Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu
Büyük Atatürk’ün önderliği ve ulusun olağanüstü özverileri ile bağımsızlık savaşı sonunda kurulan Cumhuriyeti kalıcı duruma getirmek, bir daha tutsak düşmemek amacıyla yapılan Devrimin en önemli öğelerinden biri eğitim ve kültür devrimidir.
Eğitim ve kültür devriminin geri bıraktırılmış ülkelere örnek olacak, kalkınmayı köyden başlatacak öğesi ise 17 Nisan 1940’da kurulan Köy Enstitüleridir.
Gereksinim:
Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye 12 yıllık sürekli savaşlardan yeni çıkmış, ülke yıkıntıya dönmüş, geriye yoksul, hastalıklı, gelişmemiş bir Türk nüfus kalmıştı. Ülke nüfusu 16 milyondu. [1] (AS: Cumhuriyet ilk nüfus sayımını 1927’de yaptı ve sonuç 13,5 milyondu) Bunun % 80’i 40 bin dağınık köy ve mezrada yaşamakta idi. Erkeklerin % 7’si, kadınların %0.4’ü okur-yazardı.[2] Okur-yazarların büyük bölümü memurlar, subaylar, öğretmenler ve azınlıklardı. 40 000 köyün 37 bininde okul yoktu. Var olan okulların çoğu üç sınıflıydı, 5 sınıfı köy okulu yoktu. Okul yapılsa bile kentli öğretmeni köyün ilkel koşullarında tutmak zordu. Köyler bakımsızlık, güvenliksizlik, soygunlar yüzünden adeta birer mezarlığa dönüşmüştü.[3] Eli silah tutan köylüler askere alınmış, köyler yıllarca erkeksiz kalmıştı. Askere gidenlerin yarısından çoğu sağ olarak köylerine dönemiyordu. Köylerdeki bütün işler dul kadınlara ve çocuklara yüklenmişti. Bunların ürettiğinin yarıdan çoğunu da hırsızlar, vergi memurları, asker kaçakları ellerinden alıyorlardı. Köylülerin çoğu için soygun, hırsızlık, yol kesme gibi olaylar olağandı. Bunları önleyemeyen devlet köylülere hiçbir şey vermiyor, üstelik ürünlerinin % 10’nu aşar vergisi olarak ellerinden alıyordu.
Son derece sağlıksız yaşam koşulları ve çok yetersiz (AS: hatta olmayan!) sağlık sistemi nedeniyle özellikle bulaşıcı hastalıklar çok yaygındı. Özetle köyler, bakımsız, yoksul, bilgisiz ve hastalıklı idi.
Oysa yeni bir devlet kurulmuş, kurucular bu devlete çağdaş uygarlığa ulaşma ve geçme ulusal hedefini göstermişti. Çağdaş uygarlığa ulaşmanın ön koşulu, nüfusun %80’ini oluşturan köyleri ve köylüleri bu acınası durumdan kurtarmaktı. Kalkınmayı köyden başlatmak o zamanki koşulların zorunlu kıldığı bir öncelikti. Talim Terbiye Kurulu üyesi Halil Fikret Kanad’a göre,
“Türk Devrimini kökleştirmek gerekir. Bu kökleştirme kentlerden değil, köylerden başlatılmalıdır. Köylüyü etkileyebilecek en etkili güç ise köy öğretmenleridir”.[4]
Köylünün uyanması, bilgili ve bilinçli olması aynı zamanda demokrasinin de gereği idi. O zamana dek köyde en büyük otorite olan imamın karşısına bilgili, kültürlü, donanımlı, Atatürk Devrimi’ ni özümsemiş köyün yabancısı olmayan öğretmen gelecekti.
İlk Girişimler
Köylüleri uygulamalı ileri tarım teknikleri konusunda eğitmek, 1923’te İzmir’de yapılan Türkiye İktisat Kongresi’nde alınan kararlardan biriydi. Atatürk, bu kongreyi açış konuşmasında, köylülere yönelik üretim odaklı eğitim üzerinde durmuştu. Ancak uygulamaya geçmek için, zamanın ve koşulların oluşmasına gerek vardı. 1935’te CHP 4. Kongresinde köyün kalkındırılması için önlem almaya karar verildi.
