Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Genç Cumhuriyette Hukukun Üstünlüğü

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uz

Genç Cumhuriyette Hukukun Üstünlüğü
(Başbakanı tutuklama kararı veren mahkeme)

Büyük devrimci Atatürk yıkılmış bir imparatorluktan çağdaş bir cumhuriyet kurarken yeni devleti hukukun üstünlüğü ilkesine dayandırmıştır.

Bunun en açık göstergelerinden birisi 1926 yılında İzmir suikast girişimi davasına bakan İstiklal Mahkemesinin kendi kararına aykırı davranan Başbakan İnönü hakkında soruşturma açması ve tutuklama kararı vermesidir. 

İzmir Suikasti Girişimi

1924 ve 1925 yılları Cumhuriyet Devriminin yoğun ve önemli atımlar yaptığı yıllardır. Bu dönemde haleflik kaldırılmış, Osmanlı hanedanı üyeleri yurt dışına gönderilmiş, medreseler kapatılmış, irticacı Şeyh Sait isyanı bastırılmış, tekke ve zaviyeler ile şeriye mahkemeleri kapatılmış, kıyafet (giysi) devrimi yapılmış, Medeni Yasa başta olmak üzere Avrupa ülkelerinden alınan yasalar yürürlüğe konmuştur.

Bu devrim atılımları karşı devrimcileri de harekete geçirmiş, TBMM’de Atatürk’e ve devrimlere karşı çıkan bir grup (İkinci Grup), hilafet yanlıları ve eski ittihatçılardan oluşan bir muhalefet oluşmuştur. Lozan Andlaşmasının onaylanması görüşmelerinde muhalefet sertleşmiştir. Muhalifler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını (TCF) kurmuşlar, Şeyh Sait isyanına karışan TCF kapatılmıştır. Devrim ve Atatürk karşıtlığı Atatürk’e suikast girişimine kadar ileri gitmiştir.

1926 Mayıs ayında bir yurt gezisine çıkan Atatürk, önce güneye (Silifke’ye), daha sonra Bursa’ya gitmiştir. Bursa’dan İzmir’e doğru giderken Balıkesir’de bulunduğu sırada, İzmir Valisi Kazım Dirik’ten İzmir’de kendisine suikast yapılacağı konusunda ihbar aldıklarını bildiren ve İzmir’e gelişini ertelemesini öneren bir telgraf almıştır.

Vali’ye Suikast ihbarını yapan (14 Haziran), eylemcileri motorla Yunan adalarına kaçıracak olan Giritli Şevki’dir. İhbar üzerine, suikast girişimini düzenleyen Rize Mebusu Ziya Hurşit’in kaldığı otelde yapılan aramada çok sayıda silah ele geçirilmiş, Ziya Hurşit ve suç ortakları (Laz İsmail, Gürcü Yusuf, Çopur Hilmi, Sarı Efe Edip) tutuklanmıştır.

İki gün gecikmeli olarak 16 Haziran’da İzmir’e gelen Atatürk, İzmir halkının büyük coşkusu ile karşılanmış, suikast girişimi haberinin yayılması üzerine tüm yurtta olayı lanetleyen ve Atatürk’e bağlılığı gösteren mitingler yapılmıştır.

Suikast girişiminin ortaya çıkması üzerine Ankara istiklal mahkemesi olaya el atmış ve tutuklamalar başlamıştır.[1] Mahkeme 16 Haziran’da İzmir’e gelmiştir.

Tutukluların yapılan sorgulamalarında kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) üyelerinin suikast girişiminde rolü olduğu saptanmıştır. TCF kurucu başkanı Kazım Karabekir, 22 Haziran’da Ankara’da tutuklanmıştır.[2]

TCF, İttihat ve Terakki Partisi (İTP) eski üyelerini de kuruluşuna katmıştı. Bu nedenle eski İttihatçılar da soruşturmaya dahil edilmiş, TCF ileri gelenleri Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele,  Cafer Tayyar, Rüştü Paşa ile birlikte İTP iktidarında maliye nazırı Cavit Bey ve kimi ittihatçılar da tutuklanmışlardır.

Olayın bundan sonraki bölümü hukukun üstünlüğü ilkesi açısından dikkat çekicidir:

Kazım Karabekir’in tutuklanması üzerine, Başbakan İsmet İnönü Ankara Emniyet Müdürüne talimat vererek Karabekir’in salıverilmesini sağladı. Bunun üzerine İstiklal Mahkemesi, kendi kararını uygulatmayan Başbakan İnönü hakkında tutuklama kararı verdi [3] ve Karabekir’i yeniden tutuklattırdı.

Atatürk olayı duyunca İnönü’yü İzmir’e çağırarak İstiklal Mahkemesi ile görüşmesini istedi. 30 Haziran’da İzmir’e gelen İnönü’nün İstiklal Mahkemesi ile görüştükten bu mahkemenin kararlarının doğruluğuna inandığını açıklaması üzerine, tutukluluk kararı kaldırıldı.[4]

Değerlendirme

  • Türkiye Cumhuriyeti hukukun üstünlüğü ilkesi üzerine kurulmuştur.

1961 Anayasası Cumhuriyetin bir hukuk devleti olduğunu hükme bağlamıştır bu ilke, yürürlükteki 1982 Anayasasında da korunmakladır.

  • Hukuk devleti demek, devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına egemenlik yetkisini halk adına kullanan Yasama, Yürütme ve Yargı organlarının da uyması demektir.

Hukuk devletinde mahkemeler bağımsız ve yansızdır. Yargıçlar hiçbir etki altında kalmaksızın karar verirler. Yasa hükümleri ve mahkeme kararları ödünsüz yerine getirilir. Yargının yansız olduğuna ilişkin  kamuoyunda genel bir kanı vardır. Her yurttaş kendisini yargı karşısında güvende duyumsar.

