ADD Bandırma Şube Başkanı Melih Çınar’ın Önemli Konuşması


ADD Bandırma Şube Başkanı Melih Çınar’ın Önemli Konuşması

Dostlar,

ADD Bilim Danışma Kurulu Başkanı Sayın Prof. Ali Ercan kısa bir ileti yolladı.
Onu aşağıda sunacağız. Ekinde bir konuşma metni var..

Kadim dostumuz, ADD Bandırma Şubesi Kurucu Başkanı ve 20 yılı aşkın süredir de kesintisiz seçimle gelen başkanı Sayın Melih Çınar‘ın konuşma metni..

ADD’nin 11 Şubat’ta yapılan toplantısında yapılan bir konuşma..
Biz ADD Çankaya Şubesi’nin seçilmiş delegesi olmamıza karşın bu toplantıya çağrılmadık,
hiç haberimiz olmadı.. (Herhalde Tüzük gereği katılmamız gerekmeyen bir toplantıdır..??)

Bu yüzden, geç de olsa o başarılı konuşma metnini yeni paylaşabiliyoruz :

Sayın Ercan’a da, Sn. Melih Çınar’a da teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygıyla.
12.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

=================================

Melih_Cinar_Bandirma_ADD_Bsk.

 

 

 

 

Değerli arkadaşlar,

ADD Bandırma Şube Başkanımız Sayın Melih Çınar’ın 22 Şubat 2015 günü
11. Olağan Genel Kurul konuşmasını sizlerle paylaşıyorum.
Bir bakıma Tarihe not düşen bu kısa konuşma metni uyarıcı olduğu kadar da öğreticidir.

Sevgilerimle. Æ
12.3.2015

***
Saygıdeğer Ülküdaşlarım,

Sizleri şahsım ve yönetim kurulumuz adına saygı ile selamlıyorum.
11. Olağan Genel Kurulumuzun başarıyla geçmesini diliyorum.

Sizle ülkemizin son yılları içinde küçük bir gezinti yapalım istiyorum.
Biliyorsunuz, AKP 2001 yılında kuruldu ve 2002 yılı 3 Kasım’ında iktidara geldi.
Bir partinin kurulduktan sonra bir yıl içinde iktidara gelmesi görülmüş bir şey değildir.
Arkadaki güçler çok çabuk açığa çıktı.
Recep Tayyip‘in seçilme hakkı olmamasına karşın başta İngiltere ve Fransa olmak üzere
AB ve ABD’nin olağanüstü ilgisine mazhar oldu. Hiçbir yetkisi olmadığı halde bu ülkelerde kezlerce resmi kimliği varmış gibi karşılandı.

Sonra birileri birilerinin kulağına bir şeyler fısıldadı, yasa değişikliğiyle seçilme hakkı elde etti. Bu yetmiyormuş gibi Siirt seçimleri iptal edilerek seçim yasasına aykırı olarak aday gösterildi ve Meclise girdi. İçteki ve dıştaki Cumhuriyet yıkıcıları statükoya karşı “ileri demokrasi” (!) söylemiyle harekete geçti. Halk, satılık liboşlar ve irtica artıklarının saldırıları altında
adeta hipnotize olmuştu. Bizi şaşırtan Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olduğu halde,
siyasal partilerin, yargının, Ordu’nun, üniversitelerin, baroların, sivil toplum örgütlerinin
ve sendikaların suskunluğu, Ülkenin geleceğini görememeleri idi.

Oysa biz bu ekibin ne olduğunu biliyorduk. Bu siyasal anlayışa karşı, ülkemizde ilk başkaldırıyı Şubemiz yaptı. Bunlar henüz iktidarda on beş aylık iken, 14 Şubat 2004’te
Ulusal Uyanış Mitingi yaptık. Marmara ve Ege bölgelerindeki ADD şubelerini çağırdık.
Çağrı metnimiz şöyle başlıyordu:

  • “Bütün Yurtseverlere, Atatürkçü Düşünce Derneği sayın şube başkanları, yönetim kurulu ve üyelerine,

