AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, RTE’nin ödenek artışı talep etmediğini, emekli milletvekillerinin maaşının cumhurbaşkanı ödeneğine endeksli olmasından dolayı %40 artışı kabul ettiğini açıkladı.
Kuşku yok. Kendisi maddiyatla ilgilenmez. Yola çıktığı tek yüzükle geçinmeye devam etmektedir.
AŞAĞILANMA
Suudi Prens Türkiye’ye gelmeden hemen önce dava dosyası kapatıldı.
Prens, Cumhurbaşkanı ve bakanlar mangası tarafından karşılandı. Adam protokol kurallarını yıkarak tören birliğine “Selamünaleyküm” dedi.
Protokol kurallarıyla birlikte devletimiz de aşağılandı…
KATİL
Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın katili Suudi prens, krallar gibi ağırlandı.
Çocukların yüzüne (varsa) bakılamayacak…
YANGIN
Marmaris’te canım ormanlar yine yandı. Yetkililer yine tedbirsiz yine yetersiz kaldı.
Bir kez de başarsalar da şaşırsak…
KAYGISIZ
Marmaris’te 4500 hektar ormanlık alan yandı.
Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi, kaygılanacak bir durum olmadığını söyledi.
Yanan orman olsun, dert etmeyelim!..
CEMAAT
İsmailağa Cemaati lideri Mahmut Ustaosmanoğlu; kadınların okula gidemeyeceğini, çalışamayacağını, araba kullanamayacağını, sokakta gezemeyeceğini söylemiş ve cenazesine kadın gelmesini istememişti.
Cenaze törenine RTE ve bakanlar ile pek çok siyasetçi katıldı. RTE konuşmasında adamın “alim” olduğunu söyleyerek yüceltti.
Aydınlık Türkiye’nin karanlık yanı…
ŞEKER
Türkşeker üç ayda şekere %67 zam yaptı.
Ağzımızın tadı kaçtı…
BÜTÇE
2022 bütçesi altı ay dayanamadı. Ek bütçe yapıldı.
Anagold Madencilik, Erzincan İliç’teki kompleks madeni işletmesinde, siyanür borusunun patladığı ve siyanürün çevreye yayıldığını kabul eden ama boyutunu küçük gösteren bir açıklama yayımladı.
Rantçı devlet yönetimi halkını ve ulusal çıkarı düşünmezse eloğlu türkü söyler gezer…
YASSSAH!
Zafer Partisi Gen. Bşk. Ümit Özdağ, etkinliklere katılacağı Hatay’a valilik kararı ile sokulmadı.
3Y (Yasak, Yolsuzluk, Yoksulluk) ile savaşma sözü ile iktidar olmuşlardı. 3Y’yi zirveye taşıdılar…
En son örneğini, orman yangınları felaketinde gördük.
Geçen yıl da yaşadık, bu yıl da adeta “dakika bir, gol bir” niteliğinde, yaşamaya başladık.
Devleti elinde bulunduran irade diyor ki: “Yangınlar konusunda sadece resmi ağızlardan gelen açıklamalara yer vereceksiniz. Bizim dışımızda kim bu konuda açıklama yapar, bilgi yayar veya yetersizlikleri filan eleştirirse, bunu ‘dezenformasyon’ olarak damgalar ve tepesine ineriz.”
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, akıllara ziyan bir video yayınladı, 2 gün önce. Geçen bir yılda bu konuda yapılan çalışmaları anlatıyor. Videoyu izliyorsun; ağaçlar var, ormanlar var, insanlar var, ağaçlara su sıkan (tatbikat sırasında) itfaiyeciler var, sevimli pozlar veren kadın itfaiyeciler var, mutlu köylüler var. Tek bir şey eksik bu “Orman Yangınları” konulu propaganda videosunda: “Ateş… Alev…”
Soğuk bir espri gibi… Tek bir kıvılcım bile yok.
Yahu, bari tatbikat sırasında bir küçücük çalılığın nasıl söndürüldüğünü göster de biraz inandırıcı olsun. O bile yok. Yani, “Yangınsız, yangınla mücadele filmi.” Bunu istiyorlar.
Yarın, (misal) bir deprem olsa, tek bir enkaz görüntüsü olmadan haber yapacaksın.
Bir yerde sel felaketi olsa ya da o konuda haber yapsak, tek bir damla su göstermeyeceksin.
Ne göstereceğiz?
Olay yerinde açıklama yapan ve bu iş için dikilmiş, göğüslerinde isim kokartı (Sayın Bakan Bilmemkim) bulunan “özel üniforma” içindeki sayın Bakanları ya da propaganda memurlarının konuşma videolarını.
Enflasyonu, işsizliği, dış borcu, hayat pahalılığını, sefaleti, açlığı filan anlatmayacaksın.
Hastaneler, sağlık sistemi ve okullarla eğitim sistemi güllük gülistanlık gösterilecek.
Kadın cinayetlerinden söz etmeyeceksin. Hukuk katliamlarına hiç değinmeyecek, eleştirmeyeceksin. Pınar Gültekin cinayeti ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ayıbı arasındaki bağlantıya asla girmeyeceksin.
Bunu istiyorlar.
Rejim, sadece kendi sesine ve kendi trollerinin muhaliflere saldırılarına özgürlük(!) istiyor.
Özgür habercilik ve yorumlara bir kara örtü örtmenin peşinde.
Yeni Sansür Yasası’ndan söz ediyorum. Rejimin kendi kendine sonsuz bir “dezenformasyon yayma yetkisi” talep ettiği tartışmalı yasadan.
Daha önce hem bu topraklarda hem de dünyanın dört bir köşesinde baskıcı rejimlerin belki de binlerce kez denediği ama her defasında demokrasinin ve düşünce özgürlüğü mücadelesinin kalkanına çarpıp parçalanan “istibdat kafası”ndan söz ediyorum.
Beyhude çabalar bunlar. Ne yazılı ne görsel-işitsel ne de dijital (sanal internet) ortamda, hür düşünceyi, haberi, bağımsız yorumu bastırmaya kimin gücü yetebilir.
