Etiket arşivi: ‘6’lı masa’

Bakanlar, seçim çalışmalarına katılamaz!

Siyaset 17.08.2023, BİRGÜN

Mahalli seçimlerde bütün vekiller, kabine üyeleri de dahil sahaya inecek” sözleri, “Cumhurbaşkanı yardımcısı dâhil bütün bakanlar milletvekili adayı olacak” (22 Mart) talimatını çağrıştırdı.

ÇİFTE SEÇİM 

Önceki nasıl sonuçlandı?

-Kurul yok, ama toplu sevkıyat var: 2017’de hükümet kaldırıldı; ama  tek kişilik Yürütme, “kolektif sevkıyat” iradesi ortaya koydu, ilgililerin bilgisi dışında. Nitekim hastaneler ve oteller zincirleri olan işinsanı iki bakan, sevkıyata uymadı.

-Bakanlıktan TBMM üyeliğine: Oysa Bakanlar da  başka kamu görevlileri gibi  ancak görevlerinden ayrılmaları kaydı ile aday olabilirdi.

Ne var ki, görevlerini sürdürdükleri gibi, seçildikten sonra da TBMM’de -2. tur sonrası- and içinceye dek Bakanlık makamını ‘işgal’ etti. YSK kararı yanlıştı; ama 6’lı Masa paydaşı partiler de,  gerekli tepkiyi göstermedikleri için 14 ve 28 Mayıs seçimleri, ‘Devlet seferberliği’ eşliğinde, Kişi+Parti+Devlet (K+P+D) birleşmesini pekiştirdi. Böylece AKP,  3 Kasım 2002’de olduğu gibi beklediğinden daha yüksek sayıda vekil elde etti. (Kuşkusuz bunda CHP’nin tercihlerinin de payı var…)

YEREL SEÇİMLER 

Aslında parlamenter rejim uygulaması olduğu halde “Kabine” adıyla yapılan fiili  toplantılara Bakanlar dışındaki bürokratlar da katılmakta.  Şu halde, “sandık sevkıyatı” hepsi için geçerli ve çağrının amacı belli:

-Siyasal açıdan; yerel seçimler için de, “devletin bütün birimlerini iktidar partisi lehine seferber” etmenin amacı, “demokratik yerel yönetimler” e çökmek.

-Anayasal açıdan; Cumhurbaşkanlığı kararnamesi (CBK -1) ile Anayasa’ya aykırı olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlanan yerel yönetimler üzerinde 2. bir vesayet halkası oluşturuldu. AYM ise, aradan beş yıl geçtiği halde karar vermedi.

Bakanların seçim kampanyasına katılması, Anayasa’ya aykırı uygulama (kayyum) ve aykırı düzenleme (çifte vesayet) ötesi bir anlam taşıyor.

Şöyle ki; ‘Talimat’ yoluyla, her Bakanlığın taşra teşkilatı, Cumhur İttifakı adayları için faaliyete geçirilir. Devlet’in insani, mali ve lojistik bütün olanakları, Ankara’dan Adana’ya, İstanbul’dan Hatay’a kendi adaylarının kazanması için seferber edilir. Depremler de, dün-bugün-yarın sürecinde ‘yaşamda kalma’ tehdidine dönüştürülür. K+P+D birleşmesinde ideolojik aygıt işlevi gören TRT ve RTÜK, yüzlerce TV kanalı eşliğinde Cumhur İttifakı’nı destekler. Diyanet İşleri Başkanı, kılıçla namaz kıldırır. Dahası, sahte video ve terör şantajı deneyiminden esinle resmi makamlar eliyle “yeni suç tipleri” devreye sokulur.

Bunlar ve daha birçok nedenle siyasal partiler, “bütün vekiller, kabine üyeleri de dahil sahaya inecek” açıklamasına hemen siyasal ve hukuksal olarak tepki göstermeli.

Eğer şimdiden tepki verilmez ise, seçim kampanyasına katılım ötesinde belediye başkanlığına aday gösterilen bazı Bakanlar, Bakanlık koltuğundan kalkmadan  başkanlık koltuğuna oturtulabilir.

Özetle; “Kabine üyeleri de sahaya inerse, bunun adı seçim olmaz,  olsa olsa K+P+D birleşmesinin göstergesi olarak, kişi ve parti adaylarının devlet desteğiyle sandıktan çıkarılması olur.

‘GÖREV SUÇU’ DIŞINDA 

2017 kurgusuna göre siyaset, CB tekelinde; siyaset dışına çıkarılan Bakanların CB ile ortak karar alma yetkileri olmadığı gibi, TBMM’ye karşı hiçbir sorumluluğu yok. Ancak 400 vekilin oyu ile  başlatılabilen bakanların Yüce Divan yargılaması, görev suçu ile sınırlı.

Bakanların görev alanı dışına çıkarak yerel seçim kampanyalarına katılması, görev dışı olduğu için, doğrudan savcılıklara suç duyurusu yapılabilir.

Cumhur İttifakı dışındaki siyasal partiler, Anayasa’ya aykırı düzenlemelere ve “Devlet seferberliği”ne karşı hukuki ve siyasal araçlar eşliğinde bir “toplumsal seferberlik” başlatmalı. Yerel seçimlere yönelik Anayasa dışı uygulamalara seyirci kalmak, 14 ve 28 Mayıs benzeri hezimete şimdiden rıza göstermek anlamına gelir.

Böyle bir rıza, ‘demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ nde, ‘sandıktan çıkan monark’ın ‘yeşil totalitarizm koşusu’na seyirci kalmakla eşanlamlı.

Halk kontrolü eline aldı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
27 Mart 2023, Cumhuriyet

 

İnsanlık tarihinde, bütün hakların tek bir devrimle bir anda elde edildiği tek bir örnek yoktur. İnsan, mükemmel bir varlık olmadığı için, ne yazık ki adım adım, ağır aksak, düşe kalka, öğrene öğrene, zaman içinde ilerlemekte ve gelişmektedir.

14 Mayıs 2023 seçimleri de bu çerçevede ele alınmalıdır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığında anlaşan “Millet İttifakı”nın ve “6’lı masa”nın, laiklik ve sosyo-ekonomik adalet alanlarında yapısal reformların gerçekleşmesi konusunda yetersiz kaldığı bir gerçektir.

Ancak söz konusu ittifakın, başka alanlarda, örneğin, yargı bağımsızlığının; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının; düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünün; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerinin artmasının sağlanması konusunda gerçekleştireceği reformlar, AKP’nin kurduğu teokratik diktatörlük rejiminin sona ermesi doğrultusunda büyük bir adım olacaktır.

Bu büyük adım gelecekte, laiklik ve sosyo-ekonomik adalet konusunda daha ileri reformların yapılması olasılığını da doğuracaktır. AKP’nin kurduğu despotik, dogmatik, teokratik düzenle, anayasada belirtilen demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin inşa edilemeyeceği açıktır.
***
Muhalefet cephesinde, bu yalın gerçeği dikkate almadan ve kavramadan hareket eden her siyasetçi, siyaset sahnesinden silinecektir.

Halkın çoğunluğu, ekonomik krizin yarattığı olumsuz ortamın da etkisiyle, Türkiye’nin AKP iktidarında dibe vurduğunun, bundan daha kötüsünün olamayacağının farkındadır.

  • Gerçekleştirilen tüm araştırmalara göre, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı şu anda seçimi kazanma olasılığı olan tek cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
  • Halk bu nedenle, ilk turda Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanmasını zora sokacak olan her siyasetçiyi, oylarıyla sandığa gömecektir.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener bu nedenle, siyaseten yok olmaktan son anda kurtulmuştur. Akşener’in yarattığı kriz nedeniyle on binlerce kişi 48 saat içinde İYİ Parti üyeliğinden istifa etmiştir; İYİ Parti Genel Merkezi, çığ gibi gelen tepkiler nedeniyle neye uğradığını şaşırmıştır.

Siyasetçilerin hatalarından, hırslarından, egolarından bunalan halk,
artık kontrolü (denetimi) eline almıştır.

Bundan sonra halk siyasetçilere ayak uydurmayacaktır, siyasetçi halka ayak uydurmak zorunda kalacaktır! Bu kritik dönemde halka ayak uyduramayan siyasetçi, halkta karşılık bulamayacaktır. Halkın vizyonu, siyasetçinin vizyonunun ötesine geçmiştir.

Memleket Partisi Genel Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce de, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan da, bu gerçeği dikkate alarak hareket etmelidirler.
***
Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın, AKP’nin ve MHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın lehine cumhurbaşkanı aday adaylığından çekileceğini ve HÜDA PAR adlı şeriatçı ve bölücü “partinin”, AKP’nin himayesinde TBMM’ye milletvekili sokacağını açıklamalarından sonra, Memleket Partisi’nin ve Zafer Partisi’nin, yeni oluşan dengeleri de dikkate alarak, tutumlarını gözden geçirmeleri, ayrıca kaçınılmaz hale (duruma) gelmiştir.

  • Halk ne yapıp edip, kuruluşunun 100. yılında, Cumhuriyeti yıkılmaktan kurtaracaktır!

Muhalefet ilk turda birleşmeli

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
13 Mart 2023 Cumhuriyet

 

Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Demokrasi ve Atılım Partisi, Saadet Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti’den oluşan ana muhalefet ittifakının, ortak cumhurbaşkanı adayı olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ nu göstermesi, bu konudaki anlaşmazlığın kısa sürede aşılması, Türkiye için umutların yeniden yeşermesine neden oldu.

Güncel olağanüstü koşullar dikkate alındığında, bundan sonra yapılması gereken şey, yalnızca 6’lı Masanın” değil, muhalefetin bir bütün olarak, seçimin ilk turunda, Kılıçdaroğlu’na destek vermesi, adaylık tartışmalarına son vermesidir.

Bunun gerçekleşmesi için Kılıçdaroğlu’nun da “6’lı Masanın” dışındaki partilerle yapıcı bir iletişim kurması, bu partilerin de, “6’lı Masanın” kabul edemeyeceği önkoşulları öne sürmemeleri gerekmektedir.

Halkların Demokratik Partisi, Türkiye İşçi Partisi, Memleket Partisi, Zafer Partisi, Demokratik Sol Parti, Emek Partisi, Sol Parti, Türkiye Komünist Hareketi, Türkiye Komünist Partisi bu partilerin arasında yer almaktadır.

Yaklaşık %10 oyu olan HDP bu süreçte kilit parti konumundadır. Ancak öbür partilerin de toplam oyunun yaklaşık % 7 oranında olduğu unutulmamalıdır. Bu oyun büyük çoğunluğu, Türkiye İşçi Partisi, Memleket Partisi ve Zafer Partisi’nin oylarından oluşmaktadır.

CHP’nin, toplam oyu %7’yi geçmeyen Saadet Partisi, Demokrasi ve Atılım Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti ile resmen ittifak kurarken, yaklaşık olarak aynı oranda oyu olan öbür muhalefet partileriyle, en azından sandıkta bir ittifak içine girmemesi, halka açıklanabilecek bir durum değildir.

Öte yanda, HDP’nin ve kimi sosyalist partilerin, daha önce Kılıçdaroğlu’nun olası adaylığı konusundaki açıklamalarıyla çelişmemeleri ve samimiyetlerini (içtenliklerini) kanıtlamaları için, 1. turda kendi adaylarını çıkarmamalarının ve Kılıçdaroğlu’na destek vermelerinin gerekli olduğu açıktır.
***
Siyasette ne yazık ki, her zaman ideal bir cumhurbaşkanı veya başbakan adayını bulmak olanaklı değildir. Ayrıca her siyasetçinin eleştirilebilecek yönleri vardır. Aynı durum Kılıçdaroğlu için de geçerlidir.

  • Bugünkü aşamada önemli olan, Kılıçdaroğlu’nun AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan daha üstün ve çok daha iyi niteliklere sahip olduğu gerçeğidir.

Kılıçdaroğlu’nun, yolsuzluklar konusundaki duyarlığı, çalışkanlığı ve mütevaziliği (alçakgönülülüğü) en önemli özellikleri arasında yer almaktadır.

Ancak daha da önemli olan şudur:

Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılında,
teokratik bir diktatörlük ile demokratik adımların atılacağı
bir yönetim arasında seçim yapacaktır.

Yargı bağımsızlığının; yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığının; düşünceyi ifade, yayın, medya, örgütlenme özgürlüğünün sağlanması; parlamenter sisteme yeniden geçilmesi; TBMM’nin yetkilerine kavuşması; başlı başına demokratik bir reformdur ve gelecekte daha ileri reformların yolunu açacaktır.
***
Öte yandan, CHP’nin milletvekili adaylarını önseçim yerine merkez yoklamasıyla belirleme kararı yanlış olmuştur.

CHP’nin kendi tabanındaki çalkantıları önlemek için, partinin kurumsal kimliğine, ideolojisine ve laikliğe sahip çıkan parti üyelerini milletvekili listelerinde seçilebilecek yerlere yerleştirmesi, öbür partilere oy oranlarıyla orantısız sayıda milletvekili kontenjanı vermemesi, tepkilerin asgari (en az) düzeye çekilmesini sağlayacaktır.

6’lı Masa’nın güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş yol haritası

6 liderin imzaladığı güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş süreci yol haritası / 06 Mart 2023

1. Geçiş Sürecinde Türkiye’yi; Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ilke ve hedefleri ile mutabakata vardığımız referans metinleri doğrultusunda anayasa, yasa, kuvvetler ayrılığı denge ve denetleme esasları çerçevesinde, istişare ve uzlaşıyla yöneteceğiz,

2. Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçişiyle ilgili Anayasa değişiklikleri, genel seçimde ortaya çıkan TBMM yapısının mümkün kıldığı en kısa sürede tamamlayacak ve yürürlüğe girecektir.

3. Geçiş Sürecinde Millet İttifakına dahil diğer partilerin genel başkanları Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacaktır.

4. Bakanlık dağılımı, Millet İttifakını oluşturan siyasi partilerin milletvekili genel seçiminde çıkardığı milletvekili sayısına göre belirlenecektir. İttifak partilerinin her biri kabinede en az bir bakan ile temsil edilecektir. Bakanlıklara paralel olarak kurulmuş Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki Politika Kurulları ve ofisleri lağvedilecektir.

5. Bakanların atanma ve görevden alınmaları, mensup oldukları siyasi partinin genel başkanıyla uzlaşı içinde Cumhurbaşkanı tarafından yapılacaktır.

6. Geçiş sürecinde Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisini ve görevini katılımcılık anlayışı, istişare ve uzlaşı esaslarına göre kullanacaktır.

7. Cumhurbaşkanlığı kabinesi (Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanlar) yetki ve görev dağılımı, Anayasa ve yasalar çerçevesinde çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile belirlenecektir.

8. Cumhurbaşkanı; seçimlerin yenilenmesi, OHAL ilanı, milli güvenlik politikaları, Cumhurbaşkanlığı Kararları, Kararnameleri ve genel nitelikteki düzenleyici işlemler ile üst düzey atamalarda Millet İttifakı’na dahil partilerin genel başkanlarıyla uzlaşı içinde karar alacaktır.

9. Geçiş Sürecinde yasama faaliyetlerinin işbirliği içinde gerçekleşmesini koordine edecek mekanizmalar oluşturulacaktır.

10. Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçiş sürecinin tamamlanmasıyla birlikte, mevcut Cumhurbaşkanının -var ise- siyasi parti üyeliği sona erecektir.

11. Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçildikten sonra yeni bir seçime gerek olmaksızın 13. Cumhurbaşkanı ve TBMM görev sürecini tamamlayacaktır.

12. İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları Sayın Cumhurbaşkanının uygun gördüğü zamanda ve tanımlanmış görevlerle Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak atanacaktır.

Atatürkçü Düşünce Derneği’nden 6’lı Masa’ya Çağrı

BASINA VE KAMUOYUNA

(AS: 06 Mart 2023 günü Cumhuriyet Gazetesi arka sayfasında tam sayfa basın açıklaması metnidir.)

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi olarak, kuruluşundan bu yana geçen 34 yılda Atatürk ilke ve devrimleri ve Laik Cumhuriyet için çok bedel ödemiş bir Demokratik Kitle Örgütü olma sorumluluğu ile 28 Şubat 2022’den itibaren (başlayarak) 6’lı Masa’nın Sayın Genel Başkanlarına defalarca (kezlerce) basın  açıklamalarımızla, gazete ilanlarımızla, e posta iletilerimizle ve randevu alabildiklerimizle de baş başa görüşerek görüş ve düşüncelerimizi aktardık. Aralarındaki anlaşmazlıkları uzlaşarak çözmeleri, birbirlerine basın aracılığı ile mesaj vermemeleri, temel konuları da bir an önce görüşmeleri gerektiğine yönelik kamuoyu beklentisini ulaşabildiğimiz her kanalı kullanarak anımsatmaya çalıştık.
Zaman zaman görülen kimi aykırı ve her türlü yoruma açık söylemlerin masanın geleceği konusunda endişe yarattığını, buna izin verilmemesi gerektiğini açıkça söyledik.
Tek amacımız gördüğümüz olumsuzluklara dikkatlerini çekmekti.

Bu bağlamda;

– 28 Şubat 2022’de kamuoyuna sundukları Mutabakat Metni’nde gördüğümüz yanlışları belirttiğimiz 1 Mart 2022 tarihli basın açıklamamızı tüm 6’lı Masa partilerine ilettik,
tam sayfa gazete ilanları ile duyurduk, ulaşabildiğimiz kurmaylarla da tartıştık.

– 23 Nisan 2022’de 10 bini aşkın üyemiz ve Atatürkçü yurttaşımızın katılımı ile gerçekleştirdiğimiz Büyük Ankara Buluşması’nda yayınladığımız Yeniden Atatürk Cumhuriyeti Manifestomuz’u
24 Nisan 2022’de yine gazete ilanları ile duyurduk. Bütün 6’lı Masa partilerine ulaştırdık. Randevu alabildiğimiz Sayın Genel Başkanlara baş başa görüşerek elden de sunduk ve ülkemizin gereksiniminin böyle bir program olduğuna inandığımızı belirterek hazırlayacakları İktidar Programı’nda dikkate almalarını önemle talep ettik.

– 7 Ocak 2023 tarihinde yine tam sayfa gazete ilanları ile duyurduğumuz YETER ARTIK başlıklı basın açıklamamızla tüm 6’lı Masa liderlerini sorumlu davranmaya, aykırı söylem ve eylemlerden kaçınmaya davet ettik, milyonlarca yurttaşımızın kendilerine bağlanmış umutlarını boşa çıkarmama yükümlülüklerinin altını çizdik.

– Nihayet (Sonunda) 24 Ocak 2023 tarihinde yine tam sayfa gazete ilanları ile duyurduğumuz
UYARIYORUZ başlıklı basın açıklamamızla bir kez daha birlikte hareket etmeye çağırdık.

Bu amaçla bütün muhalefet milletvekillerine mektuplar da yazdık. Sonuç alamadık, üzgünüz.

Şimdi Ulusumuza ve ömürlerini vatana hizmete adamış on binlerce üyemize karşı sorumluluğumuz gereği ve olanca iyi niyetimizle -geç kalmamış olmayı ve bu kez değerlendirileceğini umarak- bir kez daha Sayın Genel Başkanlara seslenmeyi görev sayıyoruz.

Sayın Genel Başkanlar

  • Ülkemiz yıllardır tek adam rejiminde savruluyor.
  • Siyasal İslam, Laik Cumhuriyetimizi boğmaya çalışıyor.
  • Çevremiz ateş çemberi.
  • Geçici sığınmacılar emperyal bir proje olarak demografik yapımızı ve toplumsal barışımızı tehdit ediyor.
  • Ekonomimiz perişan, paramız pul olmuş.
  • İlaveten (Ek olarak) deprem felaketi çökmüş üstümüze…

Bütün bu sorunların ve dahasının çözümü için geniş halk kesimleri size ve birlikteliğinize güvenmişken son toplantınızda ortaya çıkan ve 4 gündür yakıcı deprem acılarını bile gölgeleyen tablodan kimin ya da kimlerin sorumlu olduğunun şu aşamada hiçbir önemi olmadığı ortada.
Yaşananlara bakıldığında, bir biçimde anlaşmazlıklarınızı aşıp uzlaşarak yeniden bir araya gelmeniz gerektiği, bunun birlikteliğinize umut bağlamış milyonların ortak kanı ve beklentisi olduğu görülüyor.

Henüz yitirilmiş bir şey yok, yaraları sarabilecek zaman var. Hepiniz ciddi devlet deneyimine sahip siyaset insanlarısınız, başarabilirsiniz.

Olayın sıcaklığı sürerken sosyal medyada izlenen iklim kimseyi aldatmamalıdır.
Toz duman dağıldığında seçmen tepkileri şu anda hiç öngörülmeyen biçimde ortaya çıkabilir,
kimsenin vebalini üstlenemeyeceği, ama bedelini çok ağır ödeyeceği sonuçlar doğabilir.

Saygılarımızla. 06 Mart 2023

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

Umutlar ikinci tura mı kaldı?

Örsan K. Öymen

Örsan ÖYMEN
ODTÜ Felsefe Profesörü

Son Yazısı / Tüm Yazıları
06 Mart 2023, Cumhuriyet

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “6’lı masa” olarak da anılan muhalefet ittifakından, ittifakın ikinci büyük partisinin lideri olarak çekilmesi, son yılların en büyük siyasi krizine neden oldu.

Akşener’in, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusundaki anlaşmazlığı, masada çözmeye çalışmak yerine, diğer partiler hakkında ağır sözler sarf ederek kamuoyuna açıklaması ve adaylık anlaşmazlığı yüzünden masayı devirmesi, büyük bir hata olmuştur.

Akşener’in ikinci büyük hatası, CHP’nin üyeleri olan İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ve Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a adaylık çağrısı yapmasıdır. Bu çağrı, CHP’nin içişlerine müdahale etmek ve CHP’yi bölmek anlamına geldiği gibi, adaylık sürecinin sonuna gelinen günlerde, zamanlama açısından, arkası boş bir çağrıdır.

Birincisi, İmamoğlu hakkında siyaset yasağı içeren kumpas  davasının” üst “mahkemede” kesinleşmesi durumunda, İmamoğlu’nun adaylığı düşürülecektir ve ana muhalefet adaysız kalacaktır.

İkincisi, Akşener, bu iki olası adayla bir anlaşma sağlamadan bu çağrıyı yapmıştır. Nitekim İmamoğlu ve Yavaş, Kılıçdaroğlu’nun arkasında olduklarını açıklamışlardır.

Bu durumda Akşener, bu kişilere neden adaylık çağrısı yaparak masayı devirmiştir?

Bu, bir plansızlığın, acemiliğin, telaşın ve heyecanın sonucu mudur, yoksa kasıtlı olarak ana muhalefeti sabote etmek ve AKP’ye hizmet etmek amacı taşıyan bir eylem midir?
***
Akşener’in üçüncü büyük hatası, “Kılıçdaroğlu seçilemez” iddiasını hiçbir kapsamlı, bağımsız ve bilimsel araştırmaya dayandırmamış olmasıdır. Akşener bu iddiasını, sınırlı sayıda ilde sınırlı sayıda vatandaşla yapılan bazı araştırmalarla ve örgütten gelen izlenimlerle gerekçelendirmeye çalışmıştır.

Öte yanda CHP de, Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanabileceğini kanıtlayan kapsamlı, bağımsız ve bilimsel bir araştırmayı, örneğin en az 50 ilde en az 15 bin kişiyle yapılan bir araştırmayı gerçekleştirmeyerek, adaylık konusundaki tartışmaya son noktayı koyamamıştır.

CHP’nin, “sofrayı genişletmekten” ve yola başka partilerle devam etmekten söz etmesi de, geçerli siyasi aritmetikte gerçekçi değildir.

CHP dışında masada kalan 4 küçük partiyle, HDP’nin dışarıdan vereceği olası bir destekle ve oyları yetersiz olan sosyalist partilerle, Kılıçdaroğlu’nun ilk turda seçimi kazanması çok zordur. CHP dahil, söz konusu partilerin toplam oyu, tüm araştırmaların ortalaması alındığında, %44’ü geçmemektedir.

HDP’nin birinci turda kendi adayını çıkaracağını açıklamasından sonra, “6’lı masanın” seçimi 1. turda kazanması zaten risk altına girmiş olsa da, İYİ Parti’nin ittifaktan çekilmesiyle, seçimlerin 2. tura kalma olasılığı yükselmiştir.

İYİ Parti tabanının ve seçmeninin çoğunluğu, yönetimin kararına uymayarak, ilk turda Kılıçdaroğlu’na destek verirse, Kılıçdaroğlu seçimleri yine de 1. turda kazanabilir.

İYİ Parti, kötü bir partiye dönüşerek tarih sahnesinden silinmek istemiyorsa;
bu büyük hatasından en kısa sürede ve 1. tur seçimlerinden önce dönmelidir veya Kılıçdaroğlu’nun, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte 2. tura kalması durumunda, en azından 2. turda, Kılıçdaroğlu’na açık ve etkin destek vermelidir.

İNANCIN, AHLAKIN, VİCDANIN VE AKLIN İFLASI…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

11 Ocak 2023, İzmir

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Vatandaş soruyor :

  • “Hocam, sözde bir tarikat şeyhinin (!) altı yaşındaki kendi öz kız çocuğunu, babası yaşındaki biri ile (HÇ: bir insanla diyemiyorum) evlendirmesi (!!??) konusundaki düşüncenizi öğrenemedik. Kısaca yazar mısınız?”

Çok kısa olarak anlatayım, bu ve benzeri olayları :

1- Böylesi akıl almaz bir davranış dinden, irfandan (aydınlanmadan), izandan (anlayıştan) ve akıldan yoksunluktur. Zır cahillik, kör cahillik yani en büyük aklî (ussal) ve dinsel cehalettir.

2- Ahlaksal (Moral değerler) olarak en büyük, en çirkin ve en utanılacak rezalettir, iğrençliktir!

3- Vicdan bakımından canilik ya da canavarlıktır. Zulümlerin en ağırı ve en katlanılmazıdır.

4- Tarihsel olarak da, Hazreti Hüseyin Efendimizin Kerbela’da aç ve susuz bırakılıp, çoluk – çocuk, masum 72 aile yakını ile şehit edilmesine denk bir vahşettir (yabanıllıktır).

Çünkü inancımıza göre, masum bir insana zulüm bütün insanlığa zulümdür.

Bu zulüm kendisini asla koruyamayacak ve savunamayacak masum bir çocuğa, hem de kız çocuğuna karşı işlenmiştir.

Sözün bittiği yerdir.

Ayrıca zulmü görmezden gelmek ve hele zalimleri korumak yapılan zulme katmerli ortak olmaktır.
==============================================

Dostlar,

Tarihe geçecek bu insanlık utancı yüz karası olay, tarikat – cemaat – tekke – türbe denen pislik yuvalarının (Atatürk‘ün nitelemesi) nelere yol açabildiğinin, böylesi yoz bir kültürün sürdürülmesine ortam hazırladığı ve maskelediğinin, insanın insanlaşmasını engellediğinin, tarifsiz bataklıklara sürüklediğinin…. çok çarpıcı bir örneğidir.

Ne yazık ki asla tekil olmayıp yaygındır.

İktidar sözcülerinin saçmaladığı gibi “siyasetin konusu olmayan münferit hadise” asla değildir.
Doğrudan, tarikatlar koalisyonu AKP politikalarının kol kanat germesi ile olaylanmaktadır (meydana gelmektedir).

AKP = RTE tek adam rejimi bu olaydan politik olarak epey zarar görmüştür, bunun ayrımındadır. Kamuoyuna unutturmak için her gün yepyeni gündem oyunları sergilenmektedir. İmamoğlu’na tuzak, türbanı Anayasa’ya sokma…… gibi.

Asla unutturulmamalı ve yasal – ahlaksal – etik hesabı sorulmalıdır.
Konu gündemde tutulmalıdır. Bu ay içinde ilk duruşma yapılacaktır. Dava kitlesel olarak sahiplenilmelidir.

  • Tarikat – cemaat – tekke – türbe denen pislik yuvalarının, Atatürk‘ün nitelemesine ve eylemine uygun olarak, Devrim Yasaları kapsamında zaten kapalı olması zorunludur. (Anayasa m.174)
  • Bunların dernek, vakıf vb. maskelerle çalışması kesinkes önlenmelidir.
  • 6’lı Masa ve tüm muhalefet bu eksende birleşmeli ve Cumhur ittifakı gericiliğine karşı ortak, kararlı, sürekli yasal eylemler, öneriler üretmelidir. Kamuoyu buna hazırdır. 

Bir de;

  1. İktidarın sözde nass maskesiyle uyguladığı korkunç – yaygın toplumsal YOKSULLAŞTIRMA 
  2. Dış politikada yaşanan sefillik, ulusal çıkarların korunamaması, KKTC’yi yeterince kollayamama, işgal edilen Ege adaları, yalnızlaşma, kimi ülkelerle yoz ilişkiler..
  3. Kasıtlı olarak, Ulusu yeniden Osmanlılaştırmak için ülkemize doldurulan 10 milyon dolayında büyük çoğunluğu donanımsız, Türkçe bile bilmeyen yabancı…
  4. Korkunç yolsuzluklar, eklenen siyasal cinayetler, uyuşturucu mafyası..
  5. İktidarın OLASI SEÇİM HİLELERİ… ve alınacak önlemlerde ısrar.. örn. parmak boyası..

Bu 5 konu gündemden düşürülmemeli. Bunlar AKP = RTE‘nin yumuşak karnı.
Bunlar konuşulmasın diye sürekli gündem oyunları masaya sürülmekte..

Tek hedef, AKP=RTE iktidarını seçimde sandığa gömmektir,
ULUSAL BİRLİK tek ve en etkin yoldur!

Sevgi ve saygı ile. 11 Ocak 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

Ufuk Söylemez’den Ege Cansen’e açık mektup..

Günün polemiği… Konu: Babacan’ın “Türk” çıkışı

Günün polemiği… Konu: Babacan’ın “Türk” çıkışı

08 Ocak 2023, ODA TV, https://www.odatv4.com/

Milli Merkez Ankara Temsilcisi Devlet eski Bakanı Ufuk Söylemez, SÖZCÜ gazetesi yazarı Ege Cansen’in bugünkü “Bölücülük gericilik” başlıklı köşe yazısını eleştirdi.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın

  • “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına illâ “Türk” demekten vazgeçilmelidir.”
  • “Dini örgütlenme özgürlüğü tesis edilsin.
  • Yani tarikatlar, tekkeler ve zaviyeler yasal olarak faaliyet gösterebilmelidir”

açıklamasını bugünkü “Bölücülük gericilik” başlıklı köşe yazısıyla destekleyen Ege Cansen’e Milli Merkez Ankara Temsilcisi Devlet eski Bakanı Ufuk Söylemez’den itiraz geldi.

Ufuk Söylemez’in Ege Cansen’in yazısına verdiği yanıt şöyle:
***
Sayın Cansen,

Öncelikle iyi günler dilerim. SÖZCÜ gazetesindeki köşe yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Bugünkü köşe yazınızı okuduğumda, doğrusu biraz şaşırdım ve üzüldüm. Ali Babacan’ın, AKP’nin tam teşebbüs etmesine rağmen yapamadığı daha doğrusu Milletçe yaptırmadığımız sözde çözüm, özde ise çözülme sürecini, yeniden açılım adı altında vizyona sokma niyetinin, sizin tarafınızdan da benimsendiğini görmekten dolayı hayal kırıklığına uğradım maalesef. Hoşgörünüze sığınarak birkaç hususu paylaşmak istiyorum sizinle:

1- Ali Babacan’ın, Türk kimliğine, tarikat ve cemaatlere yönelik laflarının müellifi ilk olarak Graham Fuller’dir. Hani şu CIA Eski Türkiye masası şefi ve RAND Cooperation yöneticisi olan şahıs. 17 yıl önce yayınlanan kitabında, özetle;

  • “Türkiye batıya değil Ortadoğu’ya aittir.
  • Siyasal islamcılıkla bölge aktörü olmalıdır.
  • Kemalizm’i terk ederek, ulus devlet-üniter yapıdan uzaklaşmalıdır.
  • Etnik köken, mezhep, tarikat ve cemaat bazında örgütlenmelerin önü açılmalıdır”

mealindeki zehirli görüşleri herkesin malumudur.

2- Bu görüşleri esas alan açılım ya da çözüm süreci adı verilen süreç, AKP+HDP ve FETÖ tarafından en azgın oldukları dönemde başlatılmıştır. Habur rezaletinden, Diyarbakır’daki Megri-megri höykürmelerine kadar organize bir şekilde Millete dayatılmak istenilmiştir.

  • Ama Türk Milleti, sağ-sol demeden “Atatürk’te Birleşerek”
  • bu kumpası ve sözde açılım masasını bu şer ittifakının başına geçirmiştir.

3- ABD hiçbir zaman vazgeçmediği bu niyetini, şimdi de Babacan gibi bu günlere gelmemizin asli faillerinden olan birtakım kullanışlı kifayetsizler eliyle tezgahlamaya çalışmaktadır.
6’lı Masa’da olan ve fakat anketlerde %1-2 oy dahi alması mümkün görülmeyen bu operasyon elemanlarının bölücü ve gericilerin değirmenine su taşıyan görüşlerini destekler mahiyetteki yazınızı o nedenle üzüntü ve hayretle karşıladığımı ifade etmek isterim.

4- SÖZCÜ Gazetesi, laik demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Atatürk Cumhuriyetinin kurucu değerlerine gönülden bağlı, bölücülüğe ve gericiliğe asla geçit vermeyen, bilinçli, yurtsever, demokrat ve Cumhuriyetçi büyük bir okur kitlesine sahiptir.

Onlardan birisi olarak, yazınıza karşı olan görüşlerimi size iletmeyi bir ödev bildim.

Kuşkusuz ki siz de bu görüşlerin savunucusu değilsiniz.

Ama bu görüşlerin seçim öncesi tartışılarak, millete anlatılmasını istemeniz doğrusu üzücüdür.

Kıymetli vakitlerinizi aldığım için kusura bakmayın lütfen.

Saygılarımla, 08.01.2022

Ufuk Söylemez
Devlet E. Bakanı / Ankara

https://www.sozcu.com.tr/2023/yazarlar/ege-cansen/boluculuk-gericilik-7549119/

CHP’nin VİZYON BELGESİ 

Prof. Dr. OĞUZ OYAN
SOL PORTAL 2022-26

İkinci Yüzyıla Çağrı” başlığıyla büyük bir gösteri biçiminde düzenlenen toplantıda CHP yeni Vizyon Belgesi’ni açıkladı. 3 Aralık’ta sunulan ve bizce henüz bütünlüklü bir vizyon belgesine dönüştürülmüş gözükmeyen bildirilerin temsil ettiği şeyi belki önümüzdeki aylarda daha ayrıntılı görmek ve tartışmak fırsatını buluruz. Bu bildirilerin bütünlüklü bir ekonomi programına dönüşüp dönüşmeyeceği, dönüşürse CHP eliyle mi yoksa 6’lı Masa eliyle mi olacağı herhalde yakın zamanda açıklığa kavuşur. Yakın zamanda diyorum, çünkü seçimlere geri sayım başladı ve bu tür işler için zaman giderek daralıyor.

BİRAZ TARİHÇE

3 Aralık toplantısının değerlendirmesine girişmeden önce bunun tarihsel örneklerini kısaca gözden geçirmek yararlı olabilir. SHP/CHP hareketi 1980’lerden çıkıştan itibaren (başlayarak) bu tür vizyon belgeleri düzenlemeye girişti. Bunlardan birincisi 1989’da SHP’nin genel sekreteri D. Baykal koordinasyonunda bir grup bilim insanı, ekonomi bürokratı ve partili iktisatçının oluşturduğu komisyon aracılığıyla gerçekleştirildi. Sonradan izleyecek örneklerine kıyasla daha ayrıntılı, daha bütünsel ve daha radikaldi. Bu program, 1991 sonunda DYP-SHP koalisyonu protokolünün oluşma sürecinde gevşetilecekti. Malum, koalisyonun büyük ortağı DYP olacaktı, Başbakan DYP’den çıkıyordu ve CHP –hangi akla hizmetse– ekonomiyle doğrudan ilgili hiçbir bakanlık ve müsteşarlık/başkanlık talep etmemişti! Bununla birlikte, koalisyon protokolünde hala birçok şey kurtarılmış gibiydi. Kısa süre oluşturulan Hükümet Programında ise SHP ekonomi programının aşındırılması biraz daha fazla olacaktı. 1993’te başbakanın T. Çiller olduğu yeni DYP-SHP koalisyonunun hükümet programı ise SHP adına daha fazla fire verilmesiyle sonuçlanacaktı. Gerçi SHP’den artık kimsenin bunları dert etmediği bilinmekteydi; koalisyonun ve bakanlıkların paylaşımının sürmesi ana hedef haline gelmişti. Esasen (Gerçekte) uygulama da başından itibaren (bu yana) protokollerin önüne geçmiş, özelleştirilmemesi düşünülen stratejik KİT’ler de özelleştirme programı içine alınmıştı. Bu koalisyon döneminde, ANAP döneminde 1986-1991 yıllarında gerçekleştirilen özelleştirmelerden daha çoğu yapılacaktı.

CHP’nin parlamento dışı kaldığı 1999-2002 döneminde yeniden güçlü bir ekonomi programı hazırlıklarına girişilecekti. Bu program, IMF’nin 2000’den itibaren (başlayarak) bölüşüm ilişkilerinde, kamu varlıklarının talanında yol açtığı tahribatın (yıkımın) giderilmesine odaklanmaktaydı. IMF programına karşı çıkar gibi yapan AKP’den kuşkusuz çok daha tutarlı bir karşı çıkışı da içermekteydi ve bu zeminde ciddi bir iktidar alternatifi (seçeneği) yaratma potansiyeline sahipti. Bunun da önü, 57. Hükümetin dağılmasını hızlandıran K. Derviş’in bu kez CHP’ye transferiyle kesildi. Genel başkan yardımcısı yapılan ve “Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu” başkanlığına getirilen K. Derviş SHP’nin hazırladığı programı baştan aşağı değiştirip IMF programıyla uyumlu duruma getirmekle işe koyuldu. Bu da CHP’nin iktidar adayı olarak iddiasını tamamen (tümüyle) yitirmesine ve ibrenin sahte IMF karşıtlığı yapan AKP’ye dönmesine yol açtı. Sonuç zaten biliniyor.

Şimdi üçüncü kez, “iddialı” olduğu söylenen bir ekonomi programı hazırlıkları yapıldığı izlenimi verilmek isteniyor. Ancak burada, koalisyon ortaklarının veya dıştan güdümlü kişiliklerin sonradan “oyun bozan” olarak sahneye çıktığı bir durumdan söz edemiyoruz. Hazırlıkları yapılan “vizyon belgesi’ başlangıçtan itibaren (beri) sistemle tam uyumlu bir program olarak ortaya çıkıyor. 6’lı Masa’dan bu programa bir itiraz gelmesi pek mümkün (olanaklı) görünmüyor; elbette “koalisyon” icabı (gereği) olarak herkes bazı (kimi) fırça darbeleri vurmak isteyecektir ama bunların öze dokunmayacağı şimdiden söylenebilir. Bu arada AKP’ye tıpkı 2002’de olduğu gibi ciddi bir koz verilmek üzere olunduğunu görmemek de mümkün değil. AKP’nin 2016’ya kadar  (dek) doğrudan ve dolaylı olarak IMF programları uygulayan bir parti olması durumu değiştirmiyor; seçmenin -özellikle de AKP seçmeninin- genel ortalaması bu bağlantıları kurabilecek düzeyde değil. Dolayısıyla AKP yönetimi bugün de çıkıp, “muhalefet IMF güdümlü bir neoliberal program uygulamaya hazırlanıyor, biz ise yerli bir modeli inşa ediyoruz” diyebilecek konuma kolayca yerleşebiliyor. Nitekim bunun salvolarını şimdiden atmaya başladı bile. Üstelik 6’lı Masa partilerinden bazıları IMF programının aslının ve gölgesinin geçerli olduğu dönemlerde ekonomi sorumluluğunu üstlenmiş siyasetçileri barındırıyor; dolayısıyla AKP döneminin ilk yarısı dokunulmaz tabu düzeyinde bulunuyor. (AKP yönetiminin bile kendi ilk dönemini göklere çıkarıyor olmasındaki çelişkinin algılanma düzeyi çok düşük kalacaktır).

BİRAZ AYRINTI

İlk soru şu olmalı: Bu cafcaflı tanıtım kime yönelikti? Öncelikle iç ve dış sermayeye yönelik olduğu açık olmalı. Dünya kapitalist sisteminden ve onun cari birikim modelinden kopuş olmayacağının, AKP döneminin son yıllarındaki bazı “yoldan çıkmaların” düzeltileceğinin güvencesini vermek üzere kurgulanmış bir “vizyondu” bu. Toplantının İstanbul’da yapılması bile bunun işaretiydi: Yerli-yabancı sermayenin ve medyanın en çok rağbet göstereceği mekân olduğu düşünülmüştü. Yoksa toplantıda “bildiri” sunanların üçü yurtdışından gerisi ise Ankara’dan katılmışlardı buraya, yani daha kestirme adres Ankara olmalıydı aslında!

Elbette hedeflenenler arasında, CHP’den bir şeyler bekleyen kendi örgütü ve seçmen kitlesi ile 6’lı Masa partileri de bulunmaktaydı. İktidara karşı da bir gövde gösterisi yapılması hedeflendiyse eğer, AKP’nin bu toplantıdan herhangi bir kaygı duyması için bir neden yoktu, hatta daha önce belirttik, iktidara ummadığı bir koz da veriliyordu.

İktidarın eteklerinde semiren sermayedarlar dışındaki büyük sermaye kesimlerinin de CHP’nin bu sürpriz değeri taşımayan “vizyon belgesini” destekleyeceklerini kolayca öngörebiliriz. Nitekim bunun da bir işareti olarak 4 Aralık’ta Adana’da düzenlenen buluşmada TÜSİAD ve TÜRKONFED eski başkanları iktidara daha açık eleştiri yöneltme pozisyonuna geçiyorlardı (5 Aralık 2022 tarihli Cumhuriyet). Her durumda, 3 Aralık’taki “belgenin vizyonu” sermayenin ufkuna göre ayarlanmıştı.

Bu toplantı konusunda iki farklı TV kanalına sıcağı sıcağına yaptığım yorumlarda, esas olarak burada yazdıklarımı söylerken, CHP’nin Türkiye dahilinden (içinden) hem çok nitelikli hem de mevcut (varolan) ekonomik sisteme karşı net eleştirel konumları benimsemiş olan iktisatçılarla çalışma fırsatını kullanmamasını da eleştirmiş ve önümüzdeki süreçte bu yöne kayması gerektiğini ifade etmiştim. Gerçekleşmesini elbette mümkün görmediğim bu öneriyi aslında değerlendirmemin daha geniş kitlelere ulaşması bakımından önemli bulmuştum ve aynı zamanda neoliberal birikim modeline eleştirel konumlarından hiç ödün vermeyen Türkiye’nin saygın iktisatçılarının görmezden gelinmesine dolaylı tepkimi de ifade etmiştim. Kuşkusuz bu saptamamız, toplantıya katılan iktisatçıların akademik düzeylerine bir eleştiri değildir; neoliberal iktisatın ideolojik çerçevesi dışına çıkılamamasına bir eleştiridir.

Ama şimdi şunun altını daha kalın çizmenin zamanıdır: CHP liderinin ve yönetiminin bu toplantıda benimsediği vizyon ve kadro son derece bilinçli seçilmiştir ve CHP içinden veya sol kesimden gelecek tepkilere göre yeniden biçimlendirilebilecek bir esneklik taşımamaktadır. İç ve dış sermayeye güven vermenin, dışarıdan büyük borçlanma kaynaklarına ulaşabilmenin yolu-nun buradan geçtiğine inanılmaktadır. Daha önceleri de yazmıştım: IMF’siz bir IMF programının mümkün olabilmesinin tek koşulu, iç tepkilerin olmadığı bir durumda, dış kaynak sorununun halledilebilmesidir.

  • Ancak sorun şu ki; yeni dünya konjonktüründe ve Türkiye’nin dış borç yükünün ve temerrüt faizlerinin (CDS oranları) böylesine yüksek olduğu bir ortamda, bol ve ucuz dış kaynak yok.

Hele uluslararası fonların, dürüst yöneticilerin işbaşında olacağı bir ülkeye ve onun kalkınma aşkına sempati duyarak Türkiye’ye “iyiliksever” ve “temiz” mali sermayelerini akıtacağı bir dünya hiç yoktur. (Belki “Alice harikalar diyarında” olabilir).

AKP’nin benimsediği dış kaynaklara dayalı bağımlı büyüme modelini sürdürmeyi öngören bu “CHP vizyonunun” aslında çok önemli bir işlevinin olması da beklenmektedir: Sermayeyi karşısına değil yanına almak. Çünkü Türkiye’nin büyüyen ve CHP’nin bu programıyla daha da büyüyecek olan kaynak sorununu, içerde sermayeye yük aktarmadan çözebilmenin yegâne (biricik) can simidinin, yeni devasa dış borçlanma kaynaklarına erişebilmek olduğu hesabı yapılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, dışa açık ekonomi koşullarını koruyarak, ama bu koşullarda hem sermaye sınıfını korkutup yurtdışına kaynak transfer etmesine yol açmayarak hem de onun siyasal desteğini alarak iktidarda kalabilmenin koşulları yaratılmaya çalışılmaktadır. Açıkçası bu pozisyon (konum), İYİ Parti iktisatçılarından Prof. Bilge Yılmaz’ın “gerekirse sermaye hareketleri kontrol edilir” çıkışından çok daha geridir. (Gerçi -muhtemelen sermaye tepkileri üzerine- onun da sesi duyulmaz olmuştur). Ayrıca başlangıç koşulları, AKP’nin ilk iktidara geldiği dönemdekinden (131 milyar dolar dış borç) çok daha ağırdır (450 milyar dolar) ve ulusal gelire oranla dış borç yükünün yeni bir tırmanmaya izin vermesi pek güçtür.

Toplantıya katılanlar arasında sadece (yalnızca) Prof. Hakan Kara sunumunda “vergi istisna ve muafiyetlerinin” önemli yekûn tuttuğuna ve burada bir kaynak potansiyeli olabileceğine geçerken değindi. Evet doğru; bu konuyu ben ve sevgili meslektaşım Prof. Aziz Konukman bıkmadan gündeme getiriyoruz. (Bkz. 22 Kasım tarihli Sol Haber yazım). 2023 Bütçesinde “vergi harcaması” olarak verilen büyüklük 994 milyar TL’dir ve vergi gelirlerinin %31’ine denk gelen bu tutarın büyük bölümü sermayeye tanınan vergi ayrıcalıklarından oluşur. Şimdi soru şudur: Sermayeye tanınan vergi ayrıcalıklarının salt yarısından vazgeçilmesi bile sermaye kesimi ile bir kol güreşini gerektirirken CHP buna var mıdır? Hele 6’lı Masa bu hazır olabilir mi? Eğer olumlu yanıt verilemiyorsa, dışardan borç bulmak için niçin bu denli gayretkeş (çabalı) olunduğu da anlaşılacaktır. Ama bu hem çok zordur hem de yeni bağımlılık ilişkilerinin göze alınmasını gerektirir. 

SONUÇ

Son 30 yılda Cumhuriyetin kurucu siyasetinin, bırakalım sistem alternatifi (seçeneği) çözüm önermeyi, bir iktidar alternatifi olabilme potansiyelini bile elinden 3. kez kaçırmak üzere olduğu bir süreçten geçiliyor olabilir. Umalım ki; genel ekonominin ve halkın ekonomisinin bu denli kötüye gittiği, hukukun ve dürüst siyasetin bu denli aşındırıldığı bir dönemde bu saptamalarımız bir uyarıdan ibaret kalır ve dinci-otokratik hareketin iktidarı yitirme süreci geri döndürülemez bir mecraya girer.

Ama her durumda, sayılan tüm bu nedenler de bizlere gösteriyor ki, mevcut siyasi ittifaklar dışında bir sosyalist güç birliğine olan ihtiyaç da artık ekmek su kadar elzem olmuştur.

Yaklaşan seçimler, ‘şahsım devleti’ anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı

Alev Coşkun
Alev Coşkun

Yaklaşan seçimler, ‘şahsım devleti’ anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı

18 Aralık 2022, Cumhuriyet

Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen siyasal içerikli haksız ceza bir kez daha “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ni tartışmaya açtı. Tüm yetkilerin bir kişide toplandığı, Meclis’in yetkilerinin budandığı, yargının, başkanlığını adalet bakanının yaptığı Hâkimler ve Savcılar Kurulu aracılığıyla siyasal gücün etkisinde kaldığı bir kez daha ortaya çıktı.

Bu hafta demokrasiyle ters düşen bu ucube sistemin, “partili cumhurbaşkanı” yönünü öne çıkararak ele alacağız. 6 siyasi parti lideri, 6’lı Masanın önemli uzlaşı konusu olan güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili anayasa değişikliği önerilerini 28 Kasım 2022’de açıkladılar. Bu tasarıda en önemli değişiklik “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen ve dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan ucube modelden vazgeçilmesidir.

Bu anayasa tasarısında cumhurbaşkanına verilen yetkiler tırpanlanıyor, parlamenter sisteme dönülüyor, partili cumhurbaşkanı sistemi kaldırılıyor, cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıl ile sınırlandırılıyor. Cumhurbaşkanı seçilen kişinin “partisi ile ilişkisi kesiliyor”. Partili cumhurbaşkanlığı sistemi terk ediliyor. (AS: AY m. 101/5 anlamsız, çünkü Milletvekili ve CB seçimi aynı gün yapılıyor: AY md. 77/1: “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır.” Dolayısıyla bir kişinin MV sıfatı ile CB seçilme olasılığı yok!)

(2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü)

Partili cumhurbaşkanlığı, Türk siyasal tarihinde tartışmalı bir konu olarak yer almıştır. 1921 Anayasası Kuvayı Milliye’yi yürütmek için kabul edilmişti ve anayasada devlet başkanlığı maddesi yoktu.

1924 Anayasası, Cumhuriyet ilkelerini getiren anayasadır. Sistem tek parti olduğu için 1924 Anayasası’na göre cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisinden istifa etmesine gerek yoktu.

Türkiye çok partili sisteme 1946 yılında girdi. Yeni kurulan Demokrat Parti için partili cumhurbaşkanlığı konusu en önemli siyasal konu olarak öne çıkmıştı. Cumhurbaşkanının partili olması şiddetle eleştiriliyor, cumhurbaşkanının tarafsız olması ısrarla isteniyordu. Yeni kurulan Demokrat Parti’nin 1946 seçim bildirgesinde bu konu açık bir biçimde yer almıştı.

1923’ten 2017’ye dek 94 yılda 12 cumhurbaşkanı görev aldı.

Bunlardan beşinin zaten siyasal parti ile ilgileri yoktu. (Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren ve Ahmet Necdet Sezer) Atatürk ve İnönü tek parti döneminde, Celal Bayar ise 1950-1960 arası 10 yıl cumhurbaşkanlığı yaptı. 1989’dan bugüne Özal, Demirel ve Gül seçildiklerinde anayasaya uyarak partilerinden istifa ettiler. 2017’de kabul edilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi nedeniyle, Erdoğan partili cumhurbaşkanı olarak görevine devam ediyor.

EVRENSEL KURAL

Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ve ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Siyaset bilimi ve anayasa kitapları konuyu şöyle ortaya koyuyorlar:

  • “Devlet başkanının siyasal bakımdan sahip olduğu mutlak sorumluluk, onun mutlak siyasal tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı bu sıfatı taşıdığı müddetçe parti adamı değildir. Partiler üstü objektif, tarafsız bir kişidir. Çünkü devlet temsilcisi, milletin başıdır. Bu nedenle asla bir partizan gibi konuşamaz ve hareket edemez. Memleketin iç ve dış politikasında belirli bir partiyi, zümreyi veya kişiyi açıkça tutan ya da yeren açıklamalarda bulunamaz. Rolü ayırıcı değil, birleştiricidir. Eleştiri ya da onaylama değil, uyarma ve doğru yolu göstermektir, gerektiğinde millet adına hakemlik yapmaktır. Daha çok manevi rolü vardır ve tarafsızlığa titizlikle saygı gösterdiği ölçüde etkinlik ve ‘meşruluk’ kazanır.”

Bu tanımlamaya göre devlet başkanı, partiler üstü, yansız bir kimliğe bürünüyor. Bu nedenle devlet başkanından partizan yaklaşımlar ve hareketler beklenmez. İşte bu nitelikler yansız devlet başkanını etkin ve güçlü kılar.

DP, PARTİLİ CUMHURBAŞKANINA ŞİDDETLE KARŞI

8 Temmuz 1946’da yapılan genel seçimler, çok partili sistemin ilk seçimidir. Bu seçimde, DP seçim bildirgesinde açıkça partili cumhurbaşkanlığına karşı çıkmıştır.

DP’nin bu bildirisinde açıkça cumhurbaşkanlığı makamının tarafsız olması isteniyordu.

AKP siyasal köklerini DP’de görür. Sürekli kendisini DP’ye bağlamak isteyen AKP, DP’nin bu bildirisi ve düşüncelerinden ders almalıdır. Bugünkü tabloya bakarak 75 yıl önceki DP’nin söyledikleri ile AKP’nin uygulamaları birbirinin tamamen karşıtıdır.

(DP’li Başbakan Adnan Menderes)

DP’NİN PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞINA KARŞI SEÇİM BİLDİRGESİ

“Devlet başkanının fiilen bir partinin başkanlığında bulunması ve bütün milletin malı olması gereken devlet başkanlığı yüksek makamının bütün yüksek dokunulmazlık ve yetkileriyle bir partinin yanında yer alması öbür partileri oldukça nazik ve zor bir mevkide bulundurmakta ve partilerin eşit hak ve şartlar altında çalışabilmeleri ilkesine aykırı durumlar yaratmaktadır. Cumhurbaşkanı partili değil, tarafsız olmalıdır.”
(19 Haziran 1946, DP Seçim Bildirisi)

İNÖNÜ’NÜN YANSIZLIĞI

İnönü, cumhurbaşkanı olarak 12 Temmuz 1947 beyannamesiyle partisiz olunması gerektiğini eylemli olarak göstermişti. Olay kısaca şöyledir :

Henüz çok partili sisteme adım atılıyordu. Sertlik yanlısı Başbakan Recep Peker’le muhalefet partisi DP arasında sert tartışmalar oluyordu. Cumhurbaşkanı İnönü, CHP ile DP arasındaki çatışmaya el attı. Başbakan Recep Peker ile DP Genel Başkanı Celal Bayar’ı Çankaya’ya çağırdı. Onlarla görüştü ve sonunda 12 Temmuz 1947’de ünlü 12 Temmuz bildirisini yayımladı. Bildiride cumhurbaşkanı olarak muhalefet partisini tutuyor ve aynen şöyle deniyordu:

“…Bir yasal siyasi partinin metotlarıyla çalışan muhalefet partisinin, iktidar partisinin imkân ve şartlarına uygun çalışmasını sağlamak lazımdır. Bu noktada, bir devlet başkanı olarak kendimi her iki partiye karşı eşit mesafede görürüm… Amaç, başlıca iki parti arasında temel şartın yani güvenin yerleşmesidir.”

(13 Temmuz 1947, Cumhuriyet gazetesi)

1950 SONRASI

DP iktidara geldikten sonra, muhalefette iken ısrarla savunduğu cumhurbaşkanının yansız olmasını gerektiren anayasa değişikliklerini yapmadı. Tersine, Bayar yansız cumhurbaşkanlığı yerine her zaman DP’li olduğunu gösteren bir tutum içine girdi. Özellikle 1957 seçiminden sonra Cumhurbaşkanı Bayar, DP simgesi taşıyan bastonla halkın arasına girip konuşmalar yaptı. Oysa yansız cumhurbaşkanlığı niteliğine sahip olsaydı, iktidar-muhalefet arasında uzlaşma sağlanabilir, hatta 27 Mayıs askeri hareketi önlenebilirdi.

1960 askeri hareketinden sonra Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın partiler üstü cumhurbaşkanı gibi davranıp tarafların uzlaşmasını sağlayacak bir seçim programı geliştirmek yerine çatışmayı körüklemiş olmasını kitabında eleştirmiştir. (Aydın Menderes, Babam Adnan Menderes, s. 87-88)

Aydın Menderes, “Bayar da İnönü’nün ‘12 Temmuz’ beyannamesindeki tutumunu örnek almalı, öyle yapmalıydı” diyor. Aydın Menderes, açıkça İnönü’nün 12 Temmuz 1947’deki girişimine ve ünlü bildirisine gönderme yaparak Celal Bayar’dan da aynı davranışı görmek istediğini belirtiyor. 1960 öncesi günlerde Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ile muhalefet lideri İnönü’yü bir masa çevresinde toplayıp uzlaşma yaratabilirdi. Böylesi bir yansız cumhurbaşkanlığı rolünü üstlenebilirdi. Ancak güncel ve kısır politik tutumlar politikada bu geniş düşünce sistemini engelliyordu.

1961 ANAYASASI

1960 sonrası seçimle oluşan Kurucu Meclis, 2. Dünya Savaşı sonrası Batı’daki evrensel demokrasi gelişmelerini dikkate alan yeni bir anayasa yaptı ve bu anayasa halkoylamasıyla kabul edildi. 1961 Anayasası’nın, dünyanın en ileri ve demokratik anayasalarından birisi olduğu kabul edilmiştir. 1961 Anayasası ile devlet başkanı yansız ve partisiz konuma getirilmiştir. (Madde 35)

1982 Anayasası da 1961 Anayasası’nın yansız cumhurbaşkanı kuralını benimsemiştir. 1961’den sonra cumhurbaşkanı seçilen Gürsel, Sunay, Korutürk ve Sezer zaten partili değildiler. Özal, Demirel, Gül cumhurbaşkanı seçilince partilerinden istifa ettiler.

TEK ADAM YÖNETİMİ

16 Nisan 2017’de yapılan halkoylamasıyla “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen bir modele girildi. O günden bugüne uygulanan ve tek adamlığı getiren, gücü tek elde toplayan bu model dünyanın hiçbir yerinde yoktur.

  • Hukuk devleti ve demokrasinin temeli Güçler Ayrılığı ilkesidir.

2017’de getirilen sistem, Güçler Birliği ve “tek adam yönetimi” oluşturmuştur.

Güçler ayrılığı ilkesinin işlediği hukuk devleti bir yana bırakılmış “ucube” bir sistemle tek adam rejimine geçilmiştir. Siyaset bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu sisteme, “neo-patrimonyal sultanizm” adını vermektedir. Prof. Dr. Emre Kongar da bu modele “şahsım devleti” adını veriyor.

GÜÇLER AYRILIĞI

Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Ancak bir siyasal partinin aynı zamanda genel başkanı olan bir cumhurbaşkanının yansızlığından söz edilemez.

Parlamenter sistemde, Yürütme’nin eylem ve işlemlerinden Başbakan ve Bakanlar sorumludur. Devlet Başkanının siyasal açıdan mutlak sorumsuzluğunun nedeni onun yansızlığının sağlanmasıdır. Devlet başkanı aynı zamanda tüm halkın, milletin başıdır. Bu nedenle asla partili gibi hareket edemez. O’nun temel yükümlülüğü ayırıcı değil, birleştirici olmasıdır. Yansızlığı titizlikle uyguladığı ve saygı gösterdiği ölçüde etkinliği artar. (H. N. Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, s. 376)

Demokrasinin en önemli ilkesi, Yürütmenin denetlenmesidir. Ünlü düşünür Montesquieu şöyle diyor:

  • Amaç bireyin özgürlüğüdür.
  • Özgürlüğün sağlanması için Yürütmenin otoriterliğinden ve despotluğundan sakınılmalıdır.
  • Bunun da siyasal yolu Güçler Ayrılığı ilkesinin uygulanmasıdır.
  • Yasama, Yürütme, Yargı birbirlerinden ayrılacaktır ve birbirlerini denetleyeceklerdir.”

YASAMANIN GELECEĞİ

Yukarıda belirtildiği gibi 2017’de yapılan anayasa değişikliği ile Türkiye, demokrasinin temeli “Güçler Ayrılığı” ilkesini terk etti. Dünya demokrasi sıralamasında en gerilere düştü. Tüm bunların sorumlusu olarak AKP, demokrasi ilkelerini bozan bir siyasal kuruluş olarak olumsuz yönde siyasal tarihe geçecektir.

6’lı Masa‘nın uzlaşarak kabul ettiği anayasa tasarısının en önemli niteliği, otoriter başkanlık sistemine son verilecek ve parlamenter sistemin yeniden kurulacak olmasıdır. Böylece Yasama yeniden güç kazanacak; hükümet icraatının denetlenmesi yeniden sağlanacaktır.

Bu noktada bir konuya da açıklık getirmemiz gerekir: Tasarının 101. maddesine göre cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Bu durum ister istemez cumhurbaşkanı ile parlamentoyu karşı karşıya getirecektir. Parlamenter sistemi güçsüzleştirecektir. Seçimlerden sonra anayasa tasarısı Meclis’te görüşülürken bunun düzeltilmesi gerekir.

Her şey önümüzdeki seçime ve halkın inançla gerçek demokrasiye sahip çıkmasına bağlıdır.

KAYNAKLAR

  • Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yay., 1998.
  • Alev Coşkun, Tarihi Unutmamak Günceli Yakalamak, Cumhuriyet Kitapları, 2010.
  • Hüseyin Nail Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, İÜHF Yayını, 1971, s. 376.
  • M. Duverger, Siyasi Partiler, (çev. E. Özbudun), Bilgi Yay., 1974.