Etiket arşivi: Adana Mutabakatı

AKP, MHP ve PKK

Örsan K. Öymen
08 Mayıs 2023, Cumhuriyet

Türkiye’nin ekonomik, siyasi, sosyal sorunlarını çözemeyen AKP hükümeti ve onun destekçisi MHP, yalana ve iftiraya sarılarak, cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu, terör örgütü PKK’yi desteklemek gibi akıl almaz iddialarla suçlamaya devam ediyor.

AKP-MHP bunun gerekçesi olarak da, HDP’nin Kılıçdaroğlu’nu desteklemesini gösteriyor. Oysa HDP, toptancı bir biçimde, PKK ile özdeşleştirilemeyeceği gibi, Kılıçdaroğlu’nu destekleyen 20’yi aşkın siyasi partiden yalnızca birisidir.

Bunun da ötesinde CHP, PKK’nin lideri Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması ve Türkiye’nin üniter (tekil) yapısının bozulması konusunda HDP’ye hiçbir taviz vermemiştir.

CHP’nin kendi oyu, %50’nin üzerinde oy almasını gerektiren yeni sistemde yeterli olmadığı için, CHP, birçok başka partiyle birlikte ve birçok başka parti gibi, HDP’nin de oyuna gereksinim duymaktadır.

HDP’nin Kılıçdaroğlu’nu desteklemenin karşılığında elde edeceği tek şey de, yargının bağımsızlığına kavuşmasıyla birlikte, HDP üzerindeki hukuka aykırı uygulamaların son bulması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı kararların uygulanmasıdır.
***
Öte yanda, terör örgütü PKK ile “çözüm süreci” adı altında müzakere yürüten ve tavizler veren; İstanbul seçimlerinden önce Abdullah Öcalan’ın postacılığını yapan ve PKK üyesi Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkartan AKP hükümetidir!

Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacağına, Suriye’nin bölünüp parçalanmasına ve doğan otorite boşluğu sonucunda, PKK’nin Suriye’de güçlenmesine yol açan da AKP hükümetidir!

Türkiye ile Suriye arasında, teröre karşı işbirliği yapılması konusunda imzalanan Adana Mutabakatı’nı devre dışı bırakan, bu nedenle Suriye’ye sürekli sınır ötesi operasyonlar yapmak zorunda kalan AKP hükümetidir!

“Kandil’i başlarına yıkacağız” diye açıklama yapıp, 20 yıl boyunca PKK’nin mevcut yöneticileri Murat Karayılan’ı, Cemil Bayık’ı, Fehman Hüseyin’i ele geçirmeyen AKP hükümetidir!
***
AKP ve onun destekçisi MHP, Türkiye NATO’nun ikinci büyük ve etkili ordusuna sahip olduğu halde, PKK’nin yöneticilerini yıllardır neden ele geçirmediler?!

PKK’nin ortadan kalkması durumunda, MHP’nin de varlık nedenini kaybedeceği için olabilir mi?!

Yoksa beceriksizlikten dolayı mı?

Terör örgütü IŞİD liderini istediği zaman ele geçiren AKP hükümeti, PKK’nin liderleri konusunda neden aynı beceriyi gösterememektedir?!

Adana Mutabakatı neden devre dışı bırakılmıştır?!

Suriye’ye yapılan sınır ötesi operasyonları iç siyaset malzemesi olarak kullanmak için, askerin kanı üzerinden siyaset yapabilmek için olabilir mi?!
***
AKP-MHP, savunma sanayisi alanındaki gelişmeleri de iç siyaset aracı olarak kullanmaya, savaş tankıyla, gemisiyle, uçağıyla siyasi şov yapmaya ve bunu da PKK’ye karşı mücadele söylemleriyle süslemeye devam ediyor.

Oysa teröre karşı esas mücadele, etkin bir istihbaratla ve etkili antiterör komando timleriyle verilir. Tankla, gemiyle, uçakla terörizme karşı mücadele verilmez! Bunlar daha çok, ülkeler arası savaşlarda kullanılır, ama şu anda öyle bir savaş riski de yok!

Halk, AKP’nin ve MHP’nin, PKK terörü konusundaki palavralarına ve safsatalarına kanacak mı, hep birlikte göreceğiz.

Terör ve iktidar

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
28 Kasım 2022, Cumhuriyet

 

1932 yılı kasım ayında Almanya’daki seçimlerde, Nazi Partisi’nin lideri Adolf Hitler, oyların yüzde 33’ünü aldı ve iktidar oldu.

Hitler başbakan olduktan bir ay sonra, Berlin’deki parlamento binasında yangın çıktı. Nazi hükümeti, yangını Marinus van der Lubbe adlı bir komünistin çıkardığını açıkladı ve bu terör eyleminin arkasında Almanya Komünist Partisi’nin olduğunu iddia etti.

Seçimlerde, Almanya Komünist Partisi (KPD) yüzde 17, Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) yüzde 20 oy almıştı.

