Etiket arşivi: Sümer uygarlığı

Tanrı’nın para olmadığı bir dünya mümkün!

Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk
isilozgenturk@gmail.com

Mahallemde dürüstlüğü, iyiliğiyle tanınan bir marangoz dostumuz şöyle demişti: “Bunlar, yirmi yıldır bizi yönetenler benim inançlı kalbimi bıçakladılar. Artık onların Tanrısına inanmıyorum, çünkü onların Tanrısı para!”

Hiç böyle düşünmemiştim. Evet, bu yönetim parayı Tanrı yaptı ve gerçek inananlar derin bir hayal kırıklığına uğradı. Son deprem felaketi bize ülkemizin paraya tapanlar ülkesi olduğunu defalarca evet defalarca (kezlerce) çok açık bir biçimde gösterdi. Herkesin sorduğu bir soru var:

  • Bunlar neden doymuyor?” 

Buna psikoloji de bağımlılık deniyor. Tıpkı eroin kullananlar gibi paraya tapanlar da sürekli kazanmak istiyorlar, kazanmak bir haz oluyor ve beyin bu hazzın sürekliliğini için kuytuda bekliyor. Mesela (Örneğin) Kızılay başkanına bakın, dünyanın parasını maaş olarak alıyor, bu yetmiyor 23 yerden huzur hakkı alıyor, bu yetmiyor sülalesini Kızılay’da yönetici yapıyor. Deprem oldu da ortaya çıktı, kimbilir kaç devlet kurumunda bu bağımlılık at koşturuyor. Sadece (yalnızca) devlet kurumlarında değil, sermaye, küçük esnaf, market sahipleri, üniversiteler, şehir hastaneleri bu bağımlılığın ana elemanları.

Şimdi gelelim neymiş bu para? İki belgeselden söz edeceğim :

2007 yayımlanan “Zeigeist Türkçesi “Zamanın Ruhu”Peter Joseph adlı bir aktivist tarafından yapılan ve sadece internette yayımlanan filmlerin ilki, Zeigeist: The Movie, din kavramının nasıl oluştuğunu ve hayatımızı nasıl ele geçirdiğini anlatıyordu. Özellikle Semavi (Göksel) dinlerin (Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık) dünyanın en önemli uygarlıklarından biri olan ve Güneş’e tapan eski Mısır’da bilim adamlarının güneşin hareketlerini takip ederek (izleyerek) oluşturdukları bir yığın efsaneyi, bir yığın yaratılış öyküsünü evirip çevirip kendilerine mal ettiklerini gayet (oldukça) net, bilimsel bir açıklamayla anlatıyordu. Belgeselde yok ama Semavi dinlerin kitaplarında Sümer uygarlığının da önemli katkıları olduğunu artık bilmeyen yok.

İlk belgeselde, dinlerin oluşumu, neden ortaya çıktıkları ve hepsinin bugünkü sömürü düzeninin sorumlusu olduğu anlatıldıktan sonra sıra geldi ikinci belgesele.

İkinci belgesel “Zeigeist: Addendum” bu kez yeni Tanrı’nın yani PARA’nın oluşumunu ve geçirdiği evreleri anlatıyordu. Biliyordum ama dehşetle yeniden gördüm ki 1978 yılında, Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) aldığı bir kararla, karşılığı olmayan para basmak, artık Amerikalılar için bir çocuk oyuncağı. Anlatacağım Amerikan Merkez Bankası, bir devlet bankası değil, dünyanın bugünkü durumundan sorumlu şirketlerin bankası. Amerikan hükümeti sıkıştığında bu bankadan para basmasını rica ediyor. Onlar da ancak %10 karşılığı bulunan istendiği kadar parayı basıp hükümete teslim ediyorlar. Bu size bir şey hatırlatıyor mu?

  • Kısaca insanlık daha çok yoksullaşıyor, insanlar köleleştiriliyor.
  • Dünyada her 6 dakikada 1 çocuk önlenebilir açlık ve hastalıktan ölüyor.

Dünya nüfusunun %40’ı günde 2 Dolarla yaşıyor. Ve parayı ellerinde tutan, 400 uluslararası şirket, öylesine aç gözlü, öylesine vicdansız ki; sürekli bir savaş ve kıtlık ekonomisine dayanarak dünyayı yönetiyorlar.

