Etiket arşivi: Yıldırım Koç

AKP’nin ‘özel sözleşmeli personel’ aldatmacası

İşçi Sendika Bürosu Başkanımız Yıldırım Koç, düzenlemeyi değerlendirdi. Koç şunları söyledi:

“Başbakan 22 Mart’ta yaptığı açıklamada 720 bin dolayında kamu sektöründeki taşeron işçisinin kadroya geçirileceğini söyledi ve bu çok sayıda insan tarafından bir müjde olarak algılandı. Ancak daha sonra Maliye Bakanı’nın yaptığı açıklamada bu işin ayrıntılarını öğrendik. Bu ayrıntılardan biri son derece önemli.

HAK TALEBİ YOK

Yürürlükteki mevzuata göre, asıl işi yapan taşeron işçilerinin işe başladıkları tarihten başlayarak kadroya geçmiş olmaları yasal bir hak. Bu nedenle düzenleme, yasanın yerine getirilmesinin ötesinde olumlu öge içermiyor. Ancak bu kadroya atanmaları karşısında işçilerin geçmişe dönük hak talebi olanağı ortadan kaldırılıyor. Böyle bir uygulama Karayollarındaki taşeron işçileri için de gündemdeydi. Her işçinin 75-80 bin TL dolayında geçmişe dönük alacağından vazgeçmesi durumunda zaten kanunda var olan hakları uygulandı. Günümüzde de 720 bin işçinin çok büyük bir bölümü geçmişe dönük haklarından vazgeçerek yasada var olan hakkını kullanma olanağına kavuşacak. Bu konuda uyarmak gerekiyor.

‘İŞ GÜVENCESİ OLMALI’ 

İkincisi Maliye Bakanı’nın yaptığı açıklamaya göre, almakta oldukları ücretlerle geçecekler. Onlara bir zam öngörülmüyor. Üçüncüsü bu geçen arkadaşlarımız işçi statüsünde geçmeyecek, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4/B’sinde sözü edilen yani çalışma koşulları Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen ‘sözleşmeli personel’ statüsüne yakın bir statüye geçirilecek. İşçilerin yaptığı toplu iş sözleşmesinden yararlanamayacaklar. İş güvencesi de büyük ölçüde ortadan kalkacak. Özel sektörde çalışan 2 milyonun üzerinde olduğu tahmin edilen taşeron işçileri de bu haktan yoksun bırakılıyor.”

Ordu’da 3 işçinin açtığı davanın sonuçlandığını ve işçilerin her birinin 81 bin TL alacak hakkına kavuştuğunu hatırlatan Yıldırım Koç,

  • “Kadroya atanma karşılığında öngörülen ‘alacak talebinde bulunmayacağım’ taahhüdü birçok işçinin yaşamda hiçbir zaman elde edemeyeceği miktarı elden kaçırması anlamına geliyor. Vatan Partisi’nin bu konudaki istemi, özel sektör-kamu sektörü ayrımı, asıl iş-yardımcı iş ayrımı yapılmadan bir işyerinde çalışan bütün işçilerin geçmiş alacakları da ödenmek koşuluyla kadroya geçirilmeleridir. Kadroya geçirilmiş işçilerin de iş güvencesi olmasıdır. Yoksa bunun ötesinde Sayın Başbakan’ın yaptığı açıklamada yer alan vaatler birçok insan açısında hayal kırıklığı ile sonuçlanacaktır.” dedi.

    ============================================= 

    Evet Dostlar,

    Türkiye bunca sorun içinde boğuşurken, bir de bu balon şişirildi ve birkaç milyon insanın gelecek umutları hem duygu sömürüsüne uğratıldı hem de ekonomik olarak darbe yiyecek.. Bir AKP klasiği daha.. Az eğitimli ve yandaş basınla algıları tutsak alınan, inanç sömürüsüyle belleri kırılan milyonlarca yurttaş hem AKP’ye oy veriyor hem de onun politikalarıyla perişan ediliyor.. Bu kitleler, neredeyse saf mazohistik bir sosyal – psikolojik davranış sergilemekte. Ancak işçi sınıfı ayaktadır.. TÜRK-İŞ ve DİSK AKP’nin planının ne denli ağır bir tuzak olduğunu görmüşlerdir. Kitlelerini (üyelerini; sırayla 821 bin ve 123 bin) duyarlılaştırmışlardır. Sokak eylemlerine ve kıdem tazminatına el konursa greve hazır olduklarını açıklamışlardır. 301 bin üyesi olan ve AKP eliyle hormonlu büyütülenn HAK-İŞ‘ten ise “gık” çıkmamaktadır. Bu sendika (?’!) üyelerinin gözünü açarak nasıl satıldıklarını artık görmeleri gerekemez mi??

    TEKEL‘in AKP tarafından peş keş çekilerek satışına “TEKEL Vatandır, satılamaz!” savsözüyle (sloganıyla) direnen emekçilere Sıhhiye’de, kış ortasında (Şubat 2010..), havuza sürülerek polisin gaz ve cop zulmü asla belleklerden silinmeyecektir. Sakarya Cd. ve dolayında kurulan çadırlarda sergilenen emekçi dayanışması görmeye değerdi. Ancak AKP, yerli – yabancı sermaye tarafından öylesine katı ve kesin olarak görevlendirilmişti ki, gözünü kararttı ve talan satışı yaptı. Şimdi sıra bir kez daha, AKP’nin sermayenin emrinde bir iktidar oladuğunu kanıtlamaya ve verilen yeni görevi yapmaya gelmiştir. 720 bin işçi bu oyuna gelmeyecektir, gelmemelidirler!

    Sevgili dostumuz Sayın Yıldırm Koç‘un sendikacılık – emek hareketi.. konusunda ülkemiz genelinde uzmanlığı tartışma dışıdır. O’nun değerlendirmeleri özenle dikkate alınmalıdır.

    Sevgi ve saygı ile.
    07 Nisan 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Ekonomik Sosyal Konseye ne oldu?

Ekonomik Sosyal Konseye ne oldu?