Köy Enstitüleri başlangıçta Toprak Reformu’nun tamamlayıcı bir öğesi olarak düşünülmüştü Topraksız köylüye toprak verilecek, köylü bu toprağı çağdaş tarım tekniklerine göre
ekip biçecekti.
Mili Eğitim Bakanı (1935-38) Saffet Arıkan,(AS: Cumhuriyet ilk nüfus sayımını 1927’de yaptı ve sonuç 13,5 milyondu) Cumhurbaşkanı Atatürk’le çözüm ararken, Atatürk’ün aklına Ordu geldi. Büyük devrimci, “Eğitim yaptırdığımız çavuşlardan yararlanabiliriz.” dedi. Yasası 1940’ta çıktı ama köy enstitülerini ilk düşünen Atatürk’tü.
Köy enstitülerinin ilk adımı askerliğini çavuş olarak yapmış okuma yazma bilen gençlerin kendi köylerinde görev yapmak üzere “köy eğitmeni” olarak eğitilmesi ile atılmış oldu. İlk aşamada
85 genç Çifteler / Eskişehir’de eğitime alındı. Altı aylık eğitimden sonra kendi köylerine dönüp “Köy Eğitmeni” olarak köylülerini eğitmeye başladılar.
Köy Enstitülerinin yaşama geçirilmesinde öncü rolü kendisi de bir öğretmen olan ve Avrupa’da “üretim odaklı eğitim” konusunda kendisini yetiştirmiş olan, Enstitü öğrencilerinin “Tonguç Baba’sı” İsmail Hakkı Tonguç oynamıştır. Tonguç’un Milli Eğitim Bakan Saffet Arıkan (Bedük) döneminde 1935’te vekil olarak, Hasan Ali Yücel’in Bakanlığı döneminde 1940’ta asıl olarak
İlk Öğretim Genel Müdürlüğüne atanması, Köy Enstitüleri tasarısını hızlandırırdı. İki devrimci öğretmen; Bakan Hasan Ali Yücel ve İlk Öğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un işbirliği tasarıyı yaşama geçirdi.
Tonguç’un ilk işi, köy eğitmenleri deneyiminden yararlanarak bu konuda Bakan’a tasarıyı sunmak oldu. Bakan Yücel, Tonguç’u yurt çapında bir keşif gezine gönderdi. Tonguç, ülkeyi coğrafi ve tarımsal koşullara göre 21 bölgeye ayırdı, her bölgenin merkezi bir yerinde demiryolu ulaşımına yakın bir Enstitü kurulmasını önerdi.
Köy Enstitüleri yasa tasarısı 1940 ilkbaharında Meclise geldi. Bakan Yücel tarafından coşku ile savunuldu ve 17 Nisan 1940’ta yasalaştı (3803 sayılı yasa). Çoğu toprak ağası 38 milletvekili oylamaya katılmamıştı. Yasa gereği öğrenciler belirlenen yerlerde kendi okullarını kurmaya başladılar.
Enstitülerde Eğitim
Köy enstitüleri; eğitimde bütünlük, bireysellik, çevre ve zamana görelik, üreticilik, özgürlük, rehberlik, toplumsallık, demokratiklik, laik karma eğitim gibi çağdaş eğitim ilkeleri üzerine kuruldu.[5]
Köy Enstitülerine beş yıllık ilkokulu bitiren öğrenciler alındı. Eğitim süresi beş yıldı. Program uygulamalı eğitime (yaparak öğrenme) dayanıyordu. Derslerin % 50’si normal ortaokul dersleri, geri kalanın yarısı tarım, yarısı da sanat dersleri idi. Öğrenciler sabah sporu niteliğinde kızlı erkekli halk oyunları ile güne başlıyor, bir saatlik okuma saatinden sonra derslere devam ediyorlardı. Tarih dersi dışında tüm dersler derslikte değil, dışarıda yapılıyordu. Her öğrenci, Bakan Hasan Ali Yücel zamanında çeviri Bürosu tarafından Türkçeye çevrilen dünya klasiklerinden yılda 25’ini okumakla yükümlü idi. Cumartesi günleri “tenkit (eleştiri) günü” idi.
