Etiket arşivi: Toplum mühendisliği

Kuruluş ilkeleri

Anasayfa - Prof. Dr. Can CEYLANProf. Dr. Can CEYLAN

12 Haziran 2023, Cumhuriyet

2002 yılından beri iktidarda olan AKP iktidarının ülkeyi getirdiği son noktada, ulusal egemenliğin ana unsuru (ögesi) olan demokratik parlamenter sistem yerini, Yürütme yetkisinin tamamen (tümüyle) cumhurbaşkanında olduğu, Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri ile çelişen yeni bir yönetim sistemine bırakmıştır. Yeni sistemin ekonomik, sosyo-kültürel ve uluslararası alanda ülkeye olumlu kazanımlar getirdiğini söylemek mümkün değildir. Daha da önemlisi her geçen seçim sürecinde iktidar mensupları, temel insan hak ve özgürlükleri konusunda kısıtlayıcı, örseleyici adımlar atarak kutuplaşma iklimini daha da sertleştirmeyi tercih etmişlerdir.

TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ

Son seçimler de göstermiştir ki seçmenler üzerinde, yüksek perdeli propaganda konuşmaları ve yadsınamaz evrensel reel ölçütlerden ziyade (çok), yerleşmiş algılar ve bu algıların her fırsatta kaşınması daha etkili olmaktadır. Keza, siyasal parti liderlerinin söylemleri daha önceki söylemleriyle taban tabana zıt ve tutarsız olsa da siyasiler ortada devrilmedik çam, kırılmadık pot bırakmasalar da büyük oy kaybı yaratacağı düşünülen bu söylem ya da çark edişlerin sandığa yansımaları beklendiği gibi olumsuz olmamıştır. Alternatif (seçenek) siyasal partiler, istedikleri kadar ülkenin yaşadığı gerçek sorunlara çözüm önerileri getirsinler, iktidardaki siyasal hareketin hatalarından, ülkeye verdiği zararlardan dem vursunlar, seçmende oluşturulmuş algının değişmesi mümkün görünmemektedir.

Algı ve toplum mühendisliği; karşı tarafı darbeci olma, terörle ya da emperyalist ülkelerle işbirliği içinde olma gibi, seçmenin farklı düşüncelere ve siyasal çözümlere sıcak bakmasının önünü tıkayan, dayanaksız yakıştırma ve suçlamalardan beslenmekte, hedeflenen kutuplaştırma iklimini bolca körüklemektedir.

GERGİNLİK ve KUTUPLAŞMA 

Öyleyse nedir bu anti-demokratik açmazların kırılma şifreleri?

Toplumun irdeleyen, sorgulayan, farklı fikirlere olgunlukla bakabilen bireylerden oluşmasının sağlanması belki de olmazsa olmaz ilk hedef olmalıdır. Bunu kısa vadede (erimde)  gerçekleştirmek kolay görünmese de işe, siyasal parti tabanları ile sivil toplum örgütlerinin bu doğrultuda etkin, özverili çalışmaları yaşama geçirmesi ile başlaması kaçınılmaz görünüyor.

Bu rasyonel (ussal) hedef gerçekleştiğinde oluşturulmak istenen algı operasyonlarının halkta karşılık bulamayacağı, hatta kurgulanmasından vazgeçileceği açıktır.

Yine demokrasinin olmazsa olmazlarından Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinden sonra 4. güç olan görsel ve yazılı medyanın iktidarın etki alanından çıkarılması, halkın bağımsız ve tarafsız (yansız) haber alma hakkının sağlanması sonucunu doğuracağından, seçimlerin daha adil ve eşit koşullarda yapılması da gerçekleşmiş olacaktır.

Ne yazık ki Anadolu coğrafyasını oluşturan zengin mozaik, yıllardır süregelen etnik ve mezhepsel ayrımcılık politikaları ile oy kazanma hesapları uğruna birbirine düşürülmüş ve düşmanlaştırılmıştır.

Tüm bu mücadelelerin sonuç vermesi; bu gerginlik ve kutuplaşma duvarlarının bir an önce yıkılması, devlet kadrolarında etnik ve mezhepsel kadrolaşmanın önlenmesi ve vakit geçirmeksizin Kuruluş İlkelerine dönülmesi ile olanaklıdır.

Ayrıştırma yoluyla toplum mühendisliği

author
GÜNCEL03.11.2022, BİRGÜN

Türkiye tarihi, düşünsel, toplumsal ve hukuksal mücadeleler tarihidir. Bu bakımdan, 2002 öncesi ve sonrası ayrımı yapılabilir. Zira 2002-2022 dönemi, önceki dönemin tersine, daha çok, düşünsel, toplumsal ve hukuksal kazanımları yadsıma tarihidir.