Sonuçta sansürcüler bu ayıpları ile baş başa tarihin çöplüğünde layık oldukları yeri bulurlar.
Gazeteciliğin, haberin, yorumun ve istibdata karşı düşüncenin, adeta oksijen gibi, su gibi mutlaka her tür duvarda delik açıp geçeceğini ve galebe çalacağını hatırlatalım.
Vazgeçin bu ortaçağ kafası ürünü sansür çabalarından.
** Yangın ve faşist kafa
Çok eskiden de seslendirilmişti bu şayia.
Özetle: 1980’lerin başlarında Anadolu topraklarında yaygın bir şekilde görülen orman yangınlarının, Türkiye düşmanı teröristler tarafından kasten çıkarıldığı, bunun arkasında da “Hain komşu Yunan”ın bulunduğu anlaşılır. Bunun üzerine, aralarında Abdullah Çatlı ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun da bulunduğu “milliyetçi”lerden yardım istenir. Akabinde, Yunanistan topraklarında “mukabil” yangınlar gerçekleşmeye başlayınca, “Yunan, mesajı alır” bizdeki yangınlar da bir anda “kesiliverir”.
Bunları aktaran yandaşın teki, “Bugün de yine ilginç biçimde buna benzer yangınlar yaşıyoruz topraklarımızda” diyerek adeta “Haydi tarihi tekerrür ettirelim” mealinde harekete çağırıyor birilerini.
Aklı başında herhangi bir insanın, “İki komşu ülke arasında her alanda yapmamız gerektiği gibi sıkı bir işbirliği ve komşuluk ilişkileri geliştirelim. Bunu, mesela yangın söndürme kapasitelerimizi de ortaklaşa geliştirerek ‘Ege Havzasında ortak bir Yangınla Mücadele Ordusu’ olarak da hayata geçirelim. Kimde olursa, karşılıklı yardıma koşsun” demesi gerekirken, “Faşist Kafa”nın uğraştığı konuya bakar mısın?
Hiç utanmadan, girdiği “topa” bakar mısın?
Her konuda olduğu gibi, bunların da “antidotu” belli.
Acil demokrasi!!
Faşizmden, acil olarak arınma, temizlenme.
Bu gezegenin tarihindeki en büyük pislik ve felaketten söz ediyorum.
AYDIN NE DEMEK YA DA KİMLERE AYDIN DENEBİLİR? YÖNÜMÜZ NEREYE?
Vatandaş soruyor, “Hocam AYDIN ne demektir ya da kimlere AYDIN insan diyebiliriz? Ülke nereye gidiyor??” Kısaca özetlemeye çalışayım.
Aralarında kesin bir sınır olmamakla birlikte, Avrupa’da 14. yy’dan 17. yy’a dek süren zaman dilimi Rönesans ve Reform (Yeniden Doğuş ve Yeniden Yapılanma) dönemi olarak adlandırılır. Bu dönem, eski Grek ve Roma döneminde, o devrin filozoflararınca üretilen, dinden bağımsız özgür akıl, laik felsefe, özgür fikir ve çağdaş hukukla ilgili yorumların çoğaldığı, Hırisyan Roma Kilisesinin ürettiği dinsel dogmaların kökten eleştirildiği, yeniden gözden geçirildiği bir dönemdir. Avrupa’da Akla, bilime, teknolojiye, sosyo-ekonomik ve kültürel değişmelere dayalı Batı tipi uygarlık kodları Rönesans ve Reform hareketleri ile mayalanmaya başlamıştır. Tarihsel açıdan, Avrupa’daki Rönesans ve Reform dönemini Aydınlanma Çağı izlemiştir.
17. yy’ın ilk çeyreğinden 1789 Fransız Devrimi‘ne dek olan dönem ise, aydınların düşünce merkezinin tümüyle usa (akla), bilime, hümanizme, adalete (eşitliğe) ve kardeşliğe kaydığı bir yüzyıldır. Feodalitenin (derebeyliğin) ve teokrasinin (dine dayalı devlet anlayışının) yıkıldığı, siyasal egemenliğin Kiliseden halka geçtiği, Merkezi, laik ulus devletlerin kurulmasına yol açan parlamenter demokrasilerin temellerinin atıldığı bu yüzyıl, ADINLANMA YÜZYILI(Siecle de la Lumière) ya da Aydınlanma Çağı olarak adlandırılmıştır.
Batı toplumlarında Aydınlanlanma Yüzyılında (17. ve 18. yy) yetişen, özgür akıl ve bilime göre düşünen ve davranan bu devrimci ve yeni bir siyasal rejim getiren ya da düzen değiştirici bu yeni insan tipi ENTELLEKTÜEL yani AYDIN İNSANLAR olarak tanımlanmıştır. Avrupalıların Aydınların hümanizme, eşitliğe ve kardeşliğe (humanitè, egalitè, fraternitè) dayalı düşünceleri Fransız İhtilali‘ne, teokratik ve dogmatik devlet yapısının giderek sonlanmasına, siyasal rejimlerin laik, demokratik, parlamenter sisteme dayalı merkezi cumhuriyetlere dönüşmesine neden olmuştur.
AYDIN kavramının Osmanlı dönemindeki karşılığı MÜNEVVER’dir. Köken olarak münevver ya da AYDIN, Akıl ve bilim girdilerini öğrenip çağının düşünce değişikliği ile donanmış kişi demektir. Osmanlı Toplumundaki “münevver” kavramı, Alim karşılığından çok, Batıdaki entelektüel, Aydın kavramının karşılığıdır.
Geleneksel ve tarihsel olarak Osmanlı döneminden günümüze aktarılan kimi kavramlar ve karşılıkları şunlardır.
Alim: Geleneksel, dinsel, tarihsel ve kültürel bilgi birikimi geniş insan.
Allame: Alimlere bile hocalık yapacak düzeyde geniş ve derin bilgi sahibi kişi.
Ulema: Alimler, alimin çoğulu.
