Etiket arşivi: 12 Eylül askeri darbesi

Kişi ve ilke

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

Son Yazısı / Tüm Yazıları
17 Temmuz 2023, Cumhuriyet

Siyasette ilkeler kişilerden önceliklidir. Ancak kişiler de önemsiz değildir. Çünkü ilkenin öznesi kişi ve kişilerdir. İlke sahibi olan veya olmayan, kişidir.

Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel, Tunç Soyer, Gürsel Tekin gibi kişilerin CHP’de “değişim” ve/veya “yenilenme” sözcüğünü kullanırken, parti programındaki ilkeleri bir bütün olarak savunmamaları, bu ilkeleri kişisel keyiflerine göre ayıklamaları, kişilerle ilgili bir sorundur.

Bu durumda partinin yönetiminde olan bu kişilerin değişmesi gerekir, partinin yönetimine aday olan kişilerin de partinin yönetimine aday olmamaları gerekir.

Kişilerin ilkeleri ayaklar altına aldığı koşullarda, “kişilerin değişmesi önemli değildir, ilkeler  önemlidir” sözü boş laftan ibarettir.
***
CHP’nin parti programındaki temel ilkeler şunlardır                   :

  • Cumhuriyetçilik,
  • halkçılık,
  • devletçilik,
  • laiklik,
  • milliyetçilik,
  • devrimcilik,
  • sosyal demokrasi,
  • demokratik solculuk.

Cumhuriyetçilik, monarşinin anti-tezidir.

Halkçılık, oligarşinin anti-tezidir.

Devletçilik, serbest piyasacılığın, özelleştirmeciliğin anti-tezidir.

Laiklik, teokrasinin anti-tezidir.

Milliyetçilik, ümmetçiliğin anti-tezidir. (AS: Etnik bölücülüğün de!)

Devrimcilik, statükoculuğun anti-tezidir.

Karşı devrimci AKP iktidarı Türkiye’de monarşik, oligarşik,
serbest piyasacı, özelleştirmeci, teokratik, ümmetçi,
statükocu bir rejim kurmuş mudur? 
Kurmuştur!

Bu durumda “6 Ok” olarak da bilinen bu ilkelerin 21. yüzyılda geçerli olmadığını savunmak akıl tutulmasından başka bir şey değildir.

Ekonomik ve sosyal adaleti hedefleyen sosyal demokrasinin ve demokratik solculuğun, halkçılık ve devletçilik ilkeleriyle bağdaştığı ve bu ilkeleri tamamladığı da açıktır.

Bunun aksini savunmak da ayrı bir akıl tutulmasıdır.
***
Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, CHP’yi yönetenlerin CHP’nin ideolojisi hakkında bir bilgilerinin olmadığı veya bu konuda bir bilgi sahibi olsalar da bu bilgiyi umursamadıkları anlaşılmaktadır.

Aynı durum CHP’de değişim istediğini iddia edenler için de geçerlidir.

  • CHP’de yetki sahibi olan bazı kişiler ne yazık ki bir parti içi eğitim sürecinden geçmek zorundadırlar.
  • Aksi halde CHP’ye de Türkiye’ye de hiçbir yarar sağlamayacakları gibi,
    CHP’nin bölünüp parçalanmasına neden olacaklardır.

Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit döneminde CHP’de ideolojik bilinci yüksek birçok siyasetçi yetişmişti. Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu döneminde ise az sayıda nitelikli siyasetçi yetişti.

CHP 12 Eylül askeri darbesinden sonra, ideoloji ve ilke açısından, neredeyse bir çöle dönüştü. CHP’nin bugün yaşadığı sancılar da bundan kaynaklanmaktadır.

Sermayenin ve CHP yönetiminin denetimindeki medya üyelerine soracak olursanız, CHP’deki liderlik yarışı Kemal Kılıçdaroğlu ile Ekrem İmamoğlu arasındadır!

Sermaye de, CHP yönetimi de, durumun böyle olmadığını ve CHP’de başka genel başkan adaylarının da çıkacağını yakında öğrenecektir!
***
Öte yanda, parlamenter sistemde %25-30 oy alan bir siyasi partinin lideri de Başbakan olabiliyordu, ülkeyi yönetebiliyordu. Ancak Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak adlandırılan ucube yönetim biçiminde, Yürütmeyi temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamını elde edebilmek için %50 oy oranına ulaşmak gerektiği için, Ekrem İmamoğlu gibi popüler bir liderin, ideolojiden yoksun olsa da, parlamenter sisteme geçilene kadar, Cumhurbaşkanı adayı olması, olağan ve gerçekçi bir yaklaşım olarak karşılanabilir.

Ancak CHP Genel Başkanlığı farklı bir konumdur. Kurultay’daki CHP Genel Başkanlığı seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı seçimlerini iki ayrı kategoride ele almak, tarihsel ve siyasi bir zorunluluktur.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Kişi ve ilke17 Temmuz 2023

CHP’yi işgal ve bölme operasyonu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
26 Haziran 2023, Cumhuriyet

 

Emperyalizme hizmet eden odaklar, 12 Eylül askeri darbesinden sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni kapattılar.

