Etiket arşivi: Salgın yönetimi

Karantina TV Programımız : 07 Ocak 2021

Dostlar,

07 Ocak 2021 Perşembe günü saat 20:00’de Karantina TV’de olacağız.. / OLDUK..

Kanal yöneticisi Sn. Recai AKSU ile konumuz :

Salgın Yönetimi Zora Giriyor :
Dünyada ve Türkiye’de Ne Yapmalı??

Özgür haber kaynağı Karantina TV’nin Youtube ve sosyal medya (facebokk, twitter) hesaplarında, canlı yayında idik. Herhangi birinden program izlenebilir, lütfen tıklayınız..

Salgın, küresel bir güvenlik sorunu durumuna gelmiştir ve DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) – BM
(Birleşmiş Milletler) işbirliğiyle BM Genel Kurulunda / Güvenlik Konseyinde ivedilikle görüşülerek;

TÜM DÜNYADA EŞ ZAMANLI EN AZ 2-3 HAFTA TAM KAPANMAYA GİDİLMELİDİR.

  • 1 saat boyunca Salgını kapsamlı olarak değerlendirdik.
  • Salgın artık Küresel güvenlik sorunu, BM Güvenlik Konseyi veya Genel Kurulda DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ile görüşülmeli ve
  • tüm dünyada eşzamanlı 2-4 hafta küresel kapanma + yaygın aşı uygulanmalı;
  • küresel dayanışma tek çıkar yol; ALARM durumundayız.

Sevgi ve saygı ile. 07 Ocak 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

KRT TV Programımız- 20 Kasım 2020

KRT TV Programımız- 20 Kasım 2020

COVID-19 olgu sayısı son 3 haftada 2 katını aştı; 2015 iken 4552 oldu!
İstanbul’da dün 441 ölüm var, bunun 180’i bulaşıcı hastalık; görüşmüş şey değil!
Geçen Kasım’da İstanbul’da ölüm rakamları günlük 200’ü aşmıyordu.
Ülke genelinde ağır olgu sayısı 29 Temmuzdan bu yana 8 kat büyüdü..
54 bin aktif hasta görünüyor AKP yeşil ile karartılan turkuvaz tabloda ama ülke genelinde yataklar dolu. 240 bin yatağın en az 140 bini KOVİD’e ayrılmış durumda ama dolu! Üstelik 54 bin aktif hastanın bir bölümü de evlerinde sağaltımda..
Ülke açıkhava hastanesi..
Sağlık sistemi SOS veriyor.
Önlemler gene yüzeysel, örn. Cuma namazına gideceklere hiç sınırlama yok.
***
Remdesivir’e DSÖ onayı geri çekildi.
Favipravir’e direnç gelişiyor..
Elde hala etkili ilaç yok; düne göre daha olumsuz durumdayız.
Beklenen Aşılar dünden bu yana etkili çözüm konumunda değil..
İktidar yalpalıyor, masum insanlar ölüyor. 
Kış geliyor.. İnsanlar yoruldu, daha da yoksullaştı, işsizlik yakıp kavuruyor..
***
Bu tablo sürdürülebilir mi?
Hayır..
AKP ekonomi ve hukukta duvara dayandı, zorunlu çark ediyor..
AB’den yaptırımlar geliyor..
Erdoğan ve AKP en çaresiz döneminde..
Salgın yönetiminde de aklını başına alacak, almak zorunda, seçeneği kalmadı.
***
KRT konuşmamızın izlenmesi, dağıtılması, yararlı olması ve gereğinin artık, daha çok oyalanmadan yapılması dilek ve beklentisi ile.

Sevgi ve saygı ile. 20 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

HALK TV Programımız : 25 Ekim 2020

Dostlar,

25 Ekim 2020 Pazar, saat 15:00’te
HALK TV’de olacağız.. /
OLDUK

Erişke aşağıda..

Türkiye’de salgın yönetiminin 3 temel engeli var :

1. Talan edilmiş ekonomi nedeniyle yeterli para yok salgını gereği gibi yönetmek için. İktidar, “mış gibi” yapıyor.

2. Sağlık Bakanlığı liyakatli bir kadro tarafından değil yandaşlarca yönetiliyor. Hata üstüne hata yapılıyor..

3. TEK ADAM REJİMİ sorgulanamıyor, son kararı hep 1 kişi veriyor ve Bakanlar bile talimat almadan inisiyatif kullanamıyor; kamu yönetimi hızlı karar alamıyor.. Bu çağda 90 milyonluk bir ülkenin devasa sorunları tek 1 adamın 2 dudağına terk edilmez, bu bir yıkımdır ve somut örnekte masum insanlar ölmektedir! 

Bunlara ek olarak, konuşmamızda, DSÖ Genel Başkanı Dr. T. A. Gebreyesus’un 23.10.2020 günü yaptığı küresel basın toplantısında önerdiği 5 adımı da konuşmamızda paylaştık..
Bu konuşma metninin tümüne web sitemizden erişilebilir.. : http://ahmetsaltik.net/2020/10/25/who-director-generals-opening-remarks-on-23-october-2020/

Bilgi ve ilginize KAYGI ve saygı ile sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 25 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

KORONA SÜRECİNDE TÜRKİYE

Dostlar,

Bu akşam konumuz;

KORONA SÜRECİNDE TÜRKİYE..

Erişime açık.. aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklamak gerekecek..

https://m.teamlink.co/5812412727 

Bizler, “Yeni Koronavirüs Salgını” nı ulusal ve küresel bir sorun, bir afet olarak görüyor ve hızla sönümlendirilebilmesi için bilimsel akılcılığa dayalı önerilerimizi bu sitede ve kimi gazetelerde yazıyor, kimi yurtsever TV’lerde ve bilimsel toplantılarda sürgit konuşuyoruz..

Ancak salgın yönetimine iktidarın politik kaygı ve beklentileri karışıyor ve çok ciddi hatalar yapılıyor. Örneğin iktidar, anlaşılmaz bir inat ve hırsla Türk halkına ve Dünya Sağlık Örgütü’ne gerekli bilgileri vermiyor, açıkça veri saklıyor ve bunu pervasızca itiraf da ediyor!

  • Hasta ve ölüm sayılarını bile bizlerden saklıyor, eksik – yanlış bilgi veriyor AKP iktidarı.

Bu durum kabul edilemez ve sürdürülemez!

Bilimsel Danışma Kurulu göstermelik olarak tutuluyor..
Maske, dezenfektanlar, aşı…. konularında bile yolsuzluk savları ayyuka çıkmış durumda.
……………
……………….
Daha pek çok ciddi sorun alanı var..

  • Hastalıktan çok hatalı siyasal tercih ve politikalar masum insanlarımızın ölümünden ve ekonominin sürdürülemez kanamasından başlıca sorumlu.

Her şeye karşın Türk halkı olarak konuşmak – tartışmak – paylaşmak ve muhalefeti yükselterek Epidemiyoloji bilimi ekseninde çözümleri ortaya koymak zorundayız.

Bu Webinarın duyurulması, izlenmesi ve gereğinin yapılması için çabaya çağırıyoruz herkesi.

Düzenleyici meslektaşımız Dr. Şahin Özdemir ve emek verenlere şükranla.

Sevgi ve saygı ile. 17 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Fahrettin katsayısından sonra ‘vaka/hasta’ olayı: Verileri gizlemek neye yarar?

Fahrettin katsayısından sonra ‘vaka/hasta’ olayı: Verileri gizlemek neye yarar?

Ortaya çıkan bu durumun bir boyutu politik:

  • Siyasal iktidar ülkeye ilişkin gerçekleri dünyadan ve kendi yurttaşlarından gizliyor.

Bir başka boyutuysa doğrudan tıp alanında çalışanları ilgilendiriyor: Yanlış verilerle salgın ne kadar sağlıklı yönetilebilir? Salgının yayılmasını doğru ölçmeyen bir sağlık yönetimi ona nasıl engel olabilir. Nitekim görüşüne başvurduğumuz Türk Toraks Derneği Etik Kurul ve Genel Merkez Danışma Komitesi üyesi, Solunum Sistemi Enfeksiyonları Çalışma Grubu Yürütme Kurulu üyesi Profesör Doktor Abdullah Sayıner, Bakanın son açıklamasının sağlık çalışanlarında büyük bir karamsarlık yarattığını düşünüyor. Bir bakıma Covid-19 mücadelesinin ön cephesinde olan bu insanlar toplumdan ve kendilerinden gizlenen, çarpıtılan verilerin varlığını yaşamsal bir tehdit olarak da görüyorlar.

Sayıner’e, açıklamada söylenen değişikliğin Bakanlığın sahadaki uygulamalarında da olumsuz sonuçlarının olup olmadığını, “vaka sayılarını değil hasta sayılarını açıklıyoruz” denilmesinin salgının yayılması konusunda takibi bırakmak anlamına gelip gelmediğini sorduk. Sayıner bu sorumuzu şöyle yanıtladı:

“Salgının takibinin bırakıldığını düşünmüyorum. Bakanlığın filyasyon ekipleri büyük bir özveriyle yoğun çalışmalarını sürdürüyorlar. Bu nedenle, Bakanlığın elinde bütün bilgilerin olduğunu düşünüyorum. Yani aslında vaka sayısını açıklamıyorlar ama kendileri biliyorlar. Ellerinde var. PCR testi pozitif çıkanlar filyasyona dahil ediliyorlar. Sağlık durumları takip ediliyor, karantinada kalmaları isteniyor, temaslı listeleri onlardan alınıyor. Bakanın açıkladığı sayılarda yer almıyorlar ama diğer hastalarla ilgili yapılan her şey onlarla ilgili olarak da yapılıyor. Bizi temel olarak kaygılandıran, bu filyasyon verilerinin düzenli analizinin yapılmaması, yapılıyorsa da, bu analizlerin sonuçlarının duyurulmaması, salgın yönetimine yansımaması. Oysa, bu verilerin analiziyle, örneğin çocukların ne kadar kolay ya da zor enfekte olduğunu, enfekte olurlarsa , virusu okuldaki arkadaşlarına ya da aile bireylerine ne oranda geçirdiklerini öğrenebiliriz. Benzer şekilde, 65 yaş üstünün ne kadar kolay (ya da zor) enfekte olduğunu, onlara getirilen kısıtlamaların enfeksiyonun yayılmasını ne kadar etkilediğini değerlendirebiliriz. Ya da, virus bulaşının hangi ortamlarda kabaca ne oranda gerçekleştiğine (okullar, düğünler, mitingler, camiler, lokantalar, açık hava pazaryerleri vb.) ilişkin bilgiler edinebiliriz ve tüm bu bilgilere dayanarak gelecek dönem için planlamalar yapabiliriz.

