Etiket arşivi: TÜİK

Türkiye’de Hâlâ Çocuk Gelinler ve Çocuk İşçiler Var!

Türkiye’de Hâlâ Çocuk Gelinler ve Çocuk İşçiler Var!

  • Eğitim Sen Merkez Kadın Sekreterliği`nin Dünya Kız Çocukları Günü`ne ilişkin açıklama metnidir. 

Aralarında Türkiye`nin de olduğu ülkeler tarafından Birleşmiş Milletlere önerilen ve bu önerinin kabul edilmesi sonucu son iki yıldır “Dünya Kız Çocukları” günü olarak kabul edilen 11 Ekim`de ne yazık ki Türkiye yaptığı önerinin altında kalmış;
eğitim, sağlık erken yaşta evlilik, ayrımcılıktan ve istismardan korunma gibi pek çok konuda uyguladığı politikalarla kız çocuklarına yönelik ayrımcılığı derinleştirmiştir.

  • Eğitimde 4+4+4 uygulaması öncelikli olarak kız çocuklarını
    mağdur etmiştir. 

2011/12 eğitim-öğretim döneminde; ilköğretim düzeyinde kız çocuklarının okullaşma oranı %98.56 iken yeni modelle birlikte ilkokullarda %98.92`ye çıkmıştır. Ancak; sistemin 2. aşamasında bu oran %92.98`e kadar düşmüştür. Sistemin ilk aşamasında artan kız çocuklarının oran 2. düzeyde sürdürülememiş; kız çocukları ortaokul eğitiminin dışına çıkmaya başlamıştır. Benzer devamsızlık süreci erkek öğrenciler için de yaşansa bile oransal olarak kızlar (%6 azalma) erkeklere (%5 azalma) göre daha çokeğitim sürecinin dışında kalmıştır.

  • Eğitim Sen olarak bu sistemin
    – çocuk işçiliğinin ve
    – erken yaşta evliliklerin önünü açacağını söylemiştik.

Ne yazık ki bu konuda haklı çıktık 12 yıla çıkarılan zorunlu eğitimin son dört yılında öğrencilerin örgün eğitimden ayrılarak açık liselerde eğitim almalarının önünün açılması özellikle kız çocuklarının pedagojik ve sosyal gelişimlerini sağlayabilecekleri ender alanlardan olan okullar yerine eve kapatılmasına neden oldu.

MEB`in açıkladığı verilere göre geçen yıl 8. sınıftan mezun olan 66.067 kız öğrenci ve 57.523 erkek öğrenci ortaöğretim kurumlarına kayıt yaptırmamıştır. Açık lise dahil olmak üzere hiçbir ortaöğretim kurumuna kayıt yaptırmayan kız öğrenci sayısı 37.277 iken erkek öğrenci sayısı 12.172`dir. 4+4+4 uygulamasına geçilmeden önce ortaöğretim kurumlarının hiçbirine kayıt olmayan kız öğrenci sayısı 16.137 idi.
Yani yeni sistemle birlikte kız çocuklarının 20.246`sı açık liseye giderek eğitimine devam etmekte; 37.277`si ise açık liseye bile gitmeyerek ortaöğretim eğitimini almamaktadır.

Çocuk İşçiliği 

Eğitim sisteminden bu biçimde kopan çocukların büyük bölümü çalışmaktadır.
Bugün sayıları TÜİK verilerine 900 bini bulan (AS : 892 bin) bu çocukların önemli bir bölümünü kız çocukları oluşturmaktadır. Kız çocukları ücretsiz tarım işçiliğinden, mevsimlik işçiliğe, ev içi çalıştırılmaya dek pek çok alanda emek sömürüsüne
sunuk (maruz) kalmaktadır.

Çocuk Gelinler

Öte yandan, liselerde okuyan çocukların evlenmeleri durumunda Açık Liseye kayıt yaptırarak öğrenimlerini sürdürmelerinin önünü açan yeni Ortaöğretim Kurumları yönetmeliği ile erken yaşta evlilikler AKP hükümetince resmen teşvik edilir hale gelmiştir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı‘nın verilerine göre ülkemizde

  • son üç yılda çocuk gelin sayısı 130 bine ulaşmıştır.

Bu rakamın buz dağının görünen yüzü olduğu açıktır. AKP hükümeti pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da sağlıklı verilerin oluşturulmasında üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemekte, kamuoyunun yeterli bilgi almasını engellemektedir.

Çocuk İstismarı

Jin Haber Ajansı`nın TÜİK, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’ndan derlediği verilere göre;

Tecavüze uğrayanların %50`si 18 yaş altındadır!
Bunların %90`ını kız, %10`unu erkek çocukları oluşturuyor.
Öte yandan Türkiye sokaklarında 25 bin çocuk yaşıyor.
Bu çocukların büyük çoğunluğu cinsel şiddete maruz kalıyor.
TÜİK verilerine göre yılda 7 bin çocuk cinsel istismara maruz kalmaktadır.
Ne yazık ki çocuk pornografisi, çocuk ticareti, ensest gibi konularda ise sağlıklı veriler bulmak mümkün değil. Çocuk istismarı ve ihmalinin kız çocuklarının
temel sorunlarından biri olduğu ortadadır.

Bütün bunların ışığında AKP hükümetinin çocukları ve kız çocuklarının korunmasına ilişkin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmediği açıktır. Tam tersine muhafazakâr politikalarla kız çocuklarını eve kapatma, onu anne ve eş rolüyle sınırlama gibi bir yaklaşım içindedir.

Eğitim Sen olarak şimdiye dek olduğu gibi bundan sonra da tüm çocukların özelde de kız çocuklarının eğitim hakkı başta olmak üzere, hakları için mücadele etmeye
kararlı olduğumuzu bir kez daha kamuoyuna duyuruyoruz.
(http://www.egitimsen.org.tr/genel/.Ul3Z_VCxa80, 11.10.13)

SAĞLIK OLSUN, SÖMÜRÜ OLMASIN…


Dostlar
,

TÜİK’in Türkiye Sağlık Harcamaları geçen hafta açıklaması üzerine
biz bir değerlendirme yapmayı tasarlarken, Van Atatürk Lisesi’nden arkadaşımız
sevgili
 Mustafa Sönmez, nefis bir irdeleme yaptı.

Batı cephesinde yeni bir şey yok!..

Yılllardır yazageldiklerimizle öngördüklerimiz bir bir, adım adım yaşama geçiriliyor.
Bu uğursuz öngörü issabeti bizim hünerimizden değil; varılmak istenen hedef belli.
Kokuşmuş, mide bulandıran yoz ve hemen tüm ABD’lilerin bir parça olsun düzeltmek için çırpındıkları sistemi Türkiye’ye dayatmak.. En son OBAMACARE yasası ve ABD’nin kilitlenen bütçesi ortada.

SGK yönergelerinde “tamamlayıcı özel sağlık sigortası da olan genel sağlık sigortalımız” biçiminde akıllara durgunluk veren tanımlamalar yer aldı geçen yıl Haziran’da.

Soygun Deli Dumrul‘u hasetten çıldırtacak boyutlarda..
Acı olan, soygunu sermaye adına yapan Devlet..

1. Ödediği vergi ile yurttaş, en temel hakkı ve devletin de en temel ödevi olan
sağlık hizmetine erişemiyor.

2. Bu amaçla zorunlu GSS dayatılarak PRİM = EK VERGİ alınıyor.

3. Bu da yetmiyor, 8-9 yerde katkı payı = haraç = devlet bıçak parası alınıyor.

4. Vakıf Üniversitelerinin hastaneleri dahil özel sağlık kuruluşlarından hizmet alabilmek
için ise faturanın ancak 1/3’ünü SGK’nın ödemesine boyun eğmek gerekiyor.

5. Bitmedi : Pek çok sağlık hizmeti, tedavi, ilaç, tıbbi girişim GSS dışı..
Örn. ilaçlı stentler, diş implantları.. TBMM üyelerine ise sınırsız destek!

Nasıl? Vatandaşın doğrudan cebinden ve de vergisinden yandaş yerli – yabancı sermayeye peş keş çekilen on milyarlarca Dolar ulusal kaynak..

Ve en çok hüzün veren boyutu; 90. sıralarda sağlık düzeyi..

Utandıran; koruyucu sağlık hizmeti verirMİŞ gibi yaprak hastalıklı – hastalandırılan toplum üzerinden kapitalimin maksimum kâr tunç yasasının yüzler kızarmadan işletilmesi..

  • Kahreden; kendi devletimizin küresel – yerli sermayenin sopalı tahsildarı konumuna dönüştürülüp indirgenmesi ile kendi yurdumuzda köleleştirilmemiz..

Elbet bu bezirgan harami saltanatı sonsuza dek sürmeyecek..
Halk uyanacak, uyandırılacak.. Hem de tez elden, başka çare yok!

Önemli not                      :

Toplam sağlık giderlerinin % 76’lar dolayında belirtilen kamusal karşılanma oranında sevgili Mustafa Sönmez de hata yapıyor. Verilen bu oranın içinde zorunlu GSS primi = ek sağlık vergisi ödeyen yurttaşın primleri de var. Bunlar SGK havuzuna girince kamusal kaynak olarak etiketleniyor.. Büyük olasılıkla bilerek böyle yapılıyor.

Bir de Devletin kamu işvereni olarak çalıştırdığı 3 milyona yakın personeli var.
Bu kişiler için “işveren” sıfatıyla zaten prim ödemek zorunda. Bunları da kamusal katkı saymak yanlış. 5510 sayılı yasa gereğince değişik yasalar kapsamında (örn. Yeşil Kart yasası, 2022 sayılı yasa vd.) prim ödeme gücü olmayanlara Devletin ödediği primler ile SGK açıkları için doğrudan bütçeden aktarımlar devlet katkısıdır. SGK’ya bu son gerekçe ile merkezi yönetim bütçesinden yapılan aktarımlar (transferler) ise tümüyle sağlık sigortası kapsamında olmayıp, Türkiye’de olan öbür 7 sigorta alanı içindir.
Sonuç olarak, sağlık giderlerinin toplam %75’leri değil tam tersine 1/4’leri (%25’leri!) doğrudan kamusal kaynaklarla karşılanmaktadır. Kalanı yurttaşın cebindendir ve
Devlet hem sağlık hizmeti üretiminden hem de finansmanından giderek çekilerek tasfiye edilmekte, yurttaşlar vahşi küresel sermaye karşısında yalnızlaştırlmaktadır.

PARAN KADAR SAĞLIK!

Bu hazin olguyu fark etmek (farkındalık!) çözüm için ilk zorunlu adımdır.

Sonra örgütlenmek.. Örn. SAĞLIK KOOPERATFLERİ kurmak
mücadelenin ara döneminde..

Sevgi ve saygı ile.
15.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

SAĞLIK OLSUN, SÖMÜRÜ OLMASIN…

mustafa söznmezKitap_698337

Mustafa SÖNMEZ
YURT, 14.10.2013

SAĞLIK OLSUN, SÖMÜRÜ OLMASIN…

Sağlığa Türkiye toplumu ne harcıyor?
Harcama, kalitenin göstergesi mi?

  • Harcadıkça daha mı sağlıklı bir toplum oluyoruz, yoksa tersi mi? 

Bu sorular günümüzde daha çok soruluyor. Soruluyor ama, sağlığa ne kadar harcadıysan, o kadar sağlığa önem veriyorsun, anlayışı hakim. O nedenle de,
sağlık endüstrisinin telkinleriyle, önce sağlık harcamaları araştırmaları yaptırılıyor.

Türkiye’de verilen şablona göre; bunu önce Sağlık Bakanlığı yapıyordu,
sonra TÜİK’in işi oldu.

NE HARCANIYOR?

Önceki hafta, TÜİK’in açıkladığı sağlık verilerine göre;

  • 2012’de Türkiye sağlığa 76 milyar TL harcamış.
  • Bu, 42 milyar $ demek. Yani, ulusal gelirin %5,4’ü.

Çok mu, az mı? Uluslararası karşılaştırmalara gidelim.

  • ABD’de sağlık harcamaları ülke gelirinin %17’sine yaklaştı. 

Kişi başına sağlık harcamasının yıllık boyutu 7300 $. Kişi başına yıllık geliri 40 bin $ dolayındaki çoğu AB üyesinde sağlık için ulusal gelirin %9-10’unun harcandığı bildiriliyor. OECD üyelerinden G. Kore’nin sağlık harcaması, ülke gelirinin %7’si olarak gerçekleşirken, Meksika’da %6, Türkiye’de ise %5,4.

NEDEN ARTIYOR?

Sağlığa yapılan harcamaların, 30 OECD ülkesinde %8’e yaklaşması, Türkiye’de bile %6 dolayına ulaşması; bir yönüyle, hastalıkların  artmasıyla,
hastalık üreten bataklığın büyümesi ile ilgili.

Dünya genelinde gidişat sağlıklı değil, bir kere.

Yaşanabilir bir dünya yerine,

– iklim değişiklikleri,
– çölleşme,
– kirli hava,
– suların kirlenmesi,
– kötü beslenme,
– tütün kullanımının azalmaması,
artan işsizlik sonucu yıpratıcı stresin ve
– daha başka olumsuz hastalık üreten koşulların gelişimi yönünde…

  • İş cinayetleri, iş hastalıkları ve yaralanmalar azalmıyor;
    işe yabancılaşma artıyor. 

Ya trafik cinayetleri?

  • Gelecek kaygısı, korkusu ile psikolojik rahatsızlıklar? 

Bu da, hastalıkların kaynağının kurutulması yerine,
hastalık üreten kapitalizm bataklığının büyümesi
ve ürettiği hastalıklara daha çok para harcanması demek elbette!

Öte yandan; bir yönüyle gelişme, daha uzun ve sağlıklı yaşama isteği,
dolayısıyla sağlık hizmetine erişimin artması da, harcamaları artırıyor.

Ama aynı zamanda bu artış, sağlığın metalaştırılması, sağlık üstünden kâr ve sermaye birikimi sağlama eğilimiyle paralel yürüyor.

Medikal ve ilaç sanayileri, pazarı enine ve boyuna derinleştirme çabasındalar.

  • Bir kamu hizmeti olması beklenen sağlık, hızla özelleştirilmekte;
  • sağlık, hasta hakları hiçe sayılarak istismar edildikçe,
    harcama rakamları da büyümekte.

TÜRKİYE’DE…

Bir ülkede sağlık harcamalarının artmasında bu etkenlerden hepsinin payı olabilir.

Türkiye’de OECD ortalamasının gerisinde olmakla birlikte, sağlık harcamalarının görece artmasında birçok etkenin ağır basmasından söz edilebilir.

Dış kaynakla ekonomiyi büyütme şansı bulan AKP iktidarının
bütçe gelirleri de arttı.

Yükselen ithalat ve tüketim üstünden alınan dolaylı vergiler de artınca,
sağlığa daha çok para çıktı.

  • AKP rejimi, sağlık hizmetinin arzını artırmanın oy getirdiğinin bilinciyle;
    hastaneye, hizmete erişimi kolaylaştırdı.

Hekimin, sağlık personelinin çalışma koşulları, hakları hiç dert edilmeden;
omuzuna basılarak, iş yükü ağırlaştırılarak yapıldı bu.

Yanı sıra, çoğu yandaşlar sektöre sokularak özel hastanecilik teşvik edildi.
SGK’dan özel hastanelere sevk kolaylaştırılarak ‘özel’e pazar yaratıldı.
Bu büyütülen pazardan, ithalata dayalı medikal ve ilaç endüstrileri de nasiplendiler
tabii ki…

Neoliberal sağlık politikaları, erişimi kolaylaştırmanın ardından;

– yavaş yavaş faturaya hastayı ortak etmeye,
cepten harcamaların payını artırmaya başladı.

Bunların sonucu olarak, hem kamu kaynaklarından sağık için harcanan pay arttı
hem de halkın cebinden harcamalar…

Genel sağlık harcamasının 2012’deki boyutu 76 milyar TL’yi bulurken;
2009 yılında %81 olan kamunun harcamadaki payı, 2012’de %76,8’e geriledi.
Geri kalan %23’e yakın harcamanın 16 puanı ailelerin harcamalarından,
7 puanı da özel sigorta şirketlerinin sağlık harcamalarından oluşuyor.

Haneler, her yıl biraz daha fatura ödemeye mecbur bırakılıyorlar.

Harcamaların karşılığı mal ve hizmet satışını; artan ölçüde özel hastaneler,  firmalar gerçekleştiriyor; sağlık endüstrisinin büyümesinden büyük kârlar elde ediyorlar.
Özel hastaneler, tıbbi cihaz satıcıları, ilaç endüstrisi pastadan en büyük payı alanlar.

NE OLACAK ?

Yakın gelecek için ise şunlar söylenebilir :

Ekonomi büyümeye devam etmez, tersine küçülür ise bütçe de küçülür.
İstihdam azalır, SGK prim gelirleri düşer. Bu, sağlık bütçesinin de küçülmesi demek olur. Kamu üstünden sağlığa erişimde niceliksel ve niteliksel daralmalar söz konusu olur. Bu durumda, hastane ve tedarikçilerin de pazarı daralır. Aileleri cepten harcamaya daha çok zorunlu tutarlar, faturayı aşırı iş yükü ve düşürülmüş maaşlarla
sağlık çalışanlarına çıkarırlar. Faturayı; gelir payını azaltarak eczacılara,
cepten harcamaya daha çok zorunlu tutarak, halka çıkartırlar.

Bu biline ve önlem alına…

Türkiye Psikiyatri Derneği 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü Basın Açıklaması


Dostlar
,

“Türkiye Psikiyatri Derneği’nin 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü
Basın Açıklaması”
son derece doyurucu, kapsamlı ve uzunca bir metin..

Bu metni bir Halk Sağlığı Uzmanı hekim – öğretim üyesi olarak biz de,
hemen hemen aynen benimsemekteyiz.

Psikiyatrist ve Nörolog meslektaşlarımızın ve Uzmanlık Derneklerlnin
Toplum – Halk Sağlığı açısından gösterdikleri duyarlık çok sevindiricidir.

Özellikle sonlarda yer verilen

  • “… ancak Türkiye’de uygulamaya konulan neo-liberal sağlık politikaları nedeniyle günde en az 60-70 hasta muayene edildiğinde
    kâr elde edileceği düşünülen bir sağlık sisteminde…”

vurgusu ayrı bir önem taşımaktadır.

TÜİK‘in 2009’dan günümüze sağlık harcamaları rakamları alarm vericidir.

Sağlık giderleri başdöndürücü bir hızla artmakta ve
büyük ölçüde özel sektöre akıtılmaktadır.

Kamunun harcamadaki payı geri çekilmekte, yurttaşın cepten harcamaları artmaktadır. 2012’de 75 milyar TL’yi aşan toplam harcama,
Ulusal Gelir’in (GSMH) %5’ini aşmaktadır ve son derece ciddi bir tutar ve orandır.
Ancak bunca harcamaya karşın toplumsal sağlık düzeyi göstergelerimiz hâlâ çok geridir (yaklaşık 90. sıralardayız dünyada..).

Bunun, bu verimsiz kaynak kullanımının başlıca nedeni SAĞALTICI – TEDAVİ EDİCİ sağlık hizmetine yönelik ve SERBEST PİYASACI olmasıdır.

Türkiye’nin böylesi bir lüksü olmadığı gibi, bu hovardalığı sürdürecek kaynakları da yoktur.. SGK çok ciddi açıklar vermektedir. Harcamalarının kabaca yarısını
prim = ek vergi olarak toplayabilmekte, kalanı Merkezi Yönetim Bütçesinden aktarımla (transfer) dengelenmektedir. Ancak bu 70 milyar TL’yi bulan ve her yıl artan devasa açığın kapatılması bu kez Merkezi Yönetim Bütçesinde ciddi açık nedeni olmaktadır (2013’te genel bütçenin yaklaşık 1/5’i; 2014’te öngörülen 77 / 436 milyar TL =%18 ) ve
borçlanarak aktüaryal denge sürdürülmeye çabalanmaktadır.

Teknik dille söylemek gerekirse, zorunlu Genel Sağlık Sigortası (GSS) finansal açıdan sürdürülebilir (sustainable) değildir!

Ne adına?
Niçin?
Dünya Bankası – IMF – AB – ABD – KüreselleşTİRmecilein “gül hatırı” na mı ??

Yapılması gereken;
sonu ağır hüsran olacağı kesin vahşi neo-liberal sağlık politikalarını terk ederek öncelikle,

  • HER-KE-SE hemen; etkin – yaygın – sürekli – kamusal ödemeli
    koruyucu sağlık hizmetleri sunumudur.

Büyük ATATÜRK,
sağlık hizmetlerini devletin “EN BİRİNCİ VAZİFESİ” saymaktadır.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 11.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================

Turkiye_psikiyatri_dernegi_logosu

Türkiye Psikiyatri Derneği
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü
Basın Açıklaması, 10 Ekim 2013

Siz de yaşlanacaksınız; peki ruh sağlığınız ne olacak?
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü, bu yıl “yaşlı ruh sağlığı”na  adandı.
Çünkü her ne kadar ülkemizde yaşlıları sokaklarda pek göremesek de, tüm dünyada
yaşlı sayısı artıyor. 2013 yılı itibarıyla dünyada 60 yaş üstü kişi sayısının
800 milyon olduğu tahmin ediliyor ve bu rakam tüm dünya nüfusunun
%11’ini oluşturmaktadır. 2050 yılı itibarıyla ise bu oranın % 22’ye çıkması beklenmektedir. 
İlerleyen yıllarda nüfusunda en fazla oranda yaşlı artışını yaşayacak ülkeler, Türkiye gibi orta gelişmişlik düzeyine sahip ülkeler olacaktır.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2005 yılında 65 yaş üstü nüfusun
tüm nüfusa oranı %5.7 iken 2012 yılında % 7’ye yükselmiştir. 2050 yılında ise
bu oranın %17.6 olacağı tahmin edilmektedir. 
Yaşlıların sayısının artmasıyla birlikte yaşlı sağlığı ve de yaşlı ruh sağlığı giderek artan bir önem kazanmaktadır.
Genel olarak kültürümüzde yaşlılar, saygı duyulan ve sözü dinlenilen kişiler olarak düşünülse de  toplumda yaşlılara karşı pek çok gizli önyargı bulunmaktadır.
Yaşlıların fiziksel olarak zayıf oldukları, çalışamayacakları, zihinsel açıdan zayıf oldukları şeklinde önyargılar olduğu yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.
Medya ve yazılı basında da yaşlıların daha çok bunamış, eski kafalı ya da
huysuz kişiler olarak karikatürize edilmesi de bu önyargıları desteklemektedir.
Oysa yaşlılığa karşı bu önyargılar aslında ırkçılık, cinsiyetçilik gibi yasalarla
önlem alınması gereken durumlar olarak kabul edilmelidir.
Çünkü yaşlılar ile diğer yaş gruplarının arasında sosyal bir duvar oluşmasına
yol açmakta; 
yaşlıların toplumda yeterli yer almasına engel olmakta ve
yaşlının ruh sağlığını da dolaylı olarak etkilemektedir.
Yaşlı ruh sağlığını etkileyen ve toplumda çok konuşulmayan, göz ardı edilen bir sorun da yaşlı istismarıdır. Yaşlı istismarı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından “yaşlı bir kişiyle güven ilişkisi içinde olması gereken bir kişi tarafından yapılan fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik ve hak istismarı gibi zarar verici ya da uygun olmayan  davranışlar”  olarak tanımlanmaktadır.  Yaşlının fiziksel bakımının,
sağlık kontrolleri ve hastalık tedavilerinin yeterli yapılmaması da yaşlı istismarıdır. Gelişmiş ülkelerde yaşlılarda istismar %4-6 oranında bildirilmekte ise de,
aslında daha yüksek oranlarda görüldüğü ancak bildirilmediği ve tespit edilemediği düşünülmektedir. Türkiye’de  yapılan bir çalışmada, İzmir ilinde 204 yaşlının %1.5’inde fiziksel istismar, %2.5’inde finansal istismar ve %3.5’inde de
ihmal bulgusu saptanmıştır
(Keskinoğulları, 2004); ancak Türkiye’de de
bu rakamların gerçekte daha yüksek oranda olduğunu tahmin ediyoruz.

Yaşlıyı genellikle istismar eden kişiler yakın akrabaları olmaktadır.
Yaşlı istismarı ve ihmali ruhsal açıdan yaşlıyı mutlaka etkileyecektir ve
yaşlıda kaygı ve depresyon belirtilerinin çıkmasına yol açacaktır.
Aktif yaşlanmanın sağlanmasında ilk basamak yaşlılığa karşı toplumun önyargılarını azaltmaktan geçmektedir. Toplumun yaşlılığa karşı önyargılarını azaltmada en önemli görev kamu spotları gibi medya üzerinden sivil örgütler ve derneklerin yapacağı bilgilendirme ve ilkokuldan başlayarak toplumun bilinç düzeyini artırmaya yönelik girişimler olmalıdır. Özellikle yerel yönetimler tarafından yaşlıların
sosyal etkinliklere katılmasını teşvik eden düzenlemeler 
yapılması,
yaşlıların sokaklarda daha çok ve daha rahat dolaşmalarını sağlamak için
yaşanan ortamların, kentlerin “yaşlı dostu” hale getirilmesi,
yaşlılara karşı önyargıları azaltmak için kuşaklararası iletişimi artırmaya yönelik programlar yürütülmesi, yaşlı istismarını engellemeye, fark etmeye yönelik
yaşlılara hizmet verenlere eğitimler 
verilmesi ve yaşlıya verilen
sağlık hizmetlerinin kapsamının ücretsiz olması 
gibi uygulamalar
dolaylı olarak yaşlı ruh sağlığını da olumlu yönde etkileyecek hizmetlerdir ve
sosyal devlet olmanın da zorunluluğudur.
Yaşlının ruh sağlığının korunması öncelikle aktif ve sağlıklı bir yaşlanmanın desteklenmesinin, genel ülke politikası haline getirilmesiyle olacaktır.
Yaşlılık politikalarına bakıldığında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından
2007 yılında “Yaşlanma Ulusal Eylem Planı”nı ve 2013 yılında da
Yaşlanma Ulusal Eylem Planı Uygulama Programı“nı açıklanmış,
ancak tam olarak hayata geçirilememiştir. Yaşlılık Ulusal Eylem Planı
‘nın uygulamaya geçirilmesi, yeterli maddi olanağı olmayan 60 yaş üstü kişilere ödenen “yaşlı aylığı” uygulaması ya da özellikle yerel yönetimler tarafından
yaşlıların evde bakımına yönelik hizmetler belirgin fark yaratabilecek uygulamalar
dır. Yaşlının ruhsal ve fiziksel sağlığını korumak için başta
yaşlı yoksulluğunu azaltmaya yönelik
sosyal politikalar olmak üzere, yaşlıların sosyal ortamlarını artırmaya,
aktif yaşlıların yapabileceği iş olanaklarını artırmaya yönelik  düzenlemeler
 gerekmektedir.
Yaşlılarda  genel sağlığın bozulması, bağımlığın artması, eş kaybı,
emeklilikle birlikte ortaya çıkan yalnızlık, maddi durumun kötüleşmesi, hareket kaybı gibi sebeplerle, ruhsal hastalıklara yatkınlık, diğer yaş gruplarına göre daha fazladır. Özellikle depresyon ve demans (bunama) yaşlı ruh sağlığının en çok üzerinde durulması gereken konularıdır. Yaşam süresinin uzamasıyla demans olgularının sayısı artacaktır. Demans için önemli bir risk etmeni olan depresyonun yaşlılarda erkenden tanınması ve iyi tedavi edilmesi; bu hastaların demans açısından izleme alınması
önleyici psikiyatrik yaklaşımlar olarak değerlendirilmektedir.
Ancak yaşlılar hem yaşlanmanın doğal bir süreci gibi düşünüp unutkanlık ya da moralsizlik gibi yakınmalarını hekime anlatmamakta hem de hekimler yaşlılarda
ruhsal hastalıkları tanımakta zorlanmaktadırlar. Hekimler açısından bakıldığında
yaşlı muayenesi bilgi, eğitim eksikliği ve yaşlı muayenesinin uzun sürmesi nedeniyle zahmetli bir süreç olarak görülebilir. Gerek tıp fakültesi gerek psikiyatri uzmanlık eğitiminde yaşlı nüfusun artışına uyum sağlayabilecek değişiklikler yapılması
gereği açıktır
Birinci Basamak hekimlerinin yaşlı  ruh sağlığına yönelik eğitimler alması,  depresyon, demans  gibi yaşlılıkta sık görülen hastalıklara karşı  farkındalık düzeylerini artıracak; böylece yaşlılarda görülen psikiyatrik hastalıkların
hem önlenmesine hem de yeterli tedavi edilmesine katkı sağlayacaktır.

Toplum Sağlığı Merkezleri içinde kurulmaya başlanan ve şimdiye dek sayıları
25’i bulan Geriatri Birimleri yaşlıların 1. Basamakta daha iyi değerlendirilmeleri
ve izlemlerini sağlayacak önemli bir hizmettir.
Bu nedenle sayılarının artırılması yönünde çalışılmalıdır.
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından
“Yaşlı Sağlığı  Eylem Planı ve Uygulama Programı” taslak olarak hazırlanmaktadır ancak Türkiye’de uygulamaya konulan neo-liberal sağlık politikaları nedeniyle günde en az 60-70 hasta muayene edildiğinde kâr elde edileceği düşünülen
bir sağlık sisteminde, uzun süren ve ayrıntılı değerlendirme gerektiren
yaşlı muayenesinin ne denli yeterli ve doğru yapılabildiği de
önemli bir sorun olarak önümüzde durmaktadır.
Yalnızca yaşlılar, yakınları ve bu alanda çalışan hekimler değil;
bugün 65 yaşın altında olanlar yarın yaşlandığında yoksullukla boğuşmayan, geleceğinden endişe etmeyen, ruhsal ve fiziksel olarak yaşını sağlıklı ve aktif yaşayan,
bir hekime başvurduğunda yeterli sürede ve iyi muayene edileceğini bilen,
yasalar tarafından korunan, ruh sağlığı iyi yaşlılar olmak için,
tüm ülke olarak sosyal ve sağlık politikalarımızın
şu an yaşlılara sunduğu hizmetlerin izlemcisi olmalıyız.
Doç. Dr. Eylem Şahin-Cankurtaran
Prof. Dr. Işıl Baran Kulaksızoğlu 
TPD Geriatrik Psikiyatri ÇB
Prof. Dr. Tunç Alkın
Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı
 
Prof. Dr. Peykan Gökalp
Türk Nöropsikiyatri Derneği

“Çocuk Çalıştırmanın En Olumsuz Biçimlerine Ait Bulgular 2012” ABD raporu


Dostlar
,

AKP Türkiye’sinden acı görünümler..

  • Yasa dışı çalıştırılan çocuk sorunu çözülemiyor.

2012 için TÜİK bu rakamı yaklaşık 1 milyon olarak (992 bin) vermişti.

ILO normlarına dayalı mevzuatımıza göre çocuklar ancak 8 yıllık zorunlu eğitimi (artık 4+4 olarak kesintili ne yazık ki!) tamamladıktan sonra çalıştırılabiliyor.
Başlıca çıraklık ve kalfalık eğitimi verilerek meslek edindirmek üzere..

Ama kazın ayağı hiç de öyle değil..

ABD kaynaklı rapor, ülkemiz adına üzüntü verici bilgiler içermekte..

ILO_Cocuklar_En_Kotu_Bıcımde_Calistiriliyor

(http://ahmetsaltik.net/arsiv/2013/10/ILO_Cocuklar_En_Kotu_B%C4%B1c%C4%B1mde_Calistiriliyor-300×225.jpg)

Sevgi ve saygı ile.
07.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

“Çocuk Çalıştırmanın En Olumsuz Biçimlerine Ait Bulgular 2012” ABD raporu

ABD’DEN ÇARPICI TÜRKİYE RAPORU

ABD Çalışma Bakanlığı’nın

“Çocuk Çalıştırmanın En Olumsuz Biçimlerine Ait Bulgular 2012” raporu

yayımlandı. Dünya ülkelerinde çocuk çalıştırma sorununun ülkeler ölçeğinde
ele alındığı çalışmada, Türkiye’de çocukların başta tarımdaki tehlikeli faaliyetler olmak üzere çalışmanın en olumsuz biçimlerine dahil edildiği belirtildi.

Raporda, Türkiye’de hükümetin çocuk çalıştırma ve yoksullukla mücadeleye dönük bir dizi programı desteklemesine karşın, çocuk çalıştırmayla mücadele edecek programa sahip olmadığı vurgulandı. Raporda ayrıca, 2013 başlarında ilan edilen bir ateşkes yürürlükte olsa da;

  • Türkiye’de çocukların Kürt militan gruplar tarafından
    silah altına alındıkları
    na ilişkin haberler bulunduğu belirtildi.

Raporun Türkiye’yle ilgili bölümünde yer alan saptamalardan kimileri şöyle:

  • Tarımda uzun saatler çalıştırılan çocuklar, ağır yükleri taşıyor ve
    yetersiz beslenme ile kimyasallara ve göç sırasında ağır strese maruz kalıyor.
  • Çocukların çoğunlukla aileleriyle birlikte gittikleri tarım işlerinde sağlık ve eğitime erişimleri sınırlı.
  • Türkiye’de çocuklar KOBİ’lerde marangozluk, araba ve ayakkabı tamiri,
    gıda işleme ve mobilya üretiminde çalışıyor.
  • Buralarda uzun saatler ve tehlikeli alet, makine ve kimyasallarla çalışmak
    risk oluşturuyor.
  • Roman çocukların çoğunlukla kimlik belgeleri yok ve sonuç olarak kendilerini e
    n olumsuz koşullarda çalışmaktan koruyacak eğitim gibi kamu hizmetlerinin dışında kalıyorlar.
  • Çalışma Yasası, çocukları tehlikeli çalışma koşullarına karşı hukuki korumadan yoksun ve kırılgan bırakıyor. (ANKA, 7.6.13)

Her yıl 175 bin kanser tanısı!


Dostlar
,

Ülkemizde yıllık kanser insidensi hızı (o yıl yeni tanı alanlar..) yüzbinde 200 olarak verilmekte (200E-05). Buradan kalkarak, 83 milyondan eksik olmayam gerçek nüfusumuzda (ne yazık ki TÜİK en az %10 eksik göstermekte nedense??!) yaklaşık olarak 166 bin yeni kanser olgusu tanısı beklenmektedir. Bu rakam (hız olarak) dünya geneline yakındır. Dünyada da her yıl 15-16 milyon insana yeni kanser tanısı konmakta..
Her yıl bu rakamın yarısı kadar kanserli hasta da aramızdan (kanserli hasta havuzundan) ayrılmakta (DSÖ verileri). Dünyada toplam ölümler 58 milyon / yıl dolayında olup yaklaşık her 7 ölümdn 1’i kanser nedenlidir.