  • Çünkü CHP, Türkiye’de bağımsızlığın, Aydınlanmanın, laikliğin,
    ekonomik ve sosyal adaletin simgesi olmuştur.

Emperyalizm ise ülkeleri din, mezhep, etnik kimlik ve ekonomik sınıflar üzerinden böler.

Bağımsızlığına kavuşmuş, Aydınlanma sürecinin bir parçası olmuş, cehaletten kurtulmuş, dinsel dogmatizmin ve despotizmin esiri olmamış, ekonomik sınıfların arasındaki uçurumu gidermiş bir ülkeyi, hiçbir emperyalist güç bölemez ve parçalayamaz.

CHP bu nedenle her zaman emperyalizmin hedefinde olmuştur. CHP’nin eski genel başkanları Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit, emperyalizmin CHP’ye müdahalelerine karşı her zaman onurlu bir direniş sergilemişlerdir.
***
CHP 12 Eylül’de kapatıldıktan sonra CHP kadroları, önce SODEP ve HP, daha sonra SHP ve DSP arasında bölünüp parçalandılar. Bu bölünmelerin ve parçalanmaların sonucunda, merkez sağ ve İslamcı sağ siyasi partiler geliştiler ve iktidar oldular.

1992 yılında Deniz Baykal, Altan Öymen, Erol Tuncer gibi CHP’lilerin öncülüğünde CHP yeniden açıldı ve SHP kendisini kapatıp CHP’ye katıldı. Ancak bu gelişme de, CHP’nin 1950’lerde, 1960’larda ve 1970’lerde sahip olduğu %30’lardaki ve %40’lardaki oy oranına ulaşmasını sağlamadı.

Çünkü bu sefer (kez) de, parti içi demokrasi mekanizması bertaraf edildiği gibi, CHP’yi içeriden işgal etme ve bölme operasyonları başladı. Deniz Baykal, 1 Mart tezkeresinde (AS: 2003) söz konusu olduğu gibi, dış politika alanında emperyalist müdahalelere direnmiş olsa da, parti içinde bu konuda yeterince etkili olamadı.

Kemal Derviş’in partiye alınmasıyla, partide sosyal demokrasi ve “Altı Ok” karşı karşıya getirildi. Oysa CHP’nin Kurultay tarafından onaylanan Parti Programı’na ve Parti Tüzüğü’ne göre, Altı Ok olarak da bilinen Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Milliyetçilik/Ulusçuluk, Devrimcilik ilkeleri, 1960’larda başlayan bir sürecin sonucunda, sosyal demokrasi ve demokratik solculuk ilkeleriyle bağdaştırılmıştı ve sentezlenmişti.

Derviş ise Olof Palme ve Willy Brandt gibi gerçek sosyal demokratların siyasetiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan sahte bir sosyal demokrat anlayışı CHP’ye ithal ederek, Altı Ok”o partiden silmeye kalktı.

Parti tabanının, örgütünün ve parti meclisi üyelerinin baskısıyla, Derviş CHP’den ayrılmak zorunda kaldı.
***
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına gelmesiyle büyük bir umut oluştu ancak zaman içinde Kılıçdaroğlu da CHP’nin kurumsal kimliğinden uzaklaştı, hatta Baykal’dan da farklı olarak, laiklik karşıtı İslamcı siyasetin yörüngesine girdi, laikliği AKP gibi, “din ve vicdan özgürlüğüne” indirgedi.

CHP’de sözde bir değişim söylemi geliştiren Özgür Özel ve Tunç Soyer gibi siyasetçiler ise son günlerde, “Altı Ok” ve Atatürk vurgusu yapmadan, tek başına sosyal demokrasiyi ön plana çıkararak, Derviş’in ve Kılıçdaroğlu’nun yolunda ilerliyorlar.

Ekrem İmamoğlu da bugüne kadar, “Her şey çok güzel olacak” ve “Sevgi kazanacak” dışında bir söylem geliştirmiş değil.

CHP il başkanlarının açıkladığı gibi, önemli olan kişilerin değil, fikirlerin ve ilkelerin değişmesidir. Ancak bunun için öncelikle, fikir ve ilke sahibi kişilere ihtiyaç vardır.

Partinin ilkelerini ve fikirlerini bütüncül bir biçimde özümsememiş olan kişiler değişmeden, ilkelerin ve fikirlerin değişmesi olanaksızdır!