Bu yangından birkaç gün sonra Nazi hükümeti, Almanya’daki komünistlerin, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin desteğinde bir halk isyanı ve darbe girişiminde bulunduğunu iddia ederek olağanüstü hal ilan etti; düşünce, ifade, basın ve örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldırdı; KPD milletvekillerinin çoğunu ve SPD milletvekillerinin bazılarını tutukladı.

Berlin İtfaiye Müdürü olan Walther Gempp, yangının itfaiyeye geç haber verildiğini, ayrıca alanda itfaiyenin yetkilerini kullanmasının, İçişleri Bakanlığı’na bağlı güvenlik güçleri tarafından engellendiğini, güvenlik güçlerinin itfaiyeden önce yangın alanında bulunduğunu açıkladı. Gempp yangından kısa bir süre sonra görevden alındı, daha sonraki yıllarda tutuklandı ve hapishane hücresinde ölü olarak bulundu.
***
1933 yılı mart ayında seçimler, olağanüstü hal koşulları altında yenilendi, Nazi Partisi’nin oyların yüzde 44’ünü aldığı açıklandı. Seçimlerden sonra Hitler, kendisine mutlak yetkiler veren, yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığını ortadan kaldıran anayasa değişikliklerini meclisten geçirdi.

81 KPD milletvekilinin tamamı, 120 SPD milletvekilinin 26’sı tutuklu veya sürgünde olduğundan dolayı meclisteki oylamaya katılamadığı için, merkez sağ partiler de bu değişiklikleri desteklediği için, bu düzenleme mecliste onaylandı. Mecliste hazır bulunan 94 SPD milletvekilinin tamamı bu düzenlemenin aleyhinde oy verdi.

Hitler bundan sonra, SPD dahil, Nazi hükümetine muhalefet eden tüm siyasi partileri kapattı ve çok partili serbest seçimleri ortadan kaldırdı.

  • Almanya’daki parlamento binası yangınını Nazi hükümetinin, kendi diktatörlüğünün yolunu açmak için çıkardığına veya yangının yayılmasına göz yumduğuna dair birçok iddia ortaya atıldı.

***
1970’li yıllarda Türkiye, yoğun terör eylemlerine sahne oldu, binlerce vatandaş yaşamını yitirdi. Bunun üzerine 1978’de birçok ilde sıkıyönetim ilan edildi, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) terörle mücadele için özel yetkiler verildi, ancak buna rağmen terör eylemleri sona ermedi.

12 Eylül 1980’de TSK, terörü gerekçe göstererek askeri darbe yaptı. Sıkıyönetim zamanında TSK’nin önleyemediği terör, kısa bir sürede tamamıyla (tümüyle) önlendi.

Bunun üzerine TSK’nin, askeri darbeyi gerekçelendirmek için, sıkıyönetim döneminde terör olaylarını kasıtlı olarak engellemediğine dair (ilişkin) iddialar yıllarca tartışıldı.
***
2015 yılında, IŞİD ve PKK terörünün, seçimlerin kazanılması için AKP hükümeti tarafından kasıtlı olarak engellenmediği iddiaları; 2016 yılındaki FETÖ darbe girişiminin de olağanüstü hal ilan edebilmek için, zamanında önlenmediği ve gerçekleşmesine izin verildiği iddiaları; benzer senaryoların 2023 seçimleri öncesinde devreye sokulduğu iddiaları, ciddi bir biçimde araştırılmalıdır.

Medyaya yansıyan ifadelere göre, 13 Kasım İstiklal Caddesi terör eylemini gerçekleştiren Ahlam Albashır’ın, ağabeyinin AKP hükümetinin desteklediği ÖSO’nun komutanı olduğunu, PYD/YPG’nin, kendisini ÖSO için casusluk yapmakla suçladığını söylemesi; PYD/YPG yöneticilerinden Mazlum Kobani’nin, Ahlam Albashır’ın üç kardeşinin IŞİD saflarında eylemde bulunduklarını açıklaması önemlidir.
***
Bu bağlamda AKP hükümetinin, terörü önlemek için, Suriye yönetimiyle anlaşarak Adana Mutabakatı’nı yıllardır neden devreye sokmadığı, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını neden engellediği, İran, Irak, Suriye sınırlarının güvenliğini neden sağlamadığı, sınır ötesi operasyon yapmasını gerektirecek koşulları bu yolla neden ortadan kaldırmadığı ayrıca sorgulanmalıdır.

  • Sınır ötesi operasyonların, Türkiye’nin güvenliğini sağlamak amacından ziyade
  • AKP’nin iktidarda kalması amacıyla gerçekleştirildiği iddiaları durduk yere ortaya çıkmamaktadır.

1 milyon Suriyeli sığınmacı için İdlip’te konutlar yapıldığı…

Değerli Dostlarımız,

Milli Merkez Yönetim Kurulu üyemiz değerli Prof. Dr. Hasan Ünal‘ın, bir milyon Suriyeli sığınmacı için İdlip’te konutlar yapıldığı açıklamaları hakkındaki görüş ve uyarılarını bilgilerinize sunarım.