Ancak yine de, hastalıkların görülme ve ölüm hızı bakımından en önde geleni
olmakla birlikte, insan ölümlerinin 1 numaralı nedeni AÇLIK! 

BM FAO (Food and Agriculutre Organisation – Roma) verilerine göre yeryüzünde
her 7 insandan 1’i aç (1 milyar 40 milyon) ve bu kitlenin her yıl 11 milyonu ölmekte.
Bu verilerle 5 ölümden 1’inin AÇLIK nedenli olduğu görülüyor.

Ne acıdır ki; demokrasi, barış, insan hakları… getireceği masalları anlatılagelen KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm süreci tam tersine hastalık, açlık, ölüm getirmekte. FAO, açlık rakamlarının sürekli büyüdüğüne dikkat çekmekte!

Çare, DİRENİŞİ KÜRESELLEŞTİREREK (Prof. Noam Chomsky)
küreselleşen yeni emperyalizmi bir kez daha yenmek..

Konuya ilişkin bilgiler almak, korunma yollarını, erken belirtilerini öğrenmek için KANSER EPİDEMİYOLOJSİ başlıklı yansılarımıza (79 yansı) bakılabilir.
(Kanser_Epidemiyolojisi_Ahmet_SALTIK.pdf, 7.10.13)

• Hemen hekime başvurulması gereken 7 alarm verisi : 
1. Vagina ve anüsten gelen normal olmayan bir kanama veya akıntı.
2. Memelerde (kadınların her ay kendi kendilerini muayene etmeleri,
    40 yaşından sonra da yılda bir kez hekime gitmeleri..)
    veya başka yerlerde görülen kalıcı şişlik ve sertlikler.
3. İyi olmayan yaralar,
4. Miksiyon (idrar yapma) ve defekasyon (dışkılama) alışkanlıklarında
değişiklikler.
5. Ses kısıklığı ve nedensiz öksürük, öksürükte kan (hemoptizi).
6. Yutkunma ve sindirim bozukluğu (Disfaji, dispepsi).
7. Ben ve siğillerin şekil değiştirmesi, ülserleşip kanaması..

 

Sevgi ve saygı ile.
07.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

Her yıl 175 bin kanser tanısı!

ANKARA (ANKA) – Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Türkiye’de her yıl
yaklaşık olarak 175 bin kişiye kanser tanısı konulduğunu, erkeklerde en çok trakea, bronş, akciğer kanseri; kadınlarda ise meme kanserinin görüldüğünü söyledi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun soru önergesini yanıtlayan Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, kansere bağlı ölüm olaylarının on yılda iki kat arttığını belirterek;

TÜİK verilerine göre; 2002 yılında kansere bağlı ölüm %12 iken, bu oran 2012’de % 21’e ulaşmıştır.” dedi. Türkiye’nin “Kanser Haritası”nın sürekli güncellendiğini vurgulayan Müezzinoğlu,

“Bölgeler arasında kanser sıklığı açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farkın olmadığını.” söyledi.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kanserde görülen artışın 3 temel nedeni;

1. yaşlı nüfusta meydana gelen artış,
2. tütün kullanımı ve
3. obezite salgını

olarak açıklayan Bakan Müezzinoğlu,

“Ülkemizde; bunların yanı sıra, kanser kayıtçılığında yapılan iyileştirmelerle, daha önce bilinmeyen vakaların kayda alınması da kanser istatistiklerindeki artışın bir başka nedenidir. Ülkemizde açılmış olan 15 aktif kanser kayıt merkezimizle birlikte nüfusumuzun % 50’çoğunu kayıt altına almış durumdayız. Tüm dünyada aktif kanser kayıtçılığı yapılan nüfus oranının %8 olduğu düşünülürse; ülkemiz %50 gibi bir oranla bu konuda dünya lideri olmaya aday bir ülkedir.” ifadelerini kullandı.

Rifat Serdaroğlu : ALEYKÜMSELÂM !


ALEYKÜMSELÂM !

portresi3

Rifat Serdaroğlu

TÜSİAD (TÜRK Sanayicileri ve İşadamları Derneği) Başkanı Muharrem Yılmaz, Cizre’de sözlerine “Selam Cizira Botani” diye Kürtçe başladı.

Selam Cizira Botani!
Selam Cizira Botani!
Biz de selamını alalım;

Aleykümselâm ya Serok Boktani.
Aleyna Aleykümselâm ya Serok Boktani!

Allah bir insanı rezil etmek isterse önce aklını ve utanma duygusunu alırmış.

TÜSİAD’ı kuran ve rahmete kavuşmuş kişiler, bu derneği kurarken çok düşündüler ve derneğin adının başına “TÜRK” ismini bilerek ve isteyerek koydular.
TÜRK dediler, TÜRKİYE / TÜRKİYELİ demediler.

Cumhuriyet – Atatürk Türkiye’si ve Türk Milleti sayesinde zengin olduklarının bilinciyle, bir minnet duygusunun ifadesi olarak “TÜRK”adını koydular.

Atatürk olmasaydı, Cumhuriyet olmasaydı kendilerinin bu servetlere
asla sahip olamayacaklarını onlar çok iyi biliyorlardı.

Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, Ali Koçman, Şahap Kocatopçu gibi Başkanlar,
Lâik Cumhuriyete ve Çağdaş Türkiye’ye sahip çıktılar ve savundular.

Ne Tarikat-Cemaat artıklarına, ne de uyuşturucu kaçakçısı Kürtçü-Bölücülere
prim verip şirin görünmeye çalışmadılar.

Sayın Muharrem Yılmaz;

TÜİK’in açıklamalarına göre, Tütün Ürünleri Sanayisinin %69’u, Otomotiv Sanayisinin %50,3’ü, Elektronik Sanayisinin %48,5i yabancı denetimine geçmiş bulunmaktadır.

AKP Hükümetinin “İthalata” dayalı ekonomik politikası, Türk Sanayisini zorlamakta, sanayicilerimiz mevcut tesislerini yenileyememekte ve yeni sanayi tesisleri kurulamamaktadır.

Böyle bir ortamda elbette ki ülkemizin problemleriyle ilgilenip, çözüme katkıda bulunmak takdir edilecek bir davranıştır.

Tamam da, lütfen elinizi vicdanınıza koyun ve sorduklarımı iyice düşünün;

*Siz Selanik-Drama kasabasından Türkiye’ye gelen muhacir bir ailenin çocuğusunuz.
Doğum yeriniz Bursa’ya gittiğinizde, konuşmanıza Arnavutça-Boşnakça-Pomakça-Rumca mı başlarsınız?

Karadeniz’de Lazca-Gürcüce mi selamlama yaparsınız?

Böyle bir saçmalığı şimdiye kadar yapmadığınıza göre, Cizre’de niçin Kürtçe selamlama yaptınız? Orası Türkiye Cumhuriyetinin şirin bir ilçesi değil mi?
Orasını siz de, PKK gibi Kürdistan’ın bir ilçesi olarak mı görüyorsunuz?

*Siz TÜSİAD’ın Başkanısınız!
Toplantı yapacağınız yere bir adet olsun Türk Bayrağı ve Atatürk fotoğrafı astıramadınız mı?
Türk Bayrağı ve Atatürk resminin olmadığı bir salonda konuşmak sizi
rahatsız etmedi mi?

*Cizre’deki konuşmanızda, Türkiye’nin 54 bin insanının ölümüne, 400 Milyar Dolarlık ekonomik kaybımıza neden olan ve hür dünyanın “Terör Örgütü” kabul ettiği PKK Narko-Terör örgütünü lanetleyecek tek kelime söyleyemediniz mi?.

En azından sizin Cizre ziyaretinizden bir gün önce, kendi “Asayiş Gücünü” oluşturan PKK’lılara;

Siz ne yapıyorsunuz, aklınızı başınıza alın.
Ayrı bir devlet mi kuruyorsunuz”
 diyemediniz mi?.

Değerli Okurlar;

Hiçbir millete demokratik özgürlük-çağdaşlık-aydınlanma, birileri tarafından
hediye edilmemiştir. O milletler bunları hak ederek, kazanmışlardır.

Bugün imrendiğimiz Avrupa Demokrasi, uğruna yıllarca savaşıp
bu yolda canlarını vermekten çekinmeyen kişiler sayesinde oldu.

Biz Türkler, Atatürk önderliğinde kendi devletimizi kurmak için
tüm emperyalist devletlere karşı savaştık.

Can verdik, kan akıttık.
Kazandık, devletimizi kurduk.

Fakat demokrasimiz bize giydirildi.
Bizim demokratik mücadelemiz çok yapaydı.

Atatürk bize Cumhuriyeti hediye etti.
Fakat Cumhuriyet yalnızca bir çerçevedir.

Bu güzel çerçevenin içini standartları, gelişmiş ülkelerdeki gibi yüksek olan
bir demokrasi yerleştirmek bizim işimiz.

