Etiket arşivi: AKP rejimi

Demokrasiden nefret ediyorlar…

Zafer ARAPKİRLİZafer ARAPKİRLİ 

Zafer ARAPKİRLİ – Demokrasiden nefret ediyorlar… (krttv.com.tr)
22 Kasım 2021,

Her ne kadar bizim satılık – kiralık – devre mülklük liboş tayfası mevzuya uyanmasa da, daha iktidara bile gelmeden önce de “Dava’nın önderi” kendi ağzı ile söylemişti:

  • “Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz.”

Bu sözü hatırlattığımızda bile, bu Cumhuriyet’i yıkım ekibinin” payandalığını yapan aymazlardan gelen “Niyet okuyorsunuz” suçlamalarına muhatap oluyorduk. Oysa, çok belirgindi durum. Referansları; çağdaş dünya, çağdaş bilim, hukuk ve demokrasi olmayanların, tam tersine 2000 yıllık dogmalar olanların başka türlü düşünebilmesi mümkün değildi. Biat kültürünü iliklerine kadar sindirmiş ve birilerine itaat ve boyun eğme üzerine kurulu dünya görüşleri gereği, demokrasiye ve çağdaş parlamenter demokrasiye inançlarının “sıfır” olduğunu görmemek için kör olmak gerekiyordu.

Nitekim, daha gelir gelmez kazma ve küreği ellerine alıp, buldozerlerin direksiyonuna geçip Cumhuriyet’in bütün kalelerini, olağanüstü bir nobranlıkla, olağanüstü bir hoyratlıkla ve acımasızlıkla yıkmaya başladılar. Muhalefette iken “Milli irade, milli irade” diye bas bas bağırıp,  “seçilmişlerin atanmışlara karşı üstünlüğünü savunuyoruz” yalanları ile milleti kandırırken, seçilir seçilmez kendi “yandaş bürokrat ordularını” ve hatta “parti teşkilatlarını” Milli İrade’nin üzerine çıkarma çabalarına başladılar.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin Kurtuluş Savaşı yıllarında bile “Tek Adam”dan ve “Başkomutanlık”tan daha üstün olduğu gerçeğini unutmak ve unutturmak için ellerinden ne gelirse yaptılar.

Aradan geçen 19 yıl içinde de önce Parlamento’nun denetim gücünü kademe kademe ortadan kaldırıp, Anayasa değişikliği sürecinde “küfür kâfir, dayak ve sopa ile kanun maddeleri geçirerek” kanıtladıkları üzere, sonuçta “rejim değişikliği”ni de gerçekleştirip “Anti –  Demokrasi”nin bayrağını, Ankara Kalesi’nin burçlarına mecazen diktiler.

Bu politika ile pratikte Parlamento, artık 600 milletvekilinin sembolik olarak girip çıktığı, sembolik olarak el kaldırıp indirdiği ve bir demokrasinin vazgeçilmez şartı olan “denetim” görevini yapamaz olduğu bir organ haline getirildi.

  • Yasa metinlerinin, biatçı Saray kurullarınca hazırlandığı ve TBMM’ye gönderilerek doğru dürüst tartışmaya bile izin verilmeden onaylatıldığı bir dönem açıldı.

Özellikle bu yılın bütçe sürecinde tanık olduğumuz şekilde, artık “iyice muhalefeti umursamayan” bir iklime büründü yasama süreci.

İçişleri Bakanlığı’nın bütçesi görüşüldüğü sırada bu sabah Komisyon toplantısında yaşananlar, bu anlattıklarımın somut bir kanıtı niteliğindeydi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile ana muhalefetin grup başkanvekili Engin Özkoç arasında yaşanan sert polemik sırasında, Komisyon başkanı AKP’li Cevdet Yılmaz‘ın aldığı tavır, kelimenin tam anlamıyla ibretlikti.

