Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.
Büyük devrimci Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşını başlatırken, savaşın siyasal hedefini “Ulusal egemenliğe dayalı ve tam bağımsız yeni bir devlet kurmak” olarak saptamıştı. Bu nedenle Kurtuluş Savaşımız eşzamanlı iki savaşım (mücadele) biçiminde olmuştur:
- Tam bağımsızlığın ön koşulu olan yurdun işgallerden kurtarılması için askeri savaşım,
- Egemenliği Osmanlı hanedanından alıp ulusa vermek için siyasal savaşım.
Askeri savaşım, “iç hat manevrası” denilen bir strateji ile ve evrelerle yapılmıştır. Önce Doğu Anadolu’da Emeni işgaline son verilmiş, Güney cephesindeki Kuvayı Milliye direnişi Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyeti’nin (ARMHC) Temsil Kurulunun yönetiminde deneyimli komutanlar eliyle yürütülmüştür. Doğu ve güney cepheleri güven altına alındıktan sonra tüm ağırlık kesin sonucun alınacağı Batı cephesine verilmiştir.
Batı cephesinde ise ilk evrede Kuvayı Milliye direnişi ile zaman kazanırken düzenli bir ordu kurulmuştur. 2. evrede 1921 başından başlayarak Sakarya’ya dek (Eylül 1921) düzenli ordu ile stratejik savunma yaparak düşmanın saldırı (taarruz) gücü tüketilmiş, son evrede Ağustos 1922’de stratejik saldırı (taarruz) aşamasına geçilerek kesin utku (zafer) elde edilmiştir. Utkunun siyasal sonucu olan tam bağımsızlık, Lozan’da diplomatik olarak da kazanılmıştır.
Siyasal Savaşım
Kurtuluş Savaşının siyasal hedefi egemenliğin Osmanlı hanedanından alınıp ulusa verilmesidir.
EGEMENLİK: Bir devlette kuralları koyma ve gerektiğinde zor kullanarak uygula(t)ma yetkisidir. Egemenlik, içeride zor kullanma yetkisi tekeline sahip olmak, dışarıya karşı da tam bağımsız olmak demektir. Egemenlik bölünemez, paylaşılamaz, devredilemez. hiçbir zümreye veya sınıfa bırakılamaz (AY md.6).
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan beri egemenlik yetkisini ulus değil, Osmanlı hanedanı kullanmakta idi. Bu durum Atatürk’ün çağdaş devlet tasarımına uymuyordu. Egemenliğin ulusa devredilmesi süreci de askeri savaşım gibi evrelere ayrılarak yürütülmüştür. İlk atılım 22 Haziran 1919’da bir başkaldırı bildirisi olan Amasya Bildirgesidir. Bu Bildirge ile artık padişah hükûmetine güvenilmediği ve ulusun kendi yazgısını kendisinin belirleyeceği duyurulmuştur.
İşgale karşı yerel Kuvayı Millîye kongrelerinin kurulması egemenliğin ulusa geçmesinin sonraki adımıdır. Ordusuz bırakılmış ulus, yurt çapında toplam 1396 kişinin katıldığı 30 kuvvayı milliye kongresi ile örgütlenerek[1] 100 000 kişilik silahlı güç oluşturmuştur. Bu, ulusun yazgısını eylemli olarak kendi eline alması demektir ve ulusal egemenliğe doğru önemli bir atılımdır.
Yerel kongrelerin en önemlisi 23 Temmuz 7 Ağustos 1919 tarihleri arasındaki Erzurum kongresidir. Bu kongrede Kuvayı Millîyeyi etken, ulusal istenci (milli iradeyi) egemen kılma kararı alınmıştır.
Sonraki evre ulusal kongre evresidir. 4- 11 Eylül 1919 arasındaki Sivas kongresinde tüm yerel kongreler Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyeti (ARMHC) adı altında birleştirilmiş ve Mutafa Kemal’in başkanlığında Temsil Kurulu oluşturulmuştur.
Bu tarihten sonra Anadolu ve Trakya’da egemenliği Padişah değil, ulusun temsilcilerinden oluşan Sivas kongresinin verdiği yetki ile yürütme erkine sahip ARMHC Temsil Kurulu (Heyet-i Temsiliye) kullanmaktadır.
TBMM:
Egemenliğin ulusa geçmesinde en önemli adım 104 yıl önce 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk anayasası olan 1876 anayasası ile “meşruti (anayasa ile koşullara bağlı) monarşi” sistemi getirilmişti. İki kanatlı bir Osmanlı Meclisi vardı ama son söz yine padişahındı. Meclisin çıkardığı yasaları padişah onaylardı Meclis padişahı (yürütmeyi) denetleyemezdi. Padişah kutsal ve sorumsuzdu (1876 AY md.5). Padişahın meclisi kapatma yetkisi vardı. Kısaca padişah meclisin üzerinde idi.