Neden ve nasıl?

Yirmi yıldır siyasal iktidarı elinde tutan AKP yöneticileri, 2002 yılını hemen her konuda milat yaparak öncesi ve sonrası ayrımını yapar. Neredeyse “Devleti biz kurduk” diyecekler Cumhuriyet kazanımlarını silmek için.

Yalnızca Cumhuriyet mi? Rahatsızlıkları ve kavgaları, aslında son iki yüzyıl ile. Neden? Çünkü bu, Osmanlı Devleti’nin hukukla tanışma ve modernleşme dönemidir. Bakmayın Abdülhamit sahiplenmesine. Asıl kavga Cumhuriyet ile olmakla birlikte, III. Selim ve II. Mahmut çizgisinde başlatılan ve yürütülen reform hareketleri, 2. Meşrutiyet döneminde de sürdü.

KAZANIM HALKALARI

Etnik, inanç, cinsiyet, sınıfsal, ekolojik ve siyasal eksenli kazanımlar, ‘düşünsel/toplumsal ve hukuksal’ üçlüsünde somutlaştı.

Kürtler (etnik), çok yönlü acılar sarmalında 90’lı yıllarda verdikleri fikri ve siyasal mücadeleler sonucu, 2001 Anayasa değişikliğine yansıyan kazanımlar elde etti.

Aleviler (inanç), on yıllardır yaşadıkları acılar, örgütlenme ve hukuki mücadele azimlerini hızlandırdı; özellikle son 20 yıldır ulusal ve uluslararası ölçekte geriye dönüşü olanaksız yargısal kazanımlar elde etti.

Kadınlar (cinsiyet), uzun soluklu ve çok yönlü mücadele vererek, haklarını, anayasal ölçekte (2004 Değişikliği, md.10) ve uluslararası ölçekte (İst. Sözleşmesi) tescilledi.

Emekçiler (sınıfsal), işçiler ve kamu görevlileri, kitlesel eylemleri yoluyla birçok toplu hak kazanımının öncüsü oldu.

Yurttaşlar (çevre), yaşam alanlarını korumak için ülke geneline yayılan direnme halkaları oluşturdu. Çevre koruma bilinci, etnik, inanç ve cinsiyet temelli, sınıfsal ve hatta siyasal aidiyetleri aşarak yaygınlaştı ve süreklileşti.

Siyasal aktörler ve sivil toplum örgütleri, demokratik siyaset alanını genişletti, demokratik toplum dokusunu pekiştirdi.

YADSIMA DÖNEMİ

Etnik temelli kazanımlae yadsıma siyasetinde “Seni başkan seçtirmeyrı değersizleştirme veceğiz” sözü (2014) milat oldu. Seçilmişleri görevden alma ve hapse atma uygulamaları günümüzde de sürüyor. Partileri HDP de, siyasal baskılar sonucu ‘sanık’ sandalyesinde oturtuldu.

İnanç temelli mücadele sonucu yargı yoluyla kazanımları yadsınan Aleviler, adları bile anılmadan ‘torba yasa’ya bocalandı; kendilerine ibadet yeri bile çok görülerek, yasa yoluyla aşağılanma sürecine sokuldu.

Cinsiyet temelli kazanımlar, bir kişi iradesiyle yok sayılarak İstanbul Sözleşmesi çöpe atıldı. Şimdi, fırsatçı Anayasa değişikliği ile, “Müslüman toplumu birilerine yedirmeyeceğiz” söylemi eşliğinde “birey olma hakkı” yenmeye çalışılıyor.

Sınıfsal kazanımlar, işçilerin toplu katliamı, düzenleme-denetim-yaptırım zincirindeki kopukluklar görmezden gelinerek, takdiri ilahiye bağlanılarak yadsınmaya çalışılıyor. Kamu görevlileri OHAL KHK yoluyla imha edilirken; kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları, yasa yoluyla ya da ‘siyasal emirler’ yağdırılarak parçalanmak istiyor. Avukatlar, tabipler, mimarlar, mühendisler ve kazanımların yağmalanmasına fren oluşturabilecek meslek örgütleri dağıtılmak isteniyor.

Çevre yağması, tarihsel-kültürel-doğal değerler zincirinde ‘ülke imhası’ eşiğine vardı.

