Etiket arşivi: sermaye egemenliği

Türkiye-Yunanistan gerilimi normal seyrinde mi?

Artık Türkiye-Yunanistan arasındaki yönetilen gerilim ABD’nin bir siyasi aracına dönmüş gözüküyor. Bu araç, yeri gelince bir cezalandırma aracına dönüşme olasılığını içeriyor.

Türkiye ve Yunanistan sermaye sınıfları arasındaki gerilim eski bir hikâyedir ve genellikle çok ciddiye alınmayı gerektirmez.

Çünkü yakın zamana kadar her iki ülkedeki egemen sınıf siyasetleri bu gerilimi iç politika malzemesi yapmakta ustalaşmışlardır ve ABD emperyalizminin izin verdiği kadar bu gerilimle oynamayı severler.

Her iki taraf için yapay gerilim milliyetçiliği, dolayısı ile sermaye egemenliğini besleyen ana kaynaklardan biridir.

Küçük Asya Felaketinden mübadeleye, 6-7 Eylül Olaylarından (AS:1955), Kıbrıs’ın faşist darbe sonrasında askeri müdahale ile bölünmesine kadar milliyetçi duyguları besleyen tarihsel arka plan işlerini kolaylaştırır. Şimdi değişen bir şey var mı, diye bakalım.

İlk anda karşımıza çıkan tablo klasik yönetilen gerilim şablonuna uyuyor gözüküyor.

Her iki ülke de 2023 yılında genel seçimlere gidecek ve yönetimdeki siyasetler, sermayenin yedek atları tarafından tehdit ediliyorlar.

Üstelik, Türkiye emekçi halkını boğan yaşam güçlüğünü burada yazmaya gerek yok, Yunanistan ciddi bir enflasyon ve emekçi ücretlerinin erimesi sorunuyla karşı karşıya. Dolayısı ile seçim yatırımı sadece para musluklarını bir süre için açmakla değil, Ege’deki gerilimi körüklemekle de oluyor.

Peki, gerilim tamamen yapay mı, hiç mi sermaye sınıflarının çıkarları çatışmıyor ve kapitalist dünyada bir rekabet içinde değiller?

Özellikle Akdeniz’de keşfedilen doğalgazın çıkartılması ve Avrupa’ya taşınması konusunda ciddi bir çıkar çatışmasının yaşandığı biliniyor. Ama bu gerilimin Akdeniz’de kıyısı olan ülkelerin emekçi halklarının çıkarlarıyla alakası olmadığını daha önce işlemiştik. Rekabet uluslararası tekeller arasında ve ilgili devletler süreçten komisyon almaya ve kazancı kendi sermaye sınıflarına yöneltmeye çalışıyorlar.

Şimdi burada durup, söz konusu gerilim normal seyrinde mi gidiyor, yoksa bir savaş riskine neden olabilecek farklı dinamikler ortaya çıktı mı diye bakabiliriz.

Bu araştırmayı yaparken yüzeyde duran unsurlardan daha derine gitmeliyiz. Örneğin, Yunanistan Başbakanı Miçotakis ABD parlamentosunda Türkiye’yi şikâyet edip alkışlanırken, Erdoğan’ın diplomaside kesinlikle yeri olmayacak şekilde hem de birden fazla defa “Bir gece ansızın gelebiliriz” demesine bakmamalıyız.

1923’ten 2008’e kadar yönetilen gerilim ulusal dinamiklerle ve bölgedeki emperyalist hegemonya ile açıklanabiliyor ve açıktan bir savaş riskini kaza olasılıklarına rağmen azaltıyordu.

Muhakkak öncesi olmakla birlikte, 2008’de ABD’de patlak veren mali çöküş sonrası kendini giderek şiddetlenerek dışa vuran emperyalist hegemonya krizini göz önünde tutmadan olayları anlamamız imkânsız gözüküyor.

Türkiye sermayesi bu hegemonya krizinde kamu mallarının yağmasına bağlı olarak bir kez daha edindiği sermaye birikiminden sonra gözünü dışarıya çevirdi ve ABD’den görece bağımsız davranmaya başladı.

Bu görece ABD’den bağımsız ve yayılmacı siyasi eğilim ABD tarafından olağan aktör değişikliğiyle bastırılamayınca AKP’nin içindeki ve daha doğrudan ABD’ye bağlı örgütlenen Fettullahçılar aracılığıyla 2016’da bir darbe girişimi (AS: 15 Temmuz) gerçekleşti.

Burası çok önemli, çünkü emperyalist hegemonya demek, bağlı ülkelerdeki siyasi aktörleri şu veya bu yöntemle değiştirebilmek demektir aynı zamanda.

