Uzun yıllar önce, sanırım 1993’te zamanın Başbakanı Süleyman Demirel ile Körfez ülkelerini ve Suudi Arabistan’ı kapsayan uzunca bir resmi ziyaretler turuna muhabir olarak katılmıştım. O zamanlar BBC Radyosu’nda çalışıyordum. Bugünlerde de aynı adet var mı, bilmiyorum. Bu tür üst düzey ziyaretlerde, başta konuk ülke lideri olmak üzere, maiyetindekilere ve ziyarete katılanlara (bürokrat, iş insanı, gazeteci, her düzeyde görevli eleman) muhtemelen konumlarına göre farklı, çeşitli, görece değerli armağanlar sunuluyordu.
Körfez emirliklerinden birinde, Bahreyn’de, oradan ayrılacağımız gün otel odalarımıza bırakılmış, şık kutular içinde kol saatleri bulduk. Dünyaca ünlü bir markanın ürünü olan saatlerin kadranında Emir’in logosu/imzası vardı.
Çok geçmeden kapım çalındı. Gelen bir otel görevlisi, saatleri odalara kendisinin dağıttığını, mümkünse benimkini satın almak istediğini söyledi. «Ne kadar para isterseniz öderim» diye adeta yalvarmasından, ülke “Reis”inin imzasını taşıyan saatlerin ne kadar önemli ve belki de “Kapıları açmaya yarayabilecek kıymetli bir anahtar” niteliğinde olduğunu anladım. Tabii ki satmadım. Hatta BBC’nin etik kuralları gereği bu hediyeyi “Kendim bile kabul edip etmemem konusunda” rehberlik aldım. Sonuçta bende durur hâlâ, bu saat.
Bu durumun benzerine başka ülkelerde de tanık olmuştum. “Tek Adam”da simgelenen rejimlerde bu tür şeylerin tipik olduğu bilinir.
Bu sabah medyada gördüğüm bir haber nedeniyle hatırladım olayı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin 21’inci kuruluş yıldönümü münasebetiyle kendi imzasını ve Cumhurbaşkanlığı forsunu ihtiva eden saatler yaptırmış. Partililere (hangi kademede bilmiyorum) dağıtılırmış bu armağanlar. Bir tür “Sadakat Nişanı” (giderayak gerekti sanıyorum) niteliğinde sanırım.
Parti yıldönümü ile Cumhurbaşkanlığı forsunun aynı bağlamda kullanılması çarpıklığını, bu iş için harcanan paranın kimin kesesinden (muhtemelen milletin) çıkacağı tartışmasını da bir yana koyuyorum.
Ama gerçekten de, yazıya “Bahreyn Emirliği”nde yaşadığım anekdotla girmemin vesilesi oldu bu haber.
Bu sabah gazetemiz BirGün’ün manşetine baktığımda gördüğüm “Seçime kadar ülke kalmaz!” başlığının içime doldurduğu tarifsiz acıyı da katmerledi bu haber. Türkiye’nin en büyük kentinin ikinci havalimanının, konuk bir devlet başkanının ziyareti sırasında satışının gündeme geldiği haberi ile üst üste oturdu yüreğimin üstüne.
Sadece benim de değil, 86 milyonun yüreklerinin üstüne oturan, ekonomik, siyasi ve vicdani yıkımın acısı ile aynı tavada kavruldu adeta.
Bir yanda, bir market zincirinde, sadece birkaç üründe yapıldığı rivayet edilen 1 (yazı ile bir) TL’lik bir indirim için bile neredeyse sevindirik olan bir halkın çektiği çile. Bir yanda (yine BirGün’ün birinci sayfasında) ana muhalefet liderinin duyurduğu “5’li Çete’nin, elde ettikleri muazzam serveti İngiltere ve ABD’ye kaçırmakta olduğu” haberi. Bir yanda “Akkuyu’ya, ortak – mortak ayaklarında Ruslar’ın nasıl çöktüğünün” öyküsü. Yine aynı birinci sayfadan Büyük Marmara Depremi’nin 23’ncü yıldönümünde, aradan geçen sürede neredeyse hiçbir şey yapılmamış olmasının yarattığı derin hayal kırıklığı, Suriye ile ve İsrail ile yeniden yakınlaşma haberlerinin yarattığı kafa karışıklığı ve sorular…
Güzel ülkemin son 20 yılda bu parti ve lideri ile getirildiği durumun, yaratılan devasa enkazın tablosunun üzerine bu “Kol Saati” görüntüsü hiç iyi gelmedi.
Pazar yerlerinde, akşam vakitleri kıyıda köşede çürük çarık sebze ayıklayan emeklinin, evine bir lokma ekmeği zor götüren emekçinin, hukuksuzluğun adaletsizliğin kol gezdiği mahkemelerde adalet arayan, cezaevlerinde tahliye bekleyen mahkûmların, en temel hakları olan eğitim ve sağlığa erişimde güçlük çeken on milyonlarca insanın, yarınından umutsuz on milyonlarca gencin, intiharın eşiğine sürüklenmiş yüzbinlerce kart ve kredi borçlusunun, tarihi boyutta baskılara direnmeye çalışan ve boğazlanmaya çalışılan bağımsız medyanın ve daha nicelerinin suratlarına karşı yapılmış bir “Kol saati hareketi” (sokak argosuna vakıf olanlar bilir) gibi geldi o “logolu-forslu-reis imzalı” saat fotoğrafı.
Öylece bakakaldım.
Bu hakareti hak etmediğimiz gerçeğini vurgulamak için…
Kayda geçsin.