Oranın Meclis, konuşanların milletvekili, bütçeyi savunması ve hesap vermesi gerekenin (S. Soylu)  de (yeni rejimin statüsü gereği) “Saray’ın bir bürokratı” statüsünde olduğu gerçeğini unutarak, Komisyon başkanı adeta milletvekillerine (bu arada Sayın Özkoç’a) “Amma uzattınız ya. Çok konuşuyorsunuz. Kesin artık tatavayı da, onaylayın. İşimiz gücümüz var” kabilinden ayar vermeye çalışıyordu.

Ana muhalefet sözcüsü Özkoç, iktidarın ve onun İçişleri Bakanı’nın “Suç çeteleriyle içli dışlı ilişkilerinden tutun da, uyuşturucu kaçakçılarının üzerine gitmemesini, ana muhalefet liderine yönelik linç girişimine sessiz kalmasını, terör örgütü üyelerine vatandaşlık verilmesini, mafyadan 10 bin dolar alan bir siyasetçiden ima yoluyla söz ettikten sonra bir türlü adını açıklamamasını, bunları dile getirenleri (mesela sayın Özkoç’u) de soruşturmaya uğratmasını” tek tek hatırlattı ve eleştirdi.

Ama salonun asayişini koruma ve muhalefetin en azından (oy gücü yetmese de) sesini duyurmasını sağlama görevini haiz Komisyon başkanı, usul tartışması açarak “mevcut konuşma sürelerini bile kısıtlama yoluna gitmeyi” yeğliyordu. Bir yandan da, İçişleri Bakanı Soylu’nun salona (nedense) düzinelerle koruması eşliğinde gelip gitmesini ve salonda bunlarla birlikte durmasını eleştirenlere de kulak asmıyordu.

Demokrasi bir kez daha ayaklar altına alınıyor, parlamenter rejimin vazgeçilmezi olan “parlamento zemininde denetim ve hesap sorma” ilkesi, iyice mezara gömülüyordu.

Bütün bunların “gidiyor, gitmekte olan” anlayışındaki bir iktidarın son çırpınışları olduğunu görmemek mümkün değil tabii. Sandığın ortaya koyulduğu günün bu iktidarın “fiilen” son günü olacağını, “ruhen” ise o “son günün” zaten çoktan yaşandığını bilmek – görmek için büyük bir siyaset bilimci, bir dâhî veya bir kâhin olmaya gerek yok.

Ekonomiden sağlığa, dış politikadan eğitime, hukuktan çevre politikalarına kadar her alanda iflas etmiş, miadını doldurmuş olan “AKP rejimi” son günlerini yaşarken, gider ayak iyice hırçınlaşarak “kırmadan dökmeden gitmez bunlar” öngörüsünde bulunanları âdeta mahcup etmemeye, haklı çıkarmaya uğraşıyor.

Son günlerde konuşan rejimin her düzeyde sözcüleri, MKYK üyelerinden eski bakanlara, milletvekillerinden parti kademelerinde her düzeyde emir erine, yandaş ve besleme kalemlerine kadar hemen hepsi bunun fevkalâde farkındalar ve fevkalâde hırçın bir dile başvurmuş durumdalar.

Bu durumda muhalefete olağanüstü soğukkanlı ve vakur biçimde mücadeleyi sandığa kadar sürdürmek kalıyor. Ama en önemli görevlerinin, iktidar el değiştirdiğinde demokrasiye ve Cumhuriyet’e yönelik bu “Yıkım harekatının” hesabını mahkemeler önünde mutlaka sormak olduğunu unutmadan.

Eğer bu dediğim yapılmaz, yani mahkemede hesap sorma görevi yerine getirilmezse, bu virüs (Covid’in varyantları gibi) bu topraklarda yeniden baş gösterir ve yeniden can almaya devam eder. Asırlar boyu da hortlayarak bu işlevini sürdürür. Bunun adı genellikle bu ülkede olumsuz ve sevimsiz bir kavram olarak kullanılan “Devr-i sabık” değil, bunun adı “Demokrasinin gereğinin yerine getirilmesi”dir.

Hukuk en iyi ilacıdır bunun. Sağlam, sağlıklı ve demokrasiyi özümsemiş hukukçuların elinde bir hukuk, tabii ki.

