynak aranışı için hiç de gerçekçi bir yol değildir ve iktidar kurmayları – bürokratları gerçekliğin ayırdındadır.

Dolayısıyla, 9 milyona yakın açlık sınırı altında aylıklı emeklinin, aileleriyle birlikte 30 milyon dolayında bir kitle nasıl göz ardı edilebilmiştir? Siyaset biliminde geçerli genel-geçer kural alt üst edilebilmiştir! Beklenen, kaynamayan tencerenin iktidarları sandığa gömdüğüdür. Ancak üst akıl güdümünde iktidar, bu derin ve yaygın yoksullaşTIRmayı şaşırtıcı biçimde yönetmekte ve siyasal avantaja dönüştürebilmektedir. Yandaşlar, bütçeden sosyal yardımlarla seçici olarak desteklenmekte ve üstelik Parti yardımı olarak sunulabilmektedir. Dolayısıyla Parti tabanı korunabilmektedir (tahkim, konsolidayon). Ancak yandaş olmayan ve acımasız biçimde açlık sınırı altına itilen yandaş olmayan milyonlar ise çaresizlikleri ile teslim alınmakta, güce teslim olmaya yönlendirilmekte, diz çöktürülerek biata zorlanmaktadır. Ya da de-politize edilmekte, siyasal katılmanın dışına itilmektedirler.

Laik yaşam / seküler düzene dönük saldırılar boğucu düzeye tırmandırılmıştır. Milli Eğitim’de üniversite öncesinde 1,2 milyon dolayında öğretmen olmasına karşın, akıl almaz biçimde imamlar-vaizler okullarda görevlendirilmektedirler! Dernek-vakıf maskesiyle çalışan gerici tarikat-cemaatlar ile sözleşmeler yapılarak okullarda öğrencilere bu kesimlerin din adamlarının sözde eğitimi dayatılmaktadır.

DİB Ali Erbaş, yalınkılıç şeriat militanlığına soyunmuştur. Günaydın sözlüğüne “Arapça” uzuuuun sözcüklerle kendince seçenek üretmektedir. Cuma namazına uygun eğitim – kamu mesaisi ayarlanması isteyebilmektedir. Bay Erbaş, pervasızca Anayasa m. 2, 24, 42, 136, 174 vd. ni çiğnemektedir. Bu suçtur ve yaptırımı TCK m. 309’da yaşam boyu ağırlaştırılmış hapistir.

Akbelen’de sermaye güdümünde orman talanı ve kırımı ve Hatay’da ivedi kamulaştırma ile köylülerin tarım alanları ve zeytinliklerinin gasp edilmeye çalışılması..

  • RTE’nin 3. kez CB adaylığının apaçık anayasaya aykırı olmasına karşın (m.101/2) YSK eliyle ve muhalefetin anlaşılmaz suskunluğu ile kotarılması..
  • RTE’nin üniversite diplomasının olmadığını eski YÖK başkanı Yusuf Özcan’ın açıklamasına karşın görmezden gelinmesi..

Seçimlerde adaletsiz medya ve devlet olanaklarının kullanılması, Bakanların görevde iken adaylığı, yüzbinlerce göçmenin oy kullanması, tırnak boyasının reddi, seçim hileleri ile kıl payı kazanılan seçim…

Korkunç borçlanma… Ege’de işgaline göz yumulan adalar..

İçeride gazetecilere (Merdan Yanardağ), aydınlara baskılar.. İntikam davaları ile tutsak alınan 5 emekli, yaşlı, hasta general.. karartılan TV ekranları (TELE1!)

Uluslaşmayı engellemek ve ümmetleştirmek için milyonlarca insanı ülkeye doldurma..

2. yy başında Türkiye Cumhuriyeti’ni ANADOLU FEDERE İSLAM CUMHURİYETİ‘ne dönüştürme, bu yolla Lozan Barış Andlaşması’nı iptalle yerine post-modern Sevr‘i getirme..

Bu korkunç dayatma ve kurgular, iktidarca Anayasa apaçık, pervasız, gözü kara ve meydan okurcasına çiğnenerek yürütülmektedir. Adını koyalım :

  • AKP=RTE, eylemli olarak (fiilen) Anayasayı çiğnenerek Cumhuriyet’e darbe yapmaktadır.
  • Üstelik bu iktidarın meşruluğu yukarıda belirttiğimiz nedenlerle açıkça tartışmalıdır.
  • Ulus kutuplara bölünmüş, etnik-inanç temelinde ayrıştırılmış ve eğitimsiz bırakılarak algı yönetimiyle kandırılmaktadır.
  • ÇÖZÜM             : Yeniden kuvay-ı milliyedir. Parça parça edilmiş kitleleri birleştirecek tek ortak payda kalmıştır. O da, Mustafa Kemal Paşa‘nın 22 Haziran 1919’da yayınladığı, Anadolu halkına seferberlik çağrısı olan Amasya Genelgesi‘ndeki tarihsel değerde 2 özlü maddedir :

1. Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

Cumhuriyeti kuran parti CHP hızla derlenmeli, köklerine dönmeli ve ulusal muhalefeti yukarıdaki 2 madde ekseninde örgütlemelidir.
***
Kapsamlı bir özetleme ile yukarıdaki iletileri paylaştık. Ayrıca tarihe not düşmek için de yazdık.
FLASH Haber TV‘ye ve Sn. Betül Begümhan Aydoğan‘a teşekkür ederiz.

Okunması, TV kaydının izlenmesi, yaygın paylaşılması ve gereklerinin ivedilikle yerine getirilmesi dileğiyle.

Sevgi ve saygı ile. 09 Ağustos 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik
==========================================

Bu gün, 9 Ağustos 2023 Çarşamba günü saat 17:-19:00 arasında 2 saat boyunca Cadde TV’de olacağız. Konumuz aşağıdaki görselde..

  • 100 Yılın Kuşatması : Nasıl Yaracağız?

Duyurulması, izlenmesi ve gerekleri dileğimizdir.

Saygı ile. 9 Ağustos 2023, 02:24

Dr. Ahmet Saltık

ADD Basın açıklaması : TIBBİYELİ HİKMET’TEN GÜNÜMÜZE TIP BAYRAMI

BASINA ve KAMUOYUNA

14 Mart; Tıbbiye öğrencilerinin okullarına yerleşen emperyalist işgalcilerin gözleri önünde Askeri Tıbbiye cephesine Türk Bayrağı asarak sergiledikleri vatansever protesto eylemi ile
Tıp Bayramı olmuş kutlu gündür.

14 Mart 1919, ‘’cebren ve hile ile aziz vatanının bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketinin her köşesi bilfiil işgal edilmiş, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş’’ bir milletin evlatları olan Askeri Tıbbiyelilerin esaret (tutsaklık) ve zillet zincirlerine mahkum olmama kararlılıklarının ete kemiğe büründüğü ilk özgürlük adımı ve Milli Mücadele’nin İstanbul’da çakan ilk kıvılcımıdır.

Osmanlı Devleti’nin ömrünü sonlandıran Mondros Mütarekesi’nin 30 Ekim 1918’de imzalanmasından (bağıtlanmasından) sadece (yalnızca) 15 gün sonra, 13 Kasım 1918’de İstanbul işgal edildi ve hemen ardından İngilizler Askeri Tıbbiye binasını karargâh olarak kullanmaya başladılar. Yatakhaneleri İngilizlere verilen öğrenciler tavan arasındaki ot şiltelerde yatmak zorunda bırakıldılar. Geceleri tuvaletler İngiliz askerlerine ayrıldı. Tıbbiyeliler için de tavan arasına idrar kovaları kondu. Aşağılama o boyuta vardı ki, askeri üniforma giymeleri de yasaklanan öğrencilerden sivil kıyafeti (giysisi) olmayanlar pijamaları ya da gecelik entarileri ile derslere girmek zorunda kaldılar.

İşgalciler Mütareke İstanbul’unda her türlü toplantıyı yasakladıkları için öğrenciler Okul Komutanı aracılığı ile Tıphane-i Amire’nin (sonra Askeri Tıbbiye-i Şahane) kuruluş günü olan 14 Mart 1827’nin yıldönümünde bir bilimsel toplantı düzenleme izni aldılar. Öğrencilerden Sırrı, Kazım, İsmail, Yusuf, Müfit ve Hikmet bu bilimsel (!) toplantıyı işgali protesto eylemi olarak değerlendirmek üzere harekete geçtiler. Büyük katılımla yapılan toplantı esnasında (sırasında) önceden okulun iki kulesi arasına gizlice astıkları, açıldığında tüm cepheyi kaplayan Türk Bayrağı’nı öğrencilerin alkışları ve İngilizlerin şaşkın bakışları arasında çatıdan aşağıya bıraktılar.

Sonradan Tıp Bayramı olarak kutlanacak bu şanlı direniş eyleminden sadece (yalnızca) 2 ay sonra Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktı ve 22 Haziran 1919’da yayınladığı Amasya Genelgesi ile Eylül ayında Sivas’ta ulusal bir kongre toplanması çağrısı yaptı. Tıbbiyeliler bu kongreye harçlıklarından toplayabildikleri para ile sadece (yalnızca) Hikmet’i delege (temsilci) olarak gönderebildiler. Delegelerin (Temsilcilerin) bir kısmının (bölümünün) kurtuluşun emperyal devletlerin mandasına (güdümüne) girmekle mümkün (olanaklı) olacağı yolunda konuşmalar yapması üzerine söz alan Tıbbiyeli Hikmet, Mustafa Kemal’e hitaben (seslenerek);

  • “Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı mahal (eğer, varsayalım ki), manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz (kınarız). ” dedi.

Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa;

  • “Efendiler, gençliğe bakın; Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır” dedikten sonra Hikmet’e dönerek “Evlat müsterih ol! Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya İstiklâl ya Ölüm! diyerek sözlerini tamamladı.

Büyük Önder, 1919 Eylül’ünün o kapkara günlerinde, ortada henüz hiçbir olanak yokken, devlet yokken, ordu yokken, silah yokken, her tarafı (yanı) düşman, hain ve yoksunluklar kaplamışken Tıbbiyeli Hikmet’te gördüğü Ulus inancına ve bağımsızlık aşkına dayanarak yaptığı bu konuşmayla, cesaret (yüreklilik) ve kararlılığı yanında “Umutsuz durum yoktur. Umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu kaybetmedim.” deyişinin içtenliğini de ortaya koymuştur. Ulusal Bağımsızlık Savaşımızı zafere (utkuya) ulaştıran bu irade (istenç), bu cesaret (yüreklilik), bu kararlılıktır.

14 Mart 1919’da İstanbul’da işgale karşı direnişin fitilini ateşleyen Tıbbiyeli Hikmetler de, Atatürk’ün 20 Ekim 1927’de Büyük Nutuk’unu bitirirken “Ey Türk Gençliği” seslenişiyle Cumhuriyeti ve devrimleri emanet ettiği namuslu vatan evlatlarının ilklerindendir.

1911 Trablusgarp’ından 1922 İzmir’ine uzanan 12 yıllık dönem, Türk Ulusu için olduğu gibi, Tıbbiye için de çok netameli (kırılgan, engelli), çok meşakkatli (zorlu) bir dönem olmuştur. Bu dönemin birbiri ardına patlayan savaşlarında Tıbbiyeliler de cepheden cepheye koşmuş, büyük bedeller ödemiş, hatta 1921’de, (1915 Çanakkale savunmasında) bütün 1. sınıf öğrencileri şehit olduğundan, mezun bile verememiştir! Türk Ulus’unun dün olduğu gibi bugün de nice Tıbbiyeli Hikmetleri vardır.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak; Tıbbiyeli Hikmet cesaret (yüreklilik) ve yurtseverliği ile Ulusumuzun özgürlük ve gönenci için mesleklerini icra eden (yürüten) değerli hekimlerimizin
Tıp Bayramı’nı kutluyor, sadece (yalnızca) salgın ya da deprem dönemlerinde değil, her zaman kıymetlerinin (değerlerinin) bilindiği, haklarının verildiği çalışma koşullarına kavuşmalarını diliyoruz.

