Etiket arşivi: Yusuf Halaçoğlu

Ayasofya’nın hukuksal statüsü

Ali D. Ulusoy

Prof. Dr. Ali D. Ulusoy
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi

@t24.com.tr03 Haziran 2020

Atatürk’ün Ayasofya kararındaki imzası gerçek mi?

Geçtiğimiz günlerde (29 mayıs) İstanbul’un fetih yıldönümü dolayısıyla Ayasofya’da Cumhurbaşkanı’nın da katılımıyla dinsel bir tören yapılarak Kur’an’dan ayetler okunması ve hükümete yakın basında çıkan tekrar cami statüsüne dönüştürülebileceğine dair haberler ve bu girişimlere Yunanistan ve uluslararası camiadan gelen tepkiler, Ayasofya’nın hukuksal statüsü tartışmalarını tekrar alevlendirdi.

Ayasofya, 530’lu yıllarda Bizans döneminde görkemli bir bazilika (kilise) olarak inşa edilmiş ve yaklaşık 920 yıl boyunca Hristiyanlık/Ortodoks aleminin en önemli birkaç mabedinden biri olarak kullanılmış. 1453 yılında İstanbul Fatih tarafından fethedilince, dönemin hukuku gereği “kılıç hakkı” olarak camiye dönüştürülmüş ve 1934 yılına kadar -yani 481 yıl- cami statüsünde kalmış. 1934 yılında çıkarılan Bakanlar Kurulu kararnamesiyle mabet statüsüne son verilerek “müze” statüsüne alınmış ve halen de hukuken bu statüsü devam ediyor.

1500 yıldır ayakta olan bu mimari şaheserin Türk, İslam ve Hristiyanlık kültür ve tarihindeki önemi yanında, tüm insanlığın en önemli tarihsel ortak kültür miraslarından biri olduğunda kuşku yok. Ne var ki gerek özellikle Yunanistan’daki bağnaz Ortodoks’ların gerek ülkemizdeki bağnaz İslamcıların, dinsel bir milliyetçilik sosuna bulayarak Ayasofya konusunu kendi kampını tahkim etme ve hamaset sömürüsü aracı olarak kullanmaları dikkat çekici. Aynı hamaset sömürüsünü siyasi boyuta havale etmeye ve habire ucuz siyasi sömürü konusu yapmaya çalışan siyasetçiler de cabası.

Ülkemizde sağ-muhafazakar eksende siyaset yapanlar siyaseten ne zaman sıkışsalar ve siyasi boyutta ne zaman barutları bitse, ölmeyen kurtarıcı olarak Ayasofya konusunu gündeme getirirler. “Kendi ülkemizde müstemleke miyiz? Ecdadımızın kılıç gücüyle kazanıp cami yaptığı Ayasofya’yı niçin yine cami olarak kullanmıyoruz?” tarzı hamaset edebiyatı yaparlar. Üstelik bunu yaparken Yunanlı bağnaz Ortodoksların eline de çok güzel kozlar verirler. Onlar da bu gollük pasın üzerine atlarlar ve “bakın görüyor musunuz, tarihe, kültüre, medeniyete saygısı olmayan Türkler, Hristiyanlığın en önemli dinsel sembol ve kültür miraslarından olan Ayasofya’yı zorla camiye dönüştürecekler!” diye dünyayı ayağa kaldırırlar. Özellikle ABD’deki güçlü dindar Evangelist kamuoyunu da etkilerler.

Danıştay’ın yaklaşımı

Bir dernek, 2004 yılında Ayasofya’yı cami statüsünden müze statüsüne dönüştüren 1934 yılındaki Bakanlar Kurulu kararının kaldırılması için Başbakanlığa başvuruda bulunuyor. Olumlu yanıt alamayınca da bu ret işlemine ve anılan 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararına karşı Danıştay’da dava açıyor. Danıştay 10. Dairesi, böyle bir dava için normalde beklenebileceği gibi davayı süre veya özel ehliyet yönünden ya da “hükümet tasarrufu” olarak görmek suretiyle, yani davanın esasına girmeyerek reddetmiyor. Davanın esasına girerek, tüm insanlığın ortak kültür mirası niteliğindeki böyle bir tarihi eserin “müze” statüsünde alınmış olmasında kamu yararına ve hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı esastan reddediyor.

Davaya temyiz mercii olarak bakan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) da temyiz istemini oy çokluğu ile reddediyor. Daha sonra davacı dernek bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuruyor. AYM başvuruyu esasa girmeden (kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle) reddediyor. Böylece hukuksal süreç tamamlanmış ve dava kesinleşmiş bulunuyor.

Atatürk’ün Ayasofya kararındaki imzası gerçek mi?

Danıştay İDDK kararında karara muhalif kalan ve aralarında bendenizin de bulunduğu üyelerin muhalefet gerekçesi, davaya konu 1934 Bakanlar Kurulu kararında Atatürk’ün imzasının sahte olduğuna dair dosyada bulunan somut bazı iddiaların gerçekliğinin araştırılması gerektiği hususunda. Yani muhalefet gerekçesi Ayasofya’nın müze haline dönüştürülmesinin uygun görülmemesi değil. Zira eğer bir Bakanlar Kurulu kararında Cumhurbaşkanının geçerli imzası yoksa, o karar idare hukuku açısından yok hükmünde sayılır. Davanın esasına girilmeden işlemin usul yönünden iptalini gerektirir. Teknik hukuk bunu gerektirir.

