Etiket arşivi: ulusal egemenlik bilincinden uzaklaştırıldığı

Ulusal Egemenlik Aydınlığı…

Av. Ertuğrul KAZANCI 
Eğitimci – Hukukçu
ADD Önceki Genel Başkanı

Ertugrul_Kazanci_portresi

Ulusal Egemenlik Aydınlığı…

*Cumhuriyet ve devrimin ‘kayıtsız-koşulsuz’ benimsediği duyarlılık, ulusal egemenlik erkine yönelik ilerici bir önemsemedir. Kişi, zümre veya hanedanlık yönetimleri; akıl, bilim ve çağcıllıktan yana ideallere set çekerlerken, bilinçli bir halk da elindeki egemenlik erkine ancak toplumcu ölçütlerle sahip çıkabilir.

Egemenlik, siyasal anlamda bir ülkenin yaşamsal bütünlüğü üzerine ilke, esas ve kurallar getirme erkidir.

Bu erk, kendi hukukunu da yaratır. Demokratik nitelikli etkin güç kaynağı, doğrudan doğruya halktır. Böyle bir kudret, yönetsel iradeyi oluşturarak, yasalarla şekillenen hukuksal düzenlemeyi de temsil eder.

Öyleyse ulusal egemenlik erki, halk adına devletteki varlığını;
yasama, yürütme ve yargı yoluyla kamusal alanlarda gösterir.

Egemenlik hukukuna, baskı ve şiddet yoluyla el atanlar; monarşilerden tutunuz da
dikta rejimlerine doğru tarihsel sahneden hiç eksilmezler. Aidiyeti halk olan egemenlik iradesi adına tekeller bile kurmaya kalkışırlar. Ama Atatürk’ün deyişiyle:

  • “Ulusal egemenlik öyle bir aydınlıktır ki; karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yıkılır. Tutsaklıklar üzerine kurulmuş kurumlar da yıkılmaya mahkûmdurlar.”
Anadolu ihtilali

Saldırganlık hedefi olan bir halk, “tam bağımsızlık” ilkesinde yükselen görkemli kalkışmayla Cumhuriyeti, kan ve ateş pahasına kurmuştur. İç ve dış siyasetini
ulusal egemenlik üzerinde yoğunlaştıran bir kuvvet, “antiemperyalist” direncin de öncüsü olmuştur.

Tarih, Anadolu ihtilali çapında; devrimci nitelikli ve insanlık hukukuna saygın mücadeleleri bulmakta zorlanır. Çünkü mücadele; sömürgecilere karşı olduğu kadar “saltanat-hilafet” yöntemiyle ulusal egemenlik erkine el koyanlara karşı da yapılmıştır. Emperyalizmi ters yüz ettikten sonra, hanedanlık eksenli “biat” rejimini söndürerek bir de “meşruiyetçi” yola gitmek ayrıcalıklı başarıdır.

Kurtuluş Savaşı’nın, içinden kimi kez yaman muhalefetlerin de belirdiği ama her şeye karşın halk iradesinin yansıdığı “Meclis” kurumuyla gerçekleştirilmesi dikkat çekicidir. Ulusun var oluşunu saptayacak anlarda; siyasal karşıtlık ve engellemeler üretenlere bile dayanılmışsa, demokrasiye saygı işte orada kanıtlanmıştır.

Demokratik işleyişin çatılarını çatmak ve gözetmek, kapsamlı bir beceri olarak “Kemalist” aydınlanma sürecinin onurudur. Halk yönetimini kuran anlayış, ağırlıklı “nirengi” olan ulusal egemenlik felsefesinden esinlenmiştir. Devletin kamu yararına
işlev taşımasını öngörerek devrimciliğin, kitlesel ivmenin enerjisi olduğunu da sergilemiştir. “Halkçı-devletçi” bakışın önderliğinde ulaşılan bu amaçlar, toplumsal çabanın kendisine özgü cevheridir.

1925, 1930 ve 1945’li yılların çok partili tablosuna yol açan çaba, Cumhuriyetin kurucu iradesinde saklı değil midir? Ama feodalite ve emperyalizmin içli-dışlı işlerine bulaşanlar, demokratik gelişmeyi yozlaştırarak, devrime karşı saf tutmuşlardır.
1950’ler sonrasının çoğunluk “sultaları” eliyle de hak ve hukuku kıyasıya zedelemişlerdir.

Anayasal süreç

  • 1921 Anayasası, ulusal egemenlik düşüncesini;
    yüzyılların zincirlerinden çekip çıkaran devrimci bir hukuk portresidir.
1924 yılı anayasası, Cumhuriyetin başlangıç döneminin ürünüdür. Temel hak ve özgürlüklerden tutunuz da yargı bağımsızlığına dek geliştirilmiş aşamalar taşır.

Ayrıca 1937 tarihli değişiklik;
egemenliğin anayasal ilkelerini;

“Cumhuriyetçi,
Halkçı,
Ulusalcı,
Laik,
Devletçi ve
Devrimci” nitelikli “Altı ok” demetiyle olgunluğa erdirir.

1961 yılı anayasası da; egemenlik erkinin “ulusa ait” olduğunu belirterek, halkın temel hak ve özgürlüklerini, “sosyal devlet” kavramıyla birlikte pekiştirerek öne çıkarır. Anayasanın 1982 tarihlisi; “yarı başkanlık” sistemine özenen ve ulusal egemenliği, yürütme öğesi hesabına boyun eğdirmeye çalışan çabayı içerir.

Günümüzde kimi çevrelerce estirilen devrim karşıtı rüzgâr; kurtuluş ve kuruluş yıllarının ulusal egemenlik bilincinden uzaklaştırıldığı sanılan toplumu biçimlendirmek içindir.

Kimliksiz, duyarsız ve coşkusuz bırakılmış insan yığınlarının yaratılmasıyla,
her sunulanın kabul edileceği tasarlanmaktadır. Anayasal değişikliklerle de Cumhuriyet kazanımlarının ortada bırakılacağı hayal edilmektedir.

Sonuç                           :

Emperyalist tahakkümün yanı sıra monarşinin yüzyıllarca sürdürdüğü yetkisel “gasp” da savrularak atılmıştır. Cumhuriyet değerlerini özümseyen bir halkın, demokratik devrimci dayanak olan egemenlik erkini, “ulusal namus” emaneti olarak; içte ve dışta koruyacağı kuşkusuzdur.