Saygılarımızla. 14 Mart 2023

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

Kurtuluşun İlk Adımı 19 Mayıs 1919; 103. Yılında ADD 33 Yaşında!

Kurtuluşun İlk Adımı
19 Mayıs 1919; 103. Yılında

ADD 33 Yaşında!

Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın, 3 yıl 3 ay 22 gün süren kutlu yürüyüşünün 19 Mayıs 1919’da Samsun Limanı’nda atılan İLK ADIM’ının 103. yıldönümünü kutluyoruz. 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

103 yıl sonra yine iç ve dış sorunlarla boğuşuyoruz. Yine emperyalizm boğazımıza çökmüş, ülkemizi bölmek için oyun üzerine oyun kuruyor. Yine karanlık güçler ve hain işbirlikçileri iş başında. Üstelik günümüz koşullarının yarattığı, sayıları milyonları bulan ve demografik yapımızı tarumar eden geçici (!) sığınmacılar ve benzeri başka sorunlarımız da var. 1919’un karanlık tablosundan farklı olarak, güzel yurdumuz bir silahlı işgal altında değil tabii, ama kimi zihinlerin işgal edildiği gün gibi ortada.

Bütün bu olumsuzluklara karşın;

  • Yüz yıl önce Ulusal Kurtuluş Savaşını zafere ulaştıran, Cumhuriyeti kuran, Aydınlanma Devrimleri ile Ulusumuza çağ atlatan Mustafa Kemal Atatürk’ün rehberliği gibi,
  • Türk Ulusu’nun bağımsızlık tutkusu, Laik Cumhuriyet ve demokrasiye bağlılığı gibi,
  • 103 yıl önceye göre çok daha eğitimli ve zengin (nitelikli) insan kaynağımız gibi,
  • Milli Mücadeledeki cesaret ve kararlılıklarını sürdüren kahraman kadınlarımız ve her yaştan gençlerimiz gibi,
  • Kemalist düşünceyi ve Cumhuriyet değerlerini yeniden halkımıza ulaştıran, deneyimli, eğitimli, gözü pek devrimci kadrolara sahip, ülke sathına yayılmış ve
  • 33 yıl önce bugün kurulmuş ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ gibi

ufkumuzu aydınlatan, umudumuzu yükselten, Ulusumuzu yüreklendiren çok önemli değerlerimiz var.

30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi (AS: silah bıraktırma) sonrası, 13 Kasım 1918 günü İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa, Boğaz’a demirlemiş emperyalist donanmasını gördüğünde -Ulusuna duyduğu güvenle- “Geldikleri gibi giderler” demiş ve asla terk etmediği bu inançla İstanbul’da geçirdiği 6 ay boyunca kafasında kurguladığı zaferin planlarını ilmek ilmek örmüş, kendisini hayalci bulanlara karşın Bandırma vapuruna binme cesaretini gösteren 18 adsız kahramanla Samsun’dan başlayarak Türk Milleti’ni ayağa kaldırmıştı. (AS: 3 yurtsever Hekim idi!)

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Geldikleri gibi giderler” sözü, işgalcilerin kendiliklerinden gidecekleri hayaline değil, akıl ve bilim temelli YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM şiarına (AS: ilkesine) dayanıyordu.

Amasya Genelgesinden Erzurum Kongresine, Sivas Kongresinden, Büyük Millet Meclisi’ne, Birinci ve İkinci İnönü zaferlerinden Sakarya ve Dumlupınar’a, İzmir rıhtımından Mudanya’ya, Lozan’a, Montrö ve Hatay’a kadar hep ANTİEMPERYALİST ve TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE hedefli KEMALİST İDEOLOJİ izlenecekti.

Bu tarihin en haklı, en ahlâklı ve en namuslu mücadelesini veren Kuvayı Milliyecilerin önü, emperyalist işgalciler kadar, Osmanlı Sarayı’nın Vahdettinleri, Damat Feritleri, Ali Kemalleri, Kuvayı İnzibatiyecileri, Anzavur Ahmet çeteleri ile gerici isyancılar ve emperyalizmin kadim işbirlikçileri dinci yapılanmalar tarafından da kesilmek istendi. Tıpkı bugün ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ’nin önünün kesilmek istenmesi gibi. Tıpkı Kurucu Genel Başkanımız Prof. Dr. Muammer Aksoy’un Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurduktan 8,5 ay sonra katledilmesi gibi. Tıpkı kurucumuz Doç. Dr. Bahriye Üçok’un, Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın paramparça edilmeleri, Genel Başkanımız Şener Eruygur ve pek çok yöneticimizin iktidar destekli FETÖ kumpas davaları ile zindana atılmaları gibi…

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları için, Toros dağlarında, Istrancalarda, Kaçkarlarda, Antep’te, Ege’de yanan çoban ateşleri umut ışığı olmuş, yurdun her köşesinde kurulan Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak cemiyetleri ile Kuvayı Milliye örgütleri O’nun milletin azim ve kararını harekete geçirme çabasına omuz vermede halka önderlik etmişti. Günümüzde de ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ, Mustafa Kemal’in Askeri olan on binlerce üyesi ve bugünün Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olma bilinci ile Atatürk’ün 20 Ekim 1927 günü GENÇLİĞE HİTABE’si ile verdiği görevinin başında, Milletinin hizmetindedir.

103 yıl önce güneş bir 19 Mayıs sabahı Samsun’dan doğmuştu.

O GÜNEŞ YENİDEN DOĞACAK, inanıyoruz.

Çünkü; Ulusumuza güveniyoruz. Çünkü Türk Ulusu “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile,
âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” 
diyen o büyük devrimciyi
hiç yanıltmadı, yine yanıltmayacaktır.

19 Mayıs 1919’da Samsun’dan yola çıkan Mustafa Kemal Paşa ile dava ve silah arkadaşlarını, Türkiye Cumhuriyeti’ne kanları ve canlarıyla yaşam veren Kemalist Devrimcileri şükran ve saygıyla anarken;

  • ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİMİZ’in kurucularını ve ödenemez emekleri ile bugüne ulaştıran yüz binlerce Atatürkçüyü minnetle yad ediyor, yaşamlarını sürdürenlere sağlık ve esenlik diliyoruz.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak;

  • KEMALİZM’in namus sesini bir SİS ÇANI gibi yurdumuz semalarına asma
  • Ve yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne ulaşma azim ve kararımızı yineliyor,

Aziz Milletimizin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutluyoruz.

Saygılarımızla…

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİ
===========================================
Dostlar,

Yukarıdaki iletiyi biz de bütünüyle (“aynen” yerine) benimsiyor ve paylaşıyoruz.

Değerli meslektaşımız, ADD Genel Başkanı Sayın Dr. M. Hüsnü Bozkurt ve çalışma arkadaşlarını, ölçüsüz özverileri, kısa sürede ulaştıkları somut ve büyük başarı nedeniyle içtenlikle kutluyoruz. Bundan sonraki hizmetleri için de gönülden destekliyoruz.

Ulusumuzun da ADD’yi bu tarihsel – ulusal savaşımında gereğince ve yeterince destekleyeceğini umuyor ve çok kıdemli bir ADD üyesi / neferi olarak bu çağrıyı bir de biz yapıyoruz.

Çalışmaları ve nasıl destek olabileceğinizi görmek için lütfen ADD web sitesini ziyaret ediniz :

www.add.org.tr..

Üye olmak, bağış yapmak, burs vermek, duyuruları – yazıları…. paylaşmak için…

CIA Ankara istasyon Şefi Graham Fuller, 2008’de Türkçeye çevrilen “Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabından : (Bu tweet iletimiz 32 bini aşkın insan tarafından okundu..)

  • “Türkler Kemalizmi terkedip ılımlı İslamı benimsemeli. Ilımlı İslam Kemalizmi silme amaçlı karşıdevrim ve karşısında Türk ordusu ile ulusalcı aydınlar; tasfiye edilmeleri gerek”

ADD saflarında ULUSAL BİRLİK dışında kurtuluş var mı??
Batı emperyalizmi Sevr‘i çöpe atmadı…
Vargücüyle uygulamaya çalışıyor, gecikmeyle de olsa.
***
Güncelliği nedeniyle buraya ekleyelim :

Eğer Atatürk Havaalanını pistlerini kırarak ranta açmak / yağmalamak VATAN HAİNLİĞİ değil ise, başka hiçbir şey değildir!
Bu işi yapanlar gerçekten vatan haini değil iseler, bunu kanıtlamak için derhal yıkımı durdursun!

Sevgi ve saygı ile. 21 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
ADD Bilim Kurulu 2. Başkanı, 30 yıllık üye / nefer
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Çağdaş, laik ve bağımsız Türk devletinin ilk adımı

Alev CoşkunAlev Coşkun
19 Mayıs 2022, Cumhuriyet
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, 19 gün sonra geriye çağrıldı!

Atatürk’ün “doğum günüm” dediği 19 Mayıs 1919, emperyalizme karşı bağımsızlık savaşının başlangıcı, çağdaş Cumhuriyete giden yolun da ilk adımıdır.

Atatürk 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a çıktığı zaman, kendisine verilen görev Karadeniz Bölgesi’ndeki asayiş ve düzeni sağlamaktı.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın üzerinden yedi ay geçmişti. İstanbul’da işgal kuvvetleri askerleri her yanı denetim altına almış; Toros tünelleri, Adana, Urfa, Maraş, Konya, Antalya, Bodrum, Fethiye ve Batı Trakya işgal edilmişti. 15 Mayıs 1919’da Yunan işgal kuvvetleri İzmir’e çıkmış ve Batı Anadolu adım adım işgal ediliyordu.

Atatürk, Nutuk’ta durumu şöyle anlatıyor:

  • “İşgaller sürüyor, ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmaya devam ediyor…”

Henüz halkta bir hareket, bir direniş ve karşı çıkış yoktu. Halk, durağandı…

Koskoca Almanya yenilmişken biz ne yapabiliriz, İngiltere ve Fransa’ya karşı çıkılmaz” düşüncesi genel kabul görüyordu. Genel olarak üç kurtuluş çaresi öne sürülüyordu.

Birincisi, İngiliz himayesi istemek; ikincisi, Amerikan mandası istemek; üçüncüsü bölgesel kurtuluş çareleri aramak.

YENİ BİR DEVLET

Atatürk diyor ki “Bu kararların hiçbirisini doğru bulmadım. Dayandıkları mantık temelsizdi. Aslında Osmanlı Devleti çökmüştü. Ömrünü tamamlamıştı… Yapılacak en doğru iş milli egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmaktı.”

Atatürk, yeni bir Türk devleti kurma kararına daha önce vardığını da şöyle açıklıyor:

“Daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz… Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar bu olmuştur.” (Nutuk, s. 9)

‘YA İSTİKLAL YA ÖLÜM’

Atatürk, bu kararın dayandığı mantık noktalarını da şöyle belirtiyor:

Türk milletinin onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Öyle ise ya istiklal (bağımsızlık) ya ölüm. (Nutuk, s. 10)

Atatürk, bu kararın uygulamasını aşamalara ayırmak, basamak basamak ilerleyerek hedefe ulaşmak gerektiğini belirtiyor.