Turkuaz tablonun içeriğinin sürekli değişmesi ve bu değişiklikler ile ilgili mantıklı bir açıklama yapılmaması bizi düşündürüyor ve güven sarsılmasına neden oluyor. Sonunda, zaman zaman bu sayıların gerçeği hiç yansıtmadığını gösteren bulgular ortaya çıkıyor ve bu, kanımca, ülke adına da çok üzücü, rahatsız edici oluyor. .”

Genel bir değerlendirme yapmak için ‘hasta sayısının’ daha önemli olduğu, ‘vaka sayısının’ bu açıdan yanıltıcı olabileceğini düşünüyor olabilir mi bakan? Ya da “vaka sayısı değil hasta sayısı önemli” derken haklı olabilir mi?

Bakanlığın elinde her iki veri de var. Böyle düşünüyorlarsa hem vaka sayısını, hem hasta sayısını açıklayabilirler. Yani PCR pozitif olup da belirtileri göstermeyenlerin sayısını sadece bizden gizlemiş oluyorlar. Bu sayıyı açıklayarak “ama biz hasta sayısına bakıyoruz” demelerinin önünde bir engel yok.

Bu konuda oran nedir? Yani vaka olarak tespit edilmiş ama “hasta” olmayanların sayısı.

Bunu Bakanlık biliyor, biz bilemiyoruz.

Gözlediğiniz bir istatistik veri yok mu?

Tüm dünya üzerinde değişiyor bu. %20 ile 80 arasında.

Yani PCR pozitif olan, Covid-19 bulaşmış ve taşıyıcı olan ama belirtileri göstermeyen Covid’lilerin tüm hastalara oranı %20 ile 80 arasında değişiyor mu?

Evet. Şimdiye dek yayınlanan raporlara bakarsanız kabaca böyle.

Bakanlığın açıkladığı sayılarda bu kriter değişikliğini tamamen politik nedenlerle yaptığı konusunda bir görüş var. Turizm sektörünün talepleri, AB ile seyahat izinleri konusunda yaşanan pazarlıklar. Ama bunun ötesinde salgın yönetiminin toplumsal boyutuyla ilgili bir şeyler de olamaz mı? Yani panik yaratmamak için böyle bir yola gitmiş olabilirler mi? Bu salgın yönetimi açısından kabul edilebilir olur mu?

Tersine. Eğer vaka sayılarıyla hasta sayıları arasında büyük bir fark varsa, bu sayıların açıklanması insanlara moral de verebilir! Yani hastalık şu kadar insana bulaşmış ama bunların sadece şu kadarı hastalığı belirtilerle geçirmiş demenin moral bozucu bir tarafı niye olsun? Diğer yandan, sorunun tüm boyutlarıyla bilinmesi; örneğin, toplumdaki bulaştırıcı özelliği olan gerçek insan sayısının bilinmesi, muhtemelen, tüm bireylerin de daha dikkatli davranmasını sağlayacaktır. Sorunu küçülttüğünüz ölçüde, toplum önlemlerin de o oranda gereksiz olduğunu düşünmeye başlıyor.
* * *
Tartışılan konunun bir tarafı salgın yönetiminin siyasal irade tarafında duranların halktan gerçek sayıları gizlemesiyle ilgili ama sayılar sağlıkçılardan hatta bu konuda akademik araştırmalar yapanlardan da gizleniyor. Hatta mesele bununla da kalmıyor. Bakanlık, sadece kendi elinde biriken verileri gizlemekle kalmıyor, veri oluşturmaya, toplamaya ya da birleştirmeye dönük çalışmalara da engel oluyor. Nitekim Türk Toraks Derneği, önceki aylarda yapmak istediği bir araştırmanın engellendiğini duyurmuştu. Buna göre dernek çalışmaya katılacak hastanelerin hastaları ve  tedavi süreçleri hakkında veri girecekleri bir ortak veritabanı oluşturacak, bu topladığı veriler Covid-19 tedavisiyle ilgili çalışmalara, akademik ürünlere dönüşecekti.

Daha önce yaptığımız görüşmelerde Profesör Sayıner bu tür çalışmaların daha önce mesleki/akademik içeriğiyle sorgulanarak etik kurullardan geçerek başladığını, son salgında Bakanlık onayı olmadan, yani siyasal otoritenin onayı alınmadan yapılamaz hale geldiğini anlatmıştı.

TELE1 TV PROGRAMIMIZ : 15 Ekim 2020

Dostlar,

Bu gün (15 Ekim 2020) saat 17:00’de, TELE1’de idik.
Sn. Betül Begümhan Aydoğan sordu, biz yanıtlamaya çalıştık.

– Avrupa dahil tüm dünyada artan korona olguları ve yeniden sıkı önlemlere dönüş…
– İstanbul’da %50 artan hasta sayısına karşın ek önlem düşünülmeyişi
– Bu akşam testi (+) ve bulgu veren hastalara ek, testi (+) ama bulgu vermeyen “vaka” ların sayısının da açıklanıp açıklanmayacağı..
Halkın aldatılmasının sonsuza dek sürdürülüp sürdürülemeyeceği
– Yükseköğretimde de yüz yüze eğitime geçme düşüncesi
Salgın yönetiminde yaratılan çok ağır / utandırıcı güven bunalımının mutlaka aşılması gerektiği, bunu da yolunun tüm veritabanının ulusal ve uluslararası bağımsız uzman ve kurumlara açılması olduğunu..
……………..
…………… konularını / sorunlarını irdeledik..

Daha çok insan hastalanmasın, daha çok masum insanımız ölmesin.
Salgın siyasal tercihler ve ekonomik kaygılarla değil, kutsal yaşam hakkının tartışılmaz öncelik almasıyla yönetilmeli.

Türkiye’deki ucube Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve padişahtan daha yetkili TEK ADAM REJİMİ sorgulanamadığı için salgın iyi yönetilemiyor..

  • Önlenebilecek iken masum insanlarımız ölüyor, hastalanıyor ve ekonomi uzayan ağır bir kanama içinde..

Erişke (link) yukarıda (39 dakika).
İzlenmesi, paylaşılması ve gereğinin yapılması dileğiyle.

Sevgi ve saygı ile. 15 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Koronavirüs vaka sayısı Koca’nın açıkladığının 20 katı!

CHP’li Emir belgelere dayandırdı:

Koronavirüs vaka sayısı Koca’nın açıkladığının 20 katı!

CHP’li Murat Emir, Laboratuvar Bilgi Yönetim Sistemi’ne girilen verilere dayanarak, koronavirüs vaka sayısının Koca’nın açıkladığının 20 katı olduğunu belirtti. Emir, “Bu belge doğru ise artık halkımıza gerçekleri söylemenin vakti gelmiştir” dedi.

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, koronavirüs verilerinin gerçeği yansıtmadığını belirtti.

Emir, Bakan Koca’ya seslenerek, “Sayın Bakan bu belge doğru mudur? Bu belge doğru ise artık halkımıza gerçekleri söylemenin vakti gelmiştir” dedi.

FOX TV’nin CHP Ankara Milletvkili Murat Emir‘in paylaştığı belgelere dayandırdığı haberine göre, 10 Eylül günü 157,975 kişiye koronavirüs testi yapıldı ancak Bakan Koca’nın aynı gün paylaştığı tabloya göre, o gün yapılan test sayısı 107,702 olmuştu. Laboratuvar Bilgi Yönetim Sistemi verilerinin yer aldığı belirtilen belgeye göre, yapılan 157,975 testten 128,645’i negatif, 29,377’si negatifti.
CHP’li Emir FOX TV’de , Bakan Koca’ya seslenerek, “Sayın Bakan bu belge doğru mudur? Bu belge doğru ise artık halkımıza gerçekleri söylemenin vakti gelmiştir” dedi.
Daha önce de Bakan Koca’nın paylaştığı tablodaki ‘vaka sayısı’ ifadesinin ‘hasta sayısı’ olarak değiştirilmesi tepki çekmiş, bakanlık şeffaf olmamakla suçlanmıştı. (BİRGÜN, 29.9.2020)
==============================================
Dostlar,
Başından beri, AYLARDIR uyarmaktayız…
Açıklanan rakamları “uygun bir çarpanla çarparak” değerlendirmek gerekiyor ne acı ki!
Öyle %10-20 eksik, yarıdan azı açıklanıyor.. değil…
En az “10 X” diyerek TV konuşmalarımızda hep vurguladık..
CHP‘yi, basını, kişi ve kurumları karanlığı aydınlatmaya çabaladık ve hep gerekçelerini sıraladık.
Sn. Kemal Kılıçdaroğlu‘na çağrısı üzerine, makamında kapsamlı bilgi ve somut öneriler sunduk (16.9.2020; Gn. Bşk. Yrd. Prof. Fethi Açıkel ve Gn. Sekr. Prof. S. Sayek Böke varlığı ile)
Ölüm tehditleri dahil, her tür taciz ve linç girişimlerine karşın, açtığımız yolda ilerleyen kişi ve kurumlara teşekkür ederiz.. (Biz hiç dava açmadık, hiçbir C. Savcısı da kamu davası açmadı!?)
CHP’ye, milletvekili meslektaşlarımız Dr. Murat Emir ve Dr. Mustafa Adıgüzel’e, CHP Gn. Bşk. Yrd. Seyit Torun’a,
SÖZCÜ‘den yiğit gazeteci Yılmaz ÖZDİL‘e (6 Eylül 2020 günü SÖZCÜ’de tüm arka kapağı bizim makalemize ayırdı..)
İYİ Parti‘den meslektaşlarımız Dr. Aytün Çıray ve Dr. Aylin Cesur’a,
10 Eylül 2020 günü tüm arka sayfasını bizim makalemize ayıran BİRGÜN’e,
15 Ağustos’ta 2. sayfada makalemize yer veren ve sıklıkla söyleşilerimizi yayınlayan Cumhuriyet‘e.. ve öbürlerine

TELE1 TV’ye
HALK TV’ye
KRT TV’ye
MEDYASCOPE’A…
…………….
…………………
Şükranlarımızı sunuyoruz bize söz hakkı verdikleri için.

