Kürt ateşe sürülüyor; Ayyıldız kuşatılıyor!
Dostlar,
Çalışkan, üretken, yurtsever arkadaşımız Serdar Bolat,
Nevruz kutlamalarının ardından 24 Mart 2014 günü aşağıdaki kapsamlı iletiyi paylaşmıştı.. Aradan 2,5 ay geçti.. Geldiğimiz yer ortada..
İbretle okunmalı ve artık bu apaçık bölücü kalkışmaya bir son verilmeli..
Bölünme süreci durdurulmalı,
Bölünme süreci artık durdurulmalı;
Bölünme süreci hemen dur-du-rul-ma-lı-!
Sevgi ve saygı ile.
7 Haziran 2014, Ankara
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
===========================================
From: Serdar Bolat
Sent: Sunday, March 24, 2013 12:49 PM
Subject: (oybirligi) Kürt ateşe sürülüyor
Kürt ateşe sürülüyor
+++++++++++++++++
Ali Serdar Bolat
24 Mart 2013
22 Mart günlü Aydınlık’ın manşet ve ana başlıkları:
Kürt ateşe sürülüyor, Ayyıldız kuşatılıyor.
Başbakan’ın “Diyarbakır’ı BOP’un merkezi yapma” rüyası Nevruz’da prova edildi.
Öcalan’ın mesajından “Kürtleri savaşa sürme” çıktı.
Ankara’da ise polis Türk bayraklı yurtseverleri kuşattı.
Amerikan rüyası gerçekleşiyor
“Silahları bırakın” demedi.
Öcalan “yeni anayasa”yı tarif etti (Mehmet Faraç yazdı)
Aydınlık, 22 Mart 2013
İçişleri Bakanı laf olsun diye “Öcalan posteri açmak suçtur” demişti.
Hem Öcalan posteri açıldı, hem de PKK, HPG (PKK’nın sözde ordusu), KCK ve BDP flamaları…
Poster ve flama bir yana, “silah bırakacak, sınır dışına çıkacak” denen PKK teröristleri dağdan silahları ile inerek Diyarbakır’daki kürsünün güvenliğini sağladılar,
Lice’de açıkça PKK olarak kutlama yaptılar.
PKK Diyarbakır’da kürsüde
PKK Lice’de
19 Mayısları, 23 Nisanları, 29 Ekimleri Türk bayrakları ile kutlamak, 10 Kasımları anmak kararname çıkararak, polis zoru ile önlenmeye çalışılırken, Öcalan posterli,
PKK bayraklı, terörist destekli gösteriler serbestti.
Çünkü Atatürkçüler, yurtseverler AKP hükümetine karşı idiler, PKK ise AKP hükümetine karşı değildi, hükümeti yıkmak istemiyordu. Ayrıca PKK sayesinde barış gelecek, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye topraklarımıza katılacaktı.
Bölünme provası haline dönüşen mitingde okunan mektubunda Öcalan “çekilin” dedi ama “silahları bırakın” demedi.
Çekilmek bir yana, PKK, dağ kıyafetleri içinde silahlı olarak şehire indi.
Tayyip Bey, Diyarbakır mitinginde Öcalan posterleri, PKK bayrakları açılmasından, asılmasından rahatsız olmamıştı. Türk bayrağının olmamasından yakınması ise,
Türk bayrağı ile PKK flamasını eşit düzeyde gördüğü ve öyle görülmesini istediği anlamına gelir.
PKK ve Öcalan posterlerinin asıldığı bir alana Türk bayrağının da asılması isteği
başka türlü yorumlanamaz.
Aslında Öcalan, çekilmenin başlaması için bir tarih vermedi.
Çekilme ile ilgili sözleri, aynen şöyle:
“Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.”
Öcalan, “çekilin” diyerek Amerika’nın Kürtlere biçtiği rolü tebliğ etti:
Araya Türkmenleri Asuriler ve Arapları da katarak laf kalabalığına getirip,
Misak-ı Milli’ye aykırı olarak Kürtlerin parçalandığını söyledi. Yeniden birleşmek zamanıydı. Irak ve Suriye Kürt bölgelerini o devletlerden kopararak Türkiye’ye bağlamak, bu suretle Misak-ı Milli’yi Türkiye-Kürdistan federasyonu şeklinde gerçekleştirmek şeklindeki Amerikan rüyası gerçekleştirilecekti.
