Etiket arşivi: The Wall Street Journal

Ulusal ekonomide dalgalanma şiddetlenirken

Ulusal ekonomide dalgalanma şiddetlenirken

Erinç Yeldan
Cumhuriyet, 27.3.19

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye ekonomisine ilişkin
– “cari işlemler açığı ve finansmanının kalitesizliği”;
– “dış borç stoku ve artış hızı”;
– “tasarruf yatırım dengesi(-zliği)”;
– “enflasyon ve işsizlik oranlarının yüksekliği”;
– “sabit sermaye yatırımlarında gerileme”;
– “sanayi üretim ve istihdam paylarında gerileme

vb. tüm temel göstergeler irdelendiğinde yalın gerçek ortaya net biçimde dökülmektedir:

  • Türkiye ekonomisi uluslararası sermaye hareketlerine bağımlı ve istikrarsız bir yapıdadır. 
  • Ulusal ekonomide dengesizlik giderek derinleşmekte olup, döviz ve diğer finansal varlık piyasalarında gözlenen aşırı dalgalanmalar oluşan kriz koşullarının kısa dönemdeki tezahür biçimleridir.

Türk Lirası’nın geçen hafta sonunda uluslararası para birimleri karşısında birdenbire değer yitirmesi bu sürecin devamı niteliğindeydi. Artan kırılganlık ve dengesizlik göstergelerine karşın, siyasi otoritenin yaklaşmakta olan seçim telaşıyla ekonomiye istikrar kazandıracak politikaların uygulanmasını engellemesi ve/veya erteletmesi yapısal nitelikli sorunların daha da derinleşmesine neden olmaktadır.

TC Merkez Bankası’nın müdahalesinin ardından

Geçen hafta sonu döviz fiyatlarındaki aşırı hareketlenme karşısında TC Merkez Bankası yayımladığı basın bülteniyle para politikasına ilişkin uygulamalarına açıklık getirme çabasındaydı. Bize göre iki ana başlık ön plana çıkmaktadır:

Birincisi, “Brüt rezervlerde yaşanan dalgalanmalar ise olağan işlemlerden ve dönemsel unsurlardan kaynaklanmakta olup öngörülmeyen bir durum söz konusu değildir.”

Gerçekten de Merkez Bankası’nın net rezervlerinde son bir hafta içinde gözlenen azalma gerek ulusal, gerekse de uluslararası finans sermaye çevrelerinde kaygıyla karşılanmış ve TCMB yönetimini piyasalara “güven verme” ihtiyacı doğurmuştu. TCMB yönetimi, rezervlerde gözlenen inişli-çıkışlı dalgalanmaların olağan değerlendirilmesi gerektiği ve belirsizlik içermediğini vurgulayarak güven tazelemeyi amaçlamaktaydı.

Oysa burada önemli olanın rezervlerdeki oynaklığın normal olup olmaması değil, rezervlerin kısa vadeli dış borçlar ya da ekonominin ithalat ihtiyacı gibi temel göstergelere ilişkin seyri olduğunun altı çizilmelidir. Örneğin bir ülkede kısa vadeli dış borç stokunun MB rezervlerine oranı, 1997 Asya krizinden bu yana bir “dış kırılganlık göstergesi” olarak izlenmekte ve “bir krizin öncü göstergesi” olarak nitelendirilmektedir. Tümüyle teknik bir gösterge olan bu oranın seyrini Merkez Bankası’nın verilerine dayanarak aşağıda çizmekteyiz:

[Haber görseli]

Çizimde görüldüğü üzere, Türkiye ekonomisinde söz konusu oran 2009 öncesinde %65’e kadar gerilemiş iken, günümüz itibarıyla 2001 krizi öncesi oranlarına yaklaşmış durumdadır. Bu oranın yüksekliği, brüt rezerv miktarındaki dalgalanmaların olağan olup olmadığı tartışmasını anlamsız kılmaktadır.

Para politikasında çelişkiler ve karmaşa

İkinci olarak, “Finansal piyasalarda gözlenen oynaklıklar ve sağlıksız fiyat oluşumları yakından takip edilmekte olup para politikası ve likidite yönetimine ilişkin tüm araçlar, fiyat istikrarını sağlamak ve finansal istikrarı desteklemek amacıyla kullanılmaya devam edilecektir.” yorumuyla TCMB enflasyonla mücadele ve Türk Lirası’nı güçlü kılma uğruna “sıkı para politikası” duruşuna devam edeceğinin altını çizmektedir.

Sıkı para politikasının” araçlarının neler olması gerektiği iktisat biliminin “İktisada Giriş Dersi” düzeyinde tartıştığı bir konudur. Öncelikle faiz oranının yükseltilmesi ve kredi hacminin daraltılması gereği sıkı para politikası duruşunun olmazsa olmaz önkoşullarıdır. TC Merkez Bankası da hafta sonu aldığı ani kararla politika faizi olarak nitelediği “1 haftalık repo” uygulamasını ertelemiş ve gecelik fonlama maliyetini %25.5’e değin yükseltmiştir. Ancak ne var ki, bu adımı şeffaf ve yalın bir şekilde duyurmak yerine, olabildiğince karmaşık hale getirerek siyasi otoritenin “faizin düşürülmesi” yönündeki telkinlerinden uzak tutma çabasını sürdürmüştür.

Bir yandan da, tam tersi bir uygulamayla, kamu bankalarına verilen talimatlar aracılığıyla kredi genişlemesi sürdürülmüş ve kamu bankalarının son 13 haftadaki kredi miktarındaki artış yıllık bazda % 30’a ulaşmıştır.

  • Siyasi otoritenin ekonomiye olan müdahalesi para politikasını içinden çıkılmaz bir karmaşa ve çelişkiler yumağına sürüklemektedir.

Türkiye ekonomisi yabancı sermaye girişi olduğunda yapay olarak büyüyen, sermaye hareketleri yön değiştirince de “ekonomiye terörist saldırılar var” hamaseti ile uygulamaya konulan çelişkili politikalar altında dengesini yitiren bir konumdadır.
==============================
Dostlar,

Cumhuriyetin kasasının da içini boşaltıyor, boşalttı AKP = RTE!

Merkez Bankası döviz rezervi 26 milyar Dolara düştü! Erdoğan bir aralar övünüyordu 128-130 milyar $’a çıkarttık rezervleri diye!

Şimdilerde ise adeta içimiz boşaltılıyor AKP = RTE tarafından!

İliglenrnlere ABD gazetesi The Wall Street Journal‘da dün (28.3.19) yayınlanan Kantchev / Villars makalesini salık veriyoruz..

  • ‘Döviz rezervlerinin azalması ve yabancı yatırımcının kaçmasıyla Türkiye derin bir ekonomik krize sürüklendi..’
    (https://www.wsj.com/articles/turkish-lira-plunges-as-economic-pain-takes-hold-11553778040, 28 Mart 2019)

Sevgili Damat – Bakanımız da okur mu acaba? Ya da çok değerli danışmanları Erdoğan ve Albayrak’ın dikkatine makalenin özünü sunarlar mı acaba??

  • Son verilerle TCMB rezervleri, Türkiye’nin kısa vadeli borçları bile karşılayamıyor!
  • Ya da tersinden söyleyelim; AKP = RTE’nin borca batırdığı Türkiye’nin kısa vadeli borçları, TCMB rezervlerinin % 120’si düzeyinde!
  • Önceki ay, 26 milyar TL’yi aşan TCMB karı, AKP = RTE’nin isteğiyle birkaç öncesinden el konarak Hazineye aktarıldı..

    Cumhuriyetin kasasının da içini boşaltıyor, boşalttı AKP = RTE!

    Lütfen aylar önce bu sitede yazdığımız makaleyi – uyarıyı bir kez daha okur ve de okutur musunuz??

    AKP = ERDOĞAN TÜRKİYE’yi MORATORYUMA MI SÜRÜKLÜYOR? 

Sevgi, saygı ve DERİN KAYGI ile. 29 Mart 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

GÜLSUYU DARBESİ


GÜLSUYU DARBESİ

Turker_Erturk_portresi

Türker ERTÜRK

 

 

Michael Rubin 10 Ekim 2013 tarihli yazısında Yargıtay’ın Balyoz kararı
acımasızca ve biraz da alaya alarak eleştiriyor, daha doğrusu yerden yere vuruyor.

Yazar, Yargının tümüyle Erdoğan ve destekçilerinin elinde olduğunu,
– hapiste olanların politik hükümlü olduklarını,
– laik oldukları,
– din ve devletin ayrı tutulması gerektiğine inandıkları için oralara tıkıldıklarını..”
 
söylüyor.

Rubin Erdoğan’ın Türkiye’yi Padişah gibi yönettiğini, muhaliflerini içeriye attırdığını, polisin tümden O’nun faşist birlikleri haline geldiğini” anlatıyor ve
“Erdoğan gerçekten darbecilerin liderini görmek istiyorsa, ihtiyacı olan tek şeyin
aynaya bakmak olduğunu..” 
yazıyor.