İLK HAREKET

Anadolu’ya ayak basalı henüz dokuz gün olmuştu. Samsun’da beş gün kalan Atatürk, Havza’ya geçti. Orada önemli kararlar aldı. 28 Mayıs 1919’da Havza’dan Anadolu’daki kolordu komutanlarına, valilere ve mutasarrıflıklara bir bildiri gönderdi.

Atatürk, Anadolu’da işgallere karşı mitingler, toplantılar yapılmasını, Anadolu’dan İstanbul Hükümeti’ne ve İstanbul’daki yabancı işgal güçleri temsilcilerine protesto telgrafları gönderilmesini ve her bölgede “milli teşkilatlar” kurulmasını istedi.

HARBİYE BAKANLIĞI MİTİNGLERİN DURDURULMASINI İSTİYOR

Anadolu’da hareket başladı, her yanda çoban ateşleri gibi mitingler yapılıyor, İstanbul’a işgalleri kınayan protesto telgrafları çekiliyordu.

Harbiye Bakanlığı, Mustafa Kemal’e mitinglerin durdurulması emrini verdi.

Mustafa Kemal’in Harbiye Bakanlığı’na 3 Haziran 1919’da verdiği yanıt, dik duruşu ve temel ideolojiyi gösterir.

MİLLETİN SİNESİNDEN FIŞKIRAN ÜZÜNTÜLER

Atatürk verdiği yanıtta:

  • Vatanın bağımsızlığı ve milli varlık yok ediliyorİzmir işgal ediliyor… Bunlar milletin heyecan ve üzüntüsünün sonucu olan milli gösterilerdir. Bu milli gösterileri engellemek ve durdurmak için kendimde ve kimsede kudret ve cesaret göremeyeceğim gibi, bu yüzden ortaya çıkacak olaylar karşısında sorumluluk kabul edebilecek ne kumandan ne mülkiye amiri ne de hükümet düşünürüm.” diyordu. (Nutuk, s. 36)

ENGELLEYEMEM

Mustafa Kemal, açıkça Harbiye Bakanlığı’na işgallere karşı halkın gösterdiği milli tepkilerin engellenemeyeceğini bildirerek tavır alıyordu. Atatürk, bu telgrafı ile tarihe not düşüyordu. Bundan sonrası çok hızlı gelişti.

SİLAHLARA EL KONULMASI

Anadolu’yu işgal etmek isteyen emperyalist devletler, Ordu ve halkın elinde bulunan silahlara el konulmasını istemişlerdi. Mondros Ateşkes Antlaşması’na bu konuda bir madde konulmuştu. Anadolu’da silahların süngü kolları toplanıyor ve imha edilmek (yok edilmek) üzere İstanbul’a gönderiliyordu. Mustafa Kemal, Doğu bölgesinden Samsun yoluyla İstanbul’a gönderilen 30 bin silah sürgü kolu, 198 makineli tüfek ve 26 top kamasına el koydu.

Harbiye Bakanlığı, 31 Mayıs 1919’da hemen şu soruyu sordu: “Diyarbakır’dan Samsun yoluyla İstanbul’a gönderilmekte olan 31 bin 333 sürgü kolu, 198 makineli tüfek ve 26 top kamasına ne oldu?

Atatürk, Bakanlığa verdiği yanıtta, “Silahları taşıyan ekibi yorgun buldum. Bir süre dinlenecekler, sonra Samsun yoluyla İstanbul’a göndereceğim” diye yanıt verdi. Mustafa Kemal zaman kazanmak istiyordu, ayrıca Havza’daki askeri depoda bulunan silahları da halka dağıttı.

BARDAĞI TAŞIRAN DAMLA

Anadolu’ya geçeli 10 gün olan Atatürk’ün hareketleri, Anadolu’da bulunan İngiliz Gizli Servis elemanları tarafından izleniyordu. Anadolu’da başlatılan mitingler İstanbul’a gönderilen protesto telgrafları zaten yeterliydi. Ama şimdi daha önemli bir iş yapılıyor, silahların İstanbul’a gitmesi engelleniyordu. Atatürk’ün silahlara el koyması adeta bardağı taşıran bir damla oldu.

19. GÜN (6 HAZİRAN 1919): KIRMIZI ALARM IŞIKLARININ YANDIĞI GÜN

İNGİLİZLER MUSTAFA KEMAL’İN AMACINI HEMEN ANLAMIŞLARDI

Kırmızı alarm ışıklarının yandığı tarih 6 Haziran 1919’dur. Atatürk’ün Anadolu’ya çıkışının 19. günüdür. İstanbul’daki işgal güçlerinin Karadeniz Orduları Komutanı İngiliz General Milne, İstanbul’daki Padişah’ın hükümetine bir nota gönderdi ve “Mustafa Kemal’in derhal İstanbul’a geri çağrılmasını” istedi. (G. Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s. 124)

  • İşbirlikçi İstanbul Hükümeti hiç ara vermeden Havza’ya telgraf emri göndererek Mustafa Kemal’in acele İstanbul’a dönmesini istedi.

İNGİLİZLERİN TELAŞI NEDEN?

Yineleyelim, tarih 6 Haziran 1919’dur. Mustafa Kemal Anadolu’ya geçeli henüz 19 gün olmuştur. Sömürgeci imparatorluk sisteminin kurucularından olan İngiliz gizli casusluk örgütü, Mustafa Kemal’i kuşkusuz gün gün izliyordu. O’nun aldığı kararlardan ve Anadolu’daki yetkililere gönderdiği telgraflardan, olayın teşhisini koymuşlar, tanımlamasını yapmışlardı. İngilizler, Mustafa Kemal’in bağımsızlık hareketini başlattığını anlamışlardı. 

İNGİLİZLER İSTİYOR

Atatürk, İstanbul Hükümeti’nin ısrarlı “dön” emirlerini yerini getirmedi ancak eski cephe arkadaşı o sırada İstanbul’da Genelkurmay Başkanı Cevat (Çobanlı) Paşa’ya bu geri dön emrinin esasını sordu. Cevat Paşa, 11 Haziran 1919 günü şifreli telgrafla “Sizin dönmenizi İngilizler istiyor” diye yanıt verdi. O konu böylece tarihe belgeli olarak geçmiş oldu.

STRATEJİK KARAR

Atatürk bu noktada çok önemli bir karar verdi. Kararın temeli şudur: “Hareketi kişisel olmaktan çıkarmak.” Atatürk, konuyu şöyle anlatıyor:

“Anadolu’ya geçeli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün ordu birlikleriyle temas ve bağlantı sağlanmış; millet mümkün olduğu kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir duruma getirilmiş, milli örgüt kurma düşüncesi yayılmaya başlamıştı. Genel durumu artık bir komutan ile yürütüp yönetmeye devam imkânı kalmamıştı. Yapılan geri çağırma emrine uymamış ve onu yerine getirmemiş olmakla birlikte, milli teşkilat ve hazırlıkların yönetimine devam etmekte olduğuma göre, şahsen asi durumuna geçmiştimO halde yapılacak girişim, çalışmaların milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir kurul adına olması gerekli idi.” (Nutuk, s. 21)

Bu stratejik karardaki anahtar noktalar şunlardır:

  • Girişimler ve çalışmalar kişisel olmaktan çıkarılmalıdır.
  • Çalışmalar milleti temsil edecek bir kurul tarafından yapılmalıdır.

İşte Amasya’da 22 Haziran 1919’da yayımlanan İhtilal Bildirisi’nin esası budur. Bildirinin temel noktalarını anımsayalım: (Amasya Genelgesi)

1. Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. 
2. İstanbul Hükümeti üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor.
3. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4. Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta hemen milli bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.

GÖREVDEN ALINMA

Amasya Bildirisi İstanbul’da şok etkisi yarattı ve 23 Haziran 1919’da İstanbul Hükümeti tarafından Anadolu’da vali ve kolordu komutanlarına şu telgraf geçildi:

Mustafa Kemal Paşa görevinden azledilmiştir. Hiçbir resmi sıfatı kalmamış olduğundan, bildiri ve emirlerine uyulmaması gerekir.”

Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişinin üzerinden bir ay dört gün geçmiş ve görevinden azledilmişti. Mustafa Kemal, ardından Amasya’dan Erzurum’a geçti. Ve 8 Temmuz 1919’da ordudan tart edildi, rütbeleri elinden alındı. Samsun’a çıkalı henüz 50 gün olmuştu.

ALTERNATİF TARİHÇİLERE ve 2. CUMHURİYETÇİLERE BİRKAÇ SÖZ

Burada kendilerine tarihçi diyen ve “Mustafa Kemal’i Kuvayı Milliye’yi örgütlemesi için Anadolu’ya Padişah Vahdettin gönderdi” diyen  geveze, yalancı, saptırmacı, ahlaksız ve Vahdettin yalakası yazarlara seslenmek gerekiyor:

Mustafa Kemal’i Anadolu’ya vatanı kurtarmak için Padişah Vahdettin göndermişti diyorlar. Ancak gerçek şu:

  • Padişah, görev verdikten 19 gün sonra geriye çağırıyor ve bir ay sonra görevden azlediyor. Daha sonra da savaş meydanında kazandığı bütün rütbelerini elinden alıyordu. Bu ne yaman bir çelişki?

Bu yazarlar için tarihsel gerçekler, belgeler önemli değil, yeter ki padişahlık alkışlansın, yeter ki Atatürk ve Milli Mücadele alçaltılsın. Bunlara kimi 2. Cumhuriyetçiler de destek veriyor. Bunlar utanmaz, yalancı, sözde tarihçilerdir. Bu sahte tarih yazıcıları, işgalcilerle birlik olmuş, İngilizlere manda yönetimi teklif etmiş Vahdettin’i korumak istiyorlar. Tarihi saptıran bu yalancı yazıcılar aslında günümüzün işbirlikçileridir. Milli Mücadele’nin 19. gününde İngilizlerin isteği ile İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal’i geriye çağırdı. 50. gününde O’nu Ordudan tart etti. Ama Atatürk, antiemperyalist mücadelesine devam ederek bağımsızlığımızı sağladı.

İkinci aşama, çağdaş Cumhuriyeti kurmaktı.

Kurtuluşa giden yol

Av. Hüseyin ÖZBEK
TBB Önceki Başkan Yardımcısı

19 Mayıs 2022, Cumhuriyet

 

Nutuk, Türk yurdunun 19 Mayıs 1919 tarihli panoramasıyla başlar. 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak bastığı gün çizdiği ülke manzarası hiç iç açıcı değildir. 1. Paylaşım Savaşının galiplerinin sabırla bekledikleri günler nihayet gelip çatmıştır. Hasta adamın zengin mirası paylaşılacaktır.

Mondros Mütarekesi ile Türklere silah bıraktırılmış, Sevr’e giden yolun ilk aşaması tamamlanmıştır. Türk Ordusu dağıtılmış, tersanelerine girilmiş, silah ve cephanesine el konulmuş, işgale karşı olası direniş dinamiklerinin tasfiyesine yönelik sert uygulamalar devreye sokulmuştur. Savaşın beklenenden uzun sürmesine ve maliyetinin artmasına neden olan Türklere insaflı davranılmayacak, Anadolu’nun dar bir alanına (o da şimdilik) sıkıştırılacak, başkentleri denetim altına alınacaktır.

Bağlaşıkların, Osmanlı İmparatorluğunun mirasından paylarına düşecek yerler önceden kararlaştırıldığı için nihai barış antlaşmasının (Sevr ) bir an önce imzalanması için hazırlıklar hızla sürdürülmektedir. Anadolu Türklüğünün Batılı beyaz efendiye bir daha karşı koyamaz hale getirilmesi işi Yunanistan’a ihale edilmiştir.