Saygılarımla,

Haluk Dural
Milli Merkez Genel Sekreteri
* * *

1- Sığınmacılara bizim denetimimizdeki Suriye topraklarında evler yapıp ekonomik yaşam alanları oluşturmaya çalışarak sorun çözülmez. Muhtemelen daha da çetrefil hale gelir. Ancak Suriye hükümeti ile anlaşarak/uzlaşarak sorun kalıcı bir şekilde çözülebilir

2- Suriye’de evler yaparak 1 milyon sığınmacı yerleştirmek sığınmacı/vd. görüntülerini belki geçici olarak azaltır ama sorunu çözmez. Kaldı ki, sığınmacılar/illegal yollardan ülkeye gelenlerin yoğunluğu ekonomik krizden bunalmış halkın gözünde böyle bir rahatlama da yaratmayabilir

3- Başka bir ülke topraklarında geniş çaplı inşaat vs. yapmak, nüfus yapısını değiştirmek ilerde başta AİHM olmak üzere uluslararası mahkemelerde başımıza büyük sorunlar açabilir. Üstelik böyle bir girişim burada yaptığımız masrafları o topraklarda devam ettirmek anlamına gelir

4- İnşaat yapacağımız arazilerin gerçek sahipleri kimler? Onların Türkiye aleyhine dava açma yollarını aramayacaklarını varsaymak çok yanlış olur. Kıbrıs davamıza büyük darbe vuran Loizidou davasını unutmayalım. O dava ve benzerlerinin ceremesini ödemekle bitiremiyoruz

5- Savaşın bittiği Suriye ile anlaşmak sorunu büyük ölçüde çözer. Geri dönüşlerle ilgili bir anlaşma imzalanması, teknik komitelerin kurulması, isim listelerinin paylaşılması, burada doğanların Suriye vatandaşlığı elde etmeleri vs. aylar içinde hızlı bir şekilde sonuçlandırılabilir

6- Kendi insanlarını yerleştirmek Suriye hükümetinin işi olmalıdır. Fırat’ın doğusundaki topraklardan gelenlerin Suriye hükümeti tarafından ülke içinde başka yerlerde geçici iskanı sağlanmalıdır

7- Geri dönüş listeleri hazırlandıkça Türkiye yardımları durdurur ve bu insanların dönüşleri hızlanır. Yeni bir af çıkaran Suriye’nin ülkeyi terk eden bütün vatandaşlarına çağrıda bulunuyor olması bir fırsattır. Ayrıca bu konuda bir geçici gözlem sistemi kurmak da mümkün olabilir

8- Suriye ile uzlaşmak ayrıca jeopolitik bir mecburiyet olarak karşımızda duruyor. İlişkilerimizi düzeltmeye çalıştığımız Arap devletlerinin hemen hepsi Suriye topraklarındaki varlığımıza son vermemizi istiyorlar. Bu çağrılar Arap Ligi toplantılarında artarak devam edecektir

9- Daha da önemlisi Suriye ile uzlaşmamak Fırat’ın doğusunda ABD gölgesinde palazlanmaya çalışan PKK/PYD kukla yapısını kalıcı hale getiriyor. Oysa bizim hemen Şam ile uzlaşıp Adana Mutabakatı günlerine dönmemiz ve teröre karşı ortak mücadele etmemiz gerekir

10- Suriye’yi milli-üniter yapıdan çıkaracak yeni anayasa, muhaliflerden oluşan Esat‘sız geçici hükümet ve uluslararası gözlem altında yapılacak seçimlerle Esat’ı devirmenin olanaklı olduğunu, bu yüzden sığınmacıların bizim denetimimizdeki topraklarda kalmasını istiyorsak vay halimize!

11- Oysa mevcut konjonktürden yararlanarak Rusya’nın da arabuluculuğu ile elde edilecek bir Suriye uzlaşması, başta Kıbrıs olmak üzere pek çok konuda bizim de Moskova’dan talepler dile getirmemizi mümkün kılabilir. Böyle uygun zamanlar her zaman gelmez.

12- Sığınmacılar dolayısıyla toplumda ‘Araplar’ olarak dile getirilen genel karşıtlığın artması hiç sağlıklı değil. Neticede Araplar ve Arap devletleri bizim komşularımız. Bunun önlenmesi için herkesin evine dönmesini sağlamak en doğru tercih olur

13- Ayrıca Suriye maalesef bizim de katkıda bulunduğumuz savaştan önce oldukça istikrarlı bir devletti. Yıllarca iki devlet arasında kitlesel düzeyde gidiş-gelişler olurken herhangi bir Suriyelinin açlıktan veya siyasal baskıdan vs. dolayı Türk makamlarına iltica (sığınma) istemi oldu mu?

14- Sığınmacılara/illegal göçmenlere vatandaşlık vererek seçimleri kazanmaya çalışmak beyhude bir çaba olur çünkü büyük bir ekonomik kriz içinde çırpınan halkın gözünde böyle bir girişim tam tersine sonuçlar verecektir. Bir an evvel harekete geçmek lazım.