Günümüzdeki kimi kavramlar ise şöyledir :
Bilgin: Alim, bilgi dağarcığı geniş. Bilge: Alleme, bilgi ve kültür dağarcığı hem çok derin ve hem de çok geniş olan. Bilim insanı : Belli bir bilim dalını kendine meslek olarak seçip o alanda derinleşen ve uzmanlaşan. Entelektüel: AYDIN Entel: Sahte aydın, Aydınlara öykünen.
PEKİ KİME YA DA KİMLERE AYDIN DEMELİ?
Aydın olma, yaşadığı dönemin olaylarına tanıklık edip, zalimlere karşı çıkan, mazlumları savunan, siyasal iktidarlara karşı hiç korkmadan yanlışları söyleyen, doğruları dile getiren, her türlü, siyasal, ekonomik, toplumasal ve kültürel sorunları kendisine dert edinen, bu sorunlara çözüm yolları üretebilme çabası içinde olan, dönek ve çıkar için sürekli rota değiştirmeyen (fırsatçı – opportunist), gerektiğinde bedel ödemeye hazır / ödeyen hümanist insanların niteliğidir.
Kıssadan Hisse :
Yazının tümünü dikkate alarak söylemek gerekirse, tıpkı Aydınlanma Çağının Avrupalı Aydınları gibi, Türkiye Toplumu açısından hem entelektüel birikimi, hem engin yurt ve toplum sevgisi, hem canı pahasına kurulu düzene (saltanata) direnme, hem tüm ülke ve toplum düşmanlarını yenme ve en önemlisi de laik ve demokratik ilkelere dayalı devrimci bir cumhuriyet yani Türkiye Cumhuriyeti‘ni kurabilme başarısını göstermiş olması nedeniyle;
Türkiye’nin en büyük AYDINI VE AYDINLATICISI,
hiç kuşkusuz Mustafa Kemal ATATÜRK‘tür.
Özgür akla, çağdaş bilime, demokrasiye, laikliğe, hukukun üstünlüğüne, tüm yurttaşların önkoşulsuz eşitliğine ve kardeşliğine dayalı Aydınlanma ışığı yolumuzu açmayı sürdürecektir.
“Enseyi karartma” ya ve kötümserliğe gerek yoktur. Tüm olumsuz koşullara karşın, toplumdaki bilinç düzeyi hızla yükselmektedir. Her yanlış kendi karşıtını, doğrusunu pekiştiren bir işlev görür. Bu nedenle Türkiye, akıl ve bilim merkezli bir bilinç sıçraması ve değişimine gebedir.
Kendi yarattığı sorunlara her geçen gün yenileri eklendikçe, doğal ve sonradan yarattığı düşmanları da neredeyse her geçen dakika daha da arttıkça, daha fazla öfke diline başvuruyor.
Artık, küfürün bini bir para. Önüne gelene atar, gelmeyene gider.
Bugün bir siyasi parti liderini aşağılama, yarın bir sivil toplum liderine hakaret, öteki gün bir meslek grubuna, öbür gün toplumun bir kesimine ağza alınmayacak bir küfür, bir sonraki gün bir yabancı ülke liderini “çizdim senin üzerini” diye efelenme…
Zaten yapayalnız kalmış ve çevresindeki “en sadık birkaç kişiden oluşan çeperin” bile muhtemelen, artık tir tir titrediği ve korkudan yanına bile yaklaşamadığı bir durumdan söz ediyoruz.
Gerçeklerden o kadar kopuk bir çizgiye düşmüş durumda ki, sürekli yalan üzerine yalan uydurmanın, olmayanı var gibi göstermeye çalışmanın, enflasyon -hayat pahalılığı- geçim sıkıntısı gibi halkın “gırtlağına dayanan” günlük olguları bile inkâr etmenin, tarihleri ve olayları çarpıtmanın, tayyarelerin üzerine ne yazılacağı gibi abuk sabuk konularda ulu orta konuşmanın doruğa ulaştığı bir “onulmaz-onarılamaz” hâl aldığına tanık oluyoruz.
On yıllardır hukuksuzluğu ve adaletsizliği sürekli körüklemesini, insanları din, mezhep, ideoloji, cinsel yönelim üzerinden sürekli ötekileştirmesini, bunu da bir marifetmiş gibi savunmasını, zaten saymıyorum bile.
Tipik semptomlar tabii. Tarihte, benzerlerinde hep gördüğümüz ve tedavisi mümkün olmayan.
Ama bütün bunların da ötesinde, belki de toplum olarak maalesef “es geçiyor gibi göründüğümüz” çok daha kötü bir etkisi var yaptıklarının…
Geleceğini karartıyor, geleceğini fiilen ve fiziken, madden zehirliyor, geleceğini tahrip ediyor bu toplumun. Hem de onarılması çok güç bir biçimde.
Bunun öyle “geliriz, sistemi değiştiririz, güçlendirilmiş bilmem ne yaparız” çözümleri ile bile kolayca onarılması mümkün değil.
Değerli Halk Sağlığı uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık’ın vurguladığı bir gerçeğe dikkat çekmek istiyorum:
“Yoksulluk mirası ve yoksulluğa bağlı kötü beslenmenin getirdiği sağlıksız bir toplum. Sağlıksız yeni nesiller. Sağlıksız bir gelecek…”
Belki de günlük demeçler, kavgalar, kaçınılmaz olarak odaklandığımız sayılar, fiyatlar, geçim kavgası gibi olgulardan kafamızı kaldırıp tam odaklanamadığımız bir gerçek bu.
Açlığın 6 bin TL, yoksulluğun 19 bin TL sınırı ile ifade edildiği bir ortamda, Prof. Saltık, “Daha ana rahminde iken karnı doymayan on milyonlarca bebeğin” gelecekte oluşturacağı zayıf bünyeli ve belki de yetersiz beslenmeye bağlı “IQ’su düşük bir toplum” gerçeğine parmak basıyor.
“Büyük bir risk ve eşitsizliğin, büyük bir dezavantajın, hayatta kalma şansının düşüklüğü, yaşarlarsa yakalarını bırakmayacak sağlık sorunları, düşük nitelikli ve kırılgan yaşamlar..” diyor Prof.AhmetSaltık.