Siyasal ve toplumsal, demokratik siyaset alanını daraltma ve demokratik toplumu sindirme faaliyetleri, seçim ve sansür yasaları yoluyla ivme kazanmış bulunuyor.

Uluslararası kazanımlara toptan savaş ise hız kesmiyor.

ÖZGÜR BİREY VE HAKLAR TOPLUMU

Kısacası AKP, yurttaşlara, insanlara ve eşit birey anlayışına savaş açmış bulunuyor; haliyle dünyevi hukuka da.

Cumhuriyet kazanımları, sürekli ve bütüncü yaklaşımla yadsınarak, ümmetçi ve biat kültürüne dayalı “toplum mühendisliği” kalıcı kılma iradesi sürüyor.

CHP öncülüğündeki Millet Masası bileşenleri, “ümmetçi ve güdümlü cemaat” yerine “özgür birey ve haklar toplumu” için tarihsel sorumluluk ile karşı karşıya; “At ile Üsküdar geçilmez” diyebilmek için.

AKP sistem partisi mi operasyon partisi mi?

AKP sistem partisi mi operasyon partisi mi?

ahmetgursoy.028@gmail.com, 24 Temmuz 2019, YENİÇAĞ
Türkiye’de ikide bir siyasetin tıkanması ve ülkenin geçmişten hiç ders almadan yeniden defalarca krize sürüklenmesinin gerisinde ne var? Siyaset adamlarının uzmanların kendilerine sorması ve cevaplaması gereken soru budur? Bakın işte yine krizle karşı karşıyayız.

Kaç kere ekonomik krizle karşılaştık kim biliyor? Hafızayı yoklayarak birkaç kişi buna anında cevap verebilir ama bir anda cevap verecek büyük bir çoğunluk yok.

Lakin Türk siyasetinde yeni dönemeçlerin yaşandığı kritik süreç daima ekonomik krizlerle ve bir de darbelerle olmuştur. Herkes darbelere ateş püskürüyor. Püskürmeli de. Ancak en az darbeler kadar siyasi dönüşümleri ve gelişmeleri etkileyen ve hatta birkaç kere siyaseti yeniden düzene konulmasına neden olan, birçok partinin hayatına son veren asıl sorunların başında biri daha var: Ekonomi…

24 Ocak kararlarını hatırlayın. Mimarı Özal değil miydi?

12 Eylül darbesi sonrasında Özal’ın partisi ANAP’ı öne çıkaran işte bu kararlardı. Ekonomik iyileşmenin sonunda halkın onayanı alarak iktidara taşındı.

DSP-MHP dönemine gelin.. Ortaya çıkan ekonomik kriz sonrasında DSP yerle bir oldu. MHP’de tıpkı ortağı gibi dibe vurdu. Sonra? Siyasal dengeler yeniden kuruldu. AKP ortaya çıktı.

Diyeceksiniz ki “28 Şubatın etkisi yok mu?” Var tabi. Ama ikinci en büyük neden ve AKP’yi iktidara taşıyan asıl sebep, darbe karşıtlığından çok, ekonomi idi. Şimdi geldiğimiz noktada, AKP’yi dibe doğru çeken muhalefeti yükselen değer haline getiren sebep de aynı. AKP, kendi geleceğini gördü. Güya önlem almaya çalışıyor. Ortağı MHP ile birlikte seçim sistemlerini değiştirmeyi düşünüyor.

Operasyon peşinde.

Ne yaparsa yapsın eğer elinde ekonomiyi yeniden güçlendirecek sihirli bir değnek yoksa, her yaptığı operasyon kendisine olumsuz bir karşılık olarak yansıyacaktır. Bazıları AKP’nin bir kitle partisi olduğunu söylüyor. “Muhafazakâr” olarak tanımlıyor. Kısmen bu özellikleri taşısa da icraatları yönünden bakıldığında

  • AKP, Türkiye’nin görüp geçirdiği en büyük operasyon partisidir.

Tabir yerinde ise devlet aygıtında oynatmadık vida bırakmamıştır. İktidara geldiğinden itibaren oldukça yavaş, mümkünse zamana yayarak gerçekleştirdiği dönüşüm sürecini MHP ile birlikte Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemiyle noktalamıştır.

Öncelik elbette iktidarın (eski sistemin) ele geçirilmesiydi.

İkincisi, iktidarda sürekli kalabilmek için basının ele geçirilmesi ve böylece kitle zihin kontrolünün sağlanması..

Üçüncüsü, devlet aygıtının partileştirilmesi sürecidir.