Yunan Ordusunun, felaketle sonlanacak Küçük Asya (İkinci Troya Seferi) macerasının arka planında Birleşik Krallığın örtülü hesapları vardır. Sevr’e karşı olası Türk direnişi bastırılacak, direnç dinamikleri yok edilmiş Anadolu, galiplerin sömürge coğrafyasına dönüştürülecek, Türkler yurtsuzlaştırılacaktır.

16 Mayıs’ta İstanbul’dan başlayan yolculuğun üç aktörü üç farklı amacı vardır. İngilizler, yöre halkının, Samsun ve çevresindeki Pontus kalkışmasına gösterdiği tepkiden rahatsızdır. Bu konuda Vahidettin ve hükümeti sıkıştırmaktadır. İngiliz baskısından bunalan Vahidettin, Türkleri direniş yerine teslimiyete ikna edecek dirayetli bir Paşa aramaktadır! Sarayın, yöredeki milli tansiyonu söndürmek için yetkilendirdiği Sarı Paşa’nın ajandasında ise gönderenleri pişman edecek bambaşka öncelikler vardır!

Sarı Paşa’nın 13 Kasım 1918 – 15 Mayıs 1919 arası İstanbul’da geçirdiği 6 ay, payitaht merkezli bir kurtuluşun olanaklı olmadığını göstermiştir. Kurtuluş, Anadolu’dan ve Anadolu’yu arkaya alarak gerçekleştirilebilecektir. 16 Mayıs’ta (AS: yola çıkarken edinilmiş olan,) mülki ve askeri anlamda çok geniş yetkiler içeren 9. Ordu Müfettişliği, Milli Mücadelenin ilk dönemi için son derece önemlidir. Sarı Paşa’nın günü geldiğinde Saltanatı ve Sarayı tarihin çöplüğüne gönderecek bir sürecin başlangıcının kısa öyküsü, anlattığımız gibidir.

Ege’nin, Trakya’nın, Trabzon ve çevresinin, doğu illerinin işgali ile Yunan, Ermeni ve Pontus yurdu yapılmak istenmesine karşı yöresel örgütlenmelerin ülkenin bütününü kapsar duruma getirilmesi, kurumsallaşması ve merkezileşmesi Sarı Paşa’nın öncülüğünde gerçekleşecektir. Büyük harpten yenilgiyle çıkan Türklerin üzerine çökmüş karamsarlık ve edilgenlikten sıyrılıp yeniden ayağa kalkmaları pek kolay görünmemektedir. Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’e Anadolu’da duyulan güven ve saygı, ilk adımların atılabilmesinin ve direnç çekirdeğinin oluşturulabilmesinin en önemli dayanağı olacaktır.

20-21 Haziran 1919 Amasya Genelgesi (Paşalar deklarasyonu) işgalcilere ve Mütareke Hükümetine karşı ilk isyan manifestosudur.

  • “Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının yine milletin iradesiyle sağlanacağı”

gerçekte bir ihtilal çağrısıdır. Ülkenin kurtuluşuna yönelik Sivas’ta yapılacak kongre kararı ise İstanbul’un otoritesine meydan okumaktır.

Yüzyılların emperyal deneyimiyle İngilizler, merkezi önderlikten yoksun bölgesel dirençlerin, Sarı Paşa’nın stratejik adımlarıyla ülkenin tümünü kapsayan bir kalkışmaya dönüşme tehlikesini ilk andan görmüşlerdir. Gerçek liderini bulup bir kez harlanan isyan ateşini söndürmenin ne denli zor olacağının bilincindedirler. Bölgedeki milli tansiyonu (ulusal gerilimi) düşürmek şöyle dursun, artırıp merkezileştiren Mustafa Kemal’in görevine derhal son verilip geri çağrılması için Sarayı sıkıştırmaya başlamışlardır bile. Amasya Genelgesi’nin uygulamaya dönüşmemesi için planlar yapılacak, önlemler alınmaya çalışılacaktır.

Kurtuluş yolundaki büyük dönemeç Sivas Kongresidir. Bu nedenle, Erzurum Kongresi’nin ardından yapılacak Sivas Kongresi’nin engellenmesi için her türlü çaba, açık ve örtülü entrikalar devreye sokulur. Sonuç, Saray ve İngilizler için tam bir düş kırıklığıdır. Sivas Kongresi’nin basılması girişimleri sonuçsuz kaldığı gibi, başlangıçta çoğu delegenin yandaş olduğu Amerikan Mandasının yerini kongre bitiminde İstiklal-i Tam (Tam bağımsızlık) alacaktır!

Sivas Kongresiyle oluş(turul)an Heyet-i Temsiliye, 23 Nisan 1920’de Milli Mücadelenin meşruiyet organı (Türkiye) Büyük Millet Meclisine yetkisini terk edene dek varlığını sürdürecektir. Kurtuluşa giden yolda doğru atılan ilk adım, süreç içinde milyonların bağımsızlık yürüyüşüne dönüşecektir. Doğru atılan ilk adımın ardından ulus devleti, tekil (üniter) yapıyı, çağdaş, laik hukuk devletini temel alan Cumhuriyet gelecek, Ortaçağın dinci (teokratik) kurumları tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır!

19 Mayıs, Türk Milletinin yeniden dirilişinin onur günüdür. 19 Mayıs, Anadolu’yu Türk yurdu olmaktan çıkarıp, emperyalizmin vesayetinde Pontus, Ermeni ve kimi etnisiteler arasında paylaştırma düşlerinin hayal kırıklığına dönüştürülmesinin de ilk adımıdır.

Milli Kurtuluşun ilk adımına, yeniden dirilişin onur gününe, Pontus soykırımı iftirasıyla leke sürmenin yavuz hırsızın ev sahibini bastırmasından öte bir anlam taşımayacağı, suyun öte yakası ve arkasındakilerce iyice anlaşılmalıdır! Çünkü komşunun bünyesi, yeni bir Küçük Asya serüvenini asla kaldıramayacaktır!

ADD’den 14 Mart 2022 Tıp Bayramı Basın Açıklaması

BASINA VE KAMUOYUNA

14 Mart, bu da doktorların günü olsun diye üretilmiş bir bayram değildir.

14 MART TIP BAYRAMI, Tıbbiye’ nin emperyalist işgale karşı başlattığı mücadelenin kutlandığı gündür. Bu özelliği nedeniyle bize aittir, sadece ülkemizde kutlanır.

14 Mart 1919; 1683’den itibaren girdiği bütün savaşlarda hırpalanmış, sürekli yenilgilerle gerilemiş, 1. Dünya Savaşı sonunda fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş, orduları dağıtılmış, memleketinin her köşesi bilfiil işgal edilmiş bir milletin çocukları olan TIBBİYELİLERİN özgürlük mücadelelerinin ilk adımı, Ulusal Bağımsızlık Savaşımız’ın ilk kıvılcımlarındandır.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ardından 13 Kasım 1918’de İstanbul işgal edildi. Tıbbiyeliler, Boğaza demirleyen işgal donanmasını Haydarpaşa’dan gözyaşları ile izlediler. Kısa süre sonra İngilizler Askeri Tıbbiye’yi karargâh olarak kullanmaya başladılar. Okulun kulelerine makineli tüfekler yerleştirildi. Yatakhaneler İngiliz askerlerine verildi, karyolaları alınan öğrencilere tavan arasındaki yer şilteleri gösterildi. Tuvaletler gece İngiliz askerlerine ayrıldı, tıbbiyeliler için yattıkları yere idrar kovaları kondu. Nihayet askeri üniforma giymeleri de yasaklandı, sivil kıyafeti olmayanlar pijamaları ile derslere devam etmek zorunda kaldılar. Baskılar giderek arttı…

İşte ilk TIP BAYRAMI bu ortamda, 14 Mart 1919’da İngilizlere karşı başkaldırı olarak gerçekleştirildi.

İşgal İstanbul’unda her türlü toplantı yasaktı. Bu nedenle Tıphane-i Amire’nin (sonra Askeri Tıbbiye-i Şahane) kuruluş günü olan 14 Mart 1827’nin yıldönümünde bir bilimsel toplantı için izin alındı. Üçüncü sınıf öğrencileri Sırrı, Kazım, İsmail, Yusuf, Müfit ve Hikmet bu toplantıyı bir protesto eylemi, direnişlerini ateşleyecek bir bayram kutlaması olarak düzenlemeyi düşündüler. Diğer öğrenciler ve hocalarla birlikte toplantı büyük katılımla yapıldı. Bu sırada okulun iki kulesinin arasına gizlice astıkları -açıldığında tüm cepheyi kaplayacak- büyük TÜRK BAYRAĞI’nı öğrencilerin coşkulu alkışları ve İngilizlerin şaşkın bakışları arasında çatıdan aşağıya bıraktılar.

Bu ilk TIP BAYRAMI kutlamasından yaklaşık üç ay sonra, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Samsun’a çıktı. (AS: Bu vapurdaki 19 kişiden 3’ü hekimdi!) 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’ni yayınlayarak Eylül başında Sivas’ta ulusal bir kongre toplanması için çağrı yaptı. Tıbbiyeliler bu kongreye iki delege seçtilerse de, harçlıklarından toplayabildikleri para ile ancak Hikmet’i gönderebildiler. Tıbbiyeli Hikmet, kaçak yollarla Sivas’a gitti. Bazı delegeler kurtuluşu emperyal devletlerin mandasına girmekte görmekte, bu yolda konuşmalar yapmaktaydılar. Söz alan ve kürsüden Mustafa Kemal’e hitap eden Hikmet,

  • “Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı mahal, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz.” dedi.

Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa,

  • “Efendiler, gençliğe bakın; Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.
    dedikten sonra Hikmet’e döndü ve
  • “Evlat müsterih ol, gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM!

diyerek sözlerini tamamladı.

Hikmet (Boran) Bey, bazı yılgınların çözüm olarak önerdikleri MANDA safsatasını tarihe gömen Tıbbiyeli, Atatürk’ün Büyük Nutku’nu bitirirken “EY TÜRK GENÇLİĞİ” diye seslendiği, Cumhuriyeti ve devrimleri emanet ettiği helâl süt emmiş vatan evlatlarının ilklerinden biridir.

1911-1922 yıllarını kapsayan 12 yıllık dönem Tıbbiye için çok özeldir. Bu dönemde Osmanlı Devletinin katıldığı savaşlarda bütün milletimiz gibi Tıbbiyeliler de cepheden cepheye koşmuş, büyük acılar çekmiş, bedeller ödemiş, hatta 1921 yılında bütün öğrencileri (AS: 1915 Çanakkale sabunmasında) şehit olduğundan mezun verememiştir.

Türk Ulusu’nun dün olduğu gibi bugün de nice Tıbbiyeli Hikmetleri vardır ve onlar; vatandan başka aşk, milletten başka sevgili bilmediler, bilmezler, hiçbir yere gitmediler, gitmezler.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ olarak; Tıbbiyeli Hikmet bilinci ile milletinin hizmetinde olan değerli hekimlerimizin TIP BAYRAMI’nı kutluyor, sadece salgın günlerinde değil, her zaman değerlerinin bilindiği, haklarının verildiği çalışma koşullarına kavuşmalarını diliyor, en içten duyularımızla saygılarımızı sunuyoruz. (14 Mart 2021)

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ
============================================

Dostlar,

ADD Genel Merkezi’nin bu basın açıklaması tarihsel değerde bir belgedir.
Büyük ölçüde Genel Başkan Sayın Dr.M. Hüsnü Bozkurt’un kaleminden çıkmıştır anlaşılan.
Dr. Bozkurt, açıklamada adı geçen şanlı İstanbul Tıp Fakültesi 1974 bitirenidir (mezunudur) bir askeri tıbbiye öğrencisi olarak. (Biz de 1977 bitireniyiz aynı şanlı – onurlu İstanbul Tıp Fakültesi’nin!)

