Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

Naci Beştepe : ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Kasım 2017

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Kasım 2017

Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri öğretmenliğin saygınlığını zedeleyenlere…

VAİZ
Vaiz maaşı öğretmen maaşını geçmiş.
Yönetimin akıl ve bilime bakışı rakamlarda netleşmiş …

KEDİ
AKP Gen. Bşk. Erdoğan, “beton, beton, beton” diyerek şehirlerdeki çarpık yapılaşmadan şikayete devam etti. İstanbul’daki 121 gökdelenin 117’sinin kendi döneminde dikildiği açıklandı.
Gökdelen kedisi…

MEHDİ
Başdanışman Yalçın Topçu ile AKP MV. Metin Gündoğdu’nun görüştüğü Azerbaycanlı sahte mehdi “Erdoğan ancak benim sayemde dünya lideri olur” dedi.
Hurafecilerin lideri mi yani?…

SEÇENEK
Sosyal medyada yaygın bir soru; ABD, “Reza mı, Feto mu?” dese RTE kimi seçer?
Soru mu, yanıt mı bu?…

KAÇAKÇI
Kılıçdaroğlu, RTE’nin yakınlarının yurt dışına para kaçırdığına dair belgeleri açıkladı.
Her zaman olduğu gibi yandaşlar yalanladı.
Bunda ne yanlış var ki; koskoca dünya lideri, dünyanın her yerinde parası olur

HIRSIZ
Sudi prensler mal varlığını iade etsin diye ayaklarından asılarak işkence ediliyormuş.
Her hırsızın yaptığı yanında kar kalmıyor…

HARBİYE
Mezuniyet töreninde RTE Harbiye marşı söyledi. TSK’ya sahip çıktı.
4 Temmuz’da kafasına çuval geçirilen Ordu’nun kulakları çınlasın…

FAZLA
RTE, Harbiye mezunlarının bir yılda dört yıllık eğitimden fazlasını aldığını söyledi.
Bundan böyle tüm üniversiteler bir yıla indirile!..

YALANLAMA
Cumhurbaşkanlığından,  telefon görüşmesinde Trump’ın YPG’ye silah verilmeyeceğini söylediği açıklandı. Pentagon sözcüsü, “SDG (PYD)’yle ilişkimiz sürecek” diyerek yalanladı. Silah sevki devam etti. Kim, kimi kandırıyor?..

SIVIŞMA
Çevre Bakanı Özhaseki, Belediye Başkanlığı döneminde Feto’yu ziyaret ettiğini inkar etti.
Övünme dönemi bitti, şimdi sıvışma dönemi…

KUMPAS
Son kumpas mağduru Yzb. (şimdiye albaydı) Murat EREN de berat etti.
Kumpasçılar ve onlara “paralel” deyip sıyrılanlar berat edebilecek mi?…

REKABET
Rekabet Kurumu yöneticileri, 20. kuruluş yılını aileleriyle dört gün İstanbul’da kutlamış.
Rekabet et edebilirsen…

KURUL
TÜSİAD, arada bir hükümeti eleştirdiği için Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) yönetiminden çıktı/çıkarıldı.
Eleştiri haa!..

CENNETLİK
Cüppeli, kendisine cennetin müjdelendiğini söylemiş.
Jet ski yaptığı kızları da götürür herhalde…

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

=================================
Zekanıza, yüreğinize ve kaleminize sağlık değerli dostumuz Naci Beştepe Paşamız..

Sevgi ve saygı ile. 29 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Rifat Serdaroglu : ADALET VE HUKUK

ADALET VE HUKUK

Rifat Serdaroglu

Türk Tarihinin en ağır rezaletini yaşıyoruz. Bu daha başlangıç! Bu kumaş dikiş tutmaz. Giderken Türk Milletine ne zararlar vereceği ne yaralar açacağı da şimdiden kestirilemez. Sonları ibretlik olacak demiştim, görüyorsunuz.
“SüLALE Devri’nin sonu geldi…

Adalet en geniş anlamıyla “doğruluk ve hakka riayet etmek” demektir.
Adalet evrensel bir değerdir. Zamana, mekâna, siyasal sistemlere, iktidarlara göre farklı şekillerde anlamlandırılamaz. Kutsal kitaplar, peygamberler, bilginler insanlığın varoluşundan beri hakka uymayı öğütlemişlerdir.
Tarih boyunca bazı devletler teokrasiyi, lâikliği, Cumhuriyeti veya Monarşiyi benimsemişler, fakat içlerinde sadece “Adaletli” olan düzenler ayakta kalmayı başarabilmiş,

  • hakkı tanımayan ve insanlara zulmeden her sistem tarihin mezarlığına gömülmüştür.

Hukuk ise “Kişilerin birbirleriyle veya devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünüdür.” Kişiler, hukuka uygunluk ile adaleti ya da hukuka aykırılık ile adaletsizliği eşanlamlı olarak görürler. Ama gerçek her zaman böyle değildir. Adalet zamana, mekâna veya kişiye göre değişen bir değer değildir. Ama hukuk, iktidarların belirli şartlara uyarak her zaman değiştirebilecekleri kurallardır.
Örneğin;
Hazine arazilerini işgal etmek suçtur ve hapis cezasını gerektirir. Doğru olan da budur.
Fakat iktidar, bir yasa değişikliği ile işgalcilere bir hak tanırsa, hazine arazilerinin işgali hukuka uygun olur! Bu durumda işgalci, hukuka göre haklı, evrensel adalete göre ise haksızdır.

Tarihimiz çok ilginç olaylarla doludur
Fatih Sultan Mehmet, yaptırdığı caminin sütunlarını kendisinin iznini almadan kısaltan mimarın iki elini bileklerinden kestirtir!
Mimar, Kadıya gider ve Padişahtan şikayetçi olur.
Kadı, derhal Fatih’e haber gönderip davaya davet eder.
Fatih gelir ve selam verdikten sonra oturur.
Kadı; Oturma beyim! Burası mahkeme, hasmınla beraber ayakta dur, der.
Fatih, mimarın yanında ayakta durur! Mahkeme başlar ve mimar söz alır;
“Kadı Efendi! Ben büyük bir mimardım. Bu adam, caminin sütunlarını kısalttım diye iki elimi de kestirtti. Halbuki, caminin depremden zarar görmemesi için bu şarttı. Beni işimden rızkımdan etti. Davacıyım” dedi.
Kadı; “Beyim ne dersin, bu adamın ellerini sen mi kestirttin?”
Fatih; “Bu adam benim değerli sütunlarımı keserek, camimin şöhretini düşürdü. Bu sebeple ellerini kestirttim.” der.
Kadı düşünür, şikayetçinin de rızasını alarak kararını açıklar;
“Beyim şöhret sıkıntı getirir. Cami, sütunları alçak da olsa ibadete engel teşkil etmez. Ama böyle kıymetli bir mimar her zaman dünyaya gelmez. Mimarın da kabulüyle sizi, tüm ömrü boyunca kendisine günde 20 gümüş akçe ödemeye mahkûm ettim!”
Fatih; hazineden sorumlu memuruma emir vereyim de bu para ödensin, deyince Kadı şöyle der;
“Hazineden ödeyemezsiniz, kendi servetinizden ödeyeceksiniz…

1250 odalı sarayın günlük bakımı için milyonlarca lira harcayanlar, çoluk çocuk devletin araçlarını kullananlar, cennet-cennet diye cahil insanları kandırıp “vergi cenneti adalarda” haram para istifleyenler, ecdatlarından utanırlar mı dersiniz?
Ya da kul hakkı yemekten? Suratlar artık köseleye dönüştüğünden utanmazlar!

Sağlık ve başarı dileklerimle 29 Kasım 2017

======================================
Çoook teşekkürler değerli yazar Rifat Serdaroğlu…

Dün, 28.11.2017 günü CHP Gn. Bşk. K. Kılıçdaroğlu belgelerle suçlamalarda bulundu.
Bu gün, 29.22.2017 günü muhatabından yanıt geldi.. Gene hakaret, gene öfke, gene yalanlama. Öyle çok güveniyor ki kurduğu sıkı düzene, “…götür yargıya ver…” diyebiliyor. TBMM’de görüşme açılması engelleniyor.. Basına verseniz, daha belgeleri görmeden yandaş – yalaka – sahibinin sesi basın “yalandıııır – uydurmadıııır….” diye peşin vaveyla başlattı.

Yine mağdur edebiyatı.. Yine komplo kuruldu duygu sömürüsü..

Kimsenin işi – gücü kalmadı, başta ABD – Trump olmak üzere her-kes ama her-kes AKP = RTE‘ye kumpas kurma peşinde.. Hem de Türkiye’nin başı göğe ermişken (gerçekte dibe vurmuşken!)..

  • Bu tür klişe bir savunma ve yargının Psikiyatrideki karşılığını bilmem söylesek mi,
    söylemesek mi??

    Memleketin bütün kaleleri bilfiil işgal edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş..
    Ne yapmalı, ne yapmalı???
    Akla Mustafa kemal ATATÜRK’ün “Bursa Söylevi” geliyor…

Bursa Söylevi ile ilgili görsel sonucu

Sevgi ve saygı ile. 29 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

 

Türkiye IMF’Ye Borç Verdi mi?

KENDİME YAZILAR

Dr. Mahfi EĞİLMEZ

Türkiye, IMF’Ye Borç Verdi mi?

IMF, Parayı Nereden Buluyor?

IMF, bir yandan kendi giderlerini karşılamak bir yandan da üye ülkelere destek vermek için kullandığı kaynakları başlıca iki şekilde sağlıyor: Kota sistemi ve Borçlanma. Borçlanma da iki şekilde yapılıyor: Çok taraflı borçlanma, iki taraflı borçlanma.

Kota Sistemi

IMF’ye üye olan her ülke, ekonomik gücüyle orantılı olarak bir formüle göre hesaplanan ve adına kota denilen bir katılım payını ödemekle yükümlü. Kota, anonim şirketlerdeki sermaye payına benziyor. Kota, üye ülkenin IMF Guvernörler Kurulundaki (anonim şirketlerdeki pay sahipleri genel kuruluna benzer) oy oranını, IMF İcra Direktörleri Kurulundaki (anonim şirketlerdeki yönetim kuruluna benzer) temsil şeklini, SDR (IMF’nin rezerv parası) kullanım limitini ve IMF desteğine ihtiyacı olduğunda alabileceği desteğin miktarını belirlemekte ölçü olarak alınıyor. Üye ülkeler kotalarının dörtte birini USD, Euro, Yuan, Yen, Sterlin gibi rezerv paralardan birisi ya da SDR ile dörtte üçünü ise kendi paralarıyla ödemek durumundalar. Kotalar her 5 yılda bir revize edilerek artırılıyor ve ülkeler artan kısmı aynı kurallar içinde ödüyorlar. IMF kotalarının toplamı bugün itibariyle 671 milyar USD tutarındadır. Türkiye’nin kotası 6.572 milyon USD’dir.

Altın Varlığının Satışı

IMF’nin sahip olduğu altın varlığı, üye ülke kotalarının dörtte birinin altınla ödenmesi zorunluluğundan gelen birikimle sağlanmış bulunuyor. IMF, küresel krizin yarattığı kaynak sıkıntısını aşabilmek için altın varlığının 403 metrik tonluk kısmını 2009 – 2010 yıllarını kapsayan dönemde parça parça satarak paraya çevirdi. IMF, halen, bugünkü değeri yaklaşık 115 milyar USD eden 2.814 metrik ton altına sahip bulunuyor.

Borçlanma

IMF’nin işlemleri için kotalar yetmediğinden IMF borçlanmaya da gidiyor. Bu borçlanmalar çok taraflı ve iki taraflı antlaşmalarla yapılıyor. Çok taraflı borçlanmalar başlıca iki düzenleme çerçevesinde yürütülüyor: Genel Borçlanma Antlaşması (GAB) ve Yeni Borçlanma Antlaşması (NAB.) Bu antlaşmalarda IMF, üyesi olan ülkelerden borç alıyor. Bunlara ek olarak IMF, küresel kriz sonrasında yine üyesi olan ve GAB Antlaşmasına taraf olan bazı ülkelerden iki taraflı antlaşmalarla da borç almaya başlamış bulunuyor.

IMF’nin GAB çerçevesinde üye ülkelerden aldığı borçların ülke bazında dökümü ek 1’de sunulmaktadır.

Küresel krizle birlikte ekonomiler sıkıntıya düşüp IMF’nin kapısını çalınca IMF kaynak sıkıntısına düştü ve GAB’ın yanında yeni bir borçlanma antlaşması yapma kararı aldı. Bu karar çerçevesinde başta G20 ülkeleri olmak üzere çeşitli ülkelere başvurdu. Türkiye de başvurulan ülkelerden birisiydi ve yetkililer Türkiye’nin bu çerçevede IMF’ye 5 milyar USD tutarında borç verebileceğini belirttiler. Sonraki gelişmelerde IMF, bu yeni borçlanma antlaşmasını (NAB) hazırladı ve çeşitli ülkelerden borç aldı.

IMF’nin NAB çerçevesinde üye ülkelerden aldığı borçların ülke bazında dökümü ek 2’de sunulmaktadır.

Türkiye IMF’ye Borç Verdi mi?

Yazıya ekli olarak sunduğum IMF’nin borç antlaşmalarına (GAB ve NAB) baktığımızda her iki antlaşma listesinde de Türkiye’nin yer almadığını görüyoruz. Küresel kriz sonrasında GAB Antlaşmasındaki taahhütlerin krizin yarattığı sıkıntıları aşmaya yetmeyeceğini gören IMF, NAB Antlaşması hazırlığına girmiş ve çeşitli ülkelere o arada Türkiye’ye de başvurmuş, Türkiye, IMF’ye borç vereceğini taahhüt etmiş ancak IMF NAB Antlaşmasına Türkiye’yi katmamış ve dolayısıyla Türkiye’den borç almamıştır.

Ek 1 ve Ek 2’de yer alan IMF’nin GAB ve NAB Borç Antlaşmalarının incelenmesinden de görüleceği gibi Türkiye, IMF’ye borç veren ülkeler arasında yer almamaktadır.
(Posted: 28 Nov 2017 08:07 PM PST)

Ek 1: GAB Çerçevesinde katılımcı ülkeler ve borç verme taahhütleri (Kaynak: IMF)

Ek 2: NAB Çerçevesinde katılımcı ülkeler ve borç verme taahhütleri (Kaynak: IMF)

============================================

Teşekkürler Sayın Dr. Mahfi Eğilmez..

Erdoğan’ın gerçeklerle uyuşmayan bir açıklaması daha “açıklığa kavuştu”…

Erdoğan: IMF bizden 5 milyar dolar borç istedi, biz verince vazgeçtiler

Giriş Tarihi: 18.11.2017  17:17 Güncelleme Tarihi: 18.11.2017  17:33
https://www.sabah.com.tr/ekonomi/2017/11/18/erdogan-imf-bizden-5-milyar-dolar-borc-istedi-biz-verince-vazgectiler
Erdoğan: IMF bizden 5 milyar dolar borç istedi, biz verince vazgeçtiler

Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, Uluslararası Para Fonu’nun (IMFTürkiye‘den
5 milyar dolar istediğini, kendisinin de ‘Verin’ dediğini ve bunun ardından IMF’in Türkiye’nin bu parayı verebileceğini gördükten sonra borç istemekten vazgeçtiğini söyledi.
****

Muhatap RTE olunca ancak “böyle” bir açıklamada bulunabiliyoruz.
Bir yalan daha kanıtlandı..” diyemiyoruz örneğin.
Hemen Cumhurbaşkanına hakaret davası Demokles’in kılcı gibi ensede tutuluyor.
Ama kendileri AKP Genel Başkanlığı yaparak herkesi boyarken, aşağılarken… de gerek gördüğünde hep aynı kalkanı kullanıyor. Geçelim hukukta silahların denkliğini, ülkemiz 1. sınıf bir demokrasi olduğu için geliyor tüm bunlar başımıza!..

Örn. süregenleştirilen (kronikleştirilen) OHAL nedeniyle giderek Dünyada benzersiz oluyoruz..

Oynatmaya az kaldı!?…

Sevgi ve saygı ile. 29 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

İklim Zirvesi’nden Türkiye’ye 5+1 mesaj

İklim Zirvesi’nden Türkiye’ye 5+1 mesaj


Önder Algedik

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Bonn’da iki hafta süren 23’üncü Taraflar Konferansı-COP23’te ülkeler iklim değişikliğini çözmek için konuları müzakere etti. Bu sene Türkiye hem pavyon açarak zirvede varlığını gösterdi hem de 64 resmi delegasyon dışında 50’ye yakın hükümet dışı katılımcı ile en kalabalık katılımlardan birini yaptı. Düşünsenize, Türkiye ülkelerin kömürü, petrolü sıfırlaması gereken bir müzakere sürecinin dışında kalamazdı.


KUZEY ORMANLARI SAHİPSİZDİ!
Türkiye’den kalabalık bir katılım olunca pek çok haberin geleceğini düşünebilirsiniz. Ama öyle olmadı. Eskiden Türkiye’den hükümet dışından birkaç kişinin katıldığı zirvelerde Türkiye iklim çözümüne engel olan ülkelere verilen günün fosili ödülünü alırken, şimdi hiçbir ödüle layık olamadı. Hatta Kuzey Ormanları’na havaalanı yapan firma, elini kolunu sallayarak iklim değişikliğini nasıl durduracağının reklamını yapan bir toplantı bile düzenledi.

BEŞ MESAJ
Zirve öncekilere göre biraz sönük geçti. Bu sönüklük yüzünden iklimden çok, para konuşuldu diyebiliriz. Cuma günü bitmesi gereken zirve ertesi güne sarksa da alınan kararlara baktığımızda para müzakereleri kendine oldukça fazla yer buldu. Her ne kadar Paris Anlaşması çerçevesinde 2020 öncesi hazırlıkların konuşulduğunu düşünsek de sorunun geldiği noktada pek ilaç olduğu söylenemez. Bu kadar ülke bir araya gelmişken ve bu kadar katılım olmuşken Türkiye’ye çok güzel mesajlar iletildi.

1- Suriye in, ABD out, Türkiye?

Paris İklim Zirvesi’nin imza törenine katılmayan Suriye’nin zirve esnasında Paris İklim Anlaşması’na taraf olması, imza törenine katılan ama Trump ile çekilme kararı alan ABD’ye ilginç bir mesaj oldu. Nasıl derler, “Esad in, Trump out!” Bu durumda Türkiye’ye, iyi bir “Suriye’den bile kötü durumdasınız” mesajı verildi diyebiliriz.

2- Sevmesen de terk edemezsin

Paris Anlaşması’ndan çıkmasına rağmen ABD zirvedeki müzakerelere katıldı. Hem protesto edildi hem de müzakereleri kilitlemek gibi bir girişimde bulunmadı. Böylece ABD ile Türkiye’nin benzerlikleri arttı. İki ülke Paris Anlaşması’na taraf değil ama iklim müzakerelerine katılmayı sürdürüyorlar. Yani Paris Anlaşması’nı sevmesen de terk edemiyorsun.

3- Köprü ve kömür ile iklim zirvesine gelinmez

Türkiye zirvede iklim değişikliğini durduracak konulardan teknoloji ve finansman konusunda önemli girişimlerde bulundu. Ancak bu girişimler Almanya’nın desteklemesine rağmen başarıya ulaşmayınca zirveden büyük bir küskünlük ile ayrıldı. Hatta zirve için özellikle Bonn’a giden şehircilik bakanı dönüşünde “Köprü, termik santral gibi çok sayıda yatırımın önünü iklimi kirletme bahanesiyle kesecekler” şeklinde bir açıklamada bulundu. Ayrıca “gelişmekte olan ülke olduğumuz için para alması gereken ülkeyiz” dedi. Bir anlamda Türkiye’ye iklim değişikliği konusunda doğru şeyler yapması için bir şans tanındı.

4- 78 ülke Türkiye’nin para almasını istemedi

Bir taraftan çorba tasarı ile bir dizi şeye vergi getirip bu geliri betona, savaşa ve bütçeye yatırmak isteyen Türkiye, diğer taraftan iklim fonlarına ulaşmak konusunda kolaylıklar istedi. Hatta Paris Anlaşması’na taraf olma şartı olarak teknoloji ve finansmandan yararlanmak istediğini daha önce söylemişti. Türkiye’nin bu durumu COP23’de tepki çekti. Risk altında ada devleti ve yoksul ülkeler varken böylesi bir talep Almanya dışında karşılık bulmadı. Nitekim G77 ve Çin’in ittifakı bu talebe karşı çıktı. Ardından ise zirve kapanışında Türkiye yaptığı konuşmada durumu itiraf etti ve “çok güçlü bir direnişle karşılaştık, kırmak ise imkansızdı” dedi. Bir anlamda G77 üyesi Fas gibi emisyonlarını azaltacak bir ülke varken Türkiye’ye “sen de azalt” mesajı verildi.

5- K-25 kuruldu

Aralarında Etiyopya gibi ülkelerin ve Washington gibi eyaletlerin bulunduğu 25 ülke ve eyalet kömürden çıkma kararı aldı. Listenin başını eski kömürcü İngiltere ve Türkiye’nin kömür ithal ettiği Kanada çekse de, Etiyopya’nın kömürü varken ve nüfusunun çoğuna elektrik götürmezken kalkıp iklim için “kömüre yer yok” demesi çok manidar. Bu durumda Kömürsüz-25 kuruldu diyebiliriz. Bu Türkiye’ye kömürcüler liginden çıkıp K-25’e katılma fırsatı yaratıyor.

+1 MESAJ

Tabii ki 25 ülkenin kömürden çıkması iyi bir şey ama bizim için değil. Mesela kömüre yer yok diyen ülkeler arasında olan Fransa’yı ele alalım. Fransa çimento üretimini ciddi bir oranda azalttı ama çimento şirketleri Türkiye’ye kaçtılar. Almanya çimento üretimini azalttı ama şirketleri şimdi Türkiye’de çimento fabrikalarına sahip. Şimdi onlar kömürden çıkınca o kömür şirketleri bize gelirse ne olacak? Çok açık ki durum eskisinden daha kötü olacak. O nedenle, siz bu ülkelerin kömürden çıkmalarına bakıp sevinin ama asıl mesajı görün. Yani çimentoda yapılan hatayı kömürde yapmayalım. Çimento sektörünün kaçağını Türkiye bugün nasıl ödediyse, kömürde de daha fazlasını yapmasın.

Zirvede tabii ki başka konular da konuşuldu. İklim felaketlerinin geldiği noktada kayıp ve zararların nasıl karşılanacağı, ülkelerin sera gazı envanterini nasıl raporlayacağı gibi konular konuşuldu. Paris Anlaşması’nın sıcaklık artışını 1,5 °C, olmazsa 2°C’de tutma hedefine rağmen mevcut durumda 3°C artış hep konuşuldu.

COP23 Türkiye için çok güzel geçti. Çok sıcak ve samimi mesajlar verildi. Afrika ülkeleri, Fas gibi Müslüman ülkeler Türkiye’ye paranın değil iklim değişikliğini durdurmanın önemini anlatan dostane kararlar ilettiler. Suriye “işgal altındayım ama Paris Anlaşmasına şartsız katılabiliyorum” dedi.

Şimdi Türkiye’nin önünde bir yıl daha var. Tabii burada bize de mesaj var ama girmiyorum.
(26 Kasım 2017)
==================================
Dostlar,

Kıssadan hisse.. Türkiye’de ha bire bölünmüş yol + karayolu yapmakla övünenler..
Toplu taşımacılığın göstermelik bırakılması..
Köyden kente göçü kışkırtanlar..
Büyükşehir yasası ile köylünün elinden mera, otlak, yaylaları alıp inşaata açanlar..
İstanbul’un nüfusunu ve betonlaşmasını patlatarak bu kente ihanet edenler..
Hiiiiç ama hiiiiiiç gereği yokken yüzbinlerce ağacı keserek İstanbul’da 3. havalanı yaptıranlar..
Hızlı nüfus artışını çağdışı biçimde ve dini de alet ederek teşvik edenler..
Kentsel dönüşüm adı altında yeşil alanları tahrip edenler..
2,5 milyar hayali ağaç dikenler..
Asıl çevreci biziz diyenler…
(Bkz. “CHP’nin ADALET KURULTAYI : Çevre Adaleti ve
AKP’nin 2.5 Milyar Hayalet Ağacı!“)
Kentlerinde hava kirliliği doruğa çıkan Türkiye..
Ve COP-23’te ti’ye alınan ülkemiz..
Yazık, çok yazık…

Sevgi ve saygı ile. 28 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Hekimlik Andı güncellendi

Hekimlik Andı güncellendi

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

DTB Konsey Başkanlığı’nca Hekimlik Andı’nı güncellemek için oluşturulan çalışma grubuna, Almanya, İsveç, ABD, Hindistan ve İsrail tabip birlikleriyle birlikte seçilen Türk Tabipleri Birliği, internetten yapılan taramalarda Hipokrat Yemini yerine bu metnin bulunma ve kullanılma olasılığının artıracağı gerekçesiyle DTB Cenevre Bildirgesi’ne bir alt başlık olarak “Hekimlik Andı” isminin eklenmesini önerdi; öneri kabul gördü.

Ayrıca, Alman Tabipler Birliği ile birlikte, bir hasta hakkı olarak uzun süredir tanımlanmış bulunan tıbbi uygulamalar hakkında aydınlatılma ve onam verme ya da reddetme hakkının meslek ahlakı yükümlülükleri arasına da eklenmesi önerildi ve bu öneri de metne eklendi.

Hekimin hastaları arasında kişisel özelliklere göre ayrım yapmayacağını belirten

  • “Görevimle hastam arasına; yaş, hastalık ya da engellilik, inanç, etnik köken, cinsiyet, milliyet, politik düşünce, ırk, cinsel yönelim, toplumsal konum ya da başka herhangi bir özelliğin girmesine izin vermeyeceğime,” ifadesinin sadeleştirilmesi, kişisel özeliklerin tek tek sayılmasına gerek olmadığı şeklindeki öneri TTB’nin itirazı ile reddedildi ve ifade olduğu biçimiyle korundu.

TTB’nin, “Mesleğimi vicdanımla ve onurumla uygulayacağıma” ifadesindeki ‘vicdan’ sözcüğünün hekimin kişisel değerlerini mesleki kararlarında kullanabileceği anlamına gelebildiği, bunun ayrımcılığa kapı arayabileceği, dolayısıyla çıkarılması gerektiği biçimindeki önerisi tartışıldı. ‘Vicdan’ kavramını cümleden çıkarmak yerine, kişisel değerlerin kullanılmaması gerektiğini vurgulamak üzere, ifadenin “Mesleğimi vicdanımla, onurumla ve iyi hekimlik ilkelerini gözeterek uygulayacağıma” biçiminde değiştirilmesi üzerinde uzlaşıldı.

Ayrıca;

– Sağlığın tüm belirleyenlerinin dikkate alınması gerekliliğini anımsatmak üzere, “Hastamın sağlığına her zaman öncelik vereceğime” ifadesi “Hastamın sağlığına ve esenliğine her zaman öncelik vereceğime” biçiminde,

– Her hekimin öğretmenlerine olduğu gibi öğrencilerine karşı da sorumlulukları olduğunu vurgulamak üzere, “Mesleğimi bana öğretenlere, hak ettikleri saygıyı ve minnettarlığı göstereceğime,” ifadesi yerine “Mesleğimi bana öğretenlere, meslektaşlarıma ve öğrencilerime hak ettikleri saygıyı ve minnettarlığı göstereceğime” ifadesinin kullanılmasına karar verildi.

– Hekimin mesleğini en iyi düzeyde yapabilmesi için kendi sağlığını koruma ve mesleki yetkinliğini sürdürme yükümlülüğünü vurgulamak üzere “Hizmeti en yüksek düzeyde sunabilmek için kendi sağlığımı, esenliğimi ve mesleki yetkinliğimi korumaya dikkat edeceğime” cümlesi metne eklendi.

– Metne eklenen bir diğer cümle, “Tıbbi bilgimi hastaların yararı ve sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için paylaşacağıma” cümlesi oldu.

Hazırlanan taslak çeşitli uzmanların görüşüyle yeniden değerlendirildi. Sonrasında herkesin önerilerini iletebilmesi için Genel Kurul’a kadar DTB sayfasından paylaşıldı. Gelen öneriler doğrultusunda son hali verilerek Ekim 2017’de Chicago’da düzenlenen Genel Kurul toplantısında kabul edildi.

Türk Tabipleri Birliği bu önemli metnin profesyonel çevirisini yaptırdıktan sonra, çeviriyi tıp etiği uzmanlarının ve ayrıca TTB Etik Kurulu‘nun değerlendirmesine sundu; metnin Türkçesi böylelikle son halini aldı.

Türk Tabipleri Birliği, günümüz mesleki değerleriyle uyuşmayan, keyfi değiştirilebilen ve internette çok çeşitli versiyonları bulunan ‘Hipokrat Yemini‘ yerine, tüm fakültelerde tıp eğitimi sürecinde ve mezuniyet törenlerinde DTB Cenevre Bildirgesi / Hekimlik Andı’nın kullanılmasını sağlamak üzere ülkedeki tüm tıp fakültesi dekanlıklarına, tıp etiği anabilim dallarına, tıp eğitimi anabilim dallarına, uzmanlık derneklerine Hekimlik Andı’nın birer kopyasını yollamakta, bu konuda tüm meslektaşlarımızın desteğini beklemektedir.

http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=b6b3bd8a-c9e0-11e7-8a71-159198489f44
==================================
Dostlar,

Bu değişiklikleri olumlu buluyoruz.
Kadim Hipokrat‘tan bu yana geçen 2500 yılda (Doğumu İÖ 460) yaşamın çok değiştiği tartışma dışı. Dolayısıyla bunca zamandır, klasikleşen Hekimlik Andı’na verdiği değeri ölçülemez katkı nedeniyle kendisini saygı ile anıyoruz. Yemin içeriğinin güncellenmesinde katılımcı, demokratik bir yöntem izlenmiş olması ayrıca sevindiricidir.

Yaklaşık çeyrek yüzyıl önce, yönetiminde olduğumuz Edirne-Kırklareli Tabip Odasınca bir Deontoloji – Etik toplantısı düzenlemiştik. Dönemin Tıp Fakültesi Dekanı’nın yönetiminde birkaç saat süren bilimsel tartışmaların ardından Dekan, “.. her şey hekimin vicdanına kalıyor..” diyerek bir özetleme yapmıştı ve biz şiddetle karşı çıkarak yeryüzünde insan sayısı ölçüsünde vicdan türü olduğunu, tartışmanın sonucunun böyle özetlenemeyeceğini vurgulamıştık. Nesnel ve giderek evrensel kabul gören “genel ilkelere” gereksinim olduğunu belirtmiştik. O yıllarda “Etik” kavramı, günümüzdeki ölçüde güncel ve yaygın değildi. Tıbbi Deontoloji Tüzüğü başlıca metindi ulusal ölçekte.

İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” adıyla ve 5013 yasa numarası ve 03.12.2003 tarihinde kabul edilen Oviedo Sözleşmesi, güncel Biyoetik kurallarını dünya genelinde belirlemiş ülkemizde de Anayasa md. 90/son uyarınca iç hukukumuza bir yasa olarak katılmıştır. Sıra, bu Sözleşmenin uygulanabilirliğini sağlamaya dönük nesnel koşulların yaratılmasına gelmiştir.

  • Ne var ki, SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME en temel tıp etiği engelidir.

Sevgi ve saygı ile. 27 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sağlık çalışanına şiddet artık iş kazası sayılacak

Sağlık çalışanına şiddet artık iş kazası sayılacak

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB), sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının iş kazası olarak bildirilmesi gerektiğine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yaptığı başvuru olumlu sonuçlandı. Bakanlık, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin iş kazası olarak kaydedilmesi gerektiğini bildirdi.
 
TTB Merkez Konseyi, 9 Ekim’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na gönderdiği yazıda, sağlık kurumlarındaki çalışanlara yönelik ruhen ya da bedenen etki yaratan şiddet olaylarının iş kazası olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
 
TTB’nin yazısı üzerine inceleme başlatan Bakanlık, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun ilgili maddelere göre, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin iş kazası olarak değerlendirilmesi gerektiğini bildirdi. Başvuruya ilişkin SGK’nin görüşünün de alındığı belirtilen yazıda, “Sağlık hizmet sunucularında çalışanların bir iş kazasına maruz kalmaları durumunda, bu kazaların işveren niteliği olan sağlık hizmeti sunucuları tarafından ‘Beyaz Kod’ sistemiyle kendi bünyelerinde kayda alınsa bile, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu uyarınca Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’na iş kazası bildiriminin yapılması gerektiği değerlendirilmiştir” denildi.
 
Önemli bir kazanım
TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Raşit Tükel,
* “Çalışma yaşamında sıklıkla karşılaştığımız yaralanma ve ölümler gibi esasen sağlıkta artan şiddetin bir kaza olmadığını, uygulanan politikaların sonuçları olduğunu biliyoruz” dedi. Tükel, işyerinde veya işin yürütümü sebebiyle meydana gelen şiddetin, teknik bir kavram olan ‘iş kazası’ şeklinde kaydedilmesinin ve gerekli bildirimlerin buna uygun olarak yapılmasının, çalışanların haklarının geliştirilmesi ve Türkiye’deki iş kazası gerçeğinin daha net görülmesi bakımından önemli olduğunu vurguladı. Çalışma Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’na da başvuru yaptıklarını anımsatan Tükel, “Sağlık Bakanlığı’na yaptığımız başvurunun Çalışma Bakanlığı’nın değerlendirmeleri de gözetilerek yeniden ele alınması ve bütün birimlerin bu yönde bilgilendirilmesinin sağlanması için TTB tarafından yeni bir talep yazısı da gönderildi” dedi.
====================================
Dostlar,

TTB’nin girişimi yerinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yanıtı da olumludur. Ancak uygulamayı görmek gerekmektedir. Asıl olan “..sağlıkta artan şiddetin bir kaza olmadığını, uygulanan politikaların sonuçları olduğunu..akıldan çıkarmamaktır. Ne var ki bu bağlamda iyimser olmak son derece güçtür. Çünkü Sağlık bakanlığı ve AKP iktidarı, kökü dışarıda Sağlıkta Dönüşüm politikalarını topluma dayatmayı sürdürmektedir. Üstelik Ekim 2017 başında DB-IMF kurgusu Sağlıkta Dönüşümün 2. aşaması olan ŞEHİR HASTANELERİNE geçerek! Bu hastanelerde hizmet standardı yükseldi gerekçesiyle yurttaşlardan giderek daha çok katkı payı alınacağı, prim = ek vergi karşılığı hizmetlerin nitelik ve kapsamının daraltılacağı kesindir. Türkiye ve Dünya uygulamaları bu yargımız için kanıttır. Zorunlu Genel Sağlık Sigortası 01.10.2008’de başlatıldığında prim karşılığı sağlık hizmetleri bunca kısıtlanmamıştı, katkı payları da günümüzdeki gibi 10 kalemi ve önemli tutarları bulmamıştı. Örn. özel hastanelerde SGK geriödemesine ek %20 ödeyerek hizmet alınabilecekti. Bu oran günümüzde resmen  tam 10 katına erişmiş ve %200 olmuştur. İnformal / illegal – kayıtdışı ek ödemeleri herkes biliyor. 

Dolayısıyla sağlık hizmetlerine erişimde giderek daha da zorlanacak yurttaş, sorumlu olarak karşısında sağlık alışanlarını görecek ve öfke boşalmasının öznesi sağlıkçılar ne yazık ki olacaktır. Kalıcı çözüm;
* Sağlık hizmetlerinin kamu sorumluluğunda,
* ağırlıklı ve öncelikli olarak KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ olmak üzere
* herkese temel bir insanlık hakkı olarak sunulması,
* prim = ek vergi adaletsizliğinin kaldırılması,
* SAĞLIĞIN YURTTAŞA HAK – DEVLETE ÖDEV olduğu ilkesinin benimsenmesidir..
Sevgi ve saygı ile. 26 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kamu yönetimi projesi 

Kamu yönetimi projesi 

Birgül Ayman Güler

Birgül Ayman Güler
Aydınlık Gazetesi, 26.11.2017

Yıllardır süregiden kamu yönetimi reformu konusu önemli.

Küreselciler bu işe büyük önem vermişti. Çünkü ulus-devleti çözmek, kamu yönetimini yani devlet idaresini çözmeden olmazdı.

IMF, Dünya Bankası, Avrupa Birliği, OECD, bunların etrafında dönen fonlar, sivil toplum denen projeci dernekler, vakıflar, inatçı bir süreklilikle iş gördüler. Sosyal – ekonomik etüd dernekçiliği, izleme platformculuğu devreye alındı. Hangi sempozyuma baksanız, hangi raporu elinize alsanız, bu çevrelerin damgaları ya da izleri vardı. Raporlar, eylem – etkinlik listeleri halinde bürokrasinin masasına yerleştirilmiş, sahiplerinin ‘kolay takip sistemi’ne bağlanmıştı. Uygulama başlamıştı, ama bunların bir bölümü yasa değişikliği gerektiriyordu. 2005 yılı civarında ve sonrasında, gereken yasaların büyük bölümü çıkarıldı. Daha ilerisi Anayasa değişikliği gerektiriyordu. İşte orada büyük ölçüde takıldılar.

Bunları hep birlikte yaşadık, gördük.
***
Bu arada, 2008 yılından başlayarak, küreselcilik çöktü.

Aynı yıl bizim IMF ile ilişkilerimiz kesilip atıldı. Yine aynı yıl, 1994’te kurulan ve ‘dünya hükümetine doğru’ yelken açtığı söylenen Dünya Ticaret Örgütü askıya alındı. Birleşmiş Milletler, kendisine beslenen son umut kırıntılarını tüketti. Yalnız kalmış Dünya Bankası kamu-özel ortaklıklı son özelleştirmeler atağının ötesine geçemez oldu. Avrupa Birliği’nin Kopenhag Kriterleri, yerini başkentlerin kendi kriterlerine terk etti. Üzerimizdeki boğucu ve onur kırıcı AB himayeciliği sona erdi.
***
Küreselci militanların, artık eskisi kadar kibirle olamasa da, sihirli reformculuklarını konuşturmaya yine gayret ettiklerini görüyoruz.

İlginçtir; küreselci kadroların idari reforma ilişkin lafları, 15 Temmuz gibi bir açık saldırı ve işgal denemesine karşın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından yine duyulabiliyor.

Bu cenahın son toplu sesi, yeni kurulan ‘iyi parti’nin taslak programından geldi. Tepki çok olunca, küreselci reform sözü veren o paragraflar, program resmen ilan edilmeden önce metinden temizlendi. Ama izleri zihnimizde kaldı.

Bu sesler ve izler önemli.
======================================
Evet dostlar,

Sayın Prof. Dr. Birgül Ayman Güler Kamu Yönetimi Uzmanıdır. Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi idi siyasete girmeden önce. Bu kısa ve özlü yazı önemli bir uyarıdır. Artık Türkiye başta olmak üzere Ulus Devletler, KüreselleşTİRmecilerin = Yeni Emperyalistlerin her türden sinsi planlarına karşı yeter deneyimi edinmiş olmalıdır. Neredeyse 3 onyıldır hallaç pamuğu gibi atılan gelişmekte olan ülke halkları, bunca tarihsel deneyimden gereken dersleri çıkarmış olmalı ve kalenin içeriden fethine dönük girişimleri şiddetle dışlamalı..

Sevgi ve saygı ile. 26 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Açlık grevindeki eğitimcilerin sağlık durumuna ilişkin açıklama

Açlık grevindeki eğitimcilerin sağlık durumuna ilişkin açıklama
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın işlerine geri dönme talepleriyle başlattıkları açlık grevinin 258. gününde Ankara Tabip Odası eğitimcilerin sağlık durumlarına ilişkin açıklama yaptı.

Ankara Tabip Odası’nda 23 Kasım Perşembe günü düzenlenen açıklamaya ATO Başkanı Dr. Vedat Bulut, Yönetim Kurulu üyesi Dr. Onur Naci Karahancı ve ATO İnsan Hakları Komisyonu üyesi Dr. Nihat Bulut katıldı.

Açıklamayı okuyan Dr. Vedat Bulut hastane mahkum koğuşunda bulunan Nuriye Gülmen’in en son 5 Ekim tarihinde Ankara Tabip Odası hekimleri tarafından muayene edildiğini belirtti. Nuriye Gülmen’in hastanede mahkum koğuşunda bulunması sebebiyle enfeksiyon riski altında olduğuna dikkat çeken Dr. Bulut, “Tuvalet ihtiyacını gidermede, banyo yapmada, uyku düzeninde sorunlar yaşamaktadır. Temiz kıyafet edinme ve sağlık yardımı almada olumsuz kısıtlamalar içindedir. Açlık grevindeki bir kişinin aldığı su, şeker, bitki çayı, B1 Vitamini, tuz miktarına ve bunların hazırlanmasına başka bir kişinin yardım etmesi gerekmektedir. Bu koşullar içinde bu mümkün olmamaktadır.” dedi.

Geçtiğimiz ay tahliye edilen Semih Özakça’nın, eşi Esra Özakça ile birlikte açlık grevine devam ettiğini söyleyen Dr. Vedat Bulut “Ankara Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu hekimlerince günlük olarak sağlık takipleri yapılmakta olan Semih Özakça’nın koşulları Nuriye Gülmen’e kıyasla daha iyidir. Aile bireyleri tarafından destek alabilmekte ve daha hijyenik bir ortamda bu eylemlerini sürdürmektedir. Esra Özakça, açlık grevinin başında 56 kilo iken bugün 48 kiloya gerilemiştir” diye konuştu.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın ciddi kilo kaybı, kas–iskelet sistemlerinde ve sinir sistemi reflekslerinde zayıflama olduğunu vurgulayan Dr. Vedat Bulut “ Sağlık durumlarında her an çok dramatik bir değişiklikle tedavisi olanaksız sekel veya ölüm meydana gelmesi riski mevcuttur.” sözlerini kaydetti. (23/11/2017)

Basın açıklamasının tamamını okumak için tıklayınız.

*****
Ankara Tabip Odası Basın Açıklaması

On altı aydır süren ve 2019 yılı Başkanlık seçimlerine kadar da süreceği anlaşılan OHAL koşullarında KHK’lerle TBMM devre dışı bırakılarak terörle ilgili ve ilgisiz pek çok KHK ile evrensel hukuk normları ihlal edilmektedir. OHAL koşullarında kamu görevinden çıkarılan 130 bini aşkın kamu görevlisinin bir çoğu OHAL komisyonuna başvurarak, bir kısmı süreci izleyerek ve adli yargıdan karar bekleyerek umut içindedir. KHK’larla işlerinden olan Nuriye GÜLMEN ve Semih ÖZAKÇA açlık grevine karar vererek bir hak arayışı içinde olmuşlardır.

Nuriye Gülmen hastane mahkum koğuşunda açlık grevine 258. gününde devam etmektedir. Nuriye GÜLMEN’in Ankara Tabip Odası hekimlerince muayenesi 5 Ekim tarihinde gerçekleşmiştir. Tuvalet ihtiyacını gidermede, banyo yapmada, uyku düzeninde sorunlar yaşamaktadır. Temiz kıyafet edinme ve sağlık yardımı almada olumsuz kısıtlamalar içerisindedir. Hastanede bulunması nedeniyle enfeksiyon riskiyle karşı karşıyadır.  Açlık grevindeki bir kişinin aldığı su, şeker, bitki çayı, B1 Vitamini, tuz miktarına ve bunların hazırlanmasına başka bir kişinin yardım etmesi gerekmektedir. Bu koşullarda bu mümkün olmamaktadır.

Açlık grevindeki Semih ÖZAKÇA 20 Ekim 2017 tarihinde tahliye edilmiştir. Eşi Esra ÖZAKÇA’yla birlikte açlık grevini sürdürmektedir. Ankara Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu hekimlerince günlük olarak sağlık takipleri yapılmakta olan Semih ÖZAKÇA’nın koşulları Nuriye GÜLMEN’e kıyasla daha iyidir. Aile bireyleri tarafından destek alabilmekte ve daha hijyenik bir ortamda bu eylemlerini sürdürmektedir. Sadece tuz, şeker, su ve B1 vitamini alan grevcilerin sağlığı her gün kötüleşmektedir.

Ankara Tabip Odası’nın görevlendirdiği hekimler Uluslararası Etik Kurallar, Cenevre Bildirgesi, Lizbon Bildirgesi, Hamburg Bildirgesi, Seul Bildirgesi, İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi, İstanbul Protokolü, Türk Tabipleri Birliği Hekimlik ve İnsan Hakları Bildirgesi; özellikle de Tokyo Bildirgesi ve Malta Bildirgesi’ne bağlı kalarak görev yapmaktadır.

Esra Özakça, açlık grevinin başında 56 kilo iken bugün 48 kiloya gerilemiştir. Nuriye GÜLMEN ve Semih ÖZAKÇA’nın ciddi kilo kaybı, kas–iskelet sistemlerinde ve sinir sistemi reflekslerinde zayıflama vardır.

Tıbbi çalışmalar, açlık grevlerinin 90. gününden sonra; Şiddetli karın ağrısı, yüksek riskli ve ilerleyici kilo kaybı, kas doku yıkımı, böbrek fonksiyonlarında belirgin bozulma ve buna bağlı kan elektrolit değerlerinde dengesizlik, kan elektrolit değerlerindeki bozulmaya bağlı kas kontrolünün ortadan kalkması, kalp ritminde düzensizlik, kalp kası yıkımı, kas ve kemik ağrıları, vücut ısı kontrolünün bozulmasına bağlı hipotermi, kan hücre sayısında belirgin düşme, bağışıklık sisteminde ciddi zayıflama ve ölümcül enfeksiyonlara karşı düşkün hale gelme, çoklu organ yetmezliği gibi durumların ortaya çıkabileceğini ve geri dönüşümü mümkün olmayan sekellerin gelişebileceğini ortaya koymaktadır.  Diğer yandan Gülmen ve Özakça’nın sağlık durumlarında her an çok dramatik bir değişiklikle tedavisi olanaksız sekel veya ölüm meydana gelmesi riski vardır.

Bu üç genç insanın yaşama tutunmaları ve sağlıklarına kavuşmalarını dilemekteyiz. Saygılarımızla… (23.11.2017)

Ankara Tabip Odası
==================================

Dostlar,

Bu insanlık ve hukuk dramına bir an önce son verilmesi gerekmektedir.

Artık geri dönülmezliğin sınırı aşılmıştır.
Dileyelim AKP = RTE “yarın” gene “aldatılmışız, kandırılmışız, Nuriye ve Semih’e ihanet ettik” gibi artık ne yazık ki olağanlaşan – sıradanlaşan tümceler kurarsa şaşırmayabiliriz belki ama ama öleni ya da kalıcı olarak engelli duruma düşeni geri getiremeyiz.

AKP = RTE… hâlA duyuyor musunuz; çığlıklar ses duvarını aştı oysa!

Sevgi ve saygı ile. 25 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Baykal “Yoğun bakımdan çıkacak duruma geldi”

Baykal’ın sağlık durumuna ilişkin doktorlarından son açıklama:
“Yoğun bakımdan çıkacak duruma geldi”

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş;” Deniz Baykal, yoğun bakımdan çıkacak duruma geldi.” dedi.
DHA, 24 Kasım 2017 Cuma, 18:28

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, 40 gündür Ankara Üniversitesi İbn-i Sina Hastanesi’nde tedavi gören eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın sağlık durumuna yönelik açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. İbiş, “Deniz beyin hastanemizdeki tedavi süresi 40 gün oldu. Deniz beyin genel durumu gayet iyi. Şuuru açık. Zaman mekan ve konu oryantasyonu iyi düzeyde. Konuşuyor, yazıyor ve gündemi takip ediyor. Hareketleri iyi durumda. Kendisine her gün fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamaları yapılıyor.” dedi.

‘TEDAVİ YURT DIŞINDA DEVAM EDECEK’

Baykal’ın yoğun bakımdan çıkacak duruma geldiğini sözlerine ekleyen Prof. Dr. İbiş, “Bu bizim için tabii ki çok güzel bir sonuç, sevindirici bir haber. Yoğun bakımdan çıkıştan sonraki süreçte fizik tedavi uygulamalarının yoğun bir şekilde yapılması gerekiyor. Bu noktada ailenin de talebi üzerine yurt dışında bu uygulamaların yapılması konusu bizim tarafımızdan da uygun görüldü. Bu yönde bazı merkezlerle görüşmeler sürdürülüyor. Sanıyorum bir hafta on gün içinde o süreç de tamamlanmış olacak ve fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamasının yurt dışında devamı bu şekilde sağlanmış olacak.” dedi. Baykal’ın nakil işlemleri bitene dek yoğun bakım servisinde tutacaklarını ifade eden Prof. Dr. İbiş, “Ziyaret yasağını en net şekilde uygulayabileceğimiz bir alan olduğu için yoğun bakımda tutuyoruz. Yoksa yoğun bakımlık bir tedaviye ihtiyacı olmadığını vurgulamak istiyorum.” diye konuştu.
Prof. Dr. İbiş, “Kendisine basın toplantısına gireceğimizi söyledik. Hepinize ilginiz için teşekkürlerini iletmemizi istedi. Selam ve sevgilerini iletmemizi istedi. Ben tekrar hastanedeki ekibimize teşekkür etmek istiyorum. Bu özverili çabaları ve uğraşları için. Ailesine teşekkür ediyoruz. Bu süreçte uyumlu bir iş birliği gösterdiler. En büyük teşekkürümüz Deniz beye. Destek verdi kendisi de, bu güzel sonucun elde edilmesinde büyük bir katkısı var.” dedi.

‘YOĞUN BAKIMDAN ÇIKMIŞ DURUMDA’

Deniz Baykal’ın yoğun bakım servisinden çıktığını dile getiren Prof. Dr. İbiş, “Yoğun bakım yapılmıyor. Biz özellikle yoğun bakım ünitesinde tutuyoruz. Çünkü ziyaret kesinlikle yasak. Enfeksiyonlara karşı korumak için yoğun bir ziyaret trafiğinin bunun tedavisini aksatacağını düşünüyoruz. O nedenle yoğun bakım ünitesinde tutacağız.” dedi.

‘FİZİK TEDAVİNİN MAKSİMUM ETKİSİNİ İKİ AY İÇERİSİNDE GÖRECEĞİZ’ 

Bir soru üzerine Prof. Dr. İbiş, “Toplam fizik tedavi uygulaması iki ay gibi bir süreç söyleniyor. Ama bu hastadan hastaya da değişiklik gösterebiliyor. Ben Deniz beyde o sürenin çok uzamayacağını düşünüyorum. Yani fizik tedavinin maksimum etkisini iki ay içinde göreceğiz. Şu anda Deniz beyin sol tarafında kuvvet kaybı var. Onun dışında önemli bir nörolojik anormallik yok. Diliyoruz ki o bölgede kuvvet kaybı minimuma insin bu fizik tedaviyle beraber. Ayrıca bu 40 günlük süreç içinde genel kas güçsüzlüğü de söz konusu olabiliyor. Onu da tekrar kazanması sağlanacak bu fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamalarıyla.” diye konuştu.
==============================================
Dostlar,

Görüş ve uygulamalarını beğenir ya da beğenmezsiniz, yer yer katılır ya da reddedersiniz.. Ancak Sayın Doç. Dr. Deniz Baykal ülkemizin yetiştirdiği en nitelikli aydınlardan ve en karizmatik politikacılarından biridir. Sağlığına kavuşması ve ülkemiz için çoook engin deneyimlerinden, birikimlerinden yararlanılması esastır. 16 Nisan Halkoylaması tuzağı öncesi TBMM’de CHP adına yaptığı konuşma ve 80’e varan yaşına karşın ülkemizin pek çok yerinde son derece etkili konferanslar vermesi unutulmayacaktır. Başına gelen “inme” felaketinde bu ağır çabalarının payı olabilir…

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin özverili ve yüksek standartlı hekimleri, sağlık çalışanları ve tıbbi donanımı nedeniyle de övünç duyuyoruz. Kendilerine şükranımız büyüktür ülkemiz tıbbı adına.

Almanya’da alacağı fizik tedavi ve rehabilitasyonun kendisini eski sağlığına daha da yaklaştırması dileğimizdir.

Sevgi ve saygı ile. 24 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Devletçilik niçin önemli ve gerekli? 

Devletçilik niçin önemli ve gerekli? 

Yıldırım Koç

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Kemalist Devrim‘in en önemli dayanaklarından biri, 1937 yılında Anayasaya da eklenen devletçiliktir. Ne yazık ki, Cumhuriyet Halk Partisi ve CHP geleneğinden gelen birçok kişi, Kemalizm’in bu temel ilkesinden koptu ve yıllardır emperyalistlerin ülkemize dayattığı özelleştirmeleri savunuyor. Devletçilik yalnızca devletin kimi fabrikalara, demiryollarına, limanlara, elektrik santrallarına sahip olması değildir. Kemalist Devrim’in üç temel amacı;

– bir milli devletin kurulması,
– Osmanlı’dan devralınan halktan Türk milletinin yaratılması ve
– insanların kulluktan kurtarılarak özgür yurttaşlar haline getirilmesidir.

Tarihteki demokratik devrimlerin çoğunda bu üç temel amaç vardır. Devletçilik, bu üç amaç açısından da yaşamsal önemdedir.

MİLLİ DEVLET İÇİN DEVLETÇİLİK

Emperyalizme karşı mücadele ancak güçlü devletlerle başarıya ulaşabilir. Amaç, halkın desteğini alabilecek biçimde faaliyet gösteren güçlü bir devletin yaratılmasıdır. Emperyalizmin genel politikası, ülkeleri küçücük ve zayıf devletçiklere bölmek ve böylece onlar üzerindeki baskı ve sömürüsünü sürdürebilmektir. Devlet düşmanlığı anarşistlerin genel özelliğidir.

Bir devletin güçlü olabilmesinin önkoşullarından biri güçlü bir ekonomiye sahip olmasıdır. Devletçiliğin bir ögesi, Planlamadır. Devlet, ekonomiyi demokratik bir biçimde ve ülkenin ve halkın çıkarları doğrultusunda planlayacaktır.

  • Planlı ekonomi olmadan güçlü bir devlet ve ülke yaratamazsınız.

Güçlü devletin diğer bir önkoşulu, ekonominin belirli sektörlerinin devletin denetimi altında olmasıdır. Ülkenin stratejik kaynakları devletin denetiminde olmalıdır. Özellikle enerji gibi önemli bir sektörde devletin egemenliği, siyasal bağımsızlık açısından zorunludur. Halkın temel gereksinimlerinin devlet tarafından sübvansiyonlu olarak sağlanması da temel amaçlardan biri olmalıdır.

  • Devletin elinde ekonomiye güçlü müdahale araçlarının bulunmaması durumunda, emperyalist güçlerin ekonomi alanındaki saldırıları bir ülkeyi göçertebilir.Ayrıca, özel sektörün de devlet tarafından yönlendirilmesi esastır.

TÜRK MİLLETİ İÇİN DEVLETÇİLİK

Devletçilik yalnızca fabrikaların veya demiryollarının mülkiyetiyle sınırlı olarak anlaşılmamalıdır.

  • Sağlıkta devletçilik, halkı birbirine bağlayan en önemli bağdır.
    Devlet tarafından merkezi bir yapı içinde sunulan nitelikli ve parasız sağlık hizmeti, ülkemizin farklı bölgelerindeki insanların kaynaştırılması açısından en önemli araçtır.
  • Sağlık hizmetleri merkezi devletin denetiminin dışına çıkarsa, bölücülüğün en kolay yayılacağı bir ortam doğar.

Eğitimin devlet eliyle parasız olarak sağlanması, farklı köken ve inançlardan insanlardan bir millet oluşturmanın en önemli aracıdır.

Devlet fabrikaları ve öbür işletmeleri, farklı köken ve inançtan insanların ekmek ve hak mücadelesinde omuz omuza gelmelerini sağlar.

KULLUKTAN KURTULUŞ İÇİN DEVLETÇİLİK

Çağdışı toplumsal güçler ve emperyalizm, insanları tarikat şeyhlerinin, aşiret reislerinin, toprak ağalarının kulu yapmaya çalışmaktadır. Kadınları eve hapsederek erkeklerin kulu yapmaya yönelik girişimler de bu niteliktedir.

Devletçi anlayışla verilen eğitim, insanların çağdaş bilimlerle tanışmasını sağlar. Kamu kurum ve kuruluşları, özellikle kadınların istihdamına katkıda bulunarak, insanları çağdışı baskılardan kurtarır.

Devletçiliğe saldıranlar ve özelleştirmeyi savunanlar, burada kısaca özetlenen nedenlere bağlı olarak, gerçekte Kemalist Devrim’e saldırmaktadır.
==============================================
Dostlar,

SERMAYENİN SOPALI TAHSİLDARI YAPILAN DEVLET :
NEREYE DEK?

Sayın Yıldırım Koç arkadaşımızın bilgi birikimi ve yazı ustalığı tartışma dışıdır. Bu yazı da çok değerlidir. Mustafa Kemal Paşa özel sektöre ve sermayeye tümüyle karşıt değildi. Ancak kamu yararını kesin olarak üstün tutar ve bu ikilinin (özel sektör ve sermaye) halkın gönencine (refahına) katkıda bulunmasını kesin ön koşul, hatta araç sayardı. Ulusal Bağımsızlığımıza en küçük sakınca oluşturmaması için üstüne titrerdi. Bu yüzden HALKÇILIK ilkesini geliştirmiş, 6 Ok‘tan biri olarak Kemalist İdeolojinin temel direklerinden saymıştı.

Günümüzde özelleştirmenin sürüklendiği yer, siyasal iktidarların yerel – yabancı sermaye ile iğrenç bir işbirliğidir. Maşa iktidarlar mazlum milletlerin başına getirilmekte ve mide bulandıran post-modern yöntemlerle (sömürünün Küreselleştirilmesi!) iktidarlar, kendi halkının kaynaklarını, alın terini taşeronu oldukları sermaye çevrelerine rant olarak aktarmaktadırlar. Tabii bu arada “komisyon” larını da cebe indirmektedirler.

Bir anlamda Anarşist liberallerin dilekleri gerçekleşmiş, Devlet işlevsizleştirilmiş, yok hükmüne indirgenmiştir. Dahası, yerel – küresel sermaye ittifaklarının sefil maşasına dönüştürülerek halkının sırtında sopalı tahsildarlığa mahkum edilmiştir.

21. yy’ın şafağında İnsanlık, hala olgunlaşmış (matür) olmaktan çok uzaktır ve Küresel ağaları akılları (Rasyonalite) değil, Adam Smith’in hastalığı (en çok kâr) yönlendirmektedir. Ancak bu denli derin eşitsizliğin ve ölçüsüz sömürünün sürdürülebilirliği kalmamıştır. Sular ısınmaktadır. Yepyeni bir devrim ufuktadır.

  • Kapitalizm maksimum kârdan “makul kâr”a geçecek, terbiye olacak/edilecek, evcilleşecek, ahlaksızlığına son verilecektir! Bu öngörü deterministiktir (kaçınılmazdır)..

Ufku yak(ın)laştıracak olan, insanların deneme – yanılma ile çooook yavaş öğrenmek yerine bilimsel öngörü ile geleceği yordama yeteneğini geliştirmesidir. Bu da bir yandan somut olguları yaşayıp deneyimleyerek bir yandan da nitelikli – sorgulayan akılcı eğitimle gerçekleşebilecektir. Kapitalizm için bu tehlikenin panzehiri (antidotu) dinci eğitimle uyuşturma, kitleleri afyonlamadır.

  • Karl Marks haksız mıdır kapitalizmin dini halkların afyonu olarak kullandığını vurgularken?! Yüzsüz sermaye ve sözcüleri bu söylemi utanmazca çarpıtarak Marks’ın “dine afyon dediği” çamuruna yönelmişlerdir. Marks’ın uyarısının gerçek anlamını kavrayamayacak zeka fukarası olmadıklarına göre geriye ne kalıyor?!

Emperyalistleşen – Küreselleşen kapitalizmin 2. kalleş silahı yoksullaşTIRmadır.. AÇ BIRAKMA pahasına üstelik! 2016 içinde 38 milyon AÇ İNSAN daha havuzdakilere eklenmiş ve toplam aç insan sayısı 800 milyonu geçmiştir. Dünyanın tüm aç insanlarını bir ülkede toplamak olanaklı olsaydı, Çin ve Hindistan’dan sonra dünyanın en kalabalık 3. ülkesi AÇLAR ÜLKESİ olacaktı!

İnsanın insanlaşma süreci yavaş da olsa, inişli – çıkışlı da olsa sürüyor, sürecek. Aç da kalsa, aç da bırakılsa.. Hatta “keskin” çelişkiler “uyanmasını” hızlandırabilecektir bile!

Ne mutlu, bu İNSANLAŞMA sürecine bir tuğla koyabilenlere..

Sevgi ve saygı ile. 20 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com