Biz de kendilerini gönülden kutluyoruz..
ATATÜRK’ün laik Cumhuriyetinin ürünüdür..
Kadını çarşafa-bohçaya dolayanlar utanmalıdır..
Sevgi ve saygı ile..
27.8.12, Tekirdağ
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
Dostlar,
İsparta ADD Şubesinin yayımladığı
“4+4+4 Eğitim sistemi ile toplumsal bir soykırım!”
başlılklı basın açıklaması çok öğretici..
Okunmalı, dağıtılmalı, düşünülmeli üzerinde..
AKP yöneticileri ve AKP’ye oy veren yurttaşlarımız ise özellikle.
Bu gün, 4+4+4 konusunda bir de ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ’nin, konunun uzmanlarının açıklamasına sitemizde yer verdik.
Umarız sağduyu egemen olsun ve AKP kadroları Cumhuriyet’ten hesap soracağız diye onu yıkıma sürüklemesin.
CHP’nin 2. kez başvurusu (8 Haziran 2012) üzerine (AYM, CHP’nin şekil-usul yönünden aykırılık savını reddetmişti, 24.5.12), umarız Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın 24 maddesi ve Devrim Yasalarını korumaya alan 174. maddenin ruhuna uygun bir kararı bir an önce versin..
Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 24.8.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
Dostlar,
17 Ağustos 1999’dan bu yana 13 koca yıl geçti..
Onbinlerce kurban ve milyarlarca dolar maddi yitik..
Söylenecek öyle çok söz var ki..
Şimdilik size Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden meslektaşım
Prof. Dr. Mehmet Ali Körpınar’ın yazısını sunmak istiyorum..
Gölcük depremini Tanrı’nın Orduya sözde cezası gibi yorumlayan
çağdışı yobaz Ordu düşmanı anlayışı, bir de eski bir cumhurbaşkanının
“altımız çürük..” sözlerini içime sindiremiyorum.
Bir de 13 yıldır cep telefonlarından kesilen % 25 gibi son derece yüksek verginin ulusal deprem sorunumuz için nasıl kullanıldığını
çok merak ediyorum.
Bu paranın 40 milyar TL’yi geçtiği söyleniyor ki; faiz getirisi bir yana bırakılsa bile, 2012 bütçesi olan 351 milyar TL’nin 1/9’u gibi
çoook ciddi bir kaynak.. Nerede, nasıl harcandı bu muazzam tutar?
Hükümet bu sorulara çok açık yanıtlar vermeli..
Muhalefet ısrarla soru önergeleri vermeli..
Hele hele telefon faturamıza % 25 deprem vergisi eklendikten sonra
“bu tutarın” % 18 KDV’si alınmaz mı?
Kendimi çooook kötü duyumsuyorum.
Hiç olmazsa, Devlete yakışmayan, yurttaş olarak da bizlerin
hak etmediği bu tefeci vergilendirme ivedilikle durdurulmalı..
Basın konuyu işlemeli..
Sevgi ve saygı ile. 17.8.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ametsaltik.net
==========================================
DEPREM_ulkesiyiz_MA.Korpinar
Dostlar,
TÜBA-Türkiye Bilimler Akademisi’nin ilk 10 kurucu üyesi ve ilk kadın başkanı
Prof. Dr. Ayhan Çavdar, 30 Haziran 2012 günü TÜBA Şeref üyeliği görevinden istifa etti. Ankara Üniv. Tıp Fakültesi emekli öğretim üyesi olan Prof. Çavdar, deyim yerinde ise “tokat gibi bir istifa dilekçesi” yazdı. İsitafa ederken de muhataplarını ve toplumu eğitmeyi sürdürdü.
Bilim kurumlarına siyasetin girmesinin geçmişte İslam uygarlıklarını ve Osmanlıyı nasıl çökertip parçaladığını örneklerken; tersine Kilisenin yoz boyunduruğundan kurtulan Batı’nın Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirerek dünya önderi oluşunu aktardı.
TÜBA’ya AKP hükümetinin müdahalesinin kabul edilemez ve çağdışı olduğunu vurgulayan Prof. Çavdar, ilköğretimde çocukların kutsal kitabı bile anlamamış mollalara teslim edilmesinin Türkiye’nin yeniden sömürgeleştirilmesine yol açabilecek ölçüde çok vahim bir girişim olduğu uyarısını da yaptı.
AKP’yi bu girişimlerinden geri dönmeye çağırmanın anlamı olmadığı ortada.
Kınamanın bir işe yaramadığı da.. Ama tarih önünde hem düzeltim çağrımızı hem de kınamamızı yapmak istiyoruz.
Ayhan Çavdar gibi, Yücel Kanpolat gibi.. TÜBA’ya çooook emek veren dünya çapındaki saygın bilim insanlarımızı saygı ve şükranla selamlıyoruz.