Bu sabah Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencilerine 2 saat dersimiz vardı :

Sağlık Hizmetlerine Erişim (Access to Healthcare).

Başlangıçta birkaç yansıyı (slaytı) günün anısını, anlamını ve önemini genç tıbbiyelilere aktarmak için ayırmıştık.. İkisi aşağıda..

Üstteki basın açıklamasında olduğu ölçüde ayrıntılı olmasa da olayın tarihsel ardalanını ve bağlamını gençlere, gözyaşlarımızı ve boğazımızda düğümlenen hıçkırıkları güçlükle engelleyerek aktardık.


Türkiye Cumhuriyeti, Büyük ATATÜRK‘ün öngördüğü ve emanet ettiği üzere sonsuza dek yaşayacak, bizler tarafından onurla, şanla yaşatılacaktır : “… ilelebet payidar kalacaktır.”

TIBBİYE – MÜLKİYE – HARBİYE Türkiye’nin çökertilemez çelik sacayağı olarak hep nöbettedir.

Sevgi ve saygı ile. 14 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

99. YILINDA 30 AĞUSTOS’un, 9 EYLÜL 1922’nin GÜNCEL ANLAMI

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Falih Rıfkı Atay 30 Ağustos utkusu (zaferi) için şunları yazdı :

  • Nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batının pençesinden; vicdanımızı ve düşüncemizi Doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos zaferine borçluyuz.

Giriş                                        :

  • “Onlar (Yunanlar) zafer ve megalo idea için dövüştüler. Fakat Türkler ocaklarını ve yurtlarını korumak için savaştılar.” (A. H. Lybeyer, “Türk’ün Ateşle İmtihanı” Halide Edip Adıvar, Atlas Kitabevi, İst., 1994, syf. 177)

Osmanlı’nın Milli Savunma Bakanı (Harbiye Nazırı) Enver Paşa ve arkadaşlarının son derece yanlış, serüvenci politik kararları ile 1. Dünya Savaşı’na Almanların yanında giren (1914) Osmanlı Devleti, bağlaşığı (müttefiki) Almanya’nın yenilmesiyle; Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde Çanakkale gibi kimi savaşlarda ciddi askeri başarılarına karşın yenik sayılmış, ateşkes (mütareke, silah bırakışması) istemek zorunda kalmıştı. Mondros Ateşkes Anlaşması’nın (Mütarekesi’nin)  kurallarını çiğneyen Batı’lı işgalciler, Megalo İdea veya Büyük İyonya düşleri ile kışkırttıkları Yunan komşumuzu silahlandırarak (silah satarak!) Batı Anadolu’ya sürmüşler ve 15 Mayıs 1919’da İzmir işgal edilmişti.

Son Osmanlı Padişahı 6. Mehmet Vahidettin tarafından kabul edilen önce 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkesi (Mütarekesi), sonra da 10 Ağustos 1920’de bağıtlanan Sevr Andlaşması ile, Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan en az bin yıllık anavatan toprakları Anadolu da Batılı emperyalistlerce hızla işgal edilmiştir!

Mütareke İstanbul’u Çaresiz / İşbirlikçi!

Mondros Ateşkesi sonrası İstanbul’da ülkenin kurtuluşu için büyük çabalar harcayan Mustafa Kemal Paşa, çıkış yolu bulamayınca, koşulların hızla parçalanmaya (Sevr’e!) gittiğini engin sezgisiyle kavramıştı. Bu bağlamda, kurtuluş Anadolu’daydı.. Anadolu halkına gidip işgali, yurdun parçalanışını, Saltanatın ise çaresizliğini ve hatta ihanetini anlatmalıydı. İzmir’in işgali, Anadolu halkı için çok ciddi bir uyarıcı olmuştu. Kemal Paşa, Anadolu halkına haklı olarak öylesine güveniyordu ki; 16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru ile İstanbul Boğazı’ndan hareket ederken, hem İstanbul’daki İngiliz ve Fransız donanmasını, hem de İzmir işgalcisi Yunanları adresleyerek,

Geldikleri gibi giderler..” diyordu.

Son Padişah Vahdettin, İstanbul’da “İngiliz Sevenler Derneği” ne üye olacak denli aymazlık, sapkınlık ve ihanet içindeydi. Yunan işgaline karşı savaşmak memleketin hayrına değildi, Vahdettin’in fermanlarına göre.. Mustafa Kemal Paşa öncülüğündeki Kuvvayı Milliyeci’lere katılmak suçtu, isyandı.. Hatta Şeyh-ül İslam efendiye (!?) göre işgalci Yunan ordusu Halife ordusu idi!!??

Mustafa Kemal Paşa, 3 gün süren çok tehlikeli bir deniz yolculuğunun ardından 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basarak Kurtuluş Savaşı’nı örgütlemeye koyulmuştu. Bu arada Mondros Ateşkesi çiğnenerek ülke işgal ediliyor, ordu dağıtılıyor (terhis ediliyor), silahlarına el konuyordu. Kemal Paşa, 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’ni yayınlayarak;

1. Ülkenin bütünlüğü ve ulusun geleceği tehdit altındadır.
2. Bu durumdan kurtuluş ancak Ulusun azim ve kararlılığı ile olanaklı olacaktır .. diyordu.

Bu amaçla Erzurum Kongresi’ne girerken (23 Temmuz 1919), Padişah Vahidettin Kemal Paşa’yı idama mahkum etmiş, Kemal Paşa da bütün askeri görevlerini, Paşa ve Ordu Denetçisi (Müfettişi) sanını (unvanını) bırakarak istifa etmişti (8 Temmuz 1919). Erzurum Kongresi’ne katılan bir avuç yurtseverin huzuruna, güçlükle bulunan bir sivil elbise ile çıkmış ve şöyle demişti :

Sine-i millette, ferd-i mücahidim.. (Ulusun bağrında tek başına bir savaşçıyım..)

Kurtuluş Savaşı Örgütleniyor

Erzurum Kongresi’ni Sivas Kongresi ve çok sayıda yerel kurtuluş kongreleri izler..
Mustafa Kemal Paşa’ya göre, “.. bu Ulus, tutsak olmaktansa ölsün, daha iyidir..” Anadolu halkı da aynı kanıdadır. İnanılmaz bir savaşıma (mücadeleye), örgütlenmeye girişilir. Anadolu’da bir “Kutsal İsyan” başlatılmıştır, Hasan İzzettin Dinamo‘ya göre.. ve yine aynı saygın yazarın ciltlerce yazdığı üzere Kutsal Barış‘a da uzanılacaktır sonunda…

Ankara’ya dönülür Kongreler sonrası 27 Aralık 1919’da…

İnsanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir ulusal direniş destanı yazılmaktadır. Akıllara durgunluk veren bir girişimle, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açılır. Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nı işgalci İngilizlerin basarak kapatmasından (16 Mart 1920) 40 gün bile geçmemiştir, zamanlama çok ustacadır. Bu arada Anadolu’da, işgalcilere karşı yerel savaşlarla ilerleyen yaygın bir karşı koyuş yaşanmaktadır.

10 Ocak 1921’de, Albay İsmet Bey, 1. İnönü Utkusu’nu (Zaferi’ni) kazandı Yunan ordusu karşısında..

24 Ocak 1921’de, BMM, Anayasa (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) çıkardı! (1924, 1961 ve 1982’de de yenilendi..) Kurtuluş Savaşı bile Hukuk içinde yapılacaktı Meclis öncülüğünde. İlk BMM, İngilizlerin basarak dağıttığı Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın da işlevini üstlenmişti adeta..

1 Nisan 1921’de, General İsmet Paşa, 2. İnönü Utkusu’nu (Zaferi’ni) kazanır Yunan ordusu karşısında..

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda bu utku, Mustafa Kemal Paşa’nın çok yerinde anlatımıyla,
“Milletin maküs talihini” (aksi giden talihini) de yenen bir utku olmuştu. Batı (Garp) Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya gönderdiği kutlama telgrafında aynen böyle diyordu Mustafa Kemal Paşa büyük bir değerbilirlikle :

  • Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa Hazretlerine!
    Siz orada yalnız düşmanı yenmekle kalmadınız, ulusun aksi giden talihini de çevirdiniz..”

Olağanüstü zor koşullarda, bin bir yoklukla, işgal altında, boynunda Padişah’ın idam fermanıyla,
Yunan uçaklarından atılan fetvalarla halkın Yunan işgaline direnmemesi, Kemal Paşa yandaşı Kuvvacıların cezalandırılacağı.. duyurularının baskısıyla.. Anadolu halkı direniyor, “Çılgın Türkler” teslim olmuyordu.. (Turgut Özakman’ın aynı adlı kitabı..)

Kurtuluş Savaşı için, işgale son vermek ve Sevr’i yırtarak anayurdu bağımsızlığına eriştirmek için hummalı bir hazırlık da sürdürülüyordu bir yandan.. 5 Ağustos 1921’de BMM, Mustafa Kemal Paşa’ya Başkomutanlık görevini verdi. 23 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Paşa, 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Savaşı’nı başlattı. 13 Eylül 1921’de Mustafa Kemal Paşa Sakarya Zaferi’ni kazandı. Polatlı’ya dek gelen İngiliz emperyalizminin maşası Yunan ordusu Sakarya’nın batısına sürüldü.

19 Eylül 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya BMM tarafından, Sakarya Zaferini kazanması nedeniyle Mareşallik rütbesi ve Gazi sanı (unvanı) verildi.

“Büyük Taaruz”a Hazırlık :

İzmir ve Batı Anadolu, İstanbul.. Sakarya Utkusu’na (Zafer’ine) karşın hâlâ işgal altındaydı. İşgalci Yunan birlikleri Ege’de olmadık zulümleri işliyorlardı. Toplu öldürmeler, yakıp yıkmalar, sürgünler, ırza tecavüzler, hasta askerlerinin battaniyelerini halka dağıtarak frengi (sifiliz), çiçek vb. bulaşıcı hastalıkları halka yayan biyolojik savaş vd. (Yılmaz Özdil, Son Cür’et)

Büyük bir gizlilik ve diplomatik ustalıkla, gözlerden kaçırılarak, Sakarya Utkusu’nun ardından moral kazanan ulus, topyekun bir seferberlikle son saldırıya hazırlanıyordu; eşsiz komutan Mareşal Mustafa Kemal öncülüğünde.. Anadolu’nun “kılıç artığı” halkı, nesi var nesi yok, ulusal ordu için ölçüsüz bir özveri içindeydi. Batılı emperyalistler, Anadolu’da kalan halka, “Kılıç artığı” diyorlardı.. Yıllardır “doğraya doğraya” bitiremedikleri, gençlerini-subaylarını yitirmiş, kadın-yaşlı-çocuk ve hastalıklarla boğuşan yoksul, çaresiz Anadolu halkına.

İnebolu’dan geceleri kağnılar sabahlara dek silah ve cephane taşıyordu.. Kadınlar, çocuklar ilkel işliklerde (atelye) cephane üretiyorlardı narin elleri ve parmaklarıyla geceler boyu.. Top mermilerini bile yontuyorlardı namluya girsin diye! Büyük ulusal ozan Cahit Külebi’nin şiirlerinde inanılmaz ustalık ve duyarlıkla aktardığı üzere; hasta, bakımsız, cılız öküzler koşukta öldüğünde, kendilerini koşuyorlardı kağnı arabasına kadınlarımız!..