O gün haftanın genel bir değerlendirmesi yapılır, hafta içinde yöneticilerin ve öğretmenlerin yanlışları öğrencilerce eleştirilir ve tüm öğrenciler karşısında hoşgörü ile yanıtlanırdı.
- Bu aynı zamanda uygulamalı demokrasi dersi idi.
Öğretmen öğrenciye şiddet uygulayamaz. aşağılayamazdı. Bunları yaparsa, öğrencinin de aynı biçimde karşılık verme hakkı vardı. Amaç açık düşünceli, düşünebilen, düşüncesini korkusuzca söyleyebilen özgüveni yüksek öğretmenler / köy önderleri yetiştirmekti. Öğrenciler arasından öğrenci başkanı, kültür başkanı seçilirdi. Kültür başkanının görevi basını izleyerek yurtta ve dünyadaki gelişmeler hakkında arkadaşlarını bilgilendirmekti.
Beş yıllık eğitim boyunca toplam 30 haftalık (her yıl 6 hafta) tatil vardı. Resim, müzik, tiyatro alanlarında kendini yetiştiren bir kuşak yaratıldı. Tarım derslerinde her Enstitü, bölgesinin koşullarına uygun bir alanda uzmanlaşmıştı. Örn. Trabzon’da balıkçılık, Kars’ta hayvancılık, Kastamonu’da arıcılık, ipek böcekçiliği… Demokratik yaşamın egemen olduğu Enstitülerde yönetimden öğretmen ve öğrencisine, çalışanlarına dek herkes dayanışma ve birlikte hareket etme dürtüsüne sahipti.
Öğrencilerin bilgi ve kültürlerini artırmak amacıyla yurt çapında tarihsel ve turistik yerlere, müzelere, sanayi kuruluşlarına geziler düzenlenirdi.
Zamanla Köy Enstitülerinin öğretmen gereksinimi ortaya çıkınca, 1943’te Hasanoğlan’da 3 yıllık Yüksek Köy Enstitüsü açıldı. Öbürlerinde olduğu gibi, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitünsün binaları ve öbür tesisleri öğrencileri tarafından yapıldı.
Her öğrenci mezun olmadan bir çalgı aleti (saz, akerdeon, keman, flüt) çalmasını öğrenirdi. Müzik derslerine Aşık Veysel, Ruhi Su ve Adnan Saygun; tiyatro derslerine Ulvi Uraz gelirdi. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencileri kendi yaptıkları anfi tiyatroda Gogol, Moliere, Shakespeare, Çehov oynuyorlar; İdil Biret’in, Suna Kan’ın konserlerini dinletiyorlardı. Her hafta sonu öğrencilerin hazırladığı ve oynadığı bir tiyatro yapıtı sahnelenirdi.
Çağdaş tarım ve hayvancılık dersleri tarlalarda uygulamalı olarak yapılırdı. Üretilen ürünler öğrencilerin sofralarına getirilirdi. Kooperatifçilik de uygulamalı olarak öğretilirdi. Enstitülerde kızlar ve erkekler karma eğitim yapıyorlardı. Sanat derslerinde erkek öğrenciler inşaat, demircilik, marangozluk; kız öğrenciler elişi, biçki-dikiş, yemek dersleri alıyorlardı.
Enstitüler başta Cumhurbaşkanı İnönü olmak üzere Milli Eğitim Bakanlarının ve “Tonguç Baba’nın” yakın ilgi ve denetimi altında idiler.
1940-47 arasında 21 Köy Enstitüsü 17 000 köy öğretmeni yetiştirdi. Bitirenler (Mezunlar) arasında yüksek köy enstitüsünün yayınladığı “Köy Enstitüleri Dergisinin” yazarlığından gelen Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal gibi ünlü yazarlar vardı.