Ve ekliyor: (Kötü beslenmeye bağlı olarak)
“Zaten 90’lardan 87’ye düşmüş ortalama IQ’ya sahip bir toplumun 21’inci yüzyılda
her alanda ayakta kalabilmesi mümkün mü?”
Her şeyi bir yana bırakın, bu memlekete, bu kötülüğü ve bu ihaneti yapanlardan hesap sorulmaz mı? Asla affedilmeyecek bir suçtan söz ediyorum.
Dinen günahını, vebalini filan bilemem. O işlere kafam ermez.
“Ağır bir suç” diyorum. İnsanlık suçu.
Toplu bir katliamdan-kırımdan söz ediyorum.
Katliam daha nasıl olur?
***
COVID-19
Kendi kendilerine bir “sahte başarı öyküsü” yazabilmek için, her konuda olduğu gibi topluma yine utanmazca yalan söylemek adına “Korona belasından kurtulduk” diye kandırıyorlar insanları.
Kademeli olarak “Vaka ve ölüm sayılarını” düşürecek bir “TÜİK usulü propaganda” ile bütün korunma önlemlerini iptal edip, herkesin savunmasız kalmasını sağladılar. Oysaki, etrafınıza baktığınızda, her gün bir yakınınızın ve tanıdığınızın Covid-19 pozitif çıktığını duyuyorsunuz.
Bu satırların yazarı da, özellikle yaş ve kronik sağlık sorunları açısından risk grubunda olmasından kaynaklanır bir şekilde, belki de aşırı tedbirli davranmasına rağmen, mel’un virüs tarafından teslim alındı.
5 aşı olmama ve toplutaşımada ve kalabalıklarda (açık havada bile) maskeden asla vazgeçmememe rağmen yakalandım. KRT TV ve Yön Radyo’daki Medya Terapi programıma bir süre ara vermeme de neden oldu tabii.
Arayan soran merak eden ve dost elini uzatan herkese, okurlara, izleyicilere, özellikle de değerli Aile Hekimimiz fedakâr sağlık emekçisi, güzel insan Sayın Dr. Çiler Öncel’e, T.C. Sağlık Bakanlığı’ndan arayıp telefonla da olsa ilgi gösterip ilaç-vitamin öneren değerli hekimlerimize, kişisel dostluk kapasitesi ile ilgilerini esirgemeyen değerli hocalarımıza teşekkürü bir borç bilirim.
Aman!
Geçti sanmayın.
Virüs, ortalıkta elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor.
Sevgili okurlar. Ne maskeden ne mesafeden ne de hijyenden vazgeçin. Kendinizi iyi koruyun.
Sağlıkla kalın.
İYİ P. Milletvekili Halil İbrahim Oral, “Kemal Kılıçdaroğlu‘nun kimliği, Sünni Müslüman kesim tarafından bir endişedir.” dedi, sonra özür diledi.
Ortaçağ kavgası…
ADAP
AKP’li milletvekillerinin, “Müfredata adap dersi konulsun” önerisine Bakan Özer, “Müfredata cari açık dersi konulunca, cari açık kapanmıyor” yanıtı verdi.
Vekiller başlarındaki kişilerin eksiğini kapatmak istemişler…
KURS
Ankara Başsavcılığı’nca adliyede görevli hakim ve savcılar ile personele gönderilen mesajda, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca düzenlenen Yaz Kursları kapsamında Sıhhiye’deki merkez bina mescidinde Kur’an kursu verileceği duyuruldu.
Diyanette hukuk kursu verilse…
UYKU
Bakan Nebati, 21 Aralık 2021 tarihinde bir televizyon programında, “heyecanlanıyorum, şöyle bir uyusak da 6 ay sonra uyansak çok farklı noktalara gideceğiz..” demişti.
Uyumaya devam…
İSTİKLAL
Mersin’de, Akdeniz Belediyesi meclis toplantısında İstiklal Marşı’nı okumayan HDP’li meclis üyesi Nuriye Aslan, “Biz burada İstiklal Marşı’nı okumak zorunda değiliz” dedi.
Yediği sofraya pislemiş…
ETEK
Şanlıurfa Müftülüğü tarafından ‘Çocuk yaşta ve zorla evliliklerle mücadele’ kapsamında organize edilen etkinliğe davet edilen Avukat Cemile Didem Karaboğa, bir din görevlisi tarafından eteğinin boyu nedeniyle ‘Masanın arkasında anlatın, biz din görevlisiyiz’ diye uyarıldı.
Eteğin kısalığından daha önemli olan kafaların darlığı ve içindeki örümcek ağlarıdır…
RAĞMEN
Konya BŞB Başkanı’nın “Konya Tanıtım Günü” etkinliğine katılanları sayarken BBP Gen. Bşk. Destici’nin adını anmamasına tepki gösteren bir BBP MKYK üyesi, “Sırf 2016 yılından sonra devletin millileşen dış politikası ve terörle mücadelesi yüzünden her türlü hırsızlığa, liyakatsizliğe, kötü ekonomi yönetimine ve her şeye rağmen devletin yönetimi CHP-HDP bloğunun kontrolüne geçmesin diye millet için Cumhur İttifakı bloğunda yer almaya gayret ediyoruz”
Her türlü pisliğe göz yumarsanız size de göz yumarlar…
RAHAT
Kilis Valisi Recep Soytürk, kentte Suriyeli sayısının Türk nüfusunu geçtiğiyönündeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını iddia ederek, “Kilis ilinde yaşayan Suriyeli sayısı, Kilis’te toplam kişi sayısının %38,47’sine karşılık gelmektedir” dedi.
Rahatlayın, yarıya bile ulaşamamışlar. Daha gelebilirler !..
SÖMÜRÜ
Öğr. Alb. Alican Türk’ün haberine göre; “Bitmeyen Sömürü 28 Şubat” kitabını okuyan ve öğrencilerine tavsiye eden bir Ünv. Öğretim Üyesi’ ne soruşturma açıldı.
Sömürü bitmiyor…
SOFU
Üniversiteleri “fuhuş yuvası” olarak niteleyen Ebubekir Sofuoğlu,Kocaeli İlahiyat Fakültesi mezuniyet töreninde 10. Yıl Marşı okunması ile ilgili, ”Halka rağmen ezanın bozularak Türkçeleştirildiği Cumhuriyet, Cumhuriyet değildir” mesajı attı.