Elif kadın, gecenin ayazında top mermileri kağnıda ıslanmasın diye bebesinin örtüsünü cephanelerin üstüne kaydırıyor ve bir süre sonra bebeğinin donduğuna tanık oluyordu! 7 düvelin üstüne çullandığı ve yalnızca savaşta yenik saydığı bir ulusa anayurdunu parçalayarak Sevr
Andlaşması’ını dayatmakla yetinmeyip; Ulusu tarih sahnesinden de silmeyi yüzyıllardır tasarladığı bir tarihsel yok ediş, SOYKIRIM süreci (NUTUK’taki betimleme) yaşanıyordu Anadolu’da..

Sevr Andlaşması, “..Batılıların yüzyıllardan beri tasarladıkları bir suikast planı..” idi Kemal Paşa’ya göre. SÖYLEV’inde (NUTUK), Lozan ve Sevr’i karşılaştırırken bu acı değerlendirmenin altını çiziyor, tarihe not düşüyordu..

Doğu cephesinden silah ve cephane trenle Batı cephesine taşınırken, makinistlerin ensesinde silah dayalı idi; çünkü Türk makinist yok idi treni yürütecek!. Türkler salt asker ve çiftçi idi Osmanlı’nın zalım düzeninde.

Büyük Taarruz ve Sonuçları

Büyük Taarruz’un başlatıldığı 25/26 Ağustos 1922 gecesi, Yunan Orduları komutanı General Trikupis, İzmir’de kuştüyü yastıklarda sabahlarken; Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1874 m yükseltili (rakımlı) Kocatepe’de Mehmetçik’le omuz omuzadır. Tıpkı Mehmetçik gibi, kaputunu üstüne çekerek, haşin ayazda öylece sabahlar.

26 Ağustos 1922’de Gazi Mustafa Kemal Paşa, Afyon Kocatepe’de, sabah 04.30’da Büyük Taarruzu başlattı. Bütün seferberlik çabalarına karşın, Batı emperyalizminin donattığı Yunan ordusu ile ordumuzun donanımı pek çok bakımdan denk değildi. Azim ve özveri, ölçüsüz yurt sevgisi ve Kemal Paşa’nın üstün komutanlık yetenekleriyle, aleyhimize olan fark kapatılacaktı.. Lybeyer’in yerinde aktarımı ile, yazımızın Giriş bölümünde de verdiğimiz üzere;

  • “ Onlar (Yunanlılar) zafer ve megalo idea için dövüştüler. Fakat Türkler ocaklarını ve yurtlarını korumak için savaştılar.”

26 Ağustos tarihi rastlantısal değildi. Büyük Selçuklu Hükümdarı Alpaslan’ın Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i Muş / Malazgirt ovasında yenerek Anadolu’yu Türk yurdu yapma başlangıç günü idi. Ne yazık ki Osmanlı bu yurdu da düşmana bırakmıştı Sevr Andlaşmasını onaylayarak. İşte anavatan toprakları kurtarılacaktı 851 yıl sonra 1 kez daha!

Gerçek bir ölüm-kalım savaşı yaşanıyordu.. Çiğiltepe’yi, Başkomutan’a verdiği söz üzerine yarım saat içinde düşüremeyen Albay Reşat Bey, onuruna yediremeyerek beylik silahı ile canına kıyıyordu. Oysa 2 dakika sonra tepe Yunan’dan alınıyordu! İlk saldırıda, Yunan ordusunun elindeki tahkimli mevziler ele geçirildi ve 27 Ağustos’ta Afyon işgalden kurtarıldı. Yenik düşman, 27 Ağustos gecesi İzmir’e çekilmek istedi. Fakat, Fahrettin Altay Paşa komutasındaki süvariler düşmanın gerilerine sarkarak, çekilme yollarını kesmişti. 30 Ağustos günü, beş Yunan tümeni Dumlupınar’ın kuzeyinde kuşatılarak yok edildi. Bu kuşatmadan kurtulmayı başaran General Trikupis, 2 Eylül günü Uşak dolayında yakalandı. Süvarilerimiz düşmanın haberleşme olanaklarını ve demiryolu bağını kesmişti. Bu nedenle Trikupis, Hacı Anesti’nin görevden alınarak kendisinin “Küçük Asya Ordusu” Başkomutanlığına atandığını, tutsak düştüğü birliğin Türk komutanından öğrendi.

General Trikupis, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna getirildi, kılıcı alınmadı. Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa tutsaklara yer gösterip, kahve ısmarladı ve sonra; “Nasıl oldu, anlatın?” diyerek, düşman tarafında yaşananları sorguladı… General Trikupis, Büyük Taarruzun başladığı gece Afyon’da bir baloda eğlendiklerini; bir ucu Kütahya’da, öbür ucu Afyon’daki Türk saldırısının Yunan mevzilerini hızla ezip geçtiğini; sele kapılmış gibi Murat Dağı eteklerine sürüklendiklerini ve Kızıltaş Deresi yamaçlarında kapana kıstırıldıklarını, bütün çıplaklığı ile anlattı. Bundan sonrasını doğrudan General Trikupis’ten aktaralım :

“Durumu anlamaya, telgraf hatlarımızı kullanmaya ve Atina’daki Başkomutanımızla bağlantı kurmaya bile zaman bulamadık. 30 Ağustos gününe dek, toplarımızı az çok kullanarak, geri çekiliyorduk. Fakat, sırtımızı o yamaca (Kızlıtaş yamaçlarına) dayadıktan sonra, kıpırdamaya bile gücümüz kalmadı. Öğleden sonra, topçumuzu da kullanamaz duruma düştük. Ancak tüfeklerimizi kullanabiliyorduk. Bir an geldi ki, tüfeklerimizi bile ateşleyemeyecek biçimde, bir darlığa sıkıştırıldık. İşte o zaman, süngüleriniz parıldamaya başladı. Arkamız, önümüz, her yanımız süngü. Artık, sonumuz gelmişti. Atımı bile bulamadım. Ormanların içinde, yaya olarak yollara düştüm.”

Tutsak Yunan Generali, bozgunu böylece anlattıktan sonra, Gazi’ye sorar:

“Peki, siz bu savaşı nereden yönetiyordunuz?”

Mareşal Mustafa Kemal yanıt verir:

  • İşte, tam o süngülerin parladığı yerden!” (Şahap Osman Aras’tan..)

Tutsak Yunan Generali Trikupis şaşırır, müthiş bir heyecana kapılır ve saygı ile doğrulur;

“Savaş böyle kazanılır.” der. “Yoksa, yüzlerce kilometre uzaklıktaki bir yattan, harita üzerinde pergelle ölçüp biçerek, savaş yönetilmez..”

30 Ağustos 1922’de Gazi Mustafa Kemal Paşa Dumlupınar’da Başkomutan Meydan Savaşı’nı kazandı.. Başkomutan şu tarihsel buyruğu verdi :

  • Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!(Günümüz Ege denizini kastederek..)

Yengin (muzaffer) Ordu, Batı emperyalizminin maşası işgalci Yunan ordusunu İzmir’e dek 10 gün kovaladı! Kaçarken bile yolları, köprüleri, demiryollarını harap ettiler; evleri, köyleri, hayvanları, ormanları yaktılar.. Tarayıp öldürdükleri hayvan sürülerini su kuyularına doldurdular! Bunca kin – nefret – düşmanlık nasıl açıklanabilir? Osmanlı’nın çok övündüğü fetih ve vali atayarak vergiye bağlama ve yönetme geleneği (haydi küstahlığı demeyelim) nedeniyle yüzlerce yıl bağımsızlık ateşiyle tutuşan Yunan halkının intikamı mı acaba?!
…….
9 Eylül 1922 günü İzmir’de sevinç gözyaşları sel oldu. 16 Mayıs 1919’dan başlayarak 3,5 yıla yakın işgal, kan, zulüm altında inleyen Ege’nin incisi, özgürlüğüne kavuşmuştu. İşgalde Yunan’a ilk kurşunu sıkan ve oracıkta şehit edilen Gazeteci Hasan Tahsin’in ruhu şad edilmişti.
10 Eylül 1922’de Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa İzmir’e girdi. Hükümet konağına gelişinde ayaklarına Yunan bayrağı serilmişti..

  • Bayrak bir ulusun onurudur, kaldırın..” dedi ve insanlığa bir ders daha verdi.

Mondros (Silah Bırakışması) Mütarekesi, Sevr yırtıldı.. İşgalciler İstanbul’u ve Anadolu’yu zaman içinde terk ettiler.. Önceki yıl (2019) 30 Ağustos kutlamalarında toplu taşımanın ücretsiz olması önerisini, AKP’li Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, “30 Ağustos, halkın tamamını ilgilendiren bir bayram değil” diyerek sıkılmadan geri çevirmişti! Oysa 8 Temmuz 1920’den beri 2 yılı aşkın süredir Yunan işgali altında inleyen Bursa, 9 Eylül 1922’de Yunan ordusunu denize döken ordumuzun kuzeye yönelmesi ile 2 gün sonra 11 Eylül 1922’de işgalden kurtarılmıştı. Bu cehalet ya da kasıt, adı geçen kişiyi yerin dibine sokar mı acaba? AKP’ye ve bu kişiye oy veren iyiniyetli yurttaşlarımızın bilgisine özellikle sunmak isteriz bu utanç tablosunu.
***
1 Kasım 1922’de Saltanat (Padişahlık) kaldırıldı. Padişah 16 gün sonra İngilizlere sığınarak Malaya Zırhlısı ile kaçtı.. Mustafa Kemal Paşa Osmanlı hanedanının kanını dökmedi, yurt dışına sürgün edildiler. Zaten Türk / Atatürk Devrimi yeryüzünün en kansız devrilerinin başında gelir.
20 Kasım 1922’de Lozan barış görüşmeleri başladı ve çok zorlu bir süreç sonunda (2 ay kesintiyle 8 aya yakın) Türkiye, 24 Temmuz 1923’te, Misak-ı Milli sınırlarının uluslararası tapusunu aldı, uluslararası hukukça egemen bir devlet olarak tanındı. Lozan tabumuzdur!

  • 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi!

Ozanlar ozanı koca Nazım Hikmet, Kurtuluş Savaşı Destanı’nı yazdı :

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki, şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında O’nu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar : «Üç’ dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı…

Yengin (muzaffer) Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa tarihe şu notları düştü 2 yıl sonra:

“…. 30 Ağustos Zaferi, Türk Tarihi’nin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, parlak zaferlerle doludur, ama Türk Ulusunun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir akım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbelli ki yeni Türk Devleti’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır …”

 “ .. Gençler! Geleceğe güvenimizi güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitimle, bilgi ile, insanlıkta üstünlüğün, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni kuşak! Cumhuriyeti biz kurduk, O’nu yükseltecek ve yaşatacak sizlersiniz.. ”

Yukarıdaki sözler, Yüce Önder ATATÜRK’ün 30 Ağustos 1922’de kazanılan olağanüstü utkunun 2. yıldönümünde (1924) Dumlupınar’da yaptığı konuşmadan alındı. Bu görkemli konuşmanın üzerinden 97 yıl geçti. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın dönüm noktası olan böylesi bir günde; aradan geçen 99 yıl, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü doğrulayan bir siyasal tarih laboratuvarı oldu. Nice devletler yıkıldı, nice devlet başkanlarının yontuları (heykelleri), hatta cesetleri yerlerde sürüklendi eli kanlı emperyalistlerce.

Ama Türk Devrimi tüm görkemiyle, son 19 yıldır AKP eliyle vefasızca, tarih bilincinden derin yoksunlukla, gaddarca, hatta düşmanca… epey yara almış olsa da, her şeye karşın ayakta, dimdik.. Bu karşıdevrim ayracı da kapatılacak elbette!