Darbenin lideri Erdoğan 

Yazının sonuç bölümünde ise “Erdoğan’ın sonunun Perulu lider Alberto Fujimori gibi olacağını, kaçacağı ülkenin Suudi Arabistan olacağı konusunda iddiaya bile girebileceğini, bugün Türkiye’de 1960’ta ve 1980’de olduğu gibi darbe yapıldığını
ve liderinin Erdoğan olduğu..”
 anlatıyor.

Michael Rubin’in Washington Post, The New York Times, The Wall Street Journal, National Review ve The Weeekly Standard adlı gazete ve mecmualarda Türkiye ve Ortadoğu ile ilgili yazıları yayınlanmaktadır. Ayrıca Amerikan Girişim Enstitüsü
(American Enterprise Institute) adlı kuruluşta çalışmakta, Amerikan Deniz Kuvvetleri Akademisi’nde (Naval Postgraduate School) öğretmenlik yapmakta olup,
geçmiş dönemlerde ABD Savunma Bakanlığı’nda danışmanlık yapmıştır.

%73 destek bile alır!

Micahael Rubin yazısında Erdoğan’ı benzettiği Japon asıllı Alberto Fujimori
1990-2000 arasında Peru Devlet Başkanlığı yapmıştır. Fujimori Peru’da iktidara gelir gelmez bankaları, stratejik sanayi tesisleri ve demir yolları dahil iğneden ipliğe
her şeyi özelleştirir. Fakat bu ekonomik politikanın yıkıcı etkileri çok büyük olur.
Halk aşırı yoksullaşır, işsizlik artar ve gelir bölüşümündeki adaletsizlik feci boyutlara ulaşır.

Buna karşın Fujimori, iktidarını güçlendirmek için hükümet darbesi yapar,
sandıktan ezici çoğunlukla çıkmayı iktidarının asli meşruiyeti sayar, yargısız infazlar yaptırır, hukuku siyasallaştırır, muhaliflerini içeri arttırır, yetkilerini olağanüstü derecede arttıran anayasa değişiklikleri için referandumlar yaptırır hatta %73 destek bile alır.
Ama sonunda halk ayaklanır, gösteriler başlar, muhalefet birleşir ve Fujimori baskılara dayanamayarak bir bahane ile 13 Kasım 2000’de yurtdışına kaçar.
İstifasını Japonya’dan veren Alberto Fujimori 23 Eylül 2007’de İnterpol gözetiminde önce Şili’nin başkenti Santiago’ya getirilir daha sonra ülkesi Peru’ya iade edilir.
Halen hapishanede cezasını çekmekte ve kanserle boğuşmaktadır.

Fark ağır dinsel istismar

Erdoğan liderliğinde AKP iktidarının

– 2002’den beri emperyalizmi arkasına alarak ve
– cemaatin ateş desteği ile

ülkemize yaptığı yadsınamaz kötülükleri düşünürsek,
emin olun Fujimori masum bile sayılabilir.

  • Tam 3 yıldır Türkiye’de esas darbeyi Erdoğan’ın yaptığını söylemeye çalıştık. 

Bu darbenin amacının karşı devrim olduğunu, bunun emperyalizm tarafından sahneye konan “Renkli Devrimler“den tek farkının ağır dinsel istismar olduğunu, bu nedenle
“Gülsuyu Darbesi“ olarak adlandırdığımızı yazdık, çizdik, gittiğimiz her yerde anlattık ve anlatmaya devam ediyoruz.

Yok hükmündedir!

Rubin yazısında 2003’te yazılan darbe planının, 2007’de piyasaya çıkan MS Word sürümü ile yazılmış olması rezaletine de değinir. Biz de bu durumu 2007 model bir araba ile 2003’te kaza yapmaya benzetmiştik.

  • Yargımız bu aleni sahtekarlığı görmüyor veya göremiyorsa
    kararı da Yüce Türk Ulusu için yok hükmündedir.

Halen Türkiye’de nihai amacı rejim değişikliği olan karşı devrim sürecinde Cumhuriyetimizin kurumlarına karşı “Gülsuyu Darbesi“ yapılmaktadır.
Darbenin içindeki din motifi, geniş halk kitlelerinin kandırılması ve uyuşturulması içindir. Balyoz, bu darbe içinde geçilmesi gereken önemli bir aşamaydı.

Bu darbeye direnmek, itiraz etmek ve engellemek için mücadele etmek demokratlığın, yurtseverliğin ve ahlakın gereğidir.

Saygılar sunarım.