HALK AYAKLANMASININ SOSYAL PSİKOLOJİK İRDELEMESİ


SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMLERİ, KOLLUK VAHŞETİ ve R.T. ERDOĞAN ÜZERİNDEN;
HALK AYAKLANMASININ SOSYAL PSİKOLOJİK İRDELEMESİ


Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim – Danışma Kurulu
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net

“Sessiz Çığlık” eyleminde bu Cumartesi de katıldık.
Kitle sayısal olarak önceki haftadan daha küçüktü.
Ankara tatile çıkıyor galiba.. diye düşündük. Ama tekerlekli sandalyesinde bir kadın da oradaydı! Hasdal’da, Hadımköy’de, Maltepe’de, Silivri’de, Sincan’da… zindanlarda tutsak ya da rehin alınan asker – sivil yurttaşların yakınları idi gene bir avuç..

Ellerinde “sevdiceklerinin” fotoğrafları vardı.. Yer yer kollarının var gücüyle
yukarı kaldırıyor, yorulunca da sıkı sıkı göğüslerine bastırarak tutuyorlardı.

Kadınlar, ağızları bağlı örgü örüyorlardı. Hava çok sıcaktı..

Bir gezgin (mobil) sesbüyütürden (hoparlör) marşlar çalınıyordu..
Güzelim Harbiye Marşı da!
Basın olarak Ulusal Kanal ve Başkent TV dışında mikrofon görmedik
ama en az 5-6 kamera üçayaklarının (tripod) üzerinde çekim yapmaktaydı.

Geçen hafta, birşeyler söylemek istediğimizi düzenleyiciye belirtmiştik. O hafta tümüyle
“sessiz çığlık” idi yapılan.. Ağızlar bağlı, kadınlar eşlerine çorap – hırka vb. örüyor;
fotoğraf ve posterler de zaten dilsiz..

Siyasal iktidar belki bu “dil” den anlardı !? Ama olumlu gelişen bir şey olmuyordu..

Bu hafta ilk sözü, Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüz aldılar. Bırakalım hukukun özünü, yani her somut olayda gerektiğinde hukuk yaratarak adaleti gerçekleştirmeyi; apaçık, net, pozitif hukuk kurallarının (normlarının) bile nasıl ayaklar altına alındığından örnekler verdi. Uluslararası normların da.. Dehşet verici bir tablo idi. Çünkü Hukuk içinde kalarak hak arama ve adaletsizliği dışlama (bertaraf etme) olanağı kalmamıştı.. Peki ne yapılacaktı?

Karşımızda hukuku pervasızca çiğneyen, yargıyı büyük ölçüde siyasallaştırmış bir iktidar vardı. Nasıl savaşım verilecekti? Silahlar denk değildi.. Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüz’ü dinlerken kafamızda bu acı çağrışımlar dolaşmaktaydı.

**************
Mikrofon bize uzatıldığında aşağı – yukarı şunları söyledik (yazarken eklemeler yaptık) :

Ülkemizin değişik zindanlarında yıllardır tutsak / rehin alınan asker – sivil yurttaşlarımızı
saygı ve sevgi ile selamlıyoruz. Verdikleri ulusal dava savaşımının (mücadelesinin) ortaklarıyız. Bu günler de elbet bitecektir. Onurlu ve dik duruşları nedeniyle onlarla övünüyoruz..

Biz bu gün burada salt bilimsel bir değerlendirme yapacağız. 40 yılı aşan tıp birikimimizi
öne çıkaracağız. Politik söylemler iktidarı çok rahatsız ediyor. Belki bilimsel gerçekler işe yarar??

Pekii.. Bir canlı, bir toplum neden ÇIĞLIK atar?

Tehlikede olduğunu, yardıma gereksinimi olduğunu başkalarına duyurmak için..
Bu davranışın Tıpta, Psiko-biyolojide karşılığı, Hans Selye’nin STRES KURAMI’dır.
Canlılar strese sokulduklarında ÇIĞLIK atarlar. Bu çığlık doğası gereği seslidir ve hatta olabildiğince yüksek şiddette (dBA) ve tizdir ki, duyulma olasılığı artsın.