Türkçe ibadete karşı olanı sofuluk kesmez, yobazlık yakışır…
EZDİRMEZ/EZER
TÜİK’i, enflasyonu düşük göstererek çalışanların maaşlarına düşük zam yapılmasına neden olduğu için protesto eylemi yapan Birleşik Kamu-İş Federasyonu Başkanı Mehmet Balık, polis tarafından tartaklanarak gözaltına alındı.
“Ben memurumu, emeklimi ezdirmem” diyen kendi eziyor…
GENÇLİK
Gençlik festivalleri bir bir yasaklanıyor.
Gençlerin (Z Kuşağı) yanıtı hazır, ilk seçimde oylarının %65’i Millet İttifakı’na…
BORU
Zamlar ışık hızında sürerken RTE Karadeniz gazı için ilk boruyu indirdi.
Gaz mı geliyor, gaz mı veriyor?..
FUTBOL
Trabzonspor, Futbol Federasyonu üyeliğine Mustafa Hacıkerimoğlu’nu önerdi.
AKP Grup Yönetim Kurulu Üyesi Trabzon Milletvekili Salih Cora da şahsın yönetime alınmamasının kendilerini üzeceğini hatta hasmane bir tutum olacağını açıkladı.
Bu kirlilikte temiz futbol bekliyoruz…
KÖTÜRÜM
Ankara’da yaşanan sel ve su baskınını yorumlayan Bahçeli, “Siyasi ihtiras, organizasyon yetersizlikleri, kısır gündemlerle mücadeleler bugünkü tablonun yegane müsebbipleridir. Türkiye’nin zillete düşmüş siyasetçileri, kötürüm belediye yönetimlerini hak etmemektedir” dedi.
Yılların başkanı İ. Melih üzülecek…
EGEMENLİK
CHP’li Emekli Büyükelçi Yalım Eralp, Ege Denizi’ndeki kimi adaların egemenliğinin Yunanistan’a verilmesinin gerçek olmadığını söyledi.
Bu adamın egemenliği Yunanistan’a verilmiş galiba…
Türkiye’deki laiklik karşıtı siyasi hareketlerden dolayı en fazla ezilen ve hedef haline getirilen kesimlerden birisi Alevilerdir.
Çünkü Alevilik, mezhebin doğası ve özü gereği laiklik ilkesiyle barışıktır.
Alevi olup da laiklik karşıtı köktendinci hareketlerin içinde yer alan vatandaş bulmak neredeyse olanaksızdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerine Alevilerin büyük çoğunluğu sahip çıkmıştır. Aynı şey ne yazık ki Sünni mezhebinden olanlar için söylenemez. Sünnilerin bir kısmı Atatürk’ün aydınlanma devrimlerine sahip çıkarken bir kısmı da köktendinci İslamcı siyasete yönelmiştir.
Türkiye’de Aleviler, devlet kurumlarında üst düzey makamlara atanmak konusunda ayrımcılığa uğramıştır.
Camide değil, cemevinde ibadet eden Alevilerin köylerine cami inşa edilmiştir.
İmam hatip okulları, Kuran kursları, ilahiyat fakülteleri, İslami ilimler fakülteleri, zorunlu din dersi uygulaması, “4+4+4” eğitim modeli, cemaatler ve tarikatlar, laikliği savunan halk kesimleriyle birlikte, Alevileri ve Aleviliği asimilasyona uğratmakişlevini görmektedir.
Alevilik, İslam dininin içinde bir mezhep olduğu halde, köktendinci siyasetçiler, cemaatler ve tarikatlar, İslam dinini sünni mezhebine indirgemiştir, Aleviliği İslamdan sapmak olarak yorumlamıştır.
Çünkü Türkiye’deki laiklik karşıtı köktendinci odaklar, İslam dinini Arap din adamlarının yazdıkları hadisler üzerinden yorumlamışlardır, laiklik ilkesine karşı çıktıkları gibi, Kuran’ın özüyle ve Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Bedrettin, Pir Sultan Abdal gibi Anadolu’da yaşamış olan düşünürlerle ilgilenmemişlerdir.
Alevilik, Anadolu kültürüyle bütünleşmiş bir mezheptir.
Laiklik karşıtı hareketler ise köktendinci Arap din adamlarından beslenmiştir.
*** Laiklik, dinin, devlet, siyaset, ekonomi, hukuk ve eğitim işlerine karışmaması, bu alanları esir almaması, bu koşulla devletin de özgür iradesiyle dindar olmayı seçen vatandaşın dini inanç ve ibadet özgürlüğünü ve özgür iradesiyle dinsiz olmayı seçen vatandaşın dünya görüşünü ve yaşam biçimini güvence altına almasıdır.
Laiklik, belli bir dinin, mezhebin, dünya görüşünün topluma dayatılmasının önlenmesidir.
Laiklik, Müslümanların, Sünnilerin, Alevilerin, Şiilerin, Hıristiyanların, Katoliklerin, Protestanların, Ortodoksların, Musevilerin, Budistlerin, Hinduistlerin, Şintoistlerin, Konfüçyüsçülerin, Şamanistlerin, ateistlerin, agnostiklerin, deistlerin, panteistlerin bir arada barış içinde yaşamasının sağlanmasıdır.
Laikliğin olduğu bir devlette, kimse dininden, mezhebinden, dünya görüşünden dolayı ayrımcılığa uğramaz.
Laikliğin geçerli olduğu bir ülkede, belli bir dinin ve mezhebin yaşam tarzı topluma dayatılmaz.
Laiklik, farklılıkları bir arada tutan, ulusal bütünlüğü ve üniter yapıyı koruyan temel ilkelerden birisidir.
Laikliğin olmadığı bir yerde, din, mezhep ve dünya görüşü üzerinden bölünme, parçalanma ve kutuplaşma olur. Emperyalizm bu nedenle laiklik karşıtı hareketleri her zaman destekler.
***
Türkiye’de 20 yıldır iktidarda olan AKP hükümeti, laiklik karşıtı hareketlerin odağında yer almaktadır.
Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin son yıllarda laiklik ilkesinin ihlal edilmesiyle ilgili sorunları neredeyse yok sayması, laiklik kavramını ve terimini literatüründen çıkarması, böylece hem anayasa hem de kendi parti programı ve tüzüğü ile çelişkiye düşmesi, Alevilere yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisidir.
Laiklik ilkesine sahip çıkmadan, Alevilere ve Aleviliğe sahip çıkmak olanaklı değildir.
“Türkiye’de halk Alevi cumhurbaşkanı seçer mi seçmez mi?” tartışmasından siyasi rant elde etmeye çalışan CHP yöneticileri bununla zaman kaybedeceklerine, laiklik ilkesine sahip çıksalar, Alevilere ve Aleviliğe çok daha büyük bir iyilik yapmış ve samimiyetlerini kanıtlamış olurlar.
Laikliğin özümsendiği bir toplumda, vatandaş bir adaya, onun dinine, mezhebine, dünya görüşüne göre oy vermez.
Laiklik, bir Alevinin de cumhurbaşkanı seçilebilmesini olanaklı kılar.
YÖK’ün kaldırılması altılı Masa’nın ortak görüşüymüş. Sevindim. Ancak yaşamsal gördüğüm bir noktayı anımsatmak isterim. Üniversitelerimizin durumunun ana sorumluları arasında hemen hiç söz edilmeyen bir sorumlu daha var. O da dış güçler. Evet, tek bir simidin ederinin hemen 5 TL olmasından dış güçleri sorumlu tutmamız ne kadar abes ise üniversitelerimizin kayıp gitme tehlikesinde dışı güçlerin rolünü kulak ardı etmek o derece yanlıştır.
1980’li yıllar bir yandan ülkemizde üniversite özgürlük ve özerklik yoksunluğunun başlangıcıdır. Diğer yandan da neoliberal dünya görüşü egemenliğinin küresel olarak ve artan bir ivmeyle kendini hissetirmeye başladığı bir tarih dönemidir. Bu süreçte üniversite, önce sonu nereye varırsa gerçeği arayarak bilim/bilgi üretmek, üretilmişi ve üreteni korumak, ikincil olarak üst düzey bir meslek eğitimi vermek ve son olarak da bunların bir yan ürünü olan demokrat, hukuka saygılı, aydın vatandaş yetiştirmek olan varoluş nedenlerinden uzaklaşmıştır.
ÖĞRENCİ DEĞİL MÜŞTERİ
Neoliberal üniversitenin ana amacı değişiktir. Bir an evvel piyasaya satılabilir ürünler hazırlayan bir kurum, adeta bir şirket olmaya soyunmuştur. Üzülerek okudum. DEVA Partisi yüksek öğretim tasarımında da açık seçik dile getiriliyor:
“Üniversitelerde üretilen bilginin ticarileşmesi (…) bunların bir yerde birikmesi gerekiyor. Piyasa şartlarında ticari bir şekilde yer bulabilmesi, ayakta kalabilmesi, pazarlanabilmesi ve büyümesi gerekiyor.”
Neoliberal üniversiteye Batı’da “managerial university” de deniyor. Ben ise piyasa üniversitesi demeyi daha uygun buluyorum. Piyasa üniversitelerinin bir dizi ortak nitelik, daha doğrusu niteliksizliği var. Hocaların ve öğrencilerin işe yaramaz, satılamaz bilgi ile uğraşmalarını pek istemiyorlar. Sonu nereye varırsa varsın gerçeği aramak umurlarında değil.
Satılacak bilgiveya elle tutulan ürün yaratmayan sosyal bilimlere pek yüz vermiyorlar. Bu bağlamda satışa sunulan ise öğrencilerin müşteri olduğu bir meslek öğretimi. Serbest piyasanın kaçınılmaz bir özelliği olan rekabetçok önemli.
EĞİTİMDE DE PİYASAYA HAYIR
Yine bir şirket ruhu içinde gerek öğretim üyeleri bazında gerekse de kurumları kıyaslayan performans değerlendirmelerine çok önem veriliyor. Öğretim üyelerini derecelendirirken her sayısalın nesnel ve nedensel olmadığını unutup yayın sayısını fetiş haline getirmişler.
Üniversite ve yükseköğretimde okuyan öğrenci sayıları giderek artıyor. Her 8 erişkin Türk vatandaşından bir tanesinin üniversite öğrencisi olduğunu anlarız. Görmemiz gereken, pazar üniversitelerinden giderek adeta bir çarşı oluşturmayı becerdiğimiz.
40 yıl evvel özgürlük ve özerkliklerinin ellerinden alınmasıyla başlamış, neoliberal akımlarla ivme kazanmış çöküş, üniversitelerimizin bu kayıp elden gitmesi artık durdurulmalı.
Neoliberal akımların, yani hunhar piyasa koşullarının, insanoğlunun geçimine, pandemiyle çok çarpıcı olarak da gözlediğimiz gibi sağlığına ve doğanın korunmasına ne denli zararlı olduğu anlaşıldı.
Aynı akımlar üniversiteler için de özellikle bizdeki gibi özgürlük ve özerkliği ellerinden alınmış olanlar bağlamında, çok zararlı.
Piyasa, yargıdan olduğu kadar üniversiteden de uzak durmalı.
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde tartışmaya gir.”(1)
Yine der ki: “Kullarıma de ki, sözün en güzelini söylesinler.” (2)
“Öğüt ver ki sen ancak bir öğütçüsün, onları baskı altına alacak değilsin.”(3)
Dolayısıyla hoşgörü, daha güzel ve daha kolay olanın temel alınması, köktencilik ve tutuculuktan kaçınılması…
Bütün bunlar FARKLI OLMA HAKKINA, insanları bozguna ve birbirine düşmekten kurtararak(4), verim ve üretimin kaynağı olan sağlıklı ÇEŞİTLİLİĞİ geliştiren olumlu ve yapıcı bir içerik katar.”(X)
Hz. Ali diyor ki; “İnsan, dilinin (söyleminin) içinde gizlidir.”