SURİYE BUNALIMI ve AKP = ERDOĞAN REJİMİNİN AĞIR TARİHSEL SORUMLULUĞU

SURİYE BUNALIMI ve
AKP = ERDOĞAN REJİMİNİN
AĞIR TARİHSEL SORUMLULUĞU

 

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim, Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Gelinen aşamada acı süreci irdeleyecek çeşitli değerlendirmeler yapılabilir.
Türkiye’nin askeri birliklerinin egemen bir devlet olan Suriye topraklarındaki varlığı uluslararası hukuka, BM Andlaşması‘nın 51 ve ilgili maddelerine dayandırılabilir.
Ne var ki bu hukuksal dayanak biçimseldir.
Özünde, Suriye’de Esad yönetimine karşı ABD – AB emperyalizminin başlattığı iç savaş vardır.
Türkiye, ne yazık ki, kadim komşu Suriye’de emperyal planlara alet edilmiştir AKP = Erdoğan rejimi tarafından.

Nitekim Erdoğan, Suriye’deki Türk askeri varlığını kendi sözleri ile  “kapı gibi Adana mutabakatı”ba dayandırırken, Şam Dışişleri çok farklı yönde bir açıklama yaptı :

Erdoğan’ın Suriye’deki Türk askeri varlığını Adana Mutabakatı’na dayandırmasını yanıtlayan Suriye Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin söz konusu mutabakat uyarınca Suriye’ye asker gönderme ve terörle tek başına mücadele etme hakkına sahip olmadığını ifade etti.

Suriye Dışişleri Bakanlığı, aşağıdaki açıklamayı yaptı (www.abcgazetesi.com)

Şam, yalan söylemeye ve Suriye’deki eylemleri konusunda halkı yanıltmaya devam eden Erdoğan’ın inatçılığını kınıyor. Bu bağlamda Adana Mutabakatı’nın Türkiye’nin Suriye hükümetiyle koordinasyonunu tanımladığını, bunun bir uluslararası anlaşma olması nedeniyle Erdoğan’ın tek başına hareket edemeyeceğini hatırlatmak isteriz.

Adana Mutabakatı’nın terörle mücadeleye ilişkin olduğunu belirterek,

  • Erdoğan’ın denetimi altındaki terör örgütlerini koruduğunu ve
  • onlara çeşitli yardımlar sunduğunu..

iddia eden Suriye Dışişleri, Türk hükümetinin bu tür eylemlerinin Ankara’ya güveni zedelediğini savundu.
****
Suriye’nin içişlerine BM hukukunun (BM Ana Sözleşmesinin) en temel ilkeleri olan İÇİŞLERİNE KARIŞMAMA ve SINIRLARIN DEĞİŞMEZLİĞİ ilkeleri (1648 tarihli Westphalia Barışı gereği, devletler kesin sınırlara sahiptir ve sınırları içindeki ahali
üstündeki iktidarları mutlaktır..) çiğnenerek müdahale edilmiş, Türkiye de Batı emperyalizmince kimi vaatlerle istismar edilerek kullanılmıştır. Oysa BM Antlaşması’nın  m. 1/2, 55 ve 76. maddeleri, bir ülkenin halkları içinde kendi geleceğini belirleme (self determinasyon)  hakkını kullanmaları durumunda bile sınırların değişmezliği ilkesini benimsemiştir.

BM Antlaşması‘nın 1. ve 55. maddesinde; uluslararası alanda, halkların eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için gerekli uygun önlemleri alınması kararlaştırılmıştır. (Charter of the United Nations, https://www.un.org/en/charter-united-nations/, erişim 04.02.2020)

  • Dolayısıyla Suriye’nin nasıl yönetileceğine Suriye halkı dışında hiç kimsenin karar verme hak ve yetkisi yoktur. Karşımızda, egemen – bağımsız ve BM tarafından tanınan – BM üyesi bir ülke vardır. Kabul edilsin ya da edilmesin, gerçek budur. Ayrıca bu ülkenin topraklarında askeri varlığımız söz konusudur. Suriye resmi güçleri, bu varlığı işgal olarak kabul etmekte ve eylemlerini meşru görmektedir. Kuşku yok, Rusya’nın açık onayı olmaksızın Suriye bu saldırıyı yapamazdı. Dolayısıyla kritik kırılma noktası tam da buradadır. Salt İran ile şimdiki Suriye politikasını / düşmanlığını AKP = Erdoğan rejiminin sürdürme olanağı yoktur.

    ****
    Şehit edilen asker ve sivil yurttaşlarımızın acıları yüreğimizdedir. Yakınlarına başsağlığı ve sabır dilemek klişedir ve kolaydır. Yaralılara acil şifa dilemek de öyle.. Hatta bu dilekleri dinci hamaset sözcükleri ile bezmek de.. Tıpkı iktidarın başı ve öbür kimi yetkililer ve yalaka basın gibi.. Asıl olan ise, Büyük ATATÜRK‘ün YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ ilkesini dış politikada şaşmaz eksen edinmek ve ulus üyelerinin burnunu bile kanatmamaktır.

Bu acı sonuç ile önceki Suriye operasyonlarında verilen şehitlerin, yaralıların, maddi yıkımların sorumlusu çok net ve tartışmasız biçimde AKP = Erdoğan iktidarıdır. Öylesine boş sözler ve hamasi, duygu sömürüsüne dönük girişimlerle bu yürek yakan sorumluluk perdelenemez.

