Etiket arşivi: “Türkiye’de Çok Partili Hayat”

Zeki Sarıhan : ALPASLAN IŞIKLI İÇİN

 

ALPASLAN IŞIKLI İÇİN

Zeki Sarıhan

Zeki_Sarihan_portresi

Profesör Doktor Alpaslan Işıklı’nın 13 Temmuz günü beklenmeyen ölüm haberi,
14 Temmuz tarihli gazetelerin yalnız ikisinde birinci sayfa haberi olabildi.
Bizim çevremizin ise o gün zihinlerini işgal eden en önemli olayı herhalde bu oldu.
İlerici Sendikacılar, aydın öğretmen çevreleri, ADD üyeleri içinde onun herhangi bir konferansında dinlememiş olan zor bulunur. Çünkü Alpaslan Işıklı, son 25-30 yılın
en önem verilen, konferans için ilk akla gelen isimlerindendi.
Sendikacılık, iş ilişkileri başta olmak üzere birçok kitaba da imza attı. 

 Yaklaşık kırk yıldır onu toplantılarda pek çok kez dinlemiş, on kez onunla aynı kürsülerde topluluklara hitap etmiş, aynı dernekte bulunmuş,
bir kitabın kapağında birlikte adımızın bulunduğu biri olarak,
hakkında bu yazıyı yazma görevini hissediyorum.

Mücadele arkadaşlığımız   :

13 Mayıs 1986’da, Harp-İş Sendikası’nın Ankara Şubesi Konferans salonunda Öğretmen Dünyası’nın düzenlediği “Öğretmen Sorunları” panelinde birlikteydik.
Milli Eğitim Bakanlığı 15. Millî Eğitim Şûrası’nın ön raporlarında eğitimi özelleştireceğini ve paralı eğitime geçeceğini ilan edince eğitim örgütleri 15. Millî Eğitim Şûrası’nı İzleme Komitesini kurduk ve 11 Mart 1996’da mücadele bildirimizi 22 kitle örgütü adına Mülkiyeliler Birliği’nde bir basın toplantısıyla O’na yaptırdık. Mozaik Radyo’da ikimiz bakanlığın planlarına karşı konuştuk. 30 Ekim 1997’de Vakıfbank’ta Düzenlenen eğitimle ilgili bir panelde gene birlikteydik. Aynı yılın 10 Kasımında Kanal-E’de
Nahit Duru’nun programında Atatürk’le ilgili bir programdaydık. 7 Aralık 1997’de
İşçi Partisi’nin örgütlediği Devrimci Cumhuriyet’in Eğitim Programları kurultayında konuşmacılar arasındaydık. O, Oktay Sinanoğlu ve ben sonuç bildirgesini hazırlarken ben Kürtlerin anadilinde eğitim yapabilmesini savundum. Işıklı ise tartışmalarımız sırasında dikkat çeken bir formül önerdi:

Türkçe ve Kürtçe’nin İngilizce’nin egemenliğine karşı birlikte mücadele etmesi.
Bunu kabul ettik. 18 Kasım 1998’de Haymana Cezaevi’nde yatan Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’ü ziyaret eden aydınlar kurulu arasındaydık. 29 Eylül 2002’de Eğit-Der’in kongresinde derneğin eski başkanlarından biri hararetle küreselleşmeyi savununca buna bir yanıt vermesini kendisinden rica ettim. İkimiz de kürsüden küreselleşmenin emperyalizmin bir görüşü olduğun anlattık. 20 Nisan 2003’te Bilim ve Ütopya’nın Yıldız Teknik’te düzenlediği bir sempozyumda birlikteydik. 17 Mart 2005’te İstanbul Eğitimcimler Derneği’nin Beşiktaş Afife Jale Salonunda düzenlediği Köy Enstitüleri ve Küreselleşmenin Eğitime Yansımaları konusundaki panelde de birlikteydik.
Hoca o zaman bana dedi ki: “Koskoca İstanbul’da bu konuda konuşacak konuşmacı
yok mu ki, taa Ankara’dan bizi çağırıyorlar?” Böylece Ankara’nın antiemperyalist damarına vurgu yapıyordu. Onun Ahmet Necdet Sezer tarafından YÖK üyeliğine atandığında Öğretmen Dünyası’nın başyazısı “Işıklı Üniversite” başlığını taşıyordu. 

Yerini zor beğenen bir aydındı:

Onu Öğretmen Dünyası’nın Danışma Kurulu üyeliğine davet ettik ve
bu davetimizi 1991’in Ocak ayında kabul etti. 2003’te Ulusal eğitim Derneği’ni kurduğumuzda kurucular kurulunda yer almasını önerdim. Kabul etti, ancak herhalde iş yoğunluğundan ötürü belgelerini getirmekte geciktiği için kuruluştan sonra üye olarak derneğe katıldı. 

Işıklı’nın Öğretmen Dünyası Danışma Kurulu üyeliği 2005’te kendi isteğiyle sona erdi. Denizli’den yayımlanmak üzere dergiye yazılar gönderen bir öğretmenin yazısında pek çok yazım hatası vardı.
Bunu kendisine hatırlattığımızda bize fena halde sinirlendi ve bütün Danışma Kurulu üyelerini tek tek arayarak bizim Fetullahçı olduğumuzu ileri sürdü. Bu iddiaya kimse inanmış olamazdı. Işıklı telefonla bana bu şikâyeti aktardığında O’na durumu açıkladım. Bununla birlikte “Benim adımı silin” dedi. Sildik! Danışma Kurulu’ndan ayrılışında herhalde başka bir neden olmalıydı.  21 Nisan 2008’de de Ulusal Eğitim Derneği’nden
istifa ettiğini bildirdi. Bunun nedeni de dernek kurucularımızdan olan bir profesöre YÖK konusunda konferans verdirmemizdi.  Işıklı, bu profesörle anlaşamıyordu, hatta mahkemelik bile olmuşlar. Bu istifayı üzülerek
kabul ettik. 8 ay sonra SSK İşhanı’ndaki nüfus müdürlüğüne uğraması gerekince üç kat yukarıda bulunan büromuza uğradı ve dernekten istifası nedenlerini genişçe açıkladı. Geçmişteki Eğitim Hakkını Savunma Komitesi’nin dağılmasından doğan boşluğu doldurmak üzere 2005’te Ulusal Eğitim Platformu’nu kurmaya karar verdiğimizde kendisinden bunun başına geçmesini rica ettik. Önce kabul etti fakat ertesi gün bundan vazgeçerek yerine başka birini önerdi.
 

Işıklı için yerini zor beğenen bir aydın demiştim. Bunun örnekleri hayat hikâyesini anlattığı ve 2003’te yayımlanan Gün Doğmadan adlı kitabında vardır. Anlattığına göre Geçmişte, TİP, SHP-CHP ve DSP üyesi olmuş, hiçbirinde rahat edememiş veya O’na rahat vermemişlerdi. Kurulması için onca emek verdiği öğretmen sendikası ile de arası açıktı. Bir ara Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Yönetim Kurulu üyesi olmuşsa da daha sonra dernekte girdiği seçimleri ekip olarak yitirmişlerdi. ADD’lilerin bir bölümü O’nu ve ekibini “İşçi Partili” diye suçluyorlardı. Doğrusu İşçi Partisi Işıklı’ya her zaman önem vermiştir. Hatta O’nu parti üyesi yapmak için az ısrar edilmemiştir. Işıklı partinin birçok programına katıldığı halde üye olmayı nedense kabul etmedi. 13 Haziran 2010 günü ADD kongresinde gene İP’li diye suçlanınca kendisinin CHP’li olduğunu söylemek zorunda kaldı. Bir dernek kongresinde programa göre değil, partilere göre gruplaşmanın acı sonucunu Işıklı adı üzerinden duyarak üzülmüştüm. 

Işıklı iddia sahibi ve bunda ısrar eden bir aydındı. Etkili bir konuşmacıydı. Kendini dinletmeyi bilirdi. Son 25-30 yılın Kemalist-Devrimcileri tarafından en çok tercih edilen konuşmacısıydı. Kemalist olmasının kökeninde muhtemelen babasının bir subay olması vardır. TİP’li olması ise 1960’dan sonra yükselen sosyalist harekettir. Ancak O, kendini her ikisine de mensup sayıyordu. Hatta 1998’de yayımlanan Kemalizm, Sosyalizm ve Din adlı kitabında bu üç akımı kolayca bağdaştırmıştı. 

Üç farklı görüş          : 

Ulusal Eğitim Derneği’nin Cumartesi konferanslarından birini Sina Akşin’e ayırmıştık. O da bunun “Türkiye’de Çok Partili Hayat” olmasını ve konuyu Alpaslan Işıklı ile tartışmak istediğini söyledi. Ben bu tartışmayı yönetecektim. Her üçümüzün de Türkiye’de çok partili hayat ve liberalizm konusunda yayımlanmış yazılarımız vardı. Konu ilk kez kitle önünde tartışılacaktı. 8 Ocak 2005 günü Petrol İş Ankara Şubesi’nin konferans salonunda 80 kişi önünde yapılan tartışmada Sina Akşin, Türkiye’nin çok partili yaşama erken geçtiğini, İnönü’nün bu konuda hata ettiğini söyledi. Çok partili sistem hep gericiliğe hizmet etmişti ve Atatürkçüler bu seçimlerden hiç başarıyla çıkamamışlardı. Alpaslan Işıklı ise demokrasiyi Atatürk’ün kurduğunu ve bunun sınırlarını genişletmeye uğraştığını, yakınlarının bunu engellediğini, Atatürk rejiminin 1938’de kesintiye uğradığını, çok partili hayatı dejenere edenin emperyalizm olduğunu söyledi. Ben bu tartışmayı yönetmekle birlikte, tartışma metnini 2006’da dernek yayınlarından kitap haline getirirken, O’na benim 2000’de Kuvayı Milliye dergisinde yayımlanmış tam da bu konuyla ilgili olan “Demokrasi Âşığı Türkiye” makalemi de ekledik. Bu yazıda emperyalizmin ülkeye siyasi liberalizm yoluyla girdiği, Türkiye’nin kendi siyasi sistemini yaratması, bunun devrimci ve halkçı cumhuriyet olması gerektiği savunuluyordu. Tek parti yönetimleri de gerici ve faşist de olabilirdi. Yazıda Akşin ve Işıklı’dan farklı olarak Cumhuriyet yönetiminin 1930’larda yozlaştığı, kendi solundaki partilere yaşama hakkı vermediği ve giderek emperyalizmle ittifak kurduğu savunuluyordu. 

Gözleri açık gitmemiştir    : 

Işıklı’nın 1402 sayılı yasa ile üniversiteden uzaklaştırılarak payını aldığı 1980 darbesinden sonra kitleler geri çekildi ve bu durum birçok aydında umutsuzluk yarattı. Sami Nabi Özerdim, “Benim artık yaşamamın bir anlamı yok” diyordu. Alpaslan Işıklı’da umutsuzluk haline 2001’de rastladım.
19 Şubat 2001 günü Bilim ve Ütopya’nın Ankara bürosunda bir konuşma yaptı. “Geleceği nasıl görüyorsunuz?” soruma Gelecekten umutlu değilim” yanıtını vermesi beni hayrete düşürdü. Bu yalnız o anki ruh hali olabilirdi. Çünkü inandığı dava için mücadele etmekten vazgeçmedi.
Son yönetici görevi, Öğretim Üyeleri Derneği Genel Başkanlığı (TÜMÖD) idi.
 

Haziran Direnişi’ni görmek kim bilir hepimiz gibi O’nu ne denli mutlu etmiştir. Sanırım gözleri açık gitmemiştir. (15.7.2003)