Tarih bize gericilik ve yobazlığın, yoz yandaş batakçılığının çağdaş bilim karşısında hep yenildiğini öğretiyor. Ayhan hoca da istifa dilekçesinde örneklerini veriyor.
Tarih hükmünü verecek, herkesi hak ettiği yere yerleştirecektir.
Fakat bileşke vektör, hep akıl ve bilimin üstünlüğü yönündedir ki, insanlık bu ilerleme aşamasına tüm gerici engellere karşın ulaşmışlardır.
Sevgi ve saygı ile. 12.8.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
===============================================================
CUMURİYET Bilim Teknik 10.08.2012
TÜBA’nın ilk başkanı istifa etti
Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) ilk başkanı Prof. Dr. Ayhan Çavdar’ın
30 Haziran 2012 tarihli TÜBA Şeref Üyeliğinden istifa mektubunu yayımlıyoruz.
TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ SAYIN BAŞKANLIĞI’NA,
30 HAZİRAN 2012
İLGİ:
Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) ilk on kurucu üyelerinden birisi ve ilk başkanı olma onurunu taşıdığım bu kuruma karşı reva görülen ve tüm dünyanın saygın bilim akademilerince protesto edilen siyasal nitelikli müdahaleler nedeniyle şeref üyeliğinden istifa ettiğimin bildirilmesine ilişkindir.
TARİHİMİZDEKİ BİLİM KIVILCIMLARI ve AKIBETLERİ
Selçuklu devletinde (Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletlerinde) bilimin önündeki en önemli engeller, kendilerini “İslamın hamisi sayan bazı ‘sözde’ İslam Âlimleri” olmuştur. Bu bağlamda Selçuklu sultanlarından Mesut İbni Muhammed’e vezirlik bile eden büyük kimya bilgini “Tugrai” altmış yaşından sonra, “münkirlik” suçlaması ile Tahran’da idam edilmiştir.
Savaşlarda ilkel silah, araç ve gereçlerin kullanıldığı dönemlerde, bilek ve yürek gücüne sahip olan ve iyi at binen Türkler, İslam dinini dünyanın ulaşılabilen her köşesine götürüp yaymışlarsa da bilim ve teknolojiden uzak kalındığı dönemlerde, Avrupa devletleri, kilisenin zincirlerini kırmışlar, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin önünü açmışlar ve toplumların üzerindeki kilise baskılarını azaltmışlar ve “Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirerek ekonomik gelişmelerini hızlandırmışlar ve ulusal güçleriyle birlikte askeri güçlerini de artırarak, Avrupa’daki büyük devletlerin (“Düveli Muazzama”nın) oluşumunu sağlamışlardır.
OSMANLI DÖNEMİ ve CUMHURİYET DÖNEMİNDE BİLİM ve TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİNİN OLUŞUMU
Osmanlı devletinde “temel eğitim kurumları” sınırlı sayıdaki “medreseler” idi.
Osmanlı medreselerinde XVI ncı yüzyıla kadar “İbni Sina, Biruni ve Farabi” gibi Türk düşünür ve bilginlerinin yapıtlarına dayanılarak, doğa bilimleri, matematik ve tıp alanlarındaki dersler okutulmuşsa da, sonradan bu derslerin okutulup öğretilmesinden vazgeçilmiştir.
Büyük matematik ve astronomi bilgini Uluğ Bey’den ve Kadızadei Rumi’den matematik ve astronomi öğrenen ve Fatih Sultan Mehmet’in istemiyle, Ayasofya Medresesi’nde müderrislik de yapmış olan Ali Kuşçu, Uluğ Bey’in yarım kalan çalışmalarını tamamlamış, İstanbul’un enlem ve boylamlarını hesaplamış ve Osmanlı bilimine büyük katkılarda bulunmuştur.
Ali Kuşçu’nun öğrencilerinden matematikçi “Molla Lütfi”, öğrencilerine ders verirken Hazreti Ali’ye atfen “Savaş sırasında vücuduna bir ok saplanırsa, bunun çıkartılmasının namaz anına rastlatılmasını ve o sırada vecd ve huşu içinde bulunacağından ağrı ve acıları hissetmeyeceğine” ilişkin beyanını dile getirdiği zaman Molla Lütfi, Hıristiyan astronom Theo’nun kızı matematik bilgini Hypatia’nın (M.S. 370 yılında) Mısır’daki yerel Başpiskopos Kyril’in fetvasıyla, İskenderiye’de halk tarafından linç edilmesi gibi) 1494 yılında Sultanahmet’teki At meydanında idam edilmiştir.
Osmanlı tarihinin en parlak matematik ve astronomi bilginlerinden Takiyüddin Efendi (1520-85), Sultan III’ncü Murat’ın hocası Saadettin Efendi’nin desteği ile Galata’da bir rasathane inşa ettiği zaman dönemin Şeyhülislamı Ahmet Efendi’nin “gözlem yapmak uğursuzluk getirir… evrenin sırlarını küstahça anlamaya teşebbüsün vahim sonuçları çok açıktır vb.” gibi bir fetvası üzerine bu rasathane padişahın iadesiyle, Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa’nın denizden topa tutması suretiyle yıktırılmış (22 Ocak 1580) ve yeni rasathane ancak (1911 yılında) yapılabilmiştir.
Ne var ki, astronomik gözlemlerden elde edilen bilgiler daha çok ibadetlerin gün ve saatlerinin saptanması ve saray müneccimlerine veri sağlanması için kullanılmıştır. Matbaanın Osmanlı topraklarında kullanılması, icadından başlayarak, 277 yıl sonra, “dini risale basılmaması önkoşulu” ile mümkün olabilmiştir. Büyük Türk İslam bilgini (Mecelle-i Ahkami Adliye’nin müellifi) Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım’ın yazmış olduğu Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı adlı kitabında, babasından çekindiği için Fransızcayı gizlice öğrendiğini ve babasının da, medrese hocalarından çekindiği için Fransızcayı gizlice öğrendiğini yazmış olması, o dönemde egemen olan karanlık zihniyetin en çarpıcı anlatımı olmuştur. Osmanlı döneminde Avrupa dillerinden birisinin öğrenilmesi günah sayıldığından kamu görevlerinde bu yabancı dillerden birisinin bilinmesi gerektiği hallerde, “gayrimüslim” cemaatten yararlanılması, Osmanlı sırlarının, yabancı elçilik mensupları arasında para ile alışveriş konusu edilmesini bile olağan kılmıştır.
Osmanlı döneminde bilimin karşısında yer alan, “gâvur icadıdır istemezük, şeriat isterük” vb. gibi saymakla bitmeyecek derecede çok ilkelliklerin varlığı, Osmanlı ordularının Viyana önlerinden Sakarya gerilerine kadar itile kakıla sürülmeleri ve 19 Mayıs 1919 tarihinde, dünyada tutsak olmayan bir tek İslam devletinin kalmaması ile sonuçlanmıştır.
Günümüzde arka arkaya çıkarılan yasalar ve yasa hükmündeki kararnamelerle, ilköğretim çağındaki çocuklarımızın yazgılarının, kutsal kitabımızın anlam ve içeriğini bilmeyen,
kerameti kendilerinden menkul, cahil mollaların ellerine terk edilmesi vb. gibi olumsuz gelişmeler karşısında geçmişte yaşanan böylesine anlamsız deneyim ve olguların kimi çevreler tarafından yeniden ihyasına ve sonucunda, emperyalizmin pençesine yeniden düşmemize neden olabilecektir. Cumhuriyet dönemindeki sınırlı kaynaklarımıza karşın, petrol denizleri üzerinde yaşayan birçok “petrodolar zengini” Arap devletlerinin yanında.
Devletimizin kurucusu ve halkımızın kurtarıcısı büyük önder Atatürk’ün yarattığı aydınlık ortamda gelişen bilimsel ve teknolojik atılımlar;
Cumhuriyetin ilk on yılında doğan bir bilim kadınının,
Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) ilk on kurucu üyesi arasında yer almasına ve dünyanın ilk kadın bilimler akademisi başkanı olmasına yol açmışsa, bu, büyük önderin önümüze “gümüş tepsi” içinde sunduğu laik, demokratik, sosyal hukuk devleti sayesinde olmuştur.
Bu koşullarda, Türkiye Bilimler Akademisi’nde Şeref Üyesi olarak kalmam mümkün olamayacaktır. İstifa zorunda bırakılmış olmaktan son derece üzgünüm ve başkaca bir seçenek de kalmadığından gerekli işlemin yapılmasını, saygı ile arz ve rica ederim. 30.6.2012
Em. Prof. Dr. Ayhan Çavdar
(Türkiye Bilimler Akademisi ilk Başkanı ve Şeref Üyesi)
Rektör dediğin işte böyle seçilir!
10 Ağustos 2012, SÖZCÜ
SEVGİLİ okuyucularım,
Türkiye terörle sarsılıyor.
Dün Foça olayını yaşadık. Her konuda afra tafra yapan Tayyip yine çaresizliğini
dile getirdi:
“Bu maalesef terörün yayılma noktasındaki attığı adımların bir başka örneğidir!”
Ne güzel de bilmiş valla helal olsun!
Bütün bunlar olurken, Hariciye Nazırı Davutoğlu Ahmet, aldı yanına Eminanımı,
Tayyip’in kızı Sümeyye’yi, kendi karısını, yandaş gazetecileri vesaireyi bindirdi devletin uçağına!
Türkiye’deki açlar herhalde bitti ki, onlar şimdi haritada yerini bilmediğimiz Myanmar’da, Arakan Müslümanlarına yardım dağıtıyor!
Sınırlarımızda kıyamet kopuyor, her gün şehit veriyoruz, adam gitmiş
Myanmar’da atraksiyon yapıyor.
Belki Libya’da olduğu gibi bavullarla para da götürmüşlerdir.
Uçak babalarının malı! Bunlar analarından özel uçaklarda doğmuştu!
Paralar devletten, din ticareti bunlardan!
Allah kabul etsin!
Şimdi gelelim esas konumuza. Şimdi size bu iktidarın üniversiteleri,
bilim yuvalarını nasıl ele geçirdiğinin somut ve belgeli örneğini vereceğim.
Geçtiğimiz günlerde, Türkiye’nin 3. büyük üniversitesi olan Ankara’daki Gazi Üniversitesi’nde rektör adayları için seçim yapıldı.
Tüm öğretim üyelerinin oy verdiği seçime “Cemaatin adamı” olarak bilinen
Prof. Dr. Süleyman Büyükberber de katıldı.
Seçimde toplam 1.939 geçerli oy kullanıldı. Büyükberber sadece 188 oy alabildi
ve seçimi 5. sırada tamamlaması mümkün oldu. (Oyların %9,7’si.)
Rezaletin ve siyasetin üniversitelere sokulması, işte böyle başlıyor.
Anayasa ve yasalar uyarınca, üniversitede yapılan seçimde hocalardan en yüksek
oy alan ilk altı adayın isimleri, AKP’nin arka bahçesi olan YÖK’e bildiriliyor.
Sonra YÖK kendine göre bir düzenleme yapıyor. Bu adayların siyasi görüşleri,
geçmişleri vesaire irdeleniyor ve Çankaya’ya gönderilecek 3 kişilik liste belirleniyor…
Çünkü anayasa uyarınca, rektörleri tek başına Cumhurbaşkanı seçiyor.
Böylece, iktidarın hoşlanmadığı, onlardan olmayan rektör adayları ilk tırpanı
YÖK’ten yemiş oluyor.
YÖK’ün belirlediği 3 adayın adları Çankaya’ya gönderiliyor.
Sonrasında Çankaya, kendi araştırmasını yapmaya başlıyor.
Hangisi bizdendir, hangisi değildir!
Süleyman Büyükberber’in adı Çankaya’ya gönderilen YÖK listesinde 3. sırada yer aldı. Böylece ilk yükseliş gerçekleşti. Üniversitede yapılan oylamada 5. idi,
burada üçüncülüğe terfi etti.
Peki, ama son sözü söyleyecek olan Bay Abdullah Gül ,
Gazi Üniversitesi’ne kimi rektör seçecekti?!
Sonuç önceden belliydi. Adaylar Çankaya’da araştırıldı, kimin bu iktidara en yakın olduğu belirlendi ve atama gerçekleşti: Süleyman Büyükberber!
Üniversitenin seçiminde yalnızca 188 oy alabilen, Çankaya’ya gönderilen üç kişilik
YÖK listesinde 3. sırada bulunan şahıs, bir anda rektör oluverdi!
Şimdi sormak gerekiyor:
Çankaya’daki şahıs bu rektör atamalarını neye, hangi ilkelere göre yapıyor?
Bu sorunun yanıtı elbette verilmeyecektir… Çünkü Gazi Üniversitesi olayı
ne ilk ne de sondur.
Bütün rektörler böyle seçiliyor ve bu yolla üniversiteler AKP iktidarının adamlarına, yandaşlarına teslim ediliyor.
Büyükberber birkaç gün önce makam koltuğuna oturdu ve ilk iş olarak üniversitedeki dekanları, enstitü müdürlerini, meslek yüksekokulu müdürlerini görevden almaya başladı.
Bunların tamamı üniversite hocası… Bazılarına da sözlü bildirimde bulunup
istifa etmelerini istedi. Gazi Üniversitesi’nde siyasi kadrolaşmayı daha ilk günden başlatmış oldu.
Bundan sonra yeni kadrolar açılacak, çeşitli üniversitelerden yandaşlar buralara atanacak, cemaatçi öğretim üyeleri çeşitli Anadolu üniversitelerinden çekilip
Gazi’ye doldurulacak. Cemaatten olmayanlar emekli olmaya, istifaya zorlanacak.
Şimdi yeni rektörümüzü biraz olsun tanıyalım. Elimde kendisiyle ilgili çok sayıda ticari belge var. Bu şahıs tıp doktoru ve üniversite öğretim üyesi kimliği ile ticaret yapıyor. Ankara’da kurulu Onkogrup şirketinin Mustafa Benekli ve
Uğur Coşkun’la birlikte üçte bir ortağı.
Şu işe bakar mısınız, kendisi üniversitede onkoloji (kanser) hocası ve şirketi
kanser ilaçları satıyor! Büyükberber’le ilgili kapsamlı ve tümü resmi belgelere dayalı dosyadaki öteki hususları daha sonra açıklarım. Muayenehane açıp kapama belgeleri dahil!
Anayasanın “Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri” başlıklı 104. maddesinde
şu hüküm yer alıyor:
“Yükseköğretim Kurulu (YÖK) üyelerini seçmek… Üniversite rektörlerini seçmek…”
Bu hükümler anayasaya 12 Eylül döneminde girdi. Her fırsatta o dönemi tu kaka ilan eden ve soruşturma başlatan, anayasayı çeşitli zamanlarda “Demokratik değil” diye değiştiren AKP, kendi lehine olan ve şimdi yararlandığı bu hükümleri nedense görmezden geliyor…
Ve Bay Abdullah Gül hem YÖK üyelerini seçiyor, hem de onların danışıklı döğüş hazırladığı listelerden üniversite rektörlerini! Al gülüm ver gülüm!..
Ne güzel paslaşmalar!
Bu düzen içinde, şu anda Türkiye’de bunların adamı ve elemanı olmayan hemen hemen
hiçbir rektör kalmadı.
Üniversitelerin tümü, iktidar tarafından yandaş ve cemaatçi rektörler eliyle zaptedildi.
Türkiye’de bunca olaylar oluyor. Hukuk paspas gibi çiğneniyor.
Yargı iktidarın elinde oyuncak oldu.
Terör almış başını gidiyor. Ülkenin yüzlerce sorunu var.
Siz hiç üniversitelerden gelen bir tepki duydunuz mu?
Eleştirmeyi de bırakın bir yana, herhangi bir konuda herhangi bir açıklama yaptıklarına, görüş ve öneri bildirdiklerine tanık oldunuz mu?
Elbette olmadınız çünkü onlar artık hükümetin arka bahçesi.
Onlar bilim yuvaları olmaktan çıkartılalı çok oldu.
Bakın öteki üniversitelere, her birinin rektörü ayrı bir Süleyman Büyükberber!
Üniversite hocaları istedikleri kişilere oy verip rektör adayı seçsinler.
İçlerinden en uygun olan üçü YÖK tarafından listeye konulup Çankaya’ya gönderiliyor,
orada oturmakta olan şahıs ise iktidara en yakın olan yandaşı, ya da cemaat temsilcisini rektör yapıyor.
Tek olay bu değil. Çankaya’daki şahıs rektörleri hep böyle seçiyor.
Emme basma tulumba, al gülüm ver gülüm yöntemiyle işte böyle çalışıyor!
ODTÜ Senatosu’nu, bir bilim kurumuna, Üniversite’ye yaraşır tutumu nedeniyle içtenlikle kutluyor, yayımladıkları metni biz de aynen paylaşıyoruz.
Darısı öbür büyük
kamu ve özel üniversitelerin başına..
Başta Ankara Üniversitesi.. Devrimin ilk üniversitesi,
Başkent’in kurmay üniversitesinin, çiçeği burnunda rektörünün başına..
Sonra… burnundan kıl aldırmayan Bilkent, Koç ve Sabancı Üniversiteleri..
Gazi Üniv. mazur maalesef.. Yeni rektörü 5. sıradan ve kullanılan geçerli oyların %9,7’si ile atandı, derinden medyun şimdilerde..
Heeey… oralarda mısınız, duyuyor musunuz ??
Sevgi ve saygı ile. 12.8.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
==============================
ODTÜ Senatosu’ndan Kamuoyuna Duyuru
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Senatosu’nun 31 Temmuz 2012 tarihli toplantısında aldığı karar doğrultusunda aşağıdaki duyuru kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.
________________________________________
Ülkemizde süregelen kimi soruşturma, tutuklama ve baskılardan hak ve özgürlüklerin de yara aldığı bilinen bir gerçektir. Bu bağlamda, bilim insanlarına, öğrencilere ve basın mensuplarına yönelik bu tur uygulamalarla akademik değerlerin ve ifade özgürlüğünün gerilediği görüşü yurt içinde ve yurt dışındaki akademik çevrelerde de yaygın olarak paylaşılmaktadır.
Haberleşme özgürlüğünün yaygın bir biçimde ihlal edildiği endişesi, iddianamelerde kanıt olarak kullanılan kimi belgelerin gerçek olmadığına yönelik saptama ve kanıtlar, hangi gerekçeyle yargılandıkları belli olmayan öğrenci, bilim insanı, basın mensubu ve kamu görevlisi sayılarının sürekli olarak artması kaygıyla izlediğimiz gelişmeler arasındadır.
Kendi istenci (iradesi) ile yurt dışından gelerek ifade veren ve bulunduğu konum itibarıyla kanıt karartması olanaklı olmayan insanların bile tutuklu olarak yargılanmaları ve tutukluluk sürelerinin kabul edilemez biçimde uzaması ile yargılama sürecinin kendisinin bir cezalandırma aracı durumuna gelmesi, ülkemizde ağır bir baskı ortamı oluşturmakta ve kamu vicdanını rahatsız etmektedir.