AYDINLANMAYA KARŞI YENİ HAMLELER

AYDINLANMAYA KARŞI YENİ HAMLELER

Prof. Dr. OĞUZ OYAN

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Bonapartizm ile AKP rejimi ne ölçüde benzeşir?
Bilindiği gibi Bonapartizm, 19. yüzyılda Fransız burjuvazisinin de desteğini alan Louis Bonaparte’ın (kendini imparator ilan ettikten sonraki adıyla III. Napolyon’un) bir sivil darbeyle 1851’de İkinci Cumhuriyeti sona erdirerek ve işçi sınıfının 1848 sonrasındaki devrimci dinamizmini baskılayarak kurduğu rejimin adıdır. Ülkenin plebisitler ve kararnamelerle yönetildiği, anayasanın ve hukukun yönetici sınıf lehine eğilip büküldüğü bu despotik rejimin çeşitli tezahür biçimleri 20. yüzyılda da görülecektir.

6 Eylül 2016 tarihli soL Portal yazımızda bu konuya şöyle değinmiştik:

Kapitalist birikim rejiminin ve sınıf mücadelelerinin aldığı şekiller, geri gidişleri, zikzakları, kapitalist dönemin erken despotizm örneklerini gündeme getirecektir. İşçi sınıfı ve toplumun ilerici unsurlarının kendi hakları için örgütlendiği dönemlerden (örneğin 19. yüzyılın 2. çeyreğinden) itibaren (AS: başlayarak) bunu baskılamanın hukuki, idari, askeri normları üretilmeye başlanacaktır. Bonapartizm, tam da buna karşılık vermek üzere somut tarihsel koşullarda sistem tarafından üretilmiş bir sistemik despotik yönetim tarzıdır. (…) Büyük burjuvazi, kendisine/birikim rejimine yönelebilecek genel tehditlerden korunabilmek adına, burjuva parlamenter sistemin aşındırılmasına (kendi dolaysız temsilcilerinin yer aldığı parlamentonun nominalleştirilmesine, düzenlemelerin parlamentoyu dışlayan cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yapılmasına), kendisine veya bir fraksiyonuna karşı iktidarca zor unsurlarının kullanılmasına rıza gösterebilecek, oluşan diktatörlüğe omuz verebilecektir.”

Bonapartizm, bir anlamda, kapitalizmin hakim sınıfının kendi ürünü de olan demokrasinin yükünden erken dönemlerden itibaren (AS: başlayarak) kurtulma girişimidir. Ama bu erken dönemlerle de sınırlı kalmamıştır. “20. yüzyılın 2. çeyreğinde bile dünya, parlamentonun dışlanma koşulları bakımından Bonapartizmin de izlerini taşıyan Avrupa faşizmlerinin doğuşuna ve dünyayı insanlık tarihinin en büyük kıyımlarına sürüklemesine sahne olacaktır.” (6 Eylül 2016 tarihli aynı yazıdan). Her durumda, kapitalizmin belirli bir gelişme dönemine denk düşen despotik bir yönetim tarzı olduğu söylenebilir; ama bonapartizmin, özel olarak bir aydınlanma karşıtı despotizm uygulaması olduğu söylenemez.
***
AKP rejimi, kuvvetler birliğine yönelişi ve kullandığı otoriterlik araçları bakımından bu tarihi uygulamanın izini sürer. Bunda bir şaşırtıcılık yoktur; iktidara demokratik olmayan yollarla el koyma veya demokratik olmayan yollarla iktidarda kalma biçimleri ile uygulanan baskı araçları özünde benzeşirler ve birçok başka dikta örnekleri de kendi nüanslarını koruyarak bu tür yöntem ve araçları kullanmışlardır.