Bu konudaki somut iddia ise Atatürk’ün bu tarihten önce ve sonra attığı diğer tüm imzalar ile bu kararda attığı imzanın birbirini tutmaması. Çünkü diğer imzalarında Atatürk’ün “K. Atatürk” şeklindeki imzasında “A”yı hep küçük yazmasına karşın, Ayasofya kararında bu “A”nın anlaşılmaz biçimde büyük yazılması. Ayrıca imzalardaki her iki “K”nın da birbirini bariz biçimde tutmaması (Her iki imza arasındaki fark için Bkz).

Yusuf Halaçoğlu gibi bazı uzmanlar, Ayasofya kararındaki Atatürk’ün imzasının gerçek olmadığını ve bu kararın Atatürk’ün bilgisi ve onayı dışında alındığını ileri sürüyorlar. Murat Bardakçı gibi diğer bazı uzmanlar ise, imza Atatürk’e ait olmasa da bu kararın Atatürk’ün bilgisi ve onayı ile alındığı görüşündeler. Başka bir görüş ise Atatürk’ün bu karardaki imzasının gerçek olduğunu, zira o tarihte kendisine TBMM tarafından verilen “Atatürk” soyadının henüz çok yeni olması nedeniyle Atatürk’ün imzasının henüz tam netleşmemiş ve kesinleşmemiş olduğunu; nitekim bu karardan kısa süre önce Atatürk’ün başka bir yerde attığı bir imzanın da tıpkı Ayasofya kararındaki gibi “A” büyük şeklinde olduğunu; küçük “a” şeklindeki sonraki bilinen imzasının bu karardan sonra kesinleştiğini savunuyor (Bkz.). Mahkeme tarafından tatmin edici bir teknik bilirkişi incelemesi yaptırılmadığından, gerçeğin ne olduğunu kimse tam olarak bilmiyor.

Hukuksal açıdan bakarsak, sözü edilen davanın kesinleşmiş olması, 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının artık ilelebet değiştirilemeyeceği anlamına gelmez. Şu andaki mevzuata göre yetkili idari makam (Cumhurbaşkanı), bu Bakanlar Kurulu kararını kaldırıp müze statüsünü değiştirebilir. Gerçi kişisel görüşüm, siyasi iktidarın -her ne kadar Ayasofya’yı tekrar cami olarak görmek istese de- şu andaki ABD yönetiminde etkin olan Evangelistler ve diğer uluslararası kamuoyu tepkisini göze alamayacağı.

İnsanlığın kültürel mirasları herkesindir

Her şeye rağmen tekrar cami statüsüne alınırsa da, böyle bir karar bence yerinde olmaz; yanlış bir karar olur. Çünkü Ayasofya sadece İslam veya Hristiyanlık alemine ait değil, tüm insanlığın ortak kültürel mirasıdır. Bu niteliği için en doğru statü ise müze statüsüdür.

Ayasofya’yı inşa edenin Bizans Ortodoksları olması ve 900 yıl kilise olarak kullanılması halen burayı Hristiyanlara ait kılmayacağı gibi; Fetih ile yani 500 yıl önce savaş ganimeti olarak camiye dönüştürülmüş ve 480 yıl cami olarak kullanılmış olması da burayı sadece biz Türklere ve Müslümanlara ait yapmaz.

Kaldı ki tarihte yapılanları o zamanki geçerli anlayışa göre değerlendirmek ve günümüzün anlayışına göre yargılamamak gerekir. Bu nedenle zamanında Fatih’in niçin burayı camiye dönüştürdüğünü sorgulamak ve eleştirmek anlamlı değil. Fakat günümüzde hâlâ, “biz burayı 500 yıl önce kılıç gücüyle kazanıp camiye çevirmiştik; burası hâlâ sadece bize ait; şimdi hala cami olarak kullanmamıza engel olunması İslam ve cami düşmanlığıdır” diye diretmek Talibanvari bir yobazlıktır.

Eğer dinimizi bu tür müstesna mimari eserlerle yüceltmek istiyorsak, yapmamız ve odaklanmamız gereken, en az Ayasofya kadar hatta onu aşacak derecede yeni kültürel eserleri kendimiz yapmak. Hem de rakip olarak gördüğün, başka bir dinin yaptığı mabedi zorla kendi mabedine dönüştürmek marifet değil. Yüzyıllar önce Büyük Sinan’ın yaptığı camileri aynen kopyalamak ise hiç değil.

Yaşı yetmeyen Davutoğlucular için Erdoğan’ın bitmeyen diploması

Yaşı yetmeyen Davutoğlucular için Erdoğan’ın bitmeyen diploması

Barış TERKOĞLU
Cumhuriyet, 16.12.19

Okul biter. Yıllarca oturduğunuz sırayla, dirsek çürüttüğünüz arkadaşlarınızla, kaç kez “nerede kaldın” diyen öğretmeninizle vedalaşırsınız. Elinize verilen kâğıdı kimi çerçeveletip duvara asar kimi anahtarlı çekmecede saklar. Ama dönüp de bakmazsınız.

Gelecek Partisi’nin en genç kurucu üyesi İsmail GünaçarDavutoğlu için “En azından diploması var” dedi. Göndermenin Erdoğan’a yapıldığı açıktı. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı’ndan hükümet medyasına kadar Erdoğan’ın sesi olan birçok isim sert tepki gösterdi. Geçmişte Erdoğan cephesi bu konuyu suskunlukla geçiştiriyordu. Hatta Yusuf Halaçoğlu“Diploman sahte diyorum beni mahkemeye vermiyor” diyerek sessizliğe isyan etmişti. Bu kez öyle olmadı. Sahi neden? Aslında üç sebebi var.