Dördüncüsü, eş zamanlı olarak ekonominin (partili iş dünyasının) yaratılması..

Beşincisi,  ordunun tasfiyesi. (buna vesayetin kaldırılması diyorlar).

Altıncısı, en büyük sorun haline gelen ortağın tasfiyesi ve

Yedincisi de MHP ile yeni Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin kurulmasıdır.

Geldiğimiz noktada, geçmişten hiç ders alınmadığı için ekonomi duvarına tosladılar.

Şimdi hazırlık yapmaktalar. Yeni operasyonlarla, toplum mühendisliği ve veya alt sistem değişiklikleriyle kazandıklarını kaybetmemenin yollarını aramaktalar. Lakin gelin görün ki, sistem; (tabir yerinde ise) başlarına çökmek üzere. Altında kalabilirler. Baştaki soruya dönersek ne diyeceğiz? Ey ekonomi sen nelere kadirsin.

 

Hüsnü MAHALLİ : ALGI OPERASYONU


ALGI OPERASYONU

Portresi

 


Hüsnü MAHALLİ
YURT Gazetesi,
25.9.14
hmahalli@hotmail.com

 

Günümüzün en moda kavramı ‘ Algı operasyonu’.
Bir zamanlar ‘Toplum mühendisliği’ deyimi daha popüler idi.
Her iki söylemde amaç, insanları yalanlar ile bir şeylere inandırmak.
Güçlü bir medya ile.
Bu nedenle AKP iktidara geldiği ilk günden başlayarak bu alana özel ilgi gösterdi.
Bu ‘ilgi’ sonucu bugün AKP iktidarı medyanın %80-90’ını kontrol ediyor.
Dönek ve yalakalar sağ olsun.
Doğuştan yandaş olanlara söylenecek hiçbir sözümüz olamaz.
Hepsi el ele vermiş, insanlara sürekli yalan söylüyorlar.
Her konuda ve utanmadan.
Örneğin ‘Arap Baharı’ tezgahında.
Hükümet ilk andan başlayarak yanlış yaptı, yapıyor ama bu medya bu yanlışları
mutlak doğrular olarak halka yutturmaya çalıştı, çalışıyor.
Hükümet duvara tosladı ve Türkiye’nin başı belada ama bildik medyanın
umurunda değil.
Yalana devam.
Konular çok.
Örneğin Suriyeli göçmenler. Hiç kimse kaç kişi olduklarını bilmiyor.
Ama medya üzerinden yaratılmaya çalışılan algıya bakılırsa ‘bunlar Esad’ın zulmünden kaçtı ve kötüler’..
Peki son bir haftada Kobani’den kaçan 150 bin insan kimin zulmünden kaçtı?
Ya da IŞİD işgali altındaki Rakka, Deyrezor, Tel Abyad, Cerablus, Bab ve daha birçok şehir, kasaba ve köyden kaçan 300-400 bin Suriyeli kimden kaçtı?
Peki Irak’ta son bir ayda evini bırakıp kaçan 1.5 milyon Arap, Hıristiyan, Türkmen, Kürt ve Ezidi de mi Esad zulmünden kaçtı?
Dönelim Suriye’ye.
Suriye’den Türkiye’ye gelen ilk mülteciler Haziran 2011 başında Antakya’da kurulan ve Cisr Elşuğur’u işgal ederek katliam yapan ÖSO militanlarının aileleri idi.
ÖSO, Nusra ve benzeri yüzlerce silahlı grubun işgaline uğrayan şehir, kasaba ve köylerin insanları için üç seçenek vardı :

1- Bu işgalci gruplara teslim olmak ve onlar ile işbirliği yapmak.
2- Bu grupların vahşetinden korkup kaçmak.
3- Buralarda yerleşip devlete karşı silahlı mücadeleyi yaymaya çalışan militanlar ile
ordu arasındaki kanlı çatışmaların arasında kalarak ölmek ya da kaçmak.

Suriye dışına kaçan 4 milyon insanın öyküsü böyle.
Hepsi Esad zulmünden kaçmış olsaydı Suriye içinde evlerini terk edip daha güvenli bölgelere göç edenler de dışarıya kaçardı.

Bir ayrıntı daha : Türkiye, Ürdün, Irak ve Lübnan’a kaçanlara baktığınızda bunların
ezici çoğunluğu bu ülkelere sınır bölgelerinden kaçmışlar. Bu bölgeler ise Esad’ın değil ÖSO, Nusra, IŞİD ve benzeri grupların işgali altında. Son üç yılda bu gruplar, saydığım ülkelerin yanı sıra onlarca ülkeden sınırsız askeri, mali, lojistik ve siyasi destek aldı.

