Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Çağımızın genel kabul görmüş uluslarüstü hukukuna, örneğin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine göre;
- Her insan özgür doğar. Herkes yaşama hakkına, ruh ve beden bütünlüğüne sahiptir.
- Hiç kimseye işkence edilemez. Beden Bütünlüğünü bozan cezalar verilemez.
- İnsanlar köle değildir. Alınıp satılamaz. İnsan bedeni mülkiyet konusu olamaz.
- İnsan insanın malı, eşyası ve mülkü değildir.
İnsan bedeni salt biyolojik bir varlık değil aynı zamanda hukuksal bir varlıktır. Mülkiyeti yalnızca taşıyıcısına aittir. Başkasının mülkiyetine konu olamaz ve başkasının saldırılarına kapalıdır. Kölelik ve cariyelik bitmiştir. Bu durum özellikle kadınlar açısından daha çok önem taşır.
Hukuk kurumunun ayrımsız olarak insanları hem devlet ve devlet organlarının haksız uygulamalarından hem de başka bireylerin haksız fiil ve saldırılarından etkin bir biçimde koruması gerekir. Çağdaş devlet ve çağdaş toplum bunu gerektirir. İnsanların, ırk, renk, cinsiyet…gibi doğuştan gelen özelliklerini öne çıkararak toplumsal dışlama konusu yapmak biyolojik ırkçılıktır ve ilkel bir davranış olarak görülmektedir.
Kadınlara karşı, cinsiyet farklılığına dayanarak, çeşitli onur kırıcı haksız fiiller yaratan ve hatta sıklıkla cinayetlerle sonuçlanan ahlak ve hukuk dışı davranışların failleri olan bireyler, çoğu zaman eş, koca, kardeş, evlat, baba, akraba, komşu, arkadaş, sevgili ya da rastgele erkeklerdir.
Çok az da olsa bazen kadından erkeğe yönelen şiddet ve öldürmeler ise, çoğu zaman çaresizlikten doğan, daha çok öz savunma (nefsi müdafa) biçimde olmaktadır ancak suçtur.
Çağımızda ekonomileri, sosyal yapıları, demokrasileri hukuksal donanımları ve kültürel düzenleri yeterince gelişememiş ve özellikle de kadına ve kadın bedenine bakışları sorunlu olan ülkelerdeki insan hakları ihlalleri (AS: çiğnemleri), bu yanlış ve geri kalmış yapılardan beslenerek kadına şiddete ve kadın cinayetlerine neden olmaktadır. Başka bir söyleyişle kadın cinayetlerinin yaygınlığı ekonomik, hukuksa ve sosyo-kültürel geri kalmışlığın bir yan ürünüdür.
Erkek egemenliğini pekiştiren cinsiyet ayrımcılığına dayalı eğitim ve öğretim programları ve genelde erkekler tarafından ve erkek bakış açılarına göre yorumlanan dinsel ve ahlak öğretileri kadınların toplumda ve ailedeki yerleri ve konumlarına olumsuz etkiler yapmaktadır.
Yeterince gelişememiş, feodal, geleneksel ve teokratik yapıların egemen olduğu toplumlarda kadın bedeni üzerinde biyolojik ve sosyo-kültürel iktidar kurmanın yaygınlığı, erkek şiddetinin toplumca ve hatta yargı organlarınca daha toleranslı (AS: hoşgörülü) karşılanması, erkek şiddetinin kimi kadınlarca bile olağan karşılanması, kendi hak ve hukukuna sahip çıkan kadın tutumlarının bir ölçüde de olsa yadırganmasına neden olabilmektedir.
Herkesin yanlış davrandığı, yanlışın doğru kabul edildiği bir toplumda doğru örnekler kabul görmez olmaktadır. Koca, kardeş, baba, arkadaş, sevgili… gibi kimi yarı cahil ve cahil erkek grupların kadınların da, tıpkı erkekler gibi, kendi haklarına eşit derecede sahip bir insan oldukları kanısına ulaşamadıklarını gözlemlemek zor değildir.
Son söz :
İnsanlığa ve yaşama hakkına saygı kadına saygı ile başlar. Kadınlar toplumun en az yarısıdır. Kadın haklarının ihlali (AS: çiğnemi) toplumun yarısının hukukunun çiğnenmesi demektir.
Çağın evrensel değerleri ile bütünleşmeyen feodal ve geleneksel değerleri milli kültür (AS: ulusal ekin) sanmak hukuksal, kültürel ve sosyal değişimlere sırt çevirmek, sosyolojik olarak akılcı ve doğru değildir. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesinin iptali yerinde, tutarlı ve hukuka uygun olmamıştır. Düzeltilmesi gerekir.
Her sözcüğü GÜNCEL, MUHTEŞEM VE MÜKEMMEL bir analiz ve sentez. Ünlü ve üstün yapanı ve yazanı sevgili hocamız Prof. ÇİVİ’ye ve seçkin ve saygın geliştiricisi ve yayıncısı sevgili hocamız Prof. SALTIK’a ben Gönül’den özel tebrikler, teşekkürler, selamlar, saygılar, en iyi dilekler, başarılar ve konuyla ilgili bir adak :
YÜCE BİR MUCİZE VE HER KÜÇÜK VE BÜYÜK MELEĞİ KORUMAK GÖREVİ
O,en güzeller güzeli bir tenle tüllenmiş
Ve tam muhteşem bir bedene gizlenmiş
En büyük ve en gizli bir bilmece
Ve yüce ve en gizemli bir mucize.