Bahçeli‘nin, Suriye’de rejim değişmedikçe rahat yok… içerikli sözleri bir başka talihsizliktir. Suriye’de rejimi değiştirmek kimsenin haddi değildir. Suriye’de uluslararası hukuka göre egemen ve meşru bir devlet ve yönetim vardır. Onu beğenmeyebilirsiniz ama İHVANCI bir rejimi bu ülkede kurma heveslerinin bedeli işte böyle ağır olur..

Önemli bir nokta da İSTANBUL KANALI bağlantısıdır… Bu Kanal Rusya’nın güvenliğini olağanüstü düzeyde tehdit edicidir ve bu ülke tarafından kabulü olanaklı değildir. Dolayısıyla, bu Kanal girişimleri gündeme geldiğinden bu yana Rusya – Putin, Türkiye’ye açık – dolaylı iletiler vermektedir. Daha önceki bir yazımızda da konuya değinmiştik.

AKP = Erdoğan rejimi, kendi aklınca ABD – AB – Rusya’yı (+ İran’ı) yönlendirebileceği boş hayallerini kurmuştur. Sonuç hüsrandır. Yapılacak şey, Atatürk’ün  YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ politikasına sarılmak ve büyük güçler arasında dinamik denge stratejisine yönelmektir.

AKP = Erdoğan rejimi, gelinen çok kritik yerde, bu ağır sorun üzerinden iç politikaya dönük gündem oyunları ve kısır oy hesaplarına asla ve asla girmemelidir. TBMM ivedilikle toplanarak kapalı oturumda ulusal politikalar belirlenmeli ve kamuoyu bilgilendirilerek, saplanılan bataklıktan geri çekilmeye çalışılmalıdır.

Erdoğan bunu yap(a)mayacaksa, bir biçimde çekilmeli / istifa etmeli ve ülkemizi hızla büyüyebilecek kanlı ve çok tehlikeli serüvenlere sürüklemekten mutlaka kaçınmalıdır.

Batı’nın emperyal abanmaları, Rusya ile önemli ölçüde dengelenebilirdi..
Erdoğan’ın Ukrayna ziyaretinde açıkça Rusya’yı karşısına alan irrasyonel girişimleri, sorunun tuzu biberidir.
Çok yazık oldu..
Türkiye bir kez daha, çok dezavantajlı koşullarda, örneğin çok ağır borç yükü – ekonomik bunalım konjonktürü içinde… Batı emperyalizminin kucağına sürüklenmiştir.

SONUÇ                                             :

  • Siyasal tarihte bu denli akıl ve bilim dışı, ülkesine çok ağır zararlar veren bir dış politika örneği anımsamıyoruz..

Dinci – gerici -baskıcı AKP = Erdoğan rejiminin Türkiye’ye kestiği en ağır son fatura bu paralizi olsa gerektir.

  • 17+ yıldır vahşetle dayatılan değerler erozyonu ve ekonomik talana ek olarak..

Sahi, 4+ milyon Suriyeli Türkiye’de iken ve bir o kadarı sınırın hemen güneyinde iken Suriye ile bir sıcak çatışma nasıl göze alınabilir ki??!

İçerideki ağır ekonomik bunalıma, işsizliğe, yoksulluğa, sosyal güvenlik krizine, dinci dayatmalara, halkı kutuplaştırmaya…  odaklanmamız gerek.. Değişik gündem oyunları bu sorunları çözmediği gibi daha da büyütür. Halk da daha çok aldatılamaz. çünkü somut – ağır – yakıcı – bunaltıcı, kendisini yakan… ailece intihara sürükleyici kertede deneyimlemekte, yaşamaktadır.

  • Asıl rejim bunalımı Türkiye’dedir.
    – TEK ADAM REJİMİ tıkanmıştır ve Türkiye adeta boğulmaktadır.
  • Değişmesi gereken AKP = ERDOĞAN rejimidir..

Sahi, Esat kalksa ve

“…Türkiye’de demokratik parlamenter düzen yıkılmıştır.
TEK ADAM diktatörlüğe sürüklemektedir komşumuz Türkiye’yi. Buna seyirci kalamayız. Türkiye’de demokratik rejim yeniden kurulmadan Suriye’ye rahat yok. Türkiye yaparsa ne ala,
yoksa biz ne gerekiyorsa yapacağız….”

dese… AKP = Tek adam Erdoğan ne buyururlardı acaba???

  • Bir kez daha yanıldınız ve yenildiniz..
  • Kabul edecek ve usulünce geri çekileceksiniz..
  • Masum vatan evlatlarının kanını daha çok dökmeyeceksiniz.. 

    Sevgi, saygı ve ACI ile. 06 Şubat 2020, Ankara

     

Ankara zirvesi: Dönüm noktası

Ankara zirvesi:
Dönüm noktası

Ahmet Yavuz
E. Tümg.
Cumhuriyet, 19.9.19

  • Barış yapmak savaş yapmaktan zordur. Türkiye’nin bugün tanımadığı Esad’la birlikte adımlar atması, sorunun çözümüne en büyük engel olan ABD üzerinde baskı oluşturabilecek yegâne vasıtadır.