Tasarı Enstitülerle sınırlı değildi. Her mezun köyüne gitmeden üç yıl önce Bakanlıkça muhtara bir yazı gönderilir, o köye atanan öğretmenin okulu, lojmanı, uygulama tarlası ve işleklerinin (atölyelerinin) hazır olması istenirdi. Köy okulunu yaptırmak köylülerin görevi idi. Öğretmenler enstitülerde öğrendikleri çağcıl (modern) tarım ve hayvancılığı, kültür ve sanatı köy çocuklarına öğretirlerdi. Öğretmenlerin ayda 20 lira aylıkla 20 yıl zorunlu hizmet yükümlülüğü vardı.
3803 sayılı yasanın 6. maddesi; “Köy Enstitüsünden mezun olan öğretmenler köyün her türlü öğretim ve eğitim işlerini görürler. Ziraat işlerinin fenni şekilde yapılması için meydana getirecekleri örnek tarla, bağ, bahçe atölye gibi tesislerde köye öncülük ederler.” demekteydi.
Aynı yasanın 11. maddesi ile de öğretmenin gereksinim duyduğu üretim araçlarının devletçe parasız verileceği belirtilmişti.
Kısa sürede 17 000 köy, Atatürk Devrimini benimsemiş, hem öğretmen, hem çağdaş tarımı, inşaatı, marangozluğu, demirciliği bilen, yeterli sağlık eğitimi olan üstelik köye yabancılık çekmeyen, köylü ile iletişim kurabilen aydın öğretmenlerle aydınlanmaya başlamıştı. 1940-46 arasında 15 000 dönüm toprak işlenmiş, 750 000 fidan dikilmiş, 1200 dönüm bağ oluşturulmuştu. 1940-47 arasında ayrıca 150 büyük yapı, 60 işlik, 150 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 12 balıkhane, 100 km. yol yapılmış, ayrıca su boruları döşenmiş, kanalizasyonlar açılmış, seli akıtacak hendekler kazılmıştı.[6]
Kapanış süreci
Başlangıçta toprak reformunun tamamlayıcı öğesi olarak düşünülen Köy Enstitüleri, öncelikle topak ağalarının işine gelmemişti. Toprak reformu da gerektiği biçimde ve zamanda yapılamadığından, Enstitülerin başlangıçta niyetlenen işlevleri geçersiz kaldı. Hasan Ali Yücel’in 1942’de TBMM’de söylediğine göre, beş yıl içinde sayıları en az 22 bini bulacak olan Köy Enstitüsü bitirenlerinin (mezunlarının) elinde 150 bine yakın hayvan, 1,5 milyon dönüme yakın toprak, 2 milyona yakın iş araçları bulunması öngörülüyordu.
Bu birikim, toprak ağalarının ekonomik güçleri ile birlikte saygınlıklarının da ellerinden alınması demekti. (Feodalizmin bitirilmesi – tasfiyesi!)
Enstitülerin kapatılmasında asıl etken toprak ağalarının karşı koyması ve ağaların etkisinde kalan kimi politikacıların oy yitiği kaygıları olmuştur. 2. Dünya Paylaşım Savaşı ve sonrasındaki siyasal ortamın katkı sağladığı da unutulmamalıdır. Savaşta Türkiye’nin iç ve dış politikasını savaşın gelişimi etkilemiştir. Alman orduları Sovyetler Birliği içine ilerlerken komünizm karşıtlığı ve ırkçı milliyetçilik; Sovyetler Birliği Alman orduları karşısında ilerlerken (1942) ırkçı milliyetçilik karşıtlığı öne çıkmıştır. Savaş sonrası Türkiye Batı blokunda yer almış, komünizm karşıtlığı, komünist avcılığı politikanın egemen ögesi olmuştur. Dönem; Truman doktrini, Marshall yardımı, ABD Missouri zırhlısının ziyareti dönemidir. 1946’da CHP’nin karşısında toprak ağaları öncülüğünde Demokrat Parti (DP) kurularak çok partili düzene geçilmiştir.