Bunun için her birimizin, Cumhuriyetimizin kurum ve kuruluşlarımızın,
omurgalı davranmak mecburiyetimiz vardır.

Biz de Cumhuriyetimizi, en gelişmiş bir demokrasi ile taçlandırıp onunla
gurur duymalıyız.

Bunu Türk Milleti olarak biz yapamazsak, Cumhuriyet çerçevesinin içine ya
“Federe İslam Devletini” ya da “Kuzey Kürdistan” adlı Marksist-Leninist
Kürtçü devleti yerleştirecekler.

O zaman TÜSİAD Başkanının ve müsamere çocuğu tipindeki arkadaşlarının
hep bir ağızdan ve yüksek sesle “Cumhuriyet Türkiye’si ruhuna haydi hep beraber,
El-Fatiha!…”
 diye bağırmaları gerekir.

Not; Serok=Başkan / Boktani = Kötü (Konçimari Lehçesi)

Sağlık ve başarı dileklerimle.
27 Haziran 2013, İLK KURŞUN

SEÇİM GÜVENLİĞİ ve SEÇİM HİLELERİ


SEÇİM GÜVENLİĞİ ve SEÇİM HİLELERİ

Sayın Onur Öymen’in

Halkın yarısının oyunu gerçekten aldılar mı?

başlıklı özlü ve son derece uyarıcı makalesi bu sitede 10.6.13 günü yayımlandı.
Biz de o yazı için kısa bir sunuş notu koymuş ve bu konuda bir makale yazacağımızı belirtmiştik.

Şöyle idi sunuş notumuz              :

Sn. Onur Öymen son derece önemli bir soruna yeniden işaret etmekte :

SEÇİM GÜVENLİĞİ ya da SEÇİM HİLELERİ..

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan da pek çok kez bu irdeledi.
(örn. http://ahmetsaltik.net/seytan-ucgeninde-demokrasi/, 15.9.12)
Özellikle TÜİK’in sorumsuzluğunu – ciddiyetsizlğini sorguladı.
Bu yazılarına sitemizde yer verdik zaman zaman.
(ctrl + F tuşları birlikte basık tutulduğunda ekranda sağ üstte bir arama kutusu çıkmaktadır; oraya uygun anahtar sözcük-ler yazılarak site içi dosya araması yapılabilir..)

Doğallıkla sorumluluk zincirleme : YSK (Yüksek Seçim Kurulu) da bu denli anormal  seçmen sayıları dalgalanmalarını sorgulamadan seçmen kütüklerini hazırladı.

**************************

Oysa salt bu kabul edilemez ağır tutarsızlık, gerçekte kasıtlı saptırma ve manüplasyon karşısında seçim takvimini yeniden düzenleyerek TÜİK’ten ve Hükümetten
geçerli nüfus sayımı verilerini isteyebilirdi.

YSK, bu güvensiz, ilkokul çocuklarının bile kabul edemeyeceği tutarsız rakamlar karşısında seçimleri yap(a)mayacağını bildirebilirdi. Anayasal Kurum YSK hakkındaki anayasa maddesi şöyle :

Anayasa madde 79                   :

Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır.

Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve
kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçim tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.

  • Dolayısıyla şimdiki AKP hükümetinin (61. Cumhuriyet Hükümeti) meşruiyeti, derinlemesine tartışmalıdır.

Koskoca Türkiye’de göz göre göre bu denli açık ve dev bir seçim hilesi yaşanmıştır.
2007 seçimlerinin sonuçları “birkaç saat içinde” açıklanmıştı (!) ve biz de o zaman bilgisayar tabanlı SEÇSİS Yazılımını ve uygulamasını yoğun olarak eleştirmiştik.
Hürriyet’ten Yalçın Bayer 19 Ağustos 2007’de köşesinde TOPLUMSAL KUŞKU başlığıyla yazımıza yer vermişti; Yalçın_Bayer_secim_sonuclari_irdelememize_yer_verdi_Hurriyet_19.08.07 ve Oktay Ekşi makalelerinde yer vermişlerdi yazdıklarımıza; Hürriyet, 24 Ağustos 2007, Kuşkudan Kurtulmak İçin..)

Sayın Bayer‘in TOPLUMSAL KUŞKU başlıklı yazısında kendisine yolladığımız mektuptan kapsamlı alıntılar yapmıştı.. İşte bir bölümü :

********************

YSK; partilerin, basının, sivil toplumun, üniversitelerin temsilcilerinden oluşan
20-25 kişilik tarafsız bir kurul oluşturur; (Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın da gözetimini dilerim) sondaj yöntemiyle 150 bini aşkın sandıktan diyelim binde 1’i olan 150 dolayında sandıkta oy pusulalarını basının gözü önünde yeniden
açıkça sayar ve dökümünü yapar.

Bu sonuçlar, YSK bilgisayarına yüklenen verilerle karşılaştırılır.

Uyum varsa sorun yoktur. Çok ufak tefek, matematiksel / istatistiksel olarak görmezden gelinmesi olanaklı sapmalar dışındaki her uyumsuzluk açıklanmaya muhtaçtır.
YSK
bundan kaçmamalıdır.

Zararın neresinden dönülürse kazançtır. Ulusun istencini şu veya bu yolla saptırmak, bağışlanmaz bir tarihsel suçtur ve hesabı er ya da geç sorulur.

Ayrıca, ilçe seçim kurullarına ulaşan sayım sonuçlarının bilgisayara yüklenmesi,
oradan il seçim kurullarına ulaştırılması ve oradan da YSK’ya aktarılarak işlenmesi
ve Türkiye genel sonuçlarının elde edilmesi, şaşılacak bir hızla gerçekleştirilmiştir. Uzun yıllardır bilinçli bir bilgisayar kullanıcısı olmamın ötesinde, konuştuğum bilgisayar uzmanları, bu tablonun çok ciddi bir altyapı ile olanaklı olduğunu söylediler.
Bu bakımdan YSK’dan, sistem ağ yapısının temel karakteristiklerini açıklamasını bekliyoruz. Kaç server kullanılmıştır, veri aktarım hızı nedir, gibi…

***************************

Sayın Ekşi ise, “Kuşkudan Kurtulmak İçin” başlıklı söz konusu makalesinde
(Hürriyet, 24 Ağustos 2007) şu dizelere yer vermişti :

  • “… arkadaşımız Yalçın Bayer, 17, 19 ve 22 Ağustos tarihlerinde
    “seçim sonuçlarının değiştirilmiş olduğuna” ilişkin önem vermeye değer belge ve bilgiler yayımladı. Keza onun sütununda Ankara Üniversitesi
    öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Saltık’ın:
    “Bilindiği gibi son derece hünerli virüs yazılımları ile veya başkaca yöntemlerle bu olağanüstü korsanlık asla olasılık dışı değildir. Yazılım, diyelim 30 saniyede bir otomatik yedekleme (back up) yapmış mıdır? Eğer yaptı ise ardışık yedeklemelerde veriler arasında bir uyumsuzluk var mıdır;
    varsa nasıl açıklanmaktadır?”

    diyen bir mektubu çıktı…”Bunlar gösteriyor ki, dönüp sonuçları irdelemek, hepimiz için rahatlatıcı olacak. Nitekim Ahmet Karahan isimli bir okuyucumuz da bilgisayar programlaması yoluyla sonuçları değiştirmenin mümkün olduğunu bize gönderdiği e-mail’inde ileri sürdü.

    *********************************

Biz de 2007 seçimlerini irdeleyen kapsamlı (12 sayfa) bir makale yazmıştık :

6 yıl sonra bu kapsamlı çalışmamızın bir kez daha okunmasında yarar var sanırız.

2013 ortalarında Türkiye bir erken seçim eğik düzleminde kaymaktayken, birçok ülkenin güvenli bulmayarak vazgeçtiği elektronik sayımdan vazgeçilmesi ve klasik yolla
elle sayım – döküm yapılması yaşamsal önem kazanmaktadır.

Ayrıca her sandığın (yaklaşık 200 bin) teker teker sonuçları da YSK tarafından
web sitesinde yayınlanmalıdır ki, siyasal parti temsilcileri sandık kurulunda aldıkları fiziksel (kağıt) tutanaklarla karşılaştırabilsinler.

Bir de temsilde adalet sorunu var :

Seçim barajının düşürülmesi, seçim bölgelerinin nüfusa göre adil temsil için yeniden düzenlenmesi, 27 Mayıs Devrimcilerinin ülkemize armağanlarından
Ululsal Artık (Milli Bakiye) veya benzeri bir sayım sisteminin benimsenmesi

Ve de partilerin seçim ittifakı ile seçime girebilmeleri için yasal düzenleme..

Bu 4 temel sorun çözülmeden yapılacak seçimlerden Türkiye’yi düze çıkaracak sonuçlar beklemek hayalcilikten de ötedir.