  • Salgının başından bu yana 130’u aşan TV konuşması yaptık.
  • Bu güne dek, salgın yönetimi için yazıp konuştuğumuz tek 1 hecemiz yalanlanamadı!
Söyleye söyleye, ısrarla – bıkıp usanmadan yineleyerek kimi acı gerçekler topluma mal oldu ve gerekli duyarlığı, epey gecikmeyle de olsa yarattı sanırız..

Umar ve dileriz ki; geldiğimiz yerde iktidar artık halka dürüst davranır ve yanlışlarını sürdürmeyip, salgın yönetimini epidemiyolojik ilkelere, YAŞAM HAKKINA dayandırır..

Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Bir Salgın Üç Profesör 

Bir Salgın Üç Profesör

Op.Dr. Ceyhun  İrgil (1965 -  .... )Dr. Ceyhun İRGİL
Cumhuriyet, 19 Nisan 2020

Koronavirüs nedeniyle sağlığın, bilimin değerini ve önemini anladık. Televizyon ekranları bilim insanları ile dolu. Hocalar anlatıyor, dinliyoruz. Öğrencileri doktorlar, hemşireler, sağlık çalışanları sahada mücadele ediyor.

Cephede virüsle savaş var. Cephenin önünde yaralananları, şehit düşenleri duyuyoruz her gün… Aslında bu insanlar her zaman sahadaydı. Biz onları görmüyorduk. Görmediğimiz gibi geçmişte çok eziyet ettik.

Şiddete maruz kaldılar. Sadece fiziksel şiddet değil, çoğu zaman toplumun fark etmediği lince maruz kaldılar. İşten atıldılar. İtibarsızlaştırıldılar. Duymadık. Şimdi görünür oldular ve toplumun bazı gerçekleri ve öykülerini bilmesi gerekir. Biri Prof. Dr. Ahmet Saltık

ŞEHİT OĞLU

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi. Halk sağlığı camiasının saygı duyulan, hocaların hocası…

Özü sözü bir bilinen, doğru bildiğini korkusuzca söyleyen bir halk adamı…

Bilime, bilgiye ve öğrencilere adanmış bir hayat…

Ülkenin ve dünyanın konusu olunca, bu deneyimi ve birikimi ile herkesin ilk başvuracağı kişilerden biriydi. “Salgın yönetimi” konusunda doğal olarak televizyonlar ve medya, hocayı hemen buldu.

Oysa televizyonlara, medyaya çıkan biri değildi. Ahmet Hoca, salgın yönetimi konusunda iktidarı eleştirince, konu ile ilgili bilimsel gerçekleri de anlatınca, trollerin hoşuna gitmedi. Yaptığı açıklamada, iktidarı eleştirip “Siyasi otoritenin, Türkiye’deki tek adam rejiminin bir kez daha takkesini önüne koyup düşünmesi lazım..” deyince troller “vatan haini, Ermeni dölü, FETÖ’cü” gibi iftiralar atarak ölüm tehditleri savurdular.

Prof. Dr. Ahmet Saltık, siyasi iktidarın vahim bir hata içinde olduğunu belirterek “İzlediği politikalar daha çok insanın ölümüne, daha çok insanın hastalanmasına ve uzayan salgın nedeniyle ekonominin daha da ağır çöküşüne yol açıyor” ifadelerini kullanmıştı. Koronavirüse karşı yaptığı kritik uyarı ve önerilerine karşı, iftiralar ile ölüm tehditleri savurdukları, “vatan haini” dedikleri Ahmet Hoca ile ilgili bilmedikleri ve bu saldırıları yapanların utanacağı bir gerçek vardı: Ahmet Hoca, şehit çocuğuydu

Prof. Saltık’ın babası Başkomiser Halis Zeki Saltık, İstanbul’da görevi başında 7 Temmuz 1980 günü şehit olmuştu. (Halis Zeki Saltık şehit edildiğinde 47 yaşındaydı, oğlu Prof. Saltık, 27 yaşında tıp doktoruydu ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde uzmanlık eğitimi alıyordu. Üçüncü çocuğu Hülya Saltık ise İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi idi, onun mezuniyetini göremedi.) Ayrıca hakaret ettikleri Prof. Dr. Saltık’ın başarılı bilim yaşamı ve özgeçmişini bilselerdi daha çok utanırlardı.

Tüm okullarını birincilikle bitirenTTB Yüksek Onur Kurulu üyesi olan hoca, ülkemizde hem Tıbbiye hem de Mülkiye’den mezun olan ilk insandı.
****

“MİLLİ AŞI”

Öyküsü unutulan ama koronalı günlerimizde baş tacı edilen bir başka profesör… Ülkece koronavirüs ile tanışmamışken bu virüsün amcaoğlu SARS salgını yüzlerce can almıştı. SARS’ın da doğum yeri Çin’di. Dünya o dönem de harıl harıl laboratuvarlarda bu virüse kafa yordu.

2007 yılında genç bir profesör, aşı çalışmalarını yayımladı. “Milli aşı” ve kanser aşıları için çalışan bir laboratuvarın mesul müdürüydü.

O dönem “milli” proje hazırlayan diğerleri gibi birilerinin dikkatini çekti. Üstelik yürekli bir Atatürkçü ve Kuvayi Milliyeciydi. Malum FETÖ’nün Ergenekon kumpasında bir kulp buldular. 6 Temmuz 2008’de Ergenekon tertibinde önce gözaltına alındı, sonra tutuklandı.

6 yıl 3 ay hapis cezası aldı. Üniversiteden attılar. Çalışmaları yarım kaldı. Adı, Prof. Dr. Ercüment Ovalı

12 yıl sonra ülkenin koronalı günlerinde tüm televizyonlarında umudun adıydı hoca… Kumpas davalar sürecinde her gün gazetelerinde “vatan haini”, televizyonlarında “halk düşmanı” ilan ettikleri genç profesöre şimdi güzellemeler yazılıyordu. FETÖ’cülerle el ele verip hayatını kararttıkları Prof. Dr. Ercüment Ovalı’nın fotoğraflarını manşetlere koyup “Türkiye’nin büyük başarısı” deniyordu.

Hapisten çıkınca işsizdi. Laboratuvarını, ekibini dağıtmışlardı. Yılmadı. Acıbadem Üniversitesi’ne başvurdu. Vakıf üniversitesi olduğu için çalışmasına izin verdiler. Tekrar laboratuvarda çalışmaya başladı. Kan ve kök hücrelerinden ürettiği “dermoplastik” çalışmasıyla ABD’de “Deneysel Araştırma” ödülünü kazandı. Yüzlerce çalışma arasında birinci oldu.

EREN’E ADANAN ÖDÜL

PKK’nın şehit ettiği çocuk Eren Bülbül“Biri de çıkıp demiyor ki Eren iyi ki varsın” diye bir paylaşımda bulunmuştu. Prof. Dr. Ercüment Ovalı, Orlando’da ödülünü alırken “Herkes Atatürk bakışlı çocuk için, Eren için ödülü kaldırdığımı bilsin. Ödülümü Atatürk bakışlı Eren’e adıyorum” dedi.

Hayat çok acımasız… Linç et, işinden at, aşı çalışmalarını engelle…

Mart 2020, şimdi hocanın aşı bulması için dua edip, yere göğe sığdıramayıp alkışlıyorlar. Prof. Dr. Ercüment Ovalı’nın ömür boyu hapsini, hatta idamını isteyenler, şimdi televizyonlarında, gazetelerinde “Türkiye’nin umudu” diyorlar. Alkış kıyamet hocanın bulmayı umut ettiği aşıyı bekliyor.

Siyasal İslamcıların tarihsel açmazı bu… Akıl ve bilimden uzak, hurafe ve tuzaklara yakın durmanın tarifsiz ızdırabı.
****

CASUSLUKTAN YARGILANDI

Salgının, öyküsü unutulan bir başka profesörü ise Prof. Dr. Tayfun Uzbay’dı. Her akşam TV kanallarında saygı ile dinlenen Profesör Tayfun Uzbay, Türkiye’nin saygın bir farmakoloji uzmanıydı.

Çok değil 7 yıl önce, GATA Tıbbi Farmakoloji’nin başkanıydı. TÜBİTAK Tıp Kurulu, Sağlık Bakanlığı Bilim Komisyonu, Eczacılık Akademisi Bilim Kurulu üyesiydi.

Roche Araştırma Ödülü vardı, Eczacılık Akademisi Ödülü vardı, Popüler Bilim Ödülü vardı. Yedi kitabı vardı…

7 yıl önce “ilaçlarımız Milli olsun, yabancıların eline bakmayalım” dediği için, ilaç tröstlerinin hedefi olmuş ve CIA maşası FETÖ tarafından “vatan haini” ilan edilip tutuklandı.

Casusluktan yargılandı. Hapse atıldı. Türkiye, koronavirüs belası ile yıllarca eziyet edilen ve haksızlığa uğrayan hocayı hatırladı ama ona yapılanlar unutulmuştu.

Hocayı hatırlatan Yılmaz Özdil’in ifadesi ile “Kendi canının derdine düşen sayın ahalimiz, canını kurtarsın diye Profesör Tayfun Uzbay’ın ağzının içine bakıyor”du.
****

Bir salgın… Üç profesör… Aynı iktidar döneminde önce “hain” denen iki hocaya, şimdi “kahraman” deniliyor.

Bir diğeri şehit oğlu, saygın hocaya da şimdi “hain” diyorlar. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi hainlikle suçlayanlar, tarihten hiç ders almıyorlar
===========================
Dostlar,

Bizi hak etmediğimiz ölçüde övgüye boğan meslektaşımız Dr. Ceyhun İrgil’e çok teşekkür ederiz. Ulusumuz için ne yapsak azdır; her şeyimizi borçlu olduğumuz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün yarattığı Cumhuriyetimize borcumuzu ne yapsak ödeyemeyiz.

Sevgi ve saygı ile. 20 Nisan 2020

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

 

 

Salgınlara Yönelik Türk Tabipleri Birliği Etik Kurulu Görüşü

Salgınlara Yönelik
Türk Tabipleri Birliği Etik Kurulu Görüşü

GİRİŞ

Bulaşıcı hastalıklar ve salgınlar insanlık tarihi boyunca insanların kitlesel olarak hastalanmasına ve ölümüne yol açmıştır. Bulaşıcı hastalıklarla mücadelede koruyucu sağlık hizmetleri yaşamsal bir öneme sahiptir. İnsanın doğaya müdahalesi, doğal yaşamın, ekolojik dengenin, ekosistemlerin bozulmasına, eşitsizliklerin derinleşmesine yol açarak giderek daha büyük yıkımlara ve salgınlara neden olmaktadır. Bunun son örneği, yaşanmakta olan ve pandemi olarak tanımlanan COVID-19 salgınıdır.

Küresel salgınlar gündelik yaşam alışkanlıklarından toplumların siyasi, ekonomik ve kültürel yapılarına uzanan köklü değişikliklere neden olmaktadır. Bu değişiklikler en çok toplumun dezavantajlı kesimlerini olumsuz etkilemektedir. Bunun önlenmesinin halktan yana, demokratik, bilimsel müdahaleler ile olanaklı olabileceği açıktır.

  1. SALGIN YÖNETİMİ

Bulaşıcı hastalıklar sağlık kavramının içerdiği sosyal belirleyiciler nedeniyle ortaya çıkış süreçleri yanında başkaları için oluşturdukları riskler açısından da diğer hastalıklardan farklılık gösterir. Salgın ile etkin bir mücadele; bireysel ve toplumsal düzeyde alınacak önlemlerle korunma, yaygın bir biçimde tarama testinin uygulanmasıyla aktif vaka saptama çalışmaları, kuşkulu vakaların kesin tanısı ve tedavisi, temaslıların araştırılması, izolasyonu/karantina altına alınmaları adımlarını kapsar. Tanımlanan bu bütünlüklü süreç halk sağlığı yaklaşımıyla ve epidemiyoloji biliminin rehberliğinde farklı uzmanlık alanlarının birikimine ve işbirliğine dayalı bir bakış açısını ve uygulamayı gerektirir. Salgın yönetiminde zamana karşı bir yarış söz konusudur; bu nedenle kararların zaman geçirmeden alınması, önlemlerin ayrımsız uygulanması gerekir.

Salgınlarda toplumla tıbbın tüm bileşenleri arasındaki ilişkinin temel dayanağı olan güven ilişkisinin korunması ve güçlendirilmesi çok fazla önem kazanmaktadır. Güven ilişkisinin kurulabilmesi için başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere hükümetin sorumluluğu açıktır. Sağlık Bakanlığının kamuoyunu salgın hastalığın gerçek boyutu, bulaşma yolları, tanısı, tedavisi, korunma yöntemleri hakkında doğru ve zamanında bilgilendirmesi yaşamsal önem taşımaktadır. Hastaların mahremiyeti korunarak salgının kişi, yer ve zaman özelliklerine göre dağılımı konusunda kamuoyu güncel bilgilerle aydınlatılmalıdır. Yetkililer okullar, fabrikalar, yetiştirme yurtları, cezaevleri, kışlalar gibi toplu bulunulan yerlerde barınan kişilere durum hakkında bilgi vermeli ve alınması gereken koruyucu önlemleri gerekçeleri ile birlikte muhatapları ile paylaşmalıdır.

Salgın yönetimi panik ortamı yaratmadan ama olayın ciddiyetini doğru bilgilendirmeyle aktarmayı gerektirir. Vakaların saptanması ve salgının gerçek boyutunun ortaya konması önemlidir. Tanı sürecinde kullanılan testler ve yöntemlerin uygulanmasında bilimsel ve öngörülebilir ölçütler geliştirilmeli, ayrımcılık yapılmaksızın herkese eşit bir biçimde uygulanmalıdır.

Salgınların önlenebilmesi, salgın sürecinde sosyal düzenin korunabilmesi, bireyin topluma olan güveninin güçlendirilmesi ve sürdürülmesi toplumsal katılımın sağlanması ile olanaklıdır. Bu bağlamda karar vericilerin kapsayıcı olmaları, alternatif yaklaşımları göz ardı etmeden ve kararlarını bu yaklaşımlara da dayanarak gözden geçirmeye hazır olmaları önemlidir. Halk sağlığı etiğinin temel ilkesi olarak toplumu ilgilendiren sorunların çözümünün, dayanışma ve bilimsel yönteme dayanan bilgiyle olduğu unutulmamalıdır.

Salgın hastalıklar olağan sağlık önlemlerinin kamu sağlığını güvence altına almak için yeterli olmadığı dönemlerdir. Salgınla mücadelede hasta veya sağlıklı olduğuna bakılmaksızın bireylerin özerkliğinin, özgürlüğünün, tanı ve tedavi seçeneklerinin sınırlandırılması söz konusu olabilmektedir. Bu sınırlandırmanın insan onurunu zedelemeyecek, hasta bireylerin ötekileştirilmesine, damgalanmasına neden olmayacak şekilde gerçekleştirilmesi gerekir.  Kısıtlamaların gerekçeleri ortaya konmalı, finansal ve sosyal sonuçları göz önüne alınarak karar verilmelidir. Kısıtlamalarda insani koşulların sağlanması, kısıtlamaların adil uygulanması, toplumsal katılım için iletişim ve şeffaflık sağlanması gereklidir. Bütün önlemler bilimsel değerlendirmeler doğrultusunda alınmalıdır. Bu önlemlerin uygulanması kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ölçüsüz kısıtlanması anlamına gelmemelidir. Salgın durumlarında devletin insan hakları konusundaki yükümlülüklerinin kural olarak değişmediği, sadece hastalığın önlenmesi için gerekli bazı önlemlerin insan hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasına yol açtığı bilinmelidir. Bu nedenle salgının önlenmesiyle ilgisi olmayan yaptırımların salgın bahane edilerek alınması hiçbir şekilde kabul edilemez. Alınan bütün kısıtlayıcı önlemlerin hukuki bir temeli olmalı, gerekli, orantılı, insan onuruna saygılı ve zaman kısıtlamalı olmalıdır.

Evde kalma gibi kişilerin özgürlüklerinin sınırlandırıldığı durumlarda, evde kalanların tıbbi, ekonomik ve sosyal gereksinimleri için kamusal kaynaklar kullanılmalı, alınan önlemler nedeniyle yaşanabilecek olası maddi kayıplar sosyal devlet ilkeleri uyarınca telafi edilmeli, toplumsal dayanışma pratikleri geliştirilmelidir. Salgından çıkar sağlamaya yönelik stokçuluk, karaborsacılık vb. yaklaşımların önlenmesi çok önemlidir.

Salgından korunma önlemleri ciddiyetle ve özenle uygulanmalı, kimse dışlanmamalı, korunma önlemlerinin alınması konusunda sorumluluk bireylere bırakılmamalıdır. Korunma önlemleri ve tedaviler için yapılacak her türlü harcama kamusal kaynaklardan sağlanmalıdır.

Kişisel bilgilerin gizliliği

Kişisel sağlık verilerinin kişinin onayı olmaksızın başkalarıyla paylaşılması, özel yaşama saygı hakkına aykırıdır. Salgın koşullarında da, TTB’nin “Mahremiyet Hakkının Korunmasına İlişkin Bildirgesi”ndeki temel ilkeler geçerlidir. Hastanın, mahremiyetinin sınırlanmasından olumsuz etkilenmemesi için zorunlu olan bilgi, tehlikeyle orantılı biçimde ve gerekli ölçüde, bu bilginin sağlanmaması halinde doğacak zararı önleyebilecek kişilere verilir. Bu konuda temel ilke hastaların bilgilerinin açıklanmasında oluşacak zararın, açıklanmadığında oluşabilecek zarardan daha az olması gerektiğidir. Devletin toplumu hızlı, gerçekçi, doğru ve tam olarak bilgilendirme ödevini yerine getirmesi, hastaların bilgi gizliliğinin ve özel yaşamalarının korunabilmesinin temel koşullarındandır.

Ayrımcılık ve damgalama

Salgın hastalıklar belirli toplulukların ya da bireylerin damgalanmalarına yol açabilmektedir. Toplumlarda ayrımcılık ve damgalama belirli topluluklara ya da bireylere yönelik olarak ırkçılık zemininde de gelişebilmektedir. Bulaşıcı hastalıklarda, özellikle salgın dönemlerinde, insanlar hastalıkla ilişkilendirilerek olumsuz, kötüleyici, değersizleştirici ve ayrımcı tutumlara maruz kalabilirler. Bu süreçte hastalar, hastalık belirtisi gösterenler, yaşlılar, mülteciler vb. gruplar ayrımcılık ve damgalamanın hedefi haline gelebilir, damgalanma korkusuyla tedavi için başvurmaktan kaçınabilirler. Salgın hastalıklarla mücadele, damgalama ve ayrımcılıkla mücadeleyle birlikte yürütülmelidir.

Dezavantajlı toplum grupları

Yaşlılar, engelliler, mülteciler, toplu yaşanan yerlerde barınanlar vb. dezavantajlı grupların sağlık hizmetine erişiminin, kaynakların adil dağılımının, güvenli ortamlarda yaşamalarının sağlanmasının, damgalama ve ayrımcılığa uğramalarının engellenmesinin, anadillerinde sağlık hizmeti ve bilgi almalarının, salgının orantısız yüklerinden korunmalarının yaşama geçirilmesi de devletin ödevleri arasındadır. Kamu yararının korunması ilkesi gereğince aşırı yük ve riskle karşı karşıya kalan kişilerin desteklenmesi önemlidir. Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet farklılıklarının enfeksiyona yatkınlık, alınan sağlık hizmetleri düzeyleri, hastalığın seyri ve sonucu ile ilgili farklılıklara neden olabileceği göz önüne alınarak ayrımcılığa yol açacak yaklaşımlardan kaçınılmalıdır.

Devletin salgın hastalıklar nedeniyle almaya yükümlü olduğu önlemler herkese eşit, ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmalıdır. Alıkonulma yerlerinde salgın hastalığın vereceği zararın önlenmesi için alınan tedbirler de buna dahildir. Salgın koşullarında da TTB’nin “Hekimlik ve İnsan Hakları Bildirgesi” ve “Özgürlüğünden Yoksun Bırakılan Bireylere İlişkin Bildirge”de tanımlanan ilkelere uyulmalıdır.  Eşitlik kavramı devletin dezavantajlı gruplar lehine pozitif ayrımcılık yaparak ek önlemler almasını gerektirir.

Sağlık kurumlarının yöneticilerinin yükümlülükleri

Makro düzeyde belirlenen politikaların yanı sıra, yerelde sağlık kurumlarındaki yöneticilerin de hazırlıklı olma, doğru zamanda uygun planı yapma, sağlık çalışanlarını destekleme ve güvenliklerini sağlama gibi görevleri yaşamsal önem taşımaktadır. Sağlık çalışanlarının hangi koşullarda, nasıl çalışacakları, korunma önlemleri, hakları ve sorumlulukları konusunda kurumsal politikalar oluşturulmalı, bu sürece katılımları sağlanmalı ve oluşturulan politikalar sağlık çalışanlarıyla şeffaf bir biçimde paylaşılmalıdır.

Salgın yönetiminde başta tıpta uzmanlık alanları olmak üzere mesleki uzmanlık alanlarından dernekler, emek ve meslek örgütleri, yerel yönetimler gibi ilgili tüm kurum ve kuruluşların haklar ve sorumluluklarının belirlenmesi, değişen koşulları dikkate alan dinamik ve her aşamada eşgüdümlü çalışma ilkelerinin yaşama geçirilmesi önemlidir.

Uluslararası işbirliği

Sağlık hakkının gerçekleştirilmesinin devletin ödevi olduğu göz önüne alındığında, salgını önlemek ve salgına müdahale etmek için gerekli sistemlerin etkili, nitelikli, toplumu kapsayıcı şekilde sağlanması hükümetlerin etik yükümlülüğüdür. Söz konusu yükümlülük sadece ulusal değil, uluslararası toplumu da kapsayacak şekilde değerlendirilmelidir. Bunun gerçekleştirilmesinin ilk basamağı, etik sorumlulukla şeffaflık içinde uluslararası topluma derhal bildirimde bulunma yükümlülüğüdür.  Uluslararası hızlı bilgi paylaşımının sağlanması salgının durdurulması, sağlık ve yaşam hakkının sağlanması açısından önemlidir. Bu çabalara katılan tüm kişi ve birimler, ilgili ve doğru verileri zamanında paylaşarak iş birliği yapmalıdırlar.

Bu noktada Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin kabul ettiği “bazı hastalıkların bir Devletin sınırlarının ötesine kolayca geçebildiği göz önüne alındığında, uluslararası toplumun bu sorunu ele almak için kolektif bir sorumluluğu vardır. Ekonomik olarak gelişmiş Taraf Devletler, bu konuda yoksul gelişmekte olan Devletlere yardımcı olma konusunda ilgi gösterirler ve özel bir sorumlulukları vardır. ” kararının dikkate alınması önemlidir.

Sürveyans

Salgın sürecinin kontrol altında tutulabilmesi için güvenilir ve nitelikli bir aktif sürveyans sisteminin kurulması önemlidir. Aktif sürveyans hastalık kaynağına ve temaslılara yönelik yapılacak çalışmalarla vakaların tespit edilmesini, temaslıların kontrol edilmesini ve salgın verilerinin analizine olanak sağlayacak kayıtların tutulmasını kapsamalıdır. Ancak her koşulda kişi hak ve özgürlüklerinin, mahremiyetin korunması ve bilginin ne şekilde, kim tarafından toplanıp nasıl ve ne amaçla kullanılacağına dair şeffaflık sağlanmalıdır.

Medyanın rolü

Medyanın da etik ilkelere uygun olarak verilen bilgilerin doğruluğunu sorgulamak, verilen bilgilerde eksik ve yanlışların olması durumunda kamuoyunu doğru bilgilendirmek sorumluluğu vardır. Salgınla mücadelede önemli rolü olan medyanın konuya popülist, kolaycı şekilde değil, etik duyarlılıkla, taşıdığı sorumluluğa uygun biçimde yaklaşması ve toplumda panik oluşturacak söylemlerden kaçınması son derece önemlidir. Aşırı kaygı uyandırmanın veya salgını önemsizleştirmenin bulaşıcı hastalıklarla mücadeleyi zaafa uğratacağı göz ardı edilmemelidir. Medya salgınla ilgili bilgilerin gizlenmesinin ortağı olamaz; hasta mahremiyeti bunun istisnasıdır.

Sosyal medya günümüz dünyasında bilgi yayılımına geniş olanaklar sunmaktadır. Yanlış bilginin sosyal medyada yayılmaması için; Sağlık Bakanlığı, emek ve meslek örgütleri, üniversiteler ve sağlık kurum ve kuruluşlarının güncel, kanıta dayalı ve doğru bilgiyle kamuoyunu aydınlatmaları önemlidir. Her bir bireyin, özellikle de hekimlerin doğrulanmamış bilgileri yaymama konusunda etik bir sorumluluğu bulunmaktadır.

  1. SAĞLIK HİZMETLERİ

Salgın sürecinde sunulan sağlık hizmeti, mümkün olan en yüksek düzeyde hasta güvenliğini sağlamak için tasarlanmış koşullar altında ve profesyonel tıbbi standartlara uygun olarak sürdürülmelidir. Yeni tanımlanmış ajan ile oluşan bulaşıcı hastalıklar söz konusu olduğunda, sağlık çalışanlarının konuyla ilgili olarak mesleki gelişimleri için gerekli bilimsel eğitimlerinin meslek örgütleriyle birlikte sağlanması devletin ödevidir. Toplumun sağlık hakkının korunması açısından gerekli sağlık hizmetlerinin nitelikli, eşit ve ulaşılabilir olarak sunulması, bulaşıcı hastalıkların yaygın yaşandığı dönemlerde çok daha fazla önem kazanmaktadır. Enfeksiyöz bir patojenin tanısı, tedavisi veya önlenmesi için tıbbi müdahale önerilen bireyler, diğer tıbbi müdahalelerde olduğu gibi riskler, faydalar ve alternatifler hakkında bilgilendirilmelidir. Süreçte hangi tıbbi müdahalelerin kabul edileceğine dair son kararın hastaya ait olması gerektiği unutulmamalıdır. Halk sağlığı için önemli riskler oluşturacağına dair güçlü gerekçeler olduğunda ve bu risklerin ortadan kaldırılmasında hastayı izole etmek de dahil olmak üzere halk sağlığını korumak açısından başka hiçbir önlem mümkün olmadığı durumda bu onam alınmayabilir.

Salgın sürecinde, diğer sağlık sorunları göz ardı edilmeden toplumun gereksinim duyduğu sağlık hizmetlerinin sunulması, nitelikli ve eşit şekilde ulaşılabilir olmasının sağlanması, sağlık hizmetlerinin ve kaynakların adil dağılımının planlanması ve uygulamaya geçirilmesi de devletin yükümlülüğüdür.

Sağlık hizmetlerinin sunumunda en yaşamsal başlıklardan biri olan kişisel koruyucu donanım (KKD) sağlık çalışanlarına yeterli, düzenli, uygun ve sürekli bir biçimde sağlanmalıdır. Koruyucu malzemelerin azlığı kabul edilemez bir durumdur. KKD sağlanmamasının kendisi bir risk faktörüdür. Kaynakların kısıtlılığı koruyucu donanım eksikliğinin gerekçesi olamaz. Kaynak kısıtlılığı gerekçe gösterilerek sağlık çalışanlarına koruyucu malzeme sağlanmasında önceliklendirme kabul edilemez.

Salgın hastalıkla etkili bir mücadele ağırlıklı olarak sağlık çalışanlarının özverili katkılarına bağlıdır. Sağlık çalışanları bu süreçte önemli kişisel riskler alırlar. Sağlık çalışanlarının bazıları, toplumun en dezavantajlı üyeleri arasında olabilir ve kendilerinden yapmaları istenen görevler üzerinde çok az kontrole sahip olabilirler. Bu çalışanlar daha yüksek risk altında oldukları için özenle korunmalıdırlar. Çalışanın bir salgın sırasında daha yüksek riskler üstlenmek için önceden belirlenmiş bir görevi olup olmadığına bakılmaksızın, riskin en aza indirilmesi, tedaviye erişimde öncelik tanınması, psikososyal destek verilmesi, özlük haklarının iyileştirilmesi, salgın sonrası toplumsal yaşama yeniden katılımının sağlanması ve ayrıca aile bireylerine destek verilmesi, şeffaf bilgilendirme yapılması gibi konularda devletin sağlık çalışanlarına karşı bir yükümlülüğü vardır. Yeterli koruma olanaklarının sağlanamadığı durumlarda sağlık çalışanlarının çalışma ortamının olumsuzluklarının en kısa zamanda düzeltilmesi için gerekli girişimlerde bulunma hakkı ve sorumluluğu vardır.

Hizmet sunma yükümlülüğünün sınırları

TTB Hekim Hakları Bildirgesi’nde hekimin sağlık hizmeti sunduğu kişi ve topluma ilişkin hakları açık bir biçimde tanımlanmıştır. Hekim diğer sağlık sorunlarında olduğu gibi hizmet verdiği insanlara “önce zarar verme” ilkesiyle yaklaşmalıdır. Bununla birlikte salgın hastalıklarda, tüm sağlık çalışanları hastalığa yakalanma riski altındadır. Bu nedenle sağlık çalışanlarını, yakınlarını ve sağlık çalışanlarından hastalığın bulaşması riski olanları koruma yönünde devletin pozitif bir ödevi bulunmaktadır. Devlet bu ödevi yerine getirirken, çalışma koşullarını, hekimi kendi hayatıyla diğerlerinin hayatı arasında bir tercih yapma zorunda bırakmayacak şekilde çalışan sağlığı ve güvenliği açısından düzenlemeli, sağlık kurumlarında çalışanların sağlık ve güvenliği için KKD’yi de içerecek şekilde gerekli, yeterli araç ve gereçleri sağlamalıdır. Salgın sırasında yüksek risk altında çalışan sağlık çalışanlarının kontrollerinin tanı testlerini içerecek biçimde düzenli olarak yapılması bu ödevin yerine getirilmesinin en önemli araçlarından birisidir. Mesleki uygulamaları nedeniyle sağlık çalışanlarına bulaşın gerçekleşmesi iş kazası ve meslek hastalığı olarak tanımlanmalı, bu konuyla ilgili tüm hakları korunmalıdır.

Çalışanların, enfeksiyonun daha da yayılmasını önlemek için koruyucu ve önleyici tedbirleri talep etme ve kendilerine sunulan bu tedbirleri hayata geçirme bakımından etik yükümlülükleri olmasının yanı sıra, enfekte olduklarında bunu bildirme ve iyileşene kadar işten geçici olarak uzaklaşma yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu çerçevede eksik olan sağlık ve güvenlik önlemlerine ilişkin olarak mutlaka yazılı başvurular yapılmalıdır.

Çalışanların sağlıklı ve güvenli koşullarda çalışma hakkı TTB Çalışan Sağlığı ve Güvenliği ve Hekim Hakları Bildirgelerinde tanımlanmıştır. Sağlık çalışanlarının, enfekte olduklarında veya sağlıkları hayati risk altına girdiğinde çalışma yükümlülüklerinin sınırsız olamayacağı bilinmelidir. Böylesi durumlarda gerekli sağlık ve güvenlik önlemleri alınmadıkça çalışanlar hizmet sunmaya zorlanamazlar.

Kaynakların dağıtımı

Sağlık sistemi afet, salgın hastalıklar gibi olağandışı durumlarla karşılaştığında ilaç, yoğun bakım yatağı gibi kaynaklarla ilgili kısıtlılıklar söz konusu olabilir. Devlet değişen koşullara uyum sağlayacak düzenlemeleri yapmalıdır. Kaynakların dağıtılması konusunda triyaj yapılması gerekebilir. Triyaj protokolleri, kıt kaynakların kural temelli, adil ve şeffaf bir şekilde tahsis edilmesi ve kamu yararı bakış açısıyla toplumun hayatta kalmasını en üst düzeye çıkarmayı amaçlar.

Triyaj gerektiğinde hastaların yaşam ve tedavi hakkının korunması için gerekli önlemler alınmalıdır. Triyaj, dışlama kriterlerinin uygulanması, mortalite riskinin değerlendirilmesi ve hastanın uygulama sırasında gösterdiği gelişme göz önünde bulundurularak gerçekleştirilir. Triyajda etik çerçeve; adalet, fayda ve eşitlik ilkelerinin gözetilmesini gerektirir.

Triyaj sorumluluğu sadece hastanın bakımını üstlenen hekime bırakılmamalıdır. Triyaj ilkelerinin tanımlanması ve gerekçelendirilmesi, protokollerin oluşturulması için ilgili tarafların katılımıyla ulusal triyaj etik kurulu oluşturulmalıdır. Bu kurul tarafından belirlenen triyaj ilke ve protokolleri değişen koşullara göre güncellenmelidir. Hekimler ulusal etik kurulu tarafından belirlenen ilke ve protokolleri uygulamalıdır. Triyaj, ulusal triyaj etik kurulu tarafından belirlenen ilkeler ve protokoller doğrultusunda uygulanır. İlke ve protokollerin uygulanmasında tereddüt oluştuğu durumlarda ulusal triyaj etik kurulu görüş oluşturmalıdır. Bu görüş başvuru üzerine veya resen oluşturulabilir.

Sağlık çalışanları üzerinde baskılar

Salgın dönemlerinde sağlık çalışanlarına yönelik politik baskılar söz konusu olabilmektedir. Ayrıca salgınların neden olduğu kaotik ortamlar sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti tetikleyebilmektedir.  Sağlık otoritelerince halkın hızlı, doğru bilgilendirilmesi, şeffaf bir biçimde bilgi akışının gerçekleştirilmesi, hastalarla sağlık çalışanlarının karşı karşıya getirilmemesini sağlayan temel koşullardandır.

Devlet, salgın ortamlarında da hekimlerin bilimsel ve etik ilkelere uygun çalışmasının sağlanması, mesleki özerkliğinin ve klinik bağımsızlığının korunması, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin yaşanmaması ödevlerini yerine getirmeli ve bu konuda gerekli düzenlemeleri yapmalıdır.

  1. SAĞLIK ÇALIŞANLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER

Salgınlar sağlık çalışanlarında kaygı ve korku yaratmaktadır. Sürecin uzaması, riskin artması, meslektaşlarının hastalanması; kaygı ve korkuların artmasına, yorgunluğa ve tükenmişliğe neden olabilmektedir. Böylesi kaotik dönemlerde sağlık otoritelerince sürecin iyi yönetilmesi, görev tanımlarının açık bir biçimde belirlenmesi, sağlık hizmetinin sürdürülmesiyle ilgili algoritmaların oluşturulması; KKD’ye erişim konusunda yetersizlik yaşanmaması, çalışma koşullarının uygunluğunun sağlanması, sağlık çalışanlarının zorlu görevlerini dayanışma içinde gerçekleştirmelerini olanaklı kılacaktır. Sağlık çalışanları arasındaki ilişkinin temelini bilimsel verilerin ışığında profesyonellik ve dayanışma oluşturmalıdır.

  1. BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR

Salgın sürecinde hem devam etmekte olan salgının hem de gelecekteki benzer salgınların önlenebilmesi ve tedavisi için bilimsel gelişmeleri sağlayabilmek amacıyla kimi araştırmalar planlanabilir. Bu araştırmaların etik duyarlılıkla, Helsinki Bildirgesi’ne uygun hazırlanması önemlidir. Araştırmalar halk sağlığını ve uygun klinik bakımın sağlanmasını tehlikeye atmamalı, bilimsel geçerliliği olan, uygun metodoloji ile planlanmalı; araştırmalarda yarar/zarar dengesi gözetilmeli, gönüllü seçimi adil olmalı, elde edilen bilimsel veriler hızlıca paylaşılmalıdır. Araştırma sonuçlarına tüm toplumun ve bireylerin eşit erişimi sağlanmalıdır. Araştırma süreçlerinde toplanan biyolojik örneklerin başka ülkelere aktarılması veya saklanmasında etik duyarlılıkla hareket edilmeli, kişisel verilerin gizliliği ilkesi korunmalıdır.

Araştırma aşamasında olan uygulamalar

Salgın ile ilgili olarak bilimselliği kanıtlanmamış bir uygulamanın acil kullanımı, DSÖ’nün de belirttiği aşağıdaki şartların gerçekleşmesi durumunda ve izlem sonuçlarının belgelenmesi ve daha geniş tıbbi ve bilimsel toplulukla zamanında paylaşılması koşuluyla etik açıdan uygun olabilir. Bu şartlar şunlardır:

  1. Kanıtlanmış etkili bir tedavi var olmamalıdır.
  2. Uygulamanın etkililiği ve güvenliliğinin ön desteğini sağlayan veriler en azından laboratuvar veya hayvan çalışmalarından elde edilmiş olmalı ve uygulamanın klinik araştırmalar dışında kullanılması, kabul edilebilir risk-yarar temelinde salgınla ilgili oluşturulan bilimsel bir kurul  tarafından önerilmelidir.
  3. Uygun niteliklere sahip bir etik kurul onayı alınmalıdır.
  4. Olası risklerin en aza indirilmesini sağlayacak yeterli koşullara sahip olunmalıdır.
  5. Hastanın aydınlatılmış onamı alınmalıdır.

SON SÖZ

Bugün yaşamakta olduğumuz salgın, dünyayı “küresel köy” olarak tanımlayan neo-liberal politikaların ve sağlık sisteminin çöktüğünü, kamucu sağlık politikalarının bir lüks değil, temel insan hakkı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Salgında ölüm olaylarının yaşlı ve kronik hastalığı olan bireylerde daha çok görülmesinin yarattığı “güçlü olan yaşasın” olarak tanımlanabilecek verimliliğe dayanan yaklaşımların savunulması ve yaşanan kriz ortamını fırsata çevirmek isteyen, stokçuluk, karaborsacılık, işten çıkarma, evde çalışma ile iş yükünü artırma, ücretleri düşürme, etnik ayrımcılık, yabancı düşmanlığı vb. hiçbir girişim kabul edilemez.

Salgınlar karşısında sorumluluklarımızı yerine getirmeye, sürecin yarattığı tüm olumsuzlukları bütüncül olarak ele alıp bilimden ve yurttaşlık hakkından vazgeçmeden insanlık ortak paydasında buluşarak mücadeleyi sürdürmeye özen göstermeliyiz. İçinde bulunduğumuz koşullar, salgına hazırlıklı olmak ve salgınla etkin mücadele etmek için olağandışı durumlara yönelik politikaların oluşturulması, hizmetin planlanması ve alt yapı hazırlıklarının tamamlanmasının önemini bir kez daha ortaya koymuştur.

Halk sağlığının, tek tek bireylerin sağlığının toplamını aşan bir anlam yüküne sahip olması nedeniyle, ortak iyiyi oluşturmak için toplumsal dayanışmaya ve kolektif mücadeleye gereksinim duyduğu unutulmamalıdır.

TTB Merkez Konseyi, 6. haftaya girilen COVID-19 salgın sürecinde son gelişmeleri değerlendirdi

TTB Merkez Konseyi, 6. haftaya girilen COVID-19 salgın sürecinde son gelişmeleri değerlendirdi

15.04.2020, http://www.ttb.org.tr/685yi2g

TTB Merkez Konseyi’nin açıklaması ve Sağlık Bakanlığı’na yöneltilen sorular için tıklayınız.

****
6. HAFTAYA GİRERKEN SAĞLIK BAKANI’NIN SALGINLA MÜCADELENİN ANCAK EPİDEMİYOLOJİK (SALGIN BİLİMİ) YÖNTEMLERLE YAPILABİLECEĞİNİ SÖYLEMESİ MEMNUNİYET VERİCİ

5 haftadır; “Karantina – İzolasyon – ayrı tutma” ve “Filyasyon-Surveyans” yöntemleri uygulanmadan COVID-19 durdurulamaz diyen;

TTB’NİN SALGIN SÜRECİNE DAİR TESPİT, DEĞERLENDİRME VE ÖNERİLERİ

TTB Merkez Konseyi olarak COVID-19 salgını nedeniyle yitirdiğimiz vatandaşlarımızın ailelerine başsağlığı diliyoruz, aynı zamanda salgın nedeniyle yoğun bakımlarda, servislerde hastalıkla mücadele eden hastalarımızı biran önce iyileşmeleri dileğiyle selamlıyoruz.

TTB Merkez Konseyi olarak COVID-19 salgınıyla mücadele eden hekimlere ve sağlık çalışanlarına özelikle değinmek istiyoruz.  Yaşama yönelik kaygılarını, kendi ihtiyaç ve önceliklerini bir kenara bırakıp hastanelerde, ambulanslarda, aile sağlığı merkezlerinde, toplum sağlığı merkezlerinde, ilçe sağlık müdürlüklerinde salgına karşı mücadele ederken, halkın sağlık ve yaşam hakkı için çabalarken yitirdiğimiz hekim ve sağlık çalışanlarını, yani mücadele arkadaşlarımızı hiçbir zaman unutmayacağımızı, her koşulda aileleriyle birlikte olacağımızı üzerine basa basa ifade etmek istiyoruz. Yine bu mücadelede yaşam savaşı veren ya da hastalanıp iyileşmeyi bekleyen tüm meslektaşlarımıza sevgilerimizi iletiyor ve onlarla biran önce buluşma isteğimizi paylaşmak istiyoruz.

Salgınla Doğru Mücadele Ediliyor mu?

Uzun yıllardır neredeyse tüm dünyada sağlık sistemlerinde önemli değişiklikler yaşandı. Birinci Basamak sağlık hizmetlerinin topluma ve nüfusa dayalı örgütlenmesi, ayakta tanı ve tedavi hizmetlerinin yanı sıra, kişiye ve çevreye yönelik koruyucu sağlık hizmetlerinin birlikte ve ekip çalışmasıyla sunulması bir yana itildi.  Sağlık sisteminin bütünü neredeyse tedavi edici hizmetler ile hastanecilik üzerine kuruldu. Nüfus yapısı değiştikçe, kronik hastalıklar yaygınlaştıkça tedavi edici sağlık alanında değişiklikler yapılması, yeni hastanelere ihtiyaç duyulması, tıbbi teknolojinin kullanırlığının artması doğaldır. Ancak tüm bu gelişmeler toplumun gereksinimi hesaplanarak yapılmadı. Görsellik, sağlık alanındaki büyük şirketlerin kazançları, siyasal gereksinimler, popülizm aklın ve bilimsel bilginin önüne geçti.

Tüm dünyada ve ülkemizde bu gelişmeler yaşanırken, ülkemizde de sağlık alanında büyük başarılarla tarihe geçmiş olan Sağlık Ocakları önce bilinçli biçimde çökertildi. Burada hizmet sunan hekimler ve sağlık çalışanları yok sayıldı, değersizleştirildi. Ardından da hiç tartışılmadan apar topar kapatıldı.

Büyük deneyimlere sahip tıp tarihinden ve kendi deneyimlerimizden biliyoruz ki salgını karşılayabilmek için güçlü, bölge ve nüfusa dayalı Birinci Basamak örgütlenmesine ihtiyacımız var. Salgınlar eğer güçlü bir koruyucu sağlık hizmeti, nüfusa ve bölgeye dayalı Birinci Basamak sağlık hizmetlerine sahipseniz umulandan kolay karşılanır ve az sayıda can kaybı ile sonuçlanır. Yıllardır hastanelerde çalışmış, Birinci Basamakla hiçbir ilişkisi olmamış hekim ve hemşireler ile ağız-diş sağlığı merkezlerinden görevlendirilen diş hekimlerimizin liderliğinde apar-topar kurulan ekiplerle yapılan filyasyon çalışmaları kuşkusuz özverili çabalar olarak görülmelidir. Oysa salgına hazırlıklıyız diyebilmeniz için, Birinci Basamakta kurduğunuz, bulaş sinyalini erken alabilen, bölge-mahalle odaklı sağlık birimlerinin, kadrolarıyla birlikte yıllarca bu biçimde hizmet sunmuş ve bir çalışma geleneğini kazanmış olması gerekirdi. Ancak böyle kurulmuş sistemlerde salgınla mücadele yurttaşların yaşam ve çalışma alanlarında, alev bacayı sarmadan yürütülebilir. Birinci Basamakta görev yapan sağlık ekibi ile hızlı ve etkin bir biçimde salgına müdahale edebilir ve salgını denetim altında tutabilir. Yine de görevlendirme biçiminde, başlanma zamanında ve organizasyonundaki yanlışlıklar bir yana, salgında en ön safta görev yapan hekim, dişhekimi, hemşire ve şoförlerden oluşan filyasyon ekiplerimize teşekkür ediyoruz.

  • Dünyadaki pek çok ülkede ve ülkemizde olduğu gibi salgın hastanelerde karşılanıp hastanelerde durdurulmaya çalışılırsa, salgının uzun sürmesi, can kaybının çok olması kaçınılmaz olur.

Bugün özellikle Avrupa’nın ve Türkiye’nin yaşadığı bu felaketin ve başarısızlığın temel nedeni salgın yönetimine uymamak, salgını karşılayabilecek sağlık kurumlarını ve sağlık örgütlenmesini yok etmektir.

Türk Tabipleri Birliği, sağlık sistemimizin tüm bu zaaflarına rağmen salgın yönetimine ve Epidemiyoloji biliminin gereklerine sürekli dikkat çekmiştir. Ancak,

  • Siyasal irade bu gerçekliği görmezden gelmiş ve salgın yönetiminin gereklerine uymamıştır.
  • Buradan bir kez daha siyasal iktidarı salgın biliminin gereklerini yerine getirmeye, nüfusa ve bölgesel anlayışa dayalı planlama yapmaya davet ediyoruz.

Bununla beraber, salgın sırasında yükün önemli bir bölümünü çekmekte olan, yetersiz kişisel koruyucu malzemeyle çalıştırılan, hastalanan, salgını durdurmak için mücadele eden ASM’lerdeki Aile Hekimleri ve sağlık çalışanları ile İSM’lerdeki hekim ve sağlık çalışanlarına minnet duygularımızı iletmek istiyoruz.

Tıp Fakültelerinin Test Merkezleri ve Referans Hastaneler Olarak Devreye Sokulması Önemlidir

Bilindiği gibi, Türk Tabipleri Birliği pandeminin en başında Sağlık Bakanlığı tarafından test yapılmak üzere yurt çapında yalnızca bir merkezin (Ankara’daki Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Laboratuvarı) yetkilendirilmesinin yanlış olduğunu dile getirmişti. COVID-19 gibi hızla yayılan bir hastalıkta, hem olguların en kısa sürede saptanıp tedavi edilmesi hem de salgının yayılmasının önlenmesi için çok sayıda merkezin ivedi olarak yetkilendirilmesinin önemini vurgulamıştık. Ne yazık ki Sağlık Bakanlığı bu önerimizi gecikerek yerine getirebildi, bu gecikme sırasında olguların saptanmasında ve temaslıların incelenmesinde geç kalındı.

Yine anımsanacağı gibi, Sağlık Bakanlığı tarafından tıp fakültelerinin pandemi sürecinin dışında bırakılmasını yanlış bulduğumuzu açıklayarak, gerek test yapmak üzere gerekse referans hastaneler olarak tıp fakültelerini yetkilendirmek üzere Sağlık Bakanlığı’na çağrıda bulunmuştuk. Bakanlık bu çağrımızı gecikmeli de olsa dikkate aldı ve tıp fakültelerimiz salgın mücadelesine güç katmaya başladı.

Sağlık Çalışanlarının Sağlığının Korunması Salgını Durdurmak İçin Elzemdir

Sağlık Bakanlığı ne yazık ki bir salgın dönemine kişisel koruyucu ekipman (AS: donanım) stoku ve yönetimi açısından da hazır girmemiştir. Büyük göçlere ev sahipliği etmiş, savaş coğrafyasında yer alan, lokal (AS: yerel) salgınların yaşandığı bir ülkenin Sağlık Bakanlığı’nın daha donanımlı olması gerekirken, özellikle ilk günlerde aile sağlığı merkezlerinden hastane acil servislerine kadar, kişisel koruyucu malzemelerde eksiklik olduğu ve bu eksikliğin çok sayıda hekim ve sağlık çalışanının hastalanmasına neden olduğu, yetersizliklerin hala yaşandığı bir gerçekliktir.

Sağlık Bakanlığı, kamu sağlık kurumları dışında, özel sağlık kurumlarında, fabrikalarda, OSGB’lerde çalışan hekim ve sağlık çalışanlarının koruyucu donanım eksikliği de salgının başlangıcından bu yana giderilememiştir.

Sağlık Bakanlığı kendi bünyesinde görev yapmayanlar da dahil tüm hekimlerin yaşam ve sağlık haklarının korunmasından sorumludur. O nedenle ilgili bakanlıklarla da temasa geçip bu sorunun biran önce çözülmesi acil talebimizdir.

Salgının Yükü Hekimler Arasında Eşit Dağıtılmalı ve Hekimlerin Özlük Hakları Korunmalıdır

Sağlık Bakanlığı’nın 97014916-319 sayılı “Pandemi Uygulamaları” başlıklı sağlık kurumlarına gönderdiği yazıda, hastanelerde görev yapan tüm hekimlerden oluşturulan ortak havuzdan yararlanarak, COVID-19 polikliniklerinin çalıştırılması ve viral yükün hafifletilmesinin sağlanması istenmiştir. Bu çağrı çok doğru olmasına rağmen kimi bakanlık ve üniversite hastanelerinde asistan hekimlerin çok ağır şartlar altında çalıştırıldığı görülmekte ve konuyla ilgili olarak örgütümüze çok sayıda başvuru yapılmaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda gerekli önlemleri alması ve üniversite hastaneleri için Yüksek Öğretim Kurulu ile temasa geçmesi önemlidir.

Güvenlik soruşturması nedeniyle yüzlerce genç hekim ve sağlık çalışanı atanmayı beklemektedir. Hukuksal hiçbir gerekçesi bulunmayan söz konusu uygulama bir an önce sonlandırılmalı ve en kısa sürede atamaları yapılmalıdır. KHK ile görevlerine son verilmiş olan hekim ve sağlık çalışanlarından isteyenler zaman geçirmeden, önceki kadrolarında, göreve başlatılmalıdır.

Salgın sürecinde hekimlerin çalışma hakları korunmalıdır. Bugün birçok özel hastane ve muayenehanede çalışan hekimler düşük ücret ve işsiz kalma tehtidi yaşamaktadır. Sağlık Bakanlığı özelde çalışan hekimlerin haklarını koruyacak önlemleri de almalıdır.

Zorunlu Olmayan Üretim,
Salgının Genişlemesine ve Can Kayıplarının Artmasına Neden Oluyor

TTB, salgının durdurulmasında yaşamsal olmayan üretime son verilmesinin önemine dikkat çekmektedir. Fabrikalarda, atölyelerde çalışan milyonlarca işçi, hem risk altında hem de hastalığın yayılmasında önemli kaynak niteliğindedir. İşçiler ulaşımdan üretim sürecine, yemekhanelerinde COVID-19 viruslu işçilerle temas etmekte, virüsü ailelerine, yakın çevrelerine yaymaktadırlar. Salgının yayılımının durdurulması için işçiler biran önce ücretli izne ayrılmalı ve sağlık kurumları tarafından aileleri ve temas ettikleriyle birlikte düzenli kontrolleri yapılmalıdır.

Ayrıca fabrikalarda çalışan işyeri hekimleri istekleri halinde illerinde gereksinim olan sağlık kurumlarında çalıştırılmalı ve ücretleri devlet tarafından hak kaybına uğramadan verilmelidir. 

Salgının Yönetiminde Şeffaflık Vazgeçilmezdir

Salgının başından bu yana, salgına karşı başarılı olmak için şeffaflığa ihtiyacın kaçınılmaz olduğunu belirtiyoruz. Bu doğrultuda, Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu tarafından alınan kararların kamuoyuna açıklanmasından, test sonuçlarının ayrıntılı olarak paylaşılmasına, COVID-19 olgularının ve ölümlerinin Dünya Sağlık Örgütü ICD kodlamalarına uygun olarak yapılmasından, sağlık çalışanlarının sağlık durumlarının paylaşılmasına kadar taleplerimizin karşılanması şeffaflığın gereği olduğu gibi salgının başarılı olarak yönetilmesi için de vazgeçilmezdir.

Ancak, bugüne kadar, Sağlık Bakanlığı bu yöndeki çağrılarımıza olumlu yanıt vermekten kaçınmıştır.

Sağlık Bakanlığı’nı kararların alınması ve bilgilerin toplumla doğru olarak paylaşılmasına özen göstermeye çağırıyoruz. Aksi uygulamaların 10 Nisan gecesinde olduğu gibi korku ve panik ortamına yol açtığı unutulmamalıdır.

Demokratik Yönetim Salgına Karşı Büyük Kozdur

Hükümet ne yazık ki salgın öncesinde zirveye ulaşan antidemokratik uygulamalarına aynı hızla devam etmektedir.

Türk Tabipleri Birliği ve Tabip Odalarına, Bilim Kurulu ve Pandemi Kurullarında yer verilmemesi demokratik olmayan bir uygulamadır. Bu kurullarda olmamamız hekimlerin, sağlık çalışanlarının ve halkımızın sağlığı açısından büyük bir olumsuzluktur. Sağlık Bakanlığı’nı bu kararlarını tekrar gözden geçirmeye davet ediyoruz.

Bu süreçte eşitlikçi olmayan bir infaz yasasının Meclisten geçirilmesi, yerel yönetimlerin salgın yönetimine dahil edilmemesi, seçilmiş belediye başkanlarının COVID-19 salgınına karşı da büyük mücadele verirken görevlerinden alınıp yerlerine kayyım atanması salgın yönetimi açısından da büyük bir zafiyettir.

Sağlık Bakanlığı’nı Türk Tabipleri Birliği’nin Sorularına Yanıt Vermeye Çağırıyoruz

22 Mart 2020’de, Sağlık Bakanlığı’na “Karşı karşıya olduğumuz salgın, merkezi ve yerel yönetimlerin, meslek örgütleriyle sivil toplum kuruluşlarının ve toplumun tümünün topyekün mücadelesi ile ancak başedilebilecek boyutta bir tehlikedir. Toplumun; pandeminin ülkemizdeki yaygınlığı, bölgesel dağılımı, hasta ve ölüm sayıları hakkında yeterince bilgilendirilmemesi, meydanı paniğe sevkeden yanlış ve yanıltıcı haberlere bırakmaktadır.” diye seslenmiş ve aşağıda yineleyeceğimiz soruların yanıtlanmasını istemiştik.

Aradan 23 gün geçmesine rağmen sorularımıza yanıt aldığımızı söyleyemeyiz. Alacağımız yanıtlar ve bu doğrultuda geliştireceğimiz önerilerin halkın sağlığı açısından önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor ve Sağlık Bakanlığı’nı sorularımıza yanıt vermeye davet ediyoruz.

  1. Tanısı doğrulanmış olguların ikamet ettikleri il ve ilçelere göre, yaş ve cinsiyete göre dağılımları nasıldır?
  2. Tanısı doğrulanmış olguların yurt dışı temas öyküsü ülkelere göre nasıl bir dağılım göstermektedir?
  3. Bugün itibarıyla ülkemizde kaç ilde ve kaç merkezde test yapılmaktadır? Tanı merkezlerine ulaşan örnek sayıları ile test sonuçları neden her bir merkez tarafından yapılmamaktadır?
  4. Bugüne kadar (günlere göre) her bir tanı/tarama testinden toplam kaç adet yapılmıştır? Bugünden balayarak yurt çapında günde kaç test yapılması planlanmaktadır?
  5. Günlere göre her bir tanı/tarama testi tipi için pozitif sonuçlanan test sayısı kaçtır? İlk testi negatif olup ikinci kez test yapılanlarda pozitiflik oranı nedir?
  6. Kaç tip tanı/tarama testi kullanılmaktadır? Kullanılan testlerin geçerlilik özellikleri (duyarlılık, seçicilik, pozitif ve negatif öngörü değerleri) nasıldır?
  7. Hastalardan örnek alınması ile test sonuçlarının sağlık kurumlarına, ilgili hekimlere ve hastalara bildirilmesi arasındaki süre kaç gündür?
  8. Tanısı doğrulanmış olgulardaki bulguların (ateş, öksürük, nefes darlığı, ishal, vb.) dağılımı nasıldır?
  9. Tanısı doğrulanmış olgulardaki akciğer grafisi ve bilgisayarlı tomografi bulguları nelerdir?
  10. Tanısı doğrulanmamış olguların ne kadarına akciğer grafisi ve/veya bilgisayarlı tomografi yapılmıştır? Tanısı doğrulanmamış olguların ne kadarında COVID-19 hastalığı için klasik veya muhtemel görüntüleme bulguları saptanmıştır?
  11. Pozitif görüntüleme bulguları (akciğer grafisi ve/veya bilgisayarlı tomografi) ile tanının doğrulanması arasında ne kadar süre vardır?
  12. Bugün itibarıyla illere göre tanısı doğrulanmış ya da olası/kuşkulu COVID-19 hasta yatırılan hastane sayısı kaçtır? Bunların kurumsal/sektörel (Sağlık Bakanlığı, kamu üniversitesi, vakıf üniversitesi, özel sektör) dağılımı nedir?
  13. Tanısı doğrulanmış olgularda bugüne kadar hangi ilaçlar kullanılmıştır? Bu ilaçlarla tedaviye yanıt oranı nedir? Yan etki ve komplikasyonlar ile bunların sıklığı nedir?
  14. Tedavide kullanılması olası ilaçların yurt çapında miktarı ve illere göre sayısı nedir?
  15. Bakanlığınızın öngördüğü hasta sayısı ve ihtiyaca göre bu ilaçların mevcut stokları yeterli midir? Bu ilaçların hastaneler bazında dağıtımı yeterli düzeyde organize edilebilmekte midir? Hastanelerin ne kadarında ilaçlar yeterli düzeyde sağlanabilmekte, ne kadarında ilaç eksikliği yaşanmaktadır?
  16. Hasta sayısındaki logaritmik artışın öbür ülkelere göre daha keskin olduğu dikkate alındığında: Yurt çapında illere göre yoğun bakım birimlerindeki yatak ve ventilatör sayısı nedir? Bu sayılar öngörülen ihtiyacı karşılayabilecek düzeyde midir? Olası yetersizlikler için hangi önlemler düşünülmektedir?
  17. Tanısı doğrulanmış kaç sağlık çalışanı bulunmaktadır? Bunların meslek (hekim, hemşire, sağlık teknisyeni vb.), kurum (ASM, 2. Basamak ve 3. Basamak hastame) ve il dağılımı nedir?
  18. SARS CoV-2 pozitif sağlık çalışanlarının saptanamaması hastalığın öbür sağlık çalışanlarına, hastalara ve sağlık çalışanlarının sosyal çevresine yayılmasını kolaylaştıracaktır. Bugüne kadar kaç sağlık çalışanına test yapılmıştır? Hastalarla temas halinde bulunan ve enfekte olma olasılığı yüksek olan sağlık çalışanlarının tümüne ne kadar sürede test yapılması öngörülmektedir?
  19. Hekimlerden Birliğimize kişisel koruyucu malzemelerin yeterli düzeyde olmadığı konusunda yoğun yakınmalar gelmektedir. Sağlık çalışanlarının COVID-19 hastalığından korunamaması, ileride salgınla mücadeleyi aksatabilecek risk etkenlerinin başında yer almaktadır. Sağlık kuruluşlarının yeterli koruyucu donanım sağlamadan sağlık çalışanlarını COVID-19 şüphesi / kanıtı bulunan hastalara hizmet vermeye zorlamaması ve sağlık kuruluşlarındaki koruyucu donanım eksikliklerinin bir an önce giderilmesi en öncelikli istemlerimizdendir. Bu nedenlerle: Kişisel koruyucu malzeme stoğumuz ve üretim kapasitemiz öngördüğünüz ihtiyacı karşılayabilecek düzeyde midir? Bu malzemelerin hastanelere dağıtılmasında yeterli organizasyon sağlanabilmekte midir? Bakanlığınıza bağlı hastaneler dışında üniversite hastanelerine de dağıtım yapılmakta mıdır?
  20. Salgının yayılma hızı ve salgına karşı yürütülen savaşımın zaman içinde başarısını ölçmek ve değerlendirmek amacıyla kullanılan göstergelerden birisi Temel Üreme Katsayısı olarak bilinen (R0) değeridir. Sağlık Bakanlığı bugüne dek bilimsel bir R0 değeri açıklamamıştır. Ülkemizde Mart ayının ilk haftalarından bu yana R0 değeri ve bu değerdeki değişim nedir?
  21. Sağlık Bakanlığı neden Dünya Sağlık Örgütü tarafından COVID-19 hastalığı için önerilen uluslararası tanı kodlarını (ICD-10 U07.1 ve U07.2) kullanmamaktadır? Aksi taktirde, Dünya Sağlık Örgütü’nün klinik-epidemiyolojik tanı ve kuşkulu/olası vakalar için önerdiği “COVID-19 virüs tanımlanmamış” tanı kodunu kullanmadığımız sürece COVID-19 vakalarının gerçek boyutlarını öğrenmemiz ve geçerli bir uluslararası karşılaştırma yapmamız mümkün olamayacaktır.

Saygılarımızla. 15 Nisan 2020

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi 

Basın toplantısının video bağlantısı için tıklayınız.