Toprak ağaları Köy Enstitülerine karşı çıkarken komünizm karşıtlığını ve dinsel – kültürel duyarlıkları kullanmışlardır. Enstitülere yönelik en önemli suçlamalar, kız ve erkeklerin yatılı okulda birlikte okumalarının ahlaksızlık olduğu ve Enstitülerde komünizmin öğretildiği savları olmuştur.
Enstitülere karşı CHP içinde de karşıtlık (muhalefet) gelişilmişti. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 1946’da ilk kez yapılacak olan çok partili seçimde Köy Enstitülerinin komünistlikle suçlanmasının CHP’ye oy yitirteceğini öngörmüştü. Yaşamının en zor kararlarından birini vererek Enstitülerden vazgeçmeyi yeğledi.[7] Bu yönde atılan ilk önemli adım, tutucu olduğu bilinen Şemsettin Günaltay’ın 1949’da Başbakanlığa; Köy Enstitülerine karşı olduğu bilinen, Nazi yanlısı Şemsettin Sirer’in 1946-47 ve 1948-49 yıllarında Millî Eğitim Bakanlığına atanması odu. Sirer, ilk iş olarak İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğünden Talim Terbiye Kurulu üyeliğine atadı. Tonguç daha sonra da Ankara Atatürk Lisesi resim – iş öğretmenliğine atandı. Tonguç’un Köy Enstitülerinin başından alınması, Enstitülere vurulan büyük darbe idi.
14 Mayıs 1950 seçimleri sonucunda 1923’ten beri iktidardaki tek parti olan CHP’nin seçimi yitirmesi ve DP’nin kazanması, karşı devrimin ivme kazandığı bir dönemi başlattı. Zaten CHP döneminde zayıflatılmış olan Köy Enstitülerine son öldürücü darbeyi DP hükümeti 27 Ocak 1954’de, 6234 sayılı yasa ile bu aydınlanma ocaklarını kapatarak vurdu.
Sonuç ve Değerlendirme
Köy Enstitüleri girişimi salt köye öğretmen yetiştirme tasarısı değil, bir aydınlanma devrimidir. Türkiye çağdaş Batı uygarlığı ile arasını 15. yy’da Aydınlanma devrimini kaçırarak açmıştı. İşte Köy Enstitüleri bu açığı kapatmak amacıyla beş yüzyıl sonra Türk aydınlanmasını başlatıyordu.
Köy Enstitülerinin yukarıda anlatılan öyküsü devrim – karşı devrim savaşımının somut bir örneğidir. Enstitülerin açılması ve etkinlikleri Atatürk devriminin sağlamlaştırılması, Türkiye’nin Ortaçağ karanlığından aydınlığa çıkması yönünde ne denli devrimci bir atılım ise, kapatılması da karşı devrim yönünde o denli büyük bir yitik olmuştur. Enstitüler yaşatılsa, nicelik ve nitelik bakımından hedeflenen düzeye ulaştırılabilseydi, günümüz sorunlarının çoğu gündemimizde olmazdı. Hiçbir ülkeden taklit edilmeyen, salt kendi gereksinimlerimize ve özelliklerimize uygun olan bu aydınlanma ocakları, karşı devrimci DP iktidarı tarafından dinci eğitimin öne çıkartıldığı günümüz milli (!) eğitimine çok değerli bir seçenek oluşturmaktadır.
***
Kaynaklar
[1] Can Dündar, Köy Enstitüleri, İmge Yayınevi, İstanbul, 2000, s. 16
[2] Sina Akşin Kısa Türkiye tarihi, T. İŞ Bankası Yayını, İstanbul, 2013, s.237
[3] İsmail Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy, Remzi kitabevi, İstanbul, 2019, s.3
[4] Çetin Yetkin, Karşı devrim, Otopsi Yayınları, İstanbul , 2003, s. 231
[5] Ahmet Özgür Türen, Köy Enstitüleri Dosyası, Destek Yayınları, 2018 S.39.
[6] Yetkin, a.g.e. s. 238
[7] Dündar, a.g.e. s.75