O, bütün dünya kızlarına ve kadınlarına özgü
Ve tüm genç ve yaşlı erkeklere yüce bir büyü.
O, en mahrem ve çok özel
Ve en kişisel ve pek öznel.
O,en albenili ve etkileyici
Ve en tam ve yüce çekici.
O,en özlenen ve gözlenen
Ve en beklenen ve istenen.
O,en hassas ve duyarlı
Ve en hareketli ve sırlı.
O,en sesli ve sessiz
Ve en pak ve temiz.
O,en hisli ve bilgili
Ve en güzel ve içli.
O,tam bilge ve bilgin
Ve evrensel bir bilim.
O,en özlü ve özgün
Ve en ulu ve üstün.
O,en deha bir düşünür
Ve en modern örtünür.
O,en doyan ve doyuran
Ve en güzel adı taşıyan.
O,en etkileyen ve gurur veren
Ve en onur duyarak etkilenen.
O,en tapılan ve tapılmayı hak eden
Ve uğruna ölümlere gidilip gelinen.
O,en simgesel ve gururlu
Ve en imgesel ve onurlu.
O,en eşsiz,eşli,emsalsiz ve nadir
Ve en rakipsiz ve her şeye kadir.
O,en sevilen
Ve en seven.
O,en umutlu bir yaşam sunan
Ve herkesi ve herşeyi yaratan.
O,en tatlı,hoş ve sabırlı
Ve en yapıcı ve yaratıcı.
O’nun uğrunda hep kulköle olunur
Ve adına ve anısına anıtlar kurulur.
O,yıllarca her ay birkaç çok özel günler yaşar.
Bu kutsal günlerinde O,en tatlı hayaller kurar.
Ve bazen neş’eyle dolu bazen hüzünlüdür,
Fakat hep yeni bir mutlu dönemi düşünür.
O,dünyada en ezeli ve ebedi bir fenomen
Ve en empatik,sevgili ve sempatik özlem.
O’nunla ve O’nda olmak tam ve tüm bir mut
O’ nunla uyumak ve uyanmak gerçek bir kut.
O,en ilahi, temiz ve insani suları içmeyi özler.
O, bu suları sunacak sevgilinin yolunu gözler.
Tüm genç ve yaşlı erkekler O’nun önünde sevgiyle diz çökerler
Ve O’nunla ve O’nda olmak için gece gündüz hep dil dökerler.
Onlar,O’na ölesiye taparlar
Ve ipekli döşekler yaparlar.
O’na tüm varlıklarını adar ve verirler
Ve O’nda en kor olur,yanar ve erirler.
O, en uzun bir yaşam boyu sevmeyi ve sevilmeyi bekler,
O,bütün günlerde ve gecelerde öpüşüp sevişmeyi düşler.
O,her gün,her hafta,her ay en ulu bir göreve hazırlanır.
Bu görevi başaramadığı zamanlar ölümüne kahırlanır.
O,yeniden en kutsal ve ulu sularla sulanır
Ve en yüce ve ilahi hücrelerle tohumlanır.
Bu en mutlu günde ve gecede,O, mavi göklere kanat açar.
Ve erkeğine sevgisini ve saygısını milyonlarca kez katlar.
Sonra yeni ve hep en mutlu uyumlara ve doyumlara koşar
Koşturur,tekrar kavuştuğu huzur ve umudla mutlu yaşar.
Bir başka en uyumlu ve doyumlu bir anda utkusuna ulaşır
Ve en minnacık fakat ulu,masum ve mazlum bir canı taşır.
O, böylece en yeni bir ulu yaşama odaklanır.
Ve tam dokuz ay her gün göklere kanatlanır.
O, ulu ve kutsal gün ve saat gelince doğurur
Ve artık tüm dünyalar, O’nda ve O’nun olur.
O,şimdi erkeği ve bütün sevenlerince kutlanır
Ve ulu Tanrı ve melekler tarafından kutsanır.
O,şimdi bebeğine çok sevdiği bir ad bulur,
Ve çok mutlu bir üçlü yaşama at koşturur.
Tek sözle O, en ilahi ve insani candır
Ve en içten bir sevgiye layık canandır.
O’na ihanet ve melanet en günah ve çok vahimdir.
O’na yüce Tanrı’nın verdiği en kutsal ad,rahimdir.
O’na ve O’nun ulu sahibi meleklere yapılan ve yapılacak,
Her açık ve gizli,özel ve tüzel baskı ve saldırı barbarlıktır.
O’nu ve O’nun ezeli ve ebedi en yüce görevini karalamak,
Bir tek an bile bağışlanmaz bir suç, günah ve gaddarlıktır.
O’nu ve O’nun ezeli ve ebedi sahibi her küçük ve büyük meleği,
En derin bir saygı, sevgi, özen, kaygı, minnet ve şükran duyarak,
Anmak, anımsamak, kutlamak, kutsamak, kollamak ve korumak,
En kutsal bir insanlık,yurttaşlık,hukuk,adalet,ahlak,fazilet görevi.
Gönül Pınar Atacı, 5.Eylül.2019 – 23.Aralık.2021