Daha sonra sıra İran’ın parçalanıp oradaki Kürt bölgesinin de federasyona
dahil edilmesine ve bir sonraki aşamada 4 parçanın birlik halinde Büyük Kürdistan
adı altında Türkiye’den ayrılmasına gelecekti.
Bu plan için Kürtler Suriye ve Irak’ın üzerine sürülecekti. Dolayısıyla PKK’nın “silah bırakması” diye bir şey yoktu.
Zaten PKK, ilerde Kürt devletinin silahlı kuvvetleri görevini görecekti. Hiçbir şekilde PKK’nın silah bırakması söz konusu olamaz.
Bundan dolayı silahlarını bırakıp değil, silahları ile beraber yurt dışına çıkacaklardır. Ne kadarının çıkacağı, ne kadarının eylemsiz olarak içerde kalacağı belli değil. Duran Kalkan “Kimin ülkesinden kimi kovuyorsunuz” demişti bir ay kadar önce.
Öcalan’ın mektubunda konu çok açık olarak yazılmış. Okuyalım:
“Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.
Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor”
…artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.
Öcalan, “silahlı süreç bitmiştir” demiyor. Ne diyor? “Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor” diyor.
“Silahlı unsurlar” silah bırakmayacak, sadece sınır ötesine çekilecek,
silahlı bir şekilde bekleyecek.
Silahlı güçler, Kandil’de, bu siyasi, sosyal ve ekonomik sürecin AKP’nin söz verdiği şekilde yürüyüp yürümediğini denetleyecek. AKP su koyverirse silahlı güçlerin tekrar ülkeye girmesi ve terörist eylemlere kaldıkları devam etmesi engellenemez.
Süreci en tepeden Amerika kontrol ediyor. “Anlık istihbarat” onlarda.
Demokratik siyaset sürecine silahlı direniş yolu ile ulaştıklarını söylüyor. Tekrar okuyalım: “Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor. Çok açık: Bugünkü kazanımlarını silahla elde ettiklerini söylüyor. İstekleri yerine getirildiği müddetçe silah kullanmak zaten akla aykırıdır. Terör amaç değil, bir araçtır. Clausewitz’in dediği gibi, savaş, siyasetin silahla devam ettirilmesidir. Siyaset tıkanınca silah devreye girer. Türkiye en baştan “Demek toprak istiyorsun, al sana Hakkari’yi Şırnak’ı Diyarbakır’ı falan vereyim çek git” dese idi, PKK terör falan yapmazdı. Şimdi sınır dışından AKP’nin söz verdiği özerkliği, ana dilde eğitimi, Kuzey Irak’la ekonomik bütünleşmeyi falan gözleyecek. AKP, söz verdiği her şeyi bu silah tehdidi altında yapmaya mecbur. İşte Amerika’nın Büyük Ortadoğu projesi bizi bu noktaya getirdi.
Mitingdeki bir afiş konuyu özetliyor:
“Başkanım, barışa da savaşa da hazırız”
Şu sözlerle de kazanımların silahla elde edildiğini tekrar vurguluyor:
“…köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele her türlü dayatmaya karşı bir bilinci, bir anlayışı, bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu. Bugün görüyorum ki, bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır……. Bugün artık yeni bir Türkiye’ye, yeni bir Ortadoğu’ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz. “
Yeni Türkiye, yani AKP’nin bizi içine soktuğu bu durum, Öcalan’ın başlattığı isyanla mümkün olmuştur.
Bütün bu sözler, bir zafer ilanıdır. Yandaş yalakaların “PKK yenildi, başarı kazanamayacağını gördü, onun için silah bırakıyor. Bu, AKP’nin başarısıdır” iddialarının havada kaldığının en bariz göstergesidir.
Adamın isteklerini tek tek yerine getiriyorsun. ABD talimatı ile birlikte Anayasa yapıyorsun. Yenilen tarafla oturup anayasa yapılır, her isteği yerine getirilir mi?
Öcalan’ın mektubundaki en çarpıcı bölümlerden biri de, süreci Milli Kurtuluş Savaşımız ile kıyaslaması. Aynen şöyle diyor:
“Tıpkı yakın tarihte Misak-ı Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.”
Yani Türkiye Batı emperyalizminden nasıl kurtuldu ise, Kürdistan da Türkiye emperyalizminden aynı şekilde kurtulacak. PKK’nın Türkiye’yi emperyalist, Kürdistan’ı ise Türkiye’nin sömürgesi olarak gören “sömürge teorisi”ni hatırlayalım.
Milletvekili Aysel Tuğluk Şırnak’ta şöyle dedi:
- “Kürdistan’ı kuruncaya kadar mücadelemiz devam edecektir. Şehitlerimize sözümüz budur.”
Murat Karayılan Kandil’den Aysel Tuğluk’a yanıt verdi:
“Eğer egemen devletler hazırsa biz de barışçıl yollarla Kürdistan’ı özgürleştirmeye hazırız. Herkes bilmeli ki PKK savaşa da, barışa da hazırdır.
Bu bir mücadele sürecidir, Önderliğimiz bu yeni süreçte
Kürt sorununun ‘tüm parçalarda’ çözümünü istiyor.
2013 yılı ya savaşla, ya barışla çözüm yılı olacak”
(Tüm parçalar demekle Türkiye, İran, Irak ve Suriye Kürt bölgelerini kastediyor)
|
Diyarbakır’da Nevruz sloganı :
“Başur Azad’e, Rojava Azad’e, İsal we Serok ve Bakur Azad bibin.
(Güney Kürdistan (Kuzey Irak) özgür, Suriye Kürdistanı (Rojava) özgür,
bu yıl Başkan Apo ve Kuzey de (Türkiye Kürdistanı) özgür olacak)
Her şey tabak gibi ortada.
- Türkiye’nin karpuz gibi ortadan ikiye bölünmesi kutlanıyor
“Nevruz” bahanesi altında.
“Barış geliyor” diye millet morfinleniyor. “Kan duracak, analar ağlamayacak” ninnileri ile uyutuluyoruz.
********
********
Öcalan’ın mektubunun tam metni:
“MAZLUMLARIN ÖZGÜRLÜK NEWROZU KUTLU OLSUN
Selam olsun bu uyanış, canlanış ve diriliş günü olan Newrozu en geniş katılım ve ittifakla kutlayan Ortadoğu ve Orta Asya halklarına…
Selam olsun yeni bir dönemin miladı ve gün ışığı olan Newrozu büyük bir coşkuyla ve demokratik bir hoşgörüyle kutlayan kardeş halklara…
Selam olsun demokratik hakları özgürlük ve eşitliği rehber edinen bu büyük yolun yolcularına…
Zağros ve Toros dağ eteklerinden, Fırat ve Dicle nehir vadilerine; kutsal Mezopotamya ve Anadolu topraklarından tarım, köy ve şehir uygarlıklarına ANAlık eden halkların en eskilerinden olan Kürtler sizlere selam olsun…
Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklı ırklarla, dinlerle, mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan, birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç’in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes’in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek’le hısım-akrabadır.
Bu büyük medeniyet bu kardeş topluluklar, siyasi baskılarla harici müdahalelerle grupsal çıkarlarla birbirlerine düşürülmeye çalışılmış hakkı, hukuku, eşitliği ve özgürlüğü esas almayan düzenler inşa edilmeye çalışılmıştır.
Son iki yüz yıllık fetih savaşları batılı emperyalist müdahaleler baskıcı ve inkarcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi, Kürdi toplulukları ulus devletçiklere, sanal sınırlara suni problemlere gark etmeye çalışmıştır.
Sömürü rejimleri, baskıcı ve inkarcı anlayışlar artık miadını doldurmuştur. Ortadoğu ve Orta Asya halkları artık uyanıyor. Kendine ve aslına dönüyor. Birbirlerine karşı kışkırtıcı ve köreltici savaşlara ve çatışmalara dur diyor.