Pakistan Devlet Başkanı M. Ali Cinnah’ın 30 Ağustos utkusunun ardından Londra’da dile getirdikleri çok düşündürücü ve öğreticidir :

 “ .. Ne biz ne de her kıtada yaşamakta olan tutsak ve mazlum ulusları bundan sonra tutamayacaksınız. Mustafa Kemal ve Türkler ki, kendileri için hazırlanan tabutu yayılmacıların başına geçirmişlerdir; şimdi Dünyada başlarına tabutlar geçirilecek başkaları da benzer sonuçlara hazırlanmalıdırlar.” (11.09.1922, Londra)

Hindistan Devlet Başkanı Mahatma Ghandi’nin de 08.09.1922’de düzenlediği basın toplantısında, bağımsızlık ve özgürlük ateşini harlayan sözleri, tarihe ulusça övünmemiz gereken notlar düşüyor :

 “ Türkiye Orduları bir devir kapatmıştır. Şimdi mazlum ve tutsak devletler ve uluslar artık vazgeçilmez bir reçeteye sahiptirler. Mustafa Kemal’in utkusu, Dünya için özgürlük ve bağımsızlık sancağıdır.” Ve “Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı’yı da İngiliz’in yanında zannediyordum.”

Sonuç                                                 :

Mustafa Kemal Paşa, 04 Ekim 1922’de TBMM’de Büyük Taarruz’u anlattığı konuşmasında, bir yıl önce Başkomutan atanırken söz verdiği gibi “Yunan Ordusunun harimi ismetimizde tamamen boğulduğunu” açıkladı. 1922 Büyük Taarruzu 30 Ağustos utkusu ise Türklerin Anadolu’da yeniden tutunmalarını sağladı.

Emperyalizmin sömürgeleri, Türk Ulusunun, UNESCO’nun 1979 kararıyla da onaylandığı üzere yeryüzünün ilk ve tek anti-emperyalist bağımsızlık savaşını başarmış olmasından cesaret alarak tutsaklığa başkaldırıyor ve Atatürk’ün savaşım yöntemini örnek alarak başarılı oluyorlar. Bu görkemli tarihsel dönüşüm ve başarının uluslararası tarihsel kıvancı, Yüce Atatürk’ün önderliğindeki Ulusumuzundur. Bu yüzdendir ki, hazımsız ve kinci, sömürgen emperyalizmin ülkemizle görülecek büyük hesabı vardır!

Geleceği, bize Yüce Atatürk’ün kutsal emaneti Türkiye Cumhuriyeti’nin parlak geleceğini, Cumhuriyet ordusunun aydınlık beyinli, yiğit yürekli ve yurtsever subayları ile biz Kemalist aydınlar el ele Ulusumuza öncülük ederek, “tüm ulusçu ve cumhuriyetçi güçleri bir araya getirerek” kuracağız.

Bu duygularla, 99 yıl sonra bir kez daha, ulusumuzun ve Ordumuzun 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı ve 9 Eylül’ü kutluyoruz!

Yüce Atatürk’ün ulusumuza kutsal emaneti Cumhuriyeti, 1982 Anayasası’nın 2. maddesinde belirlenen temel özelliklerini –ulusal dayanışma ve adalet anlayışı içinde,

– insan haklarına saygılı,
– Atatürk ulusalcılığına bağlı,
– Başlangıçta (Anayasanın) belirtilen temel ilkelere dayanan,
– demokratik,
– lâik ve
– sosyal bir
– hukuk Devleti

koruyup daha da geliştirerek özgür ve tam bağımsız olarak sonsuza dek yaşatacağımızdan hiç kimsenin kuşkusu olmasın!

Bu arada 1 Eylül’ler, Dünyamıza barış getirsin.. Büyük asker Atatürk’ümüzün dileği, özlemi de buydu :

  • YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ!

Hemen ve sürekli, adil, onurlu, kalıcı barış istiyoruz tüm dünyada ve yurdumuzda! Savaşı, Önderimiz gibi, “ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe cinayet” sayıyoruz!
Yaşadığımız kimi sıkıntılar geçici.. Binlerce yıllık ulusal tarihimizde elbette yer yer zor dönemler olabilir. Ancak Türk Ulusunun, kendisinin geleceğine kastetmeye niyetli tüm güçleri kahredecek gücü, birikimi, önderi ve kararlılığı, deneyimi hep oldu. Bunlara bugün, dünden daha çok sahip olduğumuzdan kesinlikle kuşku duyulmamalıdır.

Ama herhalde bu; AB’si ile, Gümrük Birliği ile NAFTA, APEC, IMF, DB, DTÖ, Bilderberg, TLC, CFR, BM’siyle… KüreselleşTİRme masalları ardına saklanan “yeni emperyalizm” ile; dinci – Batı işbirlikçisi / maşası iktidarlar ile asla değil!

Örgütlü ve uyanık olarak, akıl ve bilimle, günün değişen tehditleri ve fırsatları hızla ve doğru algılanarak, Cumhuriyetimiz sonsuza dek özgür ve tam bağımsız olarak yaşatılacaktır. Bizim adlandırmamızla “Post-modern”, Genelkurmay Başkanı merhum Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın nitelemesiyle “karanlık savaşlar“ın hedef ve yöntemlerinin ayırdında olarak..

Şu sözler, Atatürk’ten günümüze sağlam reçeteler olarak tarihsel bilincimizde yankı buluyor (4 Ekim 1922) :

 “ Arkadaşlar! Ulusumuz, tek bir insan gibi gösterdiği sarsılmaz birlik ve çaba sayesinde bu başarıyı hazırlamıştır. Ulusumuzun barış işlerinde de barıştan sonraki işlerde de aynı himmet ve çaba içinde, aynı birliği göstererek bu utkuyu tamamlayacağından kuşkum yoktur. ” (Söylev ve Demeçler syf. 247)

Türk halkı, Ata’sının uyarısının farkındadır ve gereğini dün olduğu gibi bugün de yarın da şaşmaz sağduyusu ve tarih bilinci ile, vefa ile yerine getirmesini bilecektir. Çağımızda küreselleşen emperyalizmin ve işbirlikçisi iktidarların da ayırdındadır. Sevgin (Aziz) şehit ve gazilerimizin kutsal anılarına ancak böyle hürmet edebileceğimizin, yaraşır (layık) olabileceğimizin ayırdındayız. Onları sonsuz bir şükran, minnet ve özlemle anıyoruz. Bağımsızlık, özgürlük, Vatan uğrunda canlarını veren tüm şehitlerimizin, Yüce Önderimizin hatıraları önünde bağlılık ve saygıyla eğiliyoruz. Atalarımız, ulusun-vatanın namusu için çoluk-çocuk demeden boşuna ölmediler, rahat uyusunlar.

AKP iktidarını; Cumhuriyet’i var eden değerlerle ve kutsallarımızla uğraşmayı bırakarak, gaflet, dalalet hatta hıyanetten sıyrılarak ülkesi ve ulusu ile bölünmez bütünlüğümüze bağlı ve saygılı kalmaya çalışıyoruz. Anayasanın ilk 3 maddesi kesin ve net kırmızı çizgilerimizdir. Anayasaya sadakat borcu yemini etmişlerdir TBMM’de; ahde vefa boyunlarının borcudur. Son Türk Devleti asla kurda – kuşa yem edilmeyecektir, elbette gerekirse bu zihniyete karşı da! Bu ulusal kararlılığımız hiç akıldan çıkarılmamalıdır.

30 Ağustos 1922 Utkusu, 1 Eylül Dünya Barış Günü (1945’te 1. Dünya Savaşı’nın bitimi nedeniyle) ve İzmir’in kurtuluşu 9 Eylül 1922 Yurdumuza, Ulusumuza ve tüm insanlığa kutlu, mutlu ve ders olsun dileriz.

Aşağıdaki yazımıza da bakılmasını öneririz..

Söyleşi : 26 Ağustos – 9 Eylül 1922 Döneminin Yakın Tarihimizdeki Yeri..

Sevgi ve saygı ile. 30 Ağustos 2021 

Not : Bu arada, 17 Ağustos 1999 depreminde yitirdiğimiz “resmen” 20 bin dolayında insanımızın acıları da yüreğimizde. Onları da özlemle anıyoruz.. Gerekli dersleri çıkararak, bundan böyle deprem vb. doğa olaylarına hazırlıklı olmamız zorunluğu çok açık ki, afetlere dönüşmesinler..

MÎSAK-I MİLLÎ !

MÎSAK-I MİLLÎ !

Değerli arkadaşlar,
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

1. Dünya savaşından yenik çıkan, zaten topraklarının çok büyük bölümünü yitirmiş olan Osmanlı Devletinin hiç değilse çekirdek “Anavatan topraklarını kurtarmak” hedefiyle 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal‘in önderliğinde milli mücadele başlatılmış oldu….

21/22 Haziran 1919 gecesi Mustafa Kemal Paşa Amasya’da bir Genelge yayınladı :

“Vatanı ve Milletin bağımsızlığını,
yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır!”

***
23 Temmuz 1919’da başlayan Erzurum Kongresinde (Amasya Genelgesindeki söylemin eyleme geçirilmesi) kararı alınmış, ardından…
4 Eylül1919 Sivas’ta başlatılan Kuvay-ı Milliye toplantısında, Misak-ı Milli hedeflerinin gerçekleştirilmesi için milli mücadelenin sevk ve idaresini yürütmekle görevli Heyet-i Temsiliyye‘nin, Ankara’da faaliyet göstermesi kararı alınmıştı.
Ulusal amaç ve hedefleri ve ulusal sınırları belirleyen Misak-ı Milli (AS: Ulusal And) kararlarını (bkz. haritada kırmızı ile gösterilen alan) İstanbul’daki Osmanlı Meclisi de oybirliği ile kabul etmiş ve 20 Ocak 1920’de bütün dünyaya resmen ilan ederek son tarihsel görevini yerine getirmiştir..