Suriye’nin geleceği noktasında 16 Eylül 2019 günü Ankara zirvesinde atılan adımı önemsemeliyiz. Zira bıçak kemiğe dayandı. Artık meseleyi başka türlü ele almak gereği devletin zirvesinde de anlaşılmışa benziyor gibi…
“Gibi” diyorum çünkü benimki bir izlenim. Biraz da temenni, tam bir çıkarım değil.
Bir süre önce Fırat’ın doğusunda hayata geçirilmeye başlanan güvenli bölge sevdasının içinin boş olduğu görüldü. Birileri için sürpriz oldu! Münbiç’te yaşananları başkası yaşamış gibi…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir süre önce bu konuda memnuniyetsizliğini belirtti. Bununla kalmadı. Zirve açıklamaları esnasında 15 gün sonrasına miat verdi. Sanırım, Birleşmiş Milletler toplantısı fırsatıyla Trump’la yapacağı görüşmede, gidişattan hoşnut olmadığını ifade edecek…
Alacağı cevabı kendisi de öngörüyor olmalı ki, konuşması esnasında, Suriye’de en doğru işleyişin “Astana süreci” olduğuna vurgu yaptı.
Bu sefer Suriye’nin siyasal birliği, toprak bütünlüğü ve istikrarı vurgusu farklı bir tondaydı. Sanki ayaklar suya değmiş gibi…

Israr gereksiz
Çünkü ABD’nin rotasında değişiklik yok: Suriye’yi bölmek.
Türkiye’nin rotası ise tersi olmalı: Bölünmemiş Suriye.


Türkiye’nin tek başına bunu sağlama gücü yok. Rusya ve İran ile birlikte olarak dahi sorun ancak dengede tutulabiliyor. Türkiye bugüne kadar ikircikli tutumlarla geldi: “Fırat’ın batısını Rusya, doğusunu ABD ile götürürüm, kontrol altına aldığım alanları da gerekiyorsa topraklarıma katarım,” yaklaşımını zihinsel arka planında muhafaza etti. Dolayısıyla bugüne kadar ifade ettiği “Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusu” günü kurtarmaya yönelikti. Ancak bunun işlemeyeceğini görmüşe benziyor. Çünkü hesap yanlıştı. Israr gereksizdi. Bağdat’a kadar gitmeye gerek yoktu. Oradan dönülüyor olması evladır.

Öte yandan ABD ile Fırat’ın doğusunda gerçekleştirilmeye çalışılan güvenli bölgeden, kendisi başka bir şey, ABD’nin başka bir şey anladığını yeniden öğrendi.
Aslında herhalde bir başka hususu daha gördü: Fırat’ın doğusunda 50 km. lik bir derinliğe kadar olan alanı tamamen kontrol altına alsa bile, daha güneyde bir devletçiğin ortaya çıkmasına mani olamayacağı gibi, onun kurulmasına ve meşruiyet kazanmasına hizmet edeceğinin de ayırdına vardı.

Bakanlıklar arası zıtlık

Bunu, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile Milli Savunma Bakanı Akar’ın birbirine zıt ifadelerinin basına yansımasından çıkarmak mümkün.
Geçmişte örneğine az rastlanır bir duruma tanıklık ediyoruz: Milli Savunma Bakanı gidişatın sonuç alıcı olacağı gibi iyimser bir tutum sergilerken Dışişleri Bakanı hoşnutsuzluk belirtiyor. Genelkurmay bu konuda ne düşünüyor, bunu bilen de yok, ilgilenen de… Oysa bilmeliyiz. Gerçi bu konuda Genelkurmay görüş belirtse, alçılar salçalar “askeri vesayet hortladı” diye ortaya çıkar. Oysa sivil-asker ilişkilerinde ABD’yi örnek gösteren bu tipler Trump’a direnen CENTCOM’ un bunu nasıl yaptığını sorgulamaz. Neyse, bu konuyu geçelim ve konumuza dönelim…
Bu noktada ABD’ye bakış ve gelecek perspektifi açısından da anlamlı bir durum söz konusu. Cumhurbaşkanı daha ziyade Dışişleri Bakanına’da yakın duruyor.

Başka yol yok!

Bu konunun yukarıda zikredilen, iktidarın Suriye’nin toprak bütünlüğü konusundaki tavrının sonuna yaklaşması bağlamında anlamı var. Çünkü Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamaktan başka bir yolun, Türkiye’ye huzur getirmeyeceği gerçeği bilinçlere yansımaya başladı. Rusya ve İran’ın da bunu onaylamayacağı, zirvede bir kez daha ortaya çıktı.

Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması stratejisini benimseyen adımları kararlılıkla atarsa ne gibi değişiklikler olabilir?