EL KONULAN BELEDİYELERDE ALINMASI GEREKEN BAZI TEDBİRLER

EL KONULAN BELEDİYELERDE ALINMASI GEREKEN
BAZI TEDBİRLER

EL KONULAN BELEDİYELERDE ALINMASI GEREKEN BAZI TEDBİRLER

12 Eylül askeri darbe döneminde atanmış belediye başkanlığı görevinde de bulunmuş bir kişi olarak; el konulan (görevden alınan belediye başkanı yerine başkan atanan)  belediyelerde başlatılan uygulamanın başarılı sonuçlanması, benzeri durumların tekrar yaşanmaması bağlamında alınması gereken kısa ve uzun vadeli tedbirlere yönelik olarak hazırladığım ve telgrafhane.org sitesinde de (http://www.telgrafhane.org/el-konulan-belediyelerde-alinmasi-gereken-bazi-tedbirler/) yayımlanan bir yazım, yararlı olabileceği düşüncesiyle ekte bilgilerinize sunulmuştur. Selam ve saygılarımla. 17.09.2016

Mahmut Esen
E. Mülkiye Başmüfettişi

*****

Mahmut Esen

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

15.08.2016 gün ve 674 sayılı KHK ile getirilmiş özel düzenleme uyarınca terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılan / tutuklanan/kamu hizmetlerinden yasaklanan ikisi il belediyesi olmak üzere toplam 28 belediye başkanı görevden alınmış; yerlerine İçişleri Bakanı/il valilerince belediye başkanı atanmış; atanmış (mansup) başkanları görevlerine başlamışlardır.

Atanmış belediye başkanlığı döneminde belediye meclisi toplantısı yapılmayacak, meclisin görevleri belediye encümenince atanmış üyeleri aracılığıyla yerine getirilecektir. Ayrıca anılan belediyelerin muhasebe işlemleri de Maliye Bakanlığının taşradaki saymanlık birimlerine gördürülecektir.

Böylece 12 Eylül askeri darbesinden sonra ilk kez, çok sayıda belediye yönetimine el konulması şeklinde bir uygulama başlatılmış bulunmaktadır. Bu dönemin; yaşanabilecek asgari seviyedeki sıkıntı ile geçiştirilebilmesi, el konuluş amaçlarının hızla gerçekleştirilmesi, el konulan belediyelerdeki halkın özlediği kamu hizmetlerine kavuşturulması, belde halkının yeni belediye yönetimlerine ve dolaysıyla merkezi hükümete desteğinin artırılabilmesi için İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere, atanmış belediye başkanlarına, mülki idare amirlerine önemli görevler ve sorumluluklar düşmektedir.

12 Eylül askeri darbe döneminde de atanmış belediye başkanlığı görevinde de bulunmuş, deneyimli / emekli denetim elamanı olarak; atanmış belediye başkanlığı uygulamasının başarılı olması, arzu edilen hedeflere ulaşılabilmesi, benzeri durumların tekraryaşanmaması bağlamında yetkili makamlar tarafından alınması gereken kısa ve uzun vadeli tedbirlere ilişkin bazı görüş ve önerilerim, yararlı olabileceği düşüncesiyle (özet olarak) aşağıya çıkarılmıştır. 

A-) Kısa Vadeli Tedbirler

1- El konulmuş belediyelerde eş zamanlı / eşgüdümlü uygulamalar yapılması, benzer konularda farklı / çelişkili uygulamaların önüne geçilmesi, atanmış başkanlara rehberlik hizmetlerini yerine getirmek üzere; karşılaşılan sorunlarının üstesinden gelebilecek güç ve yetenekte bir koordinasyon merkezinin İçişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulması gerekmektedir. 

Koordinasyon merkezi, anılan belediyelerde yapılacak/yapılması gereken iş ve işlemlere yönelik olarak; öncelik verilecek hizmet türleri, hizmetlerin sunumlarında izlenecek yöntem, hizmet için öngörülen süre vb. konular bir strateji belgesi düzenlemeli; olası çok başlılık / karışıklıkların sınama / deneme şeklindeki olası uygulamaların önü alınmalıdır.

Bu bağlamda;

1-Yeni belediye yönetimini ve dolaysıyla merkezi yönetimi sıkıntıya sokabileceği, belli kişi / gruplara rant sağlayacağı iddialarına yol açabileceği dikkate alınarak; kamu kurum ve kuruluşlarının ivedilik arz eden / gecikmesinde sakınca bulunan talepleri veya zorunlu haller dışında (geçiş döneminde) ek imar planı / imar plan tadilatı yapılması şeklindeki uygulamalara gidilmemelidir.

2Taşeron işçisi çalıştırılmasını kapsaması, yolsuzluğa açık alan olması bakımından hizmet alım ihaleleri, belediyelerde özel bir önem arz etmektedir. Bu nedenle hizmet alım ihaleleri konusunda izlenecek yol-yöntemler konusunda ilkeler öncelikle belirlenmelidir.

Bu bağlamda hizmet alım ihalelerinde yaklaşık maliyet unsurlarındaki (kâr oranı, taşıt araçlarında tüketilen akaryakıt miktarı vb.) uygun değerlerin tespit edilmesi, devam eden ihalelerin feshi, yeni yapılacak olan ihalelerin türü ve süreleri, eski taşeron işçilerinin işe hangi hallerde devam edebileceği vb. konularda atanmış belediye başkanlarına yardımcı olunmalı; bu konularda yapılacak uygulamalarda birlik sağlanmalı; iyi uygulama örneklerinden derlenerek İçişleri Bakanlığında oluşturulacak olan bir tür veri bankası, atanmış belediye başkanlarının istifadelerine sunulmalıdır.

Belediyenin asli / sürekli nitelikteki görevlerinin, memur statüsündeki kamu görevlileri aracılığıyla yerine getirilmesi gerektiği kuralına işlerlik kazandırılmalıdır.

3Ülkemizde belediyelerin gelirlerinin giderleri karşılamadığı, bütçelerdeki gelir / gider dengesinin borçla kapatıldığı bilinmektedir. El konulan belediyelerinin büyük bölümü de borçlu durumdadır. Üstelik bu borçlar ağırlıklı olarak kısa vadeli kaynaklardan oluşmaktadır ve pasif toplamlarına oranları da yüksektir. Likidite / finansman oranlarının düşüklüğü nedeniyle kısa vadeli borç ödemelerinde sıkıntı yaşanmaktadır. Belediyelerin kısa vadeli borçlarla finanse edildiği görülmektedir.

Belirtilen nedenlerle atanmış belediye başkanlarını bekleyen en güncel sorunun borç ödemeleri konusu olacağı tahmin edilmektedir. Belediye başkan değişikliğinin de etkisi ile, belediye alacaklılarının, alacaklarını tahsil edebilmek için daha ısrarlı olacakları, hatta yargı yoluna da başvurmaları durumunun kaçınılmaz olduğu düşünülmektedir.

Belirtilen nedenlerle el konulan belediyelerde borç ödenmesi yöntemine ilişkin bir politika geliştirilmesinde yarar bulunmaktadır. Bu bağlamda belediye borçları yapılandırılmalı, borç ödemelerinin bir plan dahilinde, dengeli / adaletli bir şekilde yürütülmesi sağlanmalıdır. 

Bu arada artacak likidite sıkıntısını gidermek, gerektiğinde alımları peşin ödemeli olarak yapabilmek için bu belediyelere İller Bankasınca avans niteliğinde veya ilerisi aylara ait hisselerine mahsuben ek ödemede bulunulmasında yarar vardır.

4-Bu arada su satış bedelleri başta olmak üzere belediye alacaklarının tahsilatına hız verilmesinde, tahakkuk / tahsilat oranının artırılmasında yarar vardır.

5-Mali yönetim ve kontrol açısından özel durumları nedeniyle belediyelerde boş bulunan iç denetçi kadrolarına gerekli memur atamaları yapılmalıdır.

6-Atanmış başkan görevlendirilmiş belediyelerde; belediyenin mali işlemlerinin bu konularda yetkin denetim elemanları aracılığıyla teftişi yaptırılmalı, hatalı uygulama/aksaklıkların önü alınmalı, bu suretle yeni yönetime rehberlik hizmeti verilmelidir.

B-) Uzun Vadeli Tedbirler

7– 5393 sayılı Belediye Kanunu‘nun 23. maddesinde yer alan, ‘Mülkî idare amiri, hukuka aykırı gördüğü kararlar aleyhine idarî yargıya başvurabilir.’ biçimindeki kural; Anayasa Mahkemesince (04.02.2010 tarihli ve E: 2008/27, K: 2010/9 sayılı Kararı ile) merkezi idarece Anayasa’nın 127. maddesinde çizilen çerçeve içinde kullanılması gereken, idarenin bütünlüğü ilkesinin gerektirdiği bir vesayet yetkisini tam olarak içermediği, merkezi idareye daha geniş yetki verilmesi gerektiği gerekçesiyle iptal edilmiştir. 

Ancak iptal kararından bu yana altı yıl gibi uzun bir süre geçtiği halde, iptal kararı doğrultusunda,  mülki amirlerin hukuka aykırı gördüğü belediye meclis kararlarına karşı (kişisel iptal davası açması yerine) vesayet yetkisi bağlamında idari yargı nezdinde itirazda bulunmalarını sağlayacak türden yasal bir düzenleme hala gerçekleştirilememiştir.

Anılan noksanlık giderilmelidir.

8Belediyelerin personel çalıştırmaya dayalı hizmet alımı ihale yapmaları konusu bir kurala (koşula) bağlanmalıdır. Bu amaçla 5393 sayılı Belediye Kanununun 67. maddesindeki ihale yoluyla üçüncü kişilere gördürülebilecek olan gelecek yıllara yaygın hizmetler, belediye grupları itibarıyla, yeniden düzenlenmelidir. Bu düzenlemede 4857 İş Kanunu‘nun 2. maddesinin 6 ve 7. fıkrasındaki hükümleri dikkate alınarak, belediyelerin yardımcı nitelikte olan ve teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektirecek işleri dışında kalan ve belediyelerin asli işleri olan     (çöp toplama / nakliyesi, kanalizasyon, altyapı, toplu ulaşım ve taşıma vb.) hizmetleri madde kapsamından (ihale konusu olmaktan) çıkarılmalıdır.

Bu suretle günümüzde, üzerinde belediye ismi ve amblemi yazılı olsa bile, çöp toplama, yol yapımı, kanalizasyon vb. işlerde görevlendirilmiş taşıt araç ve gereçlerinin veya belediye üniforması taşıyor olsalar da itfaiye, zabıta, temizlik, fen işleri, büro görevlisi vb. personelin büyük bölümü, artık belediyelere değil taşeron firmalara ait olma durumunun önüne geçilmelidir.

9- Belediyelerin şirket kurmaları / kurulu şirketlere ortak olmaları, ihalelere katılmaları konularında kısıtlayıcı yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Günümüzde büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere belediyelerimizde; sermayesinin yarısından fazlası belediye ve belediyeye bağlı kuruluşlara ait, çok sayıda faal nitelikte şirket ( belediye şirketi) bulunmaktadır. Belediyelerin ihalelerine idare şirketlerinin de katılabilmesi, şirketlerin belediye yöneticilerine sağladığı kolaylıklar, birçok hizmetin hizmet satın alma suretiyle yapılır hale gelmesi vb. nedenlerle belediye şirketi sayıları hızla artmaktadır.

Fen işleri / ulaştırma / imar / destek hizmeti / kültür ve sosyal işler başkanlıkları gibi hizmet birim başkanlıklarının görev alanlarına paralel kurulmuş ve bu birim başkanlıklarından daha fazla personel araç ve gerece sahip belediye şirketleri bulunmaktadır. Her geçen yıl bu şirketlerin daha fazla kurumsallaştıkları ve sektör içinde daha çok yer işgal etmeye başladıkları görülmektedir.

Hizmet alımları başta olmak üzere belediyeler tarafından yapılan ihaleler büyük ölçüde belediye şirketlerince üstlenilmektedir.

Belediye şirketleri, TTK (AS: Türk Ticaret Kanunu) hükümlerine tabi olup özel hukuk tüzel kişisi statüsündedir. Bu yüzden belediyelerdeki kamu kaynaklarının önemli bir bölümü; kamunun denetim alanı dışında kalan belediye şirketleri aracılığı ile özel hukuk hükümleri çerçevesinde kullanılmaktadır. Belediyelerin şirket kurmasıyla, Anayasa’nın 123, 127 ve 128’nci maddelerine aykırı olarak, mahalli ihtiyaçların kamu tüzel kişilikleri dışında gördürüldüğü, yerel yönetim ilkesiyle çelişir bir yapılanma modeli ortaya çıkmıştır. Şirketler nedeniyle belediyelerde etkin bir vesayet ve dolaysıyla yargı denetimi olanağı zayıflatılmıştır.

10-İçişleri Bakanlığına belediyelerin dış (mali) denetimi yapabilme yetkisi (yeniden)  verilmelidir.

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu uyarınca,  2005 yılından başlayarak, belediye yönetimlerinde harcama sonrası yapılacak tüm mali denetim işlemlerini kapsayan dış denetim faaliyeti (yetkisi) salt Sayıştay’a bırakılmıştır. Dolaysıyla İçişleri Bakanlığı’nın; 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 55. maddesi ile düzenlenmiş olan belediyelerin mali işlemleri dışında kalan öbür idari işlemlerinin, hukuka uygunluk ve idarenin bütünlüğü yönünden denetleme gibi kısıtlı bir yetkisi bulunmaktadır.

Buna karşın Mülkiye müfettişleri aracılığıyla yürütülen genel teftişlere de 2013 yılından sonra ara verilmiştir. Özel teftişlerden de umulan faydanın sağlanamadığı / sağlanamayacağı anlaşılmaktadır.

Belediye faaliyetlerinin Anayasanın 127/5 maddesinde belirtilmiş ilkeler çerçevesinde yürütülmesinin sağlanması, belediyeler üzerindeki Sayıştay denetiminin nicelik olarak yetersiz kalması vb. nedenler dikkate alınarak; İçişleri Bakanlığına, mahalli idareler üzerinde (eskiden olduğu gibi) tüm mali işlemlerinin kontrol edilmesini sağlayacak olan dış denetim yetkisi verilmesinde yarar bulunmaktadır.

========================================

Dostlar,

E. Mülkiye Başmüfetişi sayın Mahmut Esen, ülkemizin bu çok zor günlerinde, emekli olmasına karşın kenarda oturmayarak çok anlamlı katkılar veriyor.. OHAL rejimi (Kararnameler!) ile getirilen mevzuatı izliyor, yorumluyor, açıklıyor ve yılların deneyimi ile öneriler üreterek yol gösteriyor.. Sn. Esen, Cumhuriyet’in çok değerli ürünlerinden biri..

O’na ve O’nun gibilere kulak kabartarak yararlanmak yurtseverlik ve bilimsel akılcılık gereğidir.

Dikkat buyurulursa, Sn. Esen belediyelere “kayyım atanması” gibi saçma sapan ve hukukta yeri olmayan bir kavramı kullanmamaktadır. Doğru niteleme, Atanmış başkan görevlendirilmiş belediyeler olmak zorundadır.

Sn. Esen’in yazılarına epey yer verdik sitemizde.. Örneğin “Mahmut Esen” anahtar sözcükleri kullanılarak çağrılıp okunabilir.

O arada; tabelalarda salt Türkçe ad olmalıdır. Oralar (Belediyeler) kesin olarak kamusal mekanlardır, kamulsa alandadırlar ve resmi dil Türkçe dışında başka dil kullanılamaz Anayasa md. 3 gereğince..

Sevgi ve saygı ile.
21 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Mülikiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TTB, TMMOB’un yanında..

 

TTB, TMMOB’un yanında..

Aralarında TMMOB Yasası’nın da bulunduğu 12 yasada değişiklik yapan 3194 Sayılı İmar Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerine TMMOB görüşlerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na iletileceği 18 Aralık 2014 Perşembe günü Türkiye’nin dört bir yanından gelen TMMOB üyeleri Ankara Güvenpark’ta biraraya geldi.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan ve TTB Genel Sekreteri
Prof. Dr. Özden Şener
, destek ve dayanışma amacıyla Güvenpark’taydı.

Saat 12.30’dan başlayarak Güvenpark’ta toplanmaya başlayan TMMOB yönetici ve üyelerinin basın açıklaması yapmasına izin vermek istemeyen polis,
kitleye gaz sıkarak ve coplarla saldırdı.

Saldırının ardından TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı yaptığı açıklamada, TMMOB’nin üyelerinden, halkından ve bilimsel çalışmalarından aldığı güçle, ülkenin sömürülmesine, derelerin, ormanların, parkların yağmalanmasına ve AKP diktatörlüğüne karşı, kamusal alanları korumaya, halkın çıkarlarını savunmaya ve bu doğrultuda mücadele etmeye, direnmeye devam edeceğini söyledi.

===========================================

Dostlar,

AKP yaşamın tüm alanlarını ve kurumlarını ele geçirmeye çabalıyor.
Oylarını çok büyük ölçüde az eğitilmiş insanlarımızdan alıyor.
Eğitim düzeyi yükseldikçe ALP oyları ter orantılı olarak düşüyor.

Bu kuruluşlar arasında meslek kurumları başta geliyor.
Bilindiği gibi Anayasanın 135. maddesi “KAMU KURUMU NİTELİĞİNDE MESLEK KURULUŞLARI” hakkındadır.  Anayasa koyucu, Dünya genelinde iyi bilinen kimi “profesyoneller” ya da “profesyonel meslekler” için ayrı ayrı yasal düzenlemelerle örgütlenmeler öngörmektedir. Bu madde oldukça fazla değişiklik görmüştür ve
son olarak 1982 Anayasası’nda aşağıdaki gibidir :

  • Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları
  • MADDE 135.– Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzel kişilikleridir. Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadî teşebbüslerinde aslî ve sürekli görevlerde çalışanların meslek kuruluşlarına girme mecburiyeti aranmaz.(Değişik: 23.7.1995-4121/13 md.) Bu meslek kuruluşları, kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunamazlar.(Değişik: 23.7.1995-4121/13 md.) Bu meslek kuruluşları ve üst kuruluşları organlarının seçimlerinde siyasî partiler aday gösteremezler.

    (Değişik: 23.7.1995-4121/13 md.) Bu meslek kuruluşları üzerinde Devletin
    idarî ve malî denetimine ilişkin kurallar kanunla düzenlenir.

    (Değişik: 23.7.1995-4121/13 md.) Amaçları dışında faaliyet gösteren meslek kuruluşlarının sorumlu organlarının görevine, kanunun belirlediği merciin veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine mahkeme kararıyla son verilir ve yerlerine yenileri seçtirilir.

    (Değişik: 23.7.1995-4121/13 md.) Ancak, millî güvenliğin, kamu düzeninin, suç işlenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla bir merci, meslek kuruluşlarını veya üst kuruluşlarını faaliyetten men ile yetkilendirilebilir. Bu merciin kararı, yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, bu idarî karar kendiliğinden yürürlükten kalkar.

1995 Anayasa değişikliği ile zaten bu Kurumlar deyim yerinde ise felç edilmişlerdir.
Üzerlerinde koyu bir yönetsel (idari) ve akçal (mali) vesayet rejimi kurulmuş,
tutsak edilmişlerdir. Devlet dairesine indirgenmiş, Anayasanın muradı olan demokratik özerklikten yoksun bırakılmışlardır. 12 Eylül askeri darbesi sırasında kapatılmış, bir bölümünün mal varlığına el konmuştu. Siyasal partiler ve sendikalar dahil… Devleti kuran CHP de! Hatta DİSK genel merkezi binayı (Simon Bolivar Cd.) Devlet gasp ederek Anayasa Mahkemesine  vermiştir (halen SGK kullanıyor
bu binayı..)