Özetle Suriye’den göçün 1. dereceden sorumlusu Esad  değil terör örgütlerine
destek veren bölgesel ve emperyalist ülkelerdir.
Magazinden bir örnek: Amerikalı güzel oyuncu Angelina Jolie Suriyeli mülteci kamplarını ziyaret edip duruyordu.
Peki Angelina, IŞİD’ten kaçan Suriye ve Iraklıları neden ziyaret etmiyor?

Bir not daha : Türkiye’deki Suriyeliler ile ilgili bir başka algı, bunların dilenci, kavgacı ve sorunlu olduklarıdır.
Net bir rakam yok ama Suriyeli sayısı 1,5 milyon deniyor.
Dilenci sayısı olsa olsa 3-5 bindir.
Kimse bunu söylemez ama Suriyelilerin Türk ekonomisine katkısı milyarlarca doları geçer. Gelenlerin ezici çoğunluğu paralı geldi ve bu ülkede iş kurup çalışıyor,
fabrika kurup ihracat yapıyor, ev kiralıyor, ev satın alıyor, şirket kuruyor ve gencecik kızlarını Türkler ile evlendiriyor. Bazıları da ucuz iş gücü olarak çalışıyor. Ama çok az bir bölümü bedavadan yani  devletten aldığı yardımlar ile geçiniyor. Bunların ezici çoğunluğu ise Esad’a karşı ÖSO, Nusra, IŞİD ve benzeri grupların saflarında savaşanların aileleridir. AKP yönetiminin bu kadar kıyağı da olacak.

Kaldı ki bu yardımlar ÖSO, SUK, Nusra, IŞİD ve öbür gruplara üç yıldır dağıtılan milyarlarca Dolar yanında devede kulaktır.

JAPON KÜLTÜRÜ ve GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİ


Dostlar,

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan aşağıdaki dosyayı paylaşıyor..

Bir toplum nasıl oya gibi, nakış gibi dantel dantel işlenerek inşa ediliyor..
Disiplinle, çalışkanlıkla, erdemle, üretkenlikle..
Toplum mühendisliği ile.

Vahşi ve hiç de cömert olmayan çok sınırlı (yakl. 380 bin km2 ile Türkiye’nin yarısından az, dağlık, çok sayıda ada ve sürekli depremler..) bir coğrafyada insan azmi ve çabasının akıl ve bilim öncülüğündeki inanılmaz utkusu..

Üstelik 1945’te Hiroşima ve Nagasaki kentlerine ABD tarafından 2 atom bombası atılarak 200 bin dolayında insanını yitiren, önemli toprak parçaları tarım yapılamaz duruma gelen, 68 yıldır süregelen radyoaktif ışıma ve artmış hastalık
(kanser ve doğumsal anomaliler, yaşamın kısalması..) yükü..

Farklı etnisiteleri, dinsel inanç kümelerine karşın
Bir halkın JAPON ULUSU – JAPON MİLLETİ – JAPON ULUS DEVLETİ olma azmi.

Sayın Prof. Bozkurt Güvenç bu ülkeye giderek yerinde gözlemlerle
JAPON KÜLTÜRÜ adlı koca bir kitap yazmıştı en az 30 yıl önce..
Ne kadar okundu acaba??

Türkiye’de ise Batman’da KESK / SES Öncülüğünde Kürdistan Tıp Kongresi

ve Kürt Ulusal Marşı okunması..

Dayatarak..  Gererek..

Başbakan RT Erdoğan’ın ANDIMIZIN kaldırılmasına göğsünü siper etmesi..

Bir yandan ANDIMIZ‘ın “Türk Milliyetçiliği” yaptığı suçlaması -ki gerçek değil-
öte yandan göstere göstere Kürt milliyetçiliği yapma..

Bu arada 9. Cumhurbaşkanı Sn. Süleyman Demirel’den gelen uyarıya
dikkat edilmelidir :

Demirel’den paket uyarısı: 'Millet bilincimiz ortadan kalkar'

Tarih, bu tablolara sürüklenen toplumların ülke ve ulus birlikteliğini yitirdiğini ve
küçük devletlere parçalandığını, bu devletçiklerin ise kısa ömürlerle tarihten silindiğini belgeliyor.

Yazık.. Çok yazık..

