Etiket arşivi: sivil darbe

Suay Karaman : SEÇİM YAKLAŞIRKEN

SEÇİM YAKLAŞIRKEN

portresi_gulumseyen 

Suay Karaman

Tayyip sultan, anayasa ve yasa tanımadan yine seçim gezilerine devam etmektedir.
17 Mayıs 2015’te Kayseri’de yaptığı konuşmada;

Mursi şayet idam edilirse ki inanmıyorum. İnşallah idam edilmeyecek, edemeyecekler. 
Terör örgütü ile mücadele eden bir kardeşim şehitlik rütbesine ulaşmış olacaktır.
Ben de
böyle bir akıbete uğramış olursam, Rabbim inşallah bizlere de o makamı lütfedecek diye ümit ediyorum.” dedi.

Sürekli mağdur rolüne soyunmayı alışkanlık haline getiren Tayyip sultanın amacı,
kefen edebiyatı yaparak seçimi kazanmak isteğidir.
Üstelik hırsızlardan ve vatana ihanet edenlerden şehit olmayacağını da bilmek gerekir…

Bu sözlerden şu yargıya varabiliriz:

Tayyip sultan kendisini idam edilecek biri olarak görmektedir.

Çünkü ülkemizin anayasal düzenini yıkmaya teşebbüs ettiğini bilmektedir, sivil darbe yaptığı çok açıktır ve para sıfırlamanın hesabının bir gün mutlaka sorulacağını anlamıştır.
Bu yüzden zaman zaman böyle panikler, gel gitler yaşamaktadır.
Ancak yargılanarak, yaptığı tüm olumsuzlukların hesabının sorulacağını da bilmelidir. 

Bu toplum AKP’nin 13 yıldır iktidarını gördü. Bugüne dek yaptıkları, bundan sonra yapacaklarının güvencesidir. Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla AKP’nin, laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu belirlenmiştir. Böyle bir iktidarın laik ve demokratik, sosyal bir hukuk devletini yönetmesinin örneği ise dünyada görülmemiştir.

AKP iktidarı, Türkiye’yi parçalanma sürecine,
bölünme noktasına getirmiştir.

Komşularımızla düşmanlık tohumları saçmıştır, dış politikada tavizler (AS: ölçüsüz ödünler) vermektedir. Ekonomik kriz toplumu derinden sarsmış; çiftçinin, memurun, esnafın, emeklinin durumu perişandır. AKP iktidarı sivil darbe yapmıştır ve halen devam etmektedir.
Bütün bunlar AKP’nin derhal iktidardan uzaklaştırılması için yeterlidir.

Ülkemizin en önemli sorunu muhalefet sorunudur. 2011 seçimlerinde, CHP ve MHP toplam
188 milletvekiliyle TBMM’ye girdi. Ancak AKP ile PKK terör örgütü ortaklığı,
bölünme anayasasına destek olmaya kalktılar. Açılım yasalarına örtülü destek verdiler.
PKK terör örgütü için çıkarılan yasaları, anayasaya açıkça aykırı olmasına karşın,
Anayasa Mahkemesi’ne bile götüremediler. Harekete geçen birkaç milletvekilini ise düşman
ilan ettiler. Varoluş nedeni Türkiye’yi bölmek olan öbür muhalefet partisi HDP ise 
PKK terör örgütünün uzantısıdır. Böylece AKP iktidarı her istediği yasayı geçirdi.
Dolayısıyla muhalefetin varlığı sonucu hiç değiştiremedi.

Yeni CHP genel başkanı, Zaman Gazetesi’ne verdiği röportajda, siyasal iktidara yükleneceğine yine cumhuriyeti ve 1930’lu yılların CHP’sini hedef aldı. Atatürk’ün Genel Başkanı olduğu CHP’nin tek parti iktidarı döneminin uygulamalarıyla, AKP iktidarını karşılaştırdı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu da; “1930’lu yıllarda gençlerin önünü kestiler, tek bir ideolojiye zorladılar” dedi. Cumhuriyete ve şimdilik örtülü olarak Atatürk’e sövenlerin unuttuğu bir gerçek var:

Cumhuriyet yönetimi; aklını kullanan, sorgulayan ve bilimle uğraşan kuşaklar yetiştirmeye çalışmaktaydı. Sorgulayan, düşünen ve üstelik aklını kullanan bireyin tek tip olması
olanaklı değildir.

 

AKP iktidarından kurtulmanın reçetesini HDP’nin barajı geçmesine bağlayan sahte muhalefet, yine AKP’ye gizli desteğini sunmaktadır. Yeni CHP yöneticileri, HDP barajı aşsın çabası içindedirler. MHP de bu olaya destek vermeye başlamıştır ve MHP milletvekili adayı Ekmeleddin İhsanoğu da, HDP’nin barajı aşmasını istemektedir. Zaten birçok gazete ve televizyonlar da HDP’nin yayın organı gibi çalışmaktadır.

 

PKK terör örgütünün siyasal gücü olan HDP’ye baraj atlatarak AKP’yi iktidardan düşürme iddialarına inananlar ve bu hain düşünceye aldananlar, farkında olmadan ABD’nin Türkiye’yi bölme planına çanak tutmaktadırlar. HDP’nin barajı aşmasıyla demokrasinin gelişeceğini söyleyenler Demokratik Sol Parti, Saadet Partisi, Vatan Partisi ya da başka bir partinin barajı geçmesi konusunda hiç konuşmamaktadır. Darbe anayasasına söverken, % 10 barajını demokrasiye uygun görenlerin maskeleri de düşmüştür. 

Kendi partilerinin şanlı geçmişini karalayarak, partilerinin ilkelerinden uzaklaşarak,
partinin fikirleriyle örtüşmeyen adaylar seçerek, seçmenleri partisinden soğutan
genel başkanlarla girilen her seçim yitirilecektir ve milletçe alkışlanmayacaktır.
Yıllardır muhalefet yapamayanların iktidar olma şansları da yoktur.
Her seçim gibi 7 Haziran 2015 genel seçimleri de önemlidir ama ne yazık ki bu koşullar altında topluma coşku ve umut vermekten uzaktır. Ancak yine de en azından oylarımıza ve
sandıklara sahip çıkabilmek gereklidir. 

12. CB – Yarıbaşkan RTE’nin 1 Ekim 2014 TBMM Konuşması; Türkiye Gündemi ve Tezkere Sorunu


12. CB – Yarıbaşkan RTE’nin 1 Ekim 2014 TBMM Konuşması;
Türkiye Gündemi ve Tezkere Sorunu..


Dostlar
,

Türkiye gündemi yoğun ve ağır..

TBMM’nin açılışı bu gün idi ve 12. CB – Yarbaşkan RTE ala ile – vala ile teşrif ettiler,
1 saati aşkın konuştular ve ve Başkan edasıyla adeta tavır koydular..