İlki, Cumhurbaşkanı’nın diplomasına dair kuşku yaratan ifadeler ilk kez yakın camiasından geliyor.

İkincisi, daha da önemli. Ahmet Davutoğlu 1995-99 arasında Erdoğan’ın diploma aldığını ifade ettiği Marmara Üniversitesi’nde görev yaptı.

Üçüncüsü, yıllardır “kimi AKP’lilerin” yaptığı Erdoğan – Davutoğlu karşılaştırmasında Erdoğan’ın belki de en eksik kaldığı konu bu.

Erdoğan taraftarlarının Gülaçar’ın “fazla Amerikalılığı”, FETÖ konusunda belirsiz tavrı ve 22 yaşın olmamışlığına özgü üslubu konusunda yaptıkları eleştiriler anlaşılabilir. Ama bir konuda haksızlar. O da Erdoğan’ın diplomasızlığı tezinin FETÖ projesi olduğu iddiaları. Hatırlayın, bir zamanlar A Haber’de “FETÖ’cüler Tayyip Erdoğan’ın diplomasının orijinalini ele geçirip yok etmişler” demişlerdi.

25 yıllık diploma kavgası

Oysa Erdoğan’ın diplomasına dair şüpheler FETÖ tarafından ortaya atılmadı. Hatta AKP – FETÖ ortaklığı döneminde bu şüpheyi dile getirenler FETÖ’nün hedefi oldu. Geçmişe doğru tarama yapıldığında diplomasızlık tezini dile getirerek yıllarca gündemde tutan 4 isim kronolojik sıralamayla şöyle: Ömer Başoğlu, Yusuf Halaçoğlu, Yalçın Küçük, Ergun Poyraz. Son iki isim “Erdoğan’ın diplomasının olmadığını” iddia eden kitaplar da yazdılar. FETÖ’nün kumpas davalarında uzun yıllar hapsedildiler. Kamuoyunun pek tanımadığı Başoğlu ise, Erdoğan’la aynı dönemde öğrencilik yapmıştı. Kişisel tarihine dayanarak şüphelerini dile getiriyordu. CHP’de siyaset yapan Başoğlu’nun ölümü komplo teorilerine konu oldu.

Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı olduğu 1994 yılında dahi diploma tartışması görülüyor. Ancak “diplomasızlık tezi”nin yükselişi 2007’de gerçekleşti. Zira yasalara göre cumhurbaşkanı olmak için üniversite mezunu olma şartı vardı. Muhalifler, diploma tartışmasıyla Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığını engellemeye çalıştılar. Erdoğan’ın diplomasızlığı tezinin dayandığı birçok olgu var: Erdoğan’ın üniversite hayatının sır oluşu; üniversite yıllarında aile, siyaset ve iş hayatında aktif olması; ortaya çıkan diploma örneklerindeki çelişkiler gibi vs. vs.

Halaçoğlu, “1981 yılında mezuniyet belgesi almışsın, mezuniyet belgende ne resim var  ne gizli damga var, soğuk damga var” demiş ve devam etmişti: “Marmara Üniversitesi’nin diplomasını nasıl alırsın, diye soruyorum ve işletme mezunu olarak, nitelendiriliyor. Halbuki işletme ile alakası yok. Aksaray’da Maliye Meslek Yüksek Okulu mezunu, eğer mezunsa?..”

Erdoğan’ı hatırlayan ve hatırlamayanlar

Refah Partisi’nin 94 seçimlerinde aday tanıtım evraklarında Erdoğan’ın üniversiteye “1974-75 girişli olduğu, 1979’da mezun olduğu yazıyor. Ancak sonraki açıklamalarda mezuniyetin 1981 diye düzeltildiği görülüyor. Tartışmalar sürerken 2014 yılında Marmara Üniversitesi Rektörü Zafer Gül bir açıklama yapmıştı:

“Sayın Başbakanımız, T.C. İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Ticari Bilimler Fakültesi’nden 1980-81 öğretim yılı şubat döneminde mezun olmuştur.” 

Üniversitenin örneğini yayımladığı diploma ile Ergun Poyraz’ın yayımladığı diplomanın birbirinden farklı olması kafa karıştırdı. Öte yandan üniversitenin diploma doğrulama sisteminde, Erdoğan’ın mezuniyet bilgileriyle sorgulama yapıldığında açıklanan diplomanın görülmemesi de bir başka şüpheye neden oldu.

Cumhurbaşkanı’nın mezun olduğu iddia edilen okul yıllığında izine rastlanmaması, 1981 – 1982 dönemi mezunlarının buluştuğu 2016 yılındaki kahvaltıda Erdoğan’ı hatırlayanın çıkmaması da her şeye tuz biber ekti. Tüm bunların yanında Erdoğan’a destek verenler de var. Bunlar arasında iki kişi öne çıkıyor. Biri Erdoğan’ın okuduğu iddia edilen okulda ders veren CHP’li siyasetçi Aydın Ayaydın. Ayaydın, “Sınavlarına ve derslerine girdim, son derece iyi hatırladığım bir öğrencidir” dedi. Bir diğeri ise bugün İsrail’de yaşayan Rafael Sadi. O da Erdoğan’ı öğrencilik yıllarından hatırlıyor. Ancak okulu bıraktığı için Erdoğan’ın diploması konusunda fikir yürütemiyor. Tersinden, Erdoğan’ın yakın zamanda elini öptüğü, Marmara Üniversitesi’nin kurucu rektörü Orhan Oğuz’un, kendi yaşamını anlattığı kitabında Erdoğan’ın yer almaması da dikkat çekiyor.