Bu halk, Anadolu halkı ölüm-kalım savaşını vererek kendisini yoktan var edeli 100 yıl bile olmadı. Ama Yüce Atatürk‘ün öngörüleri geçerlidir. Türkiye Cumhuriyeti
bu zorlukları da aşacak ve sonsuza dek yaşayacak, yaşatılacaktır.

Bu da,

  • TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ KURAN ANADOLU HALKI = TÜRK MİLLETİ‘nin
    “andı” dır..

ANDIMIZ’ın yazarı, asla ırkçı olmayan ama özgüvenli, değerleri olan bir millet yaratmak üzere yaratıcı zekâsının ürünü olan sözleri kaleme alan saygın meslektaşımız, Atatürk‘ün T.C. Milli Eğitim Bakanlarından Sn. Dr. Reşit Galip’i saygı ile anıyoruz.

 

Sevgi ve saygı ile.
06.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Japan – some interesting facts

These practices set a high standard for young people . . . . .

  • Japanese children clean their schools every day for a quarter of an hour with teachers. This led to the emergence of a Japanese generation who is modest and keen on cleanliness.
  • Any  Japanese citizen who has a dog must carry special bags to pick up dog droppings. Hygiene and their eagerness to address cleanliness is part of Japanese ethics.
  • A hygiene worker in Japan is called “health engineer” and can command salary of USD 5000 to 8000 per month, and a  cleaner is subjected to written and oral tests!!
  • Japan does not have any natural resources, and they are exposed to hundreds of earthquakes a year, but this has not prevented its becoming the second largest economy in the  world.
  • In just ten years Hiroshima returned to what it was economically vibrant before the fall of the atomic bomb.
  • Japan prevents the use of mobile phones in trains, restaurants and indoors.
  • For first to sixth primary year Japanese students must learn ethics in dealing with people.
  • Even though one of the richest people in the world, the Japanese do not have servants.The parents are responsible for the house and children.
  • There is no examination from the first to the third primary level because the goal of education is to instill concepts and character building.
  • If  you go to a buffet restaurant in Japan you will notice people only eat  as much as they need without any waste because food must not be wasted.
  • The rate of delayed trains in Japan is about 7 seconds per year!!
  • The Japanese appreciate the value of time and are very punctual to minutes and seconds.
  • Children in schools brush their teeth (sterile) and clean their teeth after a meal at school, teaching them to maintain their health from an early age.
  • Japanese students take half an hour to finish their meals to ensure proper digestion because these students are the future of Japan.
  • The Japanese focus on maintaining their own culture.  Therefore . . . ..
  • No political leader or a prime minister from an Islamic nation has visited Japan not the Ayatollah of Iran, the King of Saudi Arabia or even a Saudi Prince!!
  • Japan is a country keeping Islam at bay by putting strict restrictions on Islam and ALL Muslims.
  • Japan is the only nation that does not give citizenship to Muslims.
  • In Japan permanent residency is not given  to Muslims.
  • There is a strong ban on the propagation of Islam in Japan.
  • In the University of Japan, Arabic or any Islamic language is not taught.
  • One cannot import a ‘Koran’ published in the Arabic language.
  • According to data published by the Japanese  government, it has given temporary residency to only 2  lakhs, Muslims, who must follow the Japanese Law of the Land. These  Muslims should speak Japanese an carry their religious rituals in their homes.
  • Japan is the only country in the world that has a negligible number of embassies in Islamic countries.
  • Muslims residing in Japan are the employees of foreign companies.
  • Even today, visas are not granted to Muslim doctors, engineers or managers sent by foreign companies. In the majority of companies it is stated in their regulations that no Muslims should apply for a job.
  • The Japanese government is of the opinion that Muslims are fundamentalist, and even in the era of globalization they  are not willing to change their Muslim laws.
  • Muslims cannot even rent a house in Japan.
  • If anyone comes to know that his neighbor is a Muslim then the whole neighborhood stays alert.
  • No one can start an Islamic cell or Arabic ‘Madrasa’ in Japan.
  • There is no Sharia law in Japan.
  • If a Japanese woman marries a Muslim, she is considered an outcast  forever.
  • According to Mr. Kumiko Yagi, Professor of Arab/Islamic Studies at Tokyo University of Foreign  Studies, ” There is a mind frame in Japan that Islam is a very narrow minded religion and one should stay away from it.”
  • The Japanese might have lost the war, but they are in charge of their own country.  There are no bombs going off in crowded business centers, “Honor Killings”, nor killing of innocent children or anyone else.

Some thing to think about…