  • AKP’nin sivil darbeler silsilesiyle inşa ettiği tek adam rejimi,
  • Meclis’in yasa yapma tekelini ikameye yönelen Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin sıklığı,
  • 15 Temmuz 2016 sonrası OHAL Kararnameleriyle bunun daha da pekişmesi,
  • Anayasa ve yasalar dışına çıkışların denetimsiz kalması,
  • yürütmenin yargıyı da tam denetimine alarak kuvvetler birliğinin tamamlanması,
  • referandumlarla rejimi dönüştürme biçimi, kapitalist sistemin güncel evresine (neoliberal birikim tarzına) gayretkeş bir uyum ve sermayenin önceliklerinin karar süreçlerinde de öncelik alması gibi olgusal gelişmeler  bakımlarından bonapartist bir rejim inşası olarak tanımlanmaya uygun özellikler sunar. Buna karşılık, Ortaçağ değerlerine ve dinci yapılanmalara yöneliş bakımlarından çok daha geri hatta anakronik (zamanıyla uyumsuz) özellikler taşır. Hâkim sermaye çevrelerinin, sömürü ilişkilerinin devamının sağlanması ve özellikle çalışan sınıfların ekonomik/toplumsal hak arama mücadelelerinin sınırlandırılması bakımından
  • dinsel ideolojiyi bir uyuşturma ve baskılama aracı olarak kullanmaları AKP ile başlamış bir olgu değildir kuşkusuz. Ancak AKP bunun ötesine geçmekte, Cumhuriyetin modern bir kapitalist gelişme için gerçekleştirdiği tüm aydınlanma devrimlerini tersyüz ederek, kendi belirlediği dini temeller üzerinde yeni bir otokratik yapı inşa etmeye yönelmektedir. Bu, kapitalizm öncesinin ilişki biçimlerine ve değerlerine (ama kapitalizm tarafından dönüştürülmüş biçimleriyle) bir geriye dönüştür. İşte sermayenin hâkim kesimlerinin mutabık olmadıkları esas durum da budur.

AKP’nin evrim kuramının okutulmasını ders programlarından çıkarması ve İmam Hatip Liselerinin yaygınlaştırılması için nüfus ölçütlerinin iyice esnetilmesi gibi konularda attığı son adımlar, AKP’nin ısrarlı İslamizasyon projesinin sermayenin kabul sınırlarını aştığına dair yeni işaretlerdir. Bağnazlık derecesinin yükselmesi, toplumsal tepkileri de yükseltmekte, toplumu ayrıştırmakta ve toplum parçalarını birbirinden uzaklaştırmaktadır. Bu, yalnızca toplumun yönetilmesi bakımından değil, giderek sermayenin denetimindeki toplu çalışma mekânlarının yönetilmesi bakımından da sorun doğurucudur. Ayrıca, sermayenin nitelikli üst ve ara eleman talepleriyle uyumlu bir eğitim sistemi modeline tamamen aykırıdır. Sermaye sınıfının, İslamizasyonun ölçüsünün kaçtığına dair kaygıları artmaktadır.

Ama kaygıları bununla sınırlı değildir. Oluşmakta olan tek adam rejimi, kapitalizmin kutsallarına da dokunmaktadır: Bunlardan birincisi özel mülkiyet hakkıdır. AKP’nin eski siyasi ve ekonomik ortağı Cemaatçi yapıyla ters düşmesi ve bunun bir silahlı darbeye kadar uzanması sonrasında, bu yapıya yakın olduğu düşünülen sermaye çevrelerinin mülkiyet haklarına el konulması (her ne kadar bir yağmalama biçimini alan sermaye transferlerine de yol açmış olsa da) ciddi bir tedirginlik kaynağıdır. Üstelik,

  • Doğan grubu gibi tam iktidar yanlısı olmayan medya gruplarına karşı, hatta ülkenin en büyük sermaye grubu olan Koç Holding‘e karşı vergi/ekonomik denetim silahları kullanılarak düzenlenen sindirme/yola getirme saldırıları bu kaygıları büyütmektedir.
  • İkinci kutsal, kapitalist hukuk rejimidir.