Engin Ünsal

Dr. Engin Ünsal
enginunsal35@gmail.com
AYDINLIK, 31 Ocak 2016,

Ülkemizde işçi sendikaları özgür ve güçlü değil. Bunun nedeni işçi hareketimizin ikili bir kuşatma altında olması. Özgür değil çünkü Sendiklar Yasası’nın 41. maddesi sendikaların toplusözleşme yapabilmesini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın vereceği yetki belgesine bağlamış. Bakanlık bu yetkisini son derece kötüye kullanarak AKP’ye biat edecek sendikalara bu yetkiyi vermekte, cömert sendika özgürlüğüne sahip çıkarak iktidara biat etmeyen sendikalara ise son derece nekes-cimri davranarak, onları Tekgıda-İş-Çaykur olayında
olduğu gibi yıllarca mahkeme koridorlarında süründürmekten şehevi bir zevk almaktadır.
Oysa demokrasinin kökleşmiş olduğu ülkelerde ve ILO Sözleşmelerinde iktidar partisinin
işçi-işveren ilişkilerine böylesine müdahale edilmesine karşı çıkılmıştır
. Oralarda yetki diye
bir mekanizma yoktur. Kendini o işyerinde güçlü gören sendika işverene çağrıda bulunur ve işveren çalışanların çoğunluğunun o sendika üyeliğine kanaat getirirse masaya oturur.

ESK’NIN AMACI NEDİR?

Ekonomik Sosyal Konsey özünde II. Dünya Savaşı’ndan sonra sanayide barışın kurulması
ve gelirin adil dağıtımının sağlanarak emek sömürüsünün önüne geçilmesi için kuruldu.
Amaç devlet-işveren-işçi sacayağı (üçlüsü) arasında sosyal diyalog başlatarak çalışma barışını ve sosyal adaleti gerçekleştirmekti. Sosyal diyalog ILO ve AB’nin gündeminde üst sıralarda olduğundan, bugün AB ülkelerinde işyeri ve ülke düzeyinde yaşama geçirilmiş ve bu ülkelerde göreceli bir çalışma barışı sağlanarak işçilerin işyerlerinin yönetiminde söz sahibi olması
amacı gerçekleştirilmiştir.

SENDİKALAR İKİLİ KUŞATMA ALTINDA

Ülkemizde sendikalar özgür ve güçlü değil dedik ve özgür olmayışlarının nedenine değindik. Sendikalar güçlü de değil çünkü önce siyasal iktidar sendikaların güçlü olmasını istemiyor.
İş Yasası ve Sendikalar Yasası’nda işçi aleyhine birçok hüküm var ve bu hükümler işçilerin sendika üyesi olma aşamasında yeterli güvence sağlamıyor. Sözleşme yapma, grev yapma özgürlüğünde ciddi engeller var. Üstüne üstlük AKP hükümeti bütün önemli grevleri yasanın özüne aykırı biçimde saçma sapan nedenler erteliyor.

İkinci kuşatmayı işverenler sergilemektedir. İşçi sendikaları işverenlere göre düşmandır ve
her ne pahasına olursa olsun işyerine sokulmamalıdır. Bu sakat ve yanlış yaklaşım sendikaların işyerlerine sağlayacağı yararların ayırdına varmadan körü körüne sendikalaşma düşüncesine karşı çıkmaktadır. Bu nedenle, Bakanlığın 2014 verilerine göre ülkemizdeki 12 milyon emekçinin varlığına karşın brüt sendika üye sayısı 1.189.481’dir. Bu sayı yanıltıcıdır.
Net üye sayısının bir toplu sözleşmeden yararlanan ve aidat ödeyen işçilere göre hesap edilmesi gerekir ve bu yaklaşımla sendikalarımızın net üye sayısı, gene Bakanlık verilerine göre,
800 bin dolayındadır. Bu sayılar ülkemizde işçi sendikalarının ne denli zayıf olduğunu
ortaya koymaktadır.

EY TÜRK-İŞ NEREDESİN?

Ülkemizde sosyal diyaloğu başlatacak olan Ekonomik Sosyal Konsey 2001 yılında 4641 sayılı yasa ile AKP iktidarından önce kuruldu ve kör topal çalıştırıldı. Yasa yetersizdi. 12 Eylül 2010 referandurumunda Anayasa kuralı durumuna getirildi ve 166. maddede yerini aldı.
Anayasa kuralı yeni bir yasa çıkarlımasını öngörüyor. Hükümet her ne hikmetse 2009’dan beri Konsey’i toplantıya çağırmıyor. Belki de işçilerle yüzleşmekten korkuyor. Belki işçinin yüzüne bakacak durumu yok da ondan toplamıyor. TBMM’ye sunulan bir hükümet tasarısı Konsey’deki işçi temsilcilerinin sayısını azaltmayı amaçlıyor. Nedeni işçinin sesini kısmak. Türk-İş’ten
bu konuda bugüne dek hiçbir itiraz sesi duymadık. Acaba haberleri mi yok? Türk-İş artık hükümetin dümen suyu güzeli olma sevdasından vazgeçip biraz işçi sevdalısı olmaya çalışsa yeridir. Ara sıra sesini çıkarıp hükümetten zılgıt yiyince, mahalle arasında kaybolan
sahte mahalle kabadıyısı rolünü oynamaktan vazgeçmeli ve işçinin dağ gibi birikmiş sorunları karşısında gerekli hazırlıkları yapıp iktidardan işçinin beklediği değişiklikleri yasalaştırmasını istemelidir. Acaba Türk-İş’ten çok şey mi istiyoruz?

========================================

Dostlar,

Sayın Dr. Engin Ünsal sendikacılık konularında ülkemizin önde gelen birikimli aydınlarındandır. Emekçilerin hakları ile çalışma yaşamı sorunları hakkında AYDINLIK’ta
çok aydınlatıcı yazılar yazmakta. Hakkını yemeyelim, sevgili dostumuz Yıldırım KOÇ da öyle. Her ikisinin de yazılarına sitemizde gerçekte daha çok yer vermeliyiz. Ancak AKP – RTE tarafından oluşturulan yapay gündem süreçlerinde savunmada kalıyoruz zorunlulukla.
O konuları işlemesek kamuoyu yönlendiriliyor hatta yanıltılıyor. Kuşkusuz bu saldırıyı engelleme salt bizim çok mütevazi çabamızla olacak şey değil ancak, üstümüze düşeni
yapmak da boynumuzun borcudur.

Biz de AÜTF’de (Ankara Üniv. Tıp Fak.) İşi Sağlığı İş Güvenliği ile Meslek Hastalıkları
ve ilgili derslerimizde sorunu işliyoruz yeri geldikçe.

Sendikal_orgutlenme_eritiliyor.pptx

Temel sorunlardan biri ILO Sözleşmelerinin iç hukuka bütünüyle maledilmesidir.
187 dolayındaki bu Sözleşmelerden (Convention) 50 kadarı benimsenmiştir.
Bunların bir bölümüne de önamli çekinceler (reservs) konmuştur. Dolayısıyla emekçilerin sömürüsü salt sosyal haklarda, örgütlenmede ve insanca yaşanacak ücreti alamamada değildir.