  • Görüyoruz ki, demokrasi filan birer oyundan ibaret!

Film arka arkaya ülkelerinin kaynaklarını, ülkeleri halklarının çıkarına kullanmak isteyen liderlerin çokuluslu şirketler tarafından nasıl devrildiklerini, öldürüldüklerini öyle açık bir biçimde anlatıyor ki; umutsuzluğa kapılmamak elde değil.

Özellikle çokuluslu şirketlerin medyayı ve yayın organlarını, bazı sosyal kurumları nasıl ele geçirdikleri ve onlara neler yaptırdıkları filmin dehşet verici bölümlerinden.

Peki, ne yapacağız? Filmi yapanlar ve yarım milyon aktif üyesi olan “Zeitgeist”  bize Venüs Hareketini” öneriyor.

Şöyle : Dünyanın kaynakları ve gelişen teknoloji bize büyük imkânlar (olanaklar) sunuyor. Özellikle yaratılan kıtlık ekonomisi yerine kaynak ekonomisine geçilmesi gerekiyor.

Doğa bize güneş, rüzgâr, dalga enerjisi gibi ucuz ve hiç bitmeyecek bir kaynak sunuyor.

  • Petrole, termik santrallara, HES’lere, nükleer enerjiye hayır!

Teknolojinin gelişmesi için kaynak artırımına, evet!

Eğitim, sağlık harcamalarının çoğaltılmasına evet!

Ve en önemlisi paranın ortadan kalkması. Olur mu olur.

Çünkü Tanrılar da ölür!

Anadolu öz be öz Türk yurdudur…


Anadolu öz be öz Türk yurdudur…


Anadolu öz be öz Türk yurdudur…

Hoş bizim 1000 yıllık Türkleştirmemiz bu yurdu Türk yurdu kılmaya yeter ama
Batı maşaları bu toprakların aslında Hint  -Avrupai ulusların olduğunu şöyle yahut böyle dile getirmektedir.Nisan 2005’te İTÜ’de konferans veren Avusturyalı yazar ve belgesel film yapımcısı Erich Feigl, konuşmasını söyle bitirdi:

  • “This land is yours. You didn’t settle in Anatolia after the Battle of Malazgirt. Archeological findings at Catalhoyuk prove that you have been here for more than 10,000 years.”

Türkçesi:

  • “Bu topraklar size ait. Sizler Anadolu’ya Malazgirt zaferiyle yerleşmediniz. Çatalhöyük’teki arkeolojik bulgular, sizlerin
    10.000 yıldan uzun süredir
    burada bulunduğunuzu kanıtlamaktadır.”
    (Kaynak : Tufan Türenç, 22 Nisan 2005)

Anadolu’daki çok eski Türklerin izlerini aramak hep Güneş-Dil Kuramına vurulup
alaya alınır.

Ama gerçek gerçektir.

  • Resmi Tarih Aryan ırkçısıdır!

Türklere herhangi bir uygarlık biçmez.
Onların uygarlıktan nasipsiz göçebeler olduğunu yineler durur.

Batılıların bu konudaki huyu hakkında küçük bir örnek verelim.

“Sir Henry Rawlinson’un Sümer dilini Turani bir dil olarak tanımladığı dönemde
Sümer uygarlığı  henüz keşfedilmemişti. Bilim adamları onların, büyük Sami uygarlığı içinde yaşayan geri bir toplum olduğunu düşünüyordu. Daha sonra arkeolojik araştırmalar Sami uygarlığının asıl dayanağı olan büyük Sümer gerçeğini
ortaya çıkarınca Batı bilim çevreleri Sümerlilere atfedilen Turani damgasını bırakıp onların bilinmeyen bir dile ve ırka sahip oldukları tezini ortaya attılar.

Böylece yüzyılımızın başında tarihçi Prof. Goodspeed Sümerlerin Samilerden üstün bir uygarlığa sahip olduklarını fakat hangi ırka mensup oldukları bilinmeyen bir millet olduğunu yazıyordu.” (Selahi Diker; Türk Dilinin Beş Bin yılı)

Selahi Diker