Etiket arşivi: Türk Dil Kurumu

ULUSAL AHLAK VE ULUSAL BEKA KRİZİ NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

ULUSAL AHLAK ve ULUSAL BEKA KRİZİ NEDİR?

(AS: Bizim katkılarımız ve çekincelerimiz yazının altındadır..)

Ulusal ahlak ve beka krizi; bir insanın kendi ailesini, kendi vatanını, kendi toplumunu, kendi devletini, kendi kültürünü, kendi dilini, kendi tarihsel öğretilerini, kendi soydaşlarını ve kendi yurttaşlarını terk edip başka toplumlar, ülkeler ve devletlerin ideallerine göre programlanıp başkaları için çalışması, çaba göstermesi ve hatta savaşmasıdır. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

Bu anlamda, biz Türkler olarak, bin yılı aşkındır Arap Dili ve Arap milliyetçiliği için, 1950’lerden bugüne de büyük oranda ABD’nin idealleri ve emperyalist hedefleri ve çıkarları için çalışıyoruz!

Dinler evrenseldir (AS: çekincemiz aşağıda..). Ayrıca dinler ve inançlar hiçbir ulusun tekelinde değildir. Uygarlık da evrenseldir (AS: çekincemiz aşağıda..).

Ahlaklı, vicdanlı, adil, kul hakkı yemeyen iyi bir Müslüman olmak için Arap milliyetçisi olmaya ya da uygar bir insan olmak için emperyalistlerin çıkarlarını gütmeye gerek yoktur.

Müslüman olmak Araplaşmayı, Arp milliyetçiliğine bilerek ya da bilmeyerek, hizmet etmeyi gerektirmez. Ne yazık ki içimizde hâla Arap alfabesini ve Arap dilini kutsal sayan insanımız hiç de az değildir (notumuz aşağıda..). Ancak Araplara ve Arap kültürüne düşman olmaya da gerek yoktur. Türk Dili ve kültürü ne ise Arap Dili ve kültürü de odur. Diller ve kültürler arasında bir alt ya da üst hiyeraşisi (katmanlama) kurulamaz. Aynı biçimde Batı, ABD hayranı, Batı taklitçisi ve gözü kapalı olarak Batıcı olmak da gerekmez. Yalnızca BATILI OLMAK yeter.

Batılı olmak, Batının çıkarları ve emperyalist emellerinin yanında olmak değildir. Batıda tarih ve toplum sahnesine çıkan çağdaş, Aydınlanmacı evrensel anlayış ve uygarlıktan yana olmaktır. Bu uygarlıktan türeyen değerler sistemini benimsemektir. Yurt sevgisinde, ülke ve toplum kalkınmasında Batılı gibi akıl ve bilimle eğitilmek, düşünmek ve davranmaktır.

Her ulusun kimliği kendisi için önemli ve değerlidir. Saygı duyulmalıdır. Ancak ulusların bilerek ya da bilmeyerek kendi ulusal kimliklerinden vazgeçmeleri doğru değildir. Hatta büyük bir sorumsuzluk ve vebal olur. Bu anlamda M. K. ATATÜRK asla Batıcı değil Batılı oldu. Kurtululuş Savaşını Batıyı yenerek kazandı.Türkiye Cumhuriyetini Batıya karşın kendi ulus kimliğine dayanarak kurdu. Batılı emperyalistleri yurdumuzdan kovan Lozan Antlaşması Batıya karşın bağıtlandı. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu‘nu bu nedenlerle kurdu.

Ümmet kimliği ve ümmetçilik ise aynı dinin farklı kültürlerine sahip birçok farklı ulusu tek bir dinsel kimlikte birleştirme amacına yöneliktir. Arap halkları bile aralarında birlik kuramıyorlar. Çünkü ümmetçilik ütopiktir ve olanaksızdır. Ulusların salt din ve ahiret için çalıştıkları varsayımı gerçekçi değildir. Ayrıca toplumları aklın, bilimin ve teknolojinin yardımı olmadan yalnızca dinsel ahlak öğretileri ile kalkındırma ve geliştirme olanakları da yoktur. Bu nedenle,

  • Uygar dünya artık teokratik (dinci) feodal kültür ve dogmatik değerlerle yaşama dönemini kapatmıştır.

Ortaçağ çok gerilerde kalmıştır. Toplumlar ve bireyler için din, inanç ve vicdan özgürlüğü ve ulus kimliği ön plana çıkmıştır. Çoğunlukcu olmayan ama temelde çoğulcu, sözde değil özde demokratik toplumsal yapılanmalara, hukukun üstünlüğüne ve yurttaşların eşitliğine dayalı bir siyasal anlayış bilinci oluşmuştur. Yeni Dünya ve siyaset düzeni bunu gerektirmektedir. Artık

  • Ümmetçiliğin yeni dünya düzeninde ve dünyanın geleceğinde yeri kalmamıştır.

Tarihimizin genel akışı içinde, bu yeni dünyanın ekonomik, sosyal, kültürel, bilimsel ve siyasal düzenini en doğru ve en iyi kavrayan ve uygulamaya aktaran siyasal önder de Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk‘tür. O’nun ve ulusumuzun kendi özgür istençleri ile kurdukları laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olanTürkiye Cumhuriyeti’dir. Bu, Cumhuriyetin kuruluş felsefesidir, kuruluş ilkeleridir. Ayrıca özgür akıl ve bilim destekli engin yurt ve ulus sevgisidir.

Gümüzde bile, tüm küreselci, emperyalist yoğun telkinlere karşın ulus devlet ve ulus kimliğinin önemi ortadadır. Putin, Ortodoks Hristiyanlık için savaşmiyor, Rus halkının ulus kimliği için savaşıyor. Aynı biçimde, Ukrayna halkı da kendi ulusu, kendi dil ve ulus kimliğini korumak için direniyor… (AS: natumuz aşağıda)

Sonuç olarak                     :

  • Araplaşmak, Acemleşmek… ya da Batıcılaşamak ayn sonucu doğurur.
  • Ulus bilincinin yitimi ulusal bekanın (sağkalımın) da yitirilmesi demektir
  • Kendi ulusal kimliğini ve ulus bilincini koruyarak, nedensiz biçimde, hiçbir ulusu düşman olarak etiketlemeden;
  • Yurtta ve dünyada barış” ilkeleri içinde yaşamanın yollarını aramak en doğru rotadır.

================================
Dostlar,

Sayın Çivi’nin “Dinler evrenseldir” düşüncesine katılmamız olanaksız.. En azından islam dini için.. Kuran kendisi sınırını çizip amacını sınırlıyor :

  • İslam Arap’ın dini.. evrensel değil, yerel!

Yusuf-2 : Biz Kuranı, anlayasınız diye, Arapça indirdik…
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
…İnnâ enzelnâhu kur’ânen arabiyyen le allekum ta’kılûn…

İbrahim-4 : Biz her Peygamberi kendi Kavminin Dilinde gönderdik…
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ
…mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî liyubeyyine lehum…
***
Ayrıca “Uygarlık da evrenseldir” görüşüne katılamıyoruz.
Uygarlıklar yerel ve onu yaratan uluslarla sınırlıdır. Örn. Maya uygarlığı, Aztek uygarlığı.. Batı uygarlığı..

Ama MEDENİYET evrenseldir, tekildir ve aşkın bir kavram olarak Uygarlıkları da içerir.
***
Evimize gelen bir su teknisyenini “Selamın aleyküm” sözüne karşılık “günaydın” ile karşılamıştık 1-2 yıl önce. Genç adam şaşırdı, “Allahın selamı..” dedi. Konuştuk biraz.. Kendisini “Arap” sanıyordu, Türk olduğunu bilmiyordu!!
***
Ukrayna ne yazık ki emperyalizmin silahlı örgütü NATO yalakalığı yapmakta idi bir yandan..

Sevgi ve saygı ile. 25 Mart 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ 47’NCİ YILINDA GÖZDEN KAÇAN AYRINTI

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Balyemez
Em. Albay, Rauf Denktaş Üniversitesi
Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Md.

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Kıbrıs Türk halkının, 1878 yılında başlayan özgürlük mücadelesinin en önemli kırılma olaylarından biri de 20 Temmuz 1974 tarihindeki Kıbrıs Barış Harekâtı olmuştur. Kıbrıs Barış Harekâtının yapılmasına neden olan gelişme ise Nikos Sampson’un 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti Devlet Başkanı Başpiskopos III. Makarios’a karşı başlattığı Yunanistan destekli askeri darbe girişimidir. EOKA-B terör örgütü lideri N. Sampson darbesinin amacı Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamanın kavramsal karşılığı olan “Enosis” i gerçekleştirmekti.

Sampson darbesi bir başka gelişmenin önünü açmıştır. Türkiye, Zürih ve Londra Antlaşmalarına dayanan Garantörlük hakkını kullanarak Ada’da bozulan düzeni yeniden kurmak, Kıbrıs Türklerinin ve Rumların can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştirmeye karar vermiş ve bu kararını 20 Temmuz 1974 sabahı eyleme geçirmiştir. Türkiye bu atılımı yapmadan önce, Başbakan Bülent Ecevit, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin öbür Garantör (AS: Güvenceci) devleti olan İngiltere ile Londra’ya giderek yoğun diplomatik görüşmeler yapmış ve Kıbrıs’taki düzeni yeniden sağlamak amacıyla birlikte davranmayı önermiştir. Ancak İngiliz yetkililer bu öneriyi desteklemeyince Türkiye, bütün askeri zorluklara karşın bu barış harekâtını tek başına gerçekleştirmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Deniz, Kara ve Hava güçlerinin katıldığı bu ortak askeri harekât, Milli Mücadeleden sonra ulusal sınırlar dışında gerçekleştirilen ve başarı ile sonuçlanan ilk askeri operasyon olması bakımından ayrıca ve çok önemlidir.

Kıbrıs Barış Harekâtından sonra, bugünkü sınırlar “de facto” olarak (AS: eylemli, fiilen) oluşturulmuş ve bir bakıma Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne giden yolun kapısı aralanmıştır. Ancak Barış Harekâtından sonra başlayan ve günümüze dek süren görüşmelerde henüz bir sonuç alınamamıştır. Rum ve Yunan yöneticiler, “Kıbrıs Sorunu”nun Barış Harekâtından sonra başladığı ezberini (retoriğini) sürekli gündemde tutmayı ve KKTC topraklarını “İşgal” altındaki bölge olarak nitelemeyi, KKTC’yi de “Korsan Devlet” olarak tanımlamayı ulusal politika olarak benimsemiştir.