Ne var ki, 1 yıla varan süredir bu eylemler SESSİZ ÇIĞLIK olarak yürütülüyor.
Hem çığlık atılacak hem de bu eylem, doğasına aykırı olarak SESSİZ olacak!
Aşkolsun bu halka, helal olsun bu insanların sabır, olgunluk ve yaratıcılıklarına!
Ancak bu sessiz çığlıkları da duyan yok! Oysa seslisinden etkili olur diye umulmuştu!

Çare neydi? Çare, hükümeti rahatsız edecek eylemlerde.. Bu belirlemenin de payı
olsa gerek ki, 1 aydır bu kez “İNTİFADA” (sesli mi sesli çığlık!) sergilenmekte.
İşte bu tablo siyasal iktidarı epey ürküttü ve o ölçüde de orantısız şiddet hatta vahşet kullanmaya başladı.

Oysa sağduyu, bu insanların ne dertleri olduğunu anlamaya çalışmayı gerektiriyordu.
Ardından da demokratik uzlaşma kültürünün gereği olarak istemleri olabildiğince,
hukuk içinde karşılamak..

Ne ki, tam tersini gözlüyoruz.. Gittikçe artan kolluk şiddeti..
Bu bir kısır döngüdür ve Sistem Kuramı’na göre yıkım doğurur.
Yıkılacak olan Halk değilse kimdir? Elbette siyasal iktidardır!

  • 5 insanımız öldü! 13 insan gözünü yitirdi, çok sayıda insanın yüzünde sabit izler kalacak (Adli tıp deyimi ile Çehrede sabit eser).. 60 dolayında ağır yaralı var. Kafatası kırılanlar, kaburgaları kırılanlar, halen yoğun bakımda olanlar.. 8 bini aşkın resmi kayıtlı yaralı var..
  • Bir de milyonlarca gönlü kırıklar.. Yani psişik travma alanlar ki; olumsuz etkileri bırakın yaşam boyu sürmeyi, kuşaklar boyunca aktarılabilecek olanlar.. Özellikle can yitikleri!

Ne oluyoruz?? Ülkede iç savaş mı var??

Ve araçlarını bu denli ölçüsüz, orantısız, hukuk dışı ve yaralama – öldürme erekli kullanan polise parasal ödül (Osmanlı Ulufesi?) 2 anlama gelebilir :
Ya açık bir psikolojik savaş ya da tam bir düşünsel karmaşa – şaşkınlık (mental konfüzyon)! İki seçenek de birbirinden sakıncalı AKP yönetimi ve ülkemiz için.

Çok talihsiz bir saptama ki, ülkenin tepe yöneticisi “kör gözüm parmağına” tutumu içinde. Hem de inatla, gözü kara biçimde.. Kolluk tek tutamağı gibi, tek koruyucusu gibi, öylesine bir algı içinde. Halkının en az yarısını kendisine “düşman” görmekte. Oysa demokraside ötekileştirme yoktur, çoğunluk baskısı olamaz, çoğulculuk temeldir. En az sayıdaki insanların bile hakları korunur. İktidarınız değil %50 (ki gerçekte matematiksel olarak hiç %50 olmadığı gibi halen çok daha düşük, AKP azınlık iktidarı!), % 80 bile olsa, mutlak sınırlarınız vardır. Onlar TEMEL İNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİ’dir! Bunun da çerçevesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi – AİHS ve İnsan hKları Evrensel Bildirgesi (İHEB)‘dir ve Türkiye her 2 Sözleşmeye de taraftır, hukuksal olarak bu üstün hukuk normlarıyla bağlıdır (Anayasa md. 90)! Mahkemelerimiz yer yer referans almaya başlamıştır.

  • Bu olaylar AİHM’ne taşınacak ve Türkiye çok sayıda davada ciddi mahkumiyetler alacaktır. AKP iktidarının 10,5 yıllık siyasal – tarihsel ömrü ve işlevi tamama ermiştir.