Bir yandan Türkiye’nin “vesayetten” kurtulması gerektiğin belirttiler,
bir yandan da Hükümeti vesayeti altına aldılar.

Türkiye hangi vesayetten kurtulacak, o belli değil?
Ordu mu, basın mı, bürokrasi mi, TÜSİAD mı?? Hangisi, hangisi??

Bu “düşsel vesayet tasarımı” işe yarıyor.. Ülkede sivil darbe için sosyal – politik psikolojik iklim hazırlıyor. Millet de olup biteni fark etmiyor öyle mi?
Kendi söylemleri ile çelişiyor.. Kendince Cumhur’u – Halkı küçümseyenler aldanıyor.. Onlar Cumhur’u yüceltenler.. Birileri ise (??) baskılıyor.. Bunlar görünmez vasiler olmalı..

Konuşmada ana tema 2015 genel seçimlerinin ardından

YENİ ANAYASA ve YENİ TÜRKİYE..

Adım adım başkanlık rejimine sürekleniş.

Gerçek vasi, KüreselleşTİRme süreçleri = Yeni emperyalizm dayatmaları ile
küresel sermayeye göbek bağıyla bağlı yerli sermayedir;
YEŞİL SERMAYEDİR..

Bizzat RTE söylemişti Başbakan iken;

“Sermaye ciddi biçimde el değiştiriyor..” diye..

Onların uzantısı-aracı vakıflar – şirketler – medya taslakları – tarikat ve cemaatlardır.
AKP’nin dinci despot saltanatı saklamak ve giderek daha da pekiştirmek –
tüm toplum alanlarında egemen kılmak içindir bu “vesayet ve darbe edebiyatı sömürüsü..”

****

“Tezkere” sancısı sarmıştır AKP’yi.. 2003’ün 1 Mart’ında reddedilen tezkere ile
ülke sıcak işgalden kurtulmuştu.
65+ bin ABD askeri, ağır silahlarıyla Güneydoğu’ya yerleşecekti!
Bereket engellendi! AKP’ye faturası ağır oldu.. AKP de içeriye yansıttı;
Ergenekon, Balyoz vb.. Bu sendromla – eziklikle (!?) geldiler bugünlere..
Şimdi 2 yeni tezkere birleştiriliyor :

– Yurtdışına TSK’yı yollamak,
– Yurtdışından yabancı askerleri (30 bin dolayında!) ülkeye kabul etmek..

Ayrı ayrı oylansa 2. yi reddetmek kolay.. Gene Yüce Meclis’in istencini (iradesini) vesayete almak gündemde.. Referandumlarda olduğu gibi.. 26 madde birden oylanmıştı 12 Eylül 2010 Anayasa halkoylamasında..

Bu durumda 312 AKP’li vekil ne yerine konuyor??

UYARALIM                                         :

Kuzey Irak’ta konumlanan sayıca çok sınırlı ÇEKİÇ GÜÇ, Türkiye’nin PKK ile savaşını engellemiş, ek olarak da PKK’yı sürekli olarak her yönden desteklemiştir. İstihbarat işlevi üstlenmiş, işleyeni (faili) bilinmeyen (!?) cinayet ve sabotajlara
alet olmuştur. Dönemin komutanları, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş
başta, Çekiç Güç’ün bu marifetlerine (!) tanık olduklarını TV’lerde açıklamışlardır.
4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de 11 askerimizin başına çuval geçirmeye dek vardırmışlardır iğrenç psikolojik savaşlarını.

  • Tezkere, ASLA YABANCI ASKERLERİ ÜLKEMİZE SOKMAMALIDIR!
  • Bu BİR ÖRTÜK-AÇIK İŞGAL demektir! Kesinkes reddedilmelidir..

TSK’yı yurtdışına gönderme konusunu ise ayrı bir yazımızda ele alacağız..
Burada AY md. 92’ye kesinlikle uyulmalı, BM kararı olmalıdır ki, yoktur!

2 Ekim 2014, tarihsel önemde kritik bir gündür..
Yüce Parlamento, Gazi Meclisimiz kendine yaraşan duruşu sergilemelidir.
Tersine kararın telafisi olmayabilir, geri dönüşü olanaksız olabilir..
Aman dikkat…

Ülkenin yazgısını – barışını – bağımsızlığını ateşe atmayalım..

RTE – AKP, ABD’den özür dileme / deliğe süpürülmeme adına, utangaçlıkla,
adeta 1 Mart 2003’ü affettirme psikozu içindeler. Yıllarca böyle yönlendirildiler.
Bu yanlış ve yersizdir.. Zaten yeterince kıvrak olabiliyorsunuz ABD’ye gidince..
Aylarca “IŞİD unsurları” dediniz, her türlü desteği gözü kara cesaretle verdiniz;
son ABD ziyaretinde iyi saatte olsunlar sizi birkaç saatte formatlayarak
“eli kanlı terör örgütü” dedirttiler, dediniz maşallah!..

Buncası şimdilik size de ABD’ye de yeter de artar da.

Ülkeyi siyasal hırslarınız adına kanlı hesaplarınıza SAKIN ALET ETMEYİN;

  • Tezkere ile yabancı askerleri ülkemize sokmayın!

Sakın ha sakın!

Sevgi ve saygı ile.
01 Ekim 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

ULUSUMUZA ÇAĞRIMIZDIR…


Ulusumuza Çağrımızdır… 

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net,
profsaltik@gmail.com,
17.7.2014

Türkiye’de AKP’yle birlikte gelişen politikalar üzerine aydınlar “Ulusal Birlik Çağrısı” adıyla bir metin yayınlayarak, katılanları imza vermeye çağırmıştık.

Türkiye’nin küresel güçlerin çok yönlü saldırısı altında olduğuna dikkat çekilen metinde,

  • “Siyasal iktidar, bu tehlikeli durumu halkın gözünden kaçıracak her türlü propaganda ve baskı aracını en etkili biçimde kullanmaktadır.” deniliyordu

Büyük ölçüde bizim kaleme aldığımız metni aşağıda güncelledik..

*****************

Ulusumuza Çağrımızdır… 

Cumhuriyetimiz kuruluşundan bu yana en kritik dönemlerini yaşıyor.
Çok yönlü sinsi bir işgal ile küresel güçlerin örtülü sömürüsü sürdürülüyor
ve ülke bütünlüğümüzü yıkıp ulusal birliğimizi parçalamak isteyenlerin çabaları yoğunlaşıyor. İktidar, bu tehlikeli durumu halkın gözünden kaçıracak her türlü propaganda ve baskı aracını en etkili biçimde kullanmaktadır.