İşin enteresan tarafı Erdoğan’ı destekleyen belgeyi bu tartışmaların ortasında FETÖ yayımladı. Örgütün firardaki polislerinden Emrullah Uslu, 1883’ten 1983’e Marmara Üniversitesi’nin öncülü kurumlarda çalışan ve okuyan öğrencilerin isimlerinin bulunduğu 100. yıl çalışması kitabı”nda Erdoğan’ın adının olduğunu gösteren sayfaları yayımladı.

Erdoğan’ın diploması zaman zaman mahkemelere de konu oluyor. Halkın Kurtuluş Partisi, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’ndan men edilmesi için defalarca yaptığı başvurulardan sonuç alamadı. Parti, iç hukuk yolları tükenince bu yıl konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıdı. AİHM’de Erdoğan’ın diplomasıyla ilgili bir başvuru daha var. Öte yandan 2014 yılında Erdoğan’ın diplomasının aslını görmeden fotokopisini onaylayan noter kâtibi de ayrı bir soruşturma konusu olmuştu.

Herkes bir kez diploma alıyor. Ancak “Cumhurbaşkanı’nın diploması” 25 yıldır bitmiyor. Sıkıldınız değil mi? Şimdi siz bunu 22 yaşında yeni ergenlikten çıkmış parti kurucusuna nasıl anlatacaksınız? Belki Davutoğlu hepimize anlatır da öğreniriz!

Ümit Özdağ : “AKP POLİTİKALARI KARARLI BİR ‘YAPAMAZSIN’ DİYEMEMEKTEDİR”

Ümit Özdağ’dan çarpıcı açıklamalar!

“AKP POLİTİKALARI KARARLI BİR ‘YAPAMAZSIN’ DİYEMEMEKTEDİR”

Ümit Özdağ'dan çarpıcı açıklamalar!
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)
Bağımsız Gaziantep Milletvekili Özdağ, Bağımsız Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ve MHP Ankara eski Milletvekili Özcan Yeniçeri Meclis’te basın toplantısı düzenledi.

Bağımsız Gaziantep Milletvekili Ümit Özdağ, 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Anlaşması ile Türkiye – Irak sınırının değiştirilemeyeceğinin tespit edildiğini belirterek, “Bu sınırda bir değişiklik olması ve sınırın diğer tarafındaki Irak’ın bu sınırdan uzaklaşması ile birlikte bu değiştirilemeyeceği tespit edilen sınır anlaşması ortadan kalkar ve Türkiye’nin Musul vilayeti üzerinde 5 Haziran 1926’ya kadar sürdürmüş olduğu bütün haklar ve iddialar tekrar devreye girer.” dedi.

Bağımsız Gaziantep Milletvekili Özdağ, Bağımsız Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ve MHP Ankara eski Milletvekili Özcan Yeniçeri Meclis’te basın toplantısı düzenledi. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) 25 Eylül’de gerçekleşecek bağımsızlık referandumuna ilişkin değerlendirmelerde bulunan Özdağ, “Bu ülkenin kaderi Türkmenlerin varlık bölgesinde emperyalizmin kuklalığını kuşaklardır görev edinmiş bir Peşmerge başının çocukluğundan beri gördüğünü söylediği rüyalarına terk edilemez” dedi.

“AKP POLİTİKALARI KARARLI BİR ‘YAPAMAZSIN’ DİYEMEMEKTEDİR”

AK Parti hükümetinin referandum karşısında pasif kaldığını söyleyen Özdağ, Türkiye ile IKBY arasındaki enerji ilişkilerine dikkat çekerek şunları kaydetti:

Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın Çalık Holding CEO’su olduğu dönemde başlayan Barzani ile ikili ilişkiler Albayrak’ın Bakan olmasından itibaren daha da geliştirilmiştir. Ankara ve Erbil arasındaki ikili enerji ilişkilerine başından beri karşı olan Bağdat’ın Türkiye’yi uluslararası tahkim mahkemesinde suçladığı ve dondurduğu bir de dosya bulunmaktadır. Uzun süre Bağdat’ın uyarılarını görmezlikten gelen, Barzani’nin işgali altındaki bölgenin bağımsızlık yolunda ilerlemesi ve hatta Kerkük’ü de ele geçirmesi için ekonomik yatırımların önünü açan AKP politikaları, Barzani’nin 25 Eylül’de Kerkük’ü de içine alacak şekilde gerçekleştirmek istediği referanduma karşı etkili ve kararlı bir ‘yapamazsın’ diyememektedir. Bunun en önemli sebebi ise

  • Erdoğan ile Barzani arasında imzalanan anlaşma ile
  • Türkiye’nin elde ettiği söylenen bölge bloklarındaki hakları,
  • petrol taşımacılığı ve
  • Barzani’nin Türk enerji şirketlerindeki gizli ortaklığıdır.”

