Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

Türk Tabipleri Birliği Başkanı Dr. Raşit Tükel’in Yeni Yıl Mesajı

Türk Tabipleri Birliği Başkanı
Prof. Dr. Raşit Tükel’in Yeni Yıl Mesajı

Raşit Tükel ile ilgili görsel sonucu Birlikte güçlüyüz, başaracağız!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

2018 yılına, olağanüstü hal (OHAL) koşullarında, temel hak ve özgürlüklerimizin daraltıldığı bir ortamda giriyoruz. OHAL gerekçe gösterilerek, yargısal bir denetime tabi tutulmaksızın yapılan pek çok işlemin etkisiyle, toplumsal yaşamda ve sağlık alanında çok sayıda hukuka aykırı durumla karşılaşıyoruz. Demokratik ilkelere ve  hukuka bağlı bir ülkede yaşamak hepimizin hakkıdır.

OHAL kaldırılmalı, KHK’lar iptal edilmelidir. Herhangi bir somut suçlama dahi yöneltilmeksizin hukuksuz olarak kanun hükmünde kararnamelerle ihraç edilen kamu çalışanları görevlerine iade edilmelidirler.

İçinde bulunduğumuz koşullarda, 14 yıldır uygulanmakta olan sağlıkta dönüşüm programının oluşturduğu sorunların, şehir hastaneleriyle birlikte derinleştiğine; emekçilere düşük ücretin, ağır çalışma koşullarının daha çok dayatıldığına, sözleşmeli, esnek ve güvencesiz çalışmanın daha kolaylıkla yaşama geçirildiğine, halkın sağlık hakkının daha çok engellendiğine tanık oluyoruz.

Son yıllarda ülkemizde sağlık çalışanlarına yönelik şiddet, sağlık alanındaki en önemli sorunlardan biri haline geldi. Uygulanan sağlık politikaları sağlıkta şiddeti körüklüyor.

Uzun saatler, yoğun ve yorucu koşullarda çalışma, mesleğimizi uygularken yaşadığımız
aşırı yüklenme ile yıpranıyoruz.

  • Bizi tüketenin, sağlık alanını ticarileştiren, sağlık çalışanlarını performansa dayalı,
    gece gündüz demeden, iş güvencesi olmaksızın çalıştırıp her türlü şiddete maruz bırakan politikalar olduğunu;
  • Çözüme giden yolun ise, başarısızlığı açık olarak görülmüş olan
    sağlıkta dönüşüm programının terk edilmesinden geçtiğini biliyoruz.

Toplumun ihtiyacı olan
– nitelikli,
– ücretsiz,
– ulaşılabilir bir sağlık hizmetinin
– tüm yurttaşlara eşit olarak sunulduğu

bir sağlık sistemi için mücadeleyi yeni yılda daha güçlü olarak sürdürme sözü veriyoruz.

Geleneksel olduğu ve hastalıklara iyi geldiği söylemleriyle meşrulaştırılan ve kısa süreli kurslarla herkes tarafından uygulanır ve ulaşılır hale getirilerek yaygınlaştırılan geleneksel, alternatif ve tamamlayıcı sağlık uygulamaları, büyüyen ve kâr getiren bir pazar olarak sağlık sisteminin bir parçası haline getirildi.

Böyle bir ortamda modern tıp uygulamalarına erişemeyenlere “umut tacirliği” yapılarak alternatif (AS: seçenek) yaratılmak istenmektedir. Oysa çok iyi biliyoruz ki,

  • Tıbbın alternatifi olmaz! (AS: Modern tıbbın seçeneği gene modern – bilimsel Tıp’tır!)

Türk Tabipleri Birliği olarak, etkililiği ve güvenliği belirlenmemiş, yarar – zarar değerlendirmesi yapılmamış, bilimselliği kanıtlanmamış, toplum sağlığını riske atan
tüm bilim dışı uygulanmaların karşısında olmayı; nitelikli, bilimsel, çağdaş tıp yöntemlerine dayalı hizmet sunumunu ödünsüz olarak savunmayı sürdüreceğiz.

Tıp eğitiminde ve hekimlik uygulamalarında cinsiyetçi yaklaşımın yaygınlaşmaya başladığı, hastanelerde psikolog yerine manevi rehberlik uygulaması adı altında imamların çalıştırıldığı, modern tıbbın konularının dini kavram ve uygulamalarla sorgulandığı, helal kan ve helal ilacın, organ ve doku naklinin dine uygunluğunun tartışıldığı, aşı karşıtı söylemlerin arttığı, konferans salonlarının, sosyal alanların haremlik-selamlık olarak ayrılabildiği bir dönemde laikliği savunmayı temel bir görev olarak görüyoruz.

  • Laiklik ilkesinin bedensel, ruhsal ve sosyal sağlık için yaşamsal olduğunun bilincindeyiz.

Ülkemizde hekimlik mesleğini uygularken karşılaştığımız sorunlar her geçen gün artıyor.
Ama, yılmıyoruz! Tüm hekimleri iş güvencesi, insanca çalışma koşulları, sağlık hakkı,
iyi hekimlik ve nitelikli sağlık hizmeti için mücadeleye davet ediyoruz.

Birlikte güçlüyüz, başaracağız!

Hekimlik değerlerini ve halkın sağlık hakkını savunurken, barışın egemen olduğu, özgür, adil
ve demokratik bir ülkede yaşama isteğimiz de güçleniyor. Şimdi tüm bu kötülüklerden;
bizi yoksullaştıran, haklarımızı gasp eden, toplumsal sağlığımızı bozan anlayıştan kurtulmak için adım atma zamanıdır!

Meslektaşlarımızın, sağlık çalışanlarının ve tüm vatandaşlarımızın yeni yılını kutluyor;
barış, dostluk ve dayanışma içinde bir yıl diliyorum.

Prof. Dr. Raşit Tükel
TTB Merkez Konseyi Başkanı
=============================================
Dostlar,

Değerli meslektaşımız ve bizim de üyesi olduğumuz TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği)
Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Raşit Tükel’in 2017/18 yeni yıl iletisi son derece başarılı..

Bu açıklama ve çağrıyı biz de paylaşıyoruz..

2018’in 2017 gibi toplumu örseleyici (travmatize edici) geçmemesi için temel sorumluluk siyasal iktidarındır. AKP ve Erdoğan, yanlışlarında asla ısrar etmemeli, tersine ders çıkarmalıdırlar.

  • Toplumun “yedekleri” (sabrı!) büyük ölçüde eksilmiş hatta tüketilmiştir; bu olgu kritiktir.

Bu gerçeği görmeksizin – görmezden gelerek Ulusun daha da zorlanması çok sakıncalı olabilir. Kitlelerin tepkilerinin nerede – ne zaman – nasıl.. patlayacağını öngörmek kolay değildir.
Hele dizginlemek çok daha güç, giderek olanaksız olabilir ve iktidar hızla alaşağı olabilir.

Bu bakımlardan, 2018’de ilk olarak OHAL kaldırılmalı ve
KESİN OLARAK HUKUK DEVLETİNE – HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE dönülmelidir.

Laiklik asla hırpalanmamalıdır. Yaşamı ve kamu düzenini dinselleştirme durdurulmalıdır.

Yolsuzluklara son vermeli, gelir dağılımı iyileştirilerek yoksulluk azaltılmalıdır.

Ekonomide üretim ve kamu öncülüğünde karma ekonomi politikaları izlenmelidir.

YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ şaşmaz ilke olmalıdır.

  • ATATÜRK ve ilkeleri ülkenin kurtarıcısı olacaktır; asla akıldan çıkarılmamalıdır.

Liste uzatılabilir.. Sağlık için öneriler yukarıda, yinelemeyelim ama dış dayatma olan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM – ÖZELLEŞTİRME yıkım getirmiştir,
Şehir hastanelerinden başlayarak geri dönülmelidir.

……………….

Sevgi ve saygı ile. 29 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Türk Tabipleri Birliği Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

YENİ SINAV SİSTEMİ (ÖOYS): ÖZEL OKULLARA YÖNLENDİRME SINAVI

 YENİ SINAV SİSTEMİ (ÖOYS): ÖZEL OKULLARA YÖNLENDİRME SINAVI

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Üst üste ve hazırlıksız yaptığı değişikliklerle sınav sistemlerini yap boza çeviren Milli Eğitim Bakanlığı, TEOG yerine getirilen liselere giriş sınavı ile ilgili örnek soruları yayınladı.

Örnek sorular, bu kadar köklü bir değişikliğin ne kadar hazırlıksız ve çarpık yapıldığını bir kez daha gözler önüne serdi.

Sözel sorularda çok paragraflı metinler yer alırken, sayısal sorularda ise grafik, resim ve tablolara yer verildi.

Sorulara baktığımızda; öğrencilerden okuduklarını anlamaları, bilgilerini kullanmaları ve yorumlamaları, eleştirel düşünebilmeleri, analiz ve sentez yapabilmeleri beklenmektedir. Bugüne kadar daha çok bilgi ve kavrama basamağından sorulara alıştırılan öğrenciler,
bu sorularla bir anda analiz ve sentez basamağına geçirilmeye çalışılmaktadır.

HAZIRLIKSIZ BİR GEÇİŞ

Bu sorular göstermiştir ki MEB, en başta şu gerçeği görmezden gelmiştir: 6 ay gibi kısa bir sürede kavrama basamağındaki soru/ anlatım tarzından analiz ve sentez gerektiren anlatım tarzına geçmek mümkün değildir. Bunun için en az 4 yıllık eğitim gerekmektedir. Bu durum yıllardır TEOG’a hazırlanan öğrencilerimizi mağdur edecektir. İlkokul 1. sınıftan itibaren (AS: başlayarak) test odaklı sistemlere alıştırılan çocuklardan, aniden ALES tipi sorularda başarılı olmalarını beklemek, bilimsel gerçeklikle örtüşmeyecektir.

Zorluk düzeyi çok yüksek sorular nedeniyle, birçok öğrenci sınava girmekten vazgeçebileceği gibi özel derse olan ihtiyaç da artacaktır. Sınava hazırlıkta ders kitaplarının yeterli olacağını kaynak kitapların kullanılmaması gerektiğini söyleyen MEB’e soruyoruz: Öğrenciler bu tür soruları ders kitabında bulamadıklarına göre nerede bulacaklar? MEB’in yayımladığı kazanım testlerinde neden bu tür sorular yok?

Böylece “Sınav kaldırılacak, çocuklarımız yarış atı olmaktan kurtarılacak, çocuklarımız dershanelere mahkum edilmeyecek..” gibi söylemlerin ne denli temelsiz olduğu, aksine daha çok sınav ve daha çok eşitsizlikle karşı karşıya kalacağımız bir kez daha MEB tarafından kanıtlanmıştır.

BÜYÜK BİR EMEK GASPI!

Eğitim konusundaki köklü değişiklilerde, bu alanın paydaşı olan sendika, akademisyen ve uzmanlara danışmayan, “Ben yaptım, oldu”cu tavrını sürdüren MEB, bu altyapısı hazırlanmamış köklü değişiklikle büyük bir emek gaspına yol açacaktır.

Sınav sistemleriyle oynamak yerine öncelikle eğitim sistemimiz bu sorulara göre şekillendirilmeli, öğretmenler de bu sorulara göre eğitilmeliydi. Ama hem eğitim sistemimiz, hem de öğretmen ve öğrencilerimiz bu hızlı geçiş için hazır hale getirilmedi.

Oysa bilimsel bakış açısı gösteriyor ki: başarılı olabilecek bir sistem, en az 11 yıl boyunca uygulanabilir olmalıdır. Çünkü sistem gereği; bu öğrencilerden tam anlamıyla 11 yılın sonunda verim alınabilecektir.

‘NİTELİKLİ’ MAĞDURİYET

Çocuklarımızın, hazırlanmadıkları bir sisteme entegre edilmeye çalışılarak yaşayacağı mağduriyeti, MEB’in yeni icadı olan ‘nitelikli lise’ kavramı da pekiştirecektir. Bu liseleri kazanamayan öğrencilerin niteliksiz olduğu algısı doğacak, pedagojiye, bilimselliğe ve
vicdana aykırı bir tablo oluşacaktır.

Eğitim-İş olarak uyarıyoruz; öğrencilerin dört yıl boyunca emeğini heba edecek bir uygulama söz konusudur ve büyük mağduriyetler yaratacaktır. Bugünden tezi yok akılcı, bilimsel, eşit, parasız, toplumun kabul ettiği daha adil bir sistem getirilene kadar, bu yıl eğrisi ve doğrusuyla eski sistemle devam edileceği açıklanmalıdır.

EĞİTİM-İŞ MERKEZ YÖNETİM KURULU
===========================================

Dostlar,

Sinirlerimize egemen olmakta giderek daha çok güçlük çekiyoruz.
Milyonlarca çocuğumuzun ve ailelerinin gelecekleri ile nasıl böyle oynanabilir!?
Bu ülkede hiç yaraşırlık (liyakat) denen kavrama – kuruma yer kalmadı mı??

Anayasa’nın 70. maddesi de mi rafa kaldırılmıştır devr-i AKP’de?!

  • ANAYASA madde 70 – Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir.
    Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.

Bu ülkede koskoca Milli Eğitim Bakanlığını -ki 1 050 000 dolayında öğretmen ve 18 milyon öğrenciyi içeren devasa bir sistemdir- bilimsel akılcılıkla yönetecek kadrolar kalmadı mı?
Bunca belirgin yanlışlar yapıldığına göre AKP kadroları içinde bu niteliklere sahip eğitimci, eğitimbilimci yok! Mütevazi birikimi – olanakları ile 50 (elli) bin dolayında üyeli ve bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ‘in yukarıdaki yetkin – bilimsel açıklamasına bakar mısınız!

Hem kel hem fodul örneğinde olduğu gibi AKP iktidarı danışmayı da bilmiyor. Allah’tan korkmak gerekir.. Hem yetkin (ehil) değilsiniz, hem bilene danışmıyorsunuz hem de kula kul olup tek bir kişinin ağzından çıkanı haşa “ayet” belleyip ülkeyi – halkı perişan ediyorsunuz.
Hiç kuşku yok, bu yapıp -etmeleriniz (amelleriniz) karşınıza mutlaka çıkacaktır.
Yazık ediyorsunuz bu ülkeye ve mazlum halkına çooooook yazık. Yıkıcı oluyorsunuz,
yapıcı değil..

Yılbaşı eğlencelerini yasaklıyorsunuz.. Oysa OHAL altında yaşatılıyoruz 1,5 yıldır ve
hala güvenli bir yeniyıl kutlaması için bile güvenliği -sözde- sağlayamıyorsunuz öyle mi??
Tek başına iktidarınızın 16. yılına girdiniz öyle mi??.. Siz ne zaman aynaya bakacak
ve ibret alacaksınız?

Yasal olarak hakaret sayılmayacak olsa ve terbiyemiz elverse “Allah belanızı versin!” demek geliyor içimizden.. Gene de Allah sizi ıslah etsin diyoruz can-ı gönülden; hem de tez elden..

Sevgi ve saygı ile. 29 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
EĞİTİM-İŞ Üyesi ve Bilim-Danışma Kurulu Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ATATÜRK ANKARA’DA…

ATATÜRK ANKARA’DA…

Prof. Dr. Cihan Dura ile ilgili görsel sonucu

Satır içi resim 1
Bugün 27 Aralık 2017… Mustafa Kemal Paşa’nın, bazı Heyet-i Temsiliye üyeleriyle birlikte Ankara’ya gelişinin 98. yıldönümü…
Atatürk ve çalışma arkadaşları, Sivas’tan 18 Aralık 1919 günü yola çıkmıştı.. “Kayseri – Hacı Bektaş – Mucur – Kırşehir – Kaman – Beynam Köyü” üzerinden, 27 Aralık Cumartesi öğleden sonra Ankara Dikmen sırtlarına gelindi. Dokuz günlük yolculuk boyunca inceleme ve görüşmeler için Kayseri ve Mucur’da birer gün kalınmış, yedi gün yolda geçmiştir.
Ataname[i] kitabında Ankara’ya özel bir derge ayrılmıştır. Derge 14 yöneltiden oluşuyor. Birinci yönelti Ankara’yı başkent yapan yasa ile ilgilidir. Sonraki 5 yöneltide Atatürk; Ankara’nın coğrafî konumu, tarihteki yeri, Ankara’ya gelişi, Ankaralıların yurtseverliği ve Ankara’yı başkent yapma düşüncesine yer veriyor. Derge’nin 7. – 12. yöneltileri ise, hükümet merkezinin seçiminde hangi hususların göz önüne alınması gerektiği, Türkiye için en uygun tercihin Ankara olduğu, çağdaş Ankara’nın devletimizin önemli bir dayanağı olacağı hususları üzerinde duruluyor.
* ** *
Atatürk Ankara’ya gelişini ve o sıradaki izlenimlerini 3., 4. ve 5. yöneltilerde anlatır, aşağıya alıyorum.
* “Ankara, durumu itibariyle ülkemize idare merkezi olması bakımından çok çekici ve güven verici bir noktadır. Bu nedenle benim kararlarım, harekât ve girişimlerim üzerinde, doğal olarak etkilerini göstermiştir. Gerçekten işe ülkenin doğusundan, doğu sınırından başladım. Sonra daha batıya gelmek zorunluluğunu hissettim. Nihayet Ankara’da durdum ve ülke işlerini, milletin arzusu doğrultusunda sevk ve idare etmek için başka yere gitmeye gerek duymadım. …”
* “Ankara’ya ilk kabul olunduğum gün, ben sadece bir vatandaş, milletin bir bireyi idim.
Hiçbir sıfatım, yetkim ve unvanım yoktu. Böyle olmakla birlikte Ankara ve çevresi hep birden, çocuklarıyla, kadınlarıyla, yaşlılarıyla Ankara şehrinden Dikmen tepesine kadar bütün ovayı doldurmuş ve beni karşılamıştır. İstasyondan hükümet dairesine kadar uzayan caddenin iki tarafı eski Türk kıyafetini giymiş, bıçakları ve tabancaları ellerinde Ankara gençleriyle dolmuştu.. Bu gençler ve onlarla birlikte bütün halk: “Vatanı ve milleti düşmandan kurtarmak için hepimiz ölmeye hazırız, emrinizi bekliyoruz” diyerek bağırıyorlardı. O zaman Ankara istasyonu yabancı subay ve askerlerinin işgali altında bulunuyordu. O güne kadar Ankaralıları ölü ve Ankara’yı bir harabe sanan bu yabancılar, bu yüce tezahürat karşısında ilk kaygılarını göstermekten kendilerini alamamışlardır.”
* “Ben Ankara’yı coğrafya kitabından çok tarihte öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Gerçekten Selçuklu idaresinin parçalanması üzerine Anadolu’da kurulan küçük hükümetlerin adlarını okurken, birtakım beylikler arasında bir de Ankara Cumhuriyeti’ni görmüştüm. Tarih sayfalarının bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki, aradan geçen yüzyıllara rağmen Ankara’da hâlâ o cumhuriyet yatkınlığı devam ediyor.”
* ** *
Atatürk der ki:
* “Sevgili milletimizin bağımsızlık tarihi mücadelesinde Ankara adının en aziz bir yeri vardır.

Biz de deriz ki: bu aziz yeri kavramak, bunun bilincine ermek, çevresine, gençlere ve halka anlatmak, her Atatürkçünün ihmal etmemesi gereken bir görevidir.
==================================
Dostlar,

Saygıdeğer hocamız Prof. Dr. Cihan Dura’nın bu özlü iletisi bize geç ulaştı.
Neyse..
27 Aralık günü yayınlayamadıksa da, site okurlarımızla paylaşmak istedik..
Teşekkürler sayın Dura ve 2 gün önce yazdığımız gibi
* Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa, hoş gelişler ola!…
Ankara, Cumhuriyetimizin değişmez başkenti olarak kalacak ve bu onurlu işlevi sürdürecektir.
Sevgi ve saygı ile. 29 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

“ATATÜRK’un Ankara’ya Gelişinin 97. Yıldönümü”

Dostlar,

Önceki yıl bu gün, büyük ATATÜRK’ün Ankara’ya teşrif edişinin 96. yıldönümünde aşağıdaki dosyayı paylaşmıştık.. Güncelliğini koruyor.. Bir kez daha paylaşmakta yarar görüyoruz..

Hoşgelişler ola Mustafa Kemal Paşa, hoşgelişler ola diyoruz 98 yıl sonra 1 kez daha!

atatürk'ün ankara'ya gelmesi ile ilgili görsel sonucu

Sevgi ve saygıyla. 27.12.2017

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
=============================

“ATATÜRK’un Ankara’ya Gelişinin
96. Yıldönümü” konferansımız..

Dostlar,

Dün, 25.12.2015 günü öğlen saatlerinde bir koferansımız oldu..
Çankaya İncek Özgün Sistem Koleji‘nin çağrılısı idik.

Konumuz “ATATÜRK’un Ankara’ya Gelişinin 96. Yıldönümü ” idi..

Yüz bir (101) power point yansısından oluşan bir sunu gerçekleştirdik yaklaşık 45 dakikada.
Hedef kitle, Çankaya Özgün Sistem Koleji’nin 2. ve 3. dört yıllık dilimleri idi..
5 – 12 sınıftan okul öğrencileri öğretmenleriyle birlikte okulun
sevimli konferans salonunu doldurdular.
Eksik olmasınlar, ilgi ve saygı ile sunuşumuzu izlediler..
Zerrin Öğretmen bir demet çiçek bile sundu incelikle..

INCEK_KOLEJI_KON1_25.12

Yansıları izlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Cankaya_Incek_Koleji_Ata’nin_Ankara’ya_Gelisinin_96._Yili

Önceki yıllarda da bu konuda sitemizde yazılarımız olmuştu :

– Prof. Dr. Temuçin Faik Ertan : Atatürk’ün Ankara’ya Gelişinin 94. Yılı
(http://ahmetsaltik.net/2013/12/27/prof-dr-temucin-faik-ertan-ataturkun-ankaraya-gelisinin-94-yili/)

– Atatürk’ün Hacıbektaş’ı Ziyareti : 23 Aralık 1919
http://ahmetsaltik.net/2013/12/27/ataturkun-hacibektasi-ziyareti-23-aralik-1919/

Eğitim sistemimimiz Ulusal olmaktan çıkartılalı belki 20 yılı aştı..
ADD Genel Başkan Yardımcısı Rahmetli Prof. Ahmet Taner Kışlalı‘nın bu acı saptaması belleklerdedir. Kışlalı hoca, tanımlamasında “ihanet” sözcüğünü de kullanmaktaydı.

Bir kuşak, “Milli – Ulusal” olmayan bir eğitim sistemi ile yetiştirildi (!)
Bu kuşatma ve yozlaşTIRma, AKP ile 14. yılında ve giderek hızlanıyor, yoğunlaşıyor.
Ülkemizin geleceği bakımından son derece sakıncalı – tehlikeli olan bu gidişin
mutlaka ve hızla durdurulması gerek.

Elbette en köktenci politik girişim, Cumhuriyet – Uygarlık – Atatürk düşmanı anlayışın
siyasal iktidardan demokratik yollarla uzaklaştırımasıdır. Ancak öylesine “hin” ve “yoz” siyaset mühendisliği izlenmekte ki; az eğitimli milyonlarca yurttaş acı gerçekleri algılayamadan
oy kullanarak kendi geleceğini ateşe atabiliyor!

Bu durumda, ülkenin laik sermayesinin stratejik düzeyde kritik olan EĞİTİM sektörüne, özellikle ilk – orta eğitim düzeyinde bilinçle yatırım yapması gerek. Bunu tarihsel bir sorumluluk kapsamında görmek ve kazanç beklentisini en gerilere çekmek zorunlu..

Bu dizeleri yazarken Ulusal Kanal’da adı değiştirilen kent futbol alanlarının adı sayılıyor..
10’u buldu ve geçti..

Atatürk” adları çıkarılarak; Antalya’dan Afyon’a, Sakarya’dan Bursa’ya.. “… Arena Stadı” adı konmuş.. Bu basit bir siyasal tercih değildir. İntikam – düşmanlık kör güdüsüyle,
şeriat özlemiyle.. yapılmaktadır?

Nedir bu vefasız,gerici, karşıdevrimci davranışlara yol veren düşünsel – tarihsel itkiler;
anlamak hiç kolay değil..

ATATÜRK” sözcüğünün yerini, kurtarıcısı – kurucusu olduğu ülkede,
ARENA” sözcüğü alabiliyor! Tercih ne hazin ki, bu yönde!?

Geçelim en yüksek makamlara gelmelerini, yaşamda kalmalarını bile Büyük Atatürk‘e
borçlu olan insanların bu kabul edilemez aşırı tepkiselliği nasıl olağan karşılanabilir ??

Acı bir saptama yapmadan edemiyoruz : AKP iktidarı, ATATÜRK adları yerine
“Arena” sözcüğünü tercih etmeye başladı ise
, bu açıktan bir meydan okumadır..

Ve Türkiye gerçekten giderek bir “Arena” ya,
yeniden bir kanlı boğuşmaya – hesaplaşmaya sürüklenmektedir korkarız..

Ali Galiplerin, Sait Mollaların, Şeyh Saitlerin, İskilipli Atıfların, Ebuzziya Suutların,
Hain Vahdettin’in, Al Kemallerin… torunları ile;

ATATÜRK SEVDALILARININ – CUMHURİYET AŞIKLARININ.. torunları
bu topraklarda bir kez daha çağdaşlaşma adına kanlı bir hesaplaşmaya mı sürükleniyor??

Hayır hayır, kökü dışarıda bu alçakça senaryonun engellenmesi gerek..
İlk ve acil görev aklı başında – sağduyulu AKP yöneticilerinin ve “AKP akilleri” nin..
Gecikmeden, hemen..

Üstelik, tek dişi kalmış sözde uygar Batı (M. Akif), ikiyüzlülükle izlerken..

Biz Mustafa Kemal Paşa‘ya, 96 yıl sonra, Ankara’ya teşriflerinin yıldönümünde

“Hoş gelişler ola Paşa, 
Hoş gelişler olan Mustafa Kemal paşa” 

demeyi sürdüreceğiz..
Umarız Türkiye’de de O’na – Yüce ATATÜRK‘e düşmanlık gibi bir akıldışılık yerine,
insana yakışan bir hoşgörü ve vefa egemen olur..

Sevgi ve saygıyla.
27.12.2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com

OKULLARIMIZ KİMLERİN ELİNDE?

OKULLARIMIZ KİMLERİN ELİNDE?

Zeki Sarıhan

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Günümüzde öğretmenlerin ne kadarının hangi siyasi eğilimde olduğu belki sendikaların üye sayılarına bakılarak az çok tahmin edilebilir. Doğru bilgilere ulaşabilmek için gene de bu konuyu araştırmak gerekir. Eğitim yöneticilerinin büyük çoğunluğunun dinci kesimden olduğu tahmin ediliyorsa da bu konuda tevatürler yerine araştırmaya dayanan bulgular bize ışık tutabilir.

Eğitim yöneticileri konusunda siyasi kadrolaşma hemen her dönemde yakınma konusu olmuştur. 1989 yılında öğretmenlerin müdürlerinden şikâyeti artmıştı. Öğretmenlerin okullarda rahat çalışamadıkları, eğitimde verimin düştüğü, bunda okul müdürlerinin payı olduğu ileri sürülüyordu. Bu iddiayı, ataması Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan Ankara Ortadereceli okul müdürleri üzerinden ölçmek istedim. 183 okulun müdürünü okulun adı, müdürün adı, doğum yeri, doğum tarihi, mezun olduğu tarih ve okul, branşı, müdürlüğe atandığı yıl, siyasi kökenini tablo halinde hazırladıktan sonra onlara okulda eğitim öğretim hayatıyla ilgili dört soru yönelttim.  Bir kısmıyla yüz yüze bir kısmıyla telefonla görüştüm. Bu müdürlerle ilgili yaklaşık bin kadar öğretmenin görüşünü aldım. 2,5 ay süren bu araştırma sağcı kadrolaşmayı ortaya çıkardı. Müdürlerin okulundaki bütün öğretmenlerce ve diğer birçok müdür tarafından bilinen atandıkları tarihteki siyasi kökenlerini sosyal demokrat, merkez, sağ, hareketçi ve dinci olarak belirledim. Eskiden var olan “devrimci, sosyalist” sıfatını artık hiçbiri kullanmıyordu. Onlar esas olarak çoktan tasfiye edilmişti…

OKULLARDA SAĞCILARIN İKTİDARI

Ankara doğumlu olan müdür sayısı 33 (% 18) gibi yüksek bir sayıdaydı. Ankara’yı Erzurum, Yozgat, Kars, Çorum ve Çankırı izliyordu. Yüzde 71’i Ankara-Konya-Mersin çizgisinin doğusundaki doğu illerden gelmişlerdi. Müdürlerin yaş ortalaması 41’di. Gerek il kökenleri, gerekse müdürlerin çoğunun genç olması, laik kuşaklar yerine atamada Türk-İslam sentezcilerinin tercih edildiğini gösteriyordu. Müdürlerin % 64’ü son beş yıllık zaman diliminde ANAP iktidarı tarafından atanmıştı. 1984 yılından önce atananların %60’ı öğretmenlerin de genel eğilimi olan sosyal demokrat iken 1984 ve sonrasında atananlarda bu oran %8’e düşmüş (gerçekte ise kimisi görevinden alındığı halde mahkeme kararıyla geri dönmüş), buna karşılık dinci, hareketçi ve diğer sağ görüşteki müdürlerin oranı 1984 öncesi atamalarda %29 iken 1984 ve sonrasında bu oran %79’a çıkmıştı. Yeni mezunlar (1977-1981) %35’le çoğunluktaydı. Branşı (AS: Dalı) “din kültürü ve ahlak” olanlar 25 sayı ile ilk sıradadır. Ortaokullardaki ders ağırlıkları hesaba katıldığında din bilgisi öğretmenlerinin müdür yapılmasında 2,5 kat, Liselerde ise 4,5 kat kayırıldığı anlaşılmaktaydı. Müdür yardımcılıklardaki kayırma çok daha fazla olduğu bilinen bir gerçekti. Bu yardımcılar çok geçmeden müdür olacaklardı..

ÖĞRENCİLER ELEŞTİRİRSE…

“Öğrenciler sizi yüzünüze karşı eleştirseler bunu nasıl karşılarsınız?” sorusuna sosyal demokrat müdürlerin % 100’ü bunu koşulsuz olarak olumlu bulacakları yanıtını verirken, bu oran “Hareketçiler”de %73’te “dinci”lerde %78’de kalmıştır.  (Bu yanıtların içtenliği kuşku götürse de, “eleştiriye kapalı olmak” izlenimi vermemek için “açığım” yanıtı verildiği düşünülmektedir.)

OKULA GAZETE GİRMELİ Mİ?

 Müdürlere 2. sorumuz “Öğretmenlerin kendi bütçeleriyle öğretmenler odasına toplu olarak gazete almalarını, hatta bunu ertesi gün okul kitaplığına devretmesini nasıl karşılarsınız?” idi.  Bu soruya yanıt verenler içinde “Hareketçi” müdürlerin %49’u, dincilerin %26’sı, sağcıların %50’si, merkezdekilerin yüzde 60’ı,  sosyal demokratların ise % 75’i olumlu yanıt vermiştir. Sosyal demokratlar okulda gazeteye en açık, dinciler ise en kapalı kesimdi.

MÜDÜRLERİ ÖĞRETMENLER SEÇSE…

“Müdürleri Öğretmenlerin seçmesi görüşünü nasıl karşılarsınız?” sorusuna yanıt veren 132 müdürün %38’i “olumlu bulurum”, 10’u “şartlı olarak olumlu bulurum” 29’u “olumsuz bulurum” yanıtını vermiş,  8’i kararsızlık bildirmiş, 15’i de “söylemem” demiştir. Olumlu bulanların yüzdeleri politik eğilimlere göre sıra ile şöyledir : Sosyal Demokratlar 64, merkezciler 60, sağcılar 46, hareketçiler 33, dinciler 26. Öğretmenlerin yönetime katılmasına en sıcak bakanlar sosyal demokratlar, en uzak duranlar ise dincilerdir.

ZORUNU DİN DERSİ

“Zorunlu din dersinin laikliğe ve vicdan özgürlüğüne aykırı olduğu” görüşüne ne dedikleri sorumuza ise “zorunlu olmalı” diyenlerin oranları % olarak şöyledir: Dinci 64, merkez 57, hareketçi 54, sağcı 46, sosyal demokrat 11. Din derslerinin zorunlu olmasını en çok isteyenler dinciler, en az isteyenler ise sosyal demokratlardır.

SEVİLEN MÜDÜRLER SOSYAL DEMOKRAT

Öğretmenlerin verdiği yanıtlara göre müdürlerin okullarında sevilip sevilmediği de “Seviliyor, normal, olumsuz” yargılarından biri ile listelenmiş, sevilip sevilmedikleri konusunda net bir kanıya varılamayanların bu konudaki hanesi boş bırakılmıştır. 28 müdürün öğretmenler tarafından sevildiği, 29’unun durumunun “normal” olduğu, 41 müdürün karşısına ise “olumsuz” (yani sevilmediği) yazılmıştır. Sevilen 28 müdür içinde 20 sayı ile (Yüzde 71) sosyal demokratlar başta gelmektedir. Müdürler içinde en yüksek sayıda bulunan hareketçilerden yalnız 4’ü dincilerden 2’si, sağ ve merkezcilerden 1’er müdür sevilenler listesine girebilmiştir.

Araştırmanın sonuç bölümünde şunları yazdım:  “Ankara ortadereceli okulları, genel profil olarak genç, muhafazakâr, deneyimsiz ve kıdemsiz öğretmenler tarafımdan yönetilmektedir. Milli Eğitim’de Hasan Cemal Güzel’in inkâr etmesine rağmen (AS: yadsımasına karşın) büyük bir sağ kadrolaşma yaşanmıştır. Bazı müdürler, atanabilmek ve yerlerini korumak için renk değiştirmeyi tercih etmektedir. Bu durum çoğunluğu demokrat ve solcu olan öğretmenleri huzursuz etmekte ve onların okul içindeki verimini düşürmektedir. Bu yönetici kadroların eliyle 21. Yüzyıl’ın “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşaklarını yetiştirmek (AS: Atatürk‘ün ilkesi!) olanaklı değildir. Çözüm yöneticilerini öğretmenlerin seçmesidir. (“Okullarımız Kimlerin Elinde?”, Öğretmen Dünyası, Yıl 10, Sayı 115, Temmuz 1989, s. 3-30)

Çizim, Öğretmen Dünyası’nın işaret edilen sayısının konu ile ilgili kapağından alınmıştır.

Diğer yazılar için: zekisarihan.com
===================================

Dostlar,

Sayın Zeki Sarıhan dostumuz gerçek anlamda nitelikli bir aydındır.
Bir eylem adamıdır..Örn. Ulusal Eğitim Derneğini kurmuş, 35 yılı aşan süredir yayında olan Öğretmen Dünyası dergisini yayın yaşamına koymuştur. Çok sayıda kitabın ve makalenin yazarıdır. 

Bu yazısı neredeyse 30 yıl önceki bir araştırmaya dayanmaktadır. Sayın Sarıhan neden 30 yıl önceki bir yazısını yenilemeden yinelemek gereksinimi duymuştur?

Açıktır ki günümüzde durum çok daha karanlıktır.. Dilerseniz koyu İslami yeşildir diyelim.. Daha doğrusu İktidar partisi AKPnin yorumu ile İslami yeşil.. Özüne ne denli yakın, kocaman bir soru işaretidir.

Günümüzde kara çarşaflı öğretmeleri okullarda görüyoruz, ilkokul çocuklarının topluca camilere namaza götürüldüklerini, okullarda ANDIMIZ’ın kaldırıldığını ve yerine “selamın aleyküm” karşılamaları ve ANDIMIZ yerine dinci içerikli bir söylemin aldığını, PİSA sınavlarında sürekli gerilediğimizi… acı acı izliyoruz. AKP iktidarı stratejik bit hata yapıyor. Eğitim sistemini dincileştirerek ülkemizi 21. yy’da geçelim 1. ligde, ayakta tutmak bile olanak dışıdır. Hele hele müfredatı ağır dinci içerik ve neredeyse tüm okulları imamhatipleştirici biçimde değiştirmek ve tektipleştirici hedefler ile “dindar – kindar” nesiller yetiştirme söylem ve eylemi olağanüstü tehlikelidir.

  • Erdoğan, “dininizi ve kininizi eksik etmeyin..” buyurmaktadır!

Bu söylem olağanüstü sakıncalı ve ülkede inanç temelli iç savaş tohumlamaktır.
Ayrıca İslam dini ile bağdaşması olanaksızdır. Çünkü İslam dahil hiçbir din kin ve nefrete yer vermez. Tersine iletileri vardır ve nefis terbiyesi önerirler kin – nefreti dışlamak da içinde.. Dolayısıyla Erdoğan’ın söz konusu söylemleri açıkça din dışıdır, İslam dinine aykırıdır.

Siyaset ve hırsı aklı ve sağduyuyu kör etmemelidir.. Bunun topluma zararı ölçülemeyecek ve hayal bile edilemeyecek denli ağırdır. Türkiye, EĞİTİMDE DİNCİLEŞTİRME başta olmak üzere yaşamı bütünüyle laik – seküler yapıdan kopartma – uzaklaştırma politikalarını hızla ve köktenci biçimde terk etmek zorundadır.. Daha fazla gecikmeden ve iş işten geçmeden..

Sevgi ve saygı ile. 25 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Kaboğlu’nun savunmas

İşte Prof. Dr. Kaboğlu’nun salonda alkışlanan savunmasının tam metni

Prof. Kaboğlu, barış bildirisini imzalaması nedeniyle yargılandığı davada yaptığı bir buçuk saat süren savunmasını, sekiz bölüm içeren 44 sayfa halinde mahkeme heyetine verdi.
Savunma, izleyiciler tarafından alkışlarla karşılandı.
Savunma metni dolu dolu 41 sayfa. Tümünü okumak için pdf dosyasını indirebilirsiniz (566 KB) .
Hukuk tarihine not düşecek bir hukuk dersi gibi savunma.. Dileriz bağımsız yargı gereğin yaparak Türkiye’nin “hukuk yoluyla” notmalleşmesinde yaşamsal işlevini yerine getirir.

Sevgi ve saygı ile. 24 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

78 Yaşındaki Çiftçiden 2 bin fotoğrafla Atatürk Evi

 

23. TIPTA UZMANLIK KURULTAYI SONRASI..

23. TIPTA UZMANLIK KURULTAYI SONRASI..

Dostlar,

09 12.17 günü AÜTF (Ankara Üniv. Tıp Fak.) salonlarında düzenlenen bu kurultaya Uzmanlık Derneğimiz HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) adına görevli olarak katıldık. Toplantının duyurusunu sitemizde toplantı öncesinde paylaşmıştık (http://ahmetsaltik.net/2017/12/08/xxiii-tipta-uzmanlik-egitimi-kurultayi/).
Ülkemizin değişik yörelerinden gelen 140 katılımcı gün boyu sorunları tartıştı ve çözümler ürettiler. Sunuş konuşmalarının ardından TTB (Türk Tabipleri Birliği) Merkez Konseyi Başkanı Sn. Prof. Dr. Raşit Tükel  kapsamlı bir sunum yaptı Türkiye Tıp Ortamına ilişkin. Başlık şöyle idi :

Oldukça kapsamlı olan (87 yansı, 3.4 MB) bu sunuyu izlemek için üzerinde tıklayınız.

Ardından program gereği çalışma kümeleri ayrılarak raporlarını hazırladılar ve öğleden sonra bu raporlar teker teker sunuldu, tartışıldı, sonuç bildirgesi metni oluşturuldu. O arada Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesinden İdare Hukuku Uzmanı Sn. Prof. Dr. Onur Karahanoğulları’nın Sağlık Bilimleri Üniversitesi konulu değerlendirmesini dinledik. Onur hoca Mülkiye yıllarımızdan dostumuzdur, her zamanki gibi yüksek hukuk muhakemesi gücü ve derin hukuk bilgisi ile bu “ucube” sorunu irdeledi. Yöntem olarak ise katılımcılardan soru aldı ve o o sorular üzerinden yürüttü sunumunu.

Türk Radyoloji Derneğinden Radyolog Dr. Muzaffer Başak İstanbul’dan gelmişti ve çarpıcı bilgiler paylaştı. Örn. MR çekiminin OECD ortalamasının bin hasta başına 55 iken Türkiye’de  147 olduğunu vurguladı.

Şehir Hastanelerinin Sağlık Çalışanlarına Etkisi” başlıklı sunuyu HÜTF Halk Sağlığı AbD’ndan sevgili Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz’dan dinledik.

Sonuç bildirisinin ilgili web sitesinde henüz yayınlanmadığını görüyoruz.
Bu bildiriyi sitemizde paylaşacak ve değerlendireceğiz.
Çalışma alt kümelerinde ve genel toplantıda sunduğumuz katkıları da paylaşacağız.
Bize görev vererek onurlandıran Uzmanlık Derneğimiz HASUDER’e raporumuzu sunacağız.

Sevgi ve saygı ile. 14 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

 

9. Tıpta Uygulama Hataları (MALPRAKTİS) Kurultayı

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden
9. Tıpta Uygulama Hataları (MALPRAKTİS) Kurultayı

Bu toplantıları 9. kez sebatla gerçekleştiren başta sevgili dostumuz Ankara Üniv. Tıp Fak. Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Yaşar Bilge ve aynı fakültemizden genel cerrahi uzmanı dostumuz Prof. Dr. Ethem Geçim hocamıza ve emek verenlere teşekkür ederiz.
(Bu kurultaylardan 2’sinde biz de konuşmacı olmuştuk…)

Tıpta uygulama hataları (Malpraktis!), yaşamın en nazik alanlarından biri.
Hem başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanları hem de sağlık hizmeti kullanıcıları taraf.
Yargıya yansımış çok sayıda dava var.. Hatta AİHM önünde Türkiye’den 60 dolayında sağlık davası görülüyor.. Türkiye’nin ceza aldığı davalar da oluyor AİHM’de.

Sağlık çalışanlarına yasa ile tıbbi malpraktis sigortası zorunlu. Yüzbinlerce sağlık çalışanının sigorta primleri üzerinden muazzam bir risk pazarı var. Üstelik genel olarak Türkiye sigortacılık sektörünün 3/4’ü yabancı sermaye elinde!

Bir yandan sağlık hizmeti – malları (başta ilaç!) tüketimi sağlık çalışanlarına performans ücreti aracılığıyla kışkırtılırken bir yandan kurulu kapasite sınırlılığı, hak sahibi iken  “müşterileştirilen” ama olup bitenin ayrımına varamayan yurttaşları çileden çıkarıyor ve çekip döner bıçağını – palasını – piştovunu; vuruyor hekimi, hemşireyi, ebeyi.. Küresel – yerli sermaye ortakları ve maşaları siyasal iktidarlar ise el oğuşturarak seyrediyor.

Bir yandan da hekim ve öbür sağlık çalışanlarının sayıları hesapsız – kitapsız artırılıyor. Hekim sayısı 150 bine dayandı. Bu yıl 14 bine yakın yeni tıp öğrencisi kaydedildi 90 tıp fakültesine! Tıp fakültesi sayımız İngiltere’yi 2’ye katlıyor. Doğallıkla “nitelikli hekim” yetiştirme giderek olanaksızlaşıyor..

Emperyalizm bozarken de kazanıyor, sözde onarırken de! Her durumda win, win, win! İnsanları birbirine kırdırırken.. Sağlık sektöründe hastalarla – sağlıkçıları düşmanlaştırarak ve de sürece bu kez kuklası hükümetlere yasa ile zorunlu malpraktis sigortası kurdurarak. Sorun yakıcıdır ve kitlelerin gerçekleri öğrenmesi için örgütlü önderlikle aşılabilir..

Sevgi ve saygı ile. 13 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Lozan’ın anlamı

Lozan’ın anlamı

Emre Kongar
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
AKP iktidarının, Sarraf Mahkemesi ve Man Adası tartışmalarını geriye itmek için başlattığı tartışmanın konusu olan Lozan Antlaşması’yla yeni bir devlet kurulmuştu: 
Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup olan Osmanlı İmparatorluğu yerine, İstiklal Savaşı’nı kazanan Türkiye Cumhuriyeti. 
Lozan bir zafer antlaşmasıdır!
***
1920’li yıllarda Anadolu’nun nüfusu 11-12 milyon kadardı; yani bugünkü İstanbul’un nüfusundan daha az. 
Bu nüfusun yüzde onu okuma yazma biliyordu, yaklaşık bir milyon kişi; onların da yarısı ancak adını yazabiliyordu. 
Hemen herkes hastaydı: Trahom, verem ve sıtma. (AS : Cüzzam ve Frengi!)
Tüm nüfus, uzun süren savaşların sonunda zaten yorgun, bezgin, aç ve hastaydı.
(AS: Erkekler savaşta kırılmıştı..)  

İşte bir Din/Tarım Toplumu’nu 15 yıl içinde bir Kentsel/Endüstriyel Toplum olma eşiğine getiren, yirminci yüzyılın en çarpıcı siyasal ve kültürel atılımı, böyle bir nüfusla gerçekleştirilmiştir! (AS: Batılı emperyalistlerin diliyle KILIÇ ARTIĞI!)
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları büyük devletler tarafından cetvelle harita üzerinde çizilmedi:
Yüz binlerin kan ve gözyaşı ile yoğrulmuş savaşlar sonunda belirlendi. 

1) Sadece İstanbul’u, Trakya’yı ve Anadolu’yu işgal eden galip devletlerin silahlı kuvvetlerine, İngiliz, Fransız, İtalyan ordularına karşı değil… 
2) Batı’dan saldıran taze Yunanistan ordularına karşı… 
3) Doğu’dan gelen taze Ermenistan ordularına karşı… 
4) İçteki Halife taraftarlarının isyanlarına karşı… 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, “ölümüne verilen” bir mücadele ile çizildi bu sınırlar.
***
Çok kişinin aşırı milliyetçi, şovenist duygularını gıcıklayan bu saldırılar,
yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni ırkçı, faşist bir diktatörlüğe yöneltmedi: 

Tam tersine, yeni Cumhuriyet, ırk, din, dil, mezhep farkı gözetmeksinizbu sınırları çizen,
bu devleti kuran halka Türk
 halkı denir” anlayışıyla, siyasal bilince ve bireysel tercihe dayalı bir vatandaşlık kavramı üzerinde yükselen “Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olmayı hedefledi.
***

  • Lozan, Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalananlar arasında devam eden
    tek barış antlaşmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti, Birinci Dünya Savaşından bugüne kadar varlığını, gelişerek sürdürmüştür. 
Bu Cumhuriyet’in hedeflediği Demokrasi ve İnsan Haklarının, bütün farklılık ve çatışmaların panzehiri olduğunu unutmayalım. 
Farklılıklarımızı koruyarak bir arada yaşamanın, gelişmenin nimetlerinden,
bu toprakların güzelliklerinden eşit ve adil bir biçimde yararlanmanın yollarını arayalım. Siyaseti, gerilim, kavga, kin ve intikam üzerine kurmayalım. 

Birbirimize, haksız ve adaletsiz bir biçimde, ayrımcı bir vicdanla bakmayalım. 
İnsanları haksız, hukuksuz ve adaletsiz muamelelere tabi tutmayalım;vicdanlarımızda
ve özellikle de adalet
 mekanizmasında yargısız infazlar yapmayalım… 

Cumhuriyetimizi, Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti olarak geliştirmeye çalışalım: 

  • DİREN İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ!

==================================================
Dostlar,

LOZAN ANDLAŞMASI’nın ANLAMI ve
AKP = ERDOĞAN’ın DERİN AÇMAZI

Üstad Emre Kongar’ın sözünün üstüne söz söyleme olanağı var mı??
Metinde 2-3 yerde ayraç içinde not düştük..
Lozan’ın böylesine derin bilinçsiz – bilgisiz – sorumsuz ve bu halkın verdiği şehitlerin, gazilerin, dökülen kanların hürmetsiz biçimde ağza alınmasını asla içimize sindiremiyoruz..
Türkiye bu tabloyu, böylesine yöneticileri hak etmiyor..
Yunan Cumhurbaşkanı ve uluslararası hukuk profesörü Pavlopulos adeta ders verdi sözleriyle. Uluslararası Andlaşmalar için Erdoğan’ın bilinçsizce önerdiği böylesine bir yol – yöntem olmadığını açıkladı. 43 yaşındaki genç Başbakan Çipras da..  Erdoğan ise “..siyaset hukukunda var böyle bir şey, yaparız biz..” anlamında karşılık verdi. Anımsatmaya gerek var mı, böyle bir hukuk dalı yok! Konuya ilişkin normlar Uluslararası / Milletlerarası Hukuk dalınca konuyor.

Mülkiye de okumuş olma yetkisiyle not düşelim ki; bu tür Andlaşmaların / metinlerin altına ancak “ek maddeler” konabilir. Özgün metne dokunulamaz. ABD Anayasası tipik bir örnektir. 1776’lara uzanan bu çekirdek Anayasa salt 7 (yedi!) maddedir ve Amerikan halkınca adeta kutsanmaktadır. 240 yılı aşkın süredir bu maddelere dokunul(a)mamıştır. Gereksinim duyulan içerikler madde olarak da değil “ammendment” (düzeltme) sıfatıyla eklenmiştir, o kadar.

Anayasada Cumhurbaşkanı’nın tek başına yaptığı işlemlerden sorumlu olmadığı kurala bağlanıyor.. (md. 125/1 ve 2). Ancak yaşanan pratik, bu madde ile ilgili sorunlar yaratıyor. Anayasa koyucu Erdoğan gibi “atipik” cumhurbaşkanlarını elbette hesaba katamazdı. Ne var ki bu hukuksal – anayasal bağışıklık Türkiye için son yıllarda ağır faturalara neden oluyor.  Erdoğan’ın Lozan Andaşması hakkındaki bu sözleri Dışişleri bürokrasisince hazırlandı ise bu kişiler için yasal sorumluluk doğabilir. Bu durumda o talihsiz ve asla kabul edilemeyecek ağır gaf niteliğindeki sözlerin oluşturduğu “idari eylem”de Cumhurbaşkanı “tek başına” değildir ve hazırlık işlemi kendisi dışında yapıldığından sorun Yönetsel (İdari) Yargıya taşınabilir. Nitekim önceki yıllarda Rektör atamalarında Erdoğan’ın, YÖK’ün sunduğu 3 aday içinden dilediği bir adı Rektör atama işlemi benzer gerekçeyle Danıştay’a taşınmış ve yüksek yargı başvuruyu kabul etmişti. Sorunun hukukçular ve kamu yöneticilerince tartışılması yerinde olacaktır.

Bu gibi sorunların aşılması için Anayasa’nın anılan maddesinde Cumhurbaşkanının anayasal sorumsuzluğu nedeniyle, “tek başına” yapabilecekleri dışında bırakılan işlemlerde ilgili Bakan – Başbakan’ın imzası koşul tutularak onlar sorumlu tutulmuştur. Kimi ülkelerde ise Devlet Başkanlığı Konseyi biçiminde bir yapılanma ile kritik kararlar bu kurula bırakılmıştır.

Erdoğan, fiilen (de facto) tek adamdır ve henüz “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denen yeryüzünde örneği olmayan ucube – uyduruk – zorlama rejim 3 Kasım 2019 seçimleri yapılmamış olduğundan yürürlüğe girmemiş olmakla birlikte, TEK ADAM yönetimi sergilemekte ve ülkeyi tek başına demir yumrukla, son 1,5 yıldır da resmen OHAL dayatmasıyla totaliter bir rejime sürüklemektedir, sürüklemiştir. Zaten açıkça itiraf edilmiştir Anayasa dışına çıkıldığı ve Anayasa’nın yaratılan fiili duruma uydurulması = anayasayı fiilen çiğneme suçunun işlendiğinin itirafı ve fakat yasallaştırılması AKP tarafından ülkeye dayatılmıştır. Dönemin İçişleri Bakanı Efgan Ala, TBMM kürsüsünde elini vargücüyle kürsüye vururken, avazı çıktığınca da “Tanımıyoruz bu anayasayı!” diye haykırmıştı.. (03 Mart 2015, TBMM)

16 Nisan 2017 Anayasa değişiklikleriyle; böyle giderse 3 Kasım 2019 sonrasında
AKP = Erdoğan hala ülkenin başında olursa, çok daha katı – sekter, Erdoğan’ın kendi deyimiyle “astığın astık kestiğin kestik” bir eğik düzleme ülkemiz sürüklenmiş olacaktır.
Erdoğan Başbakan iken, 23 Nisan 2010’da simgesel olarak makamına oturttuğu kız çocuğuna
bu sözleri söyleyebilmişti..

Lozan görüşmelerinde Başdelegemiz ve Dışişleri Bakanımız İsmet Paşa‘nın yakın hukuk danışmanı aile büyüğümüz Prof. Dr. Veli Saltık‘ın kulakları çınlasın. Lozan Andlaşması bu bağlamda bizim için ayrı bir önem ve değer taşımakta.

Nezihe Araz’ın aktardığına göre İsmet Paşa Lozan’dan Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı bir mektupta;

  • Velinimetim efendim, beni görseniz tanıyamayacaksınız. Birkaç ayda saçlarım bembeyaz oldu.. Hasretle ellerinizden öperim. / İsmet

diye yazmıştı.

Siyaset çooooooooook gergin, gerçekte AKP = RTE tarafından bilerek ge-ri-li-yor..
Kamuoyunun dikkatini dağıtmak ve asıl sorunlardan uzaklaştırmak zorunda AKP = RTE
Son bir hafta – 10 günde ne çok yapay “gündem tohumu” saçıldı topluma değil mi?

2018 Bütçe görüşmelerinde AKP tarafından özellikle izlenen gerilim politikası da
aynı bağlamda.

AKP = RTE‘nin derdi 1 değil ki… Bin dert ile boğuşmaktalar ve ipler giderek el ve ayaklarına dolaşmakta. Dillerine de… Bakışlarına da.. Yüz ifadelerine de… Beden dillerine ve duruşlarına da.. Beyinlerine, akıllarına, sağduyularına, sabır ve belagatlarına…. da! Güliver’in cüceleri pek hünerli.. Üstelik ülke dışından da “epey çelme” gelmekte..

Ne var ki; ne Lozan, ne Kudüs, ne %11 büyüme masalı kurtuluş değil..

  • AKP = RTE uzatmaları oynamakta..

Yolun sonu görünüyor.. Erken seçim?? Orada da denklemler çoook karmaşık ve çoook bilinmeyenli.. En azından Anayasa md. 67 ciddi zorluk çıkarıyor : Seçim yasalarında yapılacak değişiklikler en az 1 yıl sonra yapılacak seçimlerde uygulanabiliyor. AKP bu noktada bağlanmak istemiyor; erken seçim zorunlu duruma gelirse ne yapacak??

Kongar hocamız gibi bağlayalaım :

  • DİREN İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ!

Sevgi ve saygı ile. 12 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com