Kıbrıs Türk halkının bir yüzyıldan uzun süren özgürlük savaşımı birçok bakımdan özenle incelenmeli ve genç kuşaklara, uluslararası topluma anlatılmalıdır. Çünkü bu savaşım (mücadele) henüz tam olarak sonuçlanmamıştır. Öyle ise Kıbrıs Türk halkının özgürlük ve bağımsızlık savaşımının tarihsel gelişimini kısaca anımsatmakta büyük yarar vardır :
***
Kıbrıs Türk halkının bağımsızlık savaşımı, Türk dünyasının 20’nci yüzyılda utkuyla (zaferle) taçlandırdığı iki önemli gelişmeden biridir. Mazlum uluslara örnek olan 1. Bağımsızlık Savaşı, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarınca 1. Dünya Paylaşım Savaşı sonrasında başlatılmış ve 24 Temmuz 1923 günü bağıtlanan Lozan Barış Antlaşması ile sonuçlanmıştır. Lozan Barış Antlaşması her alanda tam bağımsız olmak isteyen Türkiye’nin yeniden doğuşunu muştularken (müjdelerken), Kıbrıs Türk toplumunda ise düş kırıklığı yaratmıştır. Çünkü 1878 yılında 2. Abdülhamit’in onayı ile “geçici” olarak Kıbrıs’a yerleşen, ancak 1914 yılında Ada’yı tek başına ülkesine katan (ilhak eden) İngiltere’nin bu hukuksuz eylemi, Lozan Barış Antlaşması ile hukuksallık kazanmış ve Kıbrıs Adası İngiliz yönetimine terk edilmiştir.

Kıbrıs Türk toplumu bu gelişme sonrasında yaşadığı düş kırıklığının olumsuz etkisini hemen üzerinden atmış ve toplum, haklarını elde etmek – korumak amacıyla Varolma Savaşımına başlamıştır. Kıbrıs Türklerinin Varolma (Beka, Survival) Savaşımı; Müftü Mehmet Ziyaeddin Efendi, Başöğretmen Remzi Bey, Mısırlızade Necati Özkan, Dr. Fazıl Küçük, Rauf Raif Denktaş’ın önderliğinde günümüze dek ulaşmış; ancak henüz sonuçlanmamıştır!

Kıbrıs Türklerinin Varolma Savaşımı, Misakı Milli sınırları dışında kalan Türk toplulukları dikkate alındığında özel bir yere sahiptir. Çünkü, Lozan Barış Antlaşması sonrasında Türkiye sınırları dışında kalan hiçbir Türk topluluğu bağımsızlık savaşını ya hiç vermemiş ya da başarıya ulaştıramamıştır. Kıbrıs Türk halkının özgürlük ve bağımsızlık savaşımı dışında! Bu haklı ve saygın savaşım, 15 Kasım 1983’te “bağımsızlık kararı” alınmasıyla taçlandırılmış ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) 18’inci Türk Devleti olarak tarihteki yerini almıştır.

Kıbrıs Türklerinin gerek İngiliz yönetiminde gerek Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde gerekse  günümüze dek uzanan süreçte yaptıkları yüzyıllık Varolma Savaşımı, son 50 yıllık sürede  uluslararası yalıtma (izolasyon) ve ambargolara karşın Kıbrıs Türk halkının temel haklarından vazgeçmemesi bakımından da önemlidir.

Kıbrıs Türk halkına uygun görülen, insan haklarına aykırı yalıtım (izolasyon) ve kapsamlı ambargolar ile yaşlısından gencine, kadınından erkeğine bütünlükle (topyekün) verilen bağımsızlık ve özgürlük savaşımının hem genç kuşaklara hem de uluslararası alanda anlatılması yaşamsal derede önemlidir.

Aksi takdirde bu görevi başka düzeneklerin (mekanizmaların) üstlenmesine ve gerçek olmayan anlatımlarla karşı karşıya kalınmasına şaşırmamak gerekir!

Peki, Kıbrıs Türk halkının özgürlük ve bağımsızlık savaşımını her düzlemde (platformda) yeterince anlatabiliyor muyuz? Bu soruya “Evet” diyebilmeyi gerçekten çok isterdim! Ancak yanıtım “Hayır”! KKTC’deki tarih öğretiminin verili (mevcut) durumu şöyledir :

Kıbrıs Türk halkının varolma savaşımının ulusal eğitim sisteminde anlatılması ve genç kuşaklara bu savaşımın öğretilmesi 11 Haziran 1986’da yürürlüğe giren KKTC Milli Eğitim Yasası ile buyurulmuştur. Günümüzde de geçerliliğini koruyan bu Yasanın “Amaçlar” başlıklı bölümünün 2. fıkrasında, Kıbrıs Türklerinin Varolma Savaşımının öğretilmesine ilişkin şu vurgu yer almaktadır:

  • Kıbrıs Türk Toplumunun, varolma mücadelesinin özünde yatan gerçekleri bilen, mücadele tarihinin bilincine varan ve bu mücadeleye inançla bağlanan,… yurttaşlar olarak yetiştirmek.”

Bu yasa maddesinin gereği, orta dereceli okullarda uygulanırken daha çok öğrenciye sahip olan KKTC üniversitelerinin çok büyük bir kesiminde ne yazık ki dikkate alınmamıştır!

KKTC’de halen 22 üniversite eğitim ve öğretim etkinliği sürdürmektedir. Bu üniversitelerden yalnızca Lefke Avrupa Üniversitesi (LAÜ) ve Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ)’nde “Tarih Bölümü” vardır. Öbür üniversitelerin hiçbirinde Tarih Bölümü olmadığı gibi, birkaç üniversitede “seçmeli ders” ya da Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi yetişeğine (müfredatına) sıkıştırılarak anlatılması dışında, Kıbrıs Türklerinin özgürlük ve bağımsızlık savaşımını konu alan dersler yoktur! Yineleyelim, hem de KKTC Milli Eğitim Yasası’na karşın!

Bu durumun sonuçları ise çok ürkünçtür (vahimdir). KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı verilerine göre KKTC üniversitelerinde 2000-2021 arasında 250 bin T.C. vatandaşı, 110 bin 3. ülke vatandaşı lisans veya yüksek lisans programlarına eğitim ve öğretim sürecine katılmıştır. KKTC üniversitelerinde bu dönemde öğrenci olan 360 bine yakın kişi, Kıbrıs Türklerinin özgürlük ve bağımsızlık savaşımını öğrenemeden, 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını hazırlayan nedenler ve sonuçlarını öğrenemeden ülkelerine dönmüşlerdir. Bu kişiler kendi ülkelerinde önemli görevlere seçilmiş / atanmışlarken, olasılıkla kimisi de uluslararası kuruluşlarda görev almıştır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Ticaret Bakanı Mehmet Muş gibi!

Kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf R. Denktaş ve şimdiki Cumhurbaşkanı Sayın Ersin TATAR’ın da her fırsatta gündeme getirdiği “Tarihimizin doğru olarak öğretilmesine” yönelik söylemlerine karşın ne yazık ki Kıbrıs Türklerinin özgürlük ve bağımsızlık savaşımının geniş kitlelere anlatılması doğrultusunda çok büyük fırsat kaçırılmıştır ve bu sorun sürmektedir.

Bu belirlemelerden sonra yapılması gerekenler ise çok açıktır:

Öncelikle üniversitelerimizdeki lisans / yüksek lisans programlarında kayıtlı öğrencilere “Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi” dersinin, tıpkı Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersinde olduğu gibi,  2021-2022 akademik yılından başlayarak zorunlu / kredili ders olarak Yetişeke (Müfredata) katılması,  ortadereceli okul yetişeklerinde yer alan Kıbrıs Türk Tarihi dersinin etkinliğinin değerlendirilmesi, gerekirse Hükümetin de desteğiyle üniversitelerde Tarih Bölümlerinin açılması ve bu programları bitirenlerin öncelikli olarak Kıbrıs Türk Mücadelesi Tarihi ders öğretmeni olarak atanmaları yaşamsal derecede önemlidir. Bununla birlikte Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığında korunan 20 Temmuz – 18 Ağustos 1974 tarihleri arasında yürütülen Kıbrıs Barış Harekâtı ile ilgili arşiv belgeleri araştırmacılara açılmalı, bu konuda da belgelere dayalı bilimsel çalışmalar yapılması teşvik edilmeli, müze açılmalıdır.

Son olarak; 20 Temmuz 1974 günü başlayan ve 18 Ağustos’a dek süren çatışmalarda TSK mensubu 499 vatan evladı (497 asker ve TSK buyruğunda görev yapan 2 kamu görevlisi) şehit olmuştur. Kocatepe Muhribi şehitlerini de asla unutmamak vefa borcumuzdur.

Bugün Kıbrıs Türk halkı, barış ve erinç (huzur) ortamında yaşamını sürdürebilmesini bu şehitlerin ve Türk Mukavemet Teşkilatı kahramanlarının gözlerini kırpmadan ölüme koşmalarına borçludur. Nur içinde yatsınlar. Rahmet, minnet, şükran ve saygıyla.
======================================
Dostlar,

Ricamızı kırmayarak, çok yoğun çalışmaları içinde web sitemiz için bu çok değerli makaleyi kaleme alan sevgili dostumuz Rauf Denktaş Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Md. Em. Albay Yrd. Doç. Dr. Mehmet Balyemez‘e çok teşekkür borçluyuz..

Tüm insanların genel olarak İNSANLIK TARİHİ, özelde ise kendi ulusal yakın tarihlerini gereğince – yeterince öğrenmeleri Dünya Barışı açısından kritik bir önem taşımaktadır.

Emperyalizmin ise ne yazık ki bu bağlamda son derece bilinçli, dizgeli (sistematik) kurgu ve çarpıtma çabası içinde olduğunu üzüntü hatta acıyla gözlemliyoruz.

Büyük ATATÜRK‘ün ülkemizde Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu kurması, dernek konumunda yapılandırması ve kalıtından (mirasından) onlara bağımsızlıkları ve işlevsellikleri için düzenli – sürekli – yeterli akçalı (maddi) kaynak sağlaması kuşkusuz dehasının ürünüdür. Ülkemizde bu 2 vasiyet Kurumu, hukuk ve vasiyet hakkı çiğnenerek 12 Eylül 1980 darbecilerince felç edilmiştir, halen neredeyse göstermelik durumdadırlar. Bu 2 Kurumun, Atatürk’ün vasiyetine koşulsuz saygı ile eski hukuksal konumlarına (statülerine) kavuşturulmaları çok önemlidir.

KKTC’de de kamusal sorumlulukla, Ulusal Tarih Araştırmaları ve Öğretimi için kurumsallaşmada geç kalınmamalı, stratejik bir öncelik olarak örgün eğitimde yapılanma sağlanmalıdır. Dostumuz Dr. Balyemez’in engin birikimi – deneyimi – çabası, azmi.. dileriz bu yolda belirleyici ve sonuç alıcı olsun..

Savaş meydanlarında kan dökerek, can vererek kazandıklarımızı çarpıtılmış sözde tarih verileriyle masalarda – salonlarda yitirmeyelim. Mustafa Kemal Paşa, gene yol gösteriyor:

  • “TARİH YAZMAK, TARİH YAPMAK KADAR MÜHİMDİR; YAZAN YAPANA SADIK KALMAZSA DEĞİŞMEYEN HAKİKAT İNSANLIĞI ŞAŞIRTAN BİR HAL ALIR.”

KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ 47’NCİ YILI kutlu ve mutlu olsun!

Ve artık egemen – eşit 2 ayrı devlet yapılanmasına geçilsin kanısındayız.

Sevgi ve saygı ile. 20 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

SİZİ NE IRGALAR?

SİZİ NE IRGALAR?

Rifat Serdaroglu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerini Türkiye’de yasaklayan, Bursalıların Milli maç için her yere astıkları Azerbaycan Bayraklarını polis gücü ile indirten Erdoğan, Azerbaycan’daki Zafer Bayramı törenlerine “Türk Askeri” ile katıldı!

Ülkeye dönüşünde uçaktaki maaşlı elemanları olan tetikçi gazetecilerine,
“Türk Edebiyat Tarihine” geçecek orijinallikte açıklamalarda bulundu;
-ABD ve AB’nin yaptırım kararları bizi çok fazla IRGALAMAZ!
-Kemal Bey, CB adaylığı için GAZA GELMİŞ!

T.C. Cumhurbaşkanı’nın bu ARGO sözlerine şaşırdık mı?
Elbette şaşırmadık! Çünkü akıllı insanlar bilirler ki, “Bir kabın içinde ne varsa dışarı o sızar!” O kapta bal varsa bal sızar, katran varsa katran sızar!

Gençler, Erdoğan’ın dediklerini anlamakta zorlanabilirler. Yardımcı olalım;
Türk Dil Kurumuna göre;
Irgalamak; Yerinden oynatıp sallamak, sarsmak.
Gaza Gelmek; Dolduruluşa gelmek.

T.C. Cumhurbaşkanlığı gibi çok önemli makamda oturan birinin, Türk Milletinin yaşamını yakından ilgilendirecek olan, ABD ve AB’nin aldığı “Yaptırım” kararları için “Bizi ırgalamaz” deyişini kullanarak alaya alması affedilir bir hata değildir. Bu davranış, yaptırımlardan en büyük zararı görecek olan Türk Milleti ile de alay etmektir!

Böyle bir durumda bize şu soruyu sorma hakkı doğar :
Sayın CB, sizi ne ırgalar? Örneğin;
-Ömürleri boyunca “Hijyen” ile tanışmamış, her türlü mikrobu üzerlerinde – eşyalarında taşıdıkları kesin olan 7,5 milyon Suriyeliyi, hiçbir sağlık kontrolünden geçirmeden Türkiye’nin dört bir yanına dağıtmak, sizi ırgalar mı?

-Sizin cehaletiniz, beceriksizliğiniz, yolsuzluklara geçit vermeniz ve Pandemi nedeniyle işsiz kalan, açlığa mahkum edilen milyonlarca Türk Vatandaşı varken, sizin başka ülkelere maddi yardımda bulunmanız, Suriye’deki El-Nusra militanlarına binlerce ev hediye etmeniz, eşinizin kendi adına aynı örgüt militanlarına 50 ev hediye vermesi sizi ırgalar mı?

-Kendi vatanını korumaktan aciz Suriyeli gençler Türkiye’de bedavaya yaşayıp eğlenirlerken, Türk gençlerinin Suriye’de can vermeleri sizi ırgalar mı?
Örneğin, Re’s el-ayn (Subaşı – Pınarbaşı) denen yerde, teröristlerin kurşunlarıyla şehit olan fidanlarımızın ve ailelerinin durumu sizi ırgalar mı?
***
Sayın Cumhurbaşkanı;
CHP Genel Başkanı için “Gaza gelmiş” dediniz!
Siz hiç gaza gelir misiniz? Örneğin şu yazacağım olaylar sizi gaza getirir mi?
Üniversite diplomanızın sahte olduğu ispatlanır ve attığınız imzaların geçersiz olduğu yargı kararına bağlanırsa, gaza gelir misiniz?
-ABD Temsilciler Meclisinin aldığı “Sizin ve ailenizin Türkiye dışında edindiğiniz mal-para-iştiraklerinizin” tespiti için kurulan komisyonun raporu açıklanırsa, gaza gelir misiniz?
-“En büyük vatansever” diye ATV’ye çıkardığınız Reza Zarrab, Türkiye’de dağıttığı rüşvetlerin belgelerini, görüntü-ses kayıtlarıyla tüm dünyaya yeniden açıklarsa, bu sizi gaza getirir mi?
***
Aziz Türk Milleti;
Bu günlerin geleceğini, sizlere yıllardır en açık ifadelerle cesurca ve tüm zorluklara göğüs gererek anlatmaya, inandırmaya çalıştık. Keşke yanılan biz olsaydık. Olan Türk Milletine oldu!
Şimdi sizlerden bir ricam var;
AKP’nin oy oranının süratle düştüğünü gören dünün suskunları korkakları, AKP’de Başbakanlık, Bakanlık yapmış larvalar, şimdi TV’leri, gazete köşelerini doldurmaya başladılar!
Fakat şunu “DOĞRU Partililerden” başka söyleyen çıkmadı!

  • Biz, 19 yıllık AKP Soygun döneminden hesap soracağız ve devr-i sabık yaratacağız…

Çünkü bunu söyleyebilecek kişilerin mazisi temiz olmalıdır.

DOĞRU Partililere şu an için TV ekranları ve Gazete sayfaları kapalı olabilir!
Bizim işimiz yasakları yıkmak, faşist yönetimleri devirmek ve özgürlüklerini halkımıza iade etmektir. Bizlere uygulanan bu yasakları da yırtıp atacağız.

Fakat, T.C. Devletinin kurucu değerlerini yani Laik Cumhuriyeti, Sosyal Hukuk Devletini ve Atatürk’ümüzün ilkelerini üç kuruşluk menfaatleri uğruna satıp, halkımızdan doğruları saklayan Haram Havuzu ve benzerlerinin medya organlarına asla çıkmayacağız.
Anadolu’yu adım-adım, ev-ev dolaşıp DOĞRU’yu ve silahsız Kuvayı Milliye hareketini anlatmaya devam edeceğiz.
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Sözünden Dönmeyene…

Sağlık ve başarı dileklerimle 12 Aralık 2020

TÜRKÇE TIP DİLİ BİLİMSEL TOPLANTISI KONUŞMA METİNLERİ

TÜRKÇE TIP DİLİ BİLİMSEL TOPLANTISI KONUŞMA METİNLERİ


Dostlar,

Geçtiğimiz yıl, 9 Eylül Üniversitesi Rektörlüğü ile Türk Nefroloji Derneği’nin ortak etkinliği olarak 1 günlük bir bilimsel toplantı yapıldı 14 Mayıs 2019’da..

Konu şöyleydi :

  • 1. TÜRKÇE TIP DİLİ BİLİMSEL TOPLANTISI

Düzenleme kurulu başkanlığını sevgili dostumuz Sn. Prof. Dr. Taner Çamsarı üstlenmişti.

Hemen hepsi meslektaşımız, arkadaşımız – dostumuz olan katılımcıların konuşmaları kitaplaştırıldı ve çok değerli bir kalıcı yapıta dönüştü.

Konuşma metinleri 9 Eylül Üniversitesi yayını olarak Eylül 2019 sonunda basıldı (200 adet).

92 sayfalık kitapta 10 bildiri ve serbest tartışma, katkılar yer alıyor (3.8 MB)..

Türkçe’nin nasıl yetkinlikle bir bilim dili, o arada Tıp Dili olabileceğini bir kez daha anlıyoruz kitabı okudukça.
Lütfen tıklayınız : 1._TURKCE_TIP_DILI_BILIMSEL_TOPLANTISI_KONUSMA_METINLERI_IZMIR_2019

Salt Türkçe sevdalısı Tıp Bilimcileri değil,  Dilbilimciler de bu sonuca varıyorlar bir kez daha.

Dolayısıyla ülkemizde, bir sömürge devleti gibi yabancı dilde eğitim çarpıklığı içimizi acıtıyor.

2. Türkçe Tıp Dili Bilimsel Toplantısı Mayıs 2020’de Kocaeli’de tasarlanıyor.

Büyük ATATÜRK, son derece yerinde gerekçelerle, görkemli Devrimleri içinde Dil Devrimi‘ne ayrı bir önem vermiştir.

Bu sitede Türkçemiz, Dil Devrimi konularında epey yazı yazdık.

Örneğin

ATATÜRK; TÜRK DİLİ ve Günümüz Kültür Emperyalizmi

Türk Yazı Devrimi

……….

Atatürk’ün kurduğu ve kalıtından (mirasından) gelir bırakarak bağımsızlıklarını ve üretkenliklerini sürekli kıldığı Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu, 12 Eylül 1980 darbecilerince kapatılarak Devlet dairesine dönüştürülmüştür. T.C.’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün vasiyeti, hukuk dışına çıkılarak çiğnenmiştir.

Bu açık aykırılığın – ihlalin daha fazla sürdürülmemesi gerekir.

Ne var ki, günümüz AKP siyasal iktidarı, Arap – Osmanlı hayranlığı – takıntısı ile Türkçemize karşı da düşmanca bir tutum – davranış içinde..

Tipik biçimde Arap emperyalizminin asimilasyon dışavurumu bu tablo gerçekte.. Çok yazık..

Gelişmiş ülkelerin Ulusal Dil Akademileri / Kurumları stratejik önemde kurumlar olarak görülmekte ve tüm ülke – halk – devlet tarafından bilinçli biçimde desteklenmektedir.  Ülkemizde, Dil Devrimine düşman bir karşıdevrim olgusu acı vericidir. Ulusumuz, bu sorunu da aşmalıdır, aşacaktır..

Sevgi ve saygı ile. 17 Şubat 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Dil Derneği Üyesi, Hekim,
Siyaset Bilimci (Mülkiye – SBF),
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

Öz Türkçe Sözcükler Neden “Tutmaz”mış?

29 İlkgüz (Eylül) 2019

Bay Atalık. 
Bu günkü yazınıza ilişkin düşünülerim ektedir…
Duru Türkçeli günler dilerim.

Tarık Konal

 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Öz Türkçe Sözcükler Neden “Tutmaz”mış?

Bay Atalık,
Cumhuriyet güncesi “Satranç” köşesinin yazarı.

Bugünkü yazının başlığında “yaymaca” gibi güzelim bir öz Türkçe sözcüğü kullandıktan sonra, bu sözcüğün “tutacağını sanmıyorum”  demeni çok yadırgadım.

Tutmaz ne demektir?  “Toplumca benimsenmez” mi demek istediniz?

Bir öz Türkçe sözcüğün toplumca benimsenip benimsenmeyeceğini anlamanın yolu-yöntemi, onu topluma sunmaktır.

Cumhuriyet öncesi bu toplumun mekteplerinde “Bir müsellesin mesahayı sathiyyesi, kaidesiyle irtifaının hasılı zarbının nısfına müsavidir ” diye söylenip  yazılırken, Atatürk adlı Bilge Önder’in başardığı Dil Devriminden sonra okullarımızda “bir üçgenin alanı, tabanı ile yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir” diye öğretilir oldu.

Toplumun bu söylemi benimsemeyeceğini sananlar vardı; ancak onların sanı’sı gibi olmadı gelişmeler, değil mi? Toplum öz Türkçeyi benimsedi…

Bay Atalık,

Özü Türk olanların sözlerinin de öz Türkçe olmasınından daha doğal ne olabilir?

Kökü de ekleri de bize özgü olmayan, Arap’ın, Fars’ın İngiliz’in, başka dillerin sözcüklerini bir kakavan (papağan) gibi yineleyip durmak yerine, öz Türkçemizi topluma benimsetmeye çalışmak yaraşır bize…

Türk diline tutkun bir yazar, bir öz Türkçe sözcüğü ilk kez kullanıyorsa, yaymaca (propaganda) biçiminde yazarak, bu güzelim sözcüğü Türk okuruna önerdiği gibi, bir erişkin eğitimi de vermiş olur…

Bu nedenle, Arapça zan değil öz Türkçe “sanı”; İngilizce konsept  yerine Türkçe “kavram”; Arapça hakeza  değil “buna benzerbunun gibi”; platform yerine (burada) “düşün köşesi”; Arapçada “büyük terazi” anlamındaki kıstas yerine öz Türkçe “ölçüt”; Fransızca organizasyon yerine öz Türkçe “düzenleme”; lağvedildi değil “kaldırıldıgeçersiz kılındı”; İngilizce kontrol değil de öz Türkçe “denetim”; lisans yerine (burada) “yetki belgesi”; İngilizce doping değil “yasaklı güç katımı”; Arapça bahsetmek  yerine “söz etmek”; Arapça müptedi  değil de Türkçe “öğrenmeye yeni başlayan”; Arapça şahsi değil de Türkçe “kişiye özgü”; business class değil de “iş adamlarına özgü bölüm”; İngilizce kamp değil de “dinlenek”; Arapça elzem değil de Türkçe “gerekli”; Arapça ziyaret değil de öz Türkçe “konukluk”; lanse değil de (burada) Türkçe “tanıtmak”; İngilizce performans demek yerine öz Türkçe “başarım, başarı” ya da “beceri sergileme”; İngilizce reyting yerine Türkçe “izlenme oranı”; stoik değil de “usçu yaklaşım” deseydin.. el sözcüklerini yaşatacağına Türkçemizi yüceltseydin, olmaz mıydı?

Ben Cumhuriyet’in 65 yıllık okuruyum. Cumhuriyet’in Bilge Önder Atatürk’ün çabasıyla ve Anadolu Aydınlanma Devrimini Türk Ulusuna anlatmak, benimsetmek ereğiyle yayın yaşamına başladığını bilen, unutanlara da anımsatan bir okur’um…

Arapça-Farsça-İngilizce öğreten biri gibi değil, Türkçemize özen gösteren bir yazar gibi yazmanı bekler, duru Türkçeli günler dilerim…

Kutlu Yayıncılıkça basılıp dağıtılan “Bize öz Türkçe yaraşır” adlı betiğin (kitap) yazarı Tarık Konal

=====================================
Dostlar,

TÜRKÇE’miz de EMPERYALİST KUŞATMA ALTINDA

Değerli arkadaşımız Sn. Tarık Konal‘ın saygın çabasını şükran ile karşılıyoruz. Düşüncelerine ve eylemine biz de katılıyoruz öteden beri..

Bu web sitesini izleyenler bilir, elimizden geldiğince, Büyük ATATÜRK‘ün Devrimlerinden ayrılması olanaksız DİL DEVRİMİ’ne de sahip çıkıyoruz. Hatta, kimi makaleleri sitemizde paylaşırken, yer yer sınırımızı aşarak, anlama dokunmadan, arı Türkçeleştirme yapıyoruz!

Ne yazık ki, yandaş basından bir yazar geçtiğimiz günlerde;

  • “Andımız asla geri gelmeyecek, bu memleketi Araplaştıracağız..“ diye yazdı makalesinde.

Bu davranış nasıl açıklanabilir? İlki Türk olmamak ya da Türk olduğu halde anlaşılmaz biçimde, nedense, soyunu yadsımak.. İkincisi gerçekten Arap olmak ve Türkiye’de Arap emperyalizminin militanı olmak.. 3. olasılık ise yabancı güçler adına çalışmak..

Hangisi bay yazar, hangisi size uyan(lar)!?
****
Dehşetle anımsıyoruz, geçtiğimiz yıl Ankara’da evimize gelen su düzeneği onarımcısı (“su tesisatı tamircisi“ demedik bakın!) “selamın aleyküm“ diye içeri girince biz de “günaydın, iyi günler..“ gibi bir yanıt verdik ve neden Arapça selamlama yaptığını sorduk. Önce, “Allahın selamı bu“ dedi öfkelenerek. Biz yalnızca Arapça selamlaşmak olduğunu, dinle değil dille ilişkili olduğunu söyleyince;

  • Biz zaten Arabız.. “ demez mi!
    Adı Türkçe idi ve gerçekte etnik olarak Arap değildi. Neden kendisini böyle tanımlıyordu? Lise mezunu idi..  ATATÜRK’ün Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip‘in yazdığı Andımız’ın AKP tarafından yasaklanmadığı yıllarda liseyi okumuş olmalıydı.
    *****
    Çok yönlü bir KÜLTÜR EMPERYALİZMİ KUŞATMASI altında olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu kuşatma ile başetmek için önce sorunu tanılamak (teşhis etmek) ve kabul etmek gerekir. Ardından da bütüncül (sistematik) ulusal politikalar geliştirmek ve kararlılıkla uygulamak.

Fransızlar hala, tüm dünyada yerleşmesine karşın AIDS değil SIDA demekteler. Bilgisayar için de hala “kompüter“ değil, “ordinatör“ sözcüğünü kullanıyorlar.

Moskova Dil Akademisi ise tam bir devlet bilinci ile kurulmuş ve çalışmakta olan bir kurum. Bilim ve teknolojiye başka ülkelerin dillerince kazandırılan terimleri, alan uzmanları ve dilbilmciler eliyle, yeni sözcükler “uydurarak“ Rusça’ya kazandırmaktalar. Lütfen, “uydurma“ eyleminin Dilbilimdeki gerçek anlamını dikkate alalım.. Diller zaten bütünüyle “uydurma“ çabasının ürünüdür. Nesnelere, olgulara, süreçlere… insanlar uygun seslendirmelerle sözcükler “uydurarak“ ad verip, dilleri geliştirmişlerdir.

Zor bir eylemdir Dibilimde “uydurma“, yaratıcılık ve birikim ister, Ulusun ekinini (kültürünü) derinlemesine tanımayı ve sürekli takım çalışmasını zorunlu kılar.

Dil = Uydurma“ denklemi rahatlıkla kurulabilir.

Bu amaçlarla, Büyük Atatürk 1932’de Türk Dil Kurumu‘ nu Devletin dışında özerk bir Kurum (Dernek) olarak kurmuş ve Dil Devrimi sürecini kurumsallaştırarak sürekli kılmak istemişti. Kalıtından (mirasından) gelir de bırakmıştı bu Kurumun akçalı (mali) özerkliği için. Ne acıdır ki, 12 Eylül 1980 darbecileri, Türk Dil Kurumunu da, onun kardeşi ve benzer devrimci bilinçle yine büyük Devrimci Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kurulan Türk Tarih Kurumunu da devlet dairesine dönüştürerek işlevsizleştirdi.

Aydınlanma Devrimi karşıtı AKP iktidarı ise, 17 yıldır tüy dikti bu 2 Kurumun ve çalışmalarının üstüne.
****
İlginçtir ki, Cumhuriyet Gazetemizde son günlerde hem Dil yanlışları epey arttı hem de arı Türkçe kullanımı belirgin düzeyde geriledi. Bu sorunu Gazete yönetimine sunmak isteriz, düzeltilmesini dileriz tez elden..
****
Bir sömürge ülkesiymişçesine, okullarında başka dillerde eğitim verilen ve bu durumun giderek yaygınlaştırıldğı  caaanım Türkiye’mizde, bu aşağılanma içimizi yakıyor..

Türkçe aşığı, uluslararası ünlü bilim insanımız merhum Prof. Oktay Sinanoğlu‘nun bu bağlamdaki çabaları ne denli uyarıcı ve değerliydi. Aşağıdaki 2 önemli kitabını mutlaka okumalı, okutmalı. Uyarı çok önemli hatta kritik :

  • Türkçe giderse Türkiye gider!

oktay sinanoğlu türkçe giderse türkiye gider ile ilgili görsel sonucu

oktay sinanoğlu türkçe giderse türkiye gider ile ilgili görsel sonucu

Önceki hafta yayınlanan MEDİKAL EPİDEMİYOLOJİ adlı kitap çevirimizde, elimizden gelen çabayı gösterdik bu alanda Türkçe terimler kazandırmak için Dilimize.. Umarız benimsenir, yerleşir, kullanılır.. Yine “Uydurma“ eylemiydi yaptığımız! Kötü niyetle bu sözcük anlamından saptırılmaz ise.. ki hem ayıp hem bilisizliktir (cehalet) böylesi davranış.

​Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2019, Datça

Dr. Ahmet SALTIK​ MD, MSc, BSc​
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı​ (Ankara Üniv. Tıp Fak.)
​Mülkiyeliler Birliği Üyesi​​ – Sağık Hukuku Bilim Uzmanı​
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

AMAN, İŞ BANKASINI KAPTIRMAYALIM!

AMAN, İŞ BANKASINI KAPTIRMAYALIM!

Konuk yazar : Zeki Sarıhan

Ülkemizdeki bütün devlet bankaları, cumhurbaşkanının elindedir. O AKP Genel başkanı da olduğundan, devlet bankaları aynı zamanda bu partinin tasarrufu altındadır. Hangi iş adamlarına bol keseden kredi verilecek, hangi televizyon ve gazete satın alınacak, nerenin zararı kapatılacaksa bu bankalar hizmete amade tutulur. Böylece yasada “Partiler banka sahibi olamaz” hükmünün gerçekte geçerliliği yoktur.

Şimdiye kadar, milletin varlıklarını özelleştiren, elindeki varlıkları har vurup harman savuran Hükümet, mali krizle baş edebilmek için emri altına alacağı kaynaklar ararken İş Bankasını keşfetmiş ve bu bankada Atatürk’ün hisselerine el koyma hazırlığına başlamıştır. Bu hisseleri, Atatürk’ün vasiyeti üzerine CHP yönetmekte, kâr Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu arasında paylaşılmaktadır.

1980 faşist yönetimin başı hızlı Atatürkçü Kenan Evren de devlet adına bu paraya el koymak istemiş, konu mahkemeye intikal etmiş, dava sonuçlanıncaya kadar iki kurumun bankadan yapılacak ödemeleri bloke edilmişti. Sonunda mahkeme bu vasiyetin geçersiz sayılamayacağına hükmederek paranın birikmiş faizleriyle birlikte bu iki kuruma ödenmesini kararlaştırılmıştı. Gerçi Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, adlarını korumakla birlikte eski kimliklerinden uzaklaştırılarak özerklikleri yok edilmiş ve birer devlet kurumu haline getirilmişti. Bununla ilgili açılan davalar ise olumlu sonuçlanmadı.

BİR DÖNEMİN SİMGESİ

İş Bankası özel bir ticari kuruluştur. Devlet eliyle zengin yaratma döneminin simgesidir. Kurtuluş Savaşı’na yardım için Hindistan Müslümanları (Bugünkü Pakistanlılar) tarafından birkaç defada gönderilen nakit yardımlar, Atatürk’ün hesabında tutulmuş, savaştan sonra 1925’te İş Bankasının kuruluşuna sermaye yapılmıştır. İlk genel müdürü de tek parti kadroları içinde liberalizmi temsil eden Celal Bayar’dı. Aynı yıl ilan edilen Takriri Sükûn Kanununu nedeniyle kimse buna karşı çıkamamıştır. Şimdiki Takriri Sükûn (OHAL) döneminde partisinden kimsenin Erdoğan’a karşı çıkamaması, buna cesaret edebilen muhaliflerin de kırk katırla kırk satırdan birini beğenmek zorunda kalması gibi…

Kuşkusuz ki bu banka ve Orman Çiftliği Atatürk’ün üzerinde büyük bir yüktü. 1937’de gayrimenkullerini devlete devrederken o gün en mutlu gününü yaşamış, üzerinden Uludağ gibi bir yükün kalktığını söylemiştir. Konu ile ilgili olarak dört yıl önce yayımladığım ve büyük ilgi gören yazı için linki tıklayınız :
https://odatv.com/ataturkun-en-sevindigi-an-neydi-1701141200.html

Erdoğan ise üzerindeki yükü atmaya niyetli görünmüyor… Atatürk’ün 1938’de ölmeden önce yaptığı ve nakit servetini kimlere bıraktığını belirten vasiyetini yazarken de aynı duyguları yaşadığını düşünebiliriz. Falih Rıfkı, Çankaya kitabında İş Bankası’nın Hindistan Müslümanlarından gelen para ile kurulduğunu anlatırken Atatürk için “Bu paraya el sürmemeli idi” diye yazmıştır.

Sonuçta, yakınlarına bıraktığı bazı nakit dışında bu para, Çiftlik gibi millete intikal ettirilmiş bulunuyordu. Şimdi buna AKP’nin el koyma kararı, Bankanın kuruluşunda göze batan hareket kadar usulsüzlük ve mantıksızlıktır. Ekonominin yönetiminde devlet bankalarının da önüne geçmiş olan İş Bankası, 93 yıldır verdiği kredilerle kimlerin zenginleşmesine hizmet etmiştir veya ekonominin gelişmesine ne gibi hizmetlerde bulunmuştur? Bu bilgiler “İş Bankası Tarihi” adlı kitapta bulunabilir. Ancak bunlar geçmişte kalmıştır.

  • Bugünün sorunu ise ekonomi yönetiminin tek bir adamın elinde bulunması ve bunun için özel varlıklara el koyma çabasıdır.

BANKANIN KÜLTÜR HİZMETLERİ

Ülkenin iktisadi yaşamı kuşkusuz herkesi ilgilendirir fakat sanat ve kültür hayatıyla ilgilenenler için İş Bankası’nın başka bir anlamı daha vardır ki o da bankanın yayımlamakta olduğu kitaplardır. Bunların kültür hayatımızda büyük bir yeri olduğu kuşku götürmez. İş Bankası’na el koyacak bir AKP yönetiminin bütün bu yayınları elinin tersiyle iteceği ve yerlerine Mızraklı İlmihal türü kitapları koyacağını kestirmek zor değildir.

Bu nedenle, kuruluş biçimi hakkında itirazlarımıza karşın derim ki,

  • Aman İş Bankasını AKP’ye kaptırmayalım. Onun elinde zaten Karun Hazineleri var.

Ülkenin bankacılık sistemine nasıl bir biçim vereceğimizi de bir halk iktidarı kurduğumuz zaman karar veririz.  (17 Ekim 2018)

Öbür yazılar için: www.zekisarihan.com

Dil Bayramı’nı kutluyoruz

Olaylar Ve Görüşler

Dil Bayramı’nı kutluyoruz

12 Eylül paşalarının kapattığı TDK’nin yerine Dil Derneği’nin üstlendiği Dil Bayramı organizasyonları bu yıl da devam ediyor.

SEVGİ ÖZEL
Dil Derneği Başkanı / Yazar
26.09.2018, Cumhuriyet

Atatürk, 1932 Temmuz’unda Türk Dil Kurumu’nu (TDK’yi) dernek olarak kurdu. TDK, 26 Eylül 1932’de ilk Türk Dili Kurultayı’nı topladı. Bilimcilerin, yazarların ve halkın katıldığı kurultayda 26 Eylül Dil Bayramı olarak kabul edildi. Bugün 86. Dil Bayramını kutluyoruz; ne ki Atatürk’ün kurduğu TDK’yi Kenan Evrengiller, Ata’nın vasiyetnamesini çiğneyerek yasa zoruyla 1983’te kapattı. Atatürk’ün kurumunun amacını 22 Nisan 1987’de kurulan Dil Derneği üstlendi.
1950-60 arasında çoğunca perde arkasında; 1970’lerden, özellikle 12 Eylül’den sonra azgınca ‘milliyetçi muhafazakâr’ların; 15-16 yıldır ‘milliyetçi muhafazakâr’lığı da soyunan ‘din’ odaklı siyasanın ‘parlak’ sözcülerini kusturucu otlar gibi çoğalan TV’lerde beş dakika izlemek yetiyor. ‘Besleme cahiller’in bir bölümü gerçekten ‘zırcahil.’ Dil Devrimi’ni salt sözcük türetme eylemi sanıyor ve eleştiriyorlar. Bir bölümü, ‘zırcahil’i de oynatan uyanıklar; bireysel çıkar için hem ülkenin hem Türkçe’nin tarihsel akışını bilip de bilmezden geliyorlar. Aralarında aklınıza gelen her daldan Atatürk ve cumhuriyet karşıtı var. Yenileşen dilin düşünceyi de yenileştireceğini, bireyin özgürce düşünmesi ve düşünceyi özgürce açıklaması için tek aracın dil olduğunu biliyorlar. Dil Devrimi’ne tepkinin kökeninde düşünce özgürlüğünden korku var; anlamadığı, kullanamadığı bir dille toplumu çocuklar bile kandırır. Toplumu kandırmayı meslek edindiler; adil ve demokrat değiller; her şeyi biliyorlar. ‘Geçmişimiz’ diye Fatih’i Kanuni’yi anıyor; Kanuni’den Abdülhamit’e atlayıp imparatorluğu çöküşe götüren yüzyılları yok sayıyorlar. Dededen oğula aktarılan yalanlarla imparatorluğun son döneminde yazı ve dile umar arayan aydınlara saygısızlık yapıyorlar. İmparatorluk’ta, 1800’ler biterken yeni okulların açılması, çağdaş bilgi içeren kitapların çevrilmesi istenmiş; ama Osmanlıca’nın batıda ortaya çıkan kavram ve terimleri karşılayamadığı anlaşılmıştı. İlk tıp okulunun öyküsü, acı ve utanç örneğidir (1805). Koca imparatorluk öğrencilerin, İstanbul’daki İtalyan eczacılardan dil öğrenmesini düşünmüş, bu girişim fiyasko ile sonuçlanmış; aynı okul II. Mahmut döneminde açılırken Fransızca öğretim dili (1827) yapılmış; bu yöntem Türkçe’nin bilim dili olmasına yaramamıştı.
Osmanlı’nın son dönemiyle Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki dil tartışmalarına noktayı Mustafa Kemal koymuş; Türkçe’ye güveni sağlamıştır. Osmanlı aydınları, dili tartışırken kapağında Türkçe Sözlük yazan tek yapıt yoktu. Dil Devrimi uydurukçuluksa tarihsel akışta uydurukçuluğu yeğleyen, birçok övünç kaynağımız var.

Güzel dil Türkçe bize
Başka dil gece bize
İstanbul konuşması
En saf en ince bize

diyen Ziya Gökalp, çağdaşları gibi Türkçe’yle değil Osmanlıca’yla düşünmüş olsa da değerli bir uydurukçudur; kültüre (culture) karşılık ‘hars’ı; psikolojiye ‘ruhiyat’ı; sosyolojiye ‘içtimaiyat’ı uydurmuştur.

‘Dil yürüyor’
Nurullah Ataçlar, Ömer Asım Aksoylar, Emin Özdemirler Türkçe’nin olanaklarını kullanarak, Türkçe düşünerek uydurdular. Dilimizde tüy değil, ağaç da bitse, uydurmaktan caymayacağız.
Türkçe, ilk kez cumhuriyet döneminde topluca düşünülmüştür. Ruşen Eşref Ünaydın, ilk Türk Dili Kurultayı’nın son günü Türk Devrimi’nin dile yansıdığını belirten coşkulu konuşmasında, “Mustafa Kemal’ce düşünmek demek, incelemek, bütünleştirmek, bilinçlendirmek, düzene sokmak, sistemleştirmek demektir. Bu yöntem, Çanakkale’den dil kurultayına kadar aynı hızı ve sırayı gösterir” demiştir. Bugün Mustafa Kemal’ce düşünme yetisi olmayanlar Türkçe’ye güvenmiyor. Biz Mustafa Kemal Atatürk’e güveniyoruz; Atatürkçü düşünceden aldığımız güçle Türkçeye güveniyoruz. Atatürk’ün dediği gibi,

  • “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti”nin karartılan bütün Cumhuriyet değerleriyle “dilini de yabancı diller boyunduruğundan” kurtaracağına inanıyoruz.

Karşıdevrime karşın, Nâzım’ın dediği gibi, “Dil yürüyor! Yürüyenin önünde durulmaz!” 

86. Dil Bayramı kutlu olsun!
====================================
Dostlar,

Bu gün, 26 Eylül 1932 Türk Dili Kurultayı’nın toplanmasının 86. yılı.
Bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği başta Ankara, İzmir olmak üzere bir dizi etkinlikler düzenledi.

Büyük Atatürk‘ü, yaşamın bu önemli alanının da doldurduğu için şükranla anıyoruz..

Dernek Başkanımız Sn. Sevgi Özelin makalesini ve coşkusunu bizde paylaşıyoruz..

86. Dil Bayramı kutlu olsun!

Sevgi ve saygı ile. 26 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Dil Derneği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

TÜRKİYE İŞ BANKASI

TÜRKİYE İŞ BANKASI 

Suay Karaman

Suay Karaman

Eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk‘ün direktifleriyle ve sermayesine bizzat katılımıyla, 26 Ağustos 1924’te Türkiye İş Bankası kurulmuştur. Genç cumhuriyetimizin tüm bankacılık işlemlerini gerçekleştirmek, ulusal tasarrufları harekete geçirmek, temel ekonomik atılımları finanse etmek, kredi gereksinimlerini karşılamak ve sanayi ile ilgili gelişmeyi başlatmak için kurulan Türkiye İş Bankası, Cumhuriyet döneminin ilk ulusal bankası olma niteliğini taşımaktadır.

Türkiye İş Bankası, finans sektörünün yanı sıra Türkiye’de sanayinin gelişmesine de büyük katkılar sağlamıştır. Sanayileşme tarihinin mimarı ve lokomotifi olan Türkiye İş Bankası, Türk özel sektörünün varlık ve gelişimine de büyük destek vermiştir.  Türkiye İş Bankası’nın finans, cam, telekomünikasyon ile sanayi ve hizmet ana gruplarında faaliyet gösteren 23 şirkette doğrudan ortaklığı bulunurken, 95 şirkette de dolaylı ortaklığı vardır. Bugün bankacılık alanında ülkemizin en büyük bankası olmanın ötesinde, birçok büyük şirketin ortağı olarak da ülkemizin en büyük holdingi sayılmaktadır. Bu holdingin %28.09 hissesi Atatürk’ün, %40.12 hissesi banka çalışanları ve emeklilerinin olup, geri kalan %31.79 payı ise halka açılmıştır. Yani bu holdingin patronu yoktur.

Bankanın kurucularından Atatürk’e ait hisseleri, Cumhuriyet Halk Partisi temsil etmektedir; bu temsil, Atatürk’ün vasiyetine dayanmaktadır. Bankadan elde edilen gelirler ise Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’na bağışlanmıştır.

  • Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Türkiye İş Bankası’ndan hiçbir gelir gelmemektedir.

Banka Yönetim Kurulu 11 kişiden oluşmaktadır; 7 üye bankanın kendi içinde çalışanlarından seçilmektedir, kalan 4 üye ise Cumhuriyet Halk Partisi temsilcileridir.

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, ekonomik krizin derinleşmeye devam ettiği süreçte Türkiye İş Bankası’nı hedef alan bir açıklama yaparak, bankadaki Cumhuriyet Halk Partisi hisselerinin Hazineye devredilmesi gerektiğini söyledi. AKP Sözcüsü Ömer Çelik; “Bir partinin niye bir bankanın yönetiminde koltuğu olur? Atatürk’e saygı gereği CHP’nin bu pozisyondan vazgeçmesi gerekir.” derken, Atatürk’e ve anısına yapılan büyük saygısızlıkları görmek istememektedir.

Atatürk’ün mirasçısı Türk Milletidir. CHP, İş Bankası hisselerini Türk Milleti’ne iade etmelidir.” diyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Atatürk Orman Çiftliği’nin de Atatürk’ün mirası olduğunu unutmuştur.

  • Milliyetçilik; ülkesinin topraklarına sahip çıkmaktır, ulusal değerlerini korumaktır, ülkesinin kurucusuna saygı duymaktır; mafya ortaklığıyla milliyetçilik yapılmaz.

Büyük önderimiz Atatürk’ün kurduğu Sümerbank, Etibank, Atatürk Orman Çiftliği gibi daha nice ulusal değerimizi yok edenler, şimdi gözlerini Türkiye İş Bankası’na çevirdiler. Ekonominin durumu her geçen gün kötüye giderken şimdi Türkiye İş Bankası’nı alıp Varlık Fonu‘na devrederek, bu büyük kuruluşun içi boşaltılarak, yok edilmek istenmektedir.

8 Ağustos 1951’de Demokrat Parti iktidarınca çıkarılan 5830 sayılı yasa ile 4819 şubesi olan Halkevleri kapatılmış ve mallarına el konmuştu. Ülkenin birçok yerinde siyasal etkinliklerine Halkevlerine ait binalarda devam eden Cumhuriyet Halk Partisi, bu yasa ile parti binalarını boşaltmıştır. Demokrat Parti’nin 14 Aralık 1953’te çıkardığı 6195 sayılı yasa ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin mallarına el konmuştu. Ancak Türkiye İş Bankası hisselerine, kamuoyunda büyük gürültü çıkacağı endişesiyle dokunulmamıştı.

27 Mayıs 1960 Devrimi’nden sonra Cumhuriyet Halk Partisi, 21 Şubat 1963’te, 6195 sayılı yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, 6195 sayılı yasayı tümüyle anayasaya aykırı bularak, 11 Ekim 1963’te iptal etti.

12 Eylül 1980 döneminde malvarlığı elinden alınarak kapatılan Cumhuriyet Halk Partisi, 9 Eylül 1992’de yeniden açıldıktan sonra dava açmış, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin verdiği kararla mal varlığını ve Türkiye İş Bankası’ndaki hisselerini tekrar geri almıştı. Bu yüzden Atatürk’ün mirasına ve kesinleşmiş mahkeme kararlarına karşın, Türkiye İş Bankası hisselerinin devrine ilişkin tartışmaların hiçbir hukuksal gerekçesi yoktur. Buradaki asıl amaç Atatürk’ün hisseleri değildir;

  • Türkiye İş Bankası’nın dev yatırımlarını satarak, yerel seçimlere dek ekonomik olarak günü kurtarmaktır.

Güven duyulan kuruluşların başında bankalar gelmektedir. Bu güvenin ulusal ve uluslararası kamuoyunda titizlikle korunmasının bankalardan çok ulusal ekonomi açısından büyük önem taşıdığı bilinmelidir. Siyaset malzemesi yapılamayacak önemde bir kuruluş olan Türkiye İş Bankasını hedef almak, aynı zamanda ülke ekonomisini de hedef almak anlamına gelmektedir. Gündem değiştirmeye ve akçeli getiriler sağlamaya çalışılan bu gibi sözlerden kaçınmak gerektiği bilinmelidir. (24.9.18)
==================================
Dostlar,

Değerli dostumuz sevgili Suay Karaman’ın bu yazısı da öbürleri gibi 4/4’lük!
Ekleyecek – çıkaracak – düzeltecek yanı yok:
Kendisini kutluyor, içeriğini ay-nen onaylayarak sitemizde paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 24 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Emin Özdemir’i kaybettik

Türkçe üzerine çalışmalarıyla tanınan, uzun yıllar Türk Tabipleri Birliği Behçet Aysan Şiir Ödülü Seçici Kurulu üyesi olarak görev yapan, dilbilimci-yazar Emin Özdemir’i yitirmenin acısı içindeyiz. Tüm ailesine, yakınlarına, öğrencilerine başsağlığı diliyoruz.

Emin Özdemir, 3 Eylül 2017 Pazar günü Ankara’da Kocatepe Camii’nde kılınacak öğle namazının ardından son yolculuğuna uğurlanacak. (02.092017, http://ahmetsaltik.net/wp-admin/post-new.php)

Emin Özdemir kimdir?

Emin Özdemir, 1931 yılında Kemaliye’de doğdu.
Pamukpınar Köy Enstitüsü’nden sonra Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü’nü bitirdi. Amerika’da Colombia ve Indiana üniversitelerinde ‘metin hazırlama ve anlatım teknikleri’ konusunda eğitim gördü. Hacettepe Üniversitesi Temel Bilimler Fakültesi Temel Türkçe Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.
Ankara Üniversitesi Basın ve Yayın Yüksekokulu, bugünkü adıyla İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak görev yaptı. Emekliye ayrıldıktan sonra Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarına etkin bir biçimde katıldı. Aynı zamanda yıllarca TRT’de yayınlanan Bir Kelime Bir İşlem yarışmasında kelime analizi yaptı. Emin Özdemir, Türk Tabipleri Birliği’nin şair Dr. Behçet Aysan ve 1993 yılında Sivas Madımak’ta katledilen aydınlar anısına düzenlediği Şiir Ödülü’nün Seçici Kurul üyesi olarak görev yapmıştı.
=====================================
Dostlar,

Merhım Dilbilimci Özdemir ile pek çok düzlemde birlikte olma olanağı bulduk.
Ankara Üniversitesinde, üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneğinde ile Dil Derneğinde.

Dil Derneği de bir açıklama yaptı bu bağlamda :

  • Üyemiz Emin Özdemir yaşamını yitirmiştir. Atatürk’ün Türk Dil Kurumu‘nda,
    Dil Derneği’nde Türkçeye emek verdi; onlarca sözcük/terim üretti; bu ülkeye
    onlarca bilinçli genç yetiştirdi. Birbirinden değerli pek çok kitap yazdı;
    düşünceleri, duruşu ödünsüzdü. Düşüncelerini, yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmak boynumuzun borcu.

    3 Eylül 2017 Pazar günü Kocatepe Camisinde öğle namazından sonra
    Cebeci Asri Mezarlığında toprağa verilecektir. Ailesine, yakınlarına,
    bütün dilseverlere, bütün yurtseverlere direnme gücü diliyoruz.

    Başsağlığı için Murat Erhan (damadı) 0532 295 31 75
    ******
    Güle güle Emin Özdemir.. güle güle..

    Sevgi ve saygı ile. 03 Eylül 2017, Datça

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi  – Dil Derneği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?

ARŞİVİMİZDEN….

Dostlar,

23 Aralık 2010’da 5+ yıl önce kaleme aldığımız

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ? 

başlıklı makalemizi 12.5 2012, 09.12.13 ve 21.09.014’te 3 kez öne çekerek sunmuşuz.
bir kez daha yineleme gereği duyuyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
10.02.2016, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltk@gmail.com

=====================================================

Dostlar,

Güncel tartışmalar bağlamında, bu sitede 12 Mayıs 2012’de yayımladığımız,
23 Aralık 2010’da kaleme aldığımız makalemizi yeniden paylaşmak istiyoruz..

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?

Bir de, Şeyh Sait‘in İstanbul’da yayımlanan İKDAM Gazetesi’ne 07 Mart 1920’de yazdığı çok önemli bir mektup söz konusu..

Bu mektubunda Şeyh Sait, geçmişin kanlı bedellerini – tuzaklarını unutmadıklarını,

  • Kürtlerin Ermenilerin ve emperyalistlerin oyununa gelerek
    Osmanlı yönetimine isyan etmeyeceğini
    … vurgulamakta.

Mektubun önemli bir bölümü aşağıda..

Günümüz Kürt önderlerinin dikkatle okumalarında sayısız yarar var..

Kürt kardeşlerimizin kanı – canı ve gözyaşı üzerinden Kürtçülük yaparak siyaset eyleyen ve Kürt ve Türk’ü birbirine kırdıran sefil siyaset esnafına bir yararı yok elbette.

Fakat, ırkçılık yapmayan ve bölücü emperyalist Batı’ya taşeron politikalara alet olmak istemeyen Kürt kökenli yurttaşlarımızın aydınlanması içindir ibretle doludur..
Kürt kökenli aydınlarımızın ise bu bağlamda öncü aydınlatıcı rol üstlenmeleri,
namus borçlarıdır.

Thomas_Jefferson_Bir_Ulus_Yarattik

Sevgi ve saygı ile.
9.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?

portremiz_SALTIK_ Ahmet

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Ankara Üniv. Tıp Fak.
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Dil Derneği Üyesi
23.12.10, Ankara

Son günlerde Güneydoğu bölgemizde kimi genç politikacılar, haklı gerilim doğuran sözler etmeye, tuhaf demeçler vermeye, yandaşlarına “ilginç” kararlar aldırmaya başladılar. Neyin savunulabilir olduğunu ve neler söylenerek neler yapılabileceğini sınamak için taktik amaçlı zemin arıyorlar sanırız. Ancak altını çizelim ki; Kuzey Irak’ta bu yapay “nation building” süreci, dıştan dayatmayla sağlanan elverişli ortamda gerçekleştirilmek ve bağımsız bir kukla Kürt devletine dönüşmek üzeredir.

Ülkemizin, Anayasadaki “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” niteliklerini
henüz tümüyle yaşama geçiremediği, hatta kimi bakımlardan AKP iktidarı döneminde geriletildiği acı bir olgudur.

Fakat ekonomide ve toplumsal yapıda, Büyük Atatürk’ün gösterdiği doğrultuda

  • “Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir halk devletidir, halkın devletidir.”

yönlü girişimlerle bu temel sorunu aşarak, yine Atatürk’ün özlemiyle “Ayrıcalıksız sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olacağız.” hedefine dönük bir ulus-devlet yaratmayı sürdürmek varken; sonu belirsiz etnik köken, mezhep vb. ayrılıkları körükleme sorumsuzluğu, kendi dilini ve bağımsız yaşama direncini koruyarak tarihin derinliklerinden 21. yy’a dek ulaşan 80 milyon nüfuslu koca ülkeye yakışmıyor.

E. Büyükelçi Deniz Bölükbaşı; AKP damgalı “açılım ve çok dilliliğin arkasında ABD’nin olduğunu” öne sürmekte ve “5 Kasım 2007’deki Beyaz Saray görüşmesi tutanakları açıklanırsa Demokratik açılımın arkasında ABD’nin olduğu net olarak görülecektir.” demektedir. Buna göre Başbakan R.T. Erdoğan, ABD Başkanıyla etnik açılımın
3 temele dayanmasında uzlaşmıştır :

1. Etnik kimlik
2. Yönetim hakkı
3. Dil dayatması !

Washington’a giden Kürt heyetlerinin kulağına Ankara-Washington uzlaşmasının içeriği fısıldanmış olmalı ki; AKP açılım projesinin uygulandığı süreçte Kürtler bu 3 dayatmayı gündeme getirmişlerdir.

Son olarak Kürdistan parlamentosu niteliğindeki Demokratik Toplum Kongresi’nde alınan kararla; demokratik açılım gerekçesiyle ayrı bayrak, öz savunma direnişi, demokratik özerk Kürdistan’da resmi dil Kürtçe ve Türkçe tasarımlarını
ileri sürmüşlerdir..

Bölükbaşı’nın söylemini doğrulayan demeç Beyaz Saray’dan gelmiştir. Başkan Obama, -Hürriyet’in sorularını yanıtlarken- PKK ile savaşımdaki birlikteliğe değinirken AKP’nin inatla sürdürdüğü, bugüne dek içeriği anlaşılmayan Milli Birlik Projesi adındaki “açılımı” övmüş, “Açılım sürerse PKK’nin çekiciliği kalmaz” demiştir. Gerçekte Başkan Obama; Kürtlerin sorunun çözümünde doyurucu bulmadıkları öneriler / ödünler “sürdürülür ve genişletilirse, PKK’nin gücünün zayıflayacağını” söyleyebilmiştir!

  • Bizler, tüm Anadolu halkı olarak Homeros’un, Hipokrat’ın, Tales’in, Diyojen’in, Yunus’un, Hacıbektaşı Veli’nin, Mevlana’nın, Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ların, İbni Haldun’un… Kurtuluş Savaşımızda ve sonrasında
    bir potada kaynaşan görkemli harmanıyız.

Büyük Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk Milleti denir.” diyerek hepimizi emperyalizme karşı birleşmeye çağırmıştır.

Çağdaş toplumdan ne anlamak gerekir ?

Her şeyden önce çağdaş bir ulus ve ona dayalı bir “ulus devlet” yaratmaktır.
Ancak ulus yaratma, kan ya da soy bağına dayalı ilkel bir ırkçı anlayışı şiddetle dışlar. Kaldı ki, günümüzde tüm farklı etnik kökenler, -başta evlilik olmak üzere- birlikte yaşamın ürünü olarak öylesine kaynaşmışlardır ki, genetik olarak saf bir ırk ya da etnisiteden
söz etme olanağı bilimsel olarak kalmamıştır.

Denebilir ki; etnisiteler tarihsel, sosyal bir hatıraya indirgenmiştir..

Türkiye’mizde Türk ve Kürt -ve öbür- yurttaşlar arasında bu kaynaşma çok daha ileri aşamadadır.

Bu sayededir ki, 40 bine varan yurttaşını yitiren, çok ağır bir bedel ödeyen halkımız,
hâlâ “Kürt kardeşlerine” karşı intikam ya da şiddet dürtüsüne yenilmemektedir, yenilmemelidir de..

Ancak bu sosyal psikolojik eşiğin daha çok zorlanmaması gerektiği de
açık bir tarihsel gerçekliktir.

Çünkü çağdaş ulus hümanisttir. Eşitlik ve özgürlük üzerine kurulur.
Kalkınmacıdır; kalkınmayı planlı bir ekonomiyle yurdun her yanına dengeli biçimde dağıtmayı, sosyal adaleti amaçlar. Tekil / Üniter yapı içinde ve çağdaş değerler ışığında; bireylerin kendilerini, dinsel inançlarını dile getirme olanağı sağlar. Amaç,
tüm yurttaşların özgürce mutlu olarak yaşayacakları bir ortamın yaratılmasıdır;

Nazım Hikmet’in özlemi gibi :

  • Bir ağaç gibi tek başına ve özgür, bir orman gibi bir arada ve kardeşçe..

“Dünyada barış, yurtta barış” Atatürk’ten bize ve tüm insanlığa temel öğüttür..

Elbette etnik kümeler, böylesine uygarlıklar beşiği bir Türkiye’de kendilerini özgürce dile getirecektir. Türkülerini söyleyecekler, ağıtlarını yakacaklar, kültürlerini yaşatacak ve geliştireceklerdir. Yürürlükteki yasal düzenlemeler ve yaygın olarak benimsenen uygulamalar buna elvermektedir.

Türkçe dışında herhangi bir dilin konuşulması, yazılması, öğretilmesi, bu dilde yayın yapılmasına… yaşam alanlarında kullanımına engel yoktur. Hatta TRT, Kürtçe yayın yapan bir kanal kurmuştur. Çağdaş kültür; kökü bu topraklarda olan, bu topraklarda yaşayan tüm kültür değerlerinin laiklik ilkesi ışığında aklın ve bilimin süzgecinden geçirilerek, ortaklaşa oluşturacağımız bir yaşam biçimdir.

Büyük Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” derken bu harmana işaret etmektedir.

Tüm bunların beşiği ise bağımsız bir devlettir; ülkesiyle ve ulusuyla bölünmez vatandır. Ne var ki,

“Çift dil dayatması” yalnız değildir. Yukarıda da değindiğimiz üzere 3’lü bir salvo ile karşı karşıyayız :

Etnik kimlik – yönetim hakkı – dil dayatması !
Herkesin, 21. yy’ın şu çıplak gerçeklerini çok iyi kavraması gerekmektedir :

1.Emperyalizm “divida et impera” atasözüyle kültüründe, genetik kodlarında yer alan “böl ve yönet” oyununu türlü yöntemlerle acımasızca ve
son derece sinsi olarak sürdürmektedir. Kürt kardeşlerimiz bu olguyu görüyorlar mı? Soralım : Bilerek ya da bilmeyerek emperyalizme hizmet edebilirler mi?

20. yy. başında 20+ devletten o yüzyıl sonunda 100+ devlete, 21. yy. sonunda ise 1000 devletçiğe ulaşma planı neyin nesidir? Halkları özgürleştirme midir, karakol / istasyon / kukla devletçikler yaratarak sömürgeciliği sürdürmek midir ? Ve bu atomizasyon politikasının temel aracı nedir? Emperyalizm, dağın başındaki 3,5 etnisiteye özgürlük / devlet kurma aşkı ile yanarken (!);

AB neyin nesidir? 27 farklı millet (etnisite değil!) neden ekonomik işbirliği ile yetinmeyip var gücüyle siyasal bir birlik kurmak için çırpınmaktadır? Kendi içlerindeki çatışmaları dondurup (konsolide edip) “Birlik” gücüyle dışa dönük emperyal sömürgen politikaları sürdürmek için değil midir?

Emperyalizm ile işbirliği yaparak özgürlük savaşı vermenin tarihte tek bir örneği var mıdır? AB neden İngiltere, Fransa, Belçika, İspanya gibi üyelerinde çok milletli, çok resmi dilli federal devlet modeli dayat(a)mamaktadır? Gücü bizlere mi yetmektedir? Haritalarını yayınladıkları “Büyük Kürdistan” ın sınırları gerçekten doğal, tarihsel, demografik verilere mi dayalıdır; yoksa uzaydan hiperspektral imza tekniğiyle çizilen iştah kabartan petro-coğrafya mıdır?

2. “Ulus devlet” kavramı, 20. yy’ın en parlak sosyal bilim buluşudur. Etnisitelerin birbirine karıştığı ve her birine ayrı coğrafyaların ayrılmasının olanaksız olduğu bir aşamada, “birlikte yaşama” vazgeçilmez bir zorunluk olmuştur. Bu amaçla, tanımlı bir coğrafyada, örneğin Türkiye’de -ki Türklerin diyarı, Türklerin yurdu anlamında TURCHIA adını Batılılar 800 yıl önce koymuşlardır- çoğunlukta olanın dilinin “resmi dil” kabul edildiği bir uzlaşma oluşmuştur. Kürt kardeşlerimiz bin yıldır bu coğrafyada Türkçe’yi resmi dil olarak konuşmaktadırlar ve Lozan’a göre azınlık da değillerdir.

3.En büyük ulus devlet ABD olmak üzere, güçlü büyük emperyalist devletler Ulus Devlettir.

Örn. ABD’de neredeyse 50 faklı millet (etnisite değil!) önce bağımsız devletçikler biçiminde örgütlenmişler, 18. yy’da uzun süren kanlı savaşlardan sonra “Birleşik Devlet” e dönüşmüşlerdir. Yaygın konuşulan dil İngilizce’yi de tek resmi dil olarak kabul etmişlerdir. Amerikan mucizesinin altında yatan budur. İngiltere de öyledir.
Küçücük adada ve İrlanda’da 4 etnisite, çoğunluğun dilini-bayrağını resmi dil ve bayrak edinmiş, birlikte yaşamaktadırlar. Örnekler rahatlıkla çoğaltılabilir..

4.Çıplak olarak görülmelidir ki; emperyalizm kendi içinde ULUS DEVLET’e ve onun kurumlarına en başta resmi dil olmak üzere son derece katı biçimde sarılmakta iken, bizim gibi ülkelerde tam da tersine zoraki, yapay “millet inşa etme” (nation building) süreciyle yeni postmodern sömürgeler elde etme kanlı oyunu içindedir. Oysa ULUS DEVLET, dağınık, küçük nüfuslu, güçsüz etnisitelerin emperyalizme karşı başlıca kalkanıdır. Rus devrimci V.İ. Lenin’in ünlü ve çok yerinde uyarısı belleklerden silinmiş değildir : Bütün ülkelerin ezilen halkları, birleşiniz..

5. Emperyalizmin ülkemize dönük ertelenmiş Sevr takıntısı, açık açık haritalarla, AB dayatmalarıyla gözümüze gözümüze sokulmaktadır. Tarihte, emperyalist kışkırtmalarla ortak vatan yoldaşlarını arkadan vuran kimi halkların acı öyküleri henüz çok tazedir.

Herkese ama herkese, Said-i Kürdî’nin İkdam gazetesinde (22 Şubat 1336,
7 Mart 1920, sayı: 8273) yer alan Kürtleri uyarıcı makalesine göz atmalarını
ısrarla salık veririz. (Kısa bir alıntı dip not olarak verilmektedir ..)

Anımsamak gerekir ki; resmi dili 1’den çok olan tekil (üniter) ulus devlet örneği yeryüzünde yok gibidir. İsviçre örneği belki de bir ayrıktır (istisnadır) ve Avrupa’nın ortasındaki bu kendine özgü ülke AB üyesi de olmadığı gibi, kendisini bölüp parçalama heveslisi de yoktur. Dilbirliği bozulunca parçalanma olmaktadır.

Öneriler                           :

Günümüzde İnsan Hakları ne yazık ki, tüm dünyada geçerli kılınamamıştır.
Dahası, giderek özü boşaltılmaktadır ve kendisini “Küreselleşme” diye zihinlere -retorik- tuzak kurarak sunan yeni emperyalizm, insan haklarının en büyük engeli hatta düşmanı durumuna gelmiştir.

ABD Dışişleri Bakanı H. Kissinger açıkça itiraf ederek,

  • “Küreselleşme, Amerikan hegemonyasının öteki adıdır.” diyebilmiştir.

Dünya ağır bir sömürü, işsizlik, yoksullaştırma, sağlıksızlaştırma, sosyal güvencesizlik, eğitimsizlik, adaletsizlik soğuk ve sıcak çatışma, korku.. ortamına sürüklenmiştir.

Oysa Atatürkçülük = Kemalizm, “Yurtta barış, dünyada barış!”ı yüce bir erek olarak öğütlemektedir.

Anayasamızın 2. maddesinde yer alan ve Cumhuriyetimizin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek olan 6 temel niteliğinin hakkıyla uygulanması hepimizin yararınadır ve yeterlidir :

1. insan haklarına saygılı,
2. Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
3. demokratik,
4. laik
5. s o s y a l bir
6. hukuk Devletidir.

Türk vatandaşı olan Kürt yurttaşların anadillerini unutmamalarını sağlayacak her türlü kolaylıkları uygulamak Devletin görevleri arasındadır. Kasaba, köy adları anadille söylenebilir, nüfus daireleri dileyen yurttaşın ad değiştirme isteğini kabul edebilir.
Bu istemler üzerinden Türkiye’nin tekil (üniter) yapısına zarar verecek ve ülkeyi eyalet düzenine sokup parçalayacak, eşdeğer deyimle “özerk-yerinden yönetim” istemlerine yol açacak bir gidişi tartışmanın hiç kimseye somut, uzun erimli bir yararı olamaz.

Sorun; etnik ya da dinsel inanç temelli ayrışma ve çatışma ile çözümlenemez.Yaşayageldiğimiz yıkım süreci göstermiştir ki; devletimiz, milletimiz, vatanımız ve çağdaşlaşma kazanımlarımız, ancak Atatürk Devrimi temelinde yaşatılabilir. Atatürk Devrimi, Türkiye için herhangi bir seçenek değil, tek seçenektir. Atatürk önderliğindeki kurucu irade, Türk Devrimi’nin deneyimlerine göre Cumhuriyet’imizin temel niteliklerini 1937’de Anayasa’nın en başına koymuştur.
İnsan haklarının ülkemizde ve dünyada yaşama geçirilmesinde 6 Ok’u denenmiş, başarmış evrensel bir model olarak görmeli ve ısrarla sahiplenmeliyiz :

“Türkiye Devleti;

1. Cumhuriyetçi,
2. Milliyetçi,
3. Halkçı,
4. Devletçi,
5. Laik ve
6. Devrimcidir.”

Batı’dan devşirme emperyalist ezberleri bırakarak, ulusal devrim sürecimizde ürettiğimiz ve dünyaya model bu temel stratejik formülü, yeniden Anayasamıza koymak koşuldur. Atatürk Devrimi temelinde Cumhuriyeti ve toplumumuzu yeniden örgütlemek amacıyla aşağıdaki ilkelere dayalı yeni bir
Anayasa yapılabilir :

– Bağımsız ve güçlü devlet,
– Etkin hükümet,
– Hızlı adalet,
– Örgütlü halk,
– Özgür ve eşit yurttaş,
– Planlı, halkçı, karma ekonomi,
– Bölgelerarası denge,
– Çalışan ve üreten Türkiye.

Bunun için ise “aklın ve bilimin egemen kılınması” gereklidir. Tıpkı Atatürk’ün bize bıraktığı tinsel (manevi) kalıt gibi : “Yaşamda en gerçek yol gösterici akıl ve bilimdir.” Kemalizm’in = Atatürkçülüğün gerçek özü bu ilkedir ve yalnız Türkiye’yi değil, tüm insanlığı kurtaracak, insan haklarının gerçek anlamda yaşanmasını sağlayacak evrensel bir ilkedir. Dolayısıyla başta ülkemizde, “her-ke-si” -özellikle siyasal iktidarı- akla ve bilime, ülkenin temeli olan sosyal adalete ivedilikle davet ederiz. Dış dayatmalı “açılım” tuzağını, özellikle Kürt kardeşlerimiz ayrımsamalıdır.

* Demokrasiyi cumhuriyet düşmanlığı için,
* İnsan haklarını bölücülük için ve
* Küreselleşmeyi ulus devleti tasfiye etmek için.. kullanan çevrelere alet olmamak gerekir..

Çare; bir bütün olarak insan haklarının ülkemizde yaşayan herkese hiçbir etnik-dinsel vb. ayrım yapmadan uygulanmasında, demokratik standartların yükseltilmesindedir. Temel hedefimiz bu olmalıdır. Birleşerek emperyalizme karşı güç birliği yapmak yerine, onun sinsi tuzaklarına bilerek ya da bilmeyerek düşmek çağdaşlık ve ilericilik olarak kabul edilemez; tarih de bağışlamaz.

TEKEL işçilerinin yaman kış ortasında 78 gün çadırlarda sergilediği şanlı direnişi anımsayalım :

Orada Türk, Kürt, PKK’lı, Bingöl’lü, İzmir’li, dahası kadın-erkek ayrımı var mıydı? Hayır! Ortak özellik emekçi olmaktı. Tüm öbür aidiyetler ikincil kalmıştı. Bu sayede güçlüydüler ve başardılar. Çok öğretici değil midir? Ortak özelliğimiz TÜRKİYE CUMHURİYETİ YURTTAŞLIĞI değil midir? Uluslararası arenada onurlu ve başı dik, bağımsız bir ülkenin eşit, özgür, 1. sınıf yurttaşı olmak; ABD’de 50 ayrı millet için büyük şereftir de ülkemizde başka bir şey midir? Hızla kendimize gelmeliyiz!

“Türk-Kürt kardeş tir, ayıran kalleştir.”
söylemi, tarihsel ortak sağduyumuzdan imbiklenen görkemli bir reçetedir.

================================
Çok önemli dipnot                     :

Şeyh Saitin 7 Mart 1920 tarihli kritik makalesi :

İkdam Ceride-i Muteberesine!

Evvelki günkü gazeteler, Paris’de Şerif Paşa ile Ermeni heyet-i murahhasası reisi Boğos Nubar Paşa arasında Kürdistan ve Ermenistan hakkında bir anlaşma yapıldığını yazarak, Kürt kamuoyuna açıklamada bulunuyorlardı. 4.5 yy’dan beri
İslam birliğinin özverili ve cesur koruyucu ve yandaşları olarak yaşamış ve dinsel töreye sadakati yaşam amacı bilmiş olan Kürtler; henüz beş yüz bine varan şehitlerinin kanı kurumadan, şişlere geçirilen yetimlerinin, gözleri oyulan ihtiyarlarının anılarını acılarla anarken; İslamiyetin zararına olarak, tarihsel ve yaşamsal düşmanlarıyla anlaşma imzalamak yoluyla; salabet-i diniyeleri hilafında iftirak-cûyane âmâl takib edemezler. Binaenaleyh, Kürd vicdan-ı millisinin bu tarz tahassüsüne muğayir hareket eden zevatı da tanımazlar.. Ve yegane emelleri de; vahdet-i dinî ve millîlerini muhafaza olduğundan, keyfiyyatın izahına delalet buyurulmasını muhterem gazetenizden istirham ediyoruz.”

  • Ayrıca 1925 isyanının nedeni özerklik istemi değil, şeriattır :

Şeyh Sait İsyanı ile ilgili davanın savcısı Ahmet Süreya Örgeevren’in “Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklál Mahkemesi” (Temel Yayınları, 2002) adlı kitabında söz konusu dava sanıklarının ifadeleri ve itirafları yer alıyor. Şeyh Sait verdiği ifadelerde Kürtlerin özerkliğine kesinlikle değinMEmekte, isyanın nedeni olarak şeriatı göstermektedir
(s. 187-191). Şeyh Sait’in ifadesine göre isyanın nedeni şeriat uygulanmasına
son verilmesi ve medreselerin kapatılmasıdır.