Şimdilerde AKP hükümeti, 400 bini aşkın üyesi olan ülkemizin en büyük yasal DKÖ’nü bölerek etkisizleştirmeye yönelmiştir. Öngörülen yasal değişiklikte, TMMOB, TTB (100 bine yakın üyesi var!) başta olmak üzere kuruluş yasalarından kaynaklanan yetkilerini kullanmak üzere Yönetmelik düzenlemesine başvurduklarında bu metinleri önce hükümet görecek; iktidarın hede ve politikalarına uygunluk varsa Resmi Gazete’ye yollayarak yayımlanmasına
izin verecektir!

Tam bir traji-komik durum ve AKP’nin “ileri demokrasi” (!) klasiğidir.

AKP her geçen gün, ülke sorunlarını çözmede zorlandıkça otoriterleşmekte
hatta despotlaşmaktadır. Tarih bize böyle örnekleri ve sonlarını gösteren çok sayıda örnek sunuyor..

Gelinen yer, AKP’nin sona yaklaştığını çağrıştırmaktadır.

AKP hızla meşruiyet dışına savrulmaktadır.

663 sayılı Yasa Gücünde Kararname (KHK) ile 2 Kasım 2011’de Sağlık Bakanlığı’nın örgütlenmesi, görev ve yetkileri yeniden düzenlenirken araya gizlenen bir madde ile Türk Tabipleri Birliği‘nin felç edilmesi planlanmıştı.

TBMM açık olduğu halde, hiçbir ivediliği olmadığı halde söz konusu 663 sayılı KHK, aynı gece yürürlüğe sokulan 35 kararnameden biridir. Yapılan eylem düpedüz Yasama yetkisinin Yürütme tarafından gasbıdır. Anayasanın KHK’ler hakkındaki maddesi apaçık çiğnenmiştir (md. 91 vd.). Önceki Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, kendi meslek örgütüne kin ve nefret kusarak, 6023 sayılı TTB kuruluş yasasının (1953 tarihli) 1. maddesinde söz konusu KHK’nin 58. maddesiyle aşağıdaki çarpıcı değişikliği getirmiştir :

“tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak”

ibaresi 1. maddeden çıkarılmıştır! Bu içerik hekim Sağlık Bakanını ve AKP’yi neden rahatsız etmektedir??

Geriye ne kalmıştır ki? Bir meslek örgütü bu işlevi üstlenmeyecek de ne yapacaktır? Kırda balon mu uçuracaktır üyeleriyle? Zaten niyetin TTB’yi göstermelik bir örgüte indirgeme olduğu, yukarıda aktarılan koyu renkli ibarenin cımbızlanarak kaldırılmasıyla anlaşılmaktadır. TTB bu değişikliğin, Anamuhalefet CHP’yi
ikna ederek Anayasa Mahkemesi’ne taşınmasını sağlamış ve soyut norm denetimi üzerinden Yüksek Mahkeme 14.2.2013’te iptal istemini olumlu karşılamıştır. O gün TTB üyeleri AYM önünde akşam saatlerinde eylem yapmışlar, lazer kalemlerle bina yüzeylerine “SAĞLIK HAKTIR – SATILAMAZ!” yazmışlar, otomobillerinin ışıklarını ve kornalarını kullanarak AYM’nin iptal kararı vermesini istemişlerdir.

Şimdilerde getirilmek istenen değişiklik salt TTB için değil, tüm Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları içindir ve normal koşullarda bir hukuk devletinde Anayasa Mahkemesince iptal edileceği muhakkaktır.

Yol yakınken AKP iktidarı akla ve hukuka uygun davranarak bu öfke ve tepki dolu düzenlemeden vazgeçmelidir. TBMM, Yürütme’nin noteri olmaktan çıkmalıdır.
AKP, ülkemizin rejimini demokratik olmaktan çıkartarak yozlaştırmış ve tek adam RTE yönetiminde totaliter bir rejime dönüştürmüştür. Bu gidiş, ülkemiz için ve AKP için tehlikeli boyutları çoktan aşmıştır. İktidarda 13. yılını sürüdüren AKP, örneğin hemşirelerin “Birlik” olarak örgütlenme yasasını çıkarmamakta 135 bini aşkın hemşire salt dernekle yetinmeye zorlamaktadır. Bu durum apaçık anti-demokratik bir tutumu yansıtmaktadır ve AİHS, İHEB ve AB hukukunda tanımlanan örgütlenme hakkını çiğnemedir. İşçilerin sendikal örgütlenmesi özelleştirmelerle avuç içinde kar gibi eritilmektedir ve son verilerle %9’lar düeyinde çok düşündürücüdür!

Ayrıca, TBMM’yi aletleştirerek her istediğini yasa – KHK olarak çıkartmakla hukuk içinde kalınmış olmamaktadır. Bu metinler biçim olarak yasa – KHK olabilir ve bir yere dek bağlayıcı olabilirler. Ancak asıl olan öz olarak da hukuka uygunluk, dolayısıyla adil ve meşru olmaktır.

İktidar bu zorlamalarını sürdürürse, halkın da demokratik direnme hakkı doğacaktır. Çünkü iktidarın demokrasiyi yıkma hakkı yoktur.

