Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.
1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi ile Osmanlı İmparatorluğu’na geçen Halifelik, yüz yıl önce 3 Mart 1924’te Türkiye Cumhuriyeti tarafından kaldırılmış ve tarihe karışmıştır.
Halefliğin geri getirilmesi istemlerinin dile getirildiği bugünlerde konunun anımsanmasında yarar vardır.
Halifelik Nedir?
Haleflik Hz. Muhammet’in ölümünden sonra aşiretler halinde düzensiz yaşayan Arap topluluklarını yönetmek üzere yönetici gereksiniminden kaynaklanmıştır.
- Dinin gereği değil, siyasal bir orundur.
Halifeliğin Tarihi
Hz. Muhammet (570-632) Müslümanlığı çöllerde yaşayan, çadırlarda oturan, göçebelikle geçinen ilkel Arap Bedevi toplumuna yaymıştır. Arapların Müslümanlıktan önceki dönemine “cahiliye devri (bilisizlik-cehalet dönemi) denilmektedir. Bu toplumda devlet yoktur. Hukuk düzeni, insan hakları, yönetim biçimi ilkeldir. Bu nedenle Muhammet hem dinsel önder hem de toplumun saygı duyduğu, inandığı bir siyasal önder (yönetici) olmuştur.
Hz. Muhammet 632 yılında öldüğü zaman “Toplumu kim yönetecek? Siyasal önder kim olacak?” sorusu gündeme gelmiştir. Bu aynı zamanda “kim iktidar olacak?” arayışıdır. Muhammet kendisinden sonra kimin siyasal önder (iktidar) olacağını söylememiştir. Kuran’da da halifelikle ilgili bir düzenleme yoktur. Bunun üzerine Müslümanların ileri gelenlerinden on kişi toplanıp Muhammet’in kayınpederi Ebubekir’i ilk halife olarak seçmişlerdir (632).
Ebubekir’in halifeliği iki yıl sürmüş, O’ndan sonra sırasıyla Ömer (634-644), Emevi ailesinden Osman (644-656), Muhammet’in yeğeni ve damadı Ali (656-661) halifelik yapmışlardır. Ali’nin halifeliğini Osman’ın akrabalarından Şam Valisi ve Emevi devletinin kurucusu Muaviye kabul etmemiş, Ali yandaşları ile Muaviye yandaşları arasında savaş çıkmıştır. Ali yandaşları halifeliğin Muhammet’in soyundan olması gerektiği savıyla Ali’nin oğulları Hasan veya Hüseyin’in halife olmasını istemişlerdir. Ali yandaşlarına Ali Partisi anlamına gelen Şiiah Ali (kısaca Şii) denmektedir. Ali’yi yenen Muaviye halifeliğini ilan etmiştir. Ali’nin oğlu Hasan da kendisini halife ilan etmiş, İslam dünyası iktidar kavgasına tutuşmuştur. Hasan halifeliği kendi isteği ile Muaviye’ye bıraksa bile kardeşi Hüseyin halifelik savından vazgeçmemiştir. Muaviye’nin oğlu Yezid Hüseyin’i 70 adamı ile birlikte 680 yılında Muharrem ayının onuncu günü (aşure günü) Kerbela’da öldürmüştür.[1] Bu olay üzerine halifelik zorla Emevi ailesine geçmiştir.
Görüldüğü gibi Muhammet’ten sonra “4 Halife Dönemi” (632-661) Müslümanları birleştirememiş, tersine bugün hala süren Şii-Sünni ayrımı biçiminde bölmüştür.
- İlk 4 halifenin 3’ü (Ömer, Osman, Ali) öldürülmüştür.
Emevilerin halifeliği 750 yılına kadar sürmüştür. Bu dönemde halifelik tamamen siyasal amaçlarla kullanılmıştır. Emevi hanedanı 750 yılında yıkılınca yerine Abbasi devleti kurulmuş, halifelik Abbasilere geçmiştir. Halifelik artık kim güçlü ve iktidarda ise ona geçmekte olan siyasal bir kurum durumuna gelmiştir. 1258’de Moğollar Abbasilerin merkezi Bağdat’ı ele geçirince Abbasilerin halifeliği sona ermiş, İslam dünyası üç yıl halifesiz kalmıştır. Bağdat’tan kaçıp Mısır’daki Kölemenoğullarına (Memlüklülere) sığınan El Muntasır kendisini halife ilan etmiştir. Bundan sonra halifelik Mısır’daki Memlüklülere geçmiş, bu dönemde Memluk Sultanı Baybars devlet yönetimi ile uğraşırken, Halife siyasal yetkileri olmayan, işlevsiz bir orun (makam) durumuna gelmiştir.
Yavuz Sultan Selim’in 1517’deki Mısır seferi sonucunda halifelik orunu (makamı) aynı yıl Memluklerden Osmanlı İmparatorluğu’na geçmiştir. Yavuz’dan başlayarak Osmanlı padişahları hem devlet başkanı hem de Halife, yani tüm Müslümanların önderidir.
Osmanlı padişahları uzun süre salt kendi ülkelerindeki Müslümanların halifesi idiler. Bütün dünya Müslümanlarının halifesi savında bulunmadılar. Bu durum 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile değişti. Küçük Kaynarca Anlaşması ile Osmanlı imparatorluğu ilk kez Müslüman Türklerin (Tatarların) yaşadığı toprakları (Kırım’ı) yitirmişir. Bu Anlaşmada Ruslar Osmanlı İmparatorluğu’n-daki Ortodoksların (Ermenilerin) koruyuculuğunu üstlenmişler, buna karşılık Osmanlı padişahı da halife sıfatı ile, yitirilen Kırım topraklarındaki Müslümanların koruyuculuğunu üstlenmiştir.
Halifeliğin uluslararası bir güç kazanması emperyalist devletlerin işine gelmiş, halife aracı ile Müslüman ülkeleri etkilemek istemişlerdir. 1878 Berlin Kongresinde İngiltere Halifelik sorununu kaşımaya başlamış, Osmanlı yerine Araplardan bir halife olması gerektiğini ileri sürmüştür.
1. Dünya Paylaşım Savaşı’nda Almanya’nın Osmanlı ile ittifak yapmasında halifeliğin etkisi olmuştur. Halife – Sultan Reşat, 1. Dünya Paylaşım Savaşı’nın başlangıcında (14 Kasım 1914’te) Almanya’nın zorlaması ile “kutsal cihat” ilan etmiş, sömürgelerdeki Müslümanların, uyruğunda bulundukları İngiliz, Fransız ve Ruslara karşı ayaklanmalarını, Osmanlı ordusu ile savaşmamalarını istemiştir. Buna karşın İngiliz ve Fransız ordularındaki Müslümanlar halifeyi dinlememiş, dindaşları Osmanlı askerlerine karşı savaşmışlardır. Mekke Şerifi Hüseyin önderliğindeki Müslüman Araplar Halife’nin cihat çağrısına karşın Osmanlı’ya ayaklanmışlardır. Bu olaylar halifeliğin İslam dünyasında saygınlığının kalmadığını göstermiştir.
Kurtuluş Savaşında Padişah-halife Vahdettin, işgalci Hıristiyan devletlerle işbirliği yapmış, Kuvva-yı Milliye’ye karşı İngiliz desteği ile kurduğu Kuvva-yı İnzibatiye birliklerini (Hilafet Ordusu) göndermiştir. Halife-Padişahın milli mücadele önderlerini hain ilan ettiği fetvaları (dinsel bildirileri) Anadolu’ya İngiliz uçakları ile atılmıştır. Halife-padişah başta Mustafa Kemal olmak üzere Kurtuluş Savaşı önderlerini idama mahkum etmiştir. Vahdettin Osmanlı İmparatorluğu’nun Hıristiyan devletlerce parçalanmasını öngören Sevr Andlaşmasını kabul etmiştir. Sonunda Vahdettin, “Müslümanların Halifesi” sıfatı ile işgalci Hıristiyan İngiltere’ye sığınarak ülkeden kaçmıştır
(17 Kasım 1922).
Kurtuluş savaşımızın önderleri halifelikten güç almamışlar, tam tersine direnç görmüşlerdir. İsmet İnönü 3 Mart 1924 günkü konuşmasında mücadeleler sırasında halifelik makamına dayanan herhangi bir güç almadık, tam tersine kötü etkilerini gördük. Halife düşmanımızdır’ dedik” diyerek bu gerçeği ifade etmiştir. [2]
Halifelik Niçin Kaldırıldı?
- Ulusal egemenliğe dayalı çağdaş, laik bir ülkede halifelik gibi ortaçağ kurumuna yer yoktu.
- Halife-Sultan Kurtuluş Savaşı’na ve önderlerine karşı çıkmış, Hıristiyan emperyalist işgalcilerle işbirliği yapmıştı. Cumhuriyet bu ihaneti kabul etmemiş, halifeliği kaldırmıştır.
- Egemenlik ulusa geçtiğine göre, ulusun egemenliğini halife ile paylaşması “egemenliğin bölünmezliği” ilkesine aykırı idi.
- Halifelik tarih boyunca İslam dünyasını birleştirmemiş, tam tersine bölmüştü.
- Halifeliğin İslam dünyasında saygınlığı kalmamıştı.
- 1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırılıp halifelik Osmanlı hanedanında bırakılınca cumhuriyet karşıtları halifelik makamını Osmanlı’yı yeniden canlandırmak için bir olanak olarak gördüler ve halife çevresinde toplanmaya başladılar. Bu durum genç Türkiye Cumhuriyeti’ne bir tehdit idi.
- 3 Mart 1924’te kabul edilen bir yasayla Şer’iye ve Evkaf Vekaleti (Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı) kaldırılmış, yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştu. İslam’ın tapınma ilgili işleri Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilmiş, devlet yönetimi ile ilgili konuları da TBMM’de olduğundan halifeliğe gerek kalmamıştı.
- Halife’nin tüm Müslümanların önderi olma savı, Müslümanların yaşadığı emperyalistlerin sömürgesi devletlerle (Örn. Hindistan) ilişkilerimize zarar vermekte idi. Halife o ülkelerdeki Müslümanların dinsel önderi olunca, o ülkeyi yöneten sömürgeci devletin (Ör. Hindistan’ı yöneten İngiltere’nin) de bizim içişlerimize karışmasına ortam hazırlıyordu.
Halifelik Nasıl Kaldırıldı?
Büyük devrimci Atatürk, yaptığı her devrimi adım adım, yeri ve zamanı geldikçe gerçekleştirmiştir. Halifeliğin kaldırılması da böyle olmuştur. İlk aşamada büyük utkudan (zaferden) sonra kurulacak barış masasına (Lozan Konferansına) TBMM hükümeti ile birlikte Osmanlı hükümetinin de çağrılması üzerine “Türkiye’yi ancak TBMM hükümeti temsil eder” diyerek 1 Kasım 1922’de saltanatla halifeliği ayırmış, saltanatı kaldırmış, ama o aşamada halifeliğe dokunmamış, halife olarak Osmanlı hanedanından Abdülmecit Efendi TBMM tarafından seçilmiştir.
İkinci aşama halefliğin de kaldırılmasıdır. Bu olayı çabuklaştıran ve gerekli kılan olaylar, son halife Abdülmecit’in hatalı davranışlarından kaynaklanmıştır. Abdülmecit’in, kendisini padişah gibi görmeye başlaması, gösterişli cuma selamlıkları, Fatih Sultan Mehmet gibi sarık takması, yabancı temsilcilerle görüşmesi, halifelik bütçesinin artırılmasını istemesi gibi davranışları Cumhuriyet hükümetini rahatsız ediyordu.
Başlangıçta Atatürk ile birlikte olanlardan Rauf Orbay, Dr. Adnan Adıvar, Ali Fuat Cebesoy,
Refet Bele gibi kişilerin İstanbul’daki Halifeyi ziyaret etmeleri bu rahatsızlığı artırıyordu.
15 Kasım 1923’te Afyon Mebusu Hoca Şükrü Efendi’nin yayınladığı bir kitapçık halifelik makamını savunuyordu. Buna göre “Halife Meclisin, Meclis halifenin idi” “TBMM, halifenin danışma organı olmalı idi”. “Halife, Meclisin de, hükümetin de başı idi”.[3] Bu tür karşı devrim girişimlerine izin verilemezdi.
Hindistan’daki İsmailiye mezhebinin lideri Ağa Han ve İngiltere Kralının danışmanı(!) Emir Ali’nin
Başbakan İsmet İnönü’ye yazdıkları ve halifenin siyasal durumunun korunmasını istedikleri mektubun İnönü’ye ulaşmadan kimi İstanbul gazetelerinde yayınlanması süreci hızlandırdı.[4]
Halife Abdülmecit 22 Ocak 1924 tarihli mektubunda, İstanbul’a giden TBMM hükümeti yetkililerinin kendisi ile ilişki kurmamasından yakınarak, Ankara’da bir temsilci bulundurmasını veya hükümetin Halife nezdinde bir temsilci göndermesini ve hazinesinin artırılmasını istemişti.
O sırada harp oyunları için İzmir’de bulunan Atatürk’ün bu mektuba cevabı sert ve kesindi:
“Halife kendisini dışlanmış hissediyorsa bu kendi davranışlarından doğmaktadır.
Hilafet makamının ne dinen ne siyaseten hiçbir anlamı ve varlık nedeni yoktur.
Ankara’ya temsilci göndermeye kalkışması, cumhuriyet hükümeti ile karşı karşıya vaziyet alması demektir. Buna yetkili değildir.
Hilafetin hazinesi yoktur ve olamaz. Maksat lüks yaşam ve gösteriş değil insanca yaşam ve temel gereksinimlerin sağlanmasından ibarettir (oluşmaktadır) ”[5]
Atatürk Nutuk’ta “hilafetin kaldırılması zamanının geldiğine İzmir’de iken karar vermiştim.” demektedir.[6] Atatürk, 23 Şubat 1924 günü İzmir’den Ankara’ya döner ve bu kararını arkadaşlarına bildirir.
Konu 2 Mart’ta Halk Partisi grubunda görüşülür. 3 Mart’ta Şeyh Saffet Efendi ve elli arkadaşı “halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı hanedanı mensuplarının yurt dışına çıkartılması” ile ilgili bir yasa önerisi sunarlar. Yasa önerisinin gerekçesinde özetle şunlar belirtilmektedir:
- Türkiye cumhuriyet içinde halifelik makamının bulunması Türkiye’yi iç ve dış politikasında
iki başlı olmaktan kurtaramadı. - Bağımsızlığında ve ulusal yaşamında ortaklık kabul etmeyen Türkiye’nin, görünüşte bile olsa ikiliğe tahammülü (dayancı)
- İmparatorluğun çöküş aracı olan hanedanın halife kisvesi altında Türkiye’nin varlığını etkileyecek bir tehlike olacağı deneyimlerle belli olmuştur.
431 sayılı yasa, 3 Mart 1924 günü TBMM’ce oybirliği ile kabul edilerek yasalaşmıştır.
431 sayılı, Halifeliğin İlgasına (kaldırılmasına) ve Hanedan-ı Osmani’nin (Osmanlı aile üyelerinin) Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine (ülkesi dışına) Çıkarılmasına İlişkin Kanuna göre:
- Halife hal edilmiştir (görevinden alınmıştır).
- Hilafet hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda (anlam ve kavramında) gerçekte mündemiç olduğundan (zaten var olduğundan), hilafet makamı mülgadır (kaldırılmıştır).
- Hanedanın bütün üyeleri ebediyen (sonsuza dek) Türkiye’de ikamet (oturmak) hakkından yoksun bırakılmıştır.
- On gün içinde ülkeyi terk edeceklerdir.
- Türk vatandaşlığını yitirmişlerdir.
- Taşınmazlarına tasarruf edemezler (taşınmaz malları ile ilgili işlem yapamazlar).
- Padişahlık yapmış olanların taşınmazları ulusa geçmiştir.
- Padişahlık sarayları, kasırları… içindeki tüm taşınmazları ulusa geçmiştir.
Sonuç ve Değerlendirme:
Halifeliğin kaldırılması ile;
- Ulusal egemenlik pekiştirilmiş, dinsel bir makam olan halifelik devlet yapılanmasından çıkartılmıştır. Laiklik ve demokratikleşme yolunda önemli bir adım atılmıştır.
- Devletin tepesindeki iki başlılık (bir yanda TBMM, öte yanda kendisini padişah gibi gören
Halife Abdülmecit) giderilmiştir. - Müslüman ülkeleri sömüren emperyalist devletlerin içişlerimize karışması önlenmiştir.
- Tutuculuğun son kalesi yıkılarak öbür devrimlerin önü açılmıştır.
- Saltanatın kaldırılması ve cumhuriyetin ilanından sonra siyasal devrimin üç ayağı tamamlanmıştır.
- Osmanlı hanedanının yurt dışına çıkartılması ile Osmanlı’yı yeniden canlandırma düşleri söndürülmüştür.
- Türkiye İslam dünyasında dinsel merkez olmaktan çıkmış, devrimlerle İslam dünyasına yeni bir örnek olmuştur.
Halifeliğin yeniden canlandırılması düşleri dünyanın gerçeklerine, anayasaya, Cumhuriyet’in kurucu değerlerine aykırı olduğu ölçüde, tarihin durdurulmaz akışına da aykırıdır.
Halifeliği geri getirme girişimlerine karşı cumhuriyet savcıları gereğini yapmalı,
toplum örgütlü demokratik tepki göstermelidir.
Kaynaklar
[1] Kenneth Pollack, The Persian Puzzle The Conflict Between Iran And America,
Random House, New York, 2004, p.11
[2] Akalın, a.g.e. s.87
[3] a.g.e. s.208
[4] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Cilt-III, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1965, s.168
[5] Bülent Tanör, Kurtuluş Kuruluş, Cumhuriyet yayınları, İstanbul, 2003, s.208
[6] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Alfa Yayınları, İstanbul, 2005, s.601