Toplumsal olaylarda kolluk, güvenlik önlemi alırken, sağlık hizmetleri için de koridorlar açmak zorundadır. YAŞAM HAKKI kutsaldır ve her şeyin üzerindedir. Devletin de 1. görevi yurttaşın can – mal güvenliğini sağlamaktır. Polis bunu becerememekte, Sağlık Bakanlığı da görevini gereği gibi yapmamaktadır. Oluşan kabul edilemez hizmet boşluğu, gönüllü hekimler tarafından Türk Tabipleri Birliği örgütlemesi ile kapatılmaya çalışılmış ve çok sayıda acil sağlık hizmeti gereksinimi yerinde karşılanmıştır. Bu yapılmasa idi tablo çok daha ağır olabilirdi.

Hükümet en azından bu katkıyı şükranla karşılamak yerine, bir başka irrasyonel davranışla sağlık personelini ellerini arkadan kelepçeleyerek gözaltına almıştır! Yetkili Cumhuriyet savcısı bu açık yasa dışı davranışa nasıl göz yumabilir? Bırakın arkadan kelepçelemeyi, normal kelepçenin de koşulları yoktur! Bu kişilerin kaçma olasılığı, kendisine ya da çevresine zarar verme olasılığı.. Hangisi vardı?
Üstelik elleri arkadan kelepçelenen insanın özel olarak korunması gerekir..

Gözaltına alınırken itilir kakılırsa ve düşerse kendisini ciddi – ağır yaralanmalardan nasıl korur? Yoksa amaç – murat tam da bu mudur? Tam da bu tür vahşet midir parasal ödül (başa bela Yeniçeri ulufesi!) getiren? Oysa sağlık çalışanlarının savaşta bile dokunulmazlığı vardır. Kendilerine ateş edilmez, tutsak alınmazlar.. Hipokrat yemini ve Tıbbi Deontoloji Tüzüğü (md. 3), hekimleri her durumda gereksinim sahiplerine
tıbbi yardımla yükümlü kılar.

Bir de Sağlık Bakanlığı’nın soruşturma işlemi.. Tam bir trajik-komedi! Türkiye Barolar Birliği Sağlık Bakanlığı hakkında, çok yerinde bir girişimle suç duyurusunda bulundu. Türk Tabipleri Birliği de bugünkü kongresinde Bakanlığı kınadı ve bu yardımın gerektiğinde sürdürüleceğini açıkladı (Başkan, Hacettepe tıbbiyesinden sınıf arkadaşımız sevgili Prof. Özdemir Aktan’ın ağzından).

  • Biz de diyoruz ki; BARİ SAVAŞ HUKUKU UYGULAYIN!

Polisin kullandığı basınçlı suya gelince : Bir kez basıncı çok yüksek, çarptığı insanları savurup yere seriyor.. Bu ciddi yaralanma, sakatlanma hatta ölüm riski demektir. Gözünüze gelirse kesin olarak parçalar ve kör edebilir. Bu bakımdan basıncının azaltılması ve 45 derece açı ile yere sıkılması gerekir. En fazla diz altı düzeyinde insana sıkılabilir çok zorunlu kalınırsa..

İçine “ilaç” koymaya gelirsek.. İstanbul Valisi beyefendi “Suya kimyasal değil ilaç konuyor” buyurmuş. Özürü kabahatini öyle aşkın ki.. Bir kez ilacı yalnız hekimler kullanır. Böylesi bir amaçla kullanımı hekimlerin de yetkisinde değildir. İlaç kullanımı hekimler için ciddi tıbbi – yasal yükümlülükler de doğurur. Vali bey güya “kimyasal kullanmıyoruz” demeye getiriyor ama bilgisi her ilacın bir “kimyasal” olduğunu ayırt edemeyecek düzeyde! AKP’nin valisinin bu hallerini art alana itersek, tablo vahimdir. Kolluk, basınçlı suyu hatalı ve vahşice kullanmakla yetinmemekte, boyalı kimyasal katarak insanları damgalamaktadır. Ayrıca bu boyalı kimyasallar deride yangı tepkimesi oluşturarak insanların canlarını ek olarak yakmaktadır. Beklenen, her aracı mübah sayarak protestocuları dağıtmaktır. RT Erdoğan’ın asabı fena bozulmakta, tahammül edememekte, kalabalıkları zaafiyeti olarak görmekte ve İçişleri Bakanına kesin talimat vermektedir : DAĞITIN!