İncelediğimiz olayda, TBMM üyelerinden kurulu İstiklal Mahkemesi, kendi kararının uygulanmasına engel olan Başbakan hakkında çekinmeksizin tutuklama kararı verebilmişler ve İnönü’nün salıverilmesini sağladığı Karabekir’i yeniden tutuklamışlardır. Cumhurbaşkanı Atatürk ağırlığını Başbakan’dan yana kullanmamış, yansız arabulucu rolü oynamıştır. İlk Başbakan İnönü ise mahkemeyi dinledikten sonra mahkeme kararının doğruluğunu (kendisinin hatasını) kabul etme erdemini ve yargıya saygısını göstermiştir.

Yürütme (Başbakan) ile Yargı (İstiklal Mahkemesi) arasındaki çelişki yargı lehine çözülmüştür. İktidara karşınn mahkeme kararı uygulanmıştır.

Bu olay cumhuriyetin temelinde hukukun üstünlüğü ilkesinin yattığını açıkça göstermektedir.

[1] Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Doğan Kitap, İstanbul, 2014, s.485;
[2] Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, Türk Tarih Kurumu, ANKARA,1983, s.458
[3] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Cilt 3, Remzi Kiabevi, İstanbul, 2016, s.253
[4] Aydemir, a.g.e. s.253

TBMM siyasal yelpazesi ve CHP

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 28.12.2023, BİRGÜN

“TBMM’de temsil edilen dört partiden biri din-mezhep, öteki soy-milliyetçi, üçüncüsü etnisite vurgulu; eksik olan, demokrasi ve hukuk ekseni. Şimdiden on yıl sonrasını düşünerek, Cumhuriyet’in 100. Yılında CHP’nin ‘demokratik ve laik hukuk devleti’ boşluğunu ne ölçüde doldurabileceğine odaklanılmalı” (9 Eylül 2013/ CHP’nin 90. Yıl kutlaması).

Borçka’da rica üzerine yaptığım kısa konuşmadan…

AKP – Cemaat koalisyonundaki iç çatışmalar, tam üç ay sonrası günışığına çıktı: “İnanç istismarıyla iktidar üzerinden nimet paylaşımı” (rüşvet, yolsuzluk, kara para aklamaları, hukuk dışılık…) kapışması (17-25 Aralık).

15 Temmuz 2016 darbe girişimi, hukuk ve liyakat dışı yönetimin paylaşım hesaplaşmasının ürünü.

Sonrasında MHP girdi AKP’nin koluna.  Maneviyatçı-milliyetçi güçbirliği, anayasal ve siyasal mirası tasfiye için anayasacılık (hesapverebilir hükümet, siyasal sorumluluk ve yargı bağımsızlığı ekseninde erkler ayrılığı) yanlılarını “terörist” ilan etti. Dünya hukuk tarihinin en büyük toplu kıyımı, MGK Anayasa-dışı kullanılarak gerçekleştirildi. Bilim ve eğitim kıyımı ilk hedef oldu.

2018 seçimleri sonrası TBMM’de, 2013’teki öngörümün ilk üç ayağını gözlemiş olsam da, beş yıl ‘demokrasi ve hukuk arayışı’ ile geçti.

Siyasal yarışmayı demokrasi ve hukuk eksenine oturtamayan CHP ve 6’lı masanın yenilgisi, Cumhuriyet’in 2. yüzyılı kuşaklarını da etkileyecek.

Yerel seçim aday belirleme döneminde, Türkiye Cumhuriyeti’ni hukuktan ve dünyevilikten uzaklaştırma çalışmalarına hız veren Cumhur İttifakı temsilcileri, 2019’da olduğu CHP’ye ‘sahte saldırılar’ için mevzilendi, Mehmetçik de kullanılarak…

Bu bakımdan, CHP’nin üçlü kararlılığı çok önemli ve belirleyici:

-Aday belirleme süreci,

-Hukuk ve demokrasi savunusu

-Hesapverebilir hükümet hedefi.

ADAY BELİRLEME  

Nitelikli belde hizmeti ve kentsel kamu düzeni, aday belirlemede başlıca ölçütler.

CHP’de ‘genç ve kadın’ söylemi çok önemli; olmalı da.  Parti’de ‘Gençler ve Anayasa’ çalışması adımını geçen yıl şimdiki Genel başkan Özgür Özel’in ‘özel çabaları’ ile atabildiğimiz belleklerde.

Ne var ki, örneğin TBMM’de nitelikli yasama simgesi genç akademisyen Dr. Sibel Özdemir, 9 Nisan’da liste dışı bırakıldı.

9 Nisan listesi 14 Mayıs için, 14 Mayıs sonuçları ise 28 Mayıs için belirleyici oldu.  Ya 31 Mart yolu? Tepede yapılan hataları toplumsal katmanda giderim vesilesi olabilecek mi? CHP’ye “harakiri” yaparak ‘makro-demokrasi’ hedefini heba edenler, yerelde ‘mikro-demokrasi’ aktörü olabilir mi?

HUKUK VE DEMOKRASİ 

Hukuk ve demokrasi dışı uygulamalara karşı koymak, TBMM’de temsil edilen siyasal partilerin “ortak and”ı gereği. Anayasa’ya saygı yönünde çok yönlü ve katmanlı çalışmalar yürütülmeli: Meclis’te nitelikli yasama, Devlet kurumlarında Anayasa dışı uygulamaları izlemek, toplumsal direnişlere destek olmak, ülkesel değerleri sahiplenmek.