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

Zaten “de facto(AS: gerçekte, fiilen) bitik olan Osmanlı devleti, TBMM’nin 1 Kasım 1922’de “Saltanatın ilgası” kararıyla resmen sona ermiş oldu…
Son Osmanlı Hükümdarı Vahdettin, 17 Kasım’da işgalci devlet İngiltere’den iltica ricasında bulunmuş ve bir İngiliz zırhlısıyla (AS: Malaya) İstanbul’dan ayrılmış, Malta’ya gitmiştir…
***
Misak-ı Milli 6 maddeden oluşur. (bu günkü dille)
1. Ulusal sınırlar içinde vatan bir bütündür, kesinlikle bölünemez.
2. İşgal altında olmayan Osmanlı toprakları bölünmez bir bütündür. Mondros Ateşkesi imzalandığı sırada işgal altında bulunan bölgelerin ve Arap topraklarının geleceğine, bu bölgede yaşayan halk karar verecektir. Halk oylamasıyla bu toprakların durumu belli olacaktır.
3. Batı Trakya ve Elviye-i Selase (3 vilayet) dâhilinde bulunan Kars, Ardahan ve Batum’un durumu, Arap bölgelerinde olduğu gibi yine halk oylamasıyla karara bağlanacaktır.
4. Türkleri mali, idari ve siyasi yönden olumsuz etkileyen kapitülasyonlar kesinlikle kabul edilmeyecektir.
5. İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının güvenliği ve tehlikeden uzak tutulması ile ilgili önlemler alınacak ve bu Boğazların ticaret gemilerine açılıp açılmaması ile ilgili kararlar Türkiye ile birlikte ilgili devletler arasında yapılacak olan anlaşmaya göre belirlenecektir.
6. Ülkemizde yaşayan Hristiyan ve öbür azınlıklara, başka ülkelerde Müslümanlara tanınan haklar ölçüsünde hak tanınacaktır.
***

Değerli arkadaşlar,
Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti‘nin bu zor koşullardaki doğuşunu bilmeyenler, değerini de bilemezler; O zamanlar açıkça görünen işgalci düşmana karşı verilen amansız savaşın bugün görünmeyen, sinsi düşmanın içten işgaline karşı davam edişini göremezler.
Bu sinsi düşman, Arap emperyalizmi dahil, küresel Emperyalizmin yandaşlığını yapanlardır;
Küresel Kapitalist-Finans sömürü sisteminin yardakçılığını, ortakçılığını yapanlardır.
Yüz yıl önce, bir Ağacı “yangın” dan kurtaran ve yeniden yeşerten insanların ardıllarına, bugün aynı Ağacın “içten çürütülüşüne” karşı savaşmak düşüyor.
Sevgilerimle. æ
______________
Not. Mustafa Kemal‘in düşündeki harita “misak-ı milli” haritasıydı; özellikle, şimdi güneyde gerekli görülen 30 km güvenlik şeridi ta o zamandan belirlenmişti, Hatay-Halep-Musul hattı olarak.
Sevr‘i dayatanların Türklere bıraktığı (250 bin km2) toprakların haritası Mustafa Kemal’in düşlediği (1 milyon km2) hartanın dörtte biriydi; Lozan’da, o zor koşullarda başarılı bir diplomasi ile Vatan topraklarının ancak %80 kadarı (784 bin km2) kurtarılabildi. (Amiral Soner Polat‘ın da dile getirdiği gibi) Mavi vatanın batı sınırı, Ege’de, 12 adaları da içine alan D25.30′ boylamdır. æ
================================
Dostlar,

Gerçek bir Cumhuriyet aydını olan bilge insan Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamızdan (Nükleer Fizik uzmanıdır) öğrenmeyi sürdürüyoruz.. 80’i aşan kronolojik yaşı ile birlikte, Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün Aydın sorumluluğu ile her gün bizlere önemli olguları anımsatıyor, öğretiyor.

Kendisinin çok sayıda yazısını web sitemizde paylaşmaktan, birlikte açıkoturum – konferanslara katılmaktan, kendilerinin başkanlığında ADD Genel Merkezi Bilim – Danışma Kurulunda yıllarca bulunmaktan (yazman olarak) çok mutluyuz.

ADD Genel Başkan yardımcılığı görevimizi 2006 Haziran’ında kendisine devretmekten de..

Ve de halen, dostu olmaktan..

Lütfen O’nu kişisel facebook sitesinde izleyiniz..

Biz de Sevr Anlaşması haritasını koyalım, Milli Mücadele’nin ve Lozan’ın başarısını net olarak görelim..

Unutmayalım :
  • Sevr paçavrasını son Osmanlı padişahı onayladı;
  • Ankara’daki ilk Meclis ise kabul edenleri VATAN HAİNİ ilan etti ve bu paçavrayı tanımadığını dünyaya duyurdu!
Atatürk yaşasa idi, Lozan’ın eksiklerinden olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Hatay’ın anavatana katılması gibi, emin olabiliriz ki; 12 Adalar da bize geçerdi, Musul – Kerkük de.. Olmadı ne yazık ki!
Şimdilerde AKP = RTE, “devlet projesi” masalı ile Montrö’yü delmek amacıyla Kanal İstanbul projesine gövdesini siper etmiş durumda.. ABD dayatıyor, çaresizler.. Ancak Montrö’yü böylesine uluslararası hukuku hiçe sayarak delme olanağı yok. Sözleşmenin özü, Karadeniz’deki ticari – savunma amaçlı gemi – silah – asker trafiğini ve rejimini düzenlemektir. Kanal açarak bu rejim değiştirilemez.

Sevgi ve saygı ile. 30 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Amasya’daki İsyancı ile İstanbul’daki “Padişahın Kölesi”…

Amasya’daki İsyancı ile
İstanbul’daki “Padişahın Kölesi”…

Lütfü Kırayoğlu – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

Lütfü Kırayoğlu
Haziran 2020

Samsun’da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde isyan ateşinin yakılmasının 101. yıl kutlamalarının üzerinden neredeyse bir ay geçti. Vahdetttin, Damat Ferit isimleriyle birlikte, Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya kim gönderdi tartışmaları sürüyor.
Bundan tam 101 yıl önce de bu günlerde, bu topraklarda “iki Kemal” tartışması vardı. Tartışılan Kemal’lerden biri, Ulusal Kurtuluş Savaşımıza önderlik edecek olan Mustafa Kemal Paşa, öbürü ise ihaneti tartışmasız olan Dahiliye Nazırı, gazeteci Ali Kemal idi.
Yeni Osmanlıcıların Padişah Vahdettin tarafından Anadolu’ya “kurtarıcı” olarak gönderildiği iddia edilen Mustafa kemal Paşa, Samsun’a çıkmasının üzerinden 20 gün geçmeden gerçek hedefinin ne olduğunu asla gizlemediği için 8 Haziran 1919’da İstanbul’a geri çağrılır. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’dan Havza, Amasya yönüne hareketinden başlayarak yaptığı yazışmalar İstanbul hükümetini ve en çok da Dahiliye Nazırı Ali Kemal’i tedirgin etmektedir. Ali Kemal’in en büyük endişesi ise İngilizlere mahçup olmaktır.
Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler 21 Haziran’ı 22 Haziran’a bağlayan gece geç saatlere dek toplantı yaparak ünlü Amasya Genelgesi’ni yayınlarlar. Amasya Genelgesi Büyük Kurtarıcının isyanının ilk yazılı belgesi olmasının ötesinde, Türk Ulusuna kurtuluşun nasıl olacağının net bir açıklamasıdır. Genelgenin en önemli bölümü olan ilk üç maddede şu anlatımlar yer almaktadır:

  1. Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
  2. İstanbul’daki hükümet, üstlendiği sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir.
    Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.
  3. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.

Bu maddeler açık bir isyan çağrısı niteliğindedir. İstanbul’daki Dahiliye nazırı çok telaşlanır ve 23 Haziran günü yayınladığı genelgede şu ifadeleri kullanır: “Mustafa Kemal Paşa, büyük bir asker olmakla birlikte, güncel siyasayı o derece bilmediği için, olağanüstü yurtseverlik ve çaba gösterdiği halde, yeni görevinde hiç başarılı olamadı. İngiliz Olağanüstü Temsilciliğinin isteği ve üstelemesi üzerine görevinden alındı ve alındıktan sonra, yaptıkları ve yazdıkları ile de bu kusurlarını daha çok açığa vurdu”

Mustafa Kemal Paşa’yı “başarısız” bulduğunu belirten Dahiliye Nazırı Ali Kemal, bu genelgesinden salt üç gün sonra bu kez kendini başarısız bularak Dahiliye Nazırlığı görevinden istifa edecektir. Ali Kemal, İngilizlere karşı verilen Ulusal Mücadeleyi, daha başlamadan “ezme” görevini başaramamıştır. Daha sonra “Artin Kemal” olarak da anılacak olan Ali Kemal, Sadrazamlık makamına ve Padişah Vahdettin’e ayrı ayrı yazdığı istifa yazılarında başarısız olduğunu açıkça dile getirir. Ancak Padişah Vahdettin’e yazdığı istifa yazısında kullandığı dil ibret vericidir. Ali Kemal istifa yazısında Padişah Vahdettin’e şöyle seslenmektedir:

“Yüce kapınıza bütün varlığıyla bağlanmış olan bu en sadık kölenizin, sizin kutsal rızanızdan ve yüce kabullerinizden kıl kadar sapmayı ne büyük bir var oluş faciası sayacağı padişah hazretlerine açıklanmasına gerek olmayan gerçeklerdendir. Sadık kölenizin bu bağlılıkla ulaşabildiği güveninizi çekemeyen rakip arkadaşlarımdan bazı kimselerin başarısızlıklar yaratarak beni padişah hazretlerinin ilgisinden yoksun bırakmakla sonuçlanacak bazı olayları hazırlamakta olduklarından; bundan nasıl yararlanacaklarını bekler ve Anadolu’nun bazı yerlerinde ortaya çıkan devrim ateşinin hemen söndürülüp yok edilmesi için alınacak tedbirler ve bu uygulamanın yapılması sırf makamımın görevi iken, bu konuda birçok boş ve öznel kanıtlar öne sürerek Devrimin etki alanının genişlemesine ve bu konuda sonuç olarak başarısızlığa uğratılarak velinimetlerinin uğurlu rızalarını almamdan uzak ve yoksun kalmama vesile olduklarından ve söylediklerimi desteklemeyerek müdahalelere başlamaları sebebiyle tedbir düşünme ve almadaki bağımsızlığımdan yoksun kalmam dolayısıyla doğan manevi yıkım ve zararı anlayarak bugün sadrazamlık makamı kaymakamlığına kesin istifamı verdim.”

İki Kemal’den biri, her türlü makam ve ikbal kapısını tekmeleyerek isyan edip ülkenin geleceği için idamı göze alıp genelgeler yayınlarken, diğeri kendisi için “sadık köleniz” sıfatlarını kullanarak başarısızlığını ilan etmektedir. Başarısızlık, işgalcilerin verdiği Anadolu ayaklanmasını bastıramamaktır.

  • Mustafa Kemal Paşa da Anadolu’ya ülkeyi kurtarsın diye değil, ülkeyi kurtarmak için ayağa kalkan Kuvay-ı Milliyecileri bastırsın diye gönderilmiş ancak Büyük Kurtarıcı Anadolu’ya ayak bastığı andan başlayarak Kuvay-ı Milliye örgütlenmesi yapmıştır.

Dahiliye Nazırlığı görevinden sonra Peyam-ı Sabah gazetesinde yazılarını sürüdüren Ali Kemal, yazılarında Kuvay-ı Milliye hareketine ve Mustafa Kemal Paşa’ya en ağır sözlerle saldırmış ancak yazdıklarının unutulduğunu sanarak 10 Eylül 1922’de yazdığı yazısında “Gayeler birdir ve birdi…” diyebilmiş ne yazık ki bu sözleri O’nu halkın nefretinden koruyamamış, yaşamı İzmit’te hazin biçimde sonlanmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün başarısı ile gurur duymaktan utananlar, şimdi İngiltere Başbakanı görevini yürüten Ali Kemal’in torunu ile gurur duymaktadırlar.
İsyancı Kemal, 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesinde söylediği hedeflere adım adım ulaşarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk olarak Türk ulusunun kalbindeki değişmez yerini almıştır.
Mustafa Kemal Paşa Amasya’da isyanını duyururken “yakın silah arkadaşları” olarak bilinen kimileri de genelgeyi imzalamamak için her türlü yola başvurmuştur. “Artık İstanbul, Anadolu’ya egemen değil, bağlı olmalıdır.” Sözü ile genelgeyi imzalamayanlara verdiği yanıtla Gazi, isyanını bir kez daha vurgulamıştır. Bu kaypak tutumu alanları Atatürk’ün yazdığı Nutuk adlı belgesel yapıtın Amasya Genelgesi bölümünde okumak, bizlerin önündeki mücadelede kaypaklıklara başvuracakları tanımak açısından ibret verici olacaktır.

Ali Kemaller her devirde ortaya çıkmaktadır.

Mustafa Kemaller ise bin yılda bir bile gelmemektedir.

Bu nedenle salt Türk ulusunun değil, bütün ezilen ulusların gönlünde taht kurmuştur.