Tam da burada TMMOB meşru direnme hakkını kullanmaktadır. TTB de onun yanındadır. Ancak iktidar en masum eylemlerde bile maksimum polis şiddetini orantısız olarak bilerek ve isteyerek kullanarak caydırıcı – korkutucu – ürkütücü olmak istemektedir. Sokak eylemlerini kırma amacı saklıdır bu saldırganlıkta.
Yasal gösteri hakkı AİHS md. 11 ve Anayasa md. 34’te tanınmıştır. Ülkenin mühendis – mimarlarının, hekimlerinin …. üzerine basınçlı su ve gaz bombaları ile saldırmanın akla uygun bir yanını hangi AKP’li gösterebilir?

AKP – RTE, “3 Y” ile savaşacağını (Yoksulluk – Yasaklar – Yolsuzluk) vaadederek
3 Kasım 2002 seçimleri ile bir proje parti olarak Batı tarafından iktidara taşınmıştır ve 13. yılında salt Türkiye için değil, Dünya için de bir “problem fenomen” olmuştur. 3 Y batağında boğulmak üzere debelenmektedir, kısır döngüye sürüklenmiştir.
AİHM kararları hile-i şeriye ile uygulanmamakta, zorunlu din dersleri sürdürülmekte ve AKP hükümeti AİHM kararını temyize gitmekte, AB’ye meydan okumaktadır!

Bu Parti içinde hiç “akil” adam – kadın kalmamış mıdır bahtı karanın maderini kurtaracak??

Sevgi ve saygıyla.
20.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Feyzioğlu : SAHTE DELİLLERİ KİM ÜRETTİ?

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Feyzioğlu :
SAHTE DELİLLERİ KİM ÜRETTİ?

portresi

Sakarya Barosu’nun yeni binasının açılışına katılan
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu,
ülke gündeminde olan 12 Eylül davası kararları ve 
Balyoz davasından çıkan tahliye kararlarıyla ilgili olarak gazetecilerin sorularını yanıtladı.

 

Metin Feyzioğlu, Balyoz davalarında ‘hak ihlali’ olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nin verdiği tahliye kararlarını değerlendirirken, Balyoz davasındaki sahteciliklerin kendi kendine oluşmadığını ve birilerinin o sahte delilleri üretmiş olması gerektiğini söyledi. Feyzioğlu Anayasa Mahkemesi’nin, en kilit tanıkların dinlenmediği için ‘hak ihlali’ kararına varmasına dikkat çekerek, şunları söyledi:

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu, Balyoz davasındaki sahteciliklerin kendi kendine oluşmadığını ve birilerinin o sahte delilleri üretmiş olması gerektiğini söyledi.

Balyoz davasında 5 no’lu hard diskin sahteciliği TÜBİTAK raporuyla sabittir.
Sahtecilikler kendi kendine oluşmuyor. Birilerinin o sahteciliği, sahte kanıtı üretmesi gerek. TÜBİTAK raporu sahteciliği ortaya koydu. Sonuç olarak da doğal ki,
bunu yeniden yargılama biçiminde bir şekilde bir yola girmesi gerekiyordu.
Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi en kilit tanıkların dinlenmemiş olmasını
bir hak ihlali nedeni olarak gördü. Bu iki gelişmeyi birlikte değerlendirerek
ortaya koymak lazım.”

Metin Feyzioğlu konuşmasının devamında Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması konusuna değinerek şunları söyledi:

“Biliyorsunuz siyasal iktidar Türkiye Barolar Birliği’nin ve Barolarımızın mücadelesiyle gerekçelerini ortaya koymasıyla birlikte ÖYM’lerin kaldırılmasına karar verdi.
Özel görevli mahkemelerde adil yargılama yapılmadığını biz ortaya koymuştuk.
Bunun ardından Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ihlal kararları ve yargılamanın yenilenmesi kararları anlam ifade etti. Çünkü özel görevli mahkemelerin yapısında Anayasa Mahkemesi ihlaldir dese, yeniden yargılanma da dese sonuç değişmeyecekti.”

Feyzioğlu 12 Eylül askeri darbesi ile ilgili Ankara Adliyesi 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada çıkan müebbet hapis cezası kararlarıyla ilgili darbe girişiminin cezası olabileceğini ve bu darbeyle hesaplaşmakta içtenlikli olanların darbenin ürünlerini değiştirmesi gerektiğini kaydetti. Feyzioğlu,

“Darbenin cezası olur. 12 Eylül’ün bir darbe olduğundan tereddüt var mı?
Ancak burada şöyle bir şey var açıkcası; 12 Eylül askeri darbesiyle hesaplaşmakta samimi olanlar 12 Eylül askeri darbesinin ürünlerini değiştirme yolunda adım atmalılar.

  • 12 Eylül’le hesaplaşmak 90 yaşına gelmiş 2 generali müebbet hapse mahkum etmenin çok daha ötesinde bir girişimi gerektirir.” 

diye konuştu. Metin Feyzioğlu açılışın ardından, Sakarya’dan ayrıldı.
(DHA, 23.6.14)

Sevgi ve saygı ile.
24 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net