“POWERTRANS ŞİRKETİNDE ALBAYRAK’A SORMADAN HİÇBİR ADIM ATILMAMAKTADIR”

Erdoğan ve Barzani enerji ilişkileri ağının en esrarengiz şirketi olan Powertrans petrol taşımacılık şirketi halen aktif durumda” diyen Özdağ, “Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı, Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde Kuzey Irak’ta kara yolu ile petrol taşımacılığı hakkı kazanan şirketin ortaklık yapısında Barzani’ye yakın Nezir ailesi temsilcisi ile Çalık Holding yöneticileri olduğu gibi Berat Albayrak’ın yayımlanan e-maillerinden anlaşıldığı üzere Powertrans şirketinde Albayrak’a sormadan hiçbir adım da atılmamaktadır” şeklinde konuştu.

“HABUR’DA TANK TATBİKATINI KİMSE CİDDİYE ALMAZ”

Türkiye’nin Barzani yönetimi ile en çok iş yapan ve Barzani’yi ekonomik olarak en çok destekleyen devlet konumunda olduğunu aktaran Özdağ,

  • “Bağımsızlık referandumuna neden Erdoğan yüksek sesle ‘hayır’ diyememektedir?” sorusunu sordu.Ekonomik tedbirlerle Barzani’nin Kerkük üzerindeki iddialarının geri çektirileceğini, Bağdat’ın desteklenebileceğini ve Barzani’ye referandum konusunda geri adım attırılabileceğini vurgulayan Özdağ, “25’inde yapılacak bir referandumu gerçekten durdurmak isteyen bir yönetim, hükümet, üç gün önce MGK toplantısı yapıp karar çıkarmaz. Kararları çok önce alır ve uygulamaya koyar, etkisini de göstertir bu kararların.
  • Habur’u kapatmayan bir hükümetin Habur’da tank tatbikatı yapmasını kimse ciddiye almaz, nitekim almıyor.” değerlendirmesinde bulundu.

“BÜTÜN HAKLAR VE İDDİALAR TEKRAR DEVREYE GİRER”

“5 Haziran 1926 tarihli Ankara Anlaşması’nın 5. maddesine dikkat çekmek istiyoruz” diyen Özdağ, bu Anlaşmaya göre Türkiye-Irak sınırının kesin olarak değiştirilemez bir sınır olarak belirlendiğinin altını çizerek şöyle konuştu:

“Bu sınırın değişmesi durumunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Musul vilayeti üzerindeki bütün hukuki ve siyasi hakları tekrar devreye girecektir. Bu sınırda bir değişiklik olması ve sınırın diğer tarafındaki Irak’ın bu sınırdan uzaklaşması ile birlikte bu değiştirilemeyeceği tespit edilen sınır anlaşması ortadan kalkar ve Türkiye’nin Musul vilayeti üzerinde 5 Haziran 1926’ya kadar sürdürmüş olduğu bütün haklar ve iddialar tekrar devreye girer. Bu hususu sadece biz dile getirmiyoruz, bu husus Abdullah Gül tarafından da Dışişleri Bakanlığı zamanında aynen bu şekilde ‘Türkiye Cumhuriyeti Devletinin devlet geleneği ve dış politikasının vazgeçilmez bir parçası’ şeklinde dile getirilmiştir.”

“BOŞ BİR BİNA ALDIK”

Özdağ, açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Meral Akşener liderliğinde kurulacak yeni partinin logosunun ve adının netlik kazandığını belirten Özdağ, “Bunları Sayın Genel Başkan açıklayacak, hepsi büyük bir toplantıyla açıklanacak ama bunun dışında yoğun bir şekilde farklı çalışmalar devam ediyor. Genel merkezle ilgili bu gün bilgi aldım. Biz boş bir bina aldık. Daha iyi oldu boş ve yeni bina. Dilendiği gibi içi yapılıyor, o da 24 saat esasında yapılan bir çalışmayla inşaatı devam ediyor. Normal şartlarda üç buçuk ay sürmesi gereken bir inşaat olduğu ifade ediliyor ama biz bunu Ekim sonuna kadar yetiştirmiş olacağız fakat parti daha önce kurulur.” şeklinde konuştu. (Kaynak: Ümit Özdağ’dan çarpıcı açıklamalar!)

================================================
Dostlar, 

BARZANİSTAN HALKOYLAMASI; NE YAPMALI?

başlıklı yazımızı 19 Eylül 2017 günü sitemizde yayınlamıştık (üstünde tıklayınız..)
İşte Türkiye’nin durumu bu..
Ülke yöneticileri konumlarını kişisel ticaret bağları için kullandıklarında ülkenin bağımsızlığı – egemenliği de ipotek altına konmuş oluyor.. Irak / İKBY – Türkiye ilişkilerinde olduğu gibi. Anımsanacaktır, Erdoğan bir ara Türkiye’yi bir anonim şirket gibi yönetme düşüncesinden – isteğinden söz etmişti.

  • “Ben bu ülkenin anonim şirket gibi yönetilmesini istiyorum.”
    (Balıkesir Ekonomi Ödülleri Töreni, 15.03.2015; https://www.cnnturk.com/video/turkiye/ben-bu-ulkenin-anonim-sirket-gibi-yonetilmesini-istiyorum

Ne denli tehlikeli, ufuksuz bir değerlendirme ve istek. Bir ülke ve halkı 21. yy’da nasıl bir şirket gibi görülebilir, indirgenebilir? Şirketler kâr amaçlı kurulur. Bir Devletin asla kâr amacı güdemeyeceği vazgeçilmez temel kamu hizmetleri söz konusudur :
Sağlık, Eğitim, Adalet, Güvenlik.. gibi..