Newroz ateşiyle yüreği tutuşan, meydanları hınca hınç dolduran yüz binler, milyonlar artık barış diyor, kardeşlik diyor, çözüm istiyor.
İçinde doğduğumuz çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele her türlü dayatmaya karşı bir bilinci, bir anlayışı, bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu.
Bugün görüyorum ki, bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır.
Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı olmamıştır, olamaz. Bizim kavgamız ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı olmuştur.
Bugün artık yeni bir Türkiye’ye, yeni bir Ortadoğu’ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz.
Çağrımı bağrına basan gençler, mesajımı yüreğine katan yüce kadınlar, söylemlerimi baş-göz üstüne diyerek kabul eden dostlar, sesime kulak kesilen insanlar;
Bugün yeni bir dönem başlıyor.
Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.
Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor.
Biz, onlarca yılımızı bu halk için feda ettik, büyük bedeller ödedik. Bu fedakarlıkların, bu mücadelelerin hiçbiri boşa gitmedi. Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı.
“Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun” noktasına geldik. Yok sayan, inkar eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Türküne, Kürdüne, Lazına, Çerkezine bakmadan insandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor.
Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.
Yüreğini bana açan, bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum.
Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.
Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır.
Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri,
Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum.
Saygı değer Türkiye halkı;
Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.
Gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar, red, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır.
Kapitalist Moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları; halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkar eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum.
Zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır.
Çanakkale’de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler; Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yapmışlar, 1920 meclisini birlikte açmışlardır.
Ortak geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek; ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir. TBMM’nin kuruluşundaki ruh, bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır.
Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dıştalanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi’nde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum.
Ortadoğu ve Orta Asya kendi öz tarihine uygun, bir çağdaş modernite ve demokratik düzen aramaktadır. Herkesin özgürce ve kardeşçe bir arada yaşayacağı yeni bir model arayışı, ekmek ve su kadar nesnel bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Bu modele yine Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının, ondaki kültür ve zamanın öncülük etmesi, onu inşa etmesi kaçınılmazdır.
Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.
Son doksan yılın tüm hata, eksiklik ve yanlışlıklarına rağmen bir kez daha yanımıza, mağdur edilmiş, büyük felaketlere uğramış halkları, sınıfları ve kültürleri de alarak bir model inşa etmeye çalışıyoruz. Tüm bu kesimleri; eşitlikçi, özgür ve demokratik ifade tarzının örgütlenmesini gerçekleştirmeye çağırıyorum.
Misak-i Milli’ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti’nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir “Milli Dayanışma ve Barış Konferansı” temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.
Bu toprakların tarihselliğinde önemli bir yer tutan “BİZ” kavramının genişliği ve kapsayıcılığı dar, seçkinci iktidar elitleri eliyle “TEK”e indirgenmiştir. “BİZ” kavramına eski ruhunu ve pratiğini vermenin zamanıdır.
Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz.
Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler.
Bölge halkları yeni şafakların doğuşuna şahitlik etmektedir. Savaşlardan, çatışmalardan, bölünmelerden yorgun düşen Ortadoğu halkları artık kökleri üzerinden yeniden doğmak, omuz omuza ağaya kalkmak istiyor.
Bu Newroz hepimize yeni bir müjdedir.
Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.
Batının çağdaş uygarlık değerlerini toptan inkar etmiyoruz.
Ondaki aydınlanmacı, eşit, özgür ve demokratik değerleri alıyor kendi varlık değerlerimizle, evrensel yaşam forumlarımızla sentezleyerek yaşamlaştırıyoruz.
Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.
Selam olsun bu sürece güç verenlere, demokratik-barış çözümünü destekleyenlere!
Selam olsun halkların kardeşliği, eşitliği ve demokratik özgürlüğü için sorumluluk üstlenenlere!
,Yaşasın Newroz, yaşasın halkların kardeşliği!
İmralı Cezaevi, 21 Mart 2013
Abdullah ÖCALAN.”