Ülkemiz bir karşı devrim süreci yaşıyor. 3 Kasım 2002 seçimleriyle iktidara gelenler Avrupa Birliği kalkanı arkasında pervasızca Cumhuriyete karşı eyleme geçmiş bulunmaktadırlar. Ulusalcılığa karşı ümmetçiliği savunan bu yönetim, Devletin bütün kadrolarını ele geçirme peşindedir. Bütün bakanlıklarda en alt kademeye dek on binlerce, hatta yüz binlerce kadroyu kendi yandaşları ile doldururken, dokunulmazlık rafa kaldırılmış, kişiler için yasalar çıkarılmış, onları denetleyecek yargı oyun içinde oyun ile töhmet altına sokulmak istenmiştir. Avrupa Birliği hevesi ve yutturmacası içinde;

*Annan Planı ile Kıbrıs elden çıkarılmak istenmekte.
*Ege Yunan gölü haline getirilmek istenmekte,
*Dış borç sürekli artmakta,
*Fener Rum Patrikhanesine Vatikan usulü statü verilmek istenmekte,
*Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurulması işlerlik kazanmakta,
*Karadeniz’de Rum Pontus hayali canlandırılmakta,
*Ekonomi IMF dümen suyunda teslimiyetçi bir çizgi izlemekte,
*Tarımımız öldürülmekte…
*Petkim, Tüpraş, Tekel, Türk Telekom gibi ulusal stratejik KİT’ler
çok uluslu şirketler (ÇUŞ) yararına yok pahasına satılmaktadır…”

Aradan bir süre geçti. Bir sabah duyduk ki; ADD Genel Başkanı Em. Org.Şener Eruygur ile emekli 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon tutuklanmışlar.

Biz darbe heveslisi değiliz; Darbelerden en çok zarar görenleriz. İşte 12 Eylül 1980 darbesi gözümüzün önünde. Ama maksat başka, maksadın arkasını görmek gerek.
Bu komutanların tutuklanması 2 veya 3 Haziran 2008’de oldu,
ben 18 Temmuz 2008’de Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’a mektup yazdım

“Sayın İlker Başbuğ,
Orgeneral
Kara Kuvvetleri Komutanı

Sayın Komutanım,

İçim acıyor…
Yurdumuzu hayasızca işgale kalkan, yaşlı- genç insanlarımızı öldürüp, çocuklarımızı süngüleyen, kadınlarımızın ırzına geçip köylerimizi, kentlerimizi yıkan Yunan ordusu
bozguna uğrayıp komutanları Trikopis tutsak edilince yüce Atatürk tarafından teselli edildi, konuk işlemi gördü. Oysa yaşamları boyunca ülkesine onurla hizmet veren görevi vatan savunması olan Atatürk Ordusunun iki şerefli komutanı F tipi cezaevinde bölücülerle, soyguncularla, çetelerle aynı çatı altında tutuklu bulunuyor. Tutuksuz yargılanırlarsa birtakım soysuzun dediği gibi darbe mi yapacaklar, yoksa kaçacaklar mı? Cumhuriyete,
Cumhuriyeti ve Aydınlanmayı savunanlara karşı bu ne kin;
düşmandan daha düşmanca davranış? Demokrasi, özgürlük, insan hakları insanlığın
en kutsal kavramlarıdır. Ne var ki, Türkiye’de kim bu kavramların arkasına gizleniyorsa
bilin ki ülke aleyhine bir pislik vardır.

İçim acıyor …
En derin saygılarımla.”

***

Arkadan nelerin geldiğini, aydınlarımızın, bilim adamlarımızın, gazetecilerin ve en önemlisi ülkemizin karada – havada – denizde savunmasını yapacak olan Ordumuzun başına neler geldiğini gördük. Bakın Dr. Erdal Atabek bir yazısında neler diyor:

“ÖN GÖRÜ MÜ? SON GÖRÜ MÜ?”

“Böyle olacağı hiç aklıma gelmemişti”.
“Nasıl oldu ben de anlayamadım”.
“Daha önce böyle bir şey olmamıştı. Olmazdı da bize rastladı, şans işte.”

Bu tür sözleri duyduğum zaman bizim kültürümüzün ne denli “son görü kültürü” olduğunu düşünürüm. “Son görü” sözcüğünü, -sonradan görebilmek- anlamında kullanıyorum. “Aklı başına iş işten geçtikten sonra, geç gelmek” de denebilir.

Saygıdeğer ülküdaşlarım;
Kurucu irade Türkiye Cumhuriyetini

– akıl ve bilim temelinde,
– tam bağımsız,
– ulusal / üniter,
– laik ve demokratik bir hukuk devleti

olarak kabul etmiştir. Tam bağımsızlık kime yarar, kimin işine gelmez?
Ulusal ve tekil (üniter )yapı kime yarar, kimin işine gelmez?
Laik, demokratik hukuk devleti kimin işine gelir, kimin işine gelmez?