Bu rejimin genel olarak sermayenin çıkarlarını gözetmesi beklenir ama sermaye şirketleri arasındaki uyuşmazlıklarda da tarafsız kalabilmesi istenir; ayrıca yargı sisteminin iktidardan bağımsız olması da, siyasi iktidarın temsil ettiği büyük güç yığılmasına karşı bir güvencedir.  Bunlar sağlanamadığı taktirde sistemin tanımladığı “adalet” kavramından uzaklaşılacaktır. Bu, yerli sermaye kadar onun yabancı ortaklarını veya bağımsız yabancı yatırımcıları da kaygılandırmaktadır. Dolayısıyla, iktidarın yargıyı tam kontrolüne (AS: denetimine) aldığı yeni yapının, bundan doğrudan çıkar sağlayan dar bir yandaş sermaye grubu dışında genel bir kabul görmesi beklenemez.

Kaygıların bir diğeri, egemen siyasal İslamcı gücün hegemonyasını kurma biçiminin çatışmacı olması ve iktidarını siyasi yollarla terk etmeme eğilimidir. Bu sadece kapitalist birikim tarzının çok temel bir gereksinimi olan ‘siyasi istikrarı’ tehdit etmemekte, aynı zamanda bir
iç savaş  potansiyelini içinde barındırmaktadır. Geçen haftaya damgasını vuran bir AKP yetkilisinin

  • “her eve (yani ‘her AKP’li eve’) bir makineli tüfek ve 1000 mermi gerek” çıkışının AKP liderliğince eleştiri konusu bile yapılmamasının da gösterdiği gibi, kaygı dozu tüm toplum katmanları bakımından yükselmektedir. İktidar partisinin ve liderinin sorumsuz, öngörüsüz, hata üstüne hata yapan, bunların siyasi bedelini ödemediği gibi bunlardan ders de almayan dış politika zikzakları da, toplumun geniş kesimleri için olduğu kadar, hatta ondan da fazla burjuvazinin kaygılarını yükseltmektedir; çünkü dış istikrarsızlıklar giderek içteki istikrarsızlara eklenmekte ve Suriye’nin 6 yıl önce -eğer AKP doğru yerde dursaydı- önlenebilir olan parçalanması, bugün tüm bölgeye sıçrayabilecek bir savaşı tahrik etmektedir.

Kuşkusuz AKP rejiminin yerleşme sürecinde sermayenin 2007’ye kadar tam kadro, 2007-2013 arasında çoğunluk desteğinin önemli bir rolü olmuştur. Ama sermayenin çeşitli katmanlarının 2013’ten sonra daha temkinli ve mesafeli bir tavır sergilediğini ve kayıtsız şartsız desteğin giderek bir yandaş sermaye grubuna doğru daraldığını, bu daralmada yukarıda sayılan etkenlerin rolü olduğunu gözardı etmemek gerekir. Kuşkusuz buradan sermaye lehine “demokrasi kahramanlığı” gibi fanteziler çıkarmaya savrulmadan. (Bu konuda bkz. 29 Eylül 2015 tarihli “Sermayenin “demokrasi mücadelesi” başlıklı soL Portal yazımız).

Sonsöz  : Kestirmeciliği ve indirgemeciliği aşan analizlere olan gereksinim büyümektedir.
(SOL PORTAL 2017-26, 27.6.2017)
==========================================
Dostlar,

AKP = RTE’nin 13 CİDDİ HATA KORİDORU

Sayın Prof. Oğuz Oyan ekonomi uzmanıdır. Gerçekten derinlikli çözümlemeleri çok öğreticidir. Üstelik Prof. Oyan oldukça arı (sade) bir dille anlatımını daha da etkin kılıyor. Bu yazısını Haziran sonunda bize de ulaştı sağolsun Oğuz hocamız. Biraz tutalım.. istedik. AKP = RTE‘nin politikalarına benzer sertlikle değil, sabır ve olgunlukla, yapılanların sakıncalarını sıralayarak ve seçenekler sunarak yaklaşımı benimsediğimiz biliniyor. Ne var ki, AKP = RTE, toplumla çatışmacı dayatmacı politikasını ısrarla sürdürüyor ve artık tüm veriler, gelişmeler bu yöntemin bilinçli olduğunu kanıtlıyor. Temmuz içinde ve Ağustos başında yaşanan gelişmeler ne yazık ki ek kanıtlar.. Oğuz hocanın yazısı zaten kapsamlı, biz de çok uzatmadan “13 hata” sıralayalım :