Dahası, bu bağlamda bir Devlet ile şirketi karşılaştırmaya girmek tuzağa çekilmek demektir.
O yüzden uzatmıyoruz. Ama bir noktayı mutlaka vurgulamak gerek :

Şirket babanızdan size miras kalabilir ya da siz miras bırakabilirsiniz. Ama ülke – vatan kuşaktan kuşağa kutsal bir emanettir, miras değildir; biz de siz de mirasyedi olamazsınız! Şirket alınır – satılır, pazarlanır, yeni ortaklar alır, tasfiye edilir.. Ülke – vatanın tek bir çakıl taşı verilebilir mi, satılabilir mi?

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalsın diye Atatürk tarafından bizlere kutsal bir emanet olarak bırakılmadı mı??

Ne acı ki Ege’de onlarca adacık – kayalık – coğrafi formasyona Yunanistan’ın el koyması seyredilmektedir. Akla ülkemizin bir anonim şirket gibi yönetilip yönetilmediği geliyor. Ne oldu bu Ege’de onlarca adacık – kayalık – coğrafi formasyona ? Neden gıkınız çıkmıyor??

İKBY başkanı Barzani’ye gerçekte gıkınızı çıkaramadığınız gibi..
Bu 2 olay arasında ne gibi ortak yönler var??
Gün olur öğreniriz elbet.. Bu nasıl bir kadro ve hastalıklı siyaset anlayışıdır ki, Türkiye’nin başına ciddi bir bela olmuştur.. Türkiye tez elden bu kuşatmayı yarmadıkca başına çok daha ciddi felaketlerin geleceğini öngörmemek olanaksız..

Bir örneği daha anımsatalım : Katalonya… İspanya merkezi devletinden bölgesel özerklik alan Katalan kökenli İspanyollar şimdi de ayrılma halkoylamasına gitmek istiyor.. İspanya Anayasa Mahkemesi böylesi bir halkoylamasının Anayasaya aykırı olacağı yönünde hukuksal görüş bildirdi sorulması üzerine. Irak’ta da benzer gelişmeler oldu ve İKBY Başkanı Barzani tüm bunlara, ABD’nin “halkoylamasını iptal et” dileğine nasıl karşı çıkabiliyor tek başına?? Salt İsrail desteği yetiyor mu? İsrail ve ABD bu süreçte ters mi düştü birbirine?? Saf olmayalım..

Tavşan kaç, tazı tut politikası değil mi? Ya da kızım sana söylüyorum, gelinim anla..

Bu olay AKP = RTE için sanıldığından çok  daha ciddi bir turnusol kağıdı ve kırılma noktasıdır. AKP = RTE‘nin Barzani’ye kullandığı, karnından seslendirdiği tümceyi önlerine koyalım :

  • Çok ağır bedelleri olur…

Ama biz karnımızdan konuşmuyor, çok isabetli bir siyasal öngörüde bulunuyoruz; olacak budur!

Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Meclis’e ve millete pranga takıyorlar!

Meclis'e ve millete pranga takıyorlar!

Meclis’e ve millete pranga takıyorlar!

AYDINLIK, 12.2.2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız azının altındadır..)

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın mevcut sistemi prangalı sistem olarak tanımlamasına  muhalefetten tepki geldi: Asıl pranga bu sistemle TBMM’ye vuruldu!

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın önceki gün Aksaray’da dün de İstanbul’da yaptığı konuşmada partili cumhurbaşkanlığı sistemini savunurken söylediği “Bu sistem var ya bu sistem, bu bizim bileklerimizde prangaydı. 16 Nisan’da bileklerimizdeki bu prangaları
söküp atmaya var mıyız?” sözlerine muhalefet partileri tepki gösterdi.
Aydınlık’a konuşan muhalefet partililerin açıklamaları şöyle:
‘KONTROLSÜZ PRANGALI BİR SİSTEM YARATIYORLAR’
CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan : Getirdikleri sistem, Türkiye için gerçek ve ciddi bir pranga yaratıyor. On beş yıldan bu yana, tek başına iktidarda istediklerini yapan bir güce sahipler. Ne isteyip de yapamamışlar? Sistem bunlara hiçbir engel çıkarmadığı için FETÖ’yü devletin kalbine götürüp yerleştirdiler. Bir pranga varsa 15 yıldan beri kontrolsüz bir şekilde kurdukları iktidardır. Şimdi bunu daha kontrolsüz hale getirmeye çalışıyorlar. Daha büyük bir pranga yaratmaya çalışıyorlar. Bugün Türkiye terörde bu noktaya gelmişse 15 yıllık pranganın eseredir. Başka bir prangadan bahsediyorlarsa bilemem. Bunların Cumhuriyet ile kuruluş değerleriyle sorunları olduğunu biliyoruz. Bu hesaba dayalı olarak Cumhuriyeti bir pranga olarak görüyorlarsa, Cumhuriyet, yalnızca uluslararası emperyalizmin Türkiye üzerindeki emellerinin karşısında bir prangaydı. Bunlar o prangayı çözmeye çalıştılar buna güçleri yetmedi. Ama Türkiye’yi 15 Temmuz darbe felaketine getirdiler.
‘YASAMA YETKİSİNİN TBMM’YE AİT OLMASI
ERDOĞAN İÇİN BİR PRANGADIR’
Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Cengiz: Erdoğan, 16 Nisan’da Anayasa değişikliğiyle “100 yıllık prangayı söküp atacağız” diyor. Erdoğan bu söylemiyle anayasa değişikliğinin hedefini ve saflaşmayı doğru tanımlıyor. Dayatılan anayasa değişikliğiyle yüzyıllık Cumhuriyetimiz hedef alınıyor.
  • Saflaşma, Cumhuriyet güçleriyle Cumhuriyet karşıtı güçler arasındadır. Milli egemenliğin temsilcisi olan Meclis, bu tanımlamaya göre prangadır. Meclis’in yürütmeyi denetlemesi, yürütmeye pranga vurulması olarak kabul edilmektedir. Yasama yetkisinin TBMM’ye ait olması Erdoğan için bir prangadır. Cumhurbaşkanının da tek başına yasama yetkisine sahip olması, kanun çıkarabilmesi istenmektedir. Keza, yargısal pranganın sökülüp atılması için de hukuk devletinden vazgeçilmeli, üst yargı organları Cumhurbaşkanınca belirlenmelidir. Özetle, ‘100 yıl’ tanımlamasından da açıkça anlaşıldığı gibi, Cumhuriyet ve Meclis hedef alınmakta, “prangaların sökülüp atılması” ile olağanüstü yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanından ibaret denetimsiz yürütme hedeflenmektedir. Milletimiz bunu
    kabul etmez. Cumhuriyetimizin “pranga” olarak nitelendirilmesine “Hayır” diyecektir.