Öncelikle İdlib’de durum farklılaşır. Zira İdlib’de atılacak adımlar mihenk taşı özelliği taşıyor. Eğer Türkiye, daha önce açılması yükümlülüğünü üstlendiği M4 ve M5 karayollarının (Halep-Lazkiye yolunun) güneyi ve doğusunda bulunan 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11 numaralı gözlem noktalarını, anılan yolun batısı ve kuzeyine çeker ve yeni yerlerinde tesis ederse meseleyi farklı bir şekilde ele aldığı sonucuna varabiliriz.

İlişkilerde güven artar

Bu, Rusya ve İran hatta Suriye ile olan ilişkilerde güven yaratır. İlave olarak İdlib’den göçü sınırlar. Ayrıca bu bölgede sıkışmış olan teröristlerin Suriye ordusu tarafından imhasına zemin yaratır. Tabii bütün bunların kolay olmayacağı açıktır.
İyimser bir senaryoyla, bir süre sonra Suriye devleti, Fırat’ın doğusu hariç ülkesine tamamen hâkim olduğunu ileri sürebilir. Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelerde Adana Mutabakatı çerçevesinde bulunmasını benimsediğini açıklayabilir. Ordusunu da Fırat’ın doğusuna yönlendirme olanağına kavuşur.
Ortaya çıkması muhtemel yeni durum, diplomatik yollardan AB ülkelerinin de devreye sokulmasını mümkün kılabilir. Yeni anayasal süreç de bunlara paralel yürütülebilirse, ABD’nin Suriye’yi bölme planına sınır getirilebilir, engel olunabilir.
O takdirde Astana süreci daha büyük bir dalgaya yol açacaktır.
Bu yönde atılacak adımların arzu edilen ve yukarıda tasvirine çalıştığım son durumu sağlaması mümkün olmayabilir. Ancak mevcut güç dengesi, elimizde bu seçeneği devreye sokmaktan gayrı bir yolun varlığına işaret etmiyor.

Esad’ı tanımak şart

Öte yandan ancak böyle bir tercih Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönme heves ve arzusunu açığa vurmalarını sağlayabilir.
Barış yapmak savaş yapmaktan zordur. Savaşanların birbirlerini tanıması gerekmez. Ancak taraflar birbirlerini tanımadan barış yapamaz. Türkiye’nin bugün tanımadığı Esad’la birlikte adımlar atması, sorunun çözümüne en büyük engel olan ABD üzerinde baskı oluşturabilecek yegâne vasıtadır.
İyimser bir bakış açısıyla Ankara zirvesinden böyle bir çıkarımda bulunmak, içinde birtakım riskleri barındırsa da ülkenin uzun zamandır unutulan ulusal çıkarının gereğidir.

Çözüm Atatürk politikaları

Zirvenin Çankaya’da yapılması farklı yorumlara yol açtı. Sembolik boyutu açısından şunu ileri sürmek mümkün:

Çankaya, Sovyet Rusya ve İran ile dostluğun ilmek ilmek örüldüğü yerdir.

Kurucu atamız Mustafa Kemal Atatürk, sadece bu iki ülkeyle değil, aynı zamanda bütün komşularımızla iyi komşuluk ilişkilerinin temellerini Çankaya’da atmıştı. Hatay sorununa rağmen Suriye bile bu yaklaşımın kapsama alanı içindeydi. Verilmek istenen mesaj,

  • Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” politikası

hayata geçirmenin bir adımıysa; buna sadece ve sadece alkış tutulur.
Çünkü Türkiye’nin ihtiyacı, iç cephesini kuvvetlendirmek ve yeniden bütün boyutlarıyla Atatürk’ün politikalarına dönmektir. Başka geçerli yol yoktur.

Hayat her gün bu gerçeği kafamıza vura vura öğretiyor.

Birileri bunu geç öğreniyor diye kınayacak halimiz yoktur. Ancak seviniriz.

Adana Mutabakatı

Sputnik ajansının Adana mutabakatıyla ilgili sorularına karşılık verdiğim mülakatın özeti

Onur Öymen

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Sputnik ajansının Adana mutabakatıyla ilgili sorularına karşılık verdiğim mülakatın özetini aşağıda sunuyorum:

Adana Mutabakatı’nın özü şudur : Türkiye ve Suriye arasında terörle mücadele konusunda kapsamlı bir işbirliği gereklidir. Adana Mutabakatı’nın ve sonrasında imzalanan anlaşmanın bir anlam ifade edebilmesi için Türkiye ve Suriye arasında bir işbirliği mekanizmasının çalıştırılması gerekiyor.

“Türkiye ile Suriye arasında mutlaka terörle mücadele konusunda bir işbirliği yapmasının çalıştırılması lazım. Çünkü bir ülkenin topraklarından teröristlerin bertaraf edilmesi öncelikle o ülkenin hükümetinin görevidir. Suriye’de terör faaliyeti varsa IŞİD, PYD, PKK, Nusra, kim olursa olsun, bunlarla mücadele etmek birincil olarak Suriye’nin görevidir. Suriye gerekirse başka ülkelerden de bunun için destek isteyebilir.

BM Yasasının 2. maddesinin en önemli hükmü;

devletlerin egemenliğinin,
bağımsızlığının ve
toprak bütünlüğünün korunması ve buna saygı gösterilmesidir.