“CUMHURİYET ve ATATÜRKÇÜLÜK TASFİYE SÜRECİNE SOKULMUŞTUR”

Meclis’te muhalefet yok sayılmakta, Cumhuriyetin yansız ve koruyucu kurumları üzerinde sindirme ve yandaşlaştırma amaçlı her türlü tertip uygulanmaktadır.
Bu gelişmler karşısında her yurtsever gibi gittikçe daha çok kaygı duymaktayız.
Cumhuriyet ve Kemalizm; bu topraklarda yaşayan insanların bu vatanın sahibi olmasını, ondan eşit pay almasını ve yüksek bir yaşam düzeyine ulaşmasını amaçlar.

Buna karşın, Cumhuriyet ve Atatürkçülük tasfiye sürecine sokulmuştur.
Sözde “serbest piyasa” adıyla azgın bir sömürü düzeni halka dayatılmaktadır. Özelleştirme talanıyla bağımsızlığın ve Cumhuriyetin temel ekonomik dayanakları ortadan kaldırılmış, Ülkemiz tarım ve sanayi üretiminden koparılarak her yönden
dışa bağımlı duruma getirilmiştir. En önemli mal ve hizmet üretici kamu kuruluşlarımız, başta enerji, iletişim, bankacılık, sigortacılık ve madencilik ile SAĞLIK alanlarında
olmak üzere, yabancıların eline geçmiştir.

Çok ağır dış borç, tehlikeli rakamlara varan cari açık, kaynağı belirsiz sıcak para
(“net hata noksan” kalemi diye örtülüyor!) kullanımıyla krizleri erteleme çabası gibi yanlış ve sürdürülemez politikalar yüzünden ülke ekonomisi hızla tıkanmaya sürüklenmektedir.

“REJİM BAŞKANLIK ile İSLAMİ FAŞİZME GİDİYOR”

Diktacı bir rejime (İslami faşizme!) gitmek, bu tıkanmanın çözümü olarak görülmektedir.
Süregelen ve artan işsizlik, yoksulluk ve açlık sınırı altındaki toplum kesimlerinin gitgide çoğalması; halkımızda, özellikle gençlerde gelecek kaygısının artması, bir karmaşa döneminin açık belirtileridir. Temel hak ve özgürlüklerin kullanılması, adil yargılanma ve savunma hakları, demokratik hak arama yolları yasa ve hukuk tanımaz biçimde
gözü kara ortadan kaldırılmıştır.

Sağlık hizmetleri ancak parası olanların yararlanabileceği biçimde piyasalaştırılmış, Anayasal Öğretim Birliği (md. 174) bozulmuş, üniversitelerde siyasal kadrolaşma doruğa erişmiştir. Çok ciddi derecede zedelenen yargı bağımsızlığı;
“yüksek yargının tek çatı altında toplanması” girişimiyle, tümüyle bağımsızlığını yitirerek siyasallaşacaktır. Emperyalist güçlerin araçlarından biri olduğu artık açıkça anlaşılan bölücü terör örgütü ile ilişkiler, bölünmeyi meşrulaştıracak sözde “Açılım” girişimleri hatta yasaları ile sürdürülmektedir.

“BAŞKANLIK GÖRÜNTÜLÜ BİR DİKTA REJİMİNE GİDİLİYOR”

Dış siyasette ulusal çıkarlar bir yana bırakılarak Türkiye’miz, uluslararası güçlerin, ekonomik, siyasal ve askeri emellerine taşeronluk yapar düzeye indirgenmiştir.
Tüm bu ürkünç (vahim) girişimleri tamamlayıcı ve kalıcılaştırıcı bir son adım olarak dayatılan “Yeni Anayasa – Yeni Türkiye” tuzağının, Türkiye Cumhuriyeti’ni başkalaştırma, “Başkanlık” görüntülü bir dikta rejimine dönüştürme girişimi olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Yürürlükte bir anayasa varken yapılacak işlemin adı
ancak “anayasa değişikliği” olabilir. O da, yürürlükteki anayasaca konmuş yöntemlere uyarak olur (md. 175) ve bunların başında, “değiştirilemez” oldukları vurgulanan hükümlere uymak zorunluğu yer alır.

Bu anayasal zorunluk ortadayken iktidar partisine mensup kimi hukukçuların belirttikleri gibi yürürlükteki anayasayı “ilga edilmiş“ -hukuksal olarak yok- sayıp “yeni anayasa” yapmaya girişmek düpedüz “sivil darbe” dir ve açıkça anayasa suçudur.

AKP’nin, Meclis’teki 4 partinin katılımıyla yeni anayasa yapma girişimlerini, kendilerini
bir “asli kurucu iktidar” sayma manevrasını kabul etmek; hukuksal olarak olanaksızdır.

“YENİ ANAYASA YAPMAK BU MECLİS’İN
HUKUKSAL YETKİSİ İÇİNDE DEĞİLDİR!”


Türkiye’de temel İnsan Hak ve Özgürlüklerinin yer yer 1679 tarihli İngiliz
Habeas Corpus Rejiminin gerisine savrulduğunu kaydetmek abartı sayılmamalıdır.

AKP iktidarının kökü dışarıda bu politikaları pervasızca sürdürmesi durumunda, bir
ulus-devletimizin, yurt bütünlüğümüzün, Cumhuriyetimizin, demokrasinin, toplumsal barışın kalmayacağı çok tehlikeli bir BÖLÜNME – İÇSAVAŞ sürecine girilebilir.

Artık açıkça görülen bu karanlık gidişin engellenmesi için; yurt bütünlüğü, ulusal birlik, laik-demokratik-sosyal-hukuk devleti ilkelerini benimseyen; emek, eşitlik ve özgürlük duyarlığı taşıyan siyasal partilerimizi ve demokratik kitle örgütlerini en kısa sürede
güçlü bir birliktelik ve eylem için direniş ve dayanışmaya, öz olarak
VATAN SAVUNMASINA çağırıyoruz.

  • 12. Cumhurbaşkanı seçimi Erdoğan’dan kurtulma fırsatıdır!
  • Sandığa gidelim ve Erdoğan’ın karşısındaki en güçlü adaya oy kullanalım.. Oy kulanmamak, boş veya geçersiz oy atmak ya da kazanma şansı olmayan zayıf adaya oy vermek; Erdoğan’a oy vermektir!
  • Erdoğan kazanamazsa AKP de dağılır!
  • Erdoğan kazanırsa ve oyları arttıkça bu kez Türkiye dağılır!

********************

Metnin pdf formu : Ulusumuza_Cagrimizdir_17.7.14

Sevgi ve saygı ile.
17 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

SUAY KARAMAN : YAŞASIN CUMHURİYET


YAŞASIN CUMHURİYET!


portresi_gulumseyen

 

Suay Karaman

 

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin 90. kuruluş yılındayız, hepimize kutlu olsun.

300 yıldır dünyayı sömüren emperyalizme karşı ilk kez başarı sağlayarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, 90. yılın haklı gururunu yaşamaktadır.
Bize bu gururu yaşatan, özgürlüğümüzü taçlandıran, bağımsızlığımızı anlamlandıran eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve tüm silah arkadaşlarının anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

  • Cumhuriyet; bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.
  • Cumhuriyet; bağımsızlıktır, özgürlüktür.

Cumhuriyet insanları kul olmaktan çıkartarak, birey olmalarını sağlayan büyük bir aydınlanma devrimidir. Bu aydınlanmadan payını alamayanların,
birilerinin kulu ya da bir yerlerin kılı olanların, laik ve demokratik cumhuriyetimizin yönetimine katılmaları, geleceğimizin karanlıklar içinde olacağının habercisidir.

Bugün Cumhuriyetimiz sorgulanmakta, vatanımızı kurtaran, ülkemizi kuran
Atatürk
ve devrim önderleri eleştirilmekte, değiştirilmesi teklif bile edilemeyen
anayasa maddeleri değiştirilmek istenmekte,

“Türk’üm” demek ve Andımızı okumak

ırkçılık olarak algılanmaktadır. Anayasa Mahkemesi kararıyla laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu onaylanan siyasal iktidar, “ileri demokrasi” aldatmacasıyla, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmeye uğraşmaktadır.

Bugün ülkemizde siyasal iktidar tarafından sivil darbe yapılmaktadır.

  • Ülkemiz iç savaşa doğru sürüklenmektedir.

Cumhuriyetle ve cumhuriyetin kurumlarıyla kavgalı olan siyasal iktidarın yönetiminde, ülkemiz ortaçağ karanlığına doğru yol almaktadır.

Cumhuriyetimizle yaşıt kurumlardan 9 Eylül 1923’te Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk’ün ilke ve devrimlerini tam anlamıyla koruyamamaktadır. Atatürk’ün partisinde Soros çocukları, TR 705 kodlu ve benzeri görevliler, tarikatçılar, rantçılar, talancılar, “6 Ok” tan nefret edenler bulunmaktadır.

  • Hakkında birçok yolsuzluk dosyası bulunan Mustafa Sarıgül’ü,
    İstanbul’a belediye başkan adayı yapmak üzere kapalı kapılar ardında
    büyük emekler harcanmaktadır.
  • AKP ile yeni anayasa hazırlamak için masaya oturup bölünme anayasası için ortaklık yapan bir CHP, Atatürk’ün kurduğu parti olamaz.

Peygamber soyundan geldiğini söyleyen yeni CHP Genel Başkanı,
ABD Büyükelçisiyle bir otelde gizli görüşme yapmaktadır.
ABD’nin desteğini alarak Atatürkçü olunamayacağını bilmeyen yeni CHP yöneticileri, bu yeni görüntüsüyle muhalefet yapamadığı gibi,
topluma umut da verememektedir.

Yine cumhuriyetimizle yaşıt kurumlardan 7 Mayıs 1924’te Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği adla yayın hayatına başlayan Cumhuriyet Gazetesi de, günümüzde
Atatürk ilke ve devrimlerini korumakta çekingendir. Gazete son yıllarda 2. Cumhuriyetçi bir çizginin peşinden gitmektedir. Zaten bugün medyaya baktığımızda, ünlü ya da ünsüz birçok numaracı ve 2. Cumhuriyetçi gazetecilerin eskiden Cumhuriyet Gazetesi’nde çalıştıkları bilinmektedir. Atatürk ilke ve devrimleri yalnızca sözle ya da yazıyla korunamıyor, eylemlerin de bilinçli olarak yapılması gerekmektedir.

Cumhuriyet Gazetesi
 yöneticilerinin, aşırma eser ve romanlarıyla ünlenmiş,
Atatürk’e hakaret edilen “Mustafa” filmini yapan, her devrin romantik adamı
Can Dündar’ı, Cumhuriyet Gazetesi’ne alırken yüzleri kızarmış mıdır? Arşivlerindeki Deniz Som’un yazılarına bakınca, yaptıklarından utanırlar mı?

Gelinen 90 yıllık sürece bakıldığında, ülkemizin çektiği sıkıntılarda az ya da çok hepimizin payı bulunmaktadır. Yıllardan beri Cumhuriyetimizin temel nitelikleri bozulurken, laikliğe aykırı davranışlar yapılırken, sosyal hukuk devleti yıkılırken,
aklı ve bilimi yok sayan eğitim anlayışı getirilirken, özelleştirme adı altında ulusal değerlerimiz satılırken, PKK terör örgütü ‘devlet’ gibi muhatap
kabul edilirken
seslerini çıkarmayanlar da, bugünkü ortamı hazırlayanların içinde
yer almaktadır.

  • Artık silkinmenin zamanı gelmiştir.

Gün, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Bursa Nutku’nu okumanın zamanıdır.
Gün, tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığı çizgisinde bilinçli bir örgütlenmeyle
bir araya gelerek, mücadele yapma zamanıdır.

Cumhuriyetimize, bağımsızlığımıza ve bütünlüğümüze kalkan ellerin kırılması için, ülkemizin aydınlığa kavuşması için örgütlenmek bir zorunluluktur.
Yeni bir Atatürk aramaya ya da beklemeye gerek yoktur.
Çünkü Mustafa Kemal Atatürk bize öğüdünü vermiş:

  • “Eğer bir gün çaresiz kalırsanız, kurtarıcı beklemeyin;
    kurtarıcı kendiniz olun.”

Yaşasın Cumhuriyet!…

Dayan TMMOB, AKP Kendi Ayağına Sıkmayı Sürdürüyor..


Dostlar
,

Önceki, Sağlık Bakanı Prof. Recep Akdağ’ın  Samsun’da bir toplantıda söylemiş olduğu (Mayıs 2010) sözler aşağıda ;

  • “Bakın iki maddelik kanundur arkadaşlar, üç maddelik bir maddedir. Bir kanun yaparız, deriz ki; Eczacılar birliği, Tabipler Birliği, Dişhekimleri Birliği’nin
    birlik kanunları iptal edilmiştir. Hadi bakayım Danıştay karar alsın da göreyim bakayım. Hangi kararı alacağını ondan sonra göreyim, bakayım ben.”

Engin  hukuk bilgisine dayalı (!) bu celallenmeden 1,5 yıl sonra, 2 Kasım 2011’de
663 sayılı YGK (Yasa Gücünde Kararname), 35 YGK’den biri olarak AKP hükmetince, “TBMM açıkken”, 1 gecede RG’de yayımlandı..
(Çankaya Noterliği onayı da evelallah hiç gecikmeksizin..)

Bu eylem bile, AKP’nin rejim karşıtı eylemleri zincirinde tek başına bir halka olarak
anti-demokratik sivil darbedir!

Söz konusu 663 sayılı YGK, Sağlık Bakanlığı’nın örgütlenme yapısını ve görev – yetkilerini baştan düzenliyor, 1983 tarihli 181 sayılı YGK’nin yerine geçiyordu.
Yine de çorba – torba niteliğinde idi. 58. maddesinde önceki Sağlık Bakanı’nın
Samsun cenahlarından nidasına karşılık olarak TTB (Türk Tabipleri Birliği) Anayasa’nın 135. maddesine dayalı olduğu için kaldırılamıyordu (önceki Sağlık Bakanı Prof. Recep Akdağ bunu bile bilmiyordu!?) ama hkim örgütünün elini kolunu bağlayan bir yetki sınırlandırması getriliyordu.

663 sayıkı YGK, 58. maddesi ile, 6023 sayılı TTB yasasının 1. madesinde yer alan ve anayasa gereği (md. 135) kamu kurumu niteliğinde meslek örgütünün olmazsa olmazı olan

“..tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak..” ibaresini cımbızlayark çıkarıyordu. AKP’nin demokrasiye saygısı işte bu kadardı!

Kılavuzu karga olanın burnu moktan kurtulmazmış örneğinde olduğu gibi,
hukuk danışmanları Dr. Recep Akdağ’a böylesine akıl vermiş olmalılar..

Konu, TTB’nin girişimiyle CHP eliyle Anayasa Mahkemesine götürüldi ve
13 Şubat 2013 günü Anayasaya aykırı bulunarak iptal edildi

Şimdilerde devletlunun, Taksim Gezi direnişinde öncü rol üstlenen TMMOB’den intikam alırcasına herhangi bir torba – çorba yasa tasarısına eklediği TMMOB’yi
temel gelir kaynağından yoksun bırakarak işlevsizleştirmeye dönük

girişimi de benzer nitelikli.

Kadim Mimar Sinan‘ı (1489 – 1588) bile 425 yıl sonra mezarından kaldırarak
“Duran Adam” eylemine katacak cinsten..

Sağolsun Musa Kart, nefis bir çizim ve ileti sunuyor bize..

Musa Kart çizimi : 12 Temmuz 2013 – Cumhuriyet

Musa_Kart_12.7.13

Dileriz TMMOB yasasındaki bu intikamcı faşist değişiklik de Anayasa Mahkemesi’nden yaklaşık 1,5 yıl sonra geri döner..

Apaçık AKP iktidarının Yürütme yetkisini kötüye kullanması ve
TBMM’nin Yasama iradesini de Meclis Gubu eliyle yönlendirmesidir.

Bu durum apaçık bir sivil darbedir ve Parlamento iradesi AKP güdümüne sokulmuştur. AKP’yi de bir “Tek Adam” demir yumrukla yönetmektedir.

Bu iktidar TSK yasasından 35. maddeyi çıkararak sözde askeri darbeyi önlemeye çalışmakta ve darbe kaşıtı (!) bir konum almaya çabalarken (arka bahçeyi tehkim..) , öbür yandan da bal gibi sivil darbeyi sürdürmektedir.

Haa, Cumhurbaşkanı belki veto eder mi?
6. yılın içindeyiz.. fiilen partili Cumhurbaşkanı’ndan beklenir mi?

Diren TMMOB, 410 bin üyen var.. 1,5 yıl gibi bir süre maddi zorlukların olacak..
Belki Anayasa Mahkemesi belki başka çözümler..

Gün ola harman ola..

AKP kendi ayağına bi kurşun daha sıktı.. bindiği dala bir darbe daha indirdi..
Diyalektik olarak bizim cephemizden görünen manzara böyle..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 13.7.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

19 MAYIS 2013; GENEL DURUM ve GÖRÜNÜM


19 MAYIS 2013; GENEL DURUM ve GÖRÜNÜM

portresi2

 

 

 

 

Suay Karaman

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın 94. yılını siz değerli dostlarla birlikte Konya’da kutlamaktan mutluluk duymaktayım ve bu anlamlı etkinliği düzenleyen başta CHP Konya Selçuklu İlçe Başkanlığı olmak üzere 19 Mayıs Platformu’nun
tüm bileşenlerine teşekkürlerimi sunuyorum.

1. Dünya Savaşı’ndan yenilerek çıkan Osmanlı Devleti, koşulları çok ağır olan
Sevr Antlaşması‘nı imzalamak zorunda bırakılmıştı. Ordusunun elinden silahları ve cephanesi alınmıştı. Anadolu işgal edilmişti. Uzun savaş yılları boyunca millet yorgun
ve yoksul bir durumda kalmıştı. Ülkeyi yöneten hükümet aciz, haysiyetsiz ve korkaktı. Padişahın ise kendini ve tahtını korumaktan başka bir düşüncesi yoktu.

Bu koşullar altında Mustafa Kemal Paşa’nın yapacağı tek şey vardı; emperyalist güçler tarafından bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulus için kurtuluş savaşına başlamak. İşte bu nedenle 19 Mayıs 1919 tarihi, vatanın kurtulması için örgütlenen
Anadolu insanının bağımsızlık mücadelesinin başlangıcıdır.

Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da bir ulusun yazgısını ve tarihin akışını değiştiren savaşımı başlattığında 38 yaşındaydı. 29 Ekim 1923’te çürümüş ve çökmüş bir imparatorluğun sömürgeye dönüşmüş topraklarında emperyalistlere karşı bağımsızlık savaşını kazanarak, tam bağımsız çağdaş bir cumhuriyet kurduğunda,
42 yaşındaydı. Hiç kimsenin hayal bile edemediği devrimleri yaparken, 50’li yaşlardaydı. Yaptıklarının hepsini ulusu için ve 15 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirdi.
57 yaşında yaşama veda ederken, mutluydu; çünkü başarmıştı.

Yapılan Kemalist devrimlerle, ülkenin aydınlanması, kalkınması, gelişmesi ve çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkartılması amaçlanmıştı. 1923 – 1938 arasında gerçekleştirilenler, Kemalist Devrim’in büyük başarılarla oluşturduğu yapılanmanın eseridir. 1923 yılında kurulan genç Türkiye Devleti, halkının büyük çoğunluğu yoksul ve eğitimsiz, sanayi kuruluşları yok denecek ölçğüde az ve sermaye birikiminden yoksun, geri kalmış bir ülke konumundaydı. Üstelik iktisadi açıdan Osmanlı İmparatorluğundan devraldığı “Düyun-u Umumiye” borçlarını da ödemek zorundaydı.

Atatürk’ün fiilen ekonomiyi yönlendirdiği dönemde gerçekleştirdiği somut ekonomik girişimler, on beş yıl gibi kısa bir zamanda çok büyük bir kalkınma atılımına girişildiğini göstermeye yeterlidir. Bu girişimleri şöyle sıralayabiliriz:

Türkiye İş Bankası açılmış ve böylece ulusal bankacılığın ilk adımı atılmıştır.
– Başta Eskişehir, Uşak, Alpullu olmak üzere birçok yerde şeker fabrikaları kurulmuştur.
Kayseri’de uçak fabrikası kurulmuştur.
– Bünyan Dokuma Fabrikası açılmıştır.
– Ereğli ve Nazilli Bez Fabrikası ile Kayseri İplik ve Bez Fabrikası açılmıştır.
– Gemlik Suni İpek Fabrikası,
– Bursa Merinos Fabrikası,
– İzmit Kağıt Fabrikası …

gibi pek çok kurum ve kuruluş oluşturulmuştur.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kurulmuştur.

1930’da Sanayi Kongresi,
1931’de Ziraat Kongresi toplanmıştır.
Birinci ve İkinci Kalkınma Planları oluşturulmuştur.

Dünyadaki ilk demokratik kalkınma planları; 1931’de Türkiye’de uygulamaya konulan ekonomik reform hareketleridir. Bu kalkınma planları, eldeki kıt kaynaklarla
halkın gereksinimlerinin en iyi biçimde karşılanmasına yönelik hazırlanmıştır ve temel amacı, hammaddesi Türkiye’de olmasına karşın dışalım (ithal edilmek) zorunda kalınan ürünlerin ülkemizde üretilmesini sağlamaktı.

1933’te Sümerbank kurularak, devletin iktisadi yaşama girişi gerçekleşmiş ve doğrudan doğruya devlet işletmeciliği başlatılmıştır. Ardından, büyük bölümü yabancıların elinde bulunan demiryolları, Tramvay ve Tünel Şirketi, Zonguldak Kömür Şirketi, İzmir Telefon Şirketi millileştirilmiş ve kamulaştırılmıştır. 1935’te yeraltı kaynaklarının araştırılması için Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA), elektrik ve enerji kaynaklarının değerlendirilmesi için Elektrik İşleri Etüd İdaresi,
madencilik işletmelerini kurmak ve işletmek amacıyla da Etibank kurulmuştur.

1. Kalkınma Planı döneminde Toprak Reformu yapılarak, tarıma teşvik sağlanmış ayrıca hammaddesi yurtiçinde bulunan malları işleyecek sanayi kuruluşları ile
devletçe finanse edilmesi mümkün olan kuruluşların kurulmasına öncelik verilmiştir. Planlı ekonomi uygulamaları sonucunda başarılı sonuçlar alınmış ve hedeflere ulaşılmıştır. Ancak 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte kalkınma planlarına
geçici süre ara verilmiş ve Devlet, savaş ekonomisine uygun kimi önlemler almıştır.

Atatürk zamanında yapılan tüm bu işler kolay başarılmamıştı elbette.
Planlanan hedeflere ulaşmak için; sınırsız yurt sevgisi, inanç ve özveriden başka,
bilinçli, kararlı, örgütlü ve devrimci bir tavır sergilenmişti.

Bu tavırlar sonuçlarını kısa sürede göstermiştir. 1922-1925 arasında fiyatlarda artış oranı yılda %3, 1925-1927 arasında ise %1 olmuştur. Kimi fiyatlarda ucuzlama görülmüştür. Türk parası yabancı paralar karşısında değer yitirmemiş, aksine kimilerine karşı değer kazanmıştır. 1923’te kişi başına düşen ulusal gelir yalnızca 45 $ iken, 1940’lı yılların ilk yarısında 400 dolara yaklaşmıştır.

1923-1938 arasındaki 11 yıl, gelir ve giderin eşit olduğu denk bütçe; 3 yıl, gelirin giderden çok olduğu bütçe fazlası gerçekleştirilmiştir. Yalnızca, Cumhuriyet’in ilk bütçesi olan 1924 bütçesi, %8’lik bir açık vermiştir. 1924 dışında, 1923 – 1946 arasında
dışsatım (ihracat) hep dışalımdan (ithalattan) çok olmuştur.

1929-1939 arasında bütün dünyada sanayi üretimi %19 artarken, genç Türkiye Cumhuriyeti’nde %96 artmıştır. Dünyada ortalama kalkınma hızı %4-5 düzeyindeyken, Türkiye’de %10 olmuştur. Tarım üretimi 1923-1930 arasında %10, 1930-1940 arasında %5 artmıştır.

1923’te 140 olan fabrika sayısı, 1933’te 2 bin 500’e ulaşmıştır. 1923’te 600.000 ton olan taşkömürü üretimi, 1940’ta 3.000.000 ton olmuştur. 1923’te üretimi olmayan çimento, 1940 yılında 270.000 ton üretilmiştir. 1923’te kağıt üretimi yoktur, 1940’ta 10.000 ton üretilmiştir. 1923’te demir – çelik üretimi yoktur, 1940’te 40.000 ton üretilmiştir. 1923’te 50 milyon kwh olan elektrik enerjisi üretimi, 1940’ta 400 milyon kwh olmuştur. 1923’te 3.700 km olan toplam demiryolu uzunluğu, 1940’ta 7.500 km olmuştur. 1923’te şeker üretimi yoktur ama 1940’ta 90.000 ton şeker üretilmiştir.

1923’te %5 olan okuma-yazma oranı, 1940’ta %25 olmuştur. 1920’lerin başında ortaçağ karanlığında yaşayan bir toplum, bugün 21. yüzyılın aydınlığına
öbür İslam ülkelerinin hepsinden çok daha fazla ulaşmıştır.

Bütün bu veriler herkes tarafından bilinirken, bu gurur verici geçmişi yok saymak için, demokratik ve laik cumhuriyetle hesaplaşmak için bekleyen kendini bilmezler,
karanlıkta boğulacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde on beş yıl gibi kısa sürede (1923-38) yaratılan gurur verici tablonun ardında;

1. Cumhuriyetçilik,
2. Ulusalcılık,
3. Devletçilik,
4. Halkçılık,
5. Laiklik,
6. Devrimcilik ilkeleri, yani “6 Ok” bulunmaktaydı.

Atatürk’ün tam bağımsızlık, emperyalizm karşıtlığı ve “yurtta barış, dünyada barış” ilkeleriyle bütünleşen kararlı yönetimi sayesinde gelişen Türkiye Cumhuriyeti,
ne yazık ki O’nun ölümünden sonra bu gelişmeyi sürdürememiştir.

Yıllardır Türkiye’yi yöneten siyasi iktidarlar, Atatürk’ün ölümünden sonra özellikle
çok partili düzenle birlikte Kemalizm’in ilkelerinden ödün vermiştir. Bu süreçle birlikte emperyalist güçlerin yeniden ülkemizi kuşatması, Aydınlanmanın şeriatın karanlığı tarafından bastırılması, ülkeyi içinden çıkılması güç koşullara getirmiştir. Yıllardan beri dinci örgütlenmelere ortam hazırlanmış; bugün laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletini terk etmek konumuna gelinmiştir. Ne yazık ki gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunan yöneticiler, emperyalist güçlerin desteğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanmasına, bitirilmesine ve paylaşılmasına aracılık etmektedir.

Yıllardır siyasal iktidarlar, ABD ve AB emperyalizmine kucak açmış, Avrupa Birliği’ne üye olmak adına tam bağımsızlığımızı ve onurumuzu feda etmek istemektedirler.

UNESCO,  üye  156  ülkenin  oybirliği  ile  1981  yılını,  Atatürk Yılı  ilan  ederken,  kararın  gerekçesinde,  Atatürk  şöyle  tanımlanıyordu:

  • ”Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan
    ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında  renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşsiz devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurucusu……”

UNESCO’nun bu tanımından sonra, sömürge valisi edalarıyla ülkemize gelen AB’nin ve ABD’nin yetkilileri, olur olmaz her konuda fikir vermektedirler. Atatürk’ün resimlerinden korkan, Kemalizm’i terk etmemiz gerektiğini söyleyen bu yüzsüzler, ülkemizin bölünmesi için büyük çaba harcamaktadırlar. Bu Sevr özlemcileri, bölünmemiz ve bağımsızlığımızı yitirmemiz için, yerli işbirlikçileriyle birlikte her yola başvurmaktadırlar. Dıştan ve içten gelen her türlü Kemalizm karşıtı saldırılar, Türkiye’de ulusal devleti çökertmek amacını taşımaktadır.  Ancak, Mustafa Kemal’in cumhuriyeti emanet ettiği Türk gençliği bütün olumsuzlukları yenecek güçtedir ve Kemalizm’e her zaman
sahip çıkacaktır.

Bugün ülkemizin ulusal kuruluşları “babalar gibi” satılmaktadır. Yeraltı ve yer üstü zenginliklerimiz emperyalist güçlere pazarlanmaktadır. Tarım ve hayvancılığımız bitirilmiş, sanayimiz çökertilmiş, yolsuzluk, yoksulluk ve talan en üst düzeye ulaşmıştır. Günümüz Türkiye’sinde 8 milyon kişi asgari ücretle çalışmakta, 11 milyon kişi işsizlikle boğuşmaktadır. Çalışanların %70’i yoksulluk sınırının altında ücret almaktadır.
Memurun, işçinin, emeklinin, esnafın, çiftçinin düşürüldüğü acıklı durum herkes tarafından görülmektedir. Terör ülkemizi vurmuş ve terör örgütüyle pazarlık aşamasında “yeni anayasa” yapılmak istenmektedir. Günümüz Türkiye’sinin getirildiği konum içler acısıdır.  Genel durum ve görünüm şimdilik parlak değildir.

Dünya Ekonomik Forumu’nun raporlarına göre Türkiye, 134 ülke arasında ekonomik açıdan incelemede genel sıralamada 125. sıradadır. Siyasal iktidarın dünyanın
17. büyük ekonomisi dediği Türkiye’nin gerçekleri yoksulluktur, açlıktır, işsizliktir. Gemiciği ve villacığı olanlara teğet geçen ekonomik kriz, halkımızı delip geçmektedir. Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre kadın – erkek eşitliğinde Türkiye 135 ülke arasında 121. sıradadır. Türkiye basın özgürlüğünde 138 ülke arasında 135. sırada, yargı bağımsızlığında ise 82. sırada yer almaktadır.

Ülkeyi yöneten siyasal iktidar, kendi ülkesinin ordusunu düşman olarak görmektedir ve hangi koşulda olursa olsun her istediğini yapmak için uğraşmaktadır. Bunun anlamı, ülkede sivil darbe yapıldığıdır. Sivil darbe, hukuk dışı yasalar çıkartılarak, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşmak ve kendilerine karşı olanları bir biçimde yargılayıp, susturmaktır.

Silivri’de zulüm altında tutularak, hayali suçlamalarla yargılanan yurtsever
ve Kemalist aydınlar, yıllardır onur savaşımı (mücadelesi) vermektedirler.

  • Laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla kesinleşen siyasal iktidarın amacı, ülkemizde rejim değişikliği yapmaktır.
    Türkiye’yi İslam cumhuriyetine dönüştürme çabaları sonuç vermeyecektir.

Bugün geldiğimiz ortamı eşsiz önderimiz Atatürk, 20 Ekim 1927’de,
CumhuriyetiTürk Gençliğine emanet ederken anlatmıştı:

  • “Bütün bu durumlardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere,
    yurdun içinde yönetim başında bulunanlar; aymazlık, sapkınlık ve üstelik
    hainlik içinde bulunabilirler. Dahası, yönetim başında bulunan böyleleri,
    kişisel çıkarlarını, yurduna girip yayılmış olan dış düşmanların
    siyasal amaçlarıyla birleştirebilirler.”

“10 Kasım’da yaygara kopartıldı”, “Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyen ve ulusal bayramlarımızı yasaklayan karanlık zihniyetler
ne yaparlarsa yapsınlar; başaramayacaklardır. Çünkü bu topraklarda
Mustafa Kemal Atatürk’ün özgürlük rüzgarları esmektedir.

Ulusal kurtuluş mücadelemizin başlangıcından 94 yıl sonra, ülkemizde genel durum ve görünüm çok parlak değildir. 94 yıl önce bugünlerde 19 Mayıs, bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulusun kurtuluş savaşına başlangıcını müjdeliyordu. Vatanın kurtulması için örgütlenerek, güçbirliği yapan Anadolu insanının bağımsızlık mücadelesini müjdeliyordu. 94 yıl sonra Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı ve 19 Mayıs’ı, bugünkü siyasal ortamla birlikte düşünürsek umutsuzluğa kapılabiliriz. Ancak içinde Atatürk sevgisi taşıyanlar için umutsuzluğa yer yoktur, Atatürk’ün gençleri için umutsuzluk diye bir olgu söz konusu değildir. Atatürk’ün ilkelerini özümseyerek, bilinçli ve kararlı bir biçimde
tüm yurtseverlerin örgütlenerek yapacağı haklı ve demokratik bir mücadele ile umuda ve aydınlığa doğru yeniden yol alınacaktır.

Bunun için tüm yurtsever güçlerin bir araya gelip örgütlenmesi, güçlerini birleştirmesi gerekmektedir. Çözümün Kemalizm’in muhteşem “6 Ok”unda olduğunu bilerek il il, ilçe ilçe, köy köy, mahalle mahalle dolaşarak bütün bu olumsuzlukların, ülkemizin üstündeki kara bulutların topluma anlatılması gerekmektedir.
Atatürk’ün gençlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek yaşatılması için,
hepimizi büyük görev ve sorumluluklar beklemektedir.

“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” kararlı ve bilinçli olarak yeniden savaşmanın zamanı gelmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaş uygarlık yolunda sürekli ileriye doğru gideceğimiz ışıltılı günlerin özlemiyle, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıcı olan,
19 Mayıs’ın 94. yılı kutlu olsun!

Hepinizi saygıyla selamlıyor ve teşekkür ediyorum.

(İlk Kurşun Gazetesi, 20 Mayıs 2013)

2012 YILI BİTERKEN

2012 YILI BİTERKEN

portresi2

Suay Karaman
İlk Kurşun Gazetesi, 31 Aralık 2012.

2 Ocak 2011’de İlk Kurşun Gazetesi’nde yayınlanan “2011 Yılında Yaşadıklarımız” adlı yazımın ilk iki paragrafı şöyleydi:

  • “Ülkemiz 2011 yılını da, öbür yıllarda olduğu gibi büyük sıkıntılarla bitirdi. Ekonomik krizin, yoksulluğun, açlığın, işsizliğin, yolsuzluğun, talanın, terörün ve en önemlisi hukuksuzluğun büyük boyutlara ulaştığı Türkiye’de, insanlar umutsuzluğa sürüklenmekte, geleceklerinden kaygı duymaktadırlar.
  • Siyasi iktidarın, ileri demokrasi söylemlerinin ardında, sadece büyük bir hukuksuzluk yatmaktadır. Kendileri için özel bir hukuk sistemi yaratan siyasi iktidar, kendilerine karşı olanları baskı altına alarak, zulüm yapmaktadır ve yurtsever insanları hapislere atmaktadır. Ülkeyi yöneten siyasi iktidar, kendi ülkesinin ordusuna düşman ise, yasama, yürütme ve yargıyı kendine bağlamış ise, her koşulda sürekli kendi istediğini yapmak için uğraşıyorsa, o ülkede sivil darbe yapılıyordur. Bir ülkede hukuk dışı yasalar çıkartılarak, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşmak ve kendilerine karşı olanları bir şekilde yargılayıp, susturmak, sivil darbe olarak adlandırılır.”

2012 yılını geride bıraktığımız bugün, ülkemizde değişen hiçbir şey yoktur.
Koşullar daha da ağırdır, ileri demokrasi görüntüsünün ardındaki ileri faşizm toplumun her kesimi tarafından hissedilmektedir. Sahte verilerle Balyoz davasında verilen cezalar, faşizmin bir yüzüdür. Şimdi sırada yine gerçekle bağdaşmayan verilere dayalı olarak  Ergenekon davasının sonuçlandırılması bulunmaktadır.
Faşizm, “durmak yok, yola devam” sloganıyla ilerlemektedir.

Başbakan 18 Aralık 2012 Salı günü ODTÜ’ye gitmiştir. Bu gidiş, ODTÜ yerleşkesinde bulunan TÜBİTAK binasında Göktürk-2 uydusunun uzaya fırlatılışını izlemek amacını taşıyordu. ODTÜ’ye 3600 polis, 110 koruma aracı, 20 zırhlı araç, 8 Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı (TOMA) ve yeterince kimyasal silahla birlikte gitmesi, akıllarda soru işareti bırakmıştır. Savaşa gider gibi bir üniversiteye gitmek, provokasyon şüphesini düşündürmektedir. Yaklaşık 300 öğrencinin başbakanı
protesto etmesinin ardından, polisin gereksiz ve aşırı güç kullanması sonucunda çıkan olaylar ve atılan gaz bombaları faşizmin bir başka yüzüdür.

Faşizmin bir başka yüzü de ulusal varlıklarımızın tek tek elden çıkarılmasıdır. Turgut Özal ile başlayan özelleştirmelerin %80’i, AKP’nin on yıllık iktidarı döneminde gerçekleştirilmiştir. Siyasi iktidar, halkın vergileriyle oluşturulan kamu varlıklarını
ve hizmetlerini sermaye güçlerine teslim etmekte bir sakınca görmemektedir.
Artık AKP iktidarı, daha önceleri başvurulan ‘zarar ediyor’ bahanesine gereksinim bile duymadan, özelleştirmeleri yapmaktadır. Halkın malı olan ve kâr eden işletmelerin satışıyla, kamunun zarar ettirildiği, kamu kaynaklarının özel sektöre ve ardından
uluslar arası güçlere aktarıldığı açıktır.

Aralık ayında yapılan 5.7 milyar dolarlık köprü ve otoyol özelleştirmesi ile
kamu kaynakları halktan alınıp, Koç-Ülker-UEM (Malezyalı firma) ortak girişim grubuna aktarılacaktır. Burada gözden kaçmaması gereken önemli bir şey daha vardır:

Cumhuriyetçi ve laik diye bilinen Koç grubuyla, yeşil sermayenin öncüsü olan
Ülker grubu kol kola girerek, yanlarına Malezyalı bir ortak alarak özelleştirmede
bir araya gelmişlerdir. Sermayenin ideolojisi, dini, sınıfı olmadığı bu örnekle
çok daha iyi anlaşılacaktır.

Artık sırada Spor Toto, Milli Piyango gibi özelleştirmeler bulunmaktadır.
Tüm kamu varlıkları ve hizmetleri bitirilmeye çalışılırken, devlet yok edilmeye doğru sürüklenirken, utanmadan Türkiye’nin dünyadaki 25 önemli ülkeden biri ve dünyanın
en büyük 17. ekonomisi olduğu söylenmektedir. Ülkelerin gelişmişlikleri açısından yapılan sıralamalarda Türkiye’nin, 134 ülke arasında 125. sırada kalarak, 3. Dünya ülkelerinin bile gerisinde yer alması karşısında utanmayanlar, faşizmin ve ardındaki emperyalizmin maşalarıdır.

Emperyalizmin bu maşaları, ‘komşularla sıfır sorun’ diyerek tüm komşularımızla ilişkilerimizi kötü duruma getirmişlerdir. Suriye’ye saldırmak için emperyalizmin maşası olmayı benimseyenler, yeryüzünde ilk kez emperyalizme karşı zafer kazanan bir milletin yöneticileri olmaya layık değillerdir.

2013 yılında yurtseverleri, ulusalcıları büyük ve önemli görevler beklemektedir.

Ulusal güçlerin tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığında bir araya gelerek
örgütlenmeleri ve aydınlık günlerin müjdecisi olmaları gerekmektedir.

Yeni yılın ülkemize ve tüm dünyaya sevgi, dostluk, barış, sağlık ve mutluluk getirmesi en büyük isteğimiz olmalıdır. 2013 yılının, ülkemizin ileri demokrasi denen ileri faşizmden, gerçek demokrasiye geçtiği bir yıl olması dileğiyle, yeni yılımız kutlu olsun..