Bu bilinen gerçek Türkiye’de, yakın tarihteki bazı başka ülkelerde olduğu gibi çuvalladı.

Bu Türkiye sermaye sınıfının ilkesizliğinde bir değişiklik yapmadı ama daha pragmatik davranmasına yol açtı.

Madem darbe bir NATO ordusu tarafından denendi ve hala bu risk vardı, o zaman hegemonya krizinin diğer tarafında kalan Rusya’dan S-400 alındı hava savunması için.

Hiçbir askeri anlaşma öylece kalmaz, Rus doğalgazının Türkiye’de kullanımı ve nükleer enerji anlaşmaları bu sürecin parçasıydı.

Böylece Yunanistan ve Türkiye için “İkisi de NATO üyesi, birbirleriyle savaşmalarına izin vermezler” ilkesi bir klişeye dönüşmüş oldu.

Emperyalist hegemonya krizi emperyalist paylaşım savaşına dönerken kriz daha da derinleşti. Yunanistan sermayesi tam boy bir ABD işbirlikçiliğini tercih etti, daha doğrusu bu tercihi pekiştirdi. Yunanistan adeta boydan boya bir ABD üssüne dönüştü. Avrupa’da Rusya’nın kuşatılmasına dönük askeri yığınakta, Türkiye’nin hemen yanı başındaki Dedeağaç dev bir ABD üssüne dönüşerek silah sevkinin yapıldığı bir stratejik bir bölge haline geldi.

Türkiye sermayesinin ise emperyalist hiyerarşide yükselme arzusuna rağmen ekonomik kısıtlarını yanı sıra çok önemli bir eksiği ortaya çıktı. Sermaye ihraç edip çevrenizi yönetmek isteyeceksiniz ama savaş uçağı üretemeyeceksiniz. Bu gerçek aynı zamanda emperyalist bir ülke olmanın nasıl karmaşık süreçlere dayandığını da gösterdi.

Şimdi ABD Yunanistan’ın hava gücünü hızla artırırken, Türkiye’ninkini kontrollü bir şekilde küçültüyor. Bu teknik konuya uzun boylu girmeyeceğiz, çünkü bu kısım çok yazıldı çizildi. Sonuçta Türkiye sermayesi ABD’den savaş uçağı alamadığı gibi, elindekileri bile modernize ettiremiyor. Tabi bu sürecin daha fazla kontrol karşılığı pazarlık konusu olduğunu aklımızda tutalım.

Şimdi son gelinen noktaya bakalım, Rusya’nın teklifi ile Türkiye Trakya’da başta Rus gazı olmak üzere gaz depolayıp Avrupa’ya dağıtan bir konumu kabul etmiş gözüküyor.

Geçen haftaki yazıda ABD’nin doğrudan bir savaş ilanı olmadan, Rusya ve Almanya’nın ortak girişimi Kuzey Akımı 1 ve 2’yi nasıl deniz altından bombalayarak sabote ettiğine değinmiştik.

Haydut karakterli ve kaybedişini hissettiği için gözü dönmüş olan ABD’nin Trakya’da Rus doğalgazına açılan bu pencereyi seyredeceğini beklemek saflık olur.

Artık Türkiye-Yunanistan arasındaki yönetilen gerilim ABD’nin bir siyasi aracına dönmüş gözüküyor. Bu araç yeri gelince bir cezalandırma aracına dönüşme olasılığını içeriyor.

Burayı dikkatlice izlemeliyiz. Öte yandan bölgedeki tek ceza kesen yapı ABD değil. Emperyalizmin ve yerel sermaye sınıflarının cezasını kesmek için Türkiye ve Yunanistan işçi sınıfı ve onların kardeş siyasi öncüleri egemenlerin yapacakları hataları yakından izliyor.

LATİN AMERİKA’DA SAĞLIK SİSTEMLERİ : EVRENSEL SAĞLIK GÜVENCESİ İÇİN BİR ARAŞTIRMA

LATİN AMERİKA’DA SAĞLIK SİSTEMLERİ :
EVRENSEL SAĞLIK GÜVENCESİ İÇİN BİR ARAŞTIRMA

Health Systems in Latin AmericaThe Search for Universal Health Coverage
Julio Frenk and Octavio G´omez-Dant´es 

Arş. Gör. Dr. Kübra Yıldırım Karalar
Danışman: Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı / 29 Kasım 2018 – AnkaraDostlar,

Yukarıdaki makaleyi Anabilim Dalımızda asistan eğitimi makale sunumu kapsamında çeviri çalışması olarak yürüttük. Genç meslektaşımız Dr. Kübra Yıldırım Karalar, danışmanlığımız ile çeviriyi yaptı ve power point yansılarıyla sundu.

Önemli bir makale bu.. Yüzlerce milyon nüfusu ile Latin Amerika halkları ciddi bir aranış içindeler insan onuruna yaraşır sağlık hizmetlerine erişim için. Ne var ki, adına Küreselleşme denilen KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm özellikle son 40 yıldır insanlığa, deyim yerinde ise “kan kusturmakta“!. “Sağlıkta dönüşüm” (Health Transformation) adeta bir “illüzyon” aracı gibi kullanılarak ulusal sağlık sistemleri önce “özerkleştirildi”, sonra “özelleştirildi” ve sermayenin vahşi pençelerine terk edildi.. Özellikle SSCB’nin parçalanmasının ardından son 30 yılda yabanıl kapitalizm gemi iyice azıya aldı ve “tek kutuplu” mutlak sermaye egemenliğini yaşamın her alanında dayattı, yaşama geçirdi.

Türkiye’de büyük oyundan payına düşeni ödedi, ödemekte. Görevdeki iktidar, tam bir sadakatle gereğini yaptı, “yerli ve milliyiz” kalkanı ardına saklanarak tümüyle kökü dışarıda “health transformation” – “sağlıkta dönüşüm” canavarını ülkemize saldı. Sağlık giderlerimiz ulusal gelirin büyüme hızının çoook üstünde, katlanarak büyüdü, Devlet sağlık hizmetlerinden giderek çekildi, GSS (Genel Sağlık Sigortası) zorunlu kılınarak insanlardan sağlık hizmeti için bir de “prim” tuzağı ile “ek vergi” alınmaya başlandı. SGK, giderek sağlık güvencesini azalttı. Geriödeme bedellerini yüksek enflasyona karşın yıllardır sabit tutmakta, bunlara karşın devasa açıklar (bu yıl ilk 10 ayda 30 milyar TL!) vermekte.; finansal yoğun bakımda! Onlarca milyar Dolar Ulusal servet, iktidara yakın yerli – yabancı sermaye ortaklıklarının kasalarına aktarılmakta.

Ne var ki “sistem” (!?) gerçekte “sistemsizlik” sürdürülemez aşamaya gelip dayandı. İnsanlar, küresel toplum bir “çıkış” aramakta. Dünya Sağlık Örgütü, tüm kuşatılmışlığına karşın yakıcı sorunu gündemde tutmakta ve çözümler önermekte, “sağlığı bir temel insanlık hakkı” olarak vurgulamakta. Latin Amerika halkları da sağlık sistemlerinde yaşadıkları acılar üzerinden adeta eğitildiler ve “monetarizm = paraya tapma” sefilliğinden “geriye  – eskiye”, “insancıl ve sosyal” olana doğru adımlar atmaya başladılar.

Power point yansılarını dikkatle izleyiniz, biz de Türkiye’de yapabiliriz.
Türkiye 1961’de, zamanın Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. H. Nusret Fişek öncülüğünde 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi yasasını 1961’de çıkararak öncü olmuştu! 1978’de Dünya Sağlık örgütü’nün Kazakistan / Alma-Ata’da topladığı Temel Sağlık Hizmetleri Konferansında benimsenen ilkelerin önemli bir bölümünü Türkiye 17 yıl önce yasalaştırmış ve uygulamaya geçmişti!

Ne acı ki, araya giren “KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm” kamayı soktu ve tersine rüzgarlar 40 yıldır egemen oldu. Dünya Sağlık Örgütü, 40 yıl sonra gene Kazakistan’da, gene Temel Sağlık Hizmetleri temalı uluslararası konferans düzenledi 1 ay önce.. Dünya nüfusunun yarısı “hala” temel sağlık hizmetlerine erişemiyor! Durum ivedi ve çareler öneriliyor..

Yansıları izlemek için lütfen tıklar mısınız??

Latin_Amerika’da_Saglik_Sisteminde_Halktan_Yana_Donusum

Türkiye, sağlık sektöründe, kökü dışarıda – ABD/IMF/Dünya Bankası dayatması yıkıcı özelleştirmeyi hızla terk etmeli ve kamusal – eşitlikçi – koruyucu sağlık hizmetlerini önceleyen ulusal sağlık planlarına dönmeli.. Er ya da geç böyle olacak; hastalıklı sistem sürdürülesi değil!

Hele “şehir hastaneleri“! Sağlık sektöründe küresel sömürünün “talan” boyutuna erişimidir!

“Birileri”, gene, “hülyam” diye savunacak ölçüde deriiinden derine “kandırılmakta” (!?)..

Sevgi ve saygı ile. 30 Kasım 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com