3. yargı paketi, bu sorunları ortadan kaldırmamıştır.
Temel hak ve özgürlüklere saygı, farklı görüşlere tahammül, çoğulculuk, açıklık, hukukun üstünlüğü gibi demokrasi ilkelerinin ülkemizde tam olarak yaşama geçirilememesinden büyük kaygı duyuyoruz.
Son dönemlerde genel uygulama durumuna gelen tutuklu yargılamalara, uzun süreli tutuklamalara, baskı ögesi durumuna gelen yaygın dinleme, sorgulama ve kovuşturmalara son verecek;
2000’li yıllarda ülkemizi hala insanların fikir suçlarından ötürü yargılandığı bir ülke görünümünden kurtaracak, uluslararası standartlara uygun adil yargılanma koşullarını gerçekten sağlayacak adımların en kısa sürede atılmasını öncelikle bekliyor;
hak ve özgürlükler alanının evrensel değerlere uygun biçimde düzenlenmesini istiyoruz.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Senatosu
31 Temmuz 2012, Ankara
Eski Türkiye Bilimler Akademisi Üyelerine
2008 Haziran Genel Kurulu’nda çok sayıda soru sorup değerlendirme yaparak Türkiye Bilimler Akademisi-TÜBA Başkanı olma onurunu bana verdiniz.
Yeni Kanun Hükmünde Kararname (KHK) gereği seçilen 3 başkan adayı yeni TÜBA genel kurulu tarafından oylanıp Sayın Başbakan’a bildirilmiştir.
Seçimde en yüksek oyu alan Prof. Dr. Ahmet Cevat Acar Başbakan tarafından yeni TÜBA’nın başkanı olarak atanmıştır. Bu gün itibarı ile yeni Başkana TÜBA
takdim ve devredilmiştir.
Sürem bittiği halde, yeni KHK’nin gereği olarak başkanlık görevimi KHK’nin gerekli gördüğü yasal sürenin sonuna kadar sürdürdüm.
Üyelerin gösterdiği anlayış ve duruşun sade bir gözlemcisi olarak tüm üyelere minnettarım.
Akademik dünyanın tüm saygın ülkelerinde bilim akademisi üyeliği ve başkanlığı bilimsel liyakat temellidir.
Bu kuruma üyeleri ve başkanı, sadece ve sadece Bilimler Akademisi’nin üyeleri seçerler.
Türkiye’deki uygulamayı doğru bulmuyorum.
Bunun ne üretime, ne bilime, ne de ülkemize ve seçilenlere bir yararı olacağı kanısında değilim.
Bu yanlışın mimarları, bu uygulamayla ülkenin imajını tahrip ettiklerini görmelidirler. Bu nedenle, böyle bir Bilimler Akademisi üyeliği olmadan da değerli kalınabileceğine inananlardanım.
Her üye tarafından çok yardım gördüm, çok şey öğrendim.
Artık yönetimi yeni başkana devrettiğime göre yasal sorumluluğum bitiyor.
Bütün eski dostlara ve üyelere teşekkür ediyorum.
Liyakat temelli olmasının zorunluluk olduğuna inandığım
Türkiye Bilimler Akademisi üyeliğinden istifa ediyorum.
Teşekkür, saygı, sevgi ve dostlukla. 12.8.12
Prof. Dr. Yücel Kanpolat
“TÜBA-Türkiye Bilimler Akademisi üyesi olmadan da
değerli kalınabilir. TÜBA’dan istida ediyorum.”
GÜNCEL TIP
Doç. Dr. Mustafa Çetiner
cetiner.m@superonline.com
www.mustafacetiner.com
Sıcak bir yaz akşamıydı.
Yürük saz semaisi çalıyordu, notalar dans ediyordu gecenin karanlığında.
Ve yıldızlar yağıyordu üstüne.
Aşk Gerçekten Var!
İnanmadınız değil mi? Ne notalar dans eder geceleri, ne de yıldızlar yağabilir
bir insanın üstüne.
Ama yanılıyorsunuz.
Bu söylediklerim doğru, bu anlattığımın tümü gerçek.
Çünkü “aşk” gerçek…
Bilim adamları aşkı karmaşık bir sinirbilimsel görüngü (fenomen) olarak kabul ediyorlar. Aşkı başımıza musallat eden beynimizin bir parçası olan limbik sistemimiz…
Limbik sözcüğü Latince “sinir” anlamına geliyor.
Beynimizin içinde kıvrılmış duran bu sistem, işlevsel olarak dış dünyada yaşananlara verdiğimiz içsel yanıtların birleşimini ve ilişkisini düzenliyor.
En önemli bileşeni hipotalamus olan Limbik sistem, öğrenme becerilerimizi
bir anlamda belirliyor, aslında yönetiyor.
Isı düzenlenmesi, açlık ve susuzluk gibi bedensel fonksiyonlarımız ve
duygularımız da bu sistemin denetimi altında.
Limbik sistemin ani uyarılmaları duygularımızı allak bullak edebiliyor,
ilk görüşte aşk bu yüzden belki de.
Cinsel dürtülerimiz, korkularımız, öfke ve saldırganlıklarımız
hep bu sistemin marifeti.
Limbik sistem sayesinde heyecanlanıyoruz, acıkıyoruz, uyuyoruz.
Sosyalleşmemizi, duygu ve düşüncelerimizi ifade edebilmemizi,
moralimizin sağlam ve yerinde kalmasını sağlayan da aynı sistemimiz.
Bu sistem sayesinde birilerine bağlanıyor, özlüyor, âşık oluyoruz.
Yapılan çalışmalar, oksitosin, serotonin, vazopressin, dopamin, endorfin gibi
hormon ve sitokinlerin “âşık olma” halinde rol aldığını gösteriyor.
Yani, bilimsel veriler, aşkın mutluluk etkisi yaratan hormonlarımız
marifetiyle ortaya çıktığını düşündürüyor.
Peki, insan neden sevdiğini öldürür o halde?
O halde, insan bir zamanlar delicene sevdiği birinden sonrasında
nasıl çılgınca nefret eder?
Aşkın içine şiddet, gözyaşı, güvensizlik ve yalan nasıl girebilir?
Yerleşik ahlak anlayışımız giderek daha kolay olanı seçmeye doğru yöneldikçe,
kaba kuvvet, korku ve güvensizlik temel duygumuz haline geldikçe aşklar da
kayboluyor tabii. Bir filme ağlamayan, hayatında hiç kahkahalarla gülmemiş,
anne-babasından, öğretmeninden, devletinden sevgi ve değer görmemiş birinin
limbik sistemi ne yapsın?
Ülkeye şiddet, adaletsizlik, korku ve bilgisizlik egemen olunca
toplumun limbik sistemi, yani aklının önemli bir bölümü de kayboluyor,
beyinsizleşiyor, ahmaklaşıyor.
***
Bu ülkede veya bu ülkeden çok uzak bir yerlerde, belki uzak bir zamanda
ama sıcak bir yaz akşamıydı gerçekten. Yürük saz semaisi çalıyordu ve
notalar dans ediyordu gecenin karanlığında.
Yıldızlar üstüne yağıyordu.
Karanlıkta seçtiğim gözleri yirmi beş yıl öncesi kadar parlak bakıyorlardı yüzüme.
İlk günlerde olduğundan çok daha iyi arkadaşımdı.
İlk yıllarda olduğundan çok daha fazla güveniyordum ona.
Yirmi beş yıl boyunca hiç yalnız bırakmamıştı beni.
Uzanıp en parlak yıldızı yakaladım gökyüzünde ve onu saçlarının arasına taktım usulca.
İnanmıyor musunuz bana?
Yoksa inanıyor musunuz?
Zenginlerin tezgâhlayıp yoksulların öldüğü savaşlara, adaletsizliğe, ikiyüzlülüğe, yalana, iç görüsüzlüğe, tahammülsüzlüğe karşı durmayı onurunuz sayıyorsanız
yazdıklarıma inanıyorsunuz demektir.
Gökten sevgilinizin saçlarına dökülen yıldızları biliyor ve
aşkı tanıyorsunuz demektir.
Dostlar,
600üncü dosyamızı sizlere sunuyoruz..
29 Nisan 2012 akşamı (bir süre aradan sonra yeniden) başladığımız web yayıncılığımızda, 100. günde toplam 600 dosyayı sizlere sunduk.
9 Ağustos 2012 günü okunan dosya sayısı 600’e, ziyaretçi sayısı ise ortalama
300’e erişti.
Desteğiniz için şükran borçluyuz.
AYDINLANMA için okumak ve okutmak durumundayız..
Bu gün, 10 Ağustos 1920’de son Osmanlı Padişahı, Atatürk’ün pek haklı olarak suçladığı üzere hain ve alçak 6. Mehmet Vahdettin, SEVR Anlaşması’na imza koyarak,
öz yurt Anadolu’nun bile işgal edilmesine ve parçalanmasına onay vermişti.
Ankara’daki TBMM ise bu Anlaşmayı tanımamış ve imza koyanları hain ilan etmişti.
Dün Atatürk ve arkadaşlarının İstiklal savaşı verdikleri emperyalistler, günümüzde yaşamı neredeyse tüm dünyada zehir eden kapitalistler birbirinin uzantısı..
Bir ABD yurttaşının ülkesinde kapitalizmin tüm temel kurumları nasıl mahvettiğini
bu 600üncü dosyada acı acı paylaşıyoruz..
Büyük Atatürk’ün ünlü sözüdür :
“.. Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizm ile savaşımı MESELEK edinmeliyiz…”
Hepimize kolay gelsin..
