Prof.Dr.Mustafa Kaymakçı
mustafa.kaymakci68@gmail.com
Günümüzde Türkiye’deki partilerin büyük bir çoğunluğu iktidarlarını sürdürmek ya da iktidara yönelik ekonomi-politik programlarında daha eşitlikçi bir düzenin sermaye akışının başlamasıyla çözülebileceğini savlıyorlar ve işi “serbest piyasa”ya bırakmak eğilimi taşıyorlar. Aslında dünyada ve ağırlıklı olarak 1980’li yıllardan beri Türkiye’de uygulanan ekonomi-politikaları bu değil miydi? Bu politika bağlamında
– özelleştirmeler ile devletin piyasa malları üretimi,
– piyasayı düzenlemede kural koyucu işlevi
– ve sosyal devletle ilgili kamu hizmetleri
gibi başlıca üç müdahale alanından çekilmesi gerçekleştirilmedi mi? Böylelikle, tekelci sermayeye yeni kar alanları açılmadı mı? Devlet, sosyal niteliğinden uzaklaştırılarak, devlet-yurttaş ilişkisi yerine tüketici ilişkisi oluşturularak yurttaşın devletle bağı, en alt düzeye indirilmedi mi?
Geliniz, bu bağlamda dünyada neo-liberalizmin ipliğini pazara çıkaran yabancı üç filimden bir anımsatma yapalım.
Bunlardan ikisi, Yunan asıllı Fransız yönetmen Costa-Gavras’a ait.
Birincisi, 1982’de Cannes’da «Altın Palmiye Ödülü”nü, Yılmaz Güney-Şerif Gören’in “Yol” filmiyle paylaştığı “Missing / Kayıp” filmi.
Kayıp filmi, 1973´te Şili´de demokratik yollardan işbaşına gelen Salvador Allende´nin devrildiği 1973 Şili Askeri Darbesi sırasında kaybolan ABD´li gazeteci Charles Horman´ın gerçek öyküsünden uyarlanmıştı. Filmde, Amerikalı orta boy bir işadamı olan bir babanın, darbe sırasında öldürülen oğlunu arayışı anlatılır. Geniş ölçüde tutuklamaların olduğu günlerde Amerikalı yazar ve yapımcı Charles Horman evinden alınır ve ondan sonra, kendisinden haber alınamaz. Eşinin iki hafta boyunca yaptığı araştırmalar da yarar getirmez. Bunun üzerine Charles´ın babası, oğlunu aramak için ABD´den Şili´ye gelir. Baba Horman, Şili´de kaybolan oğlunu ararken Şili darbesine ilişkin birtakım ipuçları elde eder. Takip ettiği ipuçları onu, oğlu Charles’ın siyasal nedenlerle cunta tarafından ortadan kaldırıldığı sonucuna götürür. Baba, oğlunu bulmaya çalışırken, özellikle Şili’de yaşayan CIA ve iş adamları bağlantılı kendi yurttaşları tarafından da türlü güçlüklerle karşılaştırılır. Filmin en önemli vurgusu, babanın ABD Büyükelçisi ile yaptığı görüşmede şekillenir. Baba, büyükelçiye ABD’nin, darbenin neden destekleyicisi ve düzenleyicisi olduğunu sorar. Aldığı cevap kapitalizmin iç yüzünü ortaya çıkaracak şekilde çarpıcıdır. Büyükelçi, «ABD şirketlerinin çıkarları için askeri darbenin desteklenmesi gerekiyordu ve sizin varlığınız da bu darbelere borçludur” der.
‘’Le Capital/Kapital’’de ise Costa-Gavras, küresel güç odaklarının bankalarla birlikte nasıl hareket ettiğini anlatıyor. Filmde, Avrupa’nın en büyük bankasının yönetim kurulu başkanı olan Marc Tourneuil’e göre; tek patron paradır, lüks bir yaşam salt varsıllara verilmiş bir haktır. Zenginleri daha zenginleştiren, yoksulları giderek yoksullaştıran Marc kendini “Çağdaş bir Robin Hood” olarak algılar. Banka oyunlarıyla yoksullardan çalıp varsıllara verir.
Costa-Gavras, yaptığı son röportajlarından birinde de; «Kapitalizmin köleleriyiz. Kapitalizm sarsılınca bizde sarsılıyoruz. O gelişip yeni zaferler kazandıkça kutlamalar yaşıyoruz. Bu canavardan bizi kim kurtaracak? Kendi kendimizi mi özgür kılacağız? Kapitalizmin kime, nasıl yaradığını kesinlikle çözmemiz gerekiyor” demişti.
Üçüncü filim ise ; Güney Kore yapımı, Bong Joon-ho imzalı “Parazit”.
Çünkü filim, Güney Kore bağlamında yaşamakta olduğumuz sınıflı kapitalist sistemin acımasızlığını şiddet ögeleriyle yansıtıyor. Filmin konusu özetle şöyle:
Filimde üç aile var. Birinci aile, üst sınıf katmanında ve her türlü olanağa sahip Park ailesi.
Kim ailesi ise yarı bodrum sayılabilecek bir dairede yaşıyor, ana-baba, kız ve erkek çocukların düzenli bir işi ve geliri yok.
Üçüncü ailenin kadını Park ailesinin hizmetçisi, kocası da Park ailesinin bilinmeyen ininde yaşamakta olan bir düzen kaçağı.
Olaylar Kim ailesinin Park ailesinin yanına yardımcı olarak işe girmesiyle başlıyor. Burada bir üst sınıfa geçmek için Kim ailesi her türlü yalanı ve dolanı mübah (yapılmasında sakınca görülmeyen)görüyor. Çocuklar Park ailesinin öğretmen ve sanat terapisti, baba şöförü ve ana hizmetçisi oluyor.
Ancak üçüncü ailenin ortaya çıkmasıyla cinayetlere kadar uzanan olaylar başlıyor. Cinayetleri işleyen baba Kim, polisten Park ailesinin bilinmeyen ininde saklanarak kurtuluyor ve orada dünya ile ilişkisini kesiyor ve üç aile de darmadağın oluyor.
Filmin sonu ise yıllar sonra, Genç Kim’in babasını kurtarmak için o lüks evi satın alabilecek bir yaşama ulaşıp ulaşamayacağında düğümleniyor.
Filim özünde ne anlatıyor?
- “Neo-liberal sistem, egemenliğini alt sınıfları sömürmesine bağlıdır ve bu amaçla birbirlerini kırdırmaktan kaçınmaz.
- Neo-liberal sistem, sisteminin doğal ve kaçınılmaz olduğunu kabul ettirir.
- Neo-liberal sistem, “özelikle yoksul sınıfların çocuklarına çok çalışır ve iyi eğitim alırsan sınıf atlayabilirsin” umudunu pazarlar.
Yoksul sınıflar arasında da bir üst sınıfa geçmek için olağanüstü acımasız bir rekabet vardır. Bu kapsamda daha aşağıya inmeme, eldekini yitirmeme mücadelesi için hiçbir ahlaki kaygı duymayabilirler. Çevrenin düzensiz kullanımından doğan afetler bile, yoksullara başka yansır.”
Özetle “Parazit” filmi dünyaya ayna tutuyor. Filim, “Dünyada Egemen Olan Neo-liberal Kapitalist Sisteme Karşı Seçenek Nedir?” sorusunu da seyirciye bırakıyor diye düşünüyorum.
Ancak uzağa gitmeye gerek var mı? İçinde yaşamakta olan sistem bu değil mi?
Neo-liberal parti yöneticilerinin, akademisyenlerin ve karar vericilerin bu üç yabancı filmi izlemelerini öneririm. (28 Mart 2022)