Cumhuriyetin temel ilkelerine (6 OK!) gelince;

1. CUMHURİYETÇİLİK insanlığın bulduğu en son rejimdir.
2. LAİKLİK çağdaş toplumun, Demokrasinin olmazsa olmazıdır.
3. MİLLİYETÇİLİK Yurt sevgisini, yer altı ve yer üstü zenginliklerini kendi ulusu için kullanmayı,
4. HALKÇILIK sınıfsız, ayrıcalıksız toplumu hedefler.
5. DEVRİMCİLİK sürekli gelişmeyi,
6. DEVLETÇİLİK ise halkı liberalizmin acımasızlığından korumayı,
özel girişimin başaramadığını devletin yapması gerektiğini, planlı ekonomiyi öngörür.

Bunların hangisi “statükoculuk” tur? “Bilimi rehber alan Ulus-Devlet anlayışı” şeklinde
kısaca tanımlayabileceğimiz Atatürkçülük ve Cumhuriyet devrimi, bir çağdaşlaşma modeli,
bir aydınlanma tasarımıdır.

“Aydınlanma nedir?” diye sorarsanız;

“AYDINLAMA Aklın inançtan, bilimin dinden özgürleşmesidir.”

Peki biz aydınlanmayı bu anlamda gerçekleştirebildik mi?
Bilimi dinden, aklı inançtan ayırabildik mi? Cumhuriyet bunu yaratabilmek için yola çıkmıştı. Oysa bugün gelinen noktaya bakın. Akıl kör inancın batağında çırpınmaktadır.

“Profesör” sanı taşıyan bir politikacı önce 4+4+4 uygulaması için çırpınmış,
kavga ile TBMM Komisyonundan geçirmiş ve ödül olarak Bakan olmuş,
şimdi de minicik yavruların beyinlerini dıştan tesettürle ile içten hurafelerle karartmaktadır.

Saygıdeğer arkadaşlarım,

Bizim A Partisi, B Partisi ile işimiz yok.
– Biz her şeyden önce, Laik Cumhuriyetin yıkıcılarına karşıyız.
– Biz halkımızı Ortaçağın kör karanlığına itenlere karşıyız.
– Biz devletimizin adından “T.C.”yi kaldıranlara karşıyız.
– Biz tekil (üniter) yapımızı bozmaya kalkanlara karşıyız.
– Biz ulusal bütünlüğümüzü hedef alanlara karşıyız.
– Biz güney doğuyu elden çıkarmak isteyenlere, Ege’deki adalarımızı Yunan’a verenlere karşıyız.
– Biz Atatürk heykellerini yıkıp, İskilipli Atıf Hoca’ların, Şeyh Said’lerin heykellerini dikenlere karşıyız.
– Biz KİT’lerin satılmasına karşıyız.
– Biz yasama, yürütme ve yargı erklerinin tek elde toplanmasına, diktatörlüğe karşıyız.
– Biz Yüce ATATÜRK‘ün ““yurtta barış, dünyada barış” ilkesinden uzaklaşıp etrafımızın düşmanlarla çevrilmesine karşıyız.
– Biz rüşvete, hırsızlığa, yolsuzluğa karşıyız.
– Biz ülkemizin aşırı borçlandırılıp, geleceğimizin ipotek altına alınmasına karşıyız.
– Biz polis devleti oluşturulup Berkin’lerin – Ali İhsan Korkmaz’ların öldürülmelerine karşıyız.
– Biz ancak düşmanlarımızın yapabileceği, ulusal  bütünlüğümüzü parçalayıcı, ayrıştırıcı, kitleleri birbirine düşman edici politikalara karşıyız.

Evet, sevgili arkadaşlarım,

Söylenecek çok şey var. Ama konuşmayı bir kenara bırakalım, zaman konuşmak zamanı değil birleşmek, birlik olmak ve gücümüzü ortaya koymak zamanıdır.
Çünkü biz Vatanı satıp, İngiliz donanmasıyla kaçanların değil,
Bandırma Vapuruyla yola çıkıp, Laik Türkiye Cumhuriyetini kuranların torunlarıyız.

Melih Çınar
ADDBandırma Şube Başkanı
11 Şubat 2015, ADD Kurutayı, Ankara

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir