Etiket arşivi: Türk Tabipleri Birliği

“Tam Gün” Yasası İçin Ne Yapılmalı??


Dostlar
,

Meslektaşımız Dr. Aytun Çıray, AKP’nin doktorlara “Tam Gün” dayatması hakkında bir açıklama yaptı.

Bilindiği gibi AKP hükümetinin önceki sağlık bakanı Dr. Recep AKDAĞ, tarihe geçecek bir manevra ile (Hülle desek!?) aşağıdaki mevzuat ile Tam Gün’ü 2011’de dayatmıştı.

  • «Adalet Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun ile
    Bazı Kanun ve KHK’lerde Değişiklik Yapılması Hakkında KHK»

    (650 sayılı YGK; RG no : 28037, 26 Ağustos 2011)

Bu düzenleme ile aşağıdaki yasada değişiklik yapılmaktaydı.

“5947 sayılı Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” (RG : 30.01.10 , sayı : 27478)

Tam Gün adı ile bilinen ve 21.1.2010’da kabul edilen 5947 sayılı yasa ile 1219 sayılı yasanın 12. maddesinde 650 sayılı YGK ile getirilen sınırlamalar Anayasa Mahkemesi’nce iptal edildi (E. 2010/29, K. 2010/90 sayılı kararı, AYM web sitesi, 18.7.11).

Bütün bu dolanmalar yetmemişti. Adalet Bakanlığı ile ilgili bir yasa gücünde kararname içine gizlenerek 2 madde de “Tam Gün” için konmuştu. 1 yıl önce yine kendilerince çıkarılan 5947 sayılı Tam Gün Yasası ile yetin(e)memişlerdi.

Hukuk sistematiği de ayaklar altındaydı. Bir mevzuat metninin adının, içeriğini yansıtacak netlikte olması gerekir. Bu evrensel bir gerekliliktir. Böylelikle, aranan mevzuat metnine erişim kolaylığı sağlanır. Bu tür bir cinlikle, Adalet Bakanlığı ile ilgili
bir yasa gücünde kararname içine gizlenerek, eminiz pek çok AKP milletvekili de aldatılmıştır. Asıl murat ise, başta hekimler ve yasal örgütü Türk Tabipleri Birliğince, Anamuhaefet CHP tarafından değişikliğin farkedilmemesi ya da geç farkedilmesidir.

Bilindiği gibi Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu için, ilgili yasanın ve ….
Resmi Gazete’de yayımlanmasının üzerinden 60 günden çok zaman geçMEmelidir.

(Anayasa md. 151 : Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı, iptali istenen kanun, kanun hükmünde kararname veya içtüzüğün
Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altmış gün sonra düşer.)

Böylece, eski sağlık bakanı Recep Akdağ, kendisine böylesine ucuz bir şark kurnazlığını yakıştırmış, partisi AKP’yi ve TBMM’yi de alet emişti. Oyun tutmadı
ve siyasal faturasını ödemek zorunda kaldı, gitti.. Siyasal kariyeri de bitti.

Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçesi ise, bu düzenlemenin TBMM’ce hükümete verilen yetkinin kapsamı dışında kalması.. Bu da Dr. Akdağ ve AKPye başka bir tokat.

*****

Yapılacakları Türk Tabipleri Birliği (TTB) kezlerce yazdı, duyurdu, yetkililerle görüştü, Milletvekillerine mektuplar yazdı.. Dinleyen yok.. Sonunda geri adım attı Başbakan
R.T. Erdoğan. Ama bu da uygun çözüm değil. Dr. Çıray bu son düzenleme taslağını eleştiriyor basın açıklamasında.

Dr. Aytun Çıray, başarılı bir İç Hastalıkları Uzmanıdır. 13.07.1993 – 18.08.1997 arasında 4 yılı aşan bir süre Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı da yapmış,
sağlık bürokrasisini ve yönetimini bilen deneyimli bir meslektaşımızdır.
Kendisiyle son olarak Ulusal Kanal’da bir canlı yayına katılmış ve bu sorunları konuşmuştuk (DOSYA, Nurzen Amuran).

Hükümet, TTB (Türk Tabipleri Birliği) önerilerini dikkate alan yeni bir yasal düzenleme yapmalıdır. Ülkemiz gerçeklerine en uygun öneriler orada..
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Yazismalar/qtam-gya-dair-yasa-tasar-900.html)

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 4.4.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

Tam Gün’de ‘hoca payı’ soygunu..

CHP İzmir Milletvekili Uz. Dr. Aytun Çıray, Tam Gün Yasası’nda geri adım atan AKP’nin bu kez de hastalardan katılım payının yanı sıra ‘hoca payı’ isteyerek vatandaşı soyacağını söyledi

Dr. Çıray yaptığı basın açıklamasında, AKP’nin açıkladığı yeni Tam Gün Yasası değişikliğini eleştirdi. Yeni “Tam Gün”e göre, üniversite hocalarının, mesai saatleri dışında çalıştıkları hastanelerde özel hasta kabul edebileceklerine, ayrıca kurumlarının izniyle dışarıda da çalışabileceklerine dikkat çeken Çıray;

  • “Ancak, imzalanacak bu sözleşme uyarınca, hocanın dışarıdaki çalışmasından elde edeceği gelirden üniversite hastanesi de pay alacak. Bu durumda hastalar ceplerinden “Hoca farkı” ödeyecekler. Bu doçentler için 100, profesörler için 200 TL olarak düşünülüyor.” değerlendirmesini yaptı.

‘İptal etmişti’

CHP’nin başvurusu ile Anayasa Mahkemesi’nin, hekimlerin muayenehane açmasını yasaklayan 650 sayılı YGK’nin (Yasa Gücünde Kararname), devlet, üniversite hastaneleri, TSK sağlık kurumları (GATA ve öbür birimler) gibi değişik kurumlarda çalışan hekimlere çalışma yasakları getiren 38, 39, 40,41. maddelerini “Yetki Kanunu kapsamına girmediğinden” gerekçesiyle iptal ettiğini anımsatan Dr. Çıray,

“İptal edilen bu maddelere göre öğretim üyelerine yalnızca eğitim yetkisi veriliyor
ancak hasta muayene etme ve ameliyat etmeleri yasaklanıyordu.” dedi.

‘Ahlaka sığmaz’

Dr. Aytun Çıray açıklamasını şöyle sürdürüyor :

  • “Sayın Başbakan Tam Gün Yasası yüzünden istifa eden doktoru getirtip devletin hastanesinde ameliyatını yaptırarak yasayı çiğnemişti. Aynı biçimde eski Sağlık Bakanı DR. Recep Akdağ da Tam Gün Yasası’nı eşinin ameliyatı için çiğnemişti. Vatandaşın hekim seçme hakkını elinden alanların kendilerinin bu hakkı kullanması ne ahlâka ne vicdana sığar. Bunların
    sağlık politikaları mehter marşına döndü. Zorunlu Hizmet yasasında da böyle yapmışlardı. Önce tümden kaldırdılar, sonra davul zurna ile yeniden getirdiler.”

‘Milletimizi soymayın’

 AKP’nin getirdiği yeni sistemle bir süredir vatandaşın cebinden aldıkları katılım paylarına bir yenisini daha eklediğini belirten Dr. Çıray şöyle deavam etti :

  • “Böyle uyduruk çözümler bulup sistemi daha da yozlaştıracaklarına,
    doktorlarımıza mesleklerinin değerine uygun bir maaş versinler,
    onların hastanelerimizde tam zamanlı hizmet vermelerini sağlasınlar.
    Tüm doktorlarımız için emekliliklerinde insanca yaşamayı sürdürebilecekleri bir ücret politikası uygulasınlar. Böylece hastalarımızın insanca sağlık hizmeti almalarını sağlayabilirler.”

Dr. Çıray, açıklamasının sonunda AKP iktidarına “Katılım payı adı altında milletimizi soymaktan vazgeçin. Bu ayıptır! Devlet kendi hastasını soymaz.” çağrısında bulundu.

************

Sonuç olarak             :

  • “TAM GÜN” ilke olarak doğrudur.

Ecevit kabinesinde Sağlık Bakanı Dr. Mete Tan döneminde 1978’de ilk kez yasal olarak uygulanmış, hekimlerden yoğun destek almış ama 12 Eylül yönetimince kaldırılmıştı. (Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Yasa, 31.12.1980)

Hekimlere insanca geçinebilecekleri bir ücretin AYLIK MAAŞ olarak sağlanması
ve bu ödemenin emekliliğe de yansıtılması gereklidir.

Hükümetler, hekim emeğini ucuzlatma ve sermayeye peş keş çekerek sömürmekten ve sömürtmekten vazgeçmelidir.

  • Piyasacı bir sağlık sisteminde “tam gün” hekim emeğini köleleştirmekten başka sonuç vermez!

Yanı sıra :

– İş güvencesinin sağlanması,

– Performans sistemi ve sözde yoz rekabetten vazgeçilerek dayanışma ve paylaşımın sağlanması,

– Onurlu-saygın, kendini geliştirme olanakları sağlayan çalışma ortamları,

– Demokratik yönetim ve yönetime katılma..

Veee;

  • SAĞLIK HİZMETİNİ YURTTAŞA HAK (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi
    md. 25 vd.), KENDİNE GÖREV  OLARAK KABUL EDEN BİR
    KAMUSAL SAĞLIK SİSTEMİ..

– Yurttaşı sağlık hizmetlerinin müşterisi,

– Kendisini tüccar hatta,
sermayenin sopalı tahsildarı konumuna indirgeyen bir hükümetle

bırakalım sağlık hizmetleri gibi özellikle kamusal olan özellikli hizmetleri,
hemen hiçbir sorunu halk yararına (sermaye yararına değil!) çözme olanağı yoktur.

Hiç unutulmasın, sağlık sorunu Türkiye için salt teknik-ekonomik bir sorun değildir; sağlıklı bir toplum Cumhuriyetin güvencesidir aynı zamanda, ulusal davamızdır!

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK der ki :

  • “ Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde durulacak ulusal sorunumuzdur. Çünkü Cumhuriyet; düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımdan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.”

14 Mart’ta 14 Acil İstem

Dostlar,

14 Mart 1827, Türkiye’de modern anlamda tıp eğitiminin başladığı tarihtir
(2. Mahmut dönemi).

Aynı zamanda İngilizler başta olak üzere emperyalistlerin işgaline direnen,
baş kaldıran Tıbbiye’nin şanlı geçmişine denk düşmektedir.

Ne acıdır ki, AKP’nin iktidar olduğu 14 Kasım 2002‘den bu yana,
10.5 yıldır sağlık sektörü geçmişinde hiç bunalmadığı kadar tıkanıklık içinde.

Prof. Erinç Yeldan‘ın tanımıyla “Tarikatlar koalisyonu AKP”, yerli – yabancı bağlaşıklarına rant aktarmaya mahkum.. Bu ana eksende yürütüldü sağlık politikaları.
Bunun için iktidara getirildi.

Sağlık giderleri misyon gereği katlanarak büyüdü / büyütüldü..

Bütçe açığına karşın, SGK’nin devasa açıklarına karşın..
Ülkemiz  borçlandırılarak bu haramzade politikalar ülkeye dayatıldı.
DB – IMF ikilisi reçeteyi yazdı, AKP sadık bir bende edasıyla uyguladı.

Özel sektöre, yerli ve yabancı sermaye “yürü ya kulum..” dendi. Bu şirketlere
ortak olundu. SSK’nin hastanelerine el kondu ve “tek elden yönetim” gerekçesiyle
(Anayasa md.56) özelleştirme talanına hazırlandı. Bu kurumlar makyajlandı,
sağlık çalışanları büyük ölçüde güvencesiz taşeron işverenin kölelerine indirgendi.

2 Kasım 2012’de Kamu Hastane Birlikleri adıaltında kulağa hoş gelen bir tuzakla, İŞLETMELEŞTİRİLDİ.. Artık Devletin, Cumhuriyet’imizin ilk yıllarındaki “Memleket Hastaneleri” sonradan “Devlet Hastaneleri” yok.. “Sağlık işletmeleri” ve başlarında şirketlerin CEO’ları var. O CEO’lar ki, işletmeleri kâr etmediğinde görevleri bitiyor..

120 bin dolayında sağlık çalışanı (her 4 sağlık çalışanından 1’i!) taşeron elemanı yapıldı. İş güvencesi yok, düşük ücretle ağır çalışma koşullarında sömürüye mahkum.

Artan sağlık giderleri karşılanamaz olunca da 9 kalemde ek ödemeler alınmaya başlandı yurttaştan. Sağlıkçılar “performans” denen ucube ile kıskaca alındı.
Halk dalkavukluğu yapılarak halk şımartıldı ve kaçınılmaz sorunların sorumlusu gösterilen hekimlere saldırtıldı, hekim cinayetleri birbirini izledi.

Hedef, kamusal sağlık sektörünü tasfiye ederek yerli-yabancı sermayeye
peş keş çekmektir. Bu süreçte yandaşlar da elbet nemalanacaktır.

Günümüzde, 1. derecenin 4. kademesinden emekli, en az 30 yıl kamuya hizmet vermiş bir uzman hekimin emekli aylığı 1000 $ dolayındadır. Yılda 12 bin $ eder.
Oysa geçtiğimiz hafta, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, kişi başına 13 bin dolar eşiğini aşarak “Zenginler Kulübü” ne girmek üzere olduğumuzu müjdeledi. Demek ki, emekli hekim olmak yoksulluğa düşmek oluyor.. Peki kimler “yoksul” değil??

Türk Tabipleri Birliği, tüm bu sorunları vurgulamak üzere aşağıdaki metni hazırladı.

Paylaşalım ve sağlığımıza sahip çıkalım..
AKP popülzmine kanmayalım.
Oportünist olmayalım.
Dayanışalım..

14_Mart_2013'te_14_ivedi_istem

Sevgi ve saygı ile.
11.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

AİHM : Ağır hastalığı olan tutukluların tahliye edilmemesi ayrımcılıktır


Dostlar
,

Türk Tabipleri Birliği, web sitesinde aşağıdaki değerlendirmeye yer verdi.

Bir kez daha;

Cezaevlerinde tutuklu – hükümlü ama sağlık durumu cezaevinde kalmaya uygun olmayan tüm hastaların en temel insalık hakkı olan YAŞAM HAKKINA saygı gösterilerek;

Hükümlü ise cezasının infazının iyileşene dek ertelenmesini,

Tutuklu ise salıverilerek tutuksuz yargılanmasının sağlanmasını 

Başta TBMM olmak üzere ilgili makamlardan ivedilikle bekliyoruz.
Kaldı ki, Ceza Muhakemeleri Yasası’nın 16/2 ve 16/3 maddeleri çok açıktır.
Bu sitede kezlerce yazdık.. Bu maddelere bir kez daha yer verelim..

  • Yetkililer artık suç işlemeyi durdurmalılar..
    Göz göre göre kimi tutuklu ve hükümlülerin ölüme terkedilmesi
    tasarlayarak (taammüden) cinayetle eşdeğerdir, insanlık suçudur.

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:

  • “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa,
    cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”
    (E. Org. Ergin Saygun bu bağlamda tahliye edildi; Şubat 2013. Kaçtı mı,
    hangi kanıtları karartacak durumda? Tüm kanıtlar yıllardır hala toplanmadı mı?)
  • Madde 16/3, “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen ‘geri bırakma’ kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir.”(Prof. Fatih Hilmioğlu hk. Adli Tıp Kurumu’nun raporu 2 yıl boyunca güncellenmedi. Sağlığı kritik derecede bozuldu.. Şubat 2013’te ÖY Mahkeme yeniden Adli Tıp’a yolladı..Fakat Fatih hoca hala tutuklu..?!)

Bu arada; ADLİ TIP KURUMU MUTLAKA ÖZERK OLMALIDIR…
Ancak böylelikle tam nesnel ve bilimsel çalılması, rapor üretmesi sağlanabilir.

Unutulmasın ki, tutuklu ve hükümlüler Devletin tutsağı değilerdir.

Devlete emanettirler.

Can güvenliklerinin – yaşam haklarının korunması ise Devletin asli ve 1. görevidir.

Yeterli “denetimli serbestlik” önlemleri yasal olarak da teknik olarak da olanaklıdır ve uygulanabilir..

Yeni acılar yaşamayalım, yeni davalar açılmasın AİHM’de ve Türkiye’miz
mahçup olmasın davaları yitirip mahkum olarak ve girerim (tazminat) ödeyerek.

Sevgi ve saygı ile.
13.3.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================

AİHM : Ağır hastalığı olan tutukluların tahliye edilmemesi ayrımcılıktır

alt

Avrupa İnsan hakları Mahkemesi (AİHM) tutukluyken yakalandığı kanser hastalığından 2011 yılında yaşamını yitiren Gülay Çetin’in hastalığına karşın
tahliye edilmemesini AİHS’nin çiğnemi (ihlali) olarak değerlendirdi.
Hasta olan hükümlülerin tahliye edilmesine ve affedilmesine olanak veren
yasal düzenlemelere dikkat çeken ve tutuklular aleyhindeki bir ayrımcılık bulunduğunu belirten AİHM, Çetin’in yakınlarına 20 bin Euro tutarında manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

AİHM, cezaevinde tedavisi uygun olmayan hükümlülerin salıverilmesinde olduğu gibi;  tutukluların sağlık durumlarına uygun tüm insani önlemlerin alınmasını, cezaevinde tedavisi tıbben uygun olmayan tutukluların ilgili yargıçlar ve Yargıtay tarafından salıverilmesini sağlayıcı açık ve belirli yasal düzenlemelerin Ceza Muhakemesi Yasası‘nda  yapılması gerektiğine işaret etmiştir.

Türk Tabipleri Birliği tarafından bir süre önce tutuklu hastaların sağlık sorunlarının çözümü için Yasa Teklifi Taslağı hazırlanmış, TBMM’de grubu bulunan tüm siyasal partilere iletilmiştir. Taslakta, hükümlülerin sahip olduğu haklardan tutukluların da yararlandırılması gerektiği, mevcut uygulamanın ayrımcılık olduğu vurgulanmıştır.

Sağlık herkesin hakkıdır” başlığıyla kamuoyuna duyurulan görüşe destek verilmesi için TTB heyeti TBMM’de görüşmeler yapmıştır
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/saglik-3541.html ).
Bu ziyaretlerde cezaevi koşullarında ağır hastalığı bulunan kişilerin yaşadıkları zorluklara ve tedavi koşullarına ilişkin bilgi vermişlerdir.

AİHM kararı ile de dikkat çekilen bu insanlık sorunun ivedi bir biçimde yapılacak
yasal düzenlemelerle çözülmesi için TBMM’ni bir kez daha göreve davet ediyoruz.

Saygılarımızla.
11 Mart 2013
TTB Merkez Konseyi

Türk Tabipleri Birliği’nden Milletvekillerine Açık Mektup..

TTB_logosu

Değerli Meslektaşımız,

Sağlık hizmetinin tanımını, sağlık çalışanlarının haklarını, vatandaşlara sunulacak hizmetin adını ve niteliğini, yani sağlığı bir bütün olarak değiştirecek ve özelleştirmenin önünü tümüyle açacak Kamu Özel Ortaklığı yasa tasarısı bu hafta içinde
TBMM gündemine getirilecek.

Türk Tabipleri Birliği tüm milletvekillerine bir mektup hazırladı, çünkü görünen o ki görüşmeleri ancak onların vicdan muhasebeleri ve bizlerin birlikte, güçlü ve örgütlü tavrı etkileyebilir.

Türk Tabipleri Birliği tarafından hazırlanan ve milletvekilleri ile paylaşılan mektubu aşağıda bilginize sunuyoruz.

Saygılarımızla,

Ankara Tabip Odası
Yönetim Kurulu

==================================

Sayın Milletvekili,

Biz vatandaşlar olarak,

Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine alınan Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı’nı görüşürken aşağıdakileri bilmenizi istiyoruz;

Bu tasarıdaki yöntem 2005 yılında Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na bir madde olarak eklendi. Sonra Sağlık Bakanlığı ihaleler yaptı. Sonra yargı ihaleleri durdurdu.
Bunun üzerine önünüze gelen Tasarı hazırlandı.

Biz bu yöntemin Türkiye’ye özgü olmadığını, dünyada da kimi ülkelerde uygulanan
bir yöntem olduğunu biliyoruz. O ülkelerdeki sonuçlarını araştırdık.
GÖRDÜK Kİ, ÖZELLİKLE SAĞLIK ALANINDA, FELAKETLERE YOL AÇMIŞ.

UYGULANAN ÜLKELERDEKİ SONUÇLARINDAN YOLA ÇIKARAK; YÜREĞİ VE VİCDANI İNSANDAN, TOPLUMDAN YANA OLAN HERKES DEMEKTEDİR Kİ;
KAMU ÖZEL ORTAKLIĞI SAĞLIĞA ZARARLIDIR.
SAĞLIK ÇALIŞANINA DA, SAĞLIK HİZMETİ ALACAK OLANA DA ZARARLIDIR.

Peki yararı kime? 2020 yılında dünyada bu yöntemden 7.5 trilyon $
gelir elde etmeyi hedefleyenlere!

Biz yıkımı yaşayanlardan öğrendik ve sesimizi sizin de duymanızı istiyoruz.
Sizlere bu yöntemin “modern hastaneler yapmak için”, “millete daha iyi ve kaliteli hizmet için”, “bütçe kısıntıları nedeniyle bir an evvel hastaneleri tamamlamak için” en iyi yöntem olduğunu söyleyecekler. Biz bu yalanlara karşı aşağıdaki gerçekleri bilmenizi istedik.

Sayın Milletvekili,

Türkiye’de halihazırda kullanımda 122.399 hasta yatağı olduğunu, ulaşılmak istenen yatak sayısının 147 bin olduğunu ve şu anda yapımı süren hastanelerin 27 binden çok yatağa sahip olduğunu biliyor musunuz? Yani, Türkiye’nin uzun erimde ihtiyaç duyduğu hasta yatağı eksiği yok

Kalkınma Bakanlığı, klasik yöntemle hasta yatağı maliyetini 1.200-1.300 TL/M2,
kamu özel ortaklığıyla 1.600 TL/M2 dolayında olduğunu hesap ediyor. Oysa
Sağlık Bakanı bu yöntemle toplam 37 proje için 43.193 hasta yatağı yapılmasının planlandığını ve 18 Milyar 250 Milyon TL fizibilite yapıldığını açıkladı. Bu hesaba göre, her bir hasta yatağı 422.522 TL’ye mal olacak. Bakanlıkların hesaplamalarının bile birbirini tutmadığını biliyor musunuz?

Bugüne dek yapılan 14 ihalede, öğrenilebilen, yalnıca bina kullanım bedeli karşılığı ödenecek kiraların yılda 2.180.085.347 TL -ki bu rakam Sağlık Bakanlığı merkez örgütü bütçesi kadardır- 25 yıllık toplamının da 54.502.133.675 -ki bu rakamın da 27 binden çok hasta yatağı yatırımı için gereken 5.1 Milyar TL’nin 10 katından çok- olduğunu biliyor musunuz?

Kamu-Özel Ortaklığı yöntemiyle, yalnızca yenileme yapıldığını, yeni yatırım yapılmadığını, Yüksek Planlama Kurulu‘nun eldeki hastanelerin kapatılması kaydıyla ihalelere onay verdiğini biliyor musunuz?

Tasarıdaki hükümle tüm tıbbi hizmetlerin de şirketlere devredilmesinin
önünün açıldığını biliyor musunuz?

İhaleyi alan şirketlerin hastaneleri yöneteceğini, hatta ihaleyi alan şirketlere
kredi verecek çok uluslu finans kuruluşlarının, uygun görmeleri durumunda
hastanelere el koyup yöneteceklerini biliyor musunuz?

Kent hastanesi ihalelerini alan şirketlere, sanki otoyol işleteceklermiş gibi toplumu
hasta etmek üzerinden % 70 doluluk oranı vaat edildiğini biliyor musunuz?

Bu yöntemle yapılan hastanelerde çalışan sağlık çalışanlarına “ne kadar çok hasta,
o kadar çok para” denildiğini biliyor musunuz?

Bu hastanelere başvuranlara, “uzun kalmayacaksan buyur” denildiğini; hastaneler kamu sağlık hizmeti vermek yerine “işletilmeye” başlanınca, adı hastane bile olsa hastalıkları “gelir getiriyorsa” ve maliyeti ucuzsa tedavi etmeye başlayacağını biliyor musunuz?

Kira artışları yapılırken şirketlerin yabancı para biriminden borçlanmaları durumunda döviz kuru farkından kaynaklanacak olası zararlarının kiraya yansıtılacağını
biliyor musunuz?

Tasarı hazırlanırken Sağlık Bakanlığı kaldırılırsa belirsizlik olmasın diye hükümler konulduğunu; bu kiraların ödeneceği döner sermaye havuzundan personele dağıtılacak ödemelerin azaltıldığını biliyor musunuz?

Hastanelerimize el koyacak şirketlerin gelirleri daha da artsın, kira ödemeleri güvence altına alınsın diye çalışanların ücretlerinin giderek azaltılacağını, buradan
hizmet alacakların giderek daha çok katkı katılım payı vereceğini biliyor musunuz?

Kamu özel ortaklığı ile yurtdışında yapılacak tesislere, hekimlerimizin zorunlu hizmet adı altında gönderileceklerini biliyor musunuz?

İhale alan şirketlerin, alacakları kredilere ve bunların her türlü ek giderine doğrudan Hazine güvcencesi verildiğini, her türlü Damga Vergisi ve Harçtan bağışık (vareste), KDV’den bağışık olduklarını biliyor musunuz?

Tasarı sayesinde taşeron sisteminin pervasızlaşarak, hastanelerin yenilenmesi için bile örneğin cerrahi hizmetlerin satın alınabileceğini biliyor musunuz?

Bu hastanelerde Sağlık Bakanlığı’nın kiracı olacağını, hatta Sağlık Bakanlığı’nın, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu‘nun, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu‘nun
kendi binalarında şirketlerin kiracısı olacaklarını biliyor musunuz?

BİZ BUNLARI İSTEMEDİĞİNİZİ BİLİYORUZ.
BU TASARININ NELER GETİRECEĞİNİ, NELERİ GÖTÜRECEĞİNİ BİLDİĞİNİZİ
VE BUNA EVET DEMEYECEĞİNİZİ BİLİYORUZ.

BİZ HAYIR DİYORUZ,

SİZİN DE HAYIR DEMENİZİ İSTİYORUZ.

SAYGILARIMIZLA,
20.2.13

PROF. DR. A. ÖZDEMİR AKTAN
TTB MERKEZ KONSEYİ BAŞKANI

Hedefte artık meslek örgütleri var!

Dostlar,

AKP iktidarı tüm toplumsal muhalefeti susturmak istiyor.
Toplumun aydın kesimlerinden istediği oyu alamıyor.
Ülkenin geri kalmış ve az eğitimli insanları AKP masallarına ne yazık ki kanıyor.

Ama Tayyip bey kadir-i mutlak bir “Başkan” olmak istiyor ve partisi de
örn. Mısır’da olduğu gibi % 80 (!?) oy alsın hayal ediyor.

Anayasa’nın 135. maddesi bağlamında düzenlenen “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları” nı tüm çabasına karşın fethedemedi.

Başta TMMOB olmak üzere, Barolar ve Türk Tabipleri Birliği üzerinde egemenlik kuramadı.

Dolayısyla kaleyi içten fethetmek için, AKP’nin “ileri demokrasisinde” (!?)
bu özerk olması tanımı ve demokrasi gereği, 1982 anayasası gereği zorunlu olan kurumların yasalarına müdahale ediyor. Anayasaya aykırı olurmuş,
Anayasa Mahkmesinden dönermiş.. gibi kaygıları -doğallıkla- yok!?

TBMM’deki Anayasa değişikliklerini bile beklemeden..
Gözü kara..

Bir kez daha uyaralım :

  • Türkiye kopkoyu bir islami faşizme sürükleniyor!

Direnişi, savaşımı (mücadeleyi) bu gerçek ışığında gözden geçirmeli..
Anamuhalefet CHP gece gündüz uyumadan stratejiler geliştirmeli..

Sevgi ve saygı ile.
6.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Hedefte artık meslek örgütleri var!

Ankara Tabip Odası HEKİM POSTASI, 15 Ocak 2013

Neoliberal bir politika olarak “reform” adı altında meslek örgütlerinin yeniden yapılandırılması projesi adım adım yürürlüğe konuyor. Bazı düşünce kuruluşlarının söylem ve kanaat oluşturma yoluyla zeminini hazırlamaya çalıştıkları düzenleme girişimlerini saldırıların hedefindeki TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası’ndan Nevzat Ersan değerlendirdi.

Kansu Yıldırım

Hedefte artık meslek örgütleri var!

(Ankara Tabip Odası HEKİM POSTASI, 15 Ocak 2013)

Neoliberal bir politika olarak “reform” adı altında meslek örgütlerinin yeniden yapılandırılması projesi adım adım yürürlüğe konuyor. Bazı düşünce kuruluşlarının söylem ve kanaat oluşturma yoluyla zeminini hazırlamaya çalıştıkları düzenleme girişimlerini saldırıların hedefindeki TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası’ndan Nevzat Ersan değerlendirdi.

Kansu Yıldırım

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) mevzuatını düzenlemeye yönelik adımlar, TMMOB Yasası üzerinde planlanan doğrudan bir değişikliğe dönüştü. Anayasa’nın 123, 124 ve özellikle 135. maddelerinden hareketle yayımlanan 6235 sayılı TMMOB Yasasının değiştirilmesi yoluyla Birliğin içine çekilmeye çalışıldığı süreci ve düzenlemenin ayrıntılarını TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Yönetim Kurulu Üyesi Nevzat Ersan ile konuştuk.

AKP Hükümetinin üzerinde çalıştığı, 6235 Sayılı TMMOB Kanunu’nun değiştirilmesine yönelik yasa taslağından ve neden olacağı değişikliklerden kısaca bahsedebilir misiniz?

TMMOB ve bağlı odalarına dair düzenlemeler Devlet Denetleme Kurulu raporuyla başlamış, KHK’larla çerçevelendirilmiş, yapı denetimi yasa tasarısıyla ayrıntılandırmıştır. DDK raporu meslek örgütlerinin yapısı, işleyişi ve görevleriyle ilgili olup Anayasa ve ilgili yasalarda değişiklik önermekteydi. KHK’lar, meslek odalarının mevzuatının düzenlenmesinden gelir getirici faaliyetlerinin bakanlık eliyle yürütülmesine kadar özerkliği, mali kaynakları ve idari yapıyı değiştiriyor. Yapı denetimi yasa tasarısı ise bir torba yasa ve TMMOB yasasında değişiklikler öngörüyor. Buna göre, TMMOB ve bağlı odaları, ayrı tüzel kişilikleri olan il odaları olarak düzenleniyor.

Odaların mesleki düzenleme yapmasına sınırlamalar getiriliyor, odalara iktisadi işletme kurma hakkı tanınarak üyelerine rakip olma durumu yaratılıyor, piyasadaki denetim ve gözetim yetkisi sadece bakanlık protokolüne bağlanıyor, seçimlere katılmak aidat ilişkisine indirgeniyor ve en vahimi, oda merkezlerinin yönetmelikleri ancak bakanlığın uygun görüşünü aldıktan sonra yürürlüğe girebiliyor. Bu durum yıllarca emek vererek kurduğumuz odalarımızın geleceği açısından son derece kritiktir.

TMMOB Yasasında amaçlanan değişikliği nasıl okumak gerekir? Hukuksal düzenlemenin ötesinde neleri içermektedir?

Bu değişiklikler siyasi iktidarın her türlü muhalefete olan tahammülsüzlüğü yanında neoliberal politikaları hayata geçirmede ayağına takılan taşları temizleme çabasıdır. Bu anlamda TMMOB’nin, mesleğin esaslarını gözetmesinin yanında toplumu esas alan duruşu rant projelerine engel olarak görülmektedir.

Söz konusu değişiklik hazırlığı, Liberal Düşünce Topluluğu tarafından geçen yıl hazırlanan, “Türkiye’de Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşlarının Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Reform Önerisi”
isimli çalışması ile benzerlikler taşıyor mu?

Türkiye’de “düşünce fabrikaları”, toplumsal değişimin yönünü belirlemek konusunda “belli bir grubun” fikirlerini ve ideolojilerini üreten kurumlar oluyorlar. Liberal Düşünce Topluluğu da bu anlamda AKP iktidarının düşünce fabrikası olma iddiası taşıyor.

LDT, rapor ve istatistiksel bilgiler ve tüm bunların sonucunda anayasa reformu önerisi olarak hazırladıkları metinlerle, meslek odalarına karşı yürütülen karalama kampanyalarının kanaat zeminlerini oluşturmaktadır. İstenen sonuçların önceden hazırlanmış olduğu ve kamuoyu araştırmasının hayal kırıklığı yarattığı açıktır. Çünkü istatistiksel veriler, ideolojik değerlendirmelerle istenen sonuçlara uydurulmaya çalışılmıştır. Meslek odalarını korporatist, hizmetin maliyetini yükselten, kendisini sivil toplum zanneden, tek yanlı politika güden, rekabeti engelleyen ticari yapılar olarak tanımlıyorlar. Ancak kendi yaptıkları çalışmaların sonuçları bile tersi bir duruma işaret ediyor. Örneklemin %75’i meslek odalarının sivil toplum kuruluşu, %70’i de demokratik kurumlar olduğunu belirtmiştir.

Bazı medya kuruluşlarının yapılan sözde akademik çalışmayı dayanak alarak haberler yapması, kumpası gözler önüne sermektedir.

“Yasal düzenlemelere ek olarak medya kuruluşları, sermayedarlar ve hükümet nezdinde asılsız söylemler üretilmekte, bununla birlikte Liberal Düşünce Topluluğu gibi kurumlar aracılığıyla da bu söylemlerin kanaat zeminleri oluşturulmaktadır.”

 

Sizin bu konu hakkında ne gibi çalışmalarınız oldu?

İmza kampanyamız devam ediyor, buna ek olarak ilerleyen günlerde takvimimiz ortaya çıkacak. Böylesi bir süreçte birlikteliklerin, dayanışmanın önemli olduğunu vurgulamak isterim. Bu doğrultuda da birlikteliklerin artırılması ve bu zor günleri hep birlikte atlatabilmemiz en büyük temennimizdir.

Son olarak bir projeksiyon ortaya koymaya çalışırsak, başka bir meslek örgütü olan Türk Tabipleri Birliği ve diğer meslek örgütleri için
neler söyleyebiliriz? 

Bu aslında tüm meslek örgütleri için belirlenmiş bir çerçeve. LDT’nin çalışmasında ele alınan örneklerden birisi de tabip odaları idi. LDT’nin yaptığı çalışmada, meslek örgütlerinin düzenleyici ve denetleyici rolleri yok sayılmakta, gittikçe güvencesiz ve korumasız hale getirilen “meslek piyasası”nda tüm kamusal nitelikleri yok edilerek özel rekabetçi kurumlar olarak yeniden dizayn edilmeleri önerilmektedir. Bu anlamda önerilen düzenlemeler kamu kurumu niteliğinde çalışan tüm meslek örgütlerine yöneliktir.

Kelepir doktor ihalesi…

Dostlar,
İşte emperyalizm budur; insanı emeği ve onuruyla ayaklarının altına alır, metalaştırır.
Ülkeyi son 10 yılda hızla bu batağa sürükleyen AKP iktidarları,
artık aynaya bakmalıdırlar.
Bizce, 10+ yıldır kesintisiz Sağlık Bakanı olan anlı şanlı
P r o f e s ö r   D o k t o r  Recep AKDAĞ hazretleri de,
“haşmetmaplarının” yüksek izinleriyle kına yakabilir dilediği yerine..
Yine naçiz kanımıza göre,
10+ yıldır kesintisiz Sağlık Bakanı olan anlı şanlı
P r o f e s ö r   D o k t o r  Recep AKDAĞ hazretleri
Türkiye’nin yaşam boyu “Sıhhiye Vekili” olarak nasbedilmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
22.1.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================
Kelepir doktor ihalesi

  • İhale usulü doktor alımı dönemi… 

Eskişehir merkezli TÜLOMSAŞ firması Türkiye’de bir ilke imza atarak,
doktor ihalesine çıktı… Sitesinde motor, pompa ve boya ilanlarının yanına
doktor ilanını da koyan şirket, ‘Kim en az maaşı isterse onunla çalışacak’


Eskişehir’de bulunan Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayi A.Ş. (TÜLOMSAŞ) ilginç bir ihale açtı.
  • Şirket, kurumda tam zamanlı çalışacak iki işyeri hekiminin alımı için
    ihale ilanı yayımladı.
Şirketin web sitesinde ‘yapılacak ihaleler’ başlığı altında rulman, lokomotif malzemesi, pompa, montaj işi, boya gibi ihale ilanlarının yanı sıra,

  • ‘İşyeri hekimliği’ ihalesi de yer aldı.

TÜLOMSAŞ, 1 Şubat’ta gerçekleşecek ihaleye ilişkin ilanı ve şartnameyi
9 Ocak tarihinde web sitesinde yayımladı.
Buna göre ihale yoluyla işe alınacak işyeri hekimleri tam zamanlı görev yapacak.
  • En uygun fiyatı öneren hekim işe alınacak.
Yabancı doktorlar ihaleye katılamayacak.
‘MODERN IRGAT PAZARI’

‘İHALE’ usulüyle doktor alımına Türk Tabipleri Birliği (TTB) tepki gösterdi.
TTB Genel Sekreteri Bayazıt İlhan, AKŞAM’a yaptığı değerlendirmede,

‘Sadece hekimler değil, hiçbir insan böyle bir yöntemle işe alınmamalı.
Pompa, motor ihalesiyle birlikte insan ihalesi yapılıyor. Böyle bir uygulama Türkiye’de ilk oluyor ancak bunun devamı gelecek. Çünkü Çalışma Bakanlığı’nın yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası buna imkan veriyor.

  • Hekimler artık taşeron şirketler aracılığıyla ihale yöntemiyle
    işe alınacak
    .
Ancak bu şartlarda çalıştıran bir işyeri hekimi, işyerinde işçi sağlığını
nasıl koruyabilir? İşyeri Hekimleri maaşlı çalışan reçete memuruna dönüşmüştür. İş ve İş sağlığı bu haliyle mümkün değildir’ dedi.

Sınavı geçmek şart

YENİ yasayla iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu olan işletme sayısı 1.2 milyona çıktı. Mühendislik, mimarlık, iş güvenliği meslek yüksek okulu gibi okullardan mezun olanlar eğitim alarak ve sınava girerek iş güvenliği uzmanı olabiliyor.

Yerli otomobilde ‘Devrim’ yaratmıştı
TARİHİ Osmanlı’ya dayanan TÜLOMSAŞ’ın kuruluşu, Haydarpaşa’yı Bağdat’a bağlayan demiryolunun inşasıyla başlıyor. TÜLOMSAŞ’ın temeli, 1894’te Almanlar tarafından kurulan ve Anadolu-Bağdat demiryolunun buharlı lokomotif ve vagon tamiri ihtiyacını karşılamayı amaçlayan ‘Anadolu-Osmanlı Kumpanyası’ ile atılıyor. TÜLOMSAŞ  Türkiye’nin ilk yerli otomobili olan Devrim arabalarının da üreticisi.

120 bin uzmana ihtiyaç var
TÜRKİYE İş Güvenliği Uzmanları ve İşyeri Hekimleri Topluluğu (TÜİSAG) Başkanı Levent Kavlak, 1 Ocak 2013’te yürürlüğe giren yeni çalışma kanunu ile birlikte 50 işçinin altındaki işyerlerinin de iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu geldiğini ve bu nedenle yaklaşık 120,000 uzmana gerek olacağını söyledi. Kavlak, iş kazalarının % 98’inin de 10 – 50 kişi arasında çalışan bulunduran işletmelerde yaşandığını ifade etti.

Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu için Cumhurbaşkanı’na ivedi çağrı

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu hoca yakın dostumuzdur.
Dava arkadaşımızdır.

Bir onur anıtı gibi dimdik Silvri zulümhanesinde 4. yılı doldurmak üzeredir.

Yıllardan beri süregelen ve Silvri zulümhanesinin koşullarıyla hızla ilerleyen,
gerekli biçimde sağaltımı-izlemi-beslenmesi-dinlenmesi.. asla yapılamayan
Hepatit C enfeksiyonu ile başbaşadır.

Bu hastalık karaciğer kanserinde dönüşebildiği gibi,
ilerleyici sirozla karaciğer yetmezliğine de neden olabilmektedir.

Verilere göre Fatih hocanın durumu çok ama çok ciddidir.

Portresi_sizin_Allahiniz_yok_mu

Geçtiğimiz aylarda 21-22 yaşındaki evladını da yitirmenin kahredici acısı içindedir.
Fatih hoca, babasını da geçmişte acılı biçimde yitirmişti..

Bu insanın ne kanıtları değiştrecek – bozacak gücü ne de olanağı var..
Ne de bunlara tenezzil edecek kişiliği.. Kaçmak mı? Fatih hocayı öldürseniz bile böyle birşeyi yaptıramazsınız..

DENETİMLİ SERBESTLİK çok etkili yöntemler içermektedir.
Neden bu yola başvurulmaz?
Zaten Fatih hocanın tutukluluğunun yürütümünün sağlık nedeniyle ertelenmesinden söz ediyoruz. İstenen, “suçunun” ya da “cezaının” infazının bağışlanması değildir. Kaldı ki kanıtlanmış suç ve hükme bağlanmış da ceza ortada yoktur!

Üstelik  4 – 5 yıldır artık toplanmayan kanıt mı kaldı ?

Öte yandan, hala kanıtlar toplanmadı ise, hangi kanıtlarla insanları yıllarca
hapiste tutuyor, adeta yargısız infaz yapıyoruz ?

Böyle adalet olur mu??

Biz de bu konuyu sitemizde kezlerce yazdık. Ceza Muhakemeleri Yasası‘nın
ilgili maddelerini aktardık. Bir kez daha sunalım :

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:

  • “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”
  • Madde 16/3, “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin cumhuriyet başsavcılığınca verilir.”

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e son çağrımızdır..
Yarın çok geç ve dönüşümsüz olabilir..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, insancıl duygularla yetkisini kullanmalıdır.

  • Türk Tabipleri Birliği, üyeleri olan Fatih Hilmioğlu’nun durumunu görüşmek üzere Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den ivedi randevu istemelidir..

Tüm Öğretim Üyeleri Derneği TÜMÖD İstanbul Şubesi’nin aşağıdaki çağrısını tümüyle payaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

PROF. DR. FATİH HİLMİOĞLU DERHAL TAHLİYE EDİLMELİDİR!

Ergenekon davasından dört yıldır Silivri zindanlarında tutuklu bulunan Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu bir süredir karaciğer kanseriyle mücadele ediyor. On beş yıldır siroz hastası olan hocamızın karaciğer hastalığı çok ileri bir aşamaya gelmiştir. Doktor raporlarına göre yatak tedavisi görmesi gerekirken, sürekli cezaevi ve hastane arasında gidip geliyor.  Şayet Prof. Fatih Hilmioğlu serbest bırakılmazsa zaten ilerlemiş olan hastalığı yaşamsal tehdit boyutunataşınacaktır. Bizler, üniversite öğretim üyeleri olarak Fatih Hilmioğlu hocamız başta olmak üzere Silivri’de tutuklu bulunan vatansever, Atatürk Cumhuriyeti’nden yana bilim insanlarının yaşamlarından kaygılıyız.

Bilinmektedir ki, Silivri’de artık bir mahkeme yoktur. Yıllardır verilen yoğun mücadelelerle gerçekler bir bir ortaya çıkarılmış ve tüm iddiaların asılsız olduğu kanıtlanmıştır.  Açıklamalarından anlayacağımız üzere mevcut iktidar bile bu gerçeği kabul etmek zorunda kalmıştır.  Silivri’de kurulan mahkemenin iktidarın talimatları doğrultusunda hareket ettiği herkes tarafından bilindiğine göre, Fatih Hilmioğlu’nu hastane yollarında ölüme terk etmek apaçık iktidarın bir bilim insanına olan korkusunu ifade etmektedir.

Baştan aşağı yalan ve iftiralarla dolu bir mahkemenin bütün suçlamaları çürütülmüşken ve artık toplum karşısında hiçbir itibarı kalmamışken;hukuksuz mahkemelerin tek amacı memleketine büyük katkılar sağlamış,vatanını seven bilim insanlarını, kokuşmuş zindanlarda ölüme hapsetmek değil midir?  Anlıyoruz ki hukukun bitirildiği Silivri’de vicdanlar da iflas etmiştir.

Bizler, üniversitenin bilim ve aydınlanmadan yana olan vatansever öğretim üyeleri olarak bir çağrı yapıyoruz.  Bir an önce Fatih Hilmioğlu hocamızın tahliye edilmesini ve tedavisinin uygun koşullarda yürütülmesini talep ediyoruz!

Bu vesileyle tüm üniversite bileşenlerini, öğretim üyeleri ve öğrencilerini 10 Ocak Perşembe günü Silivri Mahkemesi önüne davet ediyoruz.

TÜM ÖĞRETİM ELEMANLARI DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ (TÜMÖD)

Dr. MELİKE ERDEM’E VEDA ETMEK



DR. MELİKE ERDEM…

ÜMRANİYE HASTANESİ’NDEKİ BASKI VE YILDIRMADAN KAÇIP GELDİĞİ SAMATYA HASTANESİ’NDE

ÖZÜRLÜ BİR HASTAYA YARDIMCI OLDU.

ŞİKÂYET EDİLDİ.

BIKMIŞ, USANMIŞTI.

YILDI.

ELİNDE SAVUNMASINI YAZDIĞI KÂĞIT,

KENDİSİNİ BOŞLUĞA BIRAKTI.

4 ARALIK SALI SABAHI (YARIN) 9.00’da

HASTANEMİZİN, ASM’MİZİN BAHÇESİNDE OLALIM.

SADECE BEŞ DAKİKA GÖKYÜZÜNE ÇEVİRELİM YÜZÜMÜZÜ, 

MELİKE’YE

ve BU ÜLKEDE İYİ HEKİMLİK YAPMAK UĞRUNA

GİDEN CANLARA, SÖNEN HAYATLARA

BİR SICAK SELAM YOLLAYALIM.

AYNI GÜN 12.30’DA

MELİKE’YE VEDA ETMEK,

SABİM’İ BASKI ARACI OLARAK KULLANANLARI 

PROTESTO ETMEK İÇİN

NUMUNE HASTANESİ BAHÇESİNDE BULUŞUP

HEP BİRLİKTE

SAĞLIK BAKANLIĞI’NA YÜRÜYELİM.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ

=====================================

Dostlar,

Yüreğimiz yanıyor..

Dr. Melike Erdem’in intiharının gerçek azmettiricileri,
bu kökü dışarıda insanlık dışı sağlık politikalarını
5. sınıf taşeron edasıyla uygulayanlardır.

Onları ve anlayışlarını lanetliyoruz.. demek geçiyor içimizden..

Ama “Onlara hakkımız helal etmiyoruz…” demekle yetiniyoruz..
Meslek terbiyemiz elvermiyor gene de..

(Türk Tabipleri  Birliği’nin çağrı metnine görselleri biz yerleştirdik..)

Sevgi ve saygı ile.
3.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

‘Sağlıkçı olmayan yönetici istemiyoruz’

 

‘Sağlıkçı olmayan yönetici istemiyoruz’

Sağlık emekçileri, 5 yıl herhangi bir iş deneyimi olan birinin dahi kamu hastanelerinde yönetici olmasının önünü açan kanun hükmünde kararnameyi yürüyüşle protesto etti.Türk Tabipleri Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Dev Sağlık-İş Sendikası, Türk Dişhekimleri Birliği, Türk Hemşireler Derneği’nin de aralarında bulunduğu 15 sağlık örgütü, Türkiye genelinde eylemler gerçekleştirdi.İstanbul’da Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimlik binası önünde toplanan
sağlık emekçileri;

  • – “Hastaneler halkındır satılamaz”, 
  • “Sağlıkta ticaret ölüm demektir” 

yazılı dövizler taşıyarak sloganlar eşliğinde yürüdü.

Grup adına açıklama yapan İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri
Dr. Ali Çerkezoğlu
;

  • AKP yandaşlarının, vergilerimizle yapılan hastanelerin başına “partisinden veya tarikattan alınan icazetle atandığını” söyledi.
  • TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Osman Öztürk de Türkiye genelinde oluşturulan 87 Kamu Hastane Birliği’nin üst yöneticisi (CEO) olarak atanacak kişilerde, sağlık mensubu olma özelliği aranmadığına dikkati çekti. (http://www.istabip.org.tr/, 7.11.12)

Fatih Hilmioğlu’na…


Dostlar,

16 Ekim 2012, Salı, öğlen saatleri.

Ankara, Kocatepe camisi avlusu.

2 cenaze var avluda ama inanılmaz bir hareketli kalabalık.

Önceki YÖK başkanlarından Prof. Dr. Erdoğan Teziç‘ten,
Hacıbektaş Belediye Başkanı Em. Tuğg. Ali Rıza Selmanpakoğlu‘na dek..

Fatih Hilmioğlu hocamız, dostumuz, kardeşimiz, arkadaşımız, meslektaşımız,
ADD’de Genel Yönetim Kurulu üyemiz..

ADD’nin Genel Yönetim Kurulunda birlikte olmuştuk, Şener Eruygur paşa genel başkan iken. Önceki Genel Yönetim Kurulunda da..

Yanında eşi ve oğlu ile bir acı anıtı olarak vakur duruyor..
Ölçüsüz acısı donuk mimiklerle yüzüne adeta nakşedilmiş.

İnsanlar kuyrukta, onlara, acılı aileye dokunmak ve birkaç acı paylaşımı, teselli sözcüğü sunmak istiyorlar.

Şurada Prof. Dr. Erkan Pehlivan’ı görüyorum. Malatya’dan kalkmış gelmiş, Fatih hocanın rektörlük döneminde yardımcısı idi. Sabah evine de uğramıştı Yıldız’da.

Altan Arısoy da gelmiş.. Anamur’dan, 10 saat sürmüş gece boyu otobüs yolculuğu.

Taziye kuyruğu ağır ağır ilerliyor.
Ilık bir sonbahar güneşi içimizi ısıtıyor.
10:30 – 12:20 dersinden çıkarak Cebeci’den Kocatepe camisine koşmuşuz.
Ağzımız dilimiz kupkuru, uykusuz bir gece geçirmişiz Fatih hoca ile duygudaşlık (empati) içinde.. O, ateş düşmüş evinde eşi ve kalan tek evladıyla birbirine sarılma dayanışma olanağından yoksun bırakılmış, Ankara Sincan cezaevinde geceliyor; biz de evimizde, 2 saatlik yatağa zorunlu teslim oluş dışında çay kahve ile sabahlayarak, ev içi volta ile..

Ne söyleyeceğiz Fatih hocaya ??

Kıvranıyoruz acıdan ve söyleyecek söz bulamamaktan.

Kendisini görüyoruz, sıramız yaklaştı.. Ne de çok özlemişiz bu arada?
Yıllardır kucaklaşamamışız. Geçen yıl 8 Ekim’de Silivri’de duruşmada görmüştük.
Oysa Malatya’da Tıp Fakültesi Dekanlığında, Rektörlüğünde epey sık görüşürdük.
ADD adına AYDINLANMA KONFERANSLARIMIZ sürerken Malatya’da ve Üniversitede de çok sayıda sunuşumuz olmuştu :

– Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri ve Bulaşıcı Hastalıklarla Savaş
Stratejileri, Malatya, 08.10.99 (Sayın Hilmioğlu Tıp Fak. dekanı iken)
– Atatürk’ün Işıklı Yolunda 2000’ler Türkiye’si. Malatya / Halkımıza, 29.10.00
– Cumhuriyet ve Sağlık. Malatya İnönü Üniversitesi, 01.11.00
– Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye’nin Geleceği. Malatya ADD, görsel konf. 10.06.02
– Küreselleşme ve Cumhuriyet’in Sağlığı, 9. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi,
Tema : ”Küreselleşme ve Psikiyatri”, Görsel Konferans, İnönü Üniv. Malatya, 11.06.02
– Cumhuriyet’in 80. Yılında Türkiye Nerede? İnönü Üniversitesi, Malatya, 29.10.03
– Cumhuriyet’in 80. Yılında Neredeyiz? Malatya / Arguvan, Kızık köyü, 28.10.03
– Atatürk Cumhuriyetimiz 84 Yaşında :Sonsuza Dek Yaşatacağız !
Malatya / Hekimhan ADD, 29.10.07
– Ulusal Egemenlik ve Ulusal Eğitim. Eğitim İş ve ADD Malatya, 26.04.08
(Bu etkinlikler sırasında yapılan radyo-TV programları listelenmemiştir.)
………

25 / 26 Ağustos 2005 gecesi, biz ADD Genel Başkan yardımcısı iken Afyon Kocatepe’de bir etkinlik düzenlemiş ve ULUSAL BİRLİK çağrısı yayımlamıştık.

KOCATEPE Bildirisi‘ni 3 gün sonra Cumhuriyet’te makale yapmıştık.
Bizim kaleme aldığımız ulusal birlik çağrısı metnini, Büyük Taarruzun 83. yılında, sabaha doğru, şafak sökerken, çakmakların ışığında Kocatepe’de, Büyük Atatürk‘ün o ünlü yontusu altında okuyarak kamuoyu ile paylaşmıştık.

Kocatepe’ye tırmanırken, gece yarısının ilerleyen saatlerinde Fatih hocayı “kişisel aracında” (Ford focus marka) yanımızda görmüştük. İnönü Üniversitesi rektörü idi. Kalkmış taa Malatyalardan Afyon’a gelmişti, 1874 m rakımlı Kocatepe’ye tırmanıyorduk birlikte..

Gündüz de bir panelimiz vardı bizim konuşmacı ve yönetici olduğumuz :

* Büyük Zafer’in 83. Yılında Türkiye’de Siyasal Konular.
Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi, 26.08.05.

Eveeet…

Kuyrukta taziye sırasında ilerlerken zaman tunelinde aklımızdan geçen bunlardı.

Dostum, dava arkadaşım, meslektaşım Fatih (Hacettepe 79 mezunu, biz 1977) ile kucaklaştık..

………………

Duygu fırtınası içinde idik.

Fatih, “acının yarısını bana ver, benim olsun..” sözleri ağzımdan döküldü.

Bunlar değildi söylemeyi tasarladıklarım. Sözün bittiği yerde dilim çözülmüştü.

– Dayan Fatih, bunlar da geçecek, zulümlerinde boğulacaklar, güzel günler görecek bu ülke.. onu omuzlamayı sürdürmeliyiz..

diye ekledim. Fatih hoca bunların ne denlisini duydu, algıladı bilmiyorum, ama başını salladı bana, göz göze geldik, onayladı, o arada dipsiz acısını bir kez daha yaşadım. Gözlerimi gözlerinden ayır(a)madım, acısının yarısını bana akıtsın diye..

Eşinin ve oğlunun ellerini sık(a)madan bir konfüzyon içinde sürüklendik.
Bir ses de uyarıyordu o arada, daha seri olmalıydık, öpüşmemeliydik.. (!?)

Ya sabır çekerek, ceplerimizdeki peçetelerin yardımını alarak uzaklaştık..

13:30’da Fakültede dersimiz vardı. Biraz gecikerek taksi ile dersimize yetiştik.
Öğrencilerimize özürümüzü sunduk, olayı ve Fatih hocayı 16 öğrenci (Dönem 5) içinde bilen yoktu.. (Sabah Dönem 3 dersimizi de çok acılı paylaşmıştık..)

Bu dersi gülümseyerek sunma olanağımız olmadığını açıklayarak özür diledik.
Emir’in, babası Fatih’in, anne ve abisinin acılarını içimize gömerek görevimizi yapmaya çalıştık. Ardından, Hacettepe’de süren HİSAM Çalıştayı’nın son oturumuna yöneldik. Akşam da yemekleri vardı, içimiz kaldırmadı, yemeğe katılmadık, zaten yorgunluk ve uykusuzluktan bitkindik. Birkaç saat bedenimizin bizi tutsak alan yasalarına teslim olduk.. Veee, görüldüğü üzere klavye başındayız, saat 04:15..

**********

Dostlar,

Fatih hoca Ankara’ya önceki gün (15.10.12) otobüsle getirildi, evinde yalnızca 1 saat kalabildi. Geceyi Sincan cezaevinde geçirdi, evinde güvenliği sağlanamıyordu ??!

Cenaze töreninin yapıldığı 16.10 12 günü (dün) sabah evine götürüldü, öğlen ve sonrasında cenaze törenine katıldı ve akşam 19:00’da gene cezaevine kondu..

Mevzuatımız bu denli katı mı?

Türkiye Cumhuriyeti’nin yasal düzenlemeleri böylesine zalim mi, insafsız mı?

Yoksa uygulamacıların inisiyatifleri ile mi böylesine vicdansızlaşıyoruz?

Niçin hiç empati kurmuyoruz?

Nasıl bir eğitimden geçtik?

Özetlediğimiz vahşi uygulama buyruğunu kim(ler) vermiştir?

Tarih elbette bu soruların yanıtını verecektir.
Tüm aktörler hakkında hükmünü de..

Son olarak şunu söyleyelim ki; bu denli zulmün sürdürülebilirliği yoktur!

Türkiye hızla çözümüne koşmaktadır

    ..

Yaşananlar bu zorlu doğumun haliyle şiddetli sancılarıdır.

Fatih hoca ile bir ziyaretimizde Rektörlük makamında akşamın ilerleyen saatlerinde ülke sorunları üzerinde söyleşiyorduk. Türk Tabipleri Birliği adına Malatya’da yapılan İşyeri Hekimliği Sertifika kursunda sunduğumuz 3 dersten Çağdaş Sağlık Anlayışı‘nın bir örneğini rica etmişti. Renkli lazer yazıcıdan çıktı alırken bana sormuştu :

– Nereye gidiyoruz ??

Yanıtlamıştık :

– Dibe..

Meraklı gözleriyle açıklama istiyordu, ekledik :

– Halk “yandım anam..” diyene dek dibe vuracağız, boynumuzu kırmayacağız ama
epey zayiat ile yukarı çıkacağız..

Sanırız bu öngörülerimizi yaşayagelmekteyiz.. Epey zayiat verdik, epey..
Karanlık en koyu aşamasında, dolayısıyla tan da sökmeye; en yakın vakitte..

Türk ulusu bu karanlık dönemi kapatacak ve Türkiye Cumhuriyetimiz, Büyük Atatürk’ün şaşmaz biçimde öngördüğü üzere sonsuza dek yaşayacaktır (payidar kalacaktır!).

Bu son tümcemiz cılız bir dilek değil, tarihsel determinizmin öngörüsüdür.

Fatih hoca, bu son acı olayın ardından tahliye edilmelidir. En azından insani gerekçelerle.. Yargılama tutuksuz sürdürülmelidir. Mevzuatımız buna elverişlidir. Ayrıca Fatih hoca ilerlemiş bir karaciğer hastasıdır. Cezaevi koşullarında hastalığı hızla ilerlemekte, yeterli tıbbi bakım, beslenme hizmeti alamamaktadır. Moral olarak da çökkündür, oysa iyileşmesi ya da hastalığının hızlı ilerlememesi için de psikolojisinin düzelmesine gereksinim vardır. Ceza Muhakemeleri Yasası’nın 16/2 maddesi aşağıdadır ve çok nettir..

Sevgi ve saygı ile.
17.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net