HESAP VERMESİ İÇİN… 

18 Aralık’ta TBMM’de infial yaratan konuşması nedeniyle MEB Tekin’in görevden alması için Cumhurbaşkanı’na çağrı yapıldı. Almaz; alsa da, Anayasa dışı “af talebi kabul edildi” kaydıyla. Büyük bir olasılıkla aynı kişi, seneye el-kol ötesinde kafa sallayacak TBMM kürsüsünde.

Şehit edilen 12 Mahmetçik için MSB, bilgi verme gereği bile duymaz, çünkü TBMM  önünde sorumluluğu yok. Görev suçu halinde yargılanma yolunun açılması bile 400 vekilin oyuna bağlı…

2017 kurgusu, hesap vermeme ve verdirmeme üzerine kurulu.

Bu nedenle, CHP’nin “İyi Parti vesayeti”ne ve sözde “maneviyatçı-milliyetçi” cepheye meydan okuyarak ortak bildiriye katılmaması, “demokratik hukuk devleti” eksenine dönüş kararlılığının göstergesi.

Çağdaşlığı ve ulusal mirası reddeden, uluslararası ilişkileri konjontürel güç dengelerine ve kişisel ilişkilere indirgeyen, gencecik Mehmetçikleri ateşe atan, ama kendini hesap vermekten bağışık tutan yönetim, demokratik muhalefeti ve özellikle CHP’yi “tehdit, terör, hedef gösterme” yoluyla sindirme telaşında.

Bu nedenle, Devleti çökme eşiğine sürükleyenlere karşı demokrasi mücadelesi, ‘Anayasa’ya saygı ve hesapverebilir hükümet’ hedefi gözardı edilmeden yürütülmeli.

Zorbalığa direnme hakkı

Zülal Kalkandelen
Zulal KALKANDELEN
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
29 Aralık 2023, Cumhuriyet

 

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Can Atalay hakkında ikinci kez ihlal kararı vermesi ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin dosyayı yeniden Yargıtay’a göndermesiyle yaşanan kriz, bir hukuk krizi değil, rejim krizidir.

AYM’nin kararları tartışmaya açık değildir; tüm kurum ve kişileri, mahkemeleri bağlar. Bu durum anayasada açıkça belirtilmiş olmasına karşın, bir alt mahkemenin yetkilerini aşarak bu bunalımı yaratmış olması, hukuktaki farklı bir yorumdan değil, iktidarın hukuk devletine karşı tutumundan kaynaklanıyor. 

Sorun Can Atalay ile ilgili olmaktan çıkmış, anayasaya karşı bir kalkışmaya, yargı eliyle yapılan bir sivil darbeye dönüşmüştür. 

27 Aralık 2023, tarihe Türkiye Cumhuriyeti’nde hukukun üstünlüğünün değil, Saray’ın üstünlüğünün kabul edildiği tarih olarak geçecektir. Çok net olarak görülmüştür ki, her dönem kendi Zekeriya Öz’lerini yaratıyor!

Bu vahim durumun bedelini Can Atalay, hapiste rehin tutularak öderken, halkın oylarıyla milletvekili seçilmiş olduğundan iradesi gasp edilen halk da ödemektedir.

Ancak ödenecek bedeller bununla sınırlı kalmayacaktır.
***
Anayasa, bir halkın bir arada yaşaması, bir ülkenin varlığını sürdürebilmesi için en temel metin, bir toplum sözleşmesi olduğundan şu sorular sorulmak zorundadır:

Anayasayı bir iktidar tanımıyor ve çiğniyorsa vatandaş nasıl tanıyacak?

Anayasa tanınmıyorsa birkaç ay sonraki seçimler nasıl yapılacak?

Anayasa tanınmıyorsa o anayasanın değişmez maddeleri nasıl savunulacak?

Anayasa tanınmıyorsa bir devletin yapılandırılması anayasaya dayandığına göre, o yapının işleyişi nasıl sürdürülecek?

Anayasa tanınmıyorsa yasama organı yani TBMM neye göre yasa yapacak?

Bu durumda TBMM’nin varlığı bir anlam taşımıyorsa, HSK, 13. Ağır Ceza Mahkemesi üyelerini görevi kötüye kullanma koşulları oluştuğu için görevden almıyorsa muhalefete düşen, sine-i millete dönmektir

Bunu yapacak muhalefet var mıdır? Çağlayan Adliyesi’nde oturma eylemi yapan Türkiye İşçi Partisi’nin yanında muhalefet liderleri yer almadığına göre yoktur. Ayrıca bugüne gelinmesinde büyük rolü bulunan muhalefetin şimdi gerekeni yapacağını düşünmek de fazla iyi niyet olabilir.

YSK, 2017’de yasaya aykırı olarak, anayasa değişikliği halkoylamasında üzerinde sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulası ve zarflarının geçerli sayılacağına ilişkin karar aldığında, YSK’nin kapısına avukatlarla gitmeyen…

Erdoğan üçüncü kez cumhurbaşkanlığına aday olduğunda, “O’na mağduriyet kazandırmayacağız, sandıkta yeneceğiz” diyerek anayasayı çiğnemesine geçit veren muhalefet, ülkeyi karanlığa götüren yolu döşeyen baş aktörlerden biridir.
***
İktidarın yerel seçim sürecindeki siyaseti bellidir: Hem muhalefeti genel seçimde yaptığı gibi terör ile ilişkili göstererek hem de AYM üzerindeki tartışmaları kullanarak kutuplaştırma siyasetini derinleştirecek. Bu krizden faydalanarak da yeni anayasa yapılmasının zorunlu olduğu düşüncesini topluma kabul ettirecek. 

Mahkemeler arasındaki tartışmaları bu konularla ilgili olmayan ve yaşam mücadelesi veren vatandaşlar ne anlayacak ne de önemseyecek. Ve iktidar, Gezi Direnişi’ni yeniden masaya sürüp “Bunlar terör destekçisi!” diyerek oy toplayacak. Böylece ne asgari ücret denilen sefalet ücreti konuşulacak ne de Mülksüzleştirme Yasası!

Muhalefet, AYM’nin önemini vatandaşa ancak somut örnekler vererek anlatabilir. Örneğin bu yasanın iptali için başvurulacak kurumun AYM olduğunu ama onun yetkilerinin tırpanlanmak istendiğini, o devreden çıkarıldığında hukuksuzluk karşısında bireysel başvuru hakkının da kalmayacağını söyleyebilir.

Ama işin trajik yanı şu ki; Mülksüzleştirme Yasası’na karşı AYM’ye başvurma süresi 9 Ocak’ta sona ereceği halde, ana muhalefet bu konuyu gündeme getirmiyor!

Halkın iradesi gasp edilip anayasa askıya alınıyorsa, muhalefet de gereken tepkiyi göstermeyip yalnızca tweet atıp grup toplantılarında konuşmakla sınırlı kalıyorsa, vatandaşların zorbalığa direnme hakkı meşrudur.
*****
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İKTİDARLARIN MEŞRULUK SINIRI ANAYASALARIDIR

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor :

“Hocam, mahkemelerin ya da siyasal iktidarın Anayasa Mahkemesi kararlarına uymaması hakkında ne düşünüyorsunuz?”
Çok kısa olarak söyleyeyim :

Çağdaş hukuk ve hukukun üstülüğüne dayalı anayasal ve demokratik ülkelerde, başta siyasal iktidarlar ve her düzeydeki mahkemeler olmak üzere, her bireyin, her kurumun ve her türlü kararlar, tutumlar ve davranışların meşruluk çemberi ya da sınırı, ilgili Anayasanın çizdiği hukuksallık ya da dar anlamda, yasallık çemberidir.

İktidarlar, bireyler ya da öbür kurumların ilgili anayasal çemberin dışına çıkma hak ve yetkileri yoktur ve olamaz.

Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik toplumlarda anayasalara aykırı hiçbir karar verilemez. Verilse bile meşru olmaz. Aksi bir tutum ve davranış anayasal düzen çemberi dışına çıkmaktır. Meşru olmaz. Keyfiliktir. Anayasayı çiğnemek anlamına gelir.

Demokratik ülkelerde, iktidarların meşruluk sınırı, anayasal hukuk çemberi içinde kalmak zorundadır. Halk, iktidarların anayasal düzene uyacağını düşünerek oy kullanır. Hiç kimseye sınırsız yetki için oy verilmez.

Teokratik devletlerde (Din – şeriat devleti) bile, halife ve sultanların yetkileri ve fermanları dinsel hukukun sınırları içinde meşru olur. Kimi İslam din ulemasına göre de, eğer halife ya da sultan dinsel hukuka (şeriata) aykırı kararlar verirse,

  • O siyasal iktidara karşı meşru direnme ve iktidardan uzaklaştırma hakkı doğar.

Teokratik (dinci) devletin anayasası da dinsel hukuk ya da şeriattır.

Hukukun üstünlüğüne dayalı anayasal rejimlerde en üst hukuk üretme kaynağı ve karar verme kurumu salt anayasadır ve anayasa mahkemelerinin kararlarıdır.

Anayasa Mahkemesi kararları kayıtsız, koşulsuz ve tartışmasızdır.
Herkesi bağlar.
Uyulması zorunludur.

Anayasalar her türlü iktidar ve meşruluğun sigortasıdır.
Anayasasızlık karmaşa ve anarşi olur.

Anayasa Mahkemesi ışıkları sürekli yansın!

İbrahim Ö. Kaboğlu

AYM’nin özgürlükler lehine vermiş olduğu kararları uygulatmamak, demokratik siyaset alanını daraltma iradesini yansıtıyor. Kıskaç harekatı, “siyasal münavebe” yolunu tıkamaya yönelik. Bu nedenle, büyük resmin oluşmasında 2017 kurgusu belirleyici olduğuna göre,

  • hesap verebilir hükümet,
  • siyasal sorumluluk ve
  • anayasal denge- denetim düzenekleri
    üçlüsünde demokratik hukuk devleti inşası, ana hedef olmalı.

Büyük resim için kullandıkları ‘Yeni Türkiye!’, birbirini bütünleyen şu üç kavramla betimlenir :

  1. Bilgi kirliliği,
  2. hukuk-dışılık ve
  3. hurafe.

Bilgi kirliliği anayasal düzlemde ‘anayasal dezenformasyon’ olarak adlandırılabilir. Son on yıldır “anayasasızlaştırma süreci”nde tanık olduğumuz ‘anayasal bilgi kirliliği’, Can Atalay kararı ile zirve yaptı.

  • Anayasa ihlalini örtmek için bilerek ve isteyerek yaratılan kirlilikte siyaset,
    yargıyı araç olarak kullandı.

Hukuk dışılık, ‘yeni Türkiye’ ile örtüşen süreç olarak başından itibaren (bu yana) vardı:

AKP koruma ve kollaması altında ortağı Cemaat, –askeri kozmik odaya girişe değin– en büyük yıkıcı operasyonlarını bu şekilde gerçekleştirdi. Hukuk dışılık, 2017 Anayasa kurgusu ile ivme kazandı. Hurafe ise cemaat ve tarikatlarla ittifak faaliyetlerinde hep var oldu; 18 Aralık’ta TBMM’de MEB konuşması ile zirve yaptı.

Yalan, hukuksuzluk ve hurafe, birbiriyle bağlantılı. Mesela (Örneğin), hurafeler yumağında hukuk dışı örgütlenme olan cemaat ve tarikatları, STÖ olarak nitelendirmek, bilgi kirliliği. Ülkeyi yağmalayarak -din maskesi altında- dünyevi nimetleri -Gezi dahil- tüketme iştahı sürekli ve adalet-askeriye ve eğitim kurumlarına çökerek totaliter toplum inşası, ana hedef.

EMREDİCİ ve YASAKLAYICI

AYM’nin Can Atalay kararı, “yeni Türkiye” üçlüsünü depreştirdi; ‘Anayasal çatışma var’ denildi. Oysa doğru olan, çatışma değil, ihlal. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın yoruma muhtaç hükümlerini “nihai yorum” yetkisi ile yorumlayarak kararını verdi.

2010’da bireysel başvurunun tanınması sırasında değiştirilmeyen maddeler de insan hakları açısından AYM’yi öne geçirdi; “Kesin mahkeme kararı” (md.84/2) ve “Yargıtay, son inceleme merciidir” (md.154) kayıtları tipik örneklerdir. Yargıtay, adli yargıya verilen ve hak ihlali yaratmayan kararları açısından “son inceleme mercii”dir; ancak AYM’nin ihlal kararı, yeniden yargılama gibi dosya üzerinde başlatılan yeni süreç, “kesinleşme” kaydı açısından da durma anlamına gelir.

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararının hak ihlali yarattığına karar verdi. Daire’nin “uymama” yönündeki kararı, açıkça Anayasa ihlali.
Kaynağını anayasadan almayan hiçbir devlet yetkisi kullanılamaz (md. 6) yasağına aykırı.

Anayasa’nın m. 6. (kaynağını Anayasadan almayan yetki), 11. (Anayasa’nın üstünlüğü) ve 153. (AYM kararlarının bağlayıcılığı) maddelerini hemen bütün yurttaşlar ezberledi.

Anayasal dezenformasyon

AYM’nin 27 Ekim’de RG’de yayımlanan kararı, siyasilerin ve bürokratların bilgi kirliliği yaratarak Yargıtay’a destek vermeleri sonucu uygulanmadı. Uygulamamaya karşı yapılan başvuruda AYM bu kez, oybirliği ile karar verdi:

  • “C. Kararın bir örneğinin icra edilmemiş olan Anayasa Mahkemesi’nin Şerafettin Can Atalay (2) kararı ile eldeki başvuruya ilişkin Şerafettin Can Atalay (3) kararında tespit edilen hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine getirilmesi için anılan mahkemeye (E.2021/178) GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE, 21/12/2023 tarihinde karar verildi.”

Burada yargı açısından tartışılacak bir konu yok: Anayasa’nın emredici kuralları gereği AYM kararı uygulanmalı. Bu konuda politikacılar ve (Adalet Bakanı gibi) idareciler konuşmamalı; çünkü söylemleri, anayasal bilgi kirliliği eşliğinde ortada bir çatışma veya belirsizlik varmış görüntüsü yaratarak kararı uygulamakla yükümlü yargıçlara, ‘Anayasa ihlal halini sürdürme” cesareti veriyor.

SORUMLULUK ve SUÇ

Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması, “anayasa icra yargısı” olarak karşılaştırmalı anayasa yargısında üzerinde en çok durulan bir konu. AYM kararlarını uygulamayanların veya uygulanmasına engel olanların sorumluluğu, para ve hapis cezalarından görevden almaya uzanan çeşitli yaptırımlara uzanıyor. Bazı anayasalar, anayasa ihlalini “vatana ihanet” suçu bağlamında düzenliyor.

DEMOKRATİK TOPLUM ve SİYASET

Hukuk ile açıklanamayan AYM kararını uygulamama ve uygulatmama iradesinde belirleyici olan “siyasal saik”, iki kavramı öne çıkarıyor:

Demokratik toplum ve demokratik siyaset.

-Post-modern demokrasi mantığı olarak Gezi rövanşı, demokratik toplumu sürekli baskılama iradesi ile örtüşüyor.
-AYM’nin özgürlükler lehine vermiş olduğu kararları uygulatmamak, demokratik siyaset alanını daraltma iradesini yansıtıyor. Kıskaç harekatı, “siyasal münavebe” yolunu tıkamaya yönelik. Bu nedenle, büyük resmin oluşmasında 2017 kurgusu belirleyici olduğuna göre, hesap verebilir hükümet, siyasal sorumluluk ve anayasal denge – denetim düzenekleri üçlüsünde

  • Demokratik hukuk devleti inşası, ana hedef olmalı.

Ana hedef için gerekli birikime karşın, siyasal irade yokluğu karşısında, bu musibetin toplumsal uyanışa vesile olması dileğiyle AYM’ye bir çift söz:

  • Tarih yazma ve tarih olma ikileminde namlunun ucundaki kurum AYM,
    karar-gerekçe eşzamanlılığını asla savsaklamamalı ve Kurumun ışıklarını hiç söndürmemeli!

The ILO – International Labor Organisation

Dear Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and The Media,

On 28th December 2023, we’ll conduct a 1 hours lecture starting at 11:30 am, face to face for Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School with the subject of

The ILO – International Labor Organisation

Here are the 19 power point slides having a rich and up to date content..
(PDF 2 MB, also uploaded to Atılım moodle system)

ILO slides

With respect and love. 28th December 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X @profsaltik

HEALTH ECONOMICS

Dear Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and The Media,

On 28th December 2023, we’ll conduct a 2 hours lecture starting at 09:30 am, face to face for Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School with the subject of

HEALTH ECONOMICS

Here are the 72 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF 5,7 MB, also uploaded to Atılım moodle system)

Health_Economics

With respect and love. 28th December 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X @profsaltik

ATATÜRK’ÜN ANKARA’YA GELİŞİNİN 104. YILDÖNÜMÜ..