‘PRANGALI’ SİSTEMDE, EYALET SİSTEMİNİ Mİ GETİREMEMİŞLER?

Türk Milliyetçileri Hayır Diyor Platformu’ üyesi MHP Kayseri Milletvekili Prof. Yusuf Halaçoğlu: Getirdikleri anayasa değişikliğini savunabilmek için gülünç şeyler söylüyorlar. Prangaymış. 15 senedir istedikleri kanunu çıkartıp ama hep aldanan insanların böyle bir ifade kullanmaları gülünç oluyor. Pranga olarak ne engellemiş kendilerini? Eyalet sistemini mi getirememişler? Onu mu demek istiyor? Demokrasiyi getirmek istemişler de engel mi olmuş? Kanunlar mı çıkaramamışlar? Yargıyı bağımsız hale getirmek istemişler de getirememişler mi?  Ne engel olmuş hangi ve neyin prangasıymış? Ekonomiyi, dış politikayı berbat etmişler
s
onra da prangadan bahsediyorlar.
Getirdikleri sistem söylediklerinin tam tersine özgürlükçü bir sistem değildir. Yargıyı kontrol altına alan tek insanın hakimiyetine bırakan, Meclis yerine kişiye KHK ile yasa çıkarma yetkisi veren bir sistem getiriyorlar. Şimdi yasama ve yürütmenin tek kişinin emrinde olan bir sisteme özgür bir sistem denmez ki. Tam tersine despot bir sistem denir. Hukuk dışı bir sistem getiriyorlar. Prangadan bahsediyor. Getirdikleri sistem tek parti sistemi dahi olmayacak. Çünkü tek parti döneminde bile yargı ve yasama tek kişinin elinde değildi. Tek partinin elinde ama tek kişinin elinde değildi. Bunların getirdiği sistemde yargı ve yasama tek kişinin elinde olacak.
‘PRANGALARI MİLLETİN AYAKLARINA GEÇİRECEKLER’

Anayasa Profesörü Süheyl Batum                   :
Bir referanduma gidiyoruz. Referandumda bir metni oylayacağız. Metin belli. İçine yetkiler koymuş. Buna göre her şeyi, yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı cumhurbaşkanına vermiş.
Şimdi biz neyi oylayacağız? Metni. Metni oylarken, metnin dışında her şey söyleniyor. “Prangaydı”, “Hayır veren PKK ile ve FETÖ ile beraber olmuş demektir.” Söylenenler tümüyle bunlar. Aynı konuşmanın içinde “yol yaptık, köprü yaptık” diyor. Nasıl? Pranga varken bunları yaptık. Böylece nereye dönüyoruz. Her şeyi cumhurbaşkanına veriyoruz. Peki bunlar demiyorlar mıydı “Tek adam milli şef döneminde hiçbir şey yapılmadı, baskı getirdi” diye.
Biz o köprüleri yolları yaparken baskıya dönmek için mi tekrardan tek adam rejimini getiriyoruz? Sadece cumhurbaşkanı değil, herkesten “100 yıllık pranga bitti”, “200 yıllık baskı bitti”, “Vesayet bitecek” lafları duyuyorum. 2010’da biz bunları izliyorduk. Malını anlatmak yerine dönüyor, “bana güvenin, prangayı kıracağız” diyor.  Malına güvenen içeriğini anlatmaz mı? Sen bu paketin içeriğini anlatan bir ‘evetçi’ duydun mu? Nereden kaynaklanıyor bu? Demek ki, referanduma sundukları metine kimse güvenmiyor ve inanmıyor. Ne yaptıysalar prangalı vesayet rejimi dedikleri rejimde yapmışlar. Şimdi nereye gitmek istiyorlar? Tek adam rejimine. Hani tek adam rejiminde hiçbir şey yapılmamıştı. Oraya mı dönmek istiyorlar?
Ben söylüyorum bu anayasa değişikliği tek adam rejimi getirecek, her şeyi bir kişiye verecek. Benim için kimin olacağı önemli değil. Bana göre, tek adam rejimi demek tek adam için
engel olan prangaları çözüp, o prangaları milletin ayağına vurmak demektir.
==================================
Dostlar,

Olanak ölçüsünde her yerde insanlarla konuşuyoruz..
Ağırlıklı biçimde HAYIR kararı görüyoruz. ama gevşemek yok..
Ortada olanlarda ise bilgi açığı hemen öne çıkıyor..
Dayatılan anayasa değişikliğinin içeriğinden birkaç örnek genellikle yeterli oluyor.