Bunun kadar hayal ötesi bir olgu da, AKP hükümetinin bu düzenlemeleri yapmaya yanaşacağını ummaktır.

Sorunun TBMM’de olağan çözümü yok..

Muhalefetin TBMM zemini dışında çözüm araması kaçınılmaz..

TBMM çalışmalarına katılmamak işe yarar mı, bilemiyoruz..

Ama sine-i millete dönerek bir erken seçimi zorlamak, öncesinde de bu temel yasal değişiklikleri yapacak bir geçici seçim hükümeti önermek..

İşte bu işe yarayabilir..

6 yıl önce Sn. Yalçın Bayer’in yukarıda değindiğimiz ve erişimini (linkini) verdiğimiz
makalesinde yer verdiği mektubumuzu şöyle bağlamıştık :

“…VEBAL ALTINDA KALMASINLAR

Görevden kaçınmak, sonuçlarını ağırlaştırmaktan başka bir sonuç doğurmayacak ve YSK’nın ağır vebalini altından kalkılmaz düzeye tırmandıracaktır. Bu arada,
yaklaşan olası referandum ile 2009 yerel seçimleri için şimdiden, yapılan uyarıları dikkate alan son derece titiz bir hazırlığı, kamuoyunu bilgilendirerek
YSK’
dan beklemekteyiz.

Nobel Ekonomi ödüllü, Dünya Bankası eski 2. Başkanı Prof. J. Stiglitz,
Bill Clinton kabinesinde Ekonomi Bakani iken, ABD Hazinesi’nin bir ’gizli’ belgesine ulaşmış ve vicdanını baskılayamayarak açıklamıştı.

Hiçbir yalanlama almayan bu metnin ilgili paragrafı ibreti-i alem için aşağıdadır:

  • Satışlar (Rusya’da) çok güzeldi ve Boris Yeltsin’in yeniden seçilmesi istendi. Bunun hileli bir seçim olup olmadığı ise o noktada hiç önemli değildi. İşin acı yanı, tüm bunların sonunda, Rusya’nın endüstriyel varlıklarının, ABD destekli Rus oligarşisinin eline geçmesi oldu.
    Böylece Rusya’nın ulusal geliri yarı yarıya azaldı.”
    (http://www.zmag.org/Turkey/imdda.htm)
    Prof. Dr. Ahmet SALTIK / Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi

**************************************************

“22 Gün Sonra “22 Temmuz 2007 Seçimleri”nin Gerçek Anatomisi!”

başlıklı 12 .8.2007 tarihli makalemizi şöyle bağlamışız :

“…..

Yüce Atatürk yine yol gösteriyor :

‘Ülkenin ve Devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunabilmesi için bütün Ulusçu ve Cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir.’

Yine O’nun dediği gibi olacaktır : Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır, yaşatılacaktır. Zira:

–  ‘ Vatan kesinlikle esenliğe kavuşacak, ulus kesinlikle mutlu olacaktır. Çünkü kendi esenliğini, kendi mutluluğunu ülkenin ve ulusun esenliği için feda edebilecek vatan evlatları çoktur.’

Ülke ve ulusun içine sokulduğu bu lanetli gidiş ya verili koşullarda kendini düzeltecek
ya da büyük olasılıkla tarihsel zaman sıfırlanacak (re-set), her şey yeniden başlayacaktır.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, her koşulda sonsuza dek özgür ve bağımsız yaşamaya kurguludur. Ve de söz konusu Vatan olunca her şey, ama her şey teferruattır..”

***************

27 Mayıs 2013’ten beri de 14. gününde, Türkiye kendisini AKP’nin içine sürüklediği “LANETLİ GİDİŞ” ten kurtarmaya çabalıyor..
ATATÜRK’te BİR-LE-ŞE-REK..
İktidarın polisi dünyada görülmemiş vahşetle halkın üstüne sürmesine karşın!
Bu yazının yazıldığı gün de Atatürk Orman Çiftliği’nin yağma ve talan edilerek rantçı yandaşlara ve emperyalist ortaklara peş keş çekilmesine karşı yollarda Ulusumuz, yurtsever Ankara halkımız..

Büyük Atatürk’ün halka örnek olmak üzere bataklık arazinin düzeltilmesi (ıslahı) ile ülkemize kazandırdığı örnek ve modern çiftlik olan ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ
eşsiz bir modeldir, halka iletidir. Bu arazi zaten son 10 yılda AKP eliyle epey tırtıklandı. Şimdi ise “Beyaz Saray” benzeri bir inşaat sürmekte.. Yetmiyor, bir bölüm arazisi de ABD Büyükelçiliğine veriliyor. Bu davranışa uygun sıfatı kullansak suç işlemiş oluruz!
Sanki Ankara’da arazi kalmadı.. Resmen yurtsever-Atatürkçü kesimleri tahrik ve aşağılama amaçlı, Cumhuriyetle hesaplaşma kin ve nefretinin ürünü. Oysa gerçek Müslüman kin ve nefret taşır mı? Emperyalizmle işbirliği ile, onun taşeronu olarak
kendi köklerine saldırma.. Ne hazin değil mi?? Psikolojik çökertme savaşı!

Bu siyasal kadroların kesinkes ve olanaklı en hızlı takvimle iktidardan uzaklaştırılması Türkiye’miz için bir varlık yokluk (beka) sorunu durumuna geldi..

Ankara AOÇ talanına karşı yürüyor

Ankara, böylesine coşkulu ve kararlı kitlelerin eylemlerinin hep sonuç aldığını iyi bilir.

Bir küme bindirilmiş kıtalar ise Ankara Belediyesi’nin (İ. Melih Gökçek’in) ve AKP örgütünün zorlamalarıyla, ücreti karşılığında (Ulusal Kanal genelgeyi yayımladı; arabasıyla havalanına gidene yüz TL!) Esenboğa havalanı yolunda, “askeri oldukları”nı haykırdıkları RT Erdoğan’ı, apaçık aşağılandığı Afrika ziyareti dönüşü karşılamaya çabalamakta..

Dostlar;

Gelecek seçimler (2015) yaşamsal önemde.. Öncesinde (2014) Yerel seçimler de..
Bu siyasal kadro bir kez daha iktidar olursa, “HEDEF 2023” gizli gündemi bağlamında artık ATATÜRK’ün TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nden söz etme olanağı kalmayabilir.

Yakıcı temel sorunu, SEÇİM GÜVENLİĞİNİ – ADALETİNİ
gecikmeden gündeme almanın ve planlamanın zamanıdır..

Sevgi ve saygı ile.
10.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Türkiye’nin Nüfusu..


Dostlar
,

Yetkin ve seçkin bilim insanı Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘ın

portresi

TÜRKİYE’nin NÜFUSU..

başlıklı kapsamlı makalesini okumalısınız..

Özllikle TÜİK yetkilileri okumalı..

Ve Ali hoca ile tartışarak, O’ndan öğrenerek açık matematiksel – yöntemsel hatalarını gidermeliler..

Bu hatalar konusunda biz de sitemizde daha önce bir makalemizi yayımlamış,
TÜİK’in Hüfus Artış Hızımızı, kendi verilerine dayanarak %1,68 olarak hesaplaması gerekirken neden % 1,33 olarak verdiğini sormuştuk. Yanıt veren yok..
(TÜİK’in Tehlikeli Hataları.. Başbakan da Yanıltılıyor..; 3 Ocak 2013..
http://ahmetsaltik.net/tuikin-tehlikeli-hatalari-basbakan-da-yaniltiliyor/)

Söz konusu bu yazımızda şu saptamada bulunuyor ve soruyorduk :

  • TÜİK, 2011 için Türkiye’nin nüfus artış hızını %25 düzeyinde hata ile
    eksik kestirmiş ya da göstermiş ya da hesaplamıştır
    ..

    Ama fazla değil!?
  • TÜİK’in artık kendisine gelmesi gereklidir.

*****

Ali hocanın makalesi çizim ve tablolar da içeriyor.

Formatını korumak adına pdf olarak veriyoruz..

Okumak için lütfen tıklatınız..

Turkiyenin_Nufusu_6.5.13

7_milyar_nufus_2011_ortasi

Sevgi ve saygı ile.
6.5.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

İstatistiklerle Kadın 2012 Araştırması


Dostlar
,

Kadın-erkek eşitliği bağlamında TÜİK‘in verilerini aşağıda sunalım.

Ancak TÜİK güven vermiyor..

2012 sonunda nüfusu 75 milyon 724 bin olarak vermişti.

Bu çalışmada ise 75 627 384..

Bu çelişkiler, tutarsızlıklar kabul edilemez..

Kaldı ki, Türkiye nüfusu 80 milyonu aşkındır ve “her ne hikmetse” (!?) TÜİK % 10 dolayında eksik nüfus bildirmekte..

TÜİK‘in bu bağlamda sıkı bir eleştirisine aşağıdaki yazımızda yer vermiştik.