1876’da açılıp 1877’de Abdülhamit tarafından kapatılan Osmanlı Meclisi, 1908 devrimi ile yeniden açılmış, 30 Ekim 1918 Mondros ateşkesinden sonra 21 Aralık 1918’de Padişah Vahdettin tarafından kapatılmıştı. Mustafa Kemal kurtuluş savaşını başlattığında ortada bir meclis yoktur. Oysa büyük devrimci, kurtuluş savaşının yönetimini tek başına değil, bir meclisin denetimi altında yapmak istemekteydi.
Sivas Kongresinden sonra 20-22 Ekim 1919’da Mustafa Kemal Paşa, Amasya’da Osmanlı Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Salih Paşa ile buluşmasında meclisin İstanbul’da, bu olanaklı olmazsa Ankara’da açılmasını Osmanlı hükümet temsilcisine kabul ettirmiştir. Mustafa Kemal’in 16 Kasım 1919’da Sivas’ta yaptığı komutanlar toplantısında meclisin İstanbul’da toplanmasına ve milletvekillerinin İstanbul’a gitmeden önce ulusal savaşım konusunda bilgilendirilmelerine karar verilmiştir. Son Osmanlı Meclisi Amasya kararı gereği 12 Ocak 1919’da İstanbul’da açıldı.
Kuvayı Milliyecilerin ağırlıklı olduğu son Osmanlı Meclisi, 28 Ocak 1919’da gizli toplantısında kurtuluş savaşının siyasal hedefini tanımlayan Misakı Milli’yi kabul etti ve 17 Şubat 1919’da tüm dünyaya duyurdu. İşgalci İtilaf devletlerinin Misakı Milli duyurusuna tepkisi 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali oldu. Amaç Padişaha Sevr anlaşmasını kabul ettirmekti. İşgalci İngilizler aynı gün Meclisi basarak Misak-ı Milli’yi kabul eden 11 milletvekilini Malta’ya sürgüne gönderdiler. Bunlar arasında Mustafa Kemal’in önceden uyarısına karşın Ankara’ya gitmeyen temsil kurulu üyeleri Rauf Orbay ve Kara Vasıf da vardı.
İşgalden iki gün sonra (18 Mart) Meclis, “Güvenli bir ortamda görev yapma olasılığının doğmasına kadar dek görüşmelerinin ertelenmesine” karar verdi ve 11 Nisan 1920’de son Padişah Vahdettin tarafından kapatıldı. İstanbul’daki meclisin basılması ve kapanması Mustafa Kemal’e Ankara’da yeni bir meclisi açmak için beklediği fırsatı vermişti. Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal, İstanbul’un işgalinden üç gün sonra 19 Mart’ta yayınladığı genelgede memleket işlerini idare etmek ve denetlemek üzere Ankara’da fevkalade selahiyeti haiz(olağanüstü yetkilere sahip) bir meclisin açılacağını ve bunun için yapılacak seçimlerin ilkelerini duyurdu[2].
“Olağanüstü yetkilere sahip meclis” betimlemesi, anayasa hukukunda, yeni bir anayasa yapmaya yetkili asli kurucu iktidar anlamına geliyordu. Bu da yeni bir devletin kurulması demekti. Mustafa Kemal Ankara’da yeni bir meclis açılmasını istemişti ama Ankara’da toplantıların yapılabileceği bir bina bile yoktu. İttihat ve Terakki Kulübü için yapılmakta olan bir binanın yapımı hızlandırıldı. Yapım aşamasındaki bir ilkokulun çatı kiremitleri buraya aktarıldı, yakındaki kahvehanelerden gaz lambaları getirtildi ve hızla bitirilen bina sade biçimde döşenerek toplantı için uygun duruma getirildi. TBMM, Mustafa Kemal’in 19 Mart genelgesine göre yapılan seçimde seçilen milletvekilleri ile 23 Nisan 1920 Cuma gönü açıldı. TBMM’nin açılışı Mustafa Kemal’in yayınladığı izlenceye göre, dinsel ağırlıklı bir törenle oldu.