Yukarıda aktarılanlara yalnızca 1 örnek de biz verecek olursak, Üniversite rektörleri konusu. Yürürlükteki Anayasa ve 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası rektör seçimlerini ve atanmasını açık açık düzenliyor : Üniversiteler 6 aday belirliyor, YÖK bunları kendine göre ya da Saray’ın emirlerine göre 3’e indiriyor ve Tayyip bey de bu 3 kişiden 1’ini atıyor. Anayasa ve ilgili Yasa kuralı koymuş. Ancak Tayyip bey bir OHAL KHK’si çıkararak Anayasayı çiğneyen, ilgili yasayı da yok sayan tümüyle hukuk dışı ve keyfi bir düzenleme yaparak tek başına kendisinin bu atamaları yapması yetkisi aldı.. Boğaziçi gibi seçkin ve uluslararası saygın bir üniversitemizde bile 400 dolayında öğretim üyesinin yaklaşık %80’inin oyunu alan kadın bir profesörü doğallıkla atamak yerine, aday bile olmayan 1 erkek profesörü atadı! Tam demokrasi değil mi??!

Erdoğan ve yandaşları hala prangadan söz etmekteler kocaman bir demagoji ile. 12 Eylül rejiminin kalıntısı YÖK düzenini demokratikleştirmek yerine, kaç kez anayasa değişikliği yapmalarına karşın bu özerklik ve demokrasi karşıtı düzeni demokratikleştirmek yerine tepe tepe kullandılar, Erdoğan’ın ağzıyla itiraf ettiği üzere 18 üniversiteyi FETÖ’ye verdiler
Bu antidemokratik anayasa maddesi ve YÖK yasası bile yetmemiş olmalı ki, Erdoğan anayasa  – yasa tanımadan, OHAL bahanesiyle  açık – tam hukuksuzlukla bu yetkiyi kendi tekeline aldı! Her fırsatta “cumhur ne derse öyle olur..” demagojisi yapanlar, Üniversite hocalarını “Cumhurdan” saymıyor! Üniversite hocalarına rektörlerini seçmelerini çok görüp adam yerine koymayanların halka ve iradesine gerçekten saygı duyduklarına kimi inandırabilirler??
Bir de 18 yaşını bitiren çocuklara milletvekili seçilme hakkı tanıyarak oy avcılığı peşindeler.

Gerçekleri öğrenmelerini basına ağır sansür ve yandaş basın – TRT ile engelledikleri, “HAYIR” propagandasının yasaklandığı, “evet” diyecek cumhurun FETÖ’cü, bölücü, 15 Temmuz darbesinden yana…. ilan edilerek göz dağı verilmesi, işsizlik – yoksulluğa ve AKP sadakasına mahkum ettikleri halkı oy deposu olarak kullanma hesapları… insanlık ayıbı, halka karşı ikiyüzlülük, utanmaz bir halk yardakçılığı… değil de nedir??

Tam hukuksuzluk – tam keyfilik sürdürülüyor ama bunca yetki de yetmiyor??

AKP-RTE neden çağımızda hiçbir uygar ülkede olmayan bir ucube TEK ADAM yetkisi istiyor?

Kritik soru ve sorun budur. Şimdiye dek yaptığı anayasayı ayaklar altına alan tam hukuksuzluk – tam keyfilik ibret ve dehşet vericidir.. Bir de dayatılan Anayasa değişikliği onaylanırsa,
Erdoğan daha neler neler yapacak, kestirmek hiç de zor olmasa gerek.. Çarşambanın gelişi.. Bu Anayasa değişikliği 17-25 Aralık yolsuzluğu dahil AF getiriyor ayrıca!

  • Ülkemiz bir dinci despotizm – faşizm ve eyaletlet – özerklik – bölünme tehdidi ile
    yüz yüze.
  • Anayasa değişikliği ile Erdoğan net ve sınırsız eyalelet – özerklik yetkisi de alıyor…

Bunca yetki padişahta bile yoktu.. ABD başkanında da yok..

  • TBMM bunca sınırsız yetkiyi Kurtuluş Savaşında Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya bile vermemişti!
  • Habire kandırılan ve bunu kendisi itiraf eden bir insana 80 milyon insanın geleceğini ve
    her şeyimiz Türkiye’mizi neden emanet edelim? Bu çok tehlikeli bir kumardır.
    Bu anayasa değişikliği dayatması TBMM’yi göstermelik yapıyor, hiçe indiriyor
    TBMM yaşamalı, yaşatılmalı ve halkımızın temsilcisi olarak tam yetkiyle
    demokratik Cumhuriyet rejimimizin Kâbesi – Kalbi olarak varlığını sürdürmelidir

Sonuç olarak bu dayatmanın mutlaka halkımızca reddedilmesi gerekir : HAYIR – HAYIR!
Öyle de olacaktır… Türkiye Cumhuriyeti’ne yıkıcı kumpas kuranlar altında kalacaktır.

Sevgi ve saygı ile. 12 Şubat 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com