  • Halkın vergisi Ulufe ile ödüllendirilen Polis de “DAĞILIN LAN DAĞILIN!” buyurmaktadır.

An gelir, Halepçe vb. örneklerdeki gibi halkına kimyasal silah kullanma eşiğine gelirsiniz, uyaralım.. Bu sulara hiçbir kimyasal madde katılMAmalı ve yukarıda belirttiğimiz kısıtlarla kullanılmalıdır.

BİBER GAZI sorunu.. Başbakan habire “olağandır, polis kullanır..” deme zorunluğunu neden duyuyor? Danışmanları O’na, AİHM’nin Nisan 2012’de Ali Güneş davasında Türkiye’yi mahkum ettiğini, 10 bin € tazminat ödendiğini neden söylemiyor?? Ya da R.T. Erdoğan bilmezden mi geliyor? Bu gazların içeriği nedir? Bir hekim olarak bunları bilmemiz gerekir ki, etkilenenlere uygun sağaltım verebilelim, varsa özgül antidotunu kullanalım. TTB İçişleri Bakanlığından içerik bilgilerini sordu ancak yanıt yok. Oysa Anayasa md. 74 dilekçeye “gecikmeden” yanıt edimi yüklüyor İdareye!

BİBER GAZI kapalı mekanlara asla sıkılmamalı, kitleler uyarılmadan kullanılmamalı!
Ya uygulama?! Düşük yoğunlukta ve havaya 45 derece açı ile atılmalıdır. Bu koşullarda bile insanlar zarar görürse, AİHM kararı uyarınca Devlet – Kolluk zincirleme sorumludur ve Devletin, zararı hatalı kamu görevlisine rücu (geri yükleme) zorunluğu vardır (Anayasa md. 40).

40 yılı aşan tıbbi birikimimizle rahatlıkla söyleyebiliriz ki;

  • Başbakan R.T. Erdoğan’ın ruhsal duygudurumu (mood)
    ülkemizi yönetebilecek durumda değildir.

Her gün yazılı basın ve TV’lerden bu durum açık ve net olarak izliyoruz.. Başbakan, yineleyelim, zorunlu bir “mola” almalıdır. Bir yurttaş olarak, tam donanımlı bir Üniversite hastanesinden “görevini sürdürebilir” raporu almasını istiyoruz. Başbakan buna zorlanmalıdır. Türk Tabipleri Birliği, Türk Psikiyatri Derneği, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği HASUDER, Türk Psikologlar Derneği..
bu bağlamda demokratik baskı kümesi olmalıdırlar.

TÜBA, TÜBİTAK, Üniversiteler etkisizleştirilmiştir
, sesleri çık(a)mamaktadır!
Başbakanın sağlık raporu almaya yanaşmayacağı kesin gibidir. O zaman “yokluğunda” (gıyabında) rapor düzenlenebilir.. Bu rapor istemi, bir demokratik meşru direniş yöntemidir. Çünkü bu kişinin davranışları kamuoyu önündedir. Panik bozukluğu içindedir. Bilerek ve isteyerek gerçek dışı açıklamalarda ve tahriklerde bulunmakta, halkını yanıltmaya ve ayrıştırmaya çalışmaktadır. Realiteden kopmuş gibi bir görünümü vardır, bu durum çok tehlikeli bir dissosyasyona neden olabilir. Dissosyatif sendromlar tıpta ağır tablolardır, kişilerin hak (ve fiil!) ehliyetlerini ciddi düzeyde sınırlamak gerekebilir. Ayrıca Erdoğan’ın mental kapasitesinde apaçık bir regresyon izlenmektedir; geçen hafta Kayseri mitinginde kalabalıklara 2 kez “kadanızı alırım sizin” gibi üzerinde tıp literatüründe çooook durulması gereken aşırı abartılı atipik bir duygusal tepki göstermiştir. Regresyon, puerilizm eşiğinde ciddi midir?