‘Efendim, Suriye’de yanlış işler yapılmıştır, o zaman topraklarının bir kısmına el koyarız’ demek BM yasasına uygun bir yaklaşım değildir.

Şu anda Suriye topraklarının %33’ü PYD ve onun yönetimindeki gruplar tarafından işgal edilmiş vaziyettedir. Suriye’nin başka bazı bölümleri başkalarının denetimi altında, İdlib gibi. Bu uluslararası hukuka açıkça aykırıdır. Bunu hiç kimse savunamaz. Bu bakımdan öncelikle üzerinde durulması gereken bu ilkelerdir.

Bu çerçevede yapılmış olan mutabakatın ve antlaşmanın yürürlüğe konulması gerekiyor.. Bu antlaşmanın yürütülmesi için de Türkiye ile Suriye arasındaki mekanizmalarının faaliyete geçirilmesi bence en uygun yoldur.

Bir, doğrudan doğruya temas etme yolu var. Bu, bugünkü ortamda sağlanamıyorsa, bir ülkenin aracılığıyla bu temasları sağlama yöntemi var. Üçüncü bir ülkede temas imkanı var, Bir uluslararası kuruluşta, diyelim ki BM’deki Türk – Suriye temsilcileri arasında görüşme yöntemi var. Uluslararası alanda evvelce buna benzer yöntemlerin hepsi uygulanmıştır.

Terörle mücadele Türkiye’nin lehine olduğuna göre ve terörle mücadelede Suriye’ye çok önemli bir görev düştüğüne göre, böyle bir temas mekanizması terörle mücadelede daha etkili sonuç verir, ayrıca siyasi çözüm bulunmasına da katkıda bulunur.

Öte yandan terörle mücadelenin hep askeri boyutu düşünülüyor, diplomatik boyutu hemen hemen hiç düşünülmüyor . Oysa Adana Mutabakatı gösterdi ki; Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması, kampların kapatılması, hiçbir askeri güç kullanmadan dahi diplomasiyi etkili bir şekilde kullanarak sonuç alınabilir.

Saygılar, sevgiler.
=========================================
Dostlar,

Erdoğan bilmem kaçıncı kez Moskova’ya gitti önceki günlerde. Belki de Katar’ın “hibesi” (!?) yarım milyar Dolarlık uçağına binmek için gerekçe olmuştur. Kabindeki yandaş gazeteciler de dönüşlerinde kamuoyunu “biçimlendirmek” üzere görevlerini yapacak ya da borç ödeyecektir..

Artık Rusya – Putin de bıkmış olmalı benzer önerileri Erdoğan’ın önüne habire koymaktan ve ikircikli politika (double – track policy) gütmekten vazgeç(e)meyen bu iktidardan. Bir yandan 10-15 bin km uzaktaki bir küresel şeytanın Rusya karşıtı NATO’da sözde “stratejik müttefiki” olacaksınız, bu haydut devletin başı, önceki hafta “Türkiye’nin ekonomisini mahvederiz..” diye dünya diplomasi tarihinde görülmemiş nitelikte bir çıkışla küstah bir tehdit savuracak ve yutkunup yalnızca “üzüldük” diye geveleyecek ve utandırıcı bir siliklikle “stratejik müttefikler birbirine böyle yapmaz..” diye ağlaşacaksınız; bir yandan da yüzyılların sınır komşusu devasa ve kadim Rusya ile aşık atacaksınız..

Yemezler efendiler yemezler…

Sonra da dönüp gelecek ve “Adana mutabakatı” ndan söz edeceksiniz mal bulmuş mağribi gibi.. Sizin “monşerler” dediğiniz dünyanın önde gelen Dışişleri kadrolarından birini dağıtır ve hacı – hoca – takunyalı – çember sakallı – türbanlı – imam.. ehliyetsiz ama sadık (?) yandaş … takımını doldurursanız; 20 yılı geçmeyen yakın tarihte parlak bir diplomasi zaferiniz olan Adana Mutabakatını bile size Rus Dışişleri anımsatır!

Ne acınacak durumdur değil mi??

Ama daha da acınası olan, bu hazin tablo bile içeride AKP tabanına politik pazarlama aracı olabiliyor.. Kapalı salonlarda, ezici bölümü erkek, ezici bölümü türbanlı kadınlar hezeyanla alkışlıyor, alkışlatılıyor!

İnsanımızın düzeyi, eğitimi, politik bilinci böylesine vahim derecede geriletilmiştir.

Asıl endişe edilecek olgu budur ve böylesine afsunlanmış kitlelere tapılan karizmatik önderlerin neredeyse yaptıramayacakları şey yoktur.. Bu sosyo-politik tablonun adı nedir, nasıl kavramlaştırılır?

Kitlesel hipnotizma mıdır?
Sürü psikolojisi midir?
Sosyo-manyak absürdite midir?
Kitlesel dissosiyatif sendrom (sosyal şizofreni) mudur?
……
Nedir nedir ve sonucu nereye varır??
Yakın tarih yıkıcı örnekleriyle dolu..

Sevgi ve saygı ile. 28 Ocak 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com