Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com

KORONA VİRUS NELERE ŞAL, NELERE MERCEK?

KORONA VİRUS NELERE ŞAL, NELERE MERCEK?


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İçimiz dışımız “corona virus” oldu..
Oysa Ülkemizin yakıcı sorunları ağırlaşarak sürüyor..
Dolar 6,44 TL’ye tırmandı! Öbür dövizler de yükseliyor..
Üstelik elin ülkesinde de (ABD – AB, UK..) hastalık var, can alıyor her gün onlarca, yüzlerce.
Sektörler akçalı (mali) bunalımda, ortada döviz kıtlığı var büyük ölçüde dolaşımın (sirkülasyonun) yavaşlamasına bağlı.

Ancak “Küresel AĞA”, kerameti kendinden menkul senyoraj hakkını (!) / hegemonisini pervasızca dayatıyor ve FED, 198 milyar $ nakiti kağıt ve mürekkep bedeli karşılığında basıp piyasaya sürüyor.. (Bu para, 2020 Türkiye bütçesinden yaklaşık %20 daha fazla!?)
ABD’de enflasyon olmuyor, paranın değeri de düşmüyor.. FED faizleri neredeyse sıfırlıyor. Siyasal iktidardan bağımsız, para politikalarını “büyük oyunun kurallarına göre” oynuyor ABD Merkez Bankası FED.. Bizde ise “biat etmedi kulumuz” diye AKP = Erdoğan tarafından TCMB Başkanı görevden alındı. Üstelik Erdoğan’ın bilim dışı takıntısı gerekçesi ile : Faiz enflasyon doğuruyor!? 

Ekonomist olduğunu savlayan ama gerçek diplomasını bir türlü göremediğimiz AKP = Erdoğan, İktisat 1. sınıf öğrencisinin bile öğrendiği evrensel bilimsel gerçeği ters yüz ederek gerekçe (!) yaratıyor kendine, kamuoyunu yönlendiriyor… Dolayısıyla bu kafayla yönetilen ülkemiz, bir türlü belini doğrultamıyor. G20’den düştük – düşeceğiz, işsizlikten de perişanız.

Cılız – hastalıklı – çok borçlu – üretmeyen ekonomi, haliyle ulusal parasını da güçlü kılamıyor..

Sürekli olarak yoksullaş-TIRIL-ıyoruz!

Kişi başına ulusal gelir 7 yıl öncekinin altında ve 9 bin Doları zor buluyor.. (Dünya ortalaması 11 bin Doları aşkın) ve bu iktidar, TEK ADAM = RTE eliyle harikalar yaratıyor öyle mi??!

Cümle alem şunu aklına bir güzel koysun ve hiiiiç çıkarmasın :

  • Türkiye’nin sorunları, tek başına AKP = Erdoğan iktidarı ile 18 yılda öylesine ağırlaşmış, öylesine içinden çıkılmazlaşmıştır ki; alleme-i cihan olsa tek bir kişi içinden çıkamaz. Mustafa Kemal ATATÜRK bile! Kaldı ki, o büyük önder, en kritik savaşları bile Meclis ile yürüttü.

Bitmeyen dertlerimizden başımız göğe ererken, bir de küresel korona salgını eklenince, ekonomi, deyim yerinde ise su kaynatıyor..
Kuşkusuz bu olumsuz gelişmeler günlük yaşama yansıyacak ve yaşamı daha da katlanılmaz kılacak.. Ailece intiharlar unutulmayacak, işsizlik kavuruyor özellikle gençleri.. 4+ milyon!

Şehitler tepesine mazlum halkın cefalı – özverileri evlatları yağıyor Erdoğan hazretleri böyle buyurduğu için, buyurmaya da devam edeceği / ettiği için.. 2 oğlundan bir “çürük” ama her nasılsa uluslararası ticarette yurt dışında olağanüstü başarılı (!?); öteki bedelli / paralı askerlik yapmış sayılan okçu – TÜRGEV’ci mahdumu olan Erdoğan’ın..

  • Oysa toplumsal cinnet içinde halk adeta!

Ne var ki, AKP = Erdoğan büyüsü – illüzyonu giderek bozuluyor!

Kuşku yok, hiçbir halk sonsuza dek aldatılamaz, idraki / algısı köreltilemez.
Ne yazık ki, bu süreçte küplerini doldurarak karunlaşaranlar, yolsuzluklarla talan ederek halk yığınlarını yoksullaştıranlar, ülkeyi açık hava hapishanesine dönüştürenler.. birkaç kuşak çooook varsıllaşmış (zenginleşmiş) oluyorlar. Halkın yaşamı, geleceği çalınıyor haramzade soygunu ile, yalnız yaşayanlar değil, çocuklarının – torunlarının bile geleceği yok ediliyor!
****

Korona virus salgını AKP = Erdoğan için bir bakıma “ilaç” gibi geldi..

Tüm yakıcı sorunları, iktidarı bunaltan dertlerimizi öteledik (!)..
Muhalefet yok, eleştiri yok, toplantı yok, gösteri yok, yok, yok, yok.. TBMM bile tatilde!

Bu arada AKP = RTE’nin sesi de çıkmıyor.. Konuş(a)mıyor..

Karşısına yığma kalabalıkları görkemli salonlara doldurup esip gürle(ye)miyor.. Ama Erdoğan konuşamdan yapamaz ki! Bir yolunu mutlaka ama mutlaka bulacak, dağlarca kibirli mimiklerini – postürünü – giyimini – jestlerini – ses tonunu – edasını – hamasetini – şiddetini – narsisizmini, gündemini.. ne yapıp edip yaratacak ve bizleri daha çok yoksun bırakmayacaktır cemalinden!

Akıllarına hiçbir şey gelmiyorsa, biz söyleyelim; çağırırsınız TRT’yi sarayınıza 1-2 muhabirle, “ULUSA SESLENİŞ” (!) konuşması yaparsınız hiç yoktan, müritlere ayar verir, boşalırsınız falan..

Ama bu arada KORONA SALGINI ile ilgili hesap da vereceksiniz halka, hiç yolu yok!

Peki ne söyleyecek Tek Adam Erdoğan? Kader – fıtrat, bizde hasta çoook az, ölüm yok, Dünya biz hayran, hamdolsun, Rabbim falan filan…. öyle mi? Karantinaya alınmayıp evlerine yollanan 21 bin Umre ziyaretçisi için ne buyuracak örneğin; ki salgınla savaşımda bağışlanmaz hatadır!

Yaşam adeta durdurulurken, camilerde namaz için ayak sürümeyi, yarım ağız “camiler açık ama evde kılabilirsiniz, toplu gelmeseniz fena olmaz…” türü karnından fetvaları nasıl savunacak?

Şehir hastaneleri talanı uğruna kapatılan hastanelere yeniden duyulan yakıcı gereksinime ne buyuracak??

31 Aralık’tan (2019) bu yana (Çin’de ilk resmi olgu) 2,5 ayda hala, yalnızca birkaç merkezde (<6) ancak korona testi yapılabilmesine ne buyuracak?

  1. Basamak sağlık hizmetlerini felç edişlerine ne buyuracak?
  2. Koruyucu sağlık hizmetlerini unutup / felç edip varsa yoksa tedaviye odaklanmaya ne diyecek?

Sağlık sektörünü ezici düzeyde piyasalaştırmasına / özelleştirmesine ne buyuracak?

Halkın yoksullaşTIRılmasına, beslenmesinin bozulmasına, yaygınlaşan açlığa ne buyuracak?

Vahşetle kirletilen çevreye, tarım ve hayvancılığın çökertilmesine, en temel besinlerin bile dışalım (ithalat) bağımlılığına ne diyecek?

450 milyar Doları aşan devasa borca ne diyecek?? (2002’de iktidar olduğunda 120 milyar $ idi!)

Etil alkolde bile stokları birkaç günde tükenen ve dışalıma mahkum ülkemiz, 18 yıldır kimin tek başına mutlak iktidarı tekelinde??

Üniversite öğrencilerini apar topar yurttan atıp, yurtları karantina yerlerine dönüştürme ayıbına ne açıklama sunacak AKP = Tek Adam Erdoğan ? Ki bu da salgınla savaşımda ciddi bir fiyaskodur, toplu kitle hareketlerinden kaçınmak gerekir, İtalya bu nedenle perişan!

  • Örneğin camiler bu amaçla / karantina yerleri olarak kullanılsa fena olmaz mı?

TOKİ hızla prefabrik karantina alanları yaratabilir mi? Özellikle büyük kentlerde boş arazi bulabilir mi? Akçalı (mali) gücü buna yeter mi? Ya da satılamayan yüzbinlerce konut fazlasını karantina evleri olarak kullanmayı aklına getirir / kıyabilir mi şu olağanüstü dönemde?

Çin gibi 10 (on) gün içinde 1000 (bin) yataklı birkaç hastane yapabilir misiniz o anlı şanlı, devasa kamu ihalelerini her nasılsa heeeep ama heeeep kapmayı beceren yandaş / kandaş / candaş / yoldaş / sırdaş / dindaş / Cennetdaş (!) yüklenicilerinizle (müteahhitlerinizle)??

Şehir hastaneleri safsatası / talanına kurban edip boşalttığınız hastaneleri ne yaptınız? Yoksa okulları tatil etmeniz bundan mıydı, öğrenci yurtlarını boşaltıp karantina yerleri yapmak?!
****

İyi kötü sosyal medya canlı; orada da AK tiroller ve yandaş – kandaş – candaş kimi yargı mensupları 7/24 görev başındalar.. zinhar çizmeyi aşmak yok.. Üstelik salgın hastalık hukuku gündemde bu kez! TCK’nın malum maddeleri; Adalet Bakanının bile açık – örtük gözdağı verdiği! Ama bu maddeler, koronadan korunmak için (!) muska – dua tacirlerine işlemiyor?!
Öte yandan kamusal olanaklar sağlık dahil öylesine sınırlı ki, KORONA SALGINI ile başetmek hiiiiç kolay değil.. Kamu sağlık sektörü olabildiğince küçültülmüş.. Ülkedeki 1530 dolayında hastanenin yaklaşık 650’si özel sektörün. Hastane yatakları ve yoğun bakım birimlerinin 1/4’ünden çoğu yine özel sektörde. Hemşire sayısı neredeyse hekim sayısına denk, 160 binlerde. Oysa 1 hekime karşılık 4 hemşire uluslararası standart.
  • Yeterli cerrahi maske bile yok  sağlık çalışanlarına..
TTB Merkez Konseyi Başkanı sevgili meslektaşımız Prof. Dr. Sinan Adıyaman’ın web sitemizde yer verdiğimiz açıklamasında, korona testi negatif gelen hastada 2. kez test istemi yapıldığında “riskli” gibisinden saçma sapan yanıtlar geldiği belirtildi. Oysa bir laboratuvar testi ya (+) tir ya da (-).. Arada kuşkulu durumlar olabilir belki ama dünyanın hiçbir yerinde bir laboratuvar “riskli” gibi bir değerlendirmede bulunamaz. Böylesi bir yargı ancak klinik durum için söz konusu olabilir. Yoksa böylelikle mi resmi hasta sayısı çoook sınırlı tutukuyor?? (http://ahmetsaltik.net/2020/03/17/ttb-hekimlerden-aldigimiz-duyumlar-koronavirus-hastasi-sayisinin-daha-fazla-oldugu-yonunde/)
Bilim Kurulu’nun kararları düzenli açıklanmıyor, neden?
Hem Kuran’da, fıkıhta… şer’i kaynaklarda yeterince hüküm yok mu bu konuda?
Neden bilim kuruluna sarıldınız, hani yaşamın her alanının dininizin kurallarına uydurup öyle yaşayacaktınız 6. Din Şurasında Erdoğan’ın kapanış konuşmasına göre??
Neden salgını DİB yönetmiyor da özel sektörden gelme Sağlık Bakanı çırpınıyor??
Demek ki ülkeye 160 bini bulan imam değil, SAĞLIK ÇALIŞANI – HEKİM gerekliymş, haa??
Salgın ile imam-hatipler değil hekim – hemşire… özverili sağlık çalışanları boğuşurmuş haa??
****Öte yandan, ülkemizde yüz bini aşkın hekimin yasal meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği‘nin bilim insanı kimlikli – alanın uzmanı akademisyen temsilcisi neden yok Bilim Kurulunda?

……….
………………….

Sorular, dertlere tercüman ve de hal-i pür melalimize ayna olarak daha da uzatılabilir..

Dünya Bankası – IMF maşaları eliyle küresel emperyalizmin dayattığı SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM MASKELİ sağlık hizmetlerini özelleştirme, piyasaya ve sermayenim insafına terk etme, devleti kenara çekip sağlık hizmeti vermekten alıkoyma…. politikaları bir kez daha çök-müş-tür.

Sağlık, doğuştan kazanılan bir temel insanlık hakkıdır ve Devletin ana yükümlerinin başındadır.

Türkiye, sağlık hizmetlerinde, KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNE kesin öncelik veren, kamucu bir sağlık sistemine hızla, oyalanmadan geri dönmek zo-run-da-dır.

Oysa AKP, bunların tersini yapmak üzere iktidara getirildi ve 18 yılda epey de yaptı.

Sağlık alanında da yerli – yabancı sermayeye rant aktarmak boynunun borcu!

Peki şimdi ne olacak??

Sevgi, saygı ve derin KAYGI ile. 17 Mart 2020, Ankara

DEMOGRAFİK DİNAMİT

DEMOGRAFİK DİNAMİT

Konuk yazar :
Av. Hüseyin Özbek

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Babam, kısadan önü alınabilecekken ihmal nedeniyle ölümcül sonuçlara yol açan hastalıklar için; “Dirhem ile girer batman ile çıkmaz” derdi.
Benzetme, kişisel sağlık açısından olduğu kadar toplumsal sağlık açısından da geçerlidir.

Bireysel aymazlığın ceremesini kişiler çeker, toplumsal aymazlığın faturası ise tüm millete çıkar.
Bugünümüzü ve yarınımızı emanet ettiğimiz siyasal iktidarların hataları toplumsal geleceğimizin tümüyle yitirilmesine yol açabilir. Hatanın büyüklüğü hali ise tarih sahnesini sonsuza dek  terk etmeye dek gidebilir.

Ülkenin ve ulusun yazgısı, tarih bilinci ve yönetim ehliyetinden yoksun kimi idarecilerin keyfiliğine bırakılmışsa, çöküş kaçınılmaz demektir.

Stratejide yapılan hataları taktikle düzeltmenin olanaksızlığını tarih bize göstermektedir. Sözü daha çok uzatmadan yakın geçmişte, “Stratejik Derinlik” makyajıyla pazarlanan “Stratejik Cinnetin” faturasını, batman ve dirhem üzerinden ele almanın zamanıdır.

Çizilen pembe tabloların, köpürtülen hayallerin, yükseltilen beklentilerin, Şam’da Emevi Camisinde kılınacak Cuma Namazının erken alınıp, tazelenmeyen abdestinin Türk Milletine maliyeti hiç kuşkusuz bu yazının boyutlarının çok ötesindedir.

Mantıksal içerikten yoksun tekrarların, uluslararası güç denklemini ve ülke gerçekliğini dikkate almayan anlamsız vurguların, kimi dönemler kitleler üzerinde toplu hipnoz etkisi yarattığını tarih bize göstermektedir.

Nasreddin Hoca’nın tantanacılarca iç edilen yorganı misali, Şam’da Cuma Namazı hayaliyle başlayan uzun rüyanın sabahının gerçekliği, 4 milyona yakın Suriye’linin Türkiye’yenin kentine köyüne, dağına ovasına yayılmış olmasıdır!

Toplumsal huzur, ülke güvenliği, hukuk düzeni, demokratik rejim ve gelecek açısından ağır sorunlara yol açması kaçınılmaz bir demografik dinamit ne yazık ki Türkiye’nin kucağındadır! Daha vahimi, Türkiye’nin, her an patlamaya (patlatılmaya) hazır bu demografik dinamiti zararsız hale getirecek devlet aklından yoksun bir görüntü vermesidir!

Buraya dek yazdıklarımızı özetleyelim: Türkiye’nin Suriye’ye yönelik stratejik cinneti, akıl ve gerçeklik dışı bir siyasal şizofreninin kaçınılmaz sonucudur. Şark Meselesinin (Doğu Sorunu) güncellenmişi olan BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ise, oyun kurucu emperyal aklın stratejik atağıdır.

Türkiye’nin toplumsal dengelerini, uluslaşma sürecini, güvenlik ve huzurunu paramparça edecek dört milyona yakın Suriye’linin Türkiye’ye yığılmasının kamuoyuna onaylatılması, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göçü ve Ensar – Muhacirin söylemi üzerinden gerçekleştirilmiştir.

Tarihten hiç kuşkusuz ders alınmalıdır. Fakat tarihte yaşananların, dönemin koşulları, tarafların konumları ve talepleri, sosyo-ekonomik yapı, neden – sonuç ilişkisi göz önüne alınmadan bire bir yinelenmesini beklemek bilim ve mantık dışı bir durumdur.

İslam Peygamberi Hz. Muhammed (M.S. 570-632) döneminde Mekke’nin nüfusu 25 bin, Medine’nin nüfusu 10 bin dolayındadır. Hz. Muhammed’in ardından Mekke’den Medine’ye göç etmek zorunda kalan Müslümanların (Muhacirin) sayısı 186 kişidir.

Bu denli az sayıdaki göçmenin (muhacirin), yeni göçtükleri kentin dengelerini alt üst etmeleri şöyle dursun, ekonomik ve sosyal yaşamın gelişmesine ciddi katkıları olmuştur. Üstelik Mekke ahalisi de Medine ahalisi de aynı dil ve etnisiteden gelmekte, Arapça konuşmaktadırlar! Bu nedenle her iki taraf açısından bir olumsuzluk yaşanmadan kolaylıkla uyum sağlanmıştır.

Hz. Muhammed’in M.S. 622’de hicreti ile 4 milyona yakın Suriye’linin kapakları açılan etnik barajdan boşalan demografik sel örneği bütün Türkiye’yi kaplamasını aynılaştırmak, akıl ve izan tutulmasından başka türlü tanımlanamaz.

Hukuksal olarak mülteci veya göçmen olarak tanımlanamayacak 4 milyona yakın homojen bir etnisite, Türkiye’nin ekonomik, sosyal, siyasal dengelerini alt üst etme potansiyeli taşıyan demografik bir dinamit olarak önümüzdedir.

Siyasal Kürtçü etnik kalkışmanın ağır maliyeti ortada iken Siyasal Arapçı yeni bir kalkışmanın Türkiye’ye olası maliyetini kestirmek zor değildir.

Cumhuriyet’in çok zengin hukuksal, bürokratik, diplomatik, askeri potansiyeli yok edilip bu zor coğrafyada ülke ve millet olarak var olabilmenin olmazsa olmazı olan devlet aklı bir yana atıldığında neler yaşanacaksa onlar yaşanmaktadır.

Stratejik cinnetin yarattığı narkozun etkisi geçtiğinde ortada görülen, 4 milyona yakını Suriye’li olmak üzere 8 milyon yabancı ile yol geçen hanına dönmüş, kucağına konmuş demografik dinamiti nasıl etkisizleştireceğ konusunda hiçbir fikri olmayan bir Türkiye görünümüdür!
================================
Dostlar,

TÜRKİYE’de 4 MİLYONA YAKIN
SURİYE – IRAK İNSANI NE OLACAK?!

Sn. Av. Hüseyin Özbek‘in yukarıdaki kaygıları ve uyarıları yerindedir. Çok boyutlu, uzun erimli ve çok ağır faturaları olan ve olacak olan bir sorun kümesiyle yüz yüzeyiz..

Suriye’liler yaklaşık 3,5 milyon, Irak’lılar yaklaşık yarım milyon, toplam 4 milyon insan Türkiye nüfusunun 1/20’sidir. Her 20 insandan biri ülkemizde uluslararası hukuk açısından yurttaş, sığınmacı (mülteci) – göçmen statüsü olmaksızın bulunmaktadır. 3,5 milyon Suriye’linin 1,6 milyonu 0-18 yaş arası çocuktur. Bu kitlelerde akılları zorlayan bir yüksek doğurganlık yaşanmaktadır. AKP iktidarı doğum kontrolünü çağ dışı saydığından, ”Allah ne verdiyse” ilkelliği ile engellediğinden, bu hizmetleri gereğince vermediğinden (Anayasa md. 41 ve 2827 s. Nüfus Planlaması Yasasını suç işleyerek uygulamadığından), ”üretim” sınır tanımadan sürmektedir.

Bu insanlar için 30 milyar Doları aşan harcama yapıldığını Erdoğan dile getirdi. Bu rakam sürekli artmakta elbette. Ayrıca arada yandaş şirketler var ve onlar da zengin edilmekte! Günümüzde yaşadığımız ekonomik bunalımda uçan kuştan medet umarken, Katar’ın 15 milyar dolarlık yatırımı kim bilir hangi ağır ödünlerle sağlanacak!

Bir başka boyutu, 4 milyonu aşan bu  ”nitelikli olmayan” ezici bölümü Müslüman Arap kitle, Türkiye’nin AKP = Erdoğan karşıtı laik – Cumhuriyetçi kesimlerine karşı bir dengeleme, bu uygar insanların toplumda oransal olarak geriletilmesi amacı da taşıyor. Nitekim vatandaşlığa alınanların 30 bini aştığını biliyoruz. Bu kitleler herhalde kendilerini AKP = Erdoğan‘a medyun duyumsuyorlardır, nitekim bir AKP milletvekili bile taşındı TBMM’ye..

Bu kitle Türkiye’ye, Erdoğan’ın olağanüstü yanlış, ABD güdümlü Suriye politikası yüzünden taşınmıştır. Bu hatalar zincirinin uzantısı olarak ciddi askeri operasyon harcamaları yapılmıştır, yapılmaktadır.. Güncel ekonomik çöküş böylesine göz göre göre ve adım adım gelmiştir
Erdoğan hala, inatla, Esad ile el sıkışmaya yanaşmamaktadır. Oysa Suriye’de barış ve Suriyeli 3,5 milyon insanın ülkesine dönmesinin başkaca yolu gözükmemektedir. Aynı biçimde Irak’lı yarım milyon insan.. Bu kitle mutlaka ülkelerine gönderilmelidir yakın erimde. Türkiye bir yol geçen hanı olamaz. ”Ensar olduk” masallarına karnımız tok. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı öylesine ucuz değildir.

Öte yandan, 4 milyonu aşkın bu kitlenin bir yandan ülkemiz kültürüne – sistematiğine entegrasyonu (assimilasyonu değil!) çabasının özenle ve çok planlı olarak yürütülmesi zorunluğu da vardır. Buna ilişkin bir AKP planı, TBMM’en geçmiş yasa bilmiyoruz..

AKP = Erdoğan 16 yılda ülkemizi hemen her bakımdan ciddi yıkıma uğrattı. Tüm ama tüm çabalara karşın Erdoğan’da vahim – korkunç yanlışlarını görme ve düzeltme istenci görmüyoruz! Son olarak 26 Ağustos’u yok sayıp Malazgirt, Ahlat taraflarına gitti.. Ülke yangın yeri iken, bir de Ahlat’ta saray yaptıracakmış! Alpaslan’ın mirasçısı olacakmış Türkiye böylelikle. Akıllara seza!

AKP = Erdoğan’a şunları söylemek ve anımsatmak isteriz çok işe yaramasa da :

  • “Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.” (Falih Rıfkı Atay Çankaya, syf. 363)
  • 26 Ağustos’ta Dumlupınar yerine başka yerlere gidenler… Alpaslan’ın 1071’de bize sunduğu Anadolu’yu, sizin övündüğünüz Osmanlı, Sevr ile Batı’ya terketti. Malazgirt ve İstanbul dahil. 3,5 yıl süren işgali, Osmanlı’nın düşmanla işbirliğine karşın Mustafa Kemal önderliğinde bu halk sonlandırdı. Osmanlının kabul ettiği Sevr’i 1. Meclis yırtıp, onay verenleri vatan haini ilan etmese idi, bu gün ne Erdoğan ne de kulları olurdu.. ve Malazgirt Türk toprağı değildi! Tarihe ve bu toprakların mazlum insanlarına ihaneti bırakın.. ATATÜRK havalanını hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç mi hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç gerek yokken kapatıp – taşıtıp, adını silip, Alpaslan Havaalanı yapmak, ülke ekonomik bunalımda iken Ahlat’ta saçma sapan gerekçe ile Saray hülyası kurmak.. çok yönlü oyunlar ve tarih gerçekleri yazacak, bunları yapanları ise bu Ulus asla bağışlamayacaktır!

Sevgi ve saygı ile. 27 Ağustos 2018, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

R. Bülend KIRMACI : YAZILARIMLA MERHABA..

YAZILARIMLA MERHABA..

 

R. Bülend KIRMACI

Merhaba, sizlerle yeni yazılarımdan bir seçkiyi paylaşır, selam ve saygılar sunarım.

İKTİSADİ AKIL VE TOPLUMUMUZ
http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/IKTISADI-AKIL-VE-TOPLUMUMUZ/1357

PLAN MI, PİLAV MI?
http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/baslik/1341

NİHAYET KOBİ’LER!
http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/baslik/1325

VURURUM, VURURSUN, VURURLAR!
http://blog.milliyet.com.tr/vururum–vurursun–vururlar-/Blog/?BlogNo=585863

===================================

Üretken ve birikimli yazar dostumuz Sn. R. Bülend Kırmacı beyefendiye hem emeği hem de bizlerle cömertce paylaşımı için teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile. 06 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

28 Nisan İş Cinayetlerinde Ölenleri Anma ve Yas Günü ilan edilmelidir

28 Nisan İş Cinayetlerinde Ölenleri Anma ve Yas Günü ilan edilmelidir

DİSK Yönetim Kurulu adına Yönetim Kurulu Üyesi Kanber Saygılı’nın 28 Nisan Dünya Çalışma Güvenliği ve Sağlığı Gününe dair açıklaması

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

28 Nisan İş Cinayetlerinde Ölenleri Anma ve Yas Günü ilan edilmelidir

28 Nisan “Dünya Çalışma Güvenliği ve Sağlığı Günü”nünde iş cinayetlerinde ölen işçi arkadaşlarımızı anıyor, bugünün “28 Nisan İş Cinayetlerinde Ölenleri Anma ve Yas Günü” ilan edilmesi talebimizi yineliyoruz.

Vicdanları kanatan bu konuda geçtiğimiz yıldan bugüne ülkemizde değişen tek şey, işçi sağlığı ve güvenliği alanının daha da kötüleşmesi olmuştur.

  • Ne kadar yasal değişiklik yapılırsa yapılsın, hangi “halkla ilişkiler kampanyası” örgütlenirse örgütlensin, işçi cinayetlerinde, kalıcı iş göremezliklerde, meslek hastalıkları vakalarında hiçbir iyileşme emaresi görülmemektedir.

2016 yılında en az 1970 olan yıllık iş cinayeti rakamı, 2017 yılında en az 2006’ya yükselmiştir. Zamana yayılmış ölüm anlamına gelen meslek hastalıklarından hiç söz edilmemektedir.

  • Bu ülkenin işçi sağlığı ve iş güvenliği alanındaki temel sorunu, taşeron ve güvencesizliğe dayanan sermaye birikim sürecidir.

Emeği, herhangi bir üretim girdisi olarak gören bu sermaye birikim süreci, kamusal bir işçi sağlığı ve iş güvenliği sisteminin yaşama geçirilmesinin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır.

  • Sermaye birikiminin ve rekabetin ihtiyaçları doğrultusunda çıkarılmış mevzuat, iş cinayetlerini engelleyememektedir.

Özellikle, ülkemizde çokça övünülen ekonomik büyümeyi sağlayan, verili teknolojik koşullarda, iş saatlerinin artırılması ve üretimin hızlandırılmasıdır. ILO’nun çalışma ortamı ve çalışma koşulları diye tanımladığı ve işçinin bütün bir yaşamıyla ilgili olan her şey, bu üretim zorlaması baskısı altında buhar olup uçmaktadır.

Unutulmamalıdır ki, yasalar uygulamaların asgari düzeyini belirler. Sağlık ve güvenlik alanında asgari düzeyde mevzuatın izlenmesi yaşama geçirilmesi, olmuyorsa denetim ve yaptırım olgusu, özellikle, iş cinayetlerinin yüksek olduğu, enerji, maden, inşaat sektörlerini “bağlamamaktadır”. Başta bu sektörler olmak üzere ekonomide iddia edilen büyüleyici büyüme sarhoşluğu iktidarın ve işverenlerin başlarını döndürürken; çalışanlar bu sürecin bedelini canlarıyla, sağlıklarıyla ödemektedir (AS: Bunun çıplak adı KAN VE CAN VERGİSİDİR!). Sermaye düzenin en karanlık yüzü bu aşamada ortaya çıkmakta, yaşananları fıtrata, kadere veya çalışanların hatasına bağlamaktadır.

Ama biz biliyoruz ki, çokça övünülen ekonomik büyüme kendiliğinden ILO’nun sözettiği anlamda “insana yakışır iş” (AS: Decent work!) olanakları yaratmamaktadır. İşçi sınıfının örgütsüz olduğu ve çalışma yaşamına müdahil olmalarının sistematik olarak engellendiği koşullarda, ekonomi büyürken, güvencesizlik, yoksulluk ve iş cinayetleri de büyümektedir.

Şurası çok açıktır ki, ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi çökmüş durumdadır. Yapılan bütün düzenlemeler bu çökmüş sistem üzerine yapılmakta ve/fakat ortaya çıkan sonuçlar giderek çok daha kötü olmaktadır.

Oysa iş cinayetlerini gerçekten önlemek isteten bir kamu otoritesinin yapması gerekenler bellidir ve bu çözüm önerileri yıllardır tarafımızdan dile getirilmesine karşın dikkate alınmamakta, ülkeyi yönetenler iş cinayetlerinin izleyici olmaya devam etmektedir.

  1. Birincisi, sendikal örgütlenmenin önündeki barajlar, engeller kaldırılmalı ve böylece işletme düzeyinde etkin bir iç denetimi sağlanmalıdır. (AS: Sendika yoksa işçi sağlığı – güvenliği de yoktur!)

  2. İkincisi, güvencesiz istihdam biçimlerine tümüyle son verilmelidir.
  3. Üçüncüsü; sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgili özerk-demokratik bir kurumsal yapının sendikalar, meslek oda ve birlikleri ve üniversiteler ile oluşturulması sağlanmalıdır.

Son söz olarak, geçen sene 28 Nisan günü söylediğimiz gibi;

  • “Bu günün anlam ve önemine uygun olarak yas günü olarak anılması önemlidir. Ölenlerin anısına eğer saygı gösterilmesi temel önemdeyse, bu sermaye birikim rejiminin değiştirilmesi için mücadele etmek ve örgütlenmek temel önemdedir.”
    ==============================================
    Dostlar,

1 Mayıs 2018; Emekçiye Notlarımız…

Yukarıda aktarılan DİSK açıklamalarını biz de bütünüyle paylaşıyoruz..
Ankara Üniv. Tıp Fak. Dönem V öğrencilerimize sunduğumuz Meslek Hastalıkları dersimizden birkaç power point yansısı aşağıda.. (Tümü için tıklayınız…
http://ahmetsaltik.net/2018/05/01/meslek-hastaliklari-occupational-diseases/)

ILO, bu yıl 28 Nisan’da Dünya İş Sağlığı – Güvenliği Gününde, önümüzdeki yılın temasını Genç İşçilerin Sağlık – Güvenliği olarak belirledi.

BM tanımına göre 15-24 yaş arasındaki bu genç emekçilerin çalışma yaşamları özellikle risk altındadır. Bu neden böyledir? Araştırılmasını ve çözümler üretilmesini gündeme taşımaktadır.


ILO’ya elbette çabaları için teşekkür ederiz. Ancak genç işçiler başta, bir bütün olarak olumsuz çalışma ortamı koşulları, İş Kazaları ve Meslek Hastalıklarının başlıca nedenidir, verim düşüklüğünün de! 

KüreselleşTİRmeden = Yeni Emperyalizmden kaynaklanan temel ekonomo – politik sorunlar kaynaklı olduğu asla göz ardı edilemez. Bunlar başlıca;

– Yüksek İşsizlik tehdidi (bir ölçüde kurgulu ne yazık ki!)
– Hızlı ve gereksiz Nüfus artışının akıl dışı biçimde kasıtlı olarak kışkırtılması

– Esnek istihdam tuzağı ve sömürüsü
– Güvencesiz istihdam hukuksuzluğu
– Sendikal örgütsüzlük – sarı sendikalar (özelleştirme sendikal örgütlenmeyi avuç içinde kar gibi eritiyor!)
– Yetersiz ücret rejimi; yoksul ve yoksun bırakma; asgari ücret açlık sınırının bile altında!
– Emekli olamama kaygısı, (kayıt dışı istihdam, yüksek primler, işverenin primi yatırmaması)
– Sermayenin küreselleşerek spekülatif finans-kapitale (kumarhane kapitalizmi) dönüşümü
……
*****
Erdoğan ne söyledi 8. Uluslararası İşçi Sağlığı Kongresinde, bakalım :

  • Emek en yüce değerdir ve emeğe saygı insan olmanın baş koşuludur!

Sevgi ve saygı ile. 01 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı – AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Atatürk’ün mirası parsel parsel yağmalandı

AOÇ için Sayıştay’ı neden umursamadınız? Atatürk’ün mirası parsel parsel yağmalandı…

Çiğdem Toker
Cumhuriyet, 27.8.17

(AS :Bizim katılarımız yazının altındadır..)

AOÇ (Atatürk Orman Çiftliği) alanı, yıllardır mütecaviz bir talan altında.
Atatürk’ün, 80 yıl önce Hazine’ye halka hizmet koşuluyla bağışladığı AOÇ, iktidar iktidar, taksit taksit, parsel parsel, dolana dolana darmadağın edildi.

Sözcü’nün gündeme taşıdığı Balgat’taki arazinin ABD Büyükelçiliği’ne satışı, bir hukuk cinayeti.
yatay

Üzerinden dört yıl geçmiş bu satıştaki “hülle”, muvazaa, yasayı dolanma ve müteahhitlik firma ödemelerinin girdiği karmaşık bir tablo var ortada.

Şimdi; olayın peşine düştü, Gazi Üniversitesi ve TOKİ yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulundu diye Mimarlar Odası hedefe konuluyor. Belki unutulmuştur. AKP’li bakanlara, yetkililere bir hatırlatma yapalım :

[Haber görseli]Bu ülkede TBMM adına devletin bütün kurumlarını denetleyen, daha açık bir anlatımla halkın vergilerinin nasıl harcandığının hesabını anayasal olarak soran bir kurum var. Adı Sayıştay.

İcraatınızı eleştiren herkesi hedef tahtasına koyup “algı operasyonu” ezberiyle mahkûm etmeden önce, hepimizin adına denetim yapan Sayıştay raporlarına neden kulak vermediğinizi açıklamalısınız.

2011 tarihli AOÇ raporunun 42 ve 43. sayfalarına mesela. Modern tıp eğitiminin gerçekleşmesi için Gazi Üniversitesi’ne 1983 yılında devredilmiş bu devasa (396 bin 312 metrekare) AOÇ arazisinin, TOKİ’ye hukuksuz satıldığını, bu satışta Kuzu İnşaat’ın ödemesinin ne anlama geldiğini, TOKİ’den geri alma işlemlerinin başlatılması gerektiğini taa yedi yıl önce (Çünkü 2010’da da yapılmış bu tespit) raporlayan Sayıştay’ın uyarılarını neden ciddiye almadığınızı bir açıklarsanız çok makbule geçer.

O arazinin ABD mülkiyetine geçmesinin nasıl hukuki, nasıl yasaya uygun olduğunu da açıklarsanız memnun oluruz. Ortada AOÇ kuruluş yasasının 9. maddesi dururken (devlet malı) TOKİ ile ABD Büyükelçiliği arasında imzalanan gayrimenkul satış protokolünün nasıl imzalandığını yani.

Atatürk’ün vasiyeti adına soruyoruz : Hazine’ye devretme koşulu olan halka hizmette bahsi geçen halk adına.

Sur’a kıymak

Sur bir kültürel miras. Yedi bin yıllık insanlık tarihi. Kürtlerin, Ermenilerin, Keldanilerin,
[Haber görseli]Süryanilerin kadim kenti. Bu topraklardaki ortak tarihimizin parçası. Sur’un çevresi bariyerlerle çevrili. Orada yaşayan aileler evlerinden zor kullanılarak çıkarılıyor. 
Sur’dan çığlıklar yükseliyor. İktidar buna kentsel dönüşüm diyor. Ama orada yaşayanlar istemiyor bu dönüşümü. İktidarın “dönüşüm” dediğinin Sur halkındaki karşılığı, evlerine 26 bin TL değer biçilmesi (BBC Türkçe), iş makineleriyle, greyderlerle binlerce yıllık sokaklara hoyratça girip yıkmak demek. Yeni konutlar ile hatıraların, hafızanın paramparça edilmesinin adıdır bugünkü kentsel dönüşüm.

Evlerinden çıkmaya direnen Sur sakinlerine zor kullanılışını, attıkları çığlıklara güvenlik güçlerinin “rahatlığını”, dahası eşyalarının ellerinden alındığı görüntüleri sosyal medyada izliyoruz. Yeni sahipleri, hesabı, milyonları, milyarları hakedişleri bugünden belli iktidar destekli bir inşaat katliamına “kıymayın” diye seslenmenin naifliği ise ortada.

Akın Olgun’un deyişiyle sesini bulamayan her çığlık, kendi kahrında tüketir kendini”.

Kızılırmak suyu zehirliyor mu?

Kamu yatırımları halkın vergileriyle yapılır. Yolu, yöntemi, yaptıranı farklı olsa da bu böyledir. Dolayısıyla Ankara’nın suyunun getirilmesi de öyle. Suyu getirenin Büyükşehir Belediyesi olması, içme suyu yatırımlarının toplanan vergilerle yapıldığı gerçeğini değiştirmiyor. 10 yıl önce başkentin gündemine büyük tartışmalarla giren Kızılırmak suyu, bugünlerde yeniden konuşuluyor.

Nasılsa Başkan Melih Gökçek, eleştirel her yazıda, haberde olduğu gibi bu satırları da kendi klişesine dönüşen “ideolojik yaklaşım” ön kabulüyle okumaya hazırdır. Biz yine de Onkoloji Hastanesi’ne son günlerde mide bulantısı, kusma ve ishal şikâyetleriyle giden hastalara doktorların “şehir suyunun” bile bu şikâyetlere yol açabileceği bilgisini verdiğini not düşelim. Çünkü şebeke suyu şüphesi başka şeye benzemez.

Adı bende saklı bir okurum, geçen hafta yukarıdaki şikâyetlerle gittiği hastanede, doktorun kendisine “pek çok hastanın benzer yakınmalarla geldiğini, bunun salgın olduğunu söylediğini” aktardı. Okurumdaki belirtiler enfeksiyona benzemesine karşın, kan tahlili sonuçlarında enfeksiyon bulgusuna rastlanmamış. Doktorlar, yemede içmede kullanılan tabak bardağın yıkandığı suyun bu rahatsızlığa sebep olabileceğini söylemiş. Ağustos içinde benzer şikâyetlerle pek çok hastanın geldiğini eklemiş. Okurum üç serum ve bir ağır kanser hastalarına verilen mide bulantısı ilacı ile hastaneden çıkabildiğini söylüyor.

Sözün özü; bileşiminde, insan sağlığını tehdit edecek birimler bulunduğu kaç kez raporlanan Kızılırmak suyunun halk sağlığına dönük tehdidi yeniden gündemde. Bu arada, ta 2007’de konuşulan can alıcı konu ve beraberindeki soru:

Kızılırmak’ın alternatifi olan Gerede suyunun getirilmesi gibi bir proje devlet envanterinde duruyorken yatırımı bunca yıldır neden hayata geçirilmez?
Paketlenmiş su piyasasının göz kamaştıran “dinamizmi” mi, DSİ’nin kusuru mu?

Köprüler yaptırdım

Boğaz Köprüsü ile Fatih Sultan Mehmet Köprüsü“eski Türkiye” zamanında kamu kaynaklarıyla yapılmıştı. Ne Yap-İşlet-Devret vardı o zamanlar, ne Hazine garantisi.
3. Köprü ile Osmangazi Köprüsü, AKP’nin “yeni Türkiye”sinde, “bu millete hediye” olarak yaptırıldı. 
Üstelik, “bu milletin cebinden beş kuruş çıkmadan”.

Önümüz Kurban Bayramı. Tatil uzun… Hangi Türkiye’nin köprülerinde “bedava geçiş” uygulanır? Küçümsenen “eski Türkiye”nin kamu kaynaklarıyla yaptırılan köprülerinde mi, “bu millete hediye” yeni Türkiye’nin köprülerinde mi?
=======================================
Dostlar,

Cumhuriyet‘in değerli yazarlarından Sayın Çiğdem Toker son derece önemli konuları işliyor köşesinde. Kendine göre naif  – zarif bir biçem (üslup) kullanıyor. Ancak muhataplara sorular ve kendisinin akıllı çıkarımları oldukça etkili oluyor.
Bu yazısında birkaç yakıcı konuyu işlemiş.

Bize geçmişte sitemizde değinilen sorunlara dönük yazılar yazdık web sitemizde.

Ankara’nın su sorununu işledik..
(Tıklayınız : Ankara Tabip Odası’ndan Su Hakkında Basın Açıklaması..)

AOÇ alanlarının utanılası yağmalanmasını da..
(Tıklayınız: 
ABD Büyükelçiliği inşaatı önünde protesto)

Köprüler, Boğaz geçişleri… nasıl yandaşlara peş keş çekildiğini ve birkaç kuşak zengin edilirken birkaç kuşağın da yoksullaştırıldığını.. Soyguna yine iktidarın araç olduğunu..
(Tıklayınız : 
Ey AKP’liler, bu yaptığınız alafranga irtikaptır. Osman Gazi Köprüsü büyük bir soygun eseridir. Sizler devleti soyuyorsunuz…

Sevgi ve saygı ile. 29 Ağustos 2017, Elazğ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

140 gündür açlık grevini sürdüren Nuriye Gülmen’den mektup: ‘Ölmüş mü?’ işkencesi

140 gündür açlık grevini sürdüren
Nuriye Gülmen’den mektup:
‘Ölmüş mü?’ işkencesi

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Açlık grevinin 140. gününü geride bırakan Nuriye Gülmen’in sosyal medyada paylaşılan mektubunda geceleri yapılan “ölmüş mü” kontrolleriyle uğraştığını aktaran Gülmen, bunun çok rahatsız edici bir uygulama ve son günlerinin işkencesi olduğunu belirtti.

Açlık grevinin 140. gününü geride bırakan Nuriye Gülmen’in sosyal medyada paylaşılan mektubunda şu ifadeler yer aldı:

  • “Açlık sürerken, insanın karnı bir önceki günden daha aç olmuyor ama bilinci, duyguları, düşünceleri ve tüm varlığıyla daha aç oluyor. Elle tutulur bir adalete, ekmeğe, özgürlüğe, daha aç daha sevdalı daha tutkun daha hasret oluyor” dedi.
  • Geceleri yapılan “ölmüş mü” kontrolleriyle uğraştığını aktaran Gülmen, bunun çok rahatsız edici bir uygulama ve son günlerinin işkencesi olduğunu belirtti. Bağışıklık sistemi çöktüğü için enfeksiyon kapma riskinin çok yüksek olduğunu söyleyen Gülmen,
  • “Ama benim sağlığım kimin umurunda. Herkes görevini yapıyor. Çünkü bakanlık talimatı var” ifadelerini kullandı. Cumhuriyet, Evrensel, Hürriyet ve Özgürlükçü Demokrasi gazetelerini takip etmeye çalıştığını ve okuduğu her şeyde kendine bir direniş payı çıkardığını söyleyen Gülmen,
  • Direnmeliyiz. Hiçbir şey için değilse bile insan onuru için direnmeli” dedi.

Savcı ayakta ifade istedi

Tutuklu Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’ya destek vermek için pazar günü yapılan eylemde gözaltına alınan ve aralarında avukatların da bulunduğu 15 kişiden 8’i geçen dört günün ardından savcılığa çıkarıldı. İfade sırasında savcının avukat Ebru Timtik’e “Ayakta ifade ver” dediği, Timtik’in de “Cunta döneminde mi yaşıyoruz?” yanıtını vermesi üzerine ifadesinin alınmadığı söylendi. Savcılık sorgularının ardından 3’ü avukat 8 kişi serbest bırakıldı.

Nuriye ve Semih’in sesine ses olalım

Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) ve Sosyalist Dayanışma Platformu (Sodap), İstanbul İHD şubesinde yaptığı basın açıklamasında Silivri Cezaevinde tutuklu bulunan üç üyelerinin Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’yla dayanışma amacıyla üç günlük açlık grevi yaptıklarını açıkladı.
============================================
Dostlar,

Bu tablo artık bir insanlık dramı hatta trajedisi boyutuna vardı.
İktidarda islamcı bir kadro var ve sıklıkla insana, onun değerine gönderme yapmakta.
Ama Nuriye – Semih trajedisinde kılını kıpırdatmamakta.
Bu davranışın ardındaki psiko-politik itkiler nelerdir, çözmek hem zor hem değil..
İlk açıklama seçeneği iktidarın insana, onun değerine gönderme yapan sözlerinin takiyye olduğudur. En güçlü olasılık budur ve Nuriye – Semih’in durumunun vicdanımızda açtığı derin yaradan çok daha ağır olmak üzere 2. kez kahredicidir. Öbür olasılıkların spekülasyonunu geçelim..

En küçük protesto, Kolluğun “tam gücü” bastırılmakta;
tek kollu bir adam Veli Saçılık protesto gösterisinde ölçüsüz şiddetle karşılaşmaktadır?

İktidarın ödü patlamaktadır küçük bir halk gösterisi bir kıvılcım olur mu diye!

Ancak tüm boşalım kanallarının tıkanmasının sosyal dokuda basıncı giderek artıracağı ve düdüklü tencere modeli patlamanın kaçınılmaz olacağı gerçeği iktidar yetkililerince biliniyor olsa gerektir. Danışmanlar da umulur ki gerek – yeter açıklamaları sunmuş olsunlar..

Yapılacak şey aslında yalındır ve zamanı çoktaaaan geldi; geçmek üzeredir :

  • Hemen işe iade edin. Yargılama tutuksuz sürsün. Ölmesin, engelli kalmasın, yaşasınlar.

“2 masum insan ölmeden, kalıcı engelli olmadan ACİL BARIŞÇI GİRİŞİM istiyoruz iktidardan. Aksi halde kaçınılmaz sondan kesin sorumlu olacaktır.” demiştik taa  16.6.2017’de

Durum çok ACİL! Saatler bile önemli! Bu 2 masum genç ölürse gerçek katili kim olacak, belli! Çare; HEMEN İŞE İADE, HEMEN! Zaten başlayamazlar.. Aylarca sağaltım zorunlu.
Ayrıntıları ve ağır-kritik tıbbi durumu okumak için aşağıdaki 3 yazıyı tıklayın lütfen..

NURİYE GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA’YI YİTİRİYORUZ!!!
Gülmen ve Özakça’nın son durumu: Kalp yetmezliği başladı!
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız : Uyarı üstüne uyarı… Dünya ‘DUR’ diyor. 

AİHM’nin istemi ile 140. gününde Ankara Numune Hastanesinde muayene edildi.
Genel durumları hiç iyi değil… Adli Tıp’a sunulan rapor kamuoyuna açıklanmalıdır.

Soruna ilişkin gelişmeleri günlük olarak sitemiz manşetinde sunuyoruz. Elimizden gelen bu. Bu 2 masum gencin başına gelecek tüm olumsuzluklardan iktidar “her yönüyle” tam ve mutlak sorumlu olacaktır.. Üstelik, bunca uyarı, ulusal – uluslararası arabulucu girişim ve ricalara karşın “taammüden” suçlu olacaktır.

Vicdanlar ne denli betonlaşmış görünse de, peşlerini bırakmayacaktır.

Sevgi ve saygı ile. 28 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Naci BEŞTEPE : ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Temmuz 2017

Naci BEŞTEPE :
ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Temmuz 2017

ÇIKIŞ
AKP’nin Eğitim Bakanlığı İnönü’yü tarihten çıkardı.
Atatürk’ten önce son çıkış…

KUZU
Kılıçdaroğlu’nu fotomontajla Feto ile birlikte gösteren Burhan Kuzu
, sahtecilik ortaya çıkınca alınmadı.
Koyun kuzu…

DÜZEN
RTE, “Almanya kendine çeki düzen vermeli”
Örneğin tek adam düzeni iyi olur …

HAC
Milletvekillerine Hac’a gidişte torpil yapılıyor.
Önce vekil, sonra asil… (AS : “asıl” olmalı)

CİHAT
AKP milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı (Yeliz),
“Cihat bilmeyen çocuğa matematik öğretmenin faydası yok.”  demiş.
İyi etmiş!…

KURS
Ağrı’da yatılı Kur’an kursunda hoca 9 yaşındaki yetim çocuğa tecavüz etti
.
Sapıklar Kur’an’da kuruyorlar…

KAYGI
ABD Gnkur. Bşk. Rusya’dan S-400 almamızı kaygı verici buluyor.
ABD’ye göbek bağımız kopar mopar…

LOZAN
Bizimkilerin “Bize zafer diye yutturmuşlar” dedikleri Lozan’ın yıldönümünde,
Yunanistan Cumhurbaşkanı Ege’de işgal ettikleri adalarımızı ziyaret etti.
Eloğlu yutturuyor…

GAZİ-LER
Sakarya Valiliği makamına Süleymancılar tarafından tekbirlerle oturtulan İrfan Balkanlıoğlu
, karşılamaya gelenlerin tarikatçılar değil gaziler olduğunu söylemiş.
Tek gazi ile “LER” tutmamış…

BAHÇELİ
Sözcü’de bir Bahçeli merakı. İmaj değiştirmiş de, spor yapmış da…
Ahmet Türk’ü bıraktırdı ya…

YARGI
CHP Denizli MV. Kazım Arslan’ın başvurduğu Yargıtay, YSK‘nın mühürsüz zarflarla ilgili verdiği kararı yasal buldu.
Altın damarı oldukça zengin…

KILAVUZ
ABD’li general PYD’ye isim değişikliği (SDG) önerdiklerini açıkladı.
Bilinen köy…
=============================
Dostlar,

  • Kılıçdaroğlu’nu fotomontajla Feto ile birlikte gösteren Burhan Kuzu

Bir de Anayasa Hukuku Profesörü olacak değil mi bu Burhan Kuzu??
Her Bakanlar Kurulu oluşturmada – değişiklikte, TBMM Başkanı seçiminde Prof. Kuzu müthiş bir beklentiye giriyor.. Ne var ki kuzu hep kuzu kalıyor, bir türlü büyümüyor.. Geçen hafta yapılan mini ayarlama sonrasında açık açık tweet attı : “Adalet yok” diye AKP’ye çattı! AKP bile biliyor malını…

Teşekkürler değerli E. Tümg. Naci Beştepe Paşamıza…

Sevgi ve saygı ile. 27 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Prof. Kaboğlu: “YSK kararı için AYM’ye de AİHM’e de gidilebilir.”

Anayasa Hukuku Profesörü Kaboğlu:
“YSK kararı için AYM’ye de AİHM’e de gidilebilir.”

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Anayasa Hukuku Profesörü İbrahim Kaboğlu,, “Kimin başvuracağı, başvuru yollarının nasıl kullanılacağı Adalet Bakanı’nın yetkisinde değil.” dedi.

Anayasa hukuku profesörü İbrahim Kaboğlu, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararları ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) gidilemeyeceği ve referandumların AİHM’in yetkisi dışında olduğuna dair sözlerini değerlendirdi.

Bianet’te yer alan habere göre, AYM’ye YSK’nin kararını götürmenin önünde bir engel olmadığını söyleyen Kaboğlu, Avrupa hukuku açısından AİHM’e de gidilebileceğini ifade etti.

Adalet Bakanı’nın böyle bir açıklama yetkisi olmadığını belirten Kaboğlu,

  • AYM’ye ve AİHM’e başvuru hakkı bir bireysel haktır. Kimin başvuracağı, başvuru yollarının nasıl kullanılacağı Adalet Bakanı’nın yetkisinde değil. AYM’ye YSK kararını götürmenin önünde bir engel yok. Tabii nasıl karar verir, başka bir şey…” diye konuştu.Kaboğlu şöyle devam etti:
  • “Hem muhalefet partileri götürebilir, hem de seçmenler bizim oy hakkımız ihlal edildi diye, Anayasa’nın 67. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No’lu Ek Protokolü Madde 3 ihlal edildi diye götürebilir.”
  • “AİHM açısından bu konu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi 1 No’lu Ek Protokolü’nün 3. maddesinde düzenleniyor: Serbest seçimleri düzenleme hakkı. Referandum da zaten en büyük seçimdir. Dolayısıyla yasama seçiminin yararlandığı bir alanda halk oylaması yararlanamıyor demek bir görüş ifade etmektir ama insan hakları Avrupa hukuku açısından geçerli bir görüş değildir.”
  • “Bu bağlamda AİHM’e de gidilir. AİHM’in geliştirdiği serbest seçimleri düzenleme hakkının Türkiye’ye yüklediği yükümlülükleri yerine getirdi mi, getirmedi mi, onu denetleyecek…”Kaboğlu AYM’nin de AİHM’in de başvuruyu çevirebileceğini, ihlal kararı vermeyebileceğini belirtti, ancak “Götürülemez” demenin yanlış bir bilgi vermek olduğunu söyledi.
  • “Bu konularda az konuşsalar, halk oylamasının sonuçlarının haksızlığını bu kadar teşhir etmemiş olurlar.”Bozdağ: YSK’nın kararı doğru bir karardır, AYM’nin yetkisi yok
    ==========================================
    Dostlar,

Erdoğan ve Adalet Bakanı Bozdağ büyük telaş içindeler..

Suçluların telaşı olduğu ortada. Haydi Erdoğan hukukçu değil ama Bozdağ gene baltayı taşa vuruyor.. OHAL kararnameleri ile Anayasa’nın ihlal edilebileceğini fetva buyuran alim!

Yaşamını Anaysa hukukuna adayan, yaş haddinden emekli olmasına 1-2 yıl kalmış Türkiynin
en kıdemli Anayasa Hukuku hocalarından Prof. İ. Kaboğlu’nu OHAL Kararnamesi ile sorgusuz – sualsiz – savunmasız, tümüyle hukuk dışı olarak kamu görevinden uzaklaştıran AKP iktidarı, peşin peşin yüksek yargıya (AYM) talimat verme peşinde! Ne hazin ve bunaltıcı bir tablo..
Erdoğan Danışmanlarını gözden geçirmeli… Kendini de elbette..
Bunlardan biri Anayasa Hukukçusu olduğu söylenen Prof. Burhan Kuzu..
Gerçek Anayasa Hukukçusu Prof. Süheyl Batum ile ortak TV programlarında,
adıyla hitap ederek Burhan Kuzu’nun ipliğini pazara çıkarmıştı..
Şu dakikalarda Haber Türk’te konuşmakta.. (20.4.17, 23:40) YSK’nın halkoylamasını
iptal istemi 10’a 1 oy çokluğuyla reddedilmişti. Sunucu, bu tek karşıoyu özetleyerek yorumunu soruyor Prof. Kuzu’ya.. Yanıt.. “..külliyen yalan ve yanlış..” oluyor hemen..
Kuzu, AKP’nin İstanbul Milletvekili.. RTE’nin hukuk başdanışmanlarından..
İstanbul Hukuk Fakültesi öğretim üyesi.. Yakışıyor mu YSK üyesi bir yüksek yargıcın hukuksal kanısına “..külliyen yalan ve yanlış..” demek? İkisi de hukukçu.. meslek etiğine sığar yanı
var mı? Üstelik Kuzu’nun bu karşıoy yazısını okumadığı da programda anlaşılıyor.
“Ne diyor??” diye sunucuya soruyor.. ve yüksek yargı bir meslektaşına hakaret ediyor..
Kuzu gibi yandaş danışmanlar kim bilir Erdoğan’a ne gibi zehir – zemberek yanıltıcı,
bilgiye – liyakata dayanmayan… raporlar veriyorlar..

Eh Erdoğan da bu tür yorumlar istiyor olsa gerek ki nabza göre şerbet sunuyor danışmanlar.
Atın sahibine göre kişnemesi benzetmesi mi, tencere – kapak benzetmesi mi desek??
Fakat olan Türkiye’ye oluyor..
Erdoğan Trump’ın telefonda kendisini kutladığını söylüyor, Beyaz Saray hemen yalanlıyor!
Ne denli utandırıcı, yüz kızartıcı bir durum ama “asayiş berkemal” gene de, her nasılsa?!
Erdoğan, Merkel’in suçluluk duygusu ile kendisini hala kutlamadığını söyleyebilecek ölçüde kendinden geçmiş durumda ve müritler – ümmet alık alık izlemekte..

Halkoylamasında yapılan muazzam hileleri BND (Alman ulusal istihbarat örgütü),
Merkel’in önüne saatler içinde belgeleriyle koymadı mı sanıyorlar bunlar??

Sevgi ve saygı ile. 20 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

YSK’nin MÜHÜRSÜZ OYLAR KARARININ DAYANILMAZ SAÇMALIĞI ÜSTÜNE!

YSK’nin MÜHÜRSÜZ OYLAR KARARININ DAYANILMAZ SAÇMALIĞI ÜSTÜNE!

Y. Doç. Dr. Kerem ALTIPARMAK
Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesi – Mülkiye

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

YSK, 16 Nisan 2017 günü aldığını söylediği ama bugüne kadar yayımlamadığı 2017/560 sayılı kararını nihayet sitesine yüklemiş. Bu kararın kısa bir analizini yapmam gerekiyor çünkü karşı karşıya olduğumuz durum açık bir hukuk skandalı.
Artık hukukçu olmayanların bile bildiği gibi 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 101. maddesinin birinci fıkrasının 3. numaralı bendinde;

  • “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan, … birleşik oy pusulaları geçerli değildir” diyor.

Bu açık kanun hükmüne rağmen, YSK seçim günü henüz sayım devam ederken, mühürsüz oy pusulalarını da kabul edeceğini söyledi. Bunun gerekçesi olarak, önce 2004 yılı ve öncesi verdikleri kimi kararları dayanak olarak gösterdiler. Oysa hem Kanun 2010 yılında değişmişti, hem de örnek verilen kararların bu durumla ilgisi yoktu. Çünkü örnek kararlarda yapılan bir itiraz üzerine, sadece bir sandık için verilmiş kararlar söz konusuydu. Oysa 16 Nisan 2017’de verildiği iddia edilen karar  “somut” bir sandık hakkında değil milyonlarca oyun ilgilendirdiği iddia edilen binlerce sandık hakkındaydı ve bir yargı kararı değil idari karar niteliğindeydi.
Bu iddia çürüyünce belli ki YSK başka bir gerekçe arayışına girdi. 48 saat sonunda son derece absürt bir gerekçe ile geri döndüler. Bu gerekçeyi karardan şu şekilde aktarabiliriz:

“Anayasanın 67 ve 90/5. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin Ek 1 No.lu Protokolün 3. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, sandık kurullarının hata veya ihmali sonucu mühürlenmeyen oy zarfı ve oy pusulası ile kullandırılan oyların geçerli kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır”.
Bunu herkesin anlayacağı bir dile çevireyim. YSK diyor ki, Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca bir yasa ile insan hakları sözleşmesi çatıştığında insan hakları sözleşmesi esas alınır, o yüzden ben 298 Sayılı Kanunun 101. maddesini değil AİHS Ek 1. Protokol’ün 3. maddesini esas aldım.
Bu konuyu açmak için size somut bir örnek vermek istiyorum. Yaman Akdeniz’le (AS: Prof.) birlikte 2 yıldan fazla bir zamandır AİHM’in devlet başkanına hakaretle ilgili hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kararlarını referans göstererek

  • Cumhurbaşkanı’na Hakaret suçunu düzenleyen TCK 299. maddesinin
    AİHS’in 10. maddesi karşısında uygulanamayacağını söylüyoruz.
    Birçok davada ya biz bunu ileri sürdük ya da avukatlar bizim bu görüşümüzü mahkemelere sundular. AİHM’in içtihadı su kadar berrak olmasına rağmen bir tek mahkeme bile bu gerekçeyle düşme veya beraat kararı vermedi, TCK 299 uygulayıp insanlara ağır cezalar verdi.
    Şimdi geliyorum YSK’nin bu olayda AY 90 delaletiyle AİHS Ek 1. Protokol 3. maddesini uygulamasına. YSK kararı diyor ki; “Ek 1 Protokol 3. madde, sadece milletvekili seçimine ilişkin seçme hakkını düzenlemekle birlikte özü itibariyle serbest seçim hakkını önemsemekte ve koruma altına almaktadır”. Dikkatinizi çekerim, aslında YSK de farkında, Ek 1. Protokol 3. madde referanduma değil genel seçimlere uygulanır ve bu nedenle referandumla ilgili bir karara esas alınamaz ama neymiş efendim, hakkı özü itibariyle koruyorlarmış. Madem öyle, mahalli seçimler sırasında neden uygulanmadı o zaman AİHS?
    Ama saçmalık burada da bitmiyor. 298 Sayılı Yasanın getirdiği usulün meşru bir amacı var. Seçimde hileyi önlemek. Bir başka deyişle, demokratik bir toplumda bir devlet seçimlerin adil sonuçlanmasını sağlamak için usul güvenceleri alabilir ve bunu yasayla düzenleyebilir. Yukarıda TCK 299. madde ile ilgili birçok kararın bulunduğunu söylemiştik. AİHM’in devlet başkanına hakaretle ilgili çok sayıda kararı dava dosyalarına koyulmasına rağmen dikkate alınmıyor. YSK kararı ise kendi iddiasına dayanak olarak bir tek AİHM kararı bile gösteremiyor, çünkü yok böyle bir karar.

    Sonuç : YSK kararı verdiği sırada aldığı kararın yasal bir dayanağı yoktu. Açıkça 298 Sayılı yasayı ihlal etti. Sonradan buna bir kılıf bulmaya çalıştı. Bulduğu kılıf ise hiçbir şeye uymuyor. AİHS’in uygulanması mümkün olmayan referanduma, AİHM’in bir tek emsal kararını gösteremeden, AİHS’in Ek 1. Protokolünü uygulayıp, 298 Sayılı Yasayı geçersiz kılıyor.
    Şunu çok net söyleyebilirim; AİHS referanduma uygulanamıyor ama eğer uygulansaydı, AİHS’i bizzat YSK’nin verdiği bu karar ihlal ederdi, hiç şüphem yok.
    =====================================
    Dostlar,

    Sn. Y. Doç. Dr. Kerem ALTIPARMAK İdare Hukuku ve İnsan Hakları Hukuku alanında yetkin bir uzmandır. Hukuk doktorasını İngiltere’de yapmıştır. Yaşı 45’e erişmiş, akademik olarak son derece olgunlaşmıştır. Akademik derece almayı önemsememektedir. Rahatlıkla profesör titrini alabilecek birikimi, bilimsel üretimi vardır. Mülkiye’deki eğitimimiz sırasında kendisinden İnsan Hakları dersleri almıştık. Ödülleri vardır, kendisini bizim savunmamıza gerek yok, hukuk dünyası yeterince tanır. Örn. TCK 299 bağlamında AİHM davaları..

Dr. Altıparmak‘ın yukarıda yazdıkları son derece doğru, yerinde irdelemelerdir.
*****
YSK Başkanı’nın mühürsüz zarfların ve oy pusulalarının geçerli sayılmasına ilişkin basın açıklamasının tutulacak bir yanı olmayıp tümüyle kendi ayıbının ve hukuksuzluğunun bir ilanı ve itirafıdır. Hele yurt dışındaki mühürsüz zarf ve oy pusulalarının geçersiz sayıldığına ilişkin haberden sonra bu açıklama, tam bir hukuksal rezalet ve hatta skandala dönüşmüştür.

Seçimlerin genel yönetim ve denetimini yapmakla görevli ve yetkili olan, kararlarına karşı başka bir makama başvurulamayan (Anayasa md. 79), ancak Anayasada yüksek yargı organları arasında yer almayan ve kendine özgü (sui generis) yetkilerle donatılmış, gerçekte yönetsel (idari) nitelikte bir kurum olan YSK’nın, yasaya ve hukuka mutlak aykırı olduğu için “yok hükmünde / keenlemyekun” bulunan kararının iptali için Danıştay’da sorunun ivediliği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması istemiyle dava açmak da yerinde olacaktır, çünkü
söz konusu işlem bir yargı kararı değil, idari işlemdir.

Her ne kadar Anayasanın 79/2. maddesinin son tümcesinde, “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” denilmekte ise de bu Hükmün, Anayasa metnine dahil olan Başlangıç bölümünün 3. fıkrasında yer alan egemenliği “.. millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı ifadesi ile 2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesi ve 125. maddesinde belirtilen “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmü ile birlikte değerlendirilmesi durumunda; yürürlükteki hukuk düzeni dışına çıkıp yöntem ve yasaya aykırı olarak keyfi kararlar veren, seçimleri yönetmek ve denetlemekle görevli bir Kurulun, anılan evrensel nitelikteki bağlayıcı kurallar karşısında yargı denetimi dışında bırakılmasının hukuk devletinde asla kabul  edilemeyeceği de gözetilerek, böylesi bir davanın açılmasına engel olmadığı kanımızı bu sitede paylaşmıştık. Ancak siyaset kurumu (halen AKP – RTE!) yargıdan elini derhal çekmelidir. Ne var ki anayasa değişikliği yürürlüğe girdiğinde 1 ay içinde HSK yeniden oluşturulacak, 13 üyenin 6’sı CB Erdoğan, 7’si ise RTE’nin genel başkanı olacağı (halen fiilen olduğu!) TBMM’deki AKP çoğunluğunca belirlenecektir. Böylelikle yargı, beyninden başlayarak Yürütme güdümüne alınacaktır. Bu hedef AKP- RTE için vazgeçilmez, stratejik hatta yaşamsaldır; Türkiye için ise demokratik hukuk devletinin infazıdır!

YSK kendisini gülünç konuma düşürmektedir.

Ne adına, niçin, ülkeye yazıktır. YSK, CHP ve Vatan Partisi başta olma üzere kendisine bu gün (18.04.2017) ulaştırılan itiraz ve yakınma dilekçelerinde yer verilen haklı – yerinde hukuksal gerekçeleri dikkate alarak olgunluk göstermeli, hatasından dönmeli ve hukuk tarihine kara bir leke olarak geçmemelidir.

Kamuoyu vicdanında adalet duygusunun doyurulması (tatmini) ülkemize şu çok zor koşullarda ciddi kazanım ve güç sağlayacaktır. Böylesi bir kararla halkoylamasının yenilenmesine hükmetmek ülkemize saymakla bitmez yarar sağlayacaktır.

Kaldı ki halkoylamasına konu anayasa değişiklikleri demokratik hukuk devletini bitirecek içeriktedir.. Bir kez daha kamuoyunda tartışılması, halkın doğru bilgilendirilmesi
yaşamsal önemdedir.

Son olarak; Profesör, Doçent sanına (unvanına) sahip pek çok hukukçu susarken,
yaş ve meslek deneyimi olarak kıdemli sayılmakla birlikte, henüz Yrd. Doç. unvanlı
Sn. Dr. Kerem Altıparmak‘ın ilk de olmayan böylesi nitelikli – yürekli hukuksal irdelemeleri aynı zamanda bir aydın cesareti örneğidir. Kendisini kutlar ve teşekkür ederiz gerçekten.

Sevgi ve saygı ile. 18 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Prof. İbrahim Akkurt : Nefes Alamıyoruz

SAĞLIK YAZILARI – PROF. DR. İBRAHİM AKKURT YAZDI :

Nefes Alamıyoruz

Kapitalizm canavarının yaptığı fütursuz hasarlara karşı küresel akciğer sağlığını koruma düsturu ile yola çıkan Türk Toraks Derneği, 25. yılını kutluyor.

Yazının başlığı önümüzdeki hafta yapılacak Türk Toraks Derneği (TTD) Kongresinde sunulacak bir bildirinin başlığından alıntıdır. Bildirinin tam adı

  • “Nefes Alamıyoruz: Partikül Madde Emisyonları Açısından Türkiye’de
    Hava Kirliliği*”
    şeklindedir.

Yazarları bu ülkenin yüzakları bilim insanlarıdır; her biri sevdiğim, saydığım dostlarım, arkadaşlarımdır. Eşbaşkanlığını yapacağım bir oturumda sunulacak olan bu bildirinin detaylarını yazarlar eminim değişik mecralarda kendileri paylaşacaklardır.
Ben yalnızca özet bölümünden 1-2 noktayı irdelemek istiyorum.

Hava kirliliği, dünyanın olduğu gibi ülkemizin de maalesef göz ardı edilen en temel toplum sağlığı sorunlarından birisi. Yazarlar bildiride partikül madde yönünden Türkiye’nin hava kalitesini ortaya koymayı ve 2015 – 16 yıllarını birbiriyle kıyaslamayı hedefliyorlar. Bunun için de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı’nın kamuoyuna açık verileri partikül madde (PM10) yönünden analiz edilmiştir (PM10: 10 mikrondan küçük partikülleri göstermektedir). PM10’nun saptanan yıllık ortalama değerleri ulusal mevzuat, Avrupa Birliği (AB) ve Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) belirlediği değerler ile karşılaştırılmıştır. Buna göre ülkemizde normal PM10 sınırlarını ulusal mevzuat değerlerine göre aşan istasyon sayısı 86 (%51), AB değerlerine göre aşan istasyon sayısı 133 (%79) ve DSÖ değerlerine göre de 165 (%98) istasyondur. Yıllık ortalama PM10 düzeyi 100 µg/m3’ün üzerinde olan istasyonlar Muş, Ağrı Doğubeyazıt, Iğdır, Kayseri Hürriyet ve Tekirdağ Merkez’dir (126 – 102 µg/m3).

İstanbul, Ankara ve İzmir illerindeki istasyonlarının yıllık ortalaması sırasıyla 46, 66 ve 41 µg/m3’tür. Tüm istasyonlar yıllık ortalamalar açısından 2015 ve 2016 yılı olarak karşılaştırmalı olarak değerlendirildiğinde; 15 il (%18) ve 85 (%42) istasyonda 2016’da kirlilik artışı mevcuttur. Sonuçta yazarlar PM10 düzeyleri açısından Türkiye genelinde hava kirliliği sorununun tüm ciddiyetiyle 2016 yılında da artarak sürdüğünü
saptamışlardır.

Öte yandan önümüzdeki yıllarda yoğun olarak termik santral yapımının planlandığı illerde halen hava kirliliğinin zaten ciddi bir sorun olduğu ve yapılacak yeni santrallerin bu sorunu daha da ağırlaştıracağını vurguluyorlar. Burada bilinmesi gereken önemli noktalardan bir de, bu verilerin PM10 ölçümleri üzerinden yapıldığı oysa daha da büyük tehlike olan 2.5 mikrondan küçük partikül (PM2.5) düzeyi konusundaki verilerin ise ülkemizde maalesef henüz tüm istasyonlarda rutine sokulmadığıdır. Bu nedenle tehlikenin daha da büyüğünü tam olarak bilememekteyiz.

Bu kongrede ve aynı oturumda sunulacak başka bir bildiri** tam da konunun insan sağlığı ve maliyet boyutuyla ilgili. Yine çok değerli bir ekipçe hazırlanan bu bildiri ise İstanbul’daki hava kirliliğinin nefesimize ve bütçeye etkilerini ortaya koyuyor.
Bu amaçla araştırmacılar Sağlık Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Meteoroloji Genel Müdürlüğü ve SGK’nın konuyla ilgili verilerini analiz etmişler. Araştırmacılar İstanbul genelinde 2013-2014 yıllarında solunum sistemi rahatsızlıkları nedeniyle tüm sağlık kurumlarına toplam 12 884 628 hasta başvurusu olduğunu saptamışlar. En sık tanı %31,9 ile üst solunum yolu enfeksiyonu, en çok hastanın da, 0-14 yaş diliminden olduğunu belirlemişler.

İstanbul için bildirilen hava kirliliği parametrelerinden PM10 düzeyleri ile bu hasta başvuruları arasında istatistiksel ilişki olduğunu bulmuşlar.  Bu 2 yıllık sürede İstanbul’da ölçüm yapılan 18 istasyon verilerinden PM10’un 150 ug/ml’nin üzerinde olduğu gün sayısını 256 gün olarak saptamışlar. Bu 2 yıllık sürede solunum sistemi rahatsızlıkları nedeniyle başvuru sayısının, hava kirliliği artışıyla ilişkilendirilen toplamda 149 320 hasta hesaplanmış. Yaş dilimleri açısından bakıldığında, en çok başvuru artış riski, 0-14 yaş diliminde olduğu görülmüş. Sonuçta araştırmacılarca yapılan analizlerde hava kirliliği artışının İstanbul’da solunum sistemi hastalık başvurusunu % 1,17 oranında artırdığı ve 2 yılda SGK fiyatlarıyla bunun sağlık bütçesinde 9 milyon TL ek artışa neden olduğunu saptamışlar.
***
Ülkemizde güzel şeyler de oluyor. Halk sağlığına önemli katkılar sağlayan birbirinden değerli onlarca bilimsel çalışma TTD kongresinde vb. kongrelerde sunuluyor. Kapitalizmin küresel vahşetine dur diyebilecek küresel yapılardır sivil toplum kuruluşları, uzmanlık dernekleri. TTD (Türk Toraks Derneği) bu yıl 25. yılını kutluyor. Dünyada ve ülkemizdeki birçok uzmanlık derneğine model olabilecek bir evrensellikle, demokratik katılım, bilgiyi paylaşarak çoğaltma temel ilkeleriyle kurulmuş olan TTD, benim için de 2. bir eğitim kurumudur. Kendisine verdiğim katkının onlarca kat çoğuunu bana ve benim gibi bilgi aşıklarına karşılıksız sunmuştur, sunmaktadır…

Kapitalizm canavarının yaptığı fütursuz hasarlara karşı küresel akciğer sağlığını koruma düsturu (AS: ilkesi) ile yola çıkmış olan derneğin fikir (AS: düşün) babası, kurucusu ve her aşamasındaki büyük emekçisi Prof. Dr. Ali Kocabaş ve bir avuç insan sayesinde TTD bugünlere geldi. Ülkemiz ve dünyadaki güzel ve olumlu gelişmelere ciddi katkılar sunan TTD’nin bugünlere gelmesini sağlayan tüm bu güzel insanlara binlerce teşekkür. İyi ki var TTD, nice 25. yıllara… (İA/HK)

* Nefes Alamıyoruz: Partikül Madde Emisyonları Açısından Türkiye’de Hava Kirliliği.  Nilüfer Aykaç, Osman Elbek, Kayıhan Pala, Haluk Celaleddin Çalışır. [Abstract:0835] SS-013 [Kabul:Sözlü] [Çevresel ve Mesleki Akciğer Hastalıkları]
** İstanbul İlinde 2013-14 Yıllarında Hava Kirliliğinin Solunum Sistemi Hastalık Başvuruları ve Sağlık Bütçesine Etkileri. Kadir Alp, Sedat Altın, Lokman Tecer, Tülin Sevim, Arslan Saral, Zeynep Dörtbudak [Abstract:0840] SS-014 [Kabul:Sözlü]
[Çevresel ve Mesleki Akciğer Hastalıkları]
================================
Dostlar,

Prof. Dr. İbrahim Akkurt arkadaşımız çok uzun yıllar Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde değerli hizmetler verdi. Göğüs Hastalıkları ile bu hastalıkların iş ve meslekle ilgisi temel çalışma alanı oldu. Birkaç yıl önce, oldukça erken emekli olarak Ankara’ya yerleşti.
Bir yandan hekimlik yaparken bir yandan da Ankara Tabip Odasında İş ve Meslek Hastalıkları toplantılarına emek veriyor.

Öte yandan Türk Toraks Derneği de ülkemizin saygın Uzmanlık Derneklerinden biridir. Bu kuruma çok emek veren Prof. Dr. Ali Kocabaş da neredeyse çeyrek yüzyıldır tanıdığımız bir başka değerdir. Ali hoca başından beri Çukurova’da, Adana’da Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalında emek verdi alanına ve ülkemize.

TTD’nin (Türk Toraks Derneği) 25. yılını biz de içtenlikle kutluyoruz..

  • Türkiye’yi ve insanlığı bilimsel akılcılık öcülüğünde bilim insanları ve
    çağdaş sanatçılar yeniden aydınlığa kavuşturacak.
  • “Küreselleşme” adı altında insanlığı en iğrenç post-modern yöntemlerle sömürüsü de elbet, -çok da uzamadan- tarihin çöplüğüne atılacak!

Sevgi ve saygı ile. 30 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com