Bu kritik soruların yanıtını merak ediyoruz. Gerçek durum bu ise, R.T. Erdoğan‘ın
tıbbi raporla en azından bir süre görevinden ayrılması ve tedavi edilmesi gerekebilir. Durumun ortaya konması ise, 5 kişilik bir Psikiyatrist kurulunun raporunu gerektirir.
Bunu istemeliyiz. Bu arada Devletin başı olan kişi, Çankaya’da neden bu denli atıldır neden, neden, neden?

Sonuç olarak :İktidar ağır panik bozukluğu içindedir, halk, deyimi yerinde ise “teneke çalmaktadır”. Eylemler tüm dünyada haklı, meşru ve de çooook yaratıcı bulunmaktadır! Sağduyu, herkesten çok R.T. Erdoğan’a ve AKP yöneticilerine düşmektedir. Bürokrasi, yasadışı emirleri uygulamamalıdır. Allah’tan ümit kesilmez; Çankaya’da oturan AKP’li zat da, hidayete erişir mi acaba?? Göreceğiz.

Siyaset kurumu, bu inanılmaz güzellik ve incelik (zarafet) taşıyan halk direnişine benzer yaratıcılıkla önderlik etme yükümü altındadır. Bu, dayanılmaz, karşı konulmaz, ertelenemez asal bir tarihsel sorumluluktur. Aksi takdirde dere, akacağı yatağı kendi potansiyeli ile bulacak ve çok kapsamlı bir politik tasfiye kaçınılmaz olacaktır. Adnan Binyazar‘ın söylemiyle;

  • “Son sözü, tarihin en kritik yerinde hep direnenler söyleyecektir!”..

Direniş şehidi, polis kurşunu kurbanı Ethem Sarısülük de bu dövizi taşıyordu vurulduğunda.. Elinde başkaca hiçbir şey yoktu.. Ama mahkeme, katil sanığı
polis Ahmet Şahbaz‘ı “nefsi müdafa” bağlamında salıverdi!? Dayan yüreğim dayan.. Dayanacak ve örgütlü savaşımla (mücadele) ile bu deli gömleğini de mutlaka yırtacağız.

Herkese ama herkese sabır, kolaylık ve kesin bir sağduyu diliyoruz.

  • Umutsuzluk, ATATÜRK’ün devrimci halkına yakışmaz, bilimsel değildir, duygusaldır.

Felsefeci Prof. Ahmet İnamUmutsuzluk Ahlaksızlıktır diyor aynı adı taşıyan kitabında!

Önümüzde “3 D modeli” duruyor :

1. Diren Türkiye!

2. Dik dur Türkiye!

3. Dev-ri-le-cek-ler !!!

Sevgi ve saygı ile.
6.7.2013, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK

ADD Bilim – Danışma Kurulu
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net

===============================

Değerli meslektaşlarım,
(Türkiye Psikiyatri Derneği)

Ekte bir yazım var.

  • SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMLERİ, KOLLUK VAHŞETİ ve R.T. ERDOĞAN ÜZERİNDEN; HALK AYAKLANMASININ SOSYAL PSİKOLOJİK İRDELEMESİ

Web sitemdeki erişimi de aşağıda..

http://ahmetsaltik.net/sessiz-ciglik-eyleminde-neler-soyledik/

Zaman ayırabilir ve okursanız çok sevinirim..

TPD açısından da eylem planları üretilebilir.

TPD’ye çağrım ve önerilerim var.

Değerlendirilmesi ve yüz yüze tartışabilmek dileği ile.
4.7.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
AÜTF Halk Sağlığı AbD
profsaltik@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir