Etiket arşivi: ww.ahmetsaltik.net

Virüs, 10 Nisan’da kuluçkaya yatırıldı

Virüs, 10 Nisan’da kuluçkaya yatırıldı

İktidarın yurttaşlara ‘son dakika’ duyurduğu sokağa çıkma yasağı sonlandı ancak uzmanlara göre yüzbinlerce insanın sokağa dökülmesiyle salgına adeta davetiye çıkarıldı ve bunun etkisi iki hafta içinde ortaya çıkacak..

logo 13 Nisan 2020

MUSTAFA MERT BİLDİRCİN
https://www.birgun.net/haber/virus-10-nisan-da-kuluckaya-yatirildi-296160

Hükümetin halk sağlığını hiçe sayarak, aniden duyurduğu 31 il için açıklanan sokağa çıkma yasağı ‘şimdilik’ sonlandı. Uzmanlara göre sokağa çıkma yasağının ilan edildiği 10 Nisan günününde salgına zemin hazırlanırken, bunun sonuçları etkisini kısa süre içinde gösterecek.

BirGün’e konuşan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık, “İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, sokağa dökülen insan sayısının 250 bin olduğunu söyledi. Bu kadar kişinin yakın temas durumuna gelmesi bile ciddi bir sorun kaynağıdır.” dedi.

virus-10-nisan-da-kuluckaya-yatirildi-715507-1.

virus-10-nisan-da-kuluckaya-yatirildi-715509-1.

SAĞLIK BAKANI’NIN SONRADAN HABERİ OLDU

Sokağa çıkma yasağına ilişkin sürecin Bilim Kurulu kararı ya da İçişleri Bakanlığı’nın inisiyatifiyle değil, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla yürütüldüğünü savunan Saltık, “Erdoğan’ın tek başına verdiği bu ciddi olumsuz sonuçları olabilecek kararın gerekçesini anlamak olanaksız.” diye konuştu.

Sokağa çıkma yasağına ilişkin insanlara yeterli bir süre verilseydi 10 Nisan Cuma gecesi yaşananların meydana gelmeyeceğini belirten Saltık, “İğneyle kuyu kazarak insanları birbirinden fiziksel olarak uzaklaştırma çabamız çöpe atıldı.” dedi. Sokağa çıkma yasağı ile birlikte yaygın test uygulamasının da yaşama geçirilmesi gerektiğinin altını çizen Saltık, “İnsanlar habersiz ve ani biçimde adeta tuzak kurularak evlerine hapsedildi. Test yapılmadığı için tümüyle anlamsız ve çok sakıncalı bir uygulama oldu.” diye konuştu.

KURUL İSTİFA EŞİĞİNE GELDİ

Prof. Dr. Saltık’ın değerlendirmeleri şöyle:

“Sokağa çıkma yasağı eğer Bilim Kurulu kararı ile ve şekil olarak hukuka uygun alınmış olsaydı belki de salgının en yoğun döneminde olduğumuzu ve 48 saatlik sokağa çıkma yasağının nasıl sonuç vereceğinin denenmek istendiğini düşünebilirdik. Ancak bu sokağa çıkma yasağı kararının ardından Bilim Kurulu’nun istifa eşiğine geldiğini de öğrenmiş bulunuyoruz. 2000 yılı öncesinde nüfus sayımları bir Pazar günü gündüz saatlerinde halk eve kapatılarak yapılıyordu. Şimdi de benzer biçimde arka arkaya birkaç hafta sonu gündüz saatlerinde halkımız evde kalmaya çağrılarak, gerekli ise yasak ilan edilerek ama mutlaka bu süre içinde yaygın test yapılarak milyonlarca insana ulaşılarak, saklı ve gizli kalmış taşıyıcıları ve hastaları bulmak amaçlı uygulanmalı. Türkiye bir sürü toplumu değildir. Biz Cumhuriyet’in onurlu yurttaşlarıyız ve bu tür anti demokratik, insan haklarına aykırı, dünyada örneği görülmeyen ve tek bir kişinin sorumsuzca aldığı kararların sonuçlarına katlanmak durumunda değiliz. Akıl ve bilim dışında bu salgınla baş etme olanağımız yoktur.”
===============================================
Dostlar,

logo biraz kısaltma yapmış.. Demecimizin tümü aşağıdaki word dosyasında..

BIRGUN’e_demec_12.4.20

Sevgi ve saygı ile. 13 Nisan 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Rafet BALLI : Kafası karışıklar için birkaç not

Kafası karışıklar için birkaç not

Rafet BALLI
AYDINLIK
, 06.09.2016

(AS : Bizim katkılarımız yazının altındadır.)

Tarih nasıl da hızlandı. 2015’e şaşırmıştık. 2016 koşmaya başladı.
15 Temmuz (2016) sonrası daha da heyecan verici. Türkiye ve bölge sanki final turuna giriyor.
Kafalar karışık. Normal. Çünkü: Söz, hayata yetişmekte zorlanıyor.
Kimilerinin duruşu sade. Anlama çabasında. Yüzünü hayata çevirince, görmeye başlıyor.
“İç cephe”de kimileri de gönüllü bilmez. Çözmekle değil, düğümlemekle meşgûl.
Çünkü: Bölgenin dinamiklerine güvenmiyorlar.
***
24 Temmuz 2015: Türkiye, PKK’nın hendeklerine müdahale etti. 
Kuzey Irak’taki mevzileri sürekli bombaladı. Sonuç da aldı: PKK hendekte kaybetti.
Önemlisi: Bölge halkı hendeğe destek vermedi. Örgütten uzak durdu. 1984’ten beri bir ilkti bu.
Birilerinin söylemi hazırdı. İddiaları: “ABD, Türkiye’ye PYD’yi kabul ettirdi.
Bu yüzden Suriye’ye müdahale edemiyor.”
***
24 Kasım 2015: Türkiye, Rus uçağını düşürdü.
Birileri neredeyse mutlu. Sahaya bakınca gördükleri: “Amerika’ya tam teslim olan Türkiye.”
Görmedikleri: Direnmenin nesnel zemini ve dinamikleri.
***
24 Haziran 2016: Türkiye Rusya’dan özür diledi. Uçak için.
Birileri: “Evet ama kesinlikle yetmez.” Küçümsediler: Siyasi değil ticari: Turist için, ihracat için.
ABD gerçekçiydi. Baktı. Türkiye Batı’dan uzaklaşıyordu: “Darbe” sebebi saydı.
***
9 Ağustos 2016: Petersburg’da Erdoğan-Putin zirvesi. Konu: Koridora mani olmak.
Amaç: Suriye’nin toprak bütünlüğü.
Birileri: “Erdoğan taktik yapıyor. Avrasya falan hikaye. Ayakta kalmak için ABD’yle pazarlık yapacak.” Oysa: İki ülke, bir “Suriye yol haritası” kabul etmişti.
Başta Amerikan koridoru, ortak bölgesel tehditlere karşı.
Temel ilke: Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasıydı.
***
24 Ağustos 2016: Türkiye, Cerablus’tan Suriye’ye girdi. ABD koridoruna doğrudan müdahale etti. Birileri: “Türkiye niye ÖSO ile ittifak yaptı? ÖSO katil sürüsüdür.”
“Madem koridoru kesmek istiyor. Niye Esad’ı kuzeye çağırmıyor?”
Lütfedip sahaya bir baksalar şunu göreceklerdi :
Bir: Aslında Cerablus’da ciddi bir ÖSO gücü yoktu.
Evet: Halep ve İdlib’te ÖSO kalıntıları çoktu. Fakat, ABD onlara izin vermemişti.
Yani: Pentagon aslında harekata karşıydı.
***
Ayrıca: Karmaşık bir bölgesel savaş yaşıyoruz. Cepheler iç içe geçmiş durumda.
Irak’a bakalım. İran ve Bağdat, ABD ile zaman zaman aynı cephede hizalanıyor.
Çünkü: Herkes bir bahane, bir maket kullanıyor.
İki: Cerablus harekatı bölgesel mutabakata dayanıyordu. Türkiye-Rusya ve İran arasında. Suriye’nin onayının da alandığı anlaşılıyordu.
Dün Putin ne dedi: “Türkiye’nin Suriye’deki operasyonu bizim için beklenmedik değildi.” (5.9.2016).
Üç: Bölge ülkeleri için harekat doğru ve gerekli. Fakat tamamlanmalı: Şam hükümetiyle birlikte yürütülmeli. Yani bölge güçleri diyor ki: Eksik yapıyorsun, fakat devam et.
***
İç cephede birileri ise sızlanıyor: Esad olmazsa, dur. Sürecin zaten oraya gittiğinin farkında değiller. Son örnek G 20 zirvesinden. Malum: Erdoğan Çin’de. Dün oradan seslendi:

  • “Rusya ile özellikle Halep bölgesinde bir işbirliği gerçekleştiriyoruz.
    Amacımız Kurban bayramı öncesinde ateşkesi sağlamak” (5.9.2016).
    (Not: Açıklama Erdoğan cenahıyla temaslarımla uyumlu.

En son sohbetlerimizin birinde vurgulamıştım: Bu kadar Suriye’nin toprak bütünlüğü diyorsunuz. Fakat hâlâ Halep’teki militanlara sevkiyat yapılmasına izin veriyorsunuz.
Bırakın, Suriye kendi şehrini kontrol etsin. Muhatabımın cevabı peşindi:
“Yanılıyorsunuz. Halep’tekilerle bizim ilgimiz kalmadı. Bizden bir şey gitmiyor artık.”
İnşallah öyledir demiştim.)
***
Belli olan bir şey daha. Anlaşılıyor ki: Türkiye, Suriye’de ABD’yle hesaplaşmayı erteliyor.
Mesela: Menbiç’e yürümeyi durdurdu. Batıya yöneldi. Çobanbey ve Azez hattından El Bab’ı hedeflemiş görünüyor. Birileri yine gerçeğe sırtını dönmüş durumda.
İddiaları: “Türkiye, Menbiç’in PYD’de kalmasına göz yumacak.”
Oysa görünen açık değil mi: ABD ne yaptı: Bölmüyorum diyerek Suriye’yi parsellemeye kalktı.
Türkiye ise açıkça ilan etti: Güneyimde terör koridoru istemiyorum.
Bir konuda taktik yapıyor: Hangi hedefe ne zaman yürüyeceğini açıklamıyor.
Buna da izin verin artık.
***
Son bir fotoğraf. Çin’deki G 20 zirvesinden. Liderler aile fotoğrafı çektirmiş.
Protokol sıralamasına doğal olarak ev sahibi yapmış. Ön sıraya bakıyoruz:
Ortada Çin Devlet Başkanı. Sağında Almanya Başbakanı Angela Merkel. Solunda ise
Tayyip Erdoğan. Onların hemen yanında ise Rusya ve ABD başkanları duruyor.
İki tespit:
Bir: Sıralama lidere göre değil ülkeye göre yapılır.
İki: Çin bir tercih ortaya koydu. İki büyük ülkeyi bir sıra geriye çekti.
Onların yerine Almanya ve Türkiye’yi yerleştirdi.
Almanya tercihinin nedenini biliyoruz. Çin’in Avrupa’daki birinci ortağı.
***
Türkiye niye öne çıkarıldı? Aklımıza iki husus geliyor.
Bir: 15 Temmuz’da Amerikancı darbeyi boşa çıkarması.
İki: Suriye krizinde bölge ülkeleriyle birlikte Amerika’ya karşı mevzilenmesi.
Yani: Çin, Türkiye’nin Avrasya yolculuğunu selamlamış oldu.
Sonuç: Günler, yeni hamlelere gebe.

==========================================

Dostlar,

Doğrusu biz Sn. Rafet Ballı ölçüsünde “net” değiliz. O’na kalırsa belki “kafası karışık” ız.
Ancak Sn. Ballı’nın nasıl bu denli rahat bağlantılar kurduğunu ve iyimser yorumlar yaptığını anlamamız çok zor. Sn. Ballı’nın öngörülerinin gerçekleşmesini dileriz ancak Ortadoğu’daki siyasal – askeri – diplomatik – ekonomik – psikolojik – sosyokültürel – etik ve dinsel denklemler çok bilinmeyenli ve oldukça karmaşık. Son derece gelişmiş yazılımlarla çok büyük
veri takımları (setleri) sisteme yüklenerek birtakım çıkarımlar, kestirimler yapılabiliyor.
Ayrıca değişen koşulların yeni verileriyle benzetim (simülasyon) çıktılarının da
sıklıkla güncellenmesi gerek. Bu nitelikte öngörü çalışmasını yapabilen ülkeler belli ve
sayıca çok sınırlı ..

Sayın Ballı, değindiğimiz süreçlerden, sanal benzetim (simülasyon) laboratuvarları ve tekniklerinden, ileri uzmanlardan…  ne ölçüde haberli acaba??

Bilim ve teknoloji üret(e)meyen bir ülkede şimdikinden başka ne beklenebilir??

*****

Yunus der ki Ey hoca!
İstersen var bin hacca
Hepisinden iyice…

14 yıldır toplumu her geçen gün daha da dincileştiren bir iktidar ile bu bataktan çıkmak olası mı?? İsterse %99,9 nüfus günde 5 değil 45 vakit namaz kılsın; beyhude değildir de nedir??

Kaçak saraydaki zikirler neyin dışavurumudur?
Korku bacayı sarmıştır..
Ama bu da beyhudedir..

Sevgi ve saygı ile.
07 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Türkiye meslek hastalıklarını gizlemede bir numara

Gündem :

Türkiye meslek hastalıklarını gizlemede bir numara!

iakkurt

Meslek hastalıkları üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Prof. Dr. İbrahim Akkurt, Türkiye’nin meslek hastalıklarını “gizleme yoluyla çözmüş(!)” bir ülke olduğunu belirtiyor. Sağlık Bakanlığı’na meslek hastalıklarının kaydının tutulması konusundaki görev ve sorumluluklarını hatırlatmak üzere change.org’da bir kampanya başlatan Akkurt ile Türkiye’de meslek hastalıkları sorununu ve kampanyayı konuştuk.

Mutlu Sereli Kaan

  • Çalışma yaşamı çalışan sağlığı açısından ne gibi riskler içeriyor?

Çalışma ortamlarında kitapların yazdığı, teorik olarak 1 milyondan çok toksik madde, binlerce fiziksel, biyolojik, psikolojik, sosyal riskler ve tehlikeler var. Bu toksik maddelerden ancak
10 bininin kısa ve uzun vadedeki etkileri test edilebilmiştir; geri kalanlarının etkileri bilinmemektedir. Çalışma ortamlarındaki riskler kendilerini bir olayla hemen gösterirlerse
bunun adı iş kazasıdır. İş kazaları belli bir düzey ve süreçte hemen görünmez kılınırlarsa
iş cinayetleri hatta maalesef ülkemizde olduğu gibi iş katliamları olarak ortaya çıkarlar.

Klasik söylemle “her bir iş cinayeti, saklanan 3 bin ramak kala iş kazasının faturasıdır” şeklindedir ki; maalesef günümüzde ülkemizde yaşadığımız budur. Çalışma ortamlarındaki
risk ve tehlikelerin belli bir süreç sonucunda görünür olmasının adı ise işe bağlı hastalıklar-meslek hastalıklarıdır. Meslek hastalıkları ilk maruziyetten belli bir zaman sonra ortaya çıkarlar. Bunların etkileri ancak çalışma ortamlarında bulunanlarda ortaya çıkan hastalık ve patolojilerin nedenlerinin irdelenmesiyle saptanabilir.

  • Türkiye için bu risklerin görünür olduğunu söyleyebilmek mümkün mü?

İş cinayetleri olarak nitelendirilen “görünürlüğü gizlenemeyen iş kazaları” konusunda dünyada ilk 3’de; “görünürlüğü gizlemek için oluşturulan sağlık sistemi -meslek hastalıkları liste/ kayıt ve bildirim sistemi- yoluyla gizleme” potansiyeli konusunda da dünyada belki de bir numaradayız. Yani dünyada meslek hastalıklarını “gizleme yoluyla çözmüş” bir ülkeyiz.   Bundandır ki, pratik olarak ülkemizdeki çalışma ortamlarında risk -sıfır- olarak gözükmektedir. Çünkü işe bağlı hastalıkların-meslek hastalıklarının hiçbiri “SGK yani bir sigorta kurumunun değişik düzeydeki uzmanlarınca bir nedensellik bağı ile gösterilebilir, kanıtlanabilir-işlemi bitmiş olmadıkça; kalıcı hasar, maluliyet, ölümü de bununla ilintili bulunmadıkça” kayıt altına alınmazlar. Yani ülkemizde sağlık sunucularının rutin kayıtlarına bu riskler ve tehlikelerin hiç biri girmemektedir; gizlenmektedir.

  •  Resmi kayıtlardaki rakam nedir? Gerçek rakam nedir?

Bir ülkede meslek hastalıklarının beklenen görülme sıklığı konusunda birkaç parametre vardır. Bunlardan ILO ve WHO’nun da kabul ettiği en sık kullanılan parametre şudur: Bir ülkede çalışma ortamlarının durumuna bağlı olmak üzere her bin kişiden en az 4, en çok 12 kişide meslek hastalığı/işle ilgili hastalık görülmesi beklenir (AS: Harrington ölçütü). Buna göre ülkemizde en az 25 milyon çalışan olduğunu düşünürsek beklenen meslek hastalığı sayısı en az 100 bin, en çok 300 bin küsurdur. Yani en iyi bir beklentiyle bile ülkemizde kayıt altına alınması gereken meslek hastalığı sayısının 100 binden az olmaması gerekir. Oysa ülkemizde “gerçekte meslek hastalığı olmayan” ancak ulusal ve uluslararası alana SGK tarafından
meslek hastalığı diye bildirilen yıllık rakamlar 500 – beşyüz- ün altına bile indirilmiştir.

  • Türkiye’de meslek hastalıklarının kaydının sağlıklı bir şekilde tutulamadığı açık…

Meslek hastalıkları bir etyolojik (nedensellik) tanımlamadır. Meslek hastalığı diye tek bir şablon yoktur.  Hastalıklar vardır, bunların nedenleri vardır. En baba meslek hastalıkları olarak bilinen kurşun toksisitesi başta olmak üzere tüm toksikasyonlar; hatta silikozis de dahil olmak üzere pnömokonyozların bile oluşmasında tek bir etken söz konusu değildir. Kişiye, ortama, koşullara, maruziyet süresi ve yoğunluğu vb. birçok etmene bağlı olmak üzere etkilenme – hastalık – hasar -maluliyet – ölüm olur.  Meslek hastalıklarını görünür kılmak istemezseniz gizleme potansiyeli en yüksek hastalıklardır. Bunlar sağlık sistemi içinde başka adlar, sendromlar vb. şaşalı isimler şeklinde lanse edilir. Meslek hastalıklarının görünür kılınmasının ilk ve belki de tek yolu
tüm hastalıkların nedenlerinin görünür kılınmasını sağlayıcı sistemin rutin sağlık hizmetinin bir parçası durumuna getirilmesini sağlamaktır. İşte görevi olduğu halde Sağlık Bakanlığı yıllardır bunu pratiğe dönüştürmemiştir. Böyle bir sistemimiz olmadığı için de hastalıklar içinde
meslek hastalıklarının görünürlüğü sağlanmıyor, kayıt altına alınmıyor, bildirilmiyor.
Oysa rutin pratikteki her bin hastalığın en az 5 ile 25’nin mesleki kökenli olduğu artık
bilimsel hemen tüm kitapların yazdığı bir gerçektir.

  • Meslek hastalıklarının kayıt altına alınması için siz neler öneriyorsunuz?

İlk soruda yanıtladığım meslek hastalıkları rakamları SGK’nın iş kazaları ve meslek hastalıkları sigortacılık kolunun “sigortacılık yönünden maluliyet – tazminat işlemleri bitmiş” rakamlardır.  Yani gerçek meslek hastalıkları değildir. Benim önerdiğim şu anda birçok ülkede uygulamaya sokulan, 1930’dan beri Sağlık Bakanlığı’na Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile verilmiş olan “meslek hastalıkları istatistikleri kayıt ve bildirim sistemi”nin uygulamaya sokulmasıdır.

  • Bu çerçevede başlattığınız imza kampanyası hakkında bilgi verir misiniz?

Meslek hastalıkları- işle ilgili hastalıklar hep bir maluliyet – tazminat kıskacında görüldüler;
o nedenle de adı dillendirildiği an “kara kaplı mevzuat hazretleri kitaplarına” bakılmayı gerektiren öcüler olarak çalışan – çalıştıran – hekim vb. birçok kesimlerce hep uzak duruldu.  Oysa biz biliyoruz ki; her yüz hatta kimi durumlarda her bin işe bağlı hastalıktan ancak ve ancak 1 (bir)’i yasal izlem gerektiren kategoridedir. Yani bu kategoride olabilecek bir hastalık için günlük pratikte 99’nun hatta bazen 999’nun üstü kapatılıyor, gizleniyor. Ancak evrensel
tıbbi bakışta biliyoruz ki; her hastalık erken evrede yakalanırsa morbidite (geçici veya kalıcı hasar) ve mortalitede (ölüm) çok belirgin bir olumlu etki sağlanır. Bu şekilde hem de çalışma ortamlarındaki risk ve tehlikeler görünür kılınır. Bu hem çalışandaki maruziyetin azalması ya da kesilmesi yoluyla hastalığının ilerlemesini durduracak hatta iyileştirecek, hem o ortamda bulunan öbür kişilerde etkilenme olup olmadığının incelenmesini sağlayacağı gibi hem de o ortamda aynı etkenlere maruz kalanlar için Birincil korunma koşullarının gözden geçirilmesini sağlayarak öbür kişilerin maruziyetini engelleyecektir.  Çünkü basit düz mantıkla da denilebilir ki bir şeyden korunabilmek için öncelikle onun risk ve tehlike derecesini bilmek gerekir.
Bu görev ve sorumluluk da sağlık otoritesinin oluşturduğu sistem içinde buna olanak sağlayıcı bir yapılanmanın bulunmasıdır. İşte kampanyanın temel amacı Sağlık Bakanlığı’nın
“Meslek Hastalıkları Tıbbi Bildirim ve Kayıt Sistemi” ni de içine alacak biçimde bu görev
ve sorumluluğunu artık yerine getirecek bir sistem oluşturmasını sağlamaktır

  • Böyle bir kayıt sistemi tutmanın çalışanların sağlığına olumlu etki edebilecek
    başka çıktıları olabilir mi?

Çalışma ortamlarını bir havuz olarak düşünürsek “tıbbi meslek hastalıkları tanı sistemi”
bu havuzun kaçaklarını (işe bağlı – meslek hastalıkları) bize gösterecektir. Bunların hasar bırakmadan erkenden tanı ve tedavisi sağlanacaktır. İşe bağlı hastalıklarda – meslek hastalıklarında tedavinin ilk koşulu maruziyetleri azaltmak, yok etmek”tir; bu sağlanarak hastalıklar hasar (maluliyet) oluşmadan saptanması sağaltılacaktır. Bunun ötesinde,
çalışma yaşamındaki binlerce risk ve tehlikenin görünür kılınması; benzer ortamlarda çalışan, çalışacaklar için önlemlerin alınmasının yolu açılacaktır. Görünür kılınması sonradan oluşacak hasar, yasal durumlar nedeniyle de önemli bir gösterge olarak kayda geçecek yani tıbbın hukuka kendiliğinden kanıt oluşturmasının önü açılacaktır.

  • Sizin eklemek istedikleriniz var mı?

Çalışma ortamlarının birer hastalık üretim merkezi olmasını istemiyorsak;
hastalıkların nedenini her Basamaktaki hekimin sağlık sunucusu sistemiyle kayıt ve bildirimi sağlayacak biçimde kurumsallaştırmak istiyorsak; pahalı ve kişiye zarar verici tanı yöntemleri yerine iş ve meslek öyküsü yoluyla maruziyetleri ortaya koyup erken tanı koymak istiyorsak; tedavi için tıbbın evrensel kuralı “primum non nocere!: önce zarar ver-me!” ilkesini yaşama geçirip hastalıkların hasar – maluliyet – ölüm yapıcı potansiyelini en aza indirmek istiyorsak mutlaka “meslek hastalıkları tıbbi tanı sistemi”ni kurmamız gerekiyor. Günümüzde bu mümkündür. Hemen her sağlık sunum basamağındaki otomasyon sistemlerinin altyapısı
buna uygundur. Hekim olarak ana görevimiz insanı korumak, hastalandığında zarar vermeden tanı koymak, en pratik yoldan eski sağlığına kavuşturmaktır. Çalışma ortamlarına bağlı etkilenme, hastalık ve bunlara bağlı kişilerde oluşan hasarları belgelemek;
sağlığı bozucu sosyal sürdürülebilirliğin koşullarının sağlanmasına yardımcı olmaktır.
28 Eylül 2015)

=======================================

Dostlar,

TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği) düzenli yayın organlarından olan TIP DÜNYASI’nda yer alan bir söyleşiyi bir – iki ay sonra da olsa paylaşmak istedik. Değerli meslektaşımız Sn. Prof. Dr. İbrahim Akkurt, Göğüs Hastalıkları Uzmanı olarak uzun yıllar Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesinde çalıştıktan sonra emekli olarak Ankara’da meslek yaşamını sürdürmektedir.
İş ve Meslek Hastalıkları yandal uzmanlığı da bulunmaktadır. Ankara Tabip Odası bünyesinde son birkaç yıldır, bizim de ara ara destek verdiğimiz Meslek Hastalıkları Konseyi çalışması başlatılmıştır. Bu çalışmanın bir kurumsallaşma çizgisi izlemesi sevindirici olacaktır.

İş ve Meslek Hastalıkları, bizim de meslek yaşamımızda en çok emek verdiğimiz alandır. 1977’de tıbbiyeden (İstanbul Tıp Fak.) mezun oluşumuzla birlikte bir yeraltı maden işletmesi hekimliğini de üstlenerek göreve başlamıştık. Ardından Çimento ve Kağıt sektöründe işyeri hekimliği yaptık. Üniversitede alanın her düzeyde (Tıbbiyede lisans, sonra lisans üstü, doktora) derslerini verdik. Tıpta Uzmanlık Tezleri yönettik…. TTB’de uzun yıllar İşyeri Hekimliği Kolu Akademik Kurul üyeliği yaptık ve 25 bine yakın meslektaşımızın İşyeri Hekimliği Sertifikası edindiği 100 dolayında kursta 10 yıl boyunca etkin görev üstlendik. Çalışma ve Sağlık Bakanlıkları ile sorunun çözümü için hep birlikte olduk.. Sevgili Prof. Akkurt’la da..

Ancak… meslek yaşammızın 39. yılına geldiğimiz halde Türkiye’de İşçi Sağlığı İş Güvenliği alanında ve onun bir uzantısı olarak Meslek Hastalıkları bağlamında anlamlı bir yol katettiğimizi söylemek güçtür.

Bu alan, “ekonomik – politik – hukuksal – tıbbi” olmak üzere 4 boyutlu uzay gibidir!

Kavramak, zihinde gerçek anlamda canlandırmak ve oldukça karmaşık etmenlerini tanımlayıp emekten – ulusal yarardan yana bir pusula koymak, sermayeyi bir uzlaşıya ikna etmek
son derece güçtür.

Türkiye bir “Meslek Hastalıkları Şeytan Üçgeni” içindedir..

Meslek_hastaliklari_seytan_ucgeni
Öyle ki; geçelim sermayeyi (işvereni) ve sonra Devleti, Emekçi (işçi,çalışan) da Meslek Hastalığı tanısı almak isteMEmektedir çünkü bu tanı genellikle işinden olmak demektir!
Sorun Küreseldir denebilir.. Tüm dünyada yıllık 1 milyon dolayında meslek hastalığı kayda girmektedir. Bunun yarısı Çin ve ABD’den bildirilenlerdir. Türkiye’ye, Dünya nüfusunun
% 1,1’i olmamız nedeniyle 11 bin / yıl gibi bir rakam düşebilirse de, biz 500’ü aşamıyoruz.

  • Temel engel, Küreselleşmiş vahşi kapitalizm ve mutlak bir sermaye vesayetidir..

    AÜTF’de (Ankara Üniv. Tıp Fakültesi) yıllardır Dönem V’te verdiğimiz
    Meslek Hastalıkları Derslerinin kapsamlı yansılarını izlemek yeterince fikir verebilir :

    http://ahmetsaltik.net/2015/11/11/meslek-hastaliklari-occupational-diseases/ 

    Sorunun çözümü salt tıbbi olarak olanaklı değildir..
    Emek güçlerinin direnişi küreselleştirecek ölçütte örgütlenmesinden geçmektedir.

    Sevgi ve saygı ile.
    30 Ocak 2016, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
    AÜTF Halk Sağlığı AbD
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com