Halk deyimiyle de “Üslubu lisan, aynıyla insan”
Sonuç :
İktidar ya da muhalefet, ürettikleri dil ve söylem biçimiyle topluma rol modeli olmak zorundadır.
Herkes söylemine dikkat etmek ve kullandığı sözcükleri özenle seçmek zorundadır.
Gerek dinsel, gerek sosyolojik, gerek estetik ve gerekse ahlaksal olarak doğru ve güzel olan budur.
Toplumun erince (huzura), barışa, kardeşliğe ve en önemlisi de gelecekte birlikte ve sevgi içinde yaşama umuduna gereksinimi vardır.
Önemli olan toplumu ayrıştırmak, bölmek, dışlamak değil birleştirebilmektir.
Özünde “güzel ahlak dini” olan İslam’a cebir, şiddet, kin, nefret ve sövgü dili asla yakışmaz.
————————————————-
(1). Nahl Sûresi 125. ayet.
(2). İsra Sûresi 53.Ayet.
(3). Bakara Sûresi 185.Ayet.
(4). Gaziye Sûresi 21 ve 22. Ayetler.
(X)- Muhammed Âbid EL CABİRÎ, İSLAM DÜŞÜNCESİNDE DEMOKRASİ, İNSAN HAKLARI ve HUKUK. Çev. Mehmet Şayir. Kapı yayınları, İstanbul 2019, 1. basım. sayfa 333-34.
Ekonomik buhranı, adeta bu konuda bir yemin etmişcesine daha da koyulaştıran ve kontrolü tamamen elinden kaçırmış görünen rejim, öylesine “ne yaptığını bilmez” bir ruh hali içine düştü ki, ekonominin dümenindeki “pırıltılı – ışıltılı” şahıs, “Tercihimizi bir avuç azınlıktan yana, ezilen-sömürülen-yoksullaştırılan çoğunluğun aleyhine kullandık” diyecek kadar terbiyesizleşebiliyor.
Kapitalist sistemin nasıl çalıştığı ve devletin baskıcı gücünü kullanarak, hakim sınıflar üzerinden sömürüyü nasıl hayata geçirdiklerini adeta “paşa paşa” itiraf anlamına gelen bu sözler, çaresizliğin en sade biçimde itirafıydı. Bir yandan da asla “utanmadıklarının”somut bir tezahürüydü, tabii.
Geniş halk kitlelerini yoksullaştırıp, bir lokma ekmeğe muhtaç edip, ulusal para birimini “pula” çevirip, belki de kendileri gittikten sonra bile ekonomiyi uzun süre rayına sokulamayacak hale getirdikleri yetmiyormuş gibi, bir yandan da halka tepeden bakmayı “hakaret ve küfür” boyutuna taşımaktan da çekinmiyorlar. Hani o İngilizce’nin bu durumlara cuk diye oturan “Adding insult to injury” (yaraladığı birine, bir de hakaret etmek) deyimi vardır ya… İşte, tam da onu yapıyorlar.
Bu ülke insanlarının vergileri ile maaş alan, üstelik “namus ve şeref üzerine hizmet yemini” etmiş bir şahıs, üstelik sık sık “Ben sizin efendiniz değil, hizmetkârınızım” diyen bir şahıs, kendisini ve icraatını beğenmediği için protesto etmiş milyonlarca kadına ve erkeğe “Çürükler!.. Sürtükler!..” diye bağırabiliyor. Tekrarlamaktan utanmadıkları yalanlara (Kabataş yalanı, camide içki yalanı, teröristler yakıp yıktı yalanı) bir yenisini daha ekleyerek, “Camilerimizi yaktılar” yalanına başvurmaktan da çekinmiyor. Hattâ, hemen akabinde yandaşları, “Gezi’de ağaçları da yaktılar” yalanı ile şakşakçılık ve yardakçılık ederek “tüy” dikiyor.
Hak arayan herkese, anayasal hakkını kullanarak itirazını dile getirmeye çalışan herkese, faşist rejimlerin tipik refleksi olarak şiddet kullanmaktan, her gördükleri yerde “devletin sopasını” kullanmaktan da asla çekinmiyorlar. Anayasa’nın 34’üncü maddesi ve 2911 sayılı yasadan kaynaklanan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı “her görüldüğü yerde kafası ezilmeli” mantığı ile engelleniyor.
Sadece geçen 3 gündür;
İstanbul Okmeydanı Fetihtepe’de kentsel dönüşüm gerekçesi ile evlerinden atılıp elektriği – suyu – gazı kesilen yoksullar,
İstanbul Çekmeköy’de zaten 3-5 metrekare bırakılmış yeşil parklarına sahip çıkmak isteyen mahalle halkı,
Arkadaşlarının işten atılmasını protesto eden Enerji-Sa emekçileri,
TÜİK’in önüne giderek “halkın kandırılmasına alet olmayın” diye seslenmek isteyen Birleşik Kamu-İş sendikası mensupları,
Diyarbakır’da gazetecilere toplu gözaltını kınayan basın emekçileri copla, gazla, gözyaşartıcı bomba ile, dayakla, küfür ve hakaretle karşılık buluyor.
Bütün bu demokrasi ayıplarını, insanlık cinayetlerini görüntüleyip kamuoyuna aktarmak isteyen basın emekçileri itilip kakılıyor, tekme tokat yerlerde sürükleniyor. Medyanın haber alma ve kamuoyuna verme hakkı ihlal ediliyor.
Hani, bizim nesil yurtsever ve sosyalistlerinin 1970’lerde sıkça kullandığı bir slogan vardı:
“Zam, Zulüm, İşkence, İşte Faşizm!..”
Bugünlerde, adeta bunun 2022 versiyonu üretiliyor:
“Sömürü, Saygısızlık, Sopa, İşte Faşizm!..”
Ağzını açana, hak arayana, itiraz edene, zulme karşı çıkana, devlet tüm gücü ile “kafa ezme” harekatına başvuruyor. Basın kuruluşlarına BİK (Basın İlan Kurumu) ambargosu, RTÜK (Radyo Televizyon Üst Kurulu) sansürü ve cezaları, sosyal medyaya getirilmek istenen yasaklar, mesela TELE1’e borç bahanesi ile lisans iptali tehdidi de bunların “mütemmim cüzü” olarak devrede.
Bunların hepsini alt alta toplayınca, “gidici zihniyeti”nin iyice sırıttığına tanık olmaktayız.
Tarihi azıcık okuyup araştırsalar, bunların nafile çabalar olduğunu görecekler de…
Buna tenezzül edecek halleri bile yok artık.
Nafile!
Yenilecek ve gideceksiniz.
O yüzden sandığı geciktiriyor, sandığı halktan kaçırıyorsunuz.
O sandık, er ya da geç gelecek.
Mukadder sonunuzdan kaçış olmadığını, o gün anlayacaksınız.
*** Ertuğrul Karakaya (1955-1977)
Çarşamba günü, bir yiğit yoldaşımızı, kısacık ömrünü faşizme karşı mücadeleye adayıp toprağa düşen bir devrimciyi andık. Darüşşafaka yıllarından sevgili arkadaşım, ODTÜ’de 1977 “Rektör Hasan Tan’a karşı direnişin” bayraktarı Ertuğrul Karakaya kardeşimiz, aynı bugünleri yansıtan koşullarda mücadele sırasında hayatını kaybetti.
Ufacık cüssenin içinde kocaman ve devrime adanmış bir yürek çarpıyordu.
Onu sırtından vuran devlet gücü, ambulansın gelişini bile engellemeye, cenazesine bile engel olmaya kalkmıştı. Ertuğrul’a ve anti faşist mücadele ile devrim yolunda gözünü kırpmayan tüm yoldaşlarımıza selam olsun.
RTE, “Her kim ki bu kardeşinize saldırıyorsa bilin ki aslında Türkiye’ye saldırıyor demektir.”
Megolamani…
AKIL
ATATÜRK Havaalanı’nın Millet Bahçesi’ne dönüştürülme töreninde konuşan RTE, “Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yeşil alan kazandıracak aklı başında tek bir kişi bulamazsınız.”
Katılıyorum…
GERÇEK
Maliye Bakanı Nebati, ”Enflasyonla büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç üreticiler ve ihracatçılar kazandı”
Nebati CHP’li olsa da böyle derdi.
İşte AKP gerçeği…
SÜRTÜK
RTE Gezi eylemlerine katılanlar için, ”Bu teröristler, eşkıyalar bira şişeleriyle caminin içini pislemişti” yalanını tekrarladı ve “Bunlar çürük, bunlar sürtük” ifadelerini kullandı.
Bu sözler ancak AKP’nin cumhurbaşkanına yakışır.
Anlaşılan odur ki, Gezi’de içlerine salınan korku ömür boyu gitmeyecek,
İftira ve kin bitmeyecek…
MİLLET
RTE vatandaşların bir bölümüne “sürtük” diye hakaret ettikten sonra özür dilemesi beklenirken bu ifadenin millet tarafından kullanıldığını söyledi.
RTE, ekonomideki gidişin nedeni olarak Gezi eylemlerini gösterdi.
Haydaaaa!
Gezi‘den 5 yıl sonra sistemi değiştirip bizi uçuracak olan kimdi?
Gezi‘nin etkisi dokuz yıl sonra mı akla geldi?
“Sürtük” te milletin arkasına, ekonomik başarısızlıkta Gezi’nin arkasına…
BMC
RTE ve Katar Emiri’nin 10 bin kişiye istihdam, senede 5 milyar dolar katma değer sağlayacak diye temelini attıkları Ethem Sancak’ın BMC fabrikası söküldü.
Bir yalan daha çöktü.
Bir ziyan daha çıktı…
REKOR
Mayıs ayında enflasyon (hem de TÜİK rakamlarına göre), 25 yılın rekorunu kırdı.
AKP yapar…
TÜİK
TÜİK’te tüketici fiyatları endeksini hesaplayan birimin başındaki isim olan Mustafa Teke, Mayıs ayı enflasyonu açıklanmadan birkaç gün önce istifa ederek görevinden ayrıldı.
TÜİK üzerinde en ufak bir baskı olmadığı belli!…
SAPMA
Bahçeli, ”Hayat ve siyasetin merkezinde, inandığı gibi yaşamayanlar, bir süre sonra yaşadıkları gibi inanmaya başlayacaklardır. Bu durum bir sapmadır, savrulmadır, ağır bir sakatlıktır.”
Yaşayan bilir…
YATIRIM
AKP iktidarının yaklaşık 1.6 milyar liraya mal ettiği ve halen onlarca görevlinin (yaklaşık 200) bulunduğu Aydın/Çıldır, Balıkesir, Gökçeada ve Tokat havalimanların tek uçak inmedi.
Müteahhite (yükleniciye) yatırım…
YAŞ
DİB Erbaş, “Camiden çok, 4-6 yaş kuran kursu yapmak daha önemli” dedi.
Tabi. O yaşta kandırmak çok kolay…
BAKIŞ
RTE, göçmenler için “Biz İslami ve insani açıdan bakıyoruz” dedi.
Bir de kendi insanımız açısından bakılsa…
DANSÖZ
Bursa’da bir İmam Hatip Lisesi, gelir elde etmek için düzenlenen etkinlikte dansöz oynatıldı.
Din, iman, Kur’an hepsi yalan; nerde para oraya yaman…
ÇİÇEK
Giresun Piraziz Kaymakamı, CHP’li belediyenin çiçek dikmesini engelledi.
Korku dağları aşmış…
İNAT
RTE “Teknik anlamda bir enflasyon değil fiili bir hayat pahalılığı var” iddiasında bulundu.
“Bu iktidar faizi arttırmayacaktır, tam aksine faizi düşürmeye devam edeceğiz!”
TÜİK’in açıkladığı %73 nedir?
Yaşam pahalılığının nedenleri arasında enflasyon yok mudur?
Faizleri düşürünce ne kazandınız?
Sonuç; ”İnadım inat, enflasyon da pahalılık da kat kat”…