TÜİK’in Tehlikeli Hataları.. Başbakan da Yanıltılıyor..

Unutulmasın; kadın-erkek eşitliği ancak laik-demokratik bir sosyal hukuk devletinde gerçekleştirilebilir.

Herhangi bir şeriata dayalı rejimlerde asla.. Örnekler ortada.. ;

S. Arabistan, Afganistan, Irak’lı kadınların ABD askerieri ile yatmasını önerecek denli zıvanadan çıkan Vahabi bir müftü… ve daha niceleri..

Kadın arkadaşlarımızın ATATÜRK DEVRİMLERİ‘ne herkesten ama herkesten
daha çok sahip çıkması gerekiyor..

Sevgi ve saygı ile.
10.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

İstatistiklerle Türk kadını

TÜİK, İstatistiklerle Kadın 2012 Araştırması’nın sonuçlarını açıkladı.
İstatistiklerle Kadın 2012 Araştırması“na göre, işsizlik oranı, kadınlarda % 10,8 düzeyinde. 15-24 yaş dilimindeki kadınlarda işsizlik oranı % 19,9’a çıkıyor.
Kadın nüfus, Türkiye nüfusunun % 49,8’ini oluşturuyor.
Türkiye’nin 75 627 384 olan nüfusunda kadınların sayısı 37 671 000.

Kadın nüfusun % 24,4’nü 0-14, % 16,3’ünü 15-24, % 31’ini 25-44, % 19,8’ini 45-64,
% 8,5’ini 65 ve daha yukarı yaş dilimi oluşturuyor.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2012 sonuçlarına göre,
Türkiye’de 30,1 olan ortanca yaş, kadınlar için 30,6, erkekler için 29,5.

Kadın nüfusun doğuşta beklenen yaşam süresi (E0) erkek nüfustan daha yüksek düzeyde.

Doğuşta beklenen yaşam süresinin 2013 yılında kadınlar için 79,2, erkekler için 74,7 yıl olacağı kestiriliyor. Düzenli olarak artan doğuşta beklenen yaşam süresinin
2023’te kadınlar için 80,2, erkekler için ise 75,8 yıla çıkması öngörülüyor.

Kadınlar daha küçük yaşta evleniyor

İlk evliliğini 2011 yılında yapmış kadınların ortanca ilk evlenme yaşı 23,3 iken,
bu yaş erkeklerde 26,6’ya çıkıyor.

Boşanma verilerine bakıldığında 2011 yılında 120 bin 117 çiftin boşandığı görülüyor. Boşanma nedenlerine bakıldığında, eşlerin sorumsuz ve ilgisiz davranması
% 26,6’lık oranla ilk sırada geliyor. Bu nedeni sırasıyla % 23,4’le öbür nedenler,
% 20,8’le şiddet ve %16,8’le aldatma izliyor.

Evli çiftlerin ilk evlilikleri göz önüne alındığında, çiftlerin % 93,7’sinin hem resmi
hem de dinsel nikahla, % 3’ünün ise yalnızca dinsel nikahla evlendiği görülüyor.
Akraba evliliği yapanların oranı % 23,3, görücü usulüyle,
kendi görüşü sorulmadan aile kararıyla evlenenlerin oranı ise % 9,4.

Eğitim düzeyine göre okullaşma oranlarında kadın ve erkekler arasında önemli fark gözlenmiyor. Okuryazarlık oranı kadınlarda % 92,2 iken, erkeklerde % 98,3‘ü buluyor. 2011-12 öğretim yılında ilköğretimde okullaşma oranı kadınlarda % 98,6, erkeklerde
% 98,8, ortaöğretimde okullaşma oranı kadınlarda % 66,1, erkeklerde % 68,5, yükseköğrenimde okullaşma oranı kadınlarda % 35,4, erkeklerde % 35,6.

Kadınlar tütün ve tütün ürünlerini bırakmayı erkeklerden daha çok deniyor.

Tütün ve tütün ürünü kullananlar içinde bunları bırakmayı deneyen kadınların oranı
% 44,9’a çıkarken, erkeklerde bu oran % 41,8’de kalıyor.

Memnuniyet oranı % 70

Araştırmaya göre, çalışan kadınların yaklaşık üçte biri ücretsiz aile işçisi.

İşgücüne katılım oranı, 2012’de kadınlarda % 29,5 iken, erkeklerde % 71.
İstihdam edilen kadın nüfus oranı % 26,3’te kalırken, erkek nüfus oranı % 65’e çıkıyor.

Ücretli veya gündelikçi olarak çalışan kadınların oranı %54,3 iken, kendi hesabına çalışan kadınların oranı % 10,8. Ücretli veya gündelikli olarak çalışan erkeklerin oranı %66,5, kendi hesabına çalışan erkeklerin oranı ise % 22,3 ile kadınları geride bırakıyor.

İşsizlik oranı, kadınlarda %10,8, erkeklerde ise % 8,5. 15-24 yaş dilimindeki
genç nüfusta işsizlik oranı ise kadınlar için % 19,9’a, erkeklerde ise % 16,3’e yükseliyor.

Çalışan kadınların % 70,1’i, erkeklerin ise yüzde 71,2’si çalıştığı işten hoşnut (memnun) olduğunu belirtiyor.

0-5 yaş diliminde çocukların yaşadığı hanelerde çocuk bakımını % 89,6 oranında anneler, %1,5’ini babalar üstleniyor. Çocukların % 2,4’ünün bakımı kreşlerde  sağlanıyor.

Kadınlar siyasette geride

Kadınlar siyasal alana erkeklere göre çok daha az katılım sağlıyor.

TBMM’ndeki kadın milletvekili oranı 1935’te % 4,5 iken, 2012’de % 14,4’e yükseldi. Kadın bakan sayısı ise 1. (AA, 8 Mart 2013)

Cumhuriyet Gazetesi 10 Aralık 2012 günlü sayısı

Cumhuriyet Gazetesi 10 Aralık 2012 günlü sayısı ve yorumlar..

Dostlar;

Türkiye yoksulluk çemberini kıramıyor!.

İktidardaki siyasiler, toplam ulusal gelir (TUG, GSMH) tabanlı yaklaşımla 772 milyar dolara yaklaşan makro-ekonomik büyüklüğü özellikle öne çıkararak Türkiye’yi dünyanın en büyük 17. ekonomisi ilan ediyorlar. Oysa tek ölçüt bu değil. Örn. bu rakam nüfusa bölündüğünde 10 bin doların altına iniyoruz.. Gerçek nüfus TÜİK‘in 31.12.11’de verdiği gibi 74,724 milyon değil, yaklaşık % 10 fazlasıyla 82 milyona yakın. Dolayısıyla
kişi başına ortalama gelir 10 bin doların altında, 9,4 bin dolar gibi. Bu rakam dünya ortalamasına çok yakın.. Dünyada 65 trilyon $ / 7 milyar hesabıyla 9,3 bin $/kişi/yıl.
Bu rakam ölçü alındığında Türkiye hemen 60. sıraya düşüyor.

Bir de gelirin dağılımı konusu var ki, son 10 yılda Gini katsayısı giderek büyüyüyor.

UNDP’nin (BM Kalkınma Programı) HDI (İnsansal Gelişim İndeksi) bakımından da durum parlak değil, son 10 yılda 82. sıradan 92. sıraya geriledik.

Bu arada borçlarımız daha da arttı ve epey ama epey özelleştirme yaptık.
Bu gün sitemizde yer alan Maliye Bakanı’nın (Memet Şimşek) 2013 Bütçesi
sunuş konuşmasını irdelerken,

cari açığın ulusal gelire oranında Dünya 1. si olduğumuzu vurgulamıştık.
Ne yazık ki 2013 bütçesi de yapısal iyileşmeler getirecek güç ve yapıda değil.

Bir başka ilginç haber ise, sağlık giderleri ile ilgili:

  • Bakan, harcamaların artmasında faturayı doktora giden vatandaşa kesti

Suçlu halkmış!?

AKP’nin iktidarda olduğu 10 yıl içinde sağlık harcamalarının 2’ye katlanmasını değerlendiren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik,
bunda hekime başvuru sayısının artmasının ve ilaç israfının etkili olduğunu iddia etti.
Çelik, “Tüm vatandaşlarımızın sağlık güvencesi altına alınması ve yıllar itibarıyla hekime başvuru sayılarındaki artışlar, kamu sağlık giderlerini artışındaki ana ögelerdir.” dedi.  

Hem “performans” diye sağlık çalışanlarını yapay ve etik dışı biçimde zorladılar
hem de şimdi yakınmaktalar..

Çözüm çok net :

  • HER-KE-SE ETKİN-YAYGIN-SÜREKLİ-KAMUSAL KORUYUCU SAĞLIK HİZMETİ SUNMAK..
Dünyada henüz başka bir reçete bulunamadı..
Türkiye de, dünya da sonunda oraya gelecek ama ne zaman??

Sevgi ve saygı ile.
10.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net