TBMM’nin 23 Nisan 1920 tarih ve 1 sayılı kararı ile kapanan Osmanlı meclisinin üyelerinin de TBMM’de milletvekili olmaları kabul edildi. Böylece ilk TBMM üyeleri iki gruptan oluşuyordu:
- Mustafa Kemal’in 19 Mart genelgesine göre yapılan seçimlerle gelenler, (1. Grup)
- Son Osmanlı Meclisi üyelerinden Ankara’ya gelebilenler. (2. Grup)
23 Nisan 1920 Cuma günü ilk toplantısını yapan TBMM’deki milletvekillerinin mesleklerine göre dağılımı şöyledir:
115 memur, emekli,
61 sarıklı hoca,
51 komutan, subay,
46 çiftçi,
37 tüccar,
29 avukat,
15 doktor,
10 aşiret reisi, ağa,
8 tarikat şeyhi,
6 gazeteci,
2 mühendis[3]
Görüldüğü gibi ilk TBMM’de toplumun tüm kesimleri temsil edilmektedir. Mustafa Kemal, 24 Nisan’da TBMM’de yaptığı konuşmada yeni meclisin işlevlerini ve yeni yönetim biçiminin ilkelerini açıkladı. Mustafa Kemal’in 24 Nisan konuşmasında belirttiği geçici anayasa niteliğindeki ilkeler TBMM genel kurulunda oylanarak kabul edildi. Buna göre:
- Hükümet kurmak zorunludur.
- Geçici de olsa bir hükümet başkanı tanımak uygun değildir.
- Ulusal istencin (milli iradenin) temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisidir.
- Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde hiçbir orun (makam) yoktur.
(Padişah dahil C.D.) - Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır.
- Meclisten seçilecek bir kurul meclisin vekili olarak hükümet işlerini görür. Meclis başkanı,
bu kurulun da başkanıdır. Kurul üyeleri ve başkanı meclise karşı tam sorumludur. - Padişah ve halife, altında bulunduğu baskıdan kurtulduktan sonra meclisin düzenleyeceği yasa içinde durumunu alacaktır.[4]
1921 anayasasına temel oluşturan bu ilkeler, egemenliğin eylemli olarak ve hukukça (hukuken) ulusa geçmiş olduğunu ve TBMM tarafından kullanıldığını göstermekte ve TBMM’yi yeni devletin en üstün kurumu yapmaktadır. 1876 anayasasında öngörülen padişahın (yürütmenin) meclise (yasamaya) karşı üstünlüğü yerline meclisin (yasamanın) yürütme üzerinde üstünlüğü ilkesi getirilmiştir. Sorumsuz padişahtan meclise karşı sorumlu hükümete geçilmiştir. Bu şekli ile adı 29 Ekim 1923’te konulacak olsa da, yeni devlet demokratik bir cumhuriyet olarak kurulmuştur. 24 Nisan’daki (1923) konuşmasının ardından yapılan seçimde Mustafa Kemal, oybirliği ile meclis başkanlığına seçildi (39 yaşında idi).
Mustafa kemal TBMM’nin açılışından bir gün önce (22 Nisan’da) tüm yurda yayınladığı bir bildiri ile “Meclisin açılışından sonra bütün sivil ve askeri makamların ve bütün ulusun başvuracağı en yüce makamın TBMM olacağını” bildirmiştir.[5] TBMM açıldığında Güneyde Fransız işgali, Batı’da ve Trakya’da Yunan işgali sürerken, işgalcilerle padişahın işbirliği ile yurdun pek çok yerinde ulusal direniş ve kuvayı milliyeye karşı ayaklanmalar sürmekte idi. Ayaklanmacılar Ankara’yı tehdit ediyordu. Mondros’ta teslim edilen ordunun yerine henüz yeni bir ordu kurulamamıştı. Ulus büyük savaştan yorgun çıkmış, yoksulluk, bilgisizlik, geri kalmışlık ve hastalıklar yaygındı. Bu koşullarda bile Mustafa Kemal’in ulusa güveni tamdı.
Yasama ve yürütmeyi tek elde toplamayı zorunlu kılan bu zor koşullarda Mustafa Kemal tüm yetkileri kendisinde değil, kendisinin de sorumlu olduğu TBMM’de toplamıştır (Meclis hükümeti sistemi). Mustafa Kemal’in 24 Nisan’da açıkladığı ve meclisçe kabul ilkelere göre 2 Mayıs 1920’de yeni devletin ilk hükümeti, aynı zamanda meclis başkanı da olan Mustafa Kemal’in başkanlığında kuruldu. İlk hükümette Milli Savunma Bakanı Fevzi Çakmak Paşa, hükümet üyesi olan Genelkurmay Başkanı (bakanı) Albay İsmet İnönü İdi.[6]
Demokratik Meclis:
İlk TBMM yukarıda belirtilen ağır savaş koşullarında bir yandan yasama işlevini yerine getirirken aynı zamanda kendi içinden seçtiği yürütme organını (icra vekilleri heyeti) etkili olarak denetlemiştir. 5 Eylül 1920’de kabul edilen Nisabı Müzakere Kanunu (Görüşme Yeter Sayısı Yasası) Büyük Millet Meclisi’nin halifelik ve saltanatın, yurt ve ulusun kurtuluşuna dek aralıksız toplanmasını öngörmüştür. Buna göre 23 Nisan 1920’den, 2. Meclisin göreve başladığı 11 Ağustos 1923’e dek hemen her gün genel kurul yapılmış; 625 soru önergesi, 76 gensoru verilmiş, 338 yasa çıkartılmıştır. Günde ortalama 24 milletvekili söz alıp konuşmuştur. [7]
29 Kasım 1920 tarihli İstiklal Madalyası Yasası, ile 1. Meclis üyelerine yeşil şeritli istiklal madalyası verilmiştir.
Değerlendirme ve Sonuç
Kurtuluş savaşımızın siyasal hedefi olan egemenliğin Osmanlı hanedanından ulusa geçmesi büyük devrimci ve strateji ustası Mustafa Kemal’in önderliğinde adım adım gerçekleşmiştir. TBMM’nin açılması ve yeni bir anayasanın yapılması ile Osmanlı imparatorluğu tarihe karışmış, ulusal egemenliğe dayalı yeni bir devlet kurulmuştur. 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılırken, Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul’un işgal edildiği 16 Mart 1920’den başlayarak varlığını yitirmiş olduğuna karar verilmiştir.
Mustafa Kemal’in 24 Nisan 1920 konuşmasında koyduğu ve 1921 anayasasına temel oluşturan ilkelerle, 1876 anayasasında öngörülen padişahın üstün olduğu sistem yerine meclisin üstün olduğu sisteme geçilmiştir. 1876 anayasası ile 1921 anayasası karşılaştırıldığında siyasal devrimin büyüklüğü ve önemi daha net görülmektedir.
Kurulan yeni devlet zamanın koşullarının çok ötesinde demokratik bir işleyişe sahiptir. Halkın seçilmiş temsilcilerinden oluşan TBMM ağır savaş koşullarına karşın, kendi içinden seçtiği yürütme organını etkili biçimde denetlemiştir. Görünürde yasama ve yürütme erkleri tek elde toplanmakla birlikte (erkler birliği), yasamanın yürütmeyi etkili denetimi dikkate alındığında sistem demokrasinin gereği olan “erkler ayrılığı” sistemi gibi işlemiştir. Mustafa Kemal, o günkü ağır koşullarda tüm yetkileri kendisinde toplayan bir hükümet sistemi oluşturabilirdi. Böyle yapmamış, tüm yetkileri kendisinin de sorumlu olduğu mecliste toplamıştır. Ulusa geçen egemenlik, TBMM tarafından kullanılmıştır. Mustafa Kemal’in 22 Nisan 1920 bildirisine göre yeni devlette en yüce orun TBMM’dir.
Anayasamızdaki Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur (Md.6) hükmü, yukarıda aktarılan sürecin sonucudur. Ulusa ait olan egemenlik yasama, yürütme ve yargı organları eliyle kullanılır. Bu organlar egemenliğin sahibi değil, anayasaya göre Ulusun egemenliğini kullanmasında araçtırlar. Cumhuriyetimizin temelinde TBMM’nin en üstün kurum olduğu ve yürütmeyi etkili olarak denetlediği demokratik bir yönetim sistemi bulunmaktadır.
2017 anayasa değişikliği ile bir yandan Yürütme güçlendirilip sorumsuz / hesap sorulamayan tek kişiye bırakılırken, öte yandan TBMM’nin yürütmeyi denetleme işlevinin zayıflatılması, 100 yıl önce konulan çağdaş ilkeleri yok sayıp, 150 yıl geriye 1876 anayasasındaki “anayasal monarşi” sistemine dönüştür. Karşı devrimin bir parçasıdır.
[1] Bülent Tanör, Kurtuluş Kuruluş. Cumhuriyet Kitapları, İstanbul,2017, s.62
[2] M.K. Atatürk, Nutuk, Türk Tarrih Kurumu Yayını, Ankara, 1981, s.306
[3] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, 2. cilt, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1964, s.363
[4] Enver Behnan Şapolyo, Türk İnkılap Tarihi Notları, Kara Harp Okulu Yayını, Ankara, 1949, s.164
[5] Atatürk, a.g.e. s.314
[6] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 2, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1987, s.255
[7] Tanör, a.g.e. s.120