Dostlar,

Bu gün, 27 Aralık 2023, Gazi Mustafa Kemal Paşa‘nın Kurtuluş Savaşı’nı örgütlemek üzere Anadolu’ya geçtiği 19 Mayıs 1919’dan yaklaşık 7,5 ay sonra Ankara’ya gelişinin 104. yıldönümü.

Bilindiği gibi Osmanlı Devletinin kurtuluşuna İstanbul’da olanak bulamayan Mustafa Kemal Paşa, çözümü Anadolu’da halkı örgütlemede görmüş, 16 Mayıs 1919 günü Samsun’a hareket etmişti.. İşte bu 7,5 ayın kısa öyküsü aşağıda..
*****
1. Dünya Paylaşım Savaşı sonunda Osmanlı Devleti yenilmiş sayıldı (30 Ekim 1918, Mondros Ateşkesi ve 10 Ağustos 1920 Sevr Andlaşması). İtilaf Devletleri her yeri işgale giriştiler. Hain padişah Vahdettin’in Sadrazamı Tevfik Paşa’nın Paris’te bağıtladığı (imzaladığı) Sevr Antlaşmasına göre, Anadolu’nun da paylaşılması kararlaştırıldı. Urfa, Antep, Maraş, Adana, Antalya ve başkent İstanbul işgal edildi. Yunanlar İngiltere’nin güdümünde 15 Mayıs 1919’da İzmir’e girdi. Vatanı bu hazin işgalden ve parçalanmadan halkla el ele vererek kurtarmak için İstanbul’da çözüm üretilemeyeceğini görünce, Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Kongreler öncesinde kararlılık göstergesi ile

22 Haziran 1919’da kritik Amasya Genelgesini yayımladı:

  • Vatanın geleceği tehlikededir;
    bu durumdan kurtuluş milletin azim ve kararlılığı ile olacaktır.”

Daha sonra Erzurum’a geçen Atatürk, 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresini,
4 Eylül 1919’da Sivas Kongresini topladı. Bu halk kongrelerinde Ulusal İstence (milli iradeye) dayalı hükümet kurulması temel hedef oldu. Tüm illere telgraflar çekilerek halkın kendi adına karar verecek temsilcileri seçmesi istendi. Bu temsilcilerin toplanacağı güvenli bir yer gerekliydi.

  • Ankaralılar Atatürk’ü ve Temsil Heyeti’ne (Heyet-i Temsiliye) seçilenleri Ankara’ya davet ettiler.

Gazi Mustafa Kemal Paşa Kurtuluş Savaşının en iyi Ankara’dan yönetileceği inancındaydı. Anadolu’nun ortasında ve cephelere eşit uzaklıktaydı. Tüm illerde haberleşme ve ulaşım olanağı yoktu. Bu gerekçelerle Gazi ve Temsil Heyeti üyeleri 27 Aralık 1919 günü Dikmen sırtlarından Ankara’ya girdi.

27 Aralık 1919 Cumartesi… Hava açık, ılık… Birkaç gün evvel sepeleyen kar tutmamış.
Halk, Çankaya bağlarının batısındaki Kırşehir yoluna açılan yokuş boyunca akın akın yollarda… Kulaklar minarelerde. O tarihsel anı, selalarla bütün Ankara’ya müezzinler duyuracaktı. Gazi Paşa’yı karşılamaya gelenler arasında bölük bölük seğmenler, göz alıcı, hepsi de çakı gibi… Kimi atlı, kimi yaya… Kiminin sağ omzunda baltaları asılı… Kiminin Martini tüfekleri çapraz… Şal kuşaklarında hançerler parlıyor, gözleri gibi… Usta davulcular gelmiş; Abdal Hasanlar, Deli Hasanlar, Kara Mahmutlar, Mohaç’tan, Çaldıran’dan ya da başka er meydanlarından… Sabırsız bir bekleyiş… Saat:15.10… Selalar duyuldu. Yokuş başına doğru yüklendi Ankara… Bir sevinçli telaş, bir büyük coşku… Uzaklarda bir motor gürültüsü vardı. Sonra korna sesleri… Evet geliyordu, yiğit – yengin (muzaffer) Mustafa Kemal Paşa.

Yedi ay önce Bandırma Vapuruyla Samsun’a çıkan Ordu Müfettişi (Orgeneral Mustafa Kemal Hazretleri) değildi bu gelen. Anadolu Bağımsızlık – Özgürlük Hareketini başlattığı için son Osmanlı padişahı hain Vahdettin’in “İdam Fermanı”nı boynunda taşıyan, istifa edip bütün rütbelerini sökmüş,

  • Sine-i Millette ferd-i mücahit” olarak Mustafa Kemal’di.

Yaralı ve anavatanı Anadolu’dan da sürülmek hatta yok edilmek istenen bir halk, Türk milleti, O’nun önderliğinde buradan şahlanacaktı. Samsun’da bir hurdalıktan alınan, her parçası bir başka yerden bulunmuş, üstü açık, köhne otomobil yaklaşınca coşku (heyecan) doruğa varmıştı. Gülümsüyordu Mustafa Kemal, henüz 38 yaşındaydı ama yüzünde nice savaş meydanının tandırında yoğrulmuş bir olgunluk vardı. Mavi gözleri çelik pırıltısıyla yanıyor, kalpağının iki kenarında, şakaklarında uçuşan başak rengi saçları, güzel yüzüne çelik bir anlam yüklüyordu. Yokuş başında Seğmenlerin önünde durdu, otomobilden indi. Onlara doğru ağır ağır yürüdü. Esas duruşa geçtiler. Tek can idiler. Bütün gözler O’nun gözlerinde düğümlüydü. Vakur ve sert bir sesle:

–          Merhaba efendiler! dedi.
–          Sağol Paşa Hazretleri…
–          Arkadaşlar! Buraya neden geldiniz?
–          Millet yolunda can vermeye geldik!
–          Fikrinizde sabit misiniz?
–          Andolsun!

Mustafa Kemal’in gözleri yaşardı.. (şu dakikalarda bizim de, yine…)

Zincir kabul etmeyen bu halk O’nun peşinde, gerekirse ölüme bile göz kırpmadan gidebilirdi. Ankara ve çevresinin tüm halkı Atatürk’ü ve Temsil Heyeti üyelerini coşkun sevgi ve sevinç gösterileri içinde davul-zurna ile karşıladı. Eskimiş bir otomobilden inen bir çift gök rengi gözün derinliklerinde vatan ufuklarından tutsaklık bulutlarının dağılışını görmüşler, yurdun kurtuluşuna inanmışlar ve O’nu sonsuza dek “Reis” tanımışlardı.

Yassı deri kalpağının altında zayıf bir yüz, kaç ay, kaç yıl ve yıllar boyu milleti için rahat yüzü görmemiş, çelikleşmiş, sarı bir çehre ve içe işleyen sıcak bir bakış… Boz palto altında sivil yol elbisesi, kumandanca yürüyüş…

Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya böyle geldi, halay çekildi, Seğmenler gösteriler yaptı. Bu içten karşılama Gazi Paşa’yı çok duygulandırdı. Teşekkür etti. İçinde bulunduğumuz durumu, bundan nasıl kurtulacağımızı özetleyen bir konuşma yaptı.

Ata’nın Ankara’ya gelişi, Kurtuluş Savaşı için önemli bir dönemeçti. TBMM’nin açılması, Ordu kurulması vb. çalışmalar Ziraat Mektebinde başlatıldı. Ankara, Kurtuluş Savaşı’nın merkezi oldu. Sonsuza dek Başkentlik görevini üstlendi.

DÜNYADA İLK ANTİ-EMPERYALİST KURTULUŞ SAVAŞI,
GÖRKEMLİ BAŞARI ile SONUÇLANDIRILDI..

Her 27 Aralık’ta seğmenler at sırtında gösteriler yapar, Başkent Ankara bayraklarla süslenir,
Atatürk Koşusu yapılır. Okullarda törenler düzenlenir. Halk şenliklerle bu mutlu günü kutlar.

  • Önceki yıl ise, sözde “pandemi” gerekçesiyle, AKP = RTE, Atatürk Koşusunu yasakladı!! Bu yıl Koşu yapıldı. Bu gibi yasakçı ve ulusalcı olmayan politikaların, Andımızın okunmasını bile yasaklayan…. AKP = RTE iktidarının hak ettiği yanıtı, Ulusumuzun demokratik yöntemlerle, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde, hem de tekme – tokat vereceği inancındayız.

Kurtuluşun şanlı öncülerini 104 yıl sonra saygı, özlem ve bağlılıkla anıyoruz ve hep anacağız.

  • Göz bebeğimiz Türkiye Cumhuriyetimizi, AYDINLANMA DEVRİMLERİ ile taçlandıracağız!

Kutsal Emaneti sonsuz geleceğe onurla – şanla taşıyacağız…

 

Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa, hoş gelişler ola..

Sevgi ve saygı ile. 27 Aralık 2023

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimci (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 27 Aralık 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

PEDOFİLİ

AKP’ye yakınlığıyla bilinen gazeteci Erem Şentürk, “Çocuk tecavüzcüsü bir adamdır Noel Baba.” dedi.

Yakın cemaat ve tarikatlarla karıştırmış..

(AS : Biz de bir görsel ile bu “iğne”ye katkı verelim…)

VİZYON

Milli Eğitim Bakan yardımcısı Nazif Yılmaz, İmam Hatipler için “Türkiye’mizin, Türkiye Yüzyılı’nı inşa edecek nesilleri yetiştirmenin vizyonuyla hareket ediyor.” dedi.

Öbür dünyaya hazırlama vizyonu!..

FAL

“Kara para aklama” soruşturması kapsamında tutuklanan Dilan Polat, üç kişilik ziyaretçi listesine bir astrolog yazmış.

Neyse halim, çıksın falım…

DUYARLILIK

Kızıl Goncalar dizisindeki Kur’an kursunda öğrenciye tokat atılma sahnesi nedeniyle RTÜK’e şikayetler yağmış.

Çocuklar kurslarda tecavüze uğradığında şikayet durumu nasılmış?..

HAİN

CHP, Şeyh Sait isyanının Cumhuriyet’e karşı bir ayaklanma olduğunu hatırlattı ancak “acılara saygı” istedi.

AKP’li vekilin Şeyh Sait’e hakaret edenler hakkında suç duyurusunda bulunacağını açıklamasına ise AKP yönetimi sessiz kaldı

Hain’e “hain” demeyen ihanete ortaktır…

LİDER

İtalyan gazeteci ve sosyolog Marco D’Eramo, “Bugün dünya genelinde yurttaşlık alanların yarısından fazlasını Türkiye ağırlıyor.” iddiasında bulundu.

Dünya lideri, vatandaşlık satmada da lider!..

BÖLÜCÜ

Hizbullah’ın siyasi kanadı Hüda Par’ın lideri Zekeriya Yapıcıoğlu, Meclis’te yaptığı konuşmada “Eyalet sistemi, özerklik ve federasyon gibi yönetim modelleri serbestçe tartışılmalıdır.” dedi.

RTE bölücü aramasın, bağrında!.

TUTARLILIK

TBMM Dışişleri Komisyonu, İsveç’in NATO’ya katılım protokolünü kabul etti.

İsveç’in PKK/PYD’ye silah verdiği biliniyor.

Hem “terörle mücadele ediyoruz” diyeceksiniz, DEP‘le görüşüyor diye CHP‘yi suçlayacaksınız hem de teröre destek verene yol vereceksiniz.

Biraz tutarlı olun sayın iktidar ve koltuk değneği…

Bir büyük insanı anarken

Eyvah! Kız Doğdu! | Umut Vakfı
Prof. Dr. Yakut IRMAK ÖZDEN
Atatürk Kültür Vakfı Başkanı
 
25 Aralık 2023, Cumhuriyet

 

İsmet İnönü’yü 25 Aralık 1973’te yitireli 50 yıl olmuş. O da Atatürk gibi, yaşamının büyük bir bölümünü önce Osmanlı döneminde (Balkan Harbi’nde, Yemen’de, I. Dünya Savaşı’nda Suriye, Filistin, Kafkasya’da) sonra da Kurtuluş Savaşı’mızda (Batı Cephesi Komutanlığı, 1. ve 2. İnönü Savaşları, Büyük Taarruz) geçirmiş bir büyük askerdir. O’nun komutanlık yeteneklerine güvenen Atatürk tarafından henüz albay iken ülkemizin ilk Genelkurmay Başkanı seçilmiştir.

‘EN BÜYÜK YENİLGİM…’

İsmet İnönü’nün birçok söyleşi ve demeci tarihe geçecek nitelikte ifadeler içerir. Örneğin, kadınlara seçme-seçilme hakkının yasalaştığı 5 Aralık 1934’te Meclis’te yaptığı konuşma kanımca çok etkileyicidir:

  • “Türk devrimini tarih anlatırken bunun bir kurtuluş olduğunu en başta söyleyecektir.
    Bu kurtuluşun çeşitli evreleri içinde de özellikle kadınların kurtulmasını anlatacaktır.”

İnönü’nün tüm yaşamı boyunca demokrasiden yana olduğu da açıktır. Nitekim iktidarı yitirdiği 14 Mayıs 1950 seçimi ile ilgili olarak “En büyük yenilgim, en büyük zaferimdir” diyebilmiştir.

EĞİTİME VERDİĞİ ÖNEM

İnönü’nün demokrasi ve insan haklarına olan inancı kanımca şu deyişi ile de özetlenebilir:

  • “Türkiye tok tutsakların veya aç özgürlerin ülkesi değil,
    özgür ve tok insanların ülkesi olmalıdır.”

Son olarak İnönü’nün önemli kararlarını ilgili konuyu ayrıntılı olarak araştırmadan ve liyakat (yaraşırlık) ilkesinin süzgecinden geçirmeden vermediğini gösteren, daha önce yayımlanmamış bir olayı siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. Yukarıdaki fotoğraf İnönü’nün bu kişilik özelliğine iyi bir örnek sayılabilir.

Yıl 1942. Babam Sadi Irmak henüz İstanbul Üniversitesi’nde genç bir doçent. Bu görevinin yanı sıra büyük bir enerji ve çalışkanlıkla bir yandan Goethe, Nietzsche, Schopenhauer gibi Alman düşünürlerinin yapıtlarını Türkçeye kazandırırken bir yandan da hem Ulus gazetesinde hem de tüm Halkevi dergilerinde makaleler yazıyor. Bu makaleleri dikkatle izlediği anlaşılan Cumhurbaşkanı İnönü, bir gün üniversiteyi ziyaret ederek babamın fizyoloji dersi anlattığı sınıfa giriyor, dersi dikkatle izliyor ve kısa bir süre sonra da O’nu siyasete davet ederek önce parti müfettişliğine atıyor, sonra milletvekilliğine getiriyor, sonunda da Çalışma Bakanlığı’nı ve o zamanki adıyla “İşçi Sigortaları”nı kurmakla görevlendiriyor.

Kanımca bu fotoğraf İnönü’nün her durum ve koşulda nasıl bir nezaket ve zarafetle davrandığını da göstermektedir. Dersin hocası konusunu öğrencilere ayakta anlatırken Rektör Prof. Dr. Cemil Bilsel ve cumhurbaşkanı da onları ayakta izlemekteler…

Yazımın, Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı İnönü’nün 27 Kasım 1938’de yayımladığı ve beni her okuyuşumda yeniden etkileyen iletisini  sizlere anımsatarak noktalamak istiyorum:

  • “Devletimizin kurucusu ve milletimizin fedakâr, sadık hizmetkârı, eşsiz kahraman Atatürk” hitabıyla başlayan mesaj şöyle bitmektedir:
  • “Bütün ömrünü hizmetine verdiğin Türk milletiyle birlikte senin huzurunda saygı ile eğiliyoruz. Bütün yaşamında bize ruhundaki ateşten canlılık verdin. Emin ol hatıran, sönmez meşale olarak ruhlarımızı sürekli ateşli ve uyanık tutacaktır.”

Kendisi de tüm gücüyle desteklediği Atatürk gibi, yaşamını, inançları doğrultusunda vatanına adamış olan bu büyük insanı saygı ve rahmetle anıyoruz.