Emperyalizm ve kapitalizm ile savaş için hattı müdafa yok, sathı müdafa var.. O satıh tüm vatandır, tüm elverişli mekanlardır ve tüm meşru araçlardır..
AYDINLANMA kazanacak elbette..
Sevgi ve saygı ile.
10.8.12, Ankara
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
=============================================
Chris Hedges’i kritik ve son derece yerinde, sistematik-kurumsal eleştirisinin Türkçesi aşağıda..
Biz şimdi öyle bir millet içinde (ABD’de)yaşıyoruz ki;
– Doktorlar sağlığı bozuyor. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Avukatlar adaleti bozuyor. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Üniversiteler bilgiyi bozuyor. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Hükümetler özgürlüğü bozuyor. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Basın bilgi edinmeyi bozuyor. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Din, moral değerleri bozuyor. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Ve bankalarımız ekonomiyi bozuyor.. (Tahrip ediyor, mahvediyor)
– Ve Türkiye ABD’nin peşinde kendisini mahvediyor..
(Son tümce Ahmet Saltık’ın eklemesidir..)
Özetle, kokuşmuş kapitalizmin tüm temel kurumları artık yapıcı değil yıkıcı işlev görüyor..
Ya da, başka bir deyişle; KAPİTALİZM, ABD toplumunun tüm temel kurumlarını çürüttü.. Doğalıkla böylesi bir toplumun sonu kaçınılmaz olarak çöküştür..
Hazin olanı, Türkiye’nin bu ülke ile “stratejik müttefik” olma masalına kendisini inandırmış olarak, bir yanılsama (illüzyon, hezeyan) içinde kendisini tahrip etmesi..
Chris Hedges’in uyarılarına ekleyelim, yukarıda ekledik..
– Ve Türkiye ABD’nin peşinde kendisini mahvediyor..
AMA;
* “Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.”
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Sevgi ve saygı ile.
9.8.12, Ankara
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
Londra 2012 Olimpiyatları..
Usain Leo Bolt, “Dünyanın en hızlı adamı” unvanını korudu..
16 Ağustos 2009’da Berlin’de 100 m’yi 9,58 sn’de koşarak
“Dünya Rekoru” kıran Usain L. Bolt, Londra olimpiyat oyunlarında da 9,63 sn’lik derecesiyle “Olimpiyat Rekoru” kırdı ve “Dünyanın en hızlı adamı” unvanını korudu…
1986 doğumlu Jamaikalı atlet Usain Bolt, 100 m koşarken ilk 3,12 saniye sonunda (20 metrede) 12,5 m/s. lik hıza (45 km/h) erişiyor. Bolt gibi 4 atlet Dünya rekoru 37,1 s. olan 4×100 m bayrak yarışını 34 saniyede koşabilirdi…
1,95 m boyunda, 95 kg ağırlığındaki bu müthiş atletin mekanik gücünü hesapladığımızda (1/2) x 95 x 12,52 /3,12 = 2,4 kWatt buluyoruz (3,2 HP)!
Bu güç, 120 kg’lık bir kütleyi 1 saniyede 2 m yukarıya kaldırmakla eşdeğerdir !!!…
Öte yandan bir insan yüreğinin mekanik gücü 1-2 Watt arasında olduğuna göre, vücudun kas sistemi, bedenin işletim motoru olan yüreğin “iki bin katı” bir performans gösterebiliyor, demektir… Ama unutmamak gerekir ki, dayanıklılık konusunda, muhteşem makine yürek ile hiçbir mekanik sistem ölçüşemez.. Bu 1-2 Wattlık harika küçük makinenin 80 yıllık bir ömür süresinde durmaksızın 1 metre yukarıya pompaladığı kan 200m. uzunluğunda, 100 m. eninde ve 10 m. derinliğindeki bir havuzu (200 milyar cc) dolduruyor… æ
100 metre finişi…
Dünyanın en hızlı adamları Jamaikalı ve ABD’li atletler 100 m finişte…
4×100 m bayrak yarışında bu iki takım 38 saniyenin altında koşacaklar.. demektir.
(Prof. Dr. D. Ali Ercan’dan e-ileti ile, 7.8.12)
==================================
Bizim sorumuz :
Londra Olimpiyatlarında yarışan gerçekte salt sporcular mı yoksa ilgili ülkelerin bilimsel düzeyleri mi?
Bu sporcular neyle yetiştiriliyor?
Din, iman, vahiy ??
Ya da bilimle mi?
Türkiye 100’ü aşkın kalabalık bir kadro ile katıldı.
Şu güne dek tek 1 bronz madalya alınabildi.
Bayan sporcularımız içinde tek bir İHL’li yok !?
Spordan sorumlu bakan Suat Kılıç heyecanla yolladı kadroyu Londra’ya.. Sorun nerede??
Düşünmeli, araştırmlıyız..
BİLİMSEL YÖNTEMLERLE ELBETTE..
Sevgi ve saygı ile.
7.8.12, Ankara
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net