  1. Müftü – imamlara dinsel nikah olanağı sağlayarak laik – seküler rejimi temelinden zorlama
  2. Öğretim programı (Müfredat deniyor yanlışlıkla) yapılan kabul edilemez değişiklikler.. CİHAT = DİN SAVAŞI eğitiminin konması, EVRİM’in çıkarılması, Atatürk’ün iyice azaltılması… Yüz kızartıcı suçlara bulaşan gerici – dinci – yobaz vakıflara MEB’nın eğitimi adeta devretmesi.. Tüm okulların imam-hatipleştirilme dayatması..
  3. Atatürk’e karşı suçların artması ve AKP = RTE’nin beklenen tepkiyi vermemesi
  4. “Yeni devlet kuruyor R.T. Erdoğan..” gibisinden saçmalayan AKP yöneticilerine tepkinin karnından konuşma düzeyini aşmaması ve asla içtenlikli olmayışı
  5. Büyük ADALET YÜRÜYÜŞÜ ve MİTİNGİ ardından 10 maddelik çok haklı ve geniş tabanlı istemlere dönük AKP = RTE’nin hiçbir adım atmayışı..
  6. Suriye’de düşülen vahim hatadan sonra benzer çıkmaz politikanın Katar’da izlenmesi
  7. Ekonomide derinleşen yıkıma karşı hala yeter duyarlıkla yaklaşılmaması, hezeyanlar
  8. Kabine değişikliği ile FETÖ övgüleri – sözleri… çok açık kişilerin Bakan yapılması, yükseltilmesi, FETÖ’nün AKP içindeki siyasal ayağına inatla dokunul(a)maması..
  9. Tarım ve hayvancılık politikalarında ciddi yanlışların sürdürülmesi; yerli üreticinin dışalım (ithalat) sopasıyla terbiye edilmeye çalışılması..
  10. Büyükelçilikler dahil kamu personeli alımlarında hala yaraşırlığı (liyakatı) gözetmeyip yandaş atamaları sürdürme..
  11. AKP = RTE’nin şiddet söylemiyle toplumsal ayrışmayı sorumsuzca tırmandırarak sürdürmesi
  12. Dış politikada, içeriye dönük akıl dışı çatışma zeminine sürüklenilmesi..
  13. YAŞ’ta yaşananlar, Kıbrıs’ta kabul edilemez geri adımlar ve Yunan’a verilen 18 ada-adacık!

Liste daha da uzatılabilir ama temel “13 hata koridorunu” bir kez daha not düşelim..
AKP içinde aklı başında politikacılar ülkemizin umududur.
Erdoğan mutlaka ve acilen frenlenmek zorundadır.. ve zaman hızla akmaktadır..
Şu dakikalarda Beşikdüzü’nde konuşuyor (8.8.17; 15:53) Erdoğan ve bıktırıcı ezberlerinden başka yeni hiç bir şey yok! Ucuz ajitasyona devam.. Ayrıştırıcı ve aşağılayıcı, suçlayıcı ve ötekileştirici ve argo.. Ya be ya… ve gırtlağını yırtarcasına!? Niçin, neye yarayacak? Bir Cumhurbaşkanı ama parti genel başkanı kimliği öyle baskın ki! Mutlaka anamuhalefet CHP
genel başkanı Kılıçdaroğlu’na çatılacak.. “Düşman yaratmadan” olmuyor galiba! Az eğitimli oy tabanını pekiştirme, birarada tutma adına ateşle oynama değil de ne bu yapılanlar??
Çok yazık çok.. üstelik tehlikeli..

Nereye dek hey Lordum, ne-re-ye dek!?
Artık uyanmalıyız bu gaflet – dalalet uykusundan.

Yarın çoooo geç olabilir diye kaygılananlar artık AKP’nin az eğitimli ve çıkar bağımlısı + suça bulaşmış sekter kesimleri dışında kalan tüm toplum katmanları. Umarız bu olgu gözden kaçmaz.

Sevgi ve saygı ile. 08 Ağustos 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com