Adına Küreselleş(TİR)me denen Yeni Emperyalizmin ta kendisi yabanıl (vahşi) süreçte
yerli ve yabancı sermaye ittifakı, siyasal iktidarları çıkarlarına uygun güdümlemektedir.
O denli ki, yazında (literatürde) yepyeni (!) ve insanı dehşete düşüren bir vergi türüne (!)
dikkat çekilmektedir :

  • KAN ve CAN VERGİSİ!

Bu vahşetin mutlaka durdurulması gerekemektedir..
Bütün dünyanın ezilen – sömürülen ve zincirlerinden başka yitirecekleri olmayan – kalmayan emekçilerin küresel birlik ve dayanışması ile bu pek yaman finans – kapital kuşatması yarılabilecektir.

Sevgi ve saygı ile.
2 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Ali Rıza Üçer’in zaferi

SINIF GÖZLÜĞÜ

Ali Rıza Üçer’in zaferi

Yıldırım Koç

Çok zor ama keşke etrafta üç-beş Ali Rıza Üçer daha olsa.

=========================================

Dostlar,

Yıldırım Koç da, Dr. Ali Rıza Üçer de dostluklarıyla övündüğümüz arkadaşlarımızdır.

Sevgili Üçer’in e-iletisi bize ulaştığında sitemizde 2 ayrı yazıya geçen hafta yer vermiştik :

– http://ahmetsaltik.net/2015/08/13/ifade-ozgurlugune-iliskin-ali-riza-ucer-karari/
 http://ahmetsaltik.net/2015/08/13/icme-suyu-tartismasinda-anayasa-mahkemesinden-hak-ihlali-karari/

Sevgili Koç perçinlemiş oldu..

Her ikisini de kutluyor ve kendilerine teşekkür ediyoruz.

Dileriz Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi, AYM kararını ve gerekçesini dikkate alarak, yapacağı yeniden yargılamada bu kez hukuka uygun bir karar verir.
Bilindiği gibi AYM kararları mahkemeleri de bağlıyor..

Anayasa md. 153/ son : “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını,
gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”
Dr. Üçer’in duruşma gününü bildirmesini bekliyoruz..
Mahkeme salonunda dayanışma için birlikte olacağız..

Sosyal demokrasi mi halkçılık mı?

Sosyal demokrasi mi halkçılık mı?

portresi

 

Yıldırım KOÇ
AYDINLIK
, 14.03.2015

 

Emperyalist güçler ve yerli işbirlikçileri Türkiye’yi parçalamak istiyor.
Parçalayamayacaklar! 
Peki, bu saldırıya karşı bizim programımız ne?
Sosyal demokrasi mi, halkçılık ve devletçilik mi?

Sosyal demokrasi Türkiye’de yeterince bilinmiyor. Bu konuda yazanların önemli bir bölümü de Batı Avrupa’nın emperyalist ülkelerinin “ilerici” gözüken yazılarını özetliyor.

Sosyal demokrasi ne? 

Yüz yılı aşkın süredir sosyal demokrasi, emperyalist ülkelerin egemen sınıflarının
kendi işçilerini ehlileştirmek için kullandıkları anlayış ve uygulamalardır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfları, 19. yüzyılın ilk yarısında kapitalizmin mezar kazıcılarıydı.

Emperyalist ülkelerin işçi sınıflarına emperyalist sömürüden pay verildi.
İşçi sınıfları, emperyalizmin ve kapitalizmin destekçilerine, payandalarına dönüştürüldü.
Sosyal demokrasi bu anlayış ve uygulamanın adıdır.

Hakim sınıfların dış sömürüyle iç barışı sağlamasının geçmişte de örnekleri vardı.

ROMA’DA DIŞ SÖMÜRÜ

İki bin yıl önce Roma İmparatorluğu’nda patrisyen (asil) aileler (AS: patriciler)
ülke ekonomisinde ve yönetiminde belirleyici güce sahipti. Ayrıca küçük üretici köylülerden oluşan “pleb”ler vardı. Bunların dışında mülk sahibi olmayan özgür Romalılara da “proletarii deniyordu. M.Ö. 1. yüzyılda Roma’nın özgür yurttaşlarının nüfusu 3.3 milyonken,
kölelerin sayısı 2 milyona ulaşmıştı.

Roma egemen sınıfları, fethedilen yeni topraklara yoksul plebleri ve proleterleri yerleştirerek onların Roma’da karışıklık çıkarmasını engelliyordu. Ancak genişleme durunca iç sorunlar artmaya başladı. Özellikle M.Ö. 73 yılında başlayan ünlü Spartaküs ayaklanması
Roma’yı sarstı.

Julius Sezar M.Ö. 44 yılında öldürüldü. Ardından Gaius Octavius tek başına iktidara geçti, Roma İmparatorluğu’nu kurdu, Augustus adını aldı, “Roma Barışı”nı (AS: Pax Romana) sağladı ve ülkeyi M.Ö.27-M.S.14 yılları arasında yönetti. Roma Barışı’nın önemli unsurlarından biri, Roma’daki patrisyenlerle plebler ve proletarya arasında barış sağlanmasıydı. Augustus bunu sağlayabilmek için Roma’nın yoksul özgür yurttaşlarına (pleblere ve proletaryaya) ucuz ve daha sonra da bedava buğday dağıttı. Nil vadisinden getirilen bedava buğday, Roma’nın egemenliği altındaki bölgelerden gelen haracın bir bölümüyle finanse ediliyordu. Asiller,
Roma proletaryasını, sömürü sonucu elde edilen bedava buğdayla ehlileştirdiler ve kullandılar.

BİZANS’TA DIŞ SÖMÜRÜ

İstanbul’a, yaklaşık 1000 yıl boyunca Bizans İmparatorluğu egemendi. 1500 yıl önce İmparator Jüstinyen yeni vergiler koydu. 13 Ocak 532 günü yoksul halk büyük bir ayaklanma başlattı. “Nika Ayaklanması” sırasında kentin yaklaşık yarısı yakıldı, Ayasofya tahrip edildi,
binlerce kişi katledildi. İki hafta süren ayaklanma sonrasında da 30 bin dolayında isyancı öldürüldü. Bu ayaklanmadan sonra Bizans imparatorları İstanbul’da yaşayanlara ucuz buğday sağlamaya başladı. Bu uygulama, kitlelerin imparatora karşı ayaklanmasını önledi.
Ucuz buğday dağıtma uygulaması 12. yüzyıla dek sürdü. 12. yüzyılda bu uygulama kaldırılınca kent yoksullarının sınıf çıkarları temelindeki ayaklanmaları yeniden başladı.

