Yusuf Samim Lütfü
Başlık sizi aldatmasın. İnsanın doğanın gizlerini anlama (ya da doğa yasalarını ortaya çıkarma) çabası olarak tanımlayabileceğimiz bilimsel edim (faaliyet) değil asla zavallı olan. Tıpkı din (inanç) gibi bilimi de kendi çıkarları için eğip büken, biçimden biçime sokan insanların yaptıkları bilimi zavallılaştıran. Anlatayım izninizle.
17. yüzyılda (Dahiler Çağı da denir) insanlık büyük bir bilimsel devrim yaşadı ve
– deney ve gözleme dayalı yeni bir episteme (bilgi kuramı) ile
– olgucu (pozitivist),
– deneyci (empirist),
– gerekirci (determinist ),
– mutlakçı (certainty),
– maddeci (materyalist)
yeni bir bilim ortaya çıktı.
Deneysel doğrulama yönteminin bilimin temeli olmasını sağlayan Francis Bacon, Kraliçe I. Elizabeth tarafından “Sir” unvanı ile onurlandırıldı.
Aydınlanmacı Kant tarafından, bir bilim olmadığı kanıtlanana dek Metafizik (doğa üstü),
bilimin temeli olarak kabul ediliyordu.
Deneye ve gözleme dayalı bilimsellikle birlikte Metafizik yerini fiziğe (doğa bilimi) bıraktı.
Atom bombasından kanser ilaçlarına, internetten robotlara ne yaptıysa insanlık,
bu deney ve gözleme dayalı bilimsellikle yaptı.
Ancak zamanlar 20. yüzyıl başlarını gösterdiğinde garip şeyler oldu. Bilimselliğin mutlaklığı
(ve bu bağlamda öngörüleblirliği) sorgulanır oldu. Önce Einstein ile mutlaklığın (certainty) yerini görelilik (relativity), sonra N. Bohr ile olasılık (probability) ve son olarak da Heisenberg ile belirsizlik (uncertainty) aldı. Bu insanlığa büyük katkılarda bulunan deney ve gözleme dayalı 17. yüzyıl kökenli bilimselliğe büyük bir darbe oldu.
Bitirici darbe bilimselliğin temelinin deneysel doğrulama değil, yanlışlama (falsification) olması gerektiğini söyleyen Karl Popper‘dan geldi. Popper bu kez Kraliçe II. Elizabeth tarafından “Sir” sanı (unvanı) ile onurlandırıldı. Deneysel doğrulamayı baş tacı edenin de, fırlatıp atanın da “Sir” sanı ile onurlandırılması size garip gelse de, unutmamanız gereken şey “üzerinde güneş batmayan” Krallığın yüce çıkarlarıdır.
Bu arada Yeni Kantçı Baden Okulu’ndan Max Weber, Kant’ın “bilebildiklerimiz yalnızca olgulardır (olaylardır)” sözünden hareketle, insana ve topluma ilişkin alanlarda (beşeri ve sosyal alanlarda) doğada (fizikte) olduğu gibi öngörülebilir ve mutlak yasalar olamayacağını öne sürdü. Bu yalnızca o zamana dek otorite konumundaki 17. yüzyıl bilimselliğini değil, kendine bilimsellik yükleyen (atfeden) başta Marksizm olmak üzere bir küme (grup) ideolojiyi de derinden sarstı.
Açıkçası 17. yüzyıl bilimselliği ne denli hırpalanırsa, bilimsellikten nemalanan ne varsa o denli değer yitiriyordu.
Popper’ın “Sir” sanı ile taçlandırılmasının ve ardılları ile birlikte (Khun, Lacatos, Feyerabend vd.) bilim tarihinin kahramanları olarak üniversite müfredatında (yetişeğinde) yer almalarının nedeni zamanın ruhudur; rüzgarlar artık Liberalizmin yelkenlerini şişirmektedir.
Bana sorarsanız Popper’ın doğruları pek azdır:
“Bir şey ne denli eleştiriye açıksa o denli bilimseldir.” önermesi doğrudur.
“Bilimin temeli deneysel doğrulama değil, yanlışlamadır.” önerisi de doğrudur.
Popper bunu, Tarihsel ve Diyalektik Materyalizm’in (Marksizm’in) “sahte bilim” olduğunu kanıtlamak için kullanmıştır.
“Bilim yanılabilir çünkü insan aklının ürünüdür.” önermesine gelince.. Doğru gibi gözüken bu önerme çok kötü niyetli bir önermedir çünkü kanser ilacını bulan da aklımızdan başkası değildir, atom bombasını yapan da. Yoksa doğal ki bilim de yanılabilir, bilimsel yöntemle bu kanıtlanırsa bilimsel ilerleme sağlanmış olur. (AS: Bilimsel bilginin güvencesi yöntembilimdir; zamanla doğrulayıp pekiştirebilir, yasalaştırabilir de, yanlışlayıp geçersizleştirebilir de..)
Popper’ın bu saçmalamasına en iyi yanıtı, Wittgenstein’ın tahtını O’na sağlayan patronu Bertrand Russell vermiştir. “Kural olarak, bilimsel olanın bilimsel olmayana göre doğru olma şansı her zaman daha çoktur. Bu nedenle akılcı olan, hipotetik olarak bilimi kabul etmektir.”
Popper’ın “Bilgi kaynaklarının (akıl dahil) otoritelerine güvenilemez, tüm otoritelerin yıkılması gerekir.” saçması ise, aklın ve bilimin otoritesine son vermek için fırsat kollayan post-modernler için gollük orta olmuştur.
Benim gözümde Karl Popper asla bir Francis Bacon olmadığı gibi, bilimin ve bilimselliğin ideolojik amaçlarla, kötüye kullanılmasının bir aracıdır.
Neoliberalizmin yaşam biçimi olan ve bilimin otoritesini baskıcı ve dayatmacı (faşizan) bulan post-modernitenin; Görelilik, Kuantum, Belirsizlik kuramları ile başlayıp Kaos kuramı ile çeşitlendirilen bilimselliği “post-normal bilim” (Javertz ve Fancowicz) olarak adlandırılmaktadır! İnsanlığa katkısı konusunda henüz bir veri bulunmamasından hareketle, beni dinlerseniz, siz bilim ve bilimsellik konusunda Albert Einstein’dan şaşmayın derim.
- “Gerçeklikle kıyaslandığında tüm bilimimiz ilkel ve çocukça kalsa da
, gene de sahip olduğumuz en değerli şeydir bilim.”
Başka bir dahinin anlatımı ile “Hayatta en hakiki mürşit bilimdir!“