TÜRKİYE’DE ÇÖZÜM 

  • Sosyal demokrasi, emperyalist sömürü sayesinde, emperyalist ülke işçi sınıflarının, emperyalizmi ve kapitalizmi destekleyerek hak ve özgürlüklere, yüksek yaşam standardına ve sosyal güvenceye kavuşmasıdır.  

Halkçılık ve devletçilik ise emperyalist sömürünün önlenmesi sayesinde kaynakların
ülke işçi sınıfı ve halkı için kullanılması anlayışıdır.

Çözüm sosyal demokrasi değil; halkçılık ve devletçiliktir.

===================================

Dostlar,

Türkiye’nin yüzakı devrimci aydınlarından dostumuz Sayın Yıldırım KOÇ
çok önemli bir yazı kaleme aldı AYDINLIK‘ta. 14 Mart 2015 günü Gazete’de yayımlandı. Sayon Koç, ustaca – özlü bir tarihsel irdeleme ile sorunsalı günümüze taşımakta ve şu önemli tanımı yapmakta :

  • “Sosyal demokrasi, emperyalist sömürü sayesinde, emperyalist ülke işçi sınıflarının, emperyalizmi ve kapitalizmi destekleyerek hak ve özgürlüklere, yüksek yaşam standardına
    ve sosyal güvenceye kavuşmasıdır.”  

Hemen ardından Devrimci seçeneği vermekte :

  • “Halkçılık ve devletçilik ise emperyalist sömürünün önlenmesi sayesinde
    kaynakların 
    ülke işçi sınıfı ve halkı için kullanılması anlayışıdır.”

Sayın Koç, reçeteyi de çok net koymaktadır :

Çözüm sosyal demokrasi değil; halkçılık ve devletçiliktir.

Dolayısıyla bu 2 önemli ilke; HALKÇILIK ve DEVLETÇİLİK mutlaka anımsanmalıdır ki; Mustafa Kemal Paşa’nın “6 Ok”u’ndan 2’sidir. Yine dolayısıyla diyelim; Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün kurduğu parti olan CHP, sosyal demokrat bir parti olarak kurulmuş değildir!

CHP Atatürk’ün Partisi olarak kalacaksa, -ki siyasal ahde vefa bunu gerektirir-
kılavuzu, anayasası, rotası “6 Ok” tur. Bu Ok’larla oynamak, siyasal manevralarla dışlayıp etkisizleştirmek siyasal ahlaka da sığmaz, tarihsel mirasa saygıya da..

Sosyal Demokrasi, kapitalizmin sömürdüğü emekçi katmanlara (sınıflara) sömürüsünden bir miktar pay (Rüşvet!) vererek bu katmanları teslim almasıdır. Sömürücü ve rüşvetçi bir düzeni  meşrulaştırmaya araçtır; bu yüzden de Ahlak dışı (immoral) bir siyasal ideoloji ve rejimdir.

Büyük Devrimci ATATÜRK, bu çarpıcı olguyu daha 1920’lerde kavramış bir insandı.
Bu yüzden Liberalizmi reddetmişti :

“T.C. Devleti, Türk vatanında yüzyıllardan beri bireysel ve özel girişimle yapılmamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi ve  görüldüğü gibi kısa zamanda yapmayı başardı. 

BİZİM İZLEDİĞİMİZ YOL, GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ LİBERALİZMDEN BAŞKA BİR SİSTEMDİR.”

Yıllar önce Edremit’te, ADD adına bir Aydınlanma konferansımızda dinleyiciler arasında olan ADD Edremit Şubesi kurucularından meslektaşımız Sayın Dr. Hasan İleri, bize çok önemli bir belge fotokopisi vermişti. Bu fotokopide Kasım 1925’te (belleğimizde kalan),

  • Atatürk’ün de imzasını içeren bir Bakanlar Kurulu (Hükümet) kararnamesi ile
    SOSYAL DEMOKRAT Partinin kapatıldığı
    yazılı idi.

Sayın Dr. İleri bu tezini daha sonra da hep yineledi, yazdı, TV’lerde dillendirdi ve
bildiğimiz ölçüde bir yalanlama da almadı. Biz de öyle..
Bu belgeye arşivimizde eriştiğimizde, sitemizde paylaşacağız..

Ayrıca bu sitede, Kemalist Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN‘in “Kemalizm ve Sosyal Demokrasi” başlıklı kapsamlı irdelemesine (8 sayfa) yer verilmişti (9.8.2012). Aşağıdaki erişkeden (linkten)
bu önemli ve kapsamlı makale okunabilir..

http://ahmetsaltik.net/2012/08/09/kemalizm-ve-sosyal-demokrasi/

Değindiğimiz önemli makale şöyle bağlanıyor :

  • “Bütün bilimsel kaynaklar, Avrupa kıtasında gerçek anlamda bir sosyal demokrasi olamayacağını ortaya koymaktadır. Türkiye’de Avrupa Birliği dışında bırakıldığı için Atatürk’ün ülkesinde gerçek anlamda bir sosyal demokrasi uygulaması mümkün görünmemektedir. Devletin kaynaklarının yabancılara devredilmesi, artan nüfusun talepleri ve Türkiye’nin kendine özgü koşulları, gerçek anlamda bir Sosyal Demokrasiyi bu ülkede mümkün kılmamaktadır. O zaman, bugünün koşullarında sosyal demokrasi diye ortaya çıkanlar,
    küresel emperyalizmin bütün dünyaya dayatmış olduğu yeni demokrasi ilkelerini uygulayacak bir neo-liberal programı üstü örtülü bir biçimde uygulamaya yönelecektir. O zaman,
    Türkiye Cumhuriyeti’nden ve Atatürk’ün devlet modelinden geriye bir şey kalmayacağı anlaşılmaktadır. Artık bu konuda Türk Ulusu’nun bir karar vermesinin zamanı gelmiştir.
  • Ya Türkiye Cumhuriyetini ve ulusal – üniter devleti yaratan Kemalizm ya da
    küresel emperyalizmin merkezi coğrafyaya egemen olmasını sağlayacak
    Sosyal Demokrasi görünümlü yeni demokrasi…
  • Türk ulusu için var olma ve yok olma mücadelesi bugünün koşullarında da devam etmektedir. Kemalizm ve Sosyal Demokrasi tartışmalarının arkasında yatan gerçekler bunlardır.”

*****

“Sosyal Demokrat” dostlarımıza, CHP’ye… kritik “bilgi notu” olarak sunarız.
7 Haziran 2015 “kritik” genel seçimleri öncesinde zamanlayarak, özellikle..
Bir kez daha düşünülsün diye..

Sevgi ve saygı ile, 15.03.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yatağan ve Soma işçilerinin mücadeleleri


Yatağan ve Soma işçilerinin mücadeleleri

portresi

 


Yıldırım KOÇ

AYDINLIK, 07.12.14

 
Günümüzde işçi sınıfı mücadelesinin yoğunlaştığı iki bölge, Yatağan ve Soma’dır.

Yatağan enerji ve maden işçileri, sendika şubeleriyle birlikte, bir yılı aşkın bir süredir örnek olması gereken bir mücadele veriyor. Esasında bu mücadele 1990’lı yıllara kadar uzanıyor. Bu mücadelenin tarihi mutlaka yazılmalı. Eylemleri kıyaslamak pek uygun olmaz; ancak Yatağan mücadelesi, Aralık 2009-Mart 2010 Tekel işçilerinin eyleminden çok daha bilinçli ve doğru çizgidedir.

YATAĞAN İŞÇİLERİNİ NELER BEKLİYOR?

Yatağan Termik Santralı’nın satılması, TKİ Güney Ege Linyitleri İşletmesi’nin taşınmazlarının satılması ve maden ruhsatlarının ve kapsadığı maden sahalarının işletme hakkının devri sözleşmesi 1 Aralık 2014 tarihinde imzalandı. Bu işyerleri artık Yatağan Termik Enerji Üretim A.Ş. mülkiyeti ve sorumluluğundadır.

İş Kanunu’nun 6. maddesine göre, Yatağan enerji ve maden işçilerinin iş sözleşmeleri, yeni işverenle devam etmektedir. Her iki işyerindeki işçiler adına Tes-İş ve Türkiye Maden-İş Sendikaları tarafından bağıtlanmış toplu iş sözleşmeleri yürürlüktedir. Bu toplu iş sözleşmeleri süreleri sonuna kadar yürürlükte kalacaktır. Eğer Yatağan Termik Enerji Üretim A.Ş. devraldığı işçileri işten çıkarma yoluna gitmezse işçiler bu toplusözleşmelerden yararlanacaktır. Toplu iş sözleşmelerinin yürürlük sürelerinin sona ermesinden 120 gün önce ilgili sendikalar yetki süreçlerini başlatacaktır.

İşveren bu süreçte işçileri işten çıkardığı takdirde, işçilerin 4/C statüsüne geçme hakkı doğmaktadır.

Özelleştirilen kuruluşlarda İş Kanunu’na tabi işçilerden iş sözleşmeleri feshedilenler, diğer koşulları taşımaları kaydıyla, 60 gün içinde kuruluşları aracılığıyla Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na başvurmaları durumunda, 4/C statüsüne geçebilmektedir.

Özelleştirilen kuruluşlarda işçilerin çalıştırılmaya devam edilmesi halinde, özelleştirme tarihinden itibaren en geç 6 ay içinde iş sözleşmeleri özel sektör tarafından feshedilirse, 60 gün içinde kendilerinin veya kuruluşlarının Özelleştirme İdaresi’ne başvurması durumunda, 4/C statüsüne geçme hakkı doğmaktadır. 6 aylık sürenin 2 yıla çıkarılması gündemdedir.

Diğer bir deyişle, 4/C statüsüne geçmek, hem işverenin hem de işçinin inisiyatifindedir.

İşçi işten çıkarılmazsa 4/C’ye geçemez.

İşçi özelleştirme sırasında ve sonrasında işten çıkarılırsa 4/C’ye geçmek zorunda değildir; kendisi isterse 4/C statüsüne geçer.

4/C statüsünün adı “geçici personel”dir; kölelik düzenidir.

SOMA’DA MÜCADELE ÇEŞİTLİ PLATFORMLARDA YÜKSELECEK

Soma’da ise farklı bir durum yaşanıyor.

Soma’da maden cinayetinde hayatını kaybedenlerin sorunu var.

Ayrıca maden ocaklarında ve Soma B Termik Santralı’nda taşeron işçileri çalıştırılıyor. Taşeron işçileri asıl işverenin işçisi sayılmak için mücadele başlatmalı.

Soma B Termik Santralı özelleştiriliyor; son teklif verme tarihi 19.12.2014.

Ayrıca TKİ’nin taşeronu Soma Kömürcülük A.Ş.’nin Eynez Ocağı’ndan çıkarılan işçiler, gerçekte Türkiye Kömür İşletmeleri’nin işçileri. İşten çıkarılan işçiler yargı yoluna başvururlarsa, hem TKİ’nin işçisi olma hakkına kavuşurlar, hem de geçmiş 5 yıllık dönem için büyük miktarda bir toplu paraya kavuşurlar.

Tes-İş, Maden-İş ve Türk-İş başta olmak üzere, tüm sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin acil görevi, Yatağan ve Soma işçilerine destek vermektir.

Ne yazık ki bugüne kadar bu destek esirgenmiştir.

Bugün Yatağan ve Soma işçilerini yalnız bırakanlar tarihe “balta sapları” veya “mühreler” olarak geçecektir.

===============================================

Dostlar,

Yatağan emekçilerine en içten dayanışma duygularımızı sunuyoruz..

Değerli dostumuz Yıldırım Koç’un yazdıklarını paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygıyla.
07.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

YILDIRIM KOÇ/ İşte Soma madencilerinin gasp edilmiş gerçek hakları


Dostlar
,

ACLIK_SINIRI_Mayis_2014

Yaşamını emekçi haklarına ve emek savaşımına adayan ODTÜ öğretim görevlisi dostumuz Sn. Yıldırım KOÇ, “13 Mayıs 2014 SOMA kurbanları“nın haklarını koruma adına çok önemli bir uzmanlık çalışmasını özetle aşağıda sunuyor..

Anlı şanlı TÜRK-İŞ‘in bol ücretli sendikacılık uzmanları ve danışmanları, bol ücretli – huzur haklı “Bölüm Sekreterleri” neden bu güne dek böylesi bir çalışma yapmadılar??
(Türkiye Maden – İŞ de Genel Maden – İŞ sendikası da TÜRK-İŞ’e bağlı!)

İhanet içindeki Basını ve Akademiayı zaten geçiyoruz..
Gündem oyunları ve lay lay lom haberlerle – dizilerle,
TV programlarıyla halkı nereye dek oyalayabileceğinizi sanıyorsunuz??

TRT’nin hemen hemen tüm haberleri “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan” klişesi ile başlıyor.. Bu ne utanç verici durumdur.. Kendilerini de parlatmaya çalıştıklarını da
öyle büyük bir hızla tüktetmekteler ki, ayırdına varsalar derhal frene basacaklar..
Basireti böyle şaşılası biçimde tutulur işte bazılarının ve o an,
artık çöküşün dönülmez ufuklarına denk düşer..

*****

Destanı asıl bu halk meydanlarda ölerek, gözünü yitirerek, kafası – kolu – bacağı –
ve de ONURU kırılarak veriyor.

Bu kanlı – acılı ve ölümlü savaşımın ona kazandıracağı
uyanıklık ve bilinçten korkmayan aptalın da aptalıdır.

27 Ekim 1927… Atatürk’ün TBMM’de Söylevi’ni bitirişi:

  • “Bugün ulaştığımız sonuç;yüzyıllardan beri çekilen ulusal felâketlerin doğurduğu uyanıklığın 

    ve

    bu kutsal yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.

    Bu sonucu Türk Gençliğine bırakıyorum.
    Ey Türk gençliği! Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek savunmak ve korumaktır. Gereksindiğin güç,
    damarlarındaki soylu kanda bulunmaktadır.”

*****
Sorunları kolluk gücüyle, baskıyla çözebileceğini sanan aptalın aptalına
ek zavallı diktatör müsvetteleri ise tarihin çöplüğünde zibil dolusu..

Azıcık aklı olan ya da azıcık namuslu danışmanları kalan siyasetçiler bile,
bu sonu olmayan lanetli gidişi ayrımsayabiliyor.. (farkedebiliyor..)

Ya Türkiye’yi yönetenler..
Onlar öyle talihsizler ki..

ATATÜRK‘ün uyarısına bir kez daha çooooo dikkat :

  • “Bugün ulaştığımız sonuç;yüzyıllardan beri çekilen ulusal felâketlerin doğurduğu uyanıklığın

    ve

    bu kutsal yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır…


Sevgi ve saygı ile.
1 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

İşte Soma madencilerinin gasp edilmiş gerçek haklar

yildirimkoc

YILDIRIM KOÇ
AYDINLIK01 Haziran 2014

 

Aydınlık gazetesi yazarı Mehmet Akkaya, 22 Mayıs 2014 günü manşetten verilen yazısında, Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin Eynez Ocağı’nda çalışan işçilerinin haklarının nasıl gasp edildiğini yazmıştı.

Mehmet Akkaya’nın son derece önemli yazısında yer alan konuyu biraz daha açalım.

Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin Soma bölgesinde iki tür çalışması vardır.
Birinci türde, Ege Linyitleri İşletmesi’ne ait kömür (AS: kömür çıkarma) ruhsatları
Soma Kömür tarafından kullanılmaktadır (rödövans).
İkinci tür ise, taşeronluktur, hizmet alımıdır. Eynez Ocağı’ndaki çalışma bu niteliktedir.

Taşeron, Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’dir

Ege Linyitleri İşletmesi ve onun bağlı bulunduğu Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu
Gn. Md., İş Kanunu’nu ihlal ederek, Eynez Ocağı’nda kömür çıkarma işini Soma Kömür İşletmeleri’ne vermiştir.

Yasal anlatımla, ELİ (veya TKİ) ile Soma Kömür İşletmeleri arasında imzalanmış olan hizmet alım (altişverenlik) sözleşmesi muvazaalıdır ve yok hükmündedir! 

Buna göre, Soma Kömür İşletmeleri’nin çalıştırdığı Eynez Ocağı’ndaki işçiler,
işin başından beri Ege Linyitleri İşletmesi’nin işçileridir.

Bunun anlamı, bu işçilerin geçmişe dönük olarak beş yıllık süre içinde
çok önemli parasal haklara kavuşmalarıdır.

Eynez Ocağı’nda çalışan işçilere, Türkiye Maden-İş Sendikası ile Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. arasında imzalanmış ve 1.7.2012-30.6.2015 döneminde geçerli olan
üç yıllık toplu iş sözleşmesi uygulanmaktadır.

Halbuki Eynez Ocağı’nın işçileri, işin başından itibaren ELİ işçileri kabul edildiğinde, onlara uygulanması gereken toplu iş sözleşmesi, Türkiye Maden İş Sendikası ile
Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Gn. Md. adına Kamu-İş arasında imzalanan ve 1.1.2013-31.12.2014 döneminde geçerli olan iki yıllık toplu iş sözleşmesidir.

Eynez Ocağı işçilerine TKİ toplu iş sözleşmesi uygulanmalıdır

Aradaki büyük fark, halen yaşamda olan işçiler ölçüsünde, yaşamını yitiren işçileri de ilgilendirmektedir.

Yaşamını yitiren işçiler, TKİ toplu iş sözleşmesinden yararlanabilirlerse,
ailelerine ödenecek kıdem tazminatları, iş kazası nedeniyle ölümde ödenecek tazminat (AS: giderim) ve bağlanacak dul/yetim aylıkları önemli ölçüde artacaktır.
Ayrıca geçmişe dönük beş yıllık fark alınabilecektir.

Yaşamda kalan işçiler de geçmişe dönük beş yıllık süre için önemli miktarda
para alacaktır.

Bu iki toplu iş sözleşmesi arasındaki önemli farklar nelerdir?

Ücret düzeyleri çok farklıdır. Soma Kömür toplu iş sözleşmesinin 43. maddesinde
yer alan ücretler, TKİ ücret düzeyinin yarısından azdır.

TKİ toplu iş sözleşmesinde, yeraltında çalışılan her gün için ücretlere ek olarak
ayrıca %11 oranında ek tazminat ödenmektedir. Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde böyle bir hak yoktur.

TKİ toplu iş sözleşmesinde yılda 112 veya 138 gündelik tutarında ek ödeme ve ikramiye vardır (Md. 54). Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde ek ödeme ve ikramiye yoktur.

TKİ toplu iş sözleşmesine göre, işçilere her ay 207 TL sosyal yardım ödenmektedir (Md. 55). Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde sosyal yardım ödemesi yoktur.

TKİ toplu iş sözleşmesinde her üç vardiya için ayrı miktarlarda vardiya zammı vardır (Md. 52). Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde vardiya zammı yoktur.

TKİ toplu iş sözleşmesinde fazla çalışma ücreti %100 zamlıdır.
Bu çalışma 3 saati geçerse, zam oranı %150 oranında uygulanmaktadır (Md. 53). Soma Kömür toplu iş sözleşmesinde fazla çalışma zammı yalnızca %50’dir.

İşçiye ödenen yemek ücreti bile farklıdır. TKİ toplu iş sözleşmesinde 2013 yılında ödenecek yemek ücreti günde 4,83 TL (Md. 55) iken, Soma Kömür toplu
iş sözleşmesinde bu miktar 2,50 TL’nin birazcık üstündedir (Md. 44).

Bu konuları 2 Haziran 2014 Pazartesi günü Soma’da saat 18.00’de,
Soma Belediyesi Sinema-Konferans Salonu’nda düzenlenen konferansta
daha ayrıntılı olarak ele alacağız.

Soma katliamı sonrasındaki eylem


Soma katliamı sonrasındaki eylem

portresi

 

Yıldırım Koç
SINIF GÖZLÜĞÜ
Aydınlık, 17 Mayıs 2014
yildirimkoc@aydinlikgazete.com

 

Konfederasyonlar, Soma’daki katliamı protesto etmek amacıyla
15 Mayıs Perşembe günü 1 günlük iş durdurma kararı aldı.
15 Mayıs günü sabah kalkıp elektrik düğmesine bastım. Lamba yandı.
Bütün gün de elektrikte bir kesinti olmadı.

Elektrik işçileri ve Tes-İş Sendikası, bir günlük iş durdurma kararı alan örgütler arasında bulunan Türk-İş’i ciddiye almamışlar.

Bu sendikacılar, katledilen sınıf kardeşleriyle bir dayanışma içine girmediler.

Sokağa çıktım. Bir belediye çöp arabası çöpleri topluyordu.
Belediye otobüsleri de çalışıyordu.

Bir bankanın önünden geçtim. Banka çalışanları, harıl harıl iş yetiştiriyorlardı.

Sabah kalktığımda, telefon şirketlerinde çalışanlar, bizler ısınalım ve
elektrik enerjisinden yararlanalım diye ölümü göze alan ve yaşamlarını yitiren
sınıf kardeşleriyle dayanışma içinde olurlar beklentisi içindeydim.

Yanılmışım. Telefonum çalışıyordu.

Elektrik kesilmediği için internet bağlantısı da vardı.

Enerji Bakanlığı’nın önünde ufak bir grup kamu çalışanı protestoya hazırlanıyordu.

Bu yazdıklarımı gerçekten yaşadım ve özellikle kritik sektörlerde çalışan işçilerin duyarsızlığı konusunda büyük tepki duydum.

Türk-Metal, Maden-İş, Genel Maden-İş, Petrol-İş

Fabrikalarda ve madenlerdeki durumu ise telefonla öğrendim.

Türk Metal’in etkili bir katılım sağladığı, büyük fabrikalarda işleri durdurduğu anlatıldı.

Türkiye Maden-İş ve Genel Maden-İş sendikaları da madenlerde başarılı eylemler yapmış.

Petrol-İş de eylem kararını ciddiye almış.

Bu konuları düşünürken aklıma bir soru geldi.
Belki biraz acımasız olacak, ama düşünmekten de kendimi alamadım.

13-14 Mayıs (AS: 2014) günleri yaşamını yitiren maden işçileri acaba,
Yatağan-Kemerköy-Yeniköy termik santral ve Yatağan maden işçilerinin mücadelesine destek vermiş miydi?

Yoksa bu işçilerimiz TEKEL direnişine veya Yatağan eylemine ilişkin haberleri izlemek ve bu konuda sınıf sorumluluklarını yerine getirmek yerine, yorgun bedenlerini televizyonun önüne atmış, dizileri mi seyretmişlerdi?

Büyük acılar yaşanırken insana bunlar sorulmaz;
ancak bu soruları da unutmamak gerektiğini düşünüyorum.

Yaşamını yitiren insanların önemli bir bölümü, TEKEL’in özelleştirilmesi sonrasında tütün ekerek geçimini sağlama olanağını yitirmiş, yarı mülksüzleşmiş yoksul insanlardı.

Özelleştirme onları iki kez vurdu.
Birincisi, tütün üreticiliğinden, ikincisi işçi olarak canlarından oldular.

Belki de özelleştirmeleri yapan veya savunan siyasal partilere oy vermişler, özelleştirmeye karşı mücadele edenlerle hiç ilgilenmemişlerdi. Kim bilir!

Kapitalizm katliamsız yaşayamaz

İnsanlar da, sınıflar da yaşayarak öğreniyor.
Kapitalizm yalnızca cep telefonu, güzel bir televizyon, yeni mobilya, belki bir ev
veya araba değildir.

Bunların bile nasıl alındığını Soma katliamında gördük.

Madenden sağ kurtulan bir işçiye bir daha madene girip girmeyeceği sorulduğunda, kredi kartı borcu olduğunu, başka geçim kaynağının bulunmadığını,
bu nedenle madene geri dönmek zorunda olduğunu söylüyordu.

Kapitalizm budur!

Biz kapitalizme karşı çıkarken, gerçekte bu katliamlara karşı çıkıyoruz.

İşçilerin kapitalizme karşı çıkmaları konusunda bilinçlenmeleri için
ne yazık ki bu katliamları yaşamaları mı gerekiyor?

Kapitalizm, insan hayatını ucuzlatıyor.

  • Bir ton kömürü 130 $ yerine 30 dolara mal etmekle övünenler,
    30 doların yanına yüzlerce maden işçisinin canını eklediklerini söylemiyorlar.

Soma katliamı, Türkiye işçi sınıfı tarihine büyük bir acı olarak geçti.
Her şerde bir hayır vardır. Belki Soma katliamına karşı gelişen mücadele,
karanlık günlerden kurtuluşun yolunu ışıtacaktır.

Yaşamını yitiren madencilere rahmet, yakınlarına başsağlığı ve dayanma gücü,
gönlü ve beyni emekten, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyadan olanlara ise
daha güçlü mücadele azmi ve kararlılığı
 diliyorum.

Prof. Dr. ALPASLAN IŞIKLI ANISINA SEMPOZYUM


Dostlar,

13 Temmuz 2013’te Seferihisar’da tatildeyken beklenmedik biçimde yitirdiğimiz Türkiye’mizin uluslararası çapta yüzakı aydın ve bilim insanlarından
Sn. Alpaslan IŞIKLI, İstanbul’da düzenlenen bir kurultay (simpozyum) ile anılıyor..

Konu (tema) :

  • “Cumhuriyet, Aydınlanma, Üniversiteler ve Sendikal Mücadele” 

Konuşmacılar son derece değerli.. Keşke programımız elverseydi, biz de katılabilseydik.. Konuşmacı olarak bizim de aktaracağımız epey şey vardı
hoca hakkında.. web sitemizde epey yazı yazdık kendileri hakkında..

Toplantıyı TÜMÖD İstanbul Şubesi düzenliyor..

Petrol – İş Sendikası Genel Merkezi de ev sahipliği yapıyor..

Alpaslan hoca, Türkiye’ye çok ama çok katkı veren özverili ve toplumcu doğrultusundan asla sapmayan bir yurtseverdi.. 12 Eylül’de SBF’den atılmış,
uzun yılar işsiz kalmştı. Rastlantıya bakın ki, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer kendisini YÖK üyeliğine atamıştı.

Bu bir tür saygınlık geriverimi (iade-i itibar) idi galiba..

Toplantının kamera kayıtlarının alınması, sunumların kitaplaştırılması dileğimizdir..

Emek verenlere şükranla..

Işıklı’yı da saygı ve rahmetle anarak..

portresi_dusunen_adam

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile.
26.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

portresi_gomlekli

 

Prof. Dr. ALPASLAN IŞIKLI ANISINA SEMPOZYUM

“Cumhuriyet, Aydınlanma, Üniversiteler
ve Sendikal Mücadele”

 

Program

Açılış Sunumu:
“Vatan, Cumhuriyet ve Emek için adanmış bir yaşam
Prof. Alpaslan Işıklı”

1. Oturum: CUMHURİYET ve AYDINLANMA

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Kadriye Akgün Dar

*Cumhuriyet’e karşı basında kara propaganda: Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

*Aydınlanma mücadelesinde Kemalizm ve sosyalizm: Doç. Dr. Cüneyt Akalın

2. Oturum: ÜNİVERSİTELER ve YÜKSEKÖĞRENİM

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Serap Erdem Kuruca

*Öğrenci gözüyle üniversitelerde müfredat sorunları: Anıl Aşkın (Boğaziçi Üniversitesi)

*Kuruluş yıllarından bugüne ODTÜ:  Doç. Dr. Melek Diker Yücel

*Öğrenci gözüyle üniversitelerde güvenlik algısı:  Betül Çırak

*Yeni bir dönemin eşiğinde Türkiye’de bilim ve üniversitelerimiz: Prof. Dr. Tolga Yarman

3. Oturum: EKONOMİ, ÇALIŞMA HAYATI ve SENDİKAL MÜCADELE

Oturum Başkanı: Yıldırım Koç

*Alpaslan Işıklı’nın mirası:  Öğr. Gör. Yıldırım Koç

*Eğitim emekçilerinin sendikal mücadelesinde Alpaslan Işıklı’nın yeri:
Zekeriya Çakmak (Eğitim-İş İstanbul 4 No’lu Şube Başkanı)

*Alpaslan Işıklı’nın iki eseri üzerine: Özyönetim ve Yeni Ortaçağ:  Doç. Dr. Melih Baş

28 Eylül 2013 Cumartesi  Saat: 13:00-18:00

Petrol – İş Sendikası Genel Merkezi
(Altunizade mahallesi Kuşbakışı caddesi No: 23 Üsküdar İstanbul)

Düzenleyen: TÜMÖD İstanbul Şubesi

27 MAYIS ve DEMOKRATİK DEVRİMİMİZ

27 MAYIS VE DEMOKRATİK DEVRİMİMİZ

Yıldırım Koç
www.yildirimkoc.com.tr
Aydınlık Gazetesi, 27 Mayıs 2013

portresi
Bugün 27 Mayıs; 1963 yılından 1981 yılına dek
“Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletimiz tarafından kutlanan demokratik devrimin 53. yıldönümü.

Türkiye’nin milli demokratik devriminin önemli aşamalarından biri olan 27 Mayıs Devrimi, 18 yıl bayram olarak kutlandı. Bayram, 26 Mayıs öğleden sonra başlıyor ve 27 Mayıs günü
devam ediyordu.

12 Eylül darbecileri Türkiye’yi emperyalizmin ve sermayenin istemleri doğrultusunda yeniden yapılandırırken, Türkiye milli demokratik devriminin bu önemli aşamasına tahammül edemediler.

Milli Güvenlik Konseyi, 17 Mart 1981 günü kabul ettiği 2429 sayılı kanunla,
27 Mayıs’ın kutlanmasına son verdi. Kanunun gerekçesinde şöyle deniyordu:

“27 Mayıs günü 1963 yılından beri Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak kutlanmaktadır. Bugün 1960 Devriminin ve dolayısıyla 1961 Anayasasının kutlandığı gündür.
Ancak özellikle 1970’li yıllardan aşlayarak meydana gelen gelişmeler sonucu
1961 Anayasasının toplum bünyemize uygunluğu tartışılır hale gelmiş ve bayram günü halk arasında etkinliğini yitirmiştir. Bu nedenle 27 Mayıs resmi bayramlar arasında sayılmamıştır.”

27 Mayıs Devrimi ve 14’lerin tasfiyesi sonrasında hazırlanan 1961 Anayasası, 1960 öncesinin baskıcı yönetim anlayışı yerine, çağdaş hak ve özgürlüklere saygılı, sosyalistlerin legalde örgütlenmesinin ve bağımsızlık mücadelesinin önünü açan bir anlayışa sahipti. Anayasa, Kemalist devrimin korunması ve geliştirilmesi için gerekli koşulları yaratıyordu.

27 Mayıs Devrimi’nin ürünü olan 1961 Anayasası ilk darbeyi 12 Mart darbesi sonrasında yedi. 27 Mayıs Devriminin ürünü olan 1961 Anayasası,
memurlara sendikalaşma hakkını getirdi; işçilere grev hakkını tanıdı. Bu haklar, memur ve işçilerden bu doğrultuda güçlü, etkili ve örgütlü bir talebin gündemde olmadığı koşullarda, 27 Mayıs’ın ilerici anlayışı çerçevesinde tanındı.

Üniversiteler ve TRT özerkti.

27 Mayıs 1961 günü Kurucu Meclisce kabul edilen ve 9 Temmuz 1961 günü halkoylamasında onaylanan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “başlangıç” bölümü şöyledir:

  • “Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan; “Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs Devrimini yapan Türk Milleti; “Bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, milli şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak milli birlik ruhu içinde daima yüceltmeyi amaç bilen Türk Milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak ve “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ilkesinin, Milli mücadele ruhunun, millet egemenliğinin, Atatürk Devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahibolarak; “İnsan hak ve hürriyetlerini, milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmak için; “Türkiye Cumhuriyeti Kurucu Meclisi tarafından hazırlanan bu Anayasayı kabul ve ilan ve O’nu, asıl teminatın vatandaşların gönüllerinde ve iradelerinde yer aldığı inancı ile, hürriyete, adalete ve fazilete aşık evlatlarının uyanık bekçiliğine emanet eder.”

27 Mayıs Devriminin 53. yıldönümünde, 27 Mayıs öncesinde demokrasi mücadelesine kitlesel biçimde katılanları, Milli Birlik Komitesi’nin demokrasiye gönül vermiş üyelerini ve 1961 Anayasasını hazırlayan